YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2019/330
KARAR NO : 2020/296
KARAR TARİHİ : 18.06.2020
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Sayısı : 29 -19
Silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık … hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 27.02.2019 tarih ve 29-19 sayı ile; sanığın TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 12 yıl 9 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba karar verilmiştir.
Hükmün sanık ve müdafisi ile sanık eşi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “temyiz isteğinin esastan reddi ile hükmün onanması” istemli 18.06.2019 tarihli ve 59092 sayılı tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:
Temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını gerektirir bir neden görülmediğinden sanığın duruşmalı inceleme istemlerinin CMK’nın 299. maddesi uyarınca takdiren reddine karar verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunca yapılacak olan temyiz incelemesi, sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
Temyiz incelemesine geçilmeden önce Ceza Genel Kurulu Başkanı tarafından;
1- Sanık ve müdafisinin temyiz dilekçelerinin bir temyiz nedeni içerip içermedikleri, bu bağlamda; sanığın 27.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde “Aleyhimde kurulan hükmü usul ve yasaya aykırı buluyorum”, sanık müdafisinin 28.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde ise “Dairece verilen usule ve yasaya aykırı karara karşı süresinde temyiz kanun yoluna başvuruyoruz” şeklinde yer alan ibarelerin CMK’nın 288 ve 294. maddeleri bakımından geçerli bir temyiz nedeni sayılıp sayılamayacağı, sayılması hâlinde de temyiz denetiminin ne şekilde yapılacağı,
2- Özel Dairece yapılan yargılama sırasında karar oturumunda heyetteki en kıdemli üye yerine daha az kıdemli üyenin heyete başkanlık yapmasının usul ve yasaya uygun olup olmadığı,
Hususlarının değerlendirilmesi gerektiğinin ileri sürülmesi üzerine bu hususlar öncelikle değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan yargılama sonucunda kısa kararın, oturumda hazır bulunan sanık ve müdafisi ile sanık eşine, karara karşı başvurulacak kanun yolu, süresi, mercisi ve şekilleri de belirtilmek suretiyle açıkça okunup usulen anlatıldığı,
Bu karara karşı sanık ve eşinin 27.02.2019; sanık müdafisinin ise 28.02.2019 tarihli dilekçeleriyle süresinde temyiz isteğinde bulundukları,
Sanığın temyiz dilekçesinde;
1- Aleyhinde kurulan hükmü usul ve yasaya aykırı bulduğunu
2- Gerekçeli kararın kendisine tebliğini,
3- Ayrıntılı temyiz dilekçesini sunmak üzere işbu delikçesinin temyiz defterine kaydı ile süre tutum isteği olarak kabul edilmesini,
4- Gerekçeli kararın tebliğinden sonra sunacağı ayrıntılı temyiz dilekçesindeki nedenlerle resen yahut sonradan çıkacak aykırılık hâlleri nazara alınarak Dairenin ilk derece sıfatıyla verdiği kararın bozulmasını,
5- Bozma kararıyla birlikte tahliyesini,
Sanık müdafisinin;
1- Gerekçeli kararın henüz tebliğ edilmediğini,
2- Dairece verilen usule ve yasaya aykırı karara karşı süresinde temyiz kanun yoluna başvurduklarını,
3- Gerekçeli kararın tebliğinden sonra ayrıntılı temyiz sebeplerini bildireceklerinden süre kaçırmamak adına işbu süre tutum dilekçesini verdiklerini,
Sanık eşi…’in;
1- Dairenin kararının usul ve yasaya aykırı olduğunu,
2- Gerekçeli kararın tarafına yöntemince tebliğini,
3- Ayrıntılı temyiz dilekçesini vermek üzere işbu dilekçesinin süre tutum dilekçesi olarak kabulünü,
4- Gerekçeli kararın tebliğinden sonra sunacağı temyiz dilekçesindeki nedenler olsun, resen ya da sonradan ortaya çıkacak aykırılık hâlleri nazara alınarak Daire kararının bozulmasını,
5- Bozma kararıyla birlikte sanığın tahliyesini,
Talep ettikleri,
08.04.2019 tarihinde elektronik tebligat yoluyla kendisine gönderilen ve mevzuat hükümleri gereğince beşinci gün sonunda 13.04.2019 tarihinde okundu sayılmak suretiyle tebliğ edildiği anlaşılan gerekçeli karara karşı sanık müdafisinin temyiz nedenlerini bildiren ek dilekçe sunmadığı,
Gerekçeli kararın tutuklu olan sanığa ceza infaz kurumu görevlilerince, 12.04.2019 tarihinde tebliğ edilmesinin ardından sanığın 29.04.2019 tarihinde 7 günlük yasal süre geçtikten sonra temyiz nedenlerini bildiren ek dilekçe sunduğu,
Sanık …’in 27.02.2019 tarihli süre tutum dilekçesi ile yasal süresinden sonra 29.04.2019 tarihinde verdiği gerekçeli temyiz dilekçesi arasında başka dilekçeler de verdiği, bunlardan 11.03.2019 tarihli olanında; süre tutum dilekçesindeki talebine ek olarak temyiz incelemesinin duruşmalı olarak yapılmasını, duruşma gününün kendisine, müdafisine ve eşine bildirilmesini, gerekçeli kararın kendisine tebliğinden sonra sunacağı gerekçeli temyiz dilekçesinde ifade edeceği gerekçelerle ve ortaya çıkacak hâller nazara alınarak resen hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün bozulmasına karar verilmesini temyizen Yargıtay Ceza Genel Kurulundan talep ettiğini belirtmiştir. İncelenen temyiz başvuru formunda ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tebliğnamesinde sanığın bu dilekçesinin temyiz dilekçesi olarak kabul edildiği,
15.04.2019 tarihli dilekçesinde ise; müdafisinin 45 günlük dil eğitimi için yurt dışında olduğunu, gerekçeli kararın kendisine 12.04.2019 tarihinde tebliğ edildiğini, gerekçeli temyiz dilekçesini müdafisinin yardımı olmaksızın hazırlamak zorunda kalmamak için mazeretinin kabulüyle tarafına 15 günlük ek süre verilmesini talep ettiği, Yargıtay 9. Ceza Dairesince CMK’nın 291. maddede belirtilen sürenin hak düşürücü sürelerden olması, ileri sürülen mazeretin yasal dayanağının bulunmaması ve temyiz mercinin salt bildirilen temyiz nedenleriyle bağlı olmaması nedenleriyle söz konusu talebin reddedildiği,
Sanık eşi… yönünden gerekçeli kararın duruşmada beyan ettiği Turgut Özal Mahallesi, …/Ankara adresi yerine başka adrese tebliğe çıkartıldığı, iade gelen tebligatın bu kez de …Yenimahalle/ Ankara adresine gönderildiği, tebligatın incelenmesinde sanık … adına çıkarılan mazbataya “Gerekçeli karar sanık eşi…’e tebliğ olunur.” ibaresine yer verildiği, ayrıca 03.05.2019 tarihinde yönetici…’ın beyanına göre muhatabın taşındığı, yeni adresinin bilinmediğinin tebligata şerh düşüldüğü, sanık eşi…’in aynı gün gerekçeli temyiz dilekçesini sunduğu, bu nedenle…’in gerekçeli temyizinin öğrenme üzerine ve süresinde olduğu,
Söz konusu dilekçede sanık eşinin;
1- Sanığın görev yaptığı dönemde iddia edildiği gibi bir suç faaliyeti içerisinde bulunmadığını,
2- Yasal olmayan deliller ve yalancı tanık beyanlarıyla mahkûmiyet kararı verildiğini belirterek;
3- Tayin edilen cezanın adil olmadığını, üst hadde yakın ceza tayin edilmesinin dayanağının bulunmadığını,
4- Yargılama sürecindeki iyiniyetli ve yapıcı yaklaşımlarına rağmen sanık hakkında takdiri indirim yapılmadığını belirtilip
5- Sanığın tahliyesine karar verilmesini talep ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık ve müdafisi tebliğnameye verdikleri cevaplarında kısa kararın tefhimi sırasında temel cezanın 8 yıl ve arttırım sonucu 12 yıl olduğunun kendilerine bildirilmesine rağmen zapta temel cezanın 8 yıl 6 ay, netice cezanın da 12 yıl 9 ay olduğunun yazıldığını iddia etmişler ise de 27.02.2019 tarihli duruşma zaptında ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunca temin edilen SEGBİS görüntü kayıtlarından hükmün tefhiminden önce duruşmaya ara verilip duruşmada yapılan işlemlerin teknik araçlarla kayda alınmasının sonlandırıldığı, hükmün yazılı usule geçildikten sonra tefhim edildiği, gerekçeli karar ve duruşma zaptında mahkûmiyete konu temel cezanın 8 yıl 6 ay olarak belirlenip arttırım sonucu 12 yıl 9 ay olduğunun tespit edildiği, CMK’nın 220. maddesindeki “Duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı, ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanağa karşı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir.” hükmü gereği temyiz aşamasında başkaca bir inceleme yapılamayacağı değerlendirilip tüm bu hususlarla birlikte sanıkla müdafisinin süre tutum dilekçeleri ve eşinin süre tutumla gerekçeli temyiz dilekçelerinde belirttikleri temyiz sebepleri ile sınırlı inceleme yapılmıştır.
Gelinen bu aşamada ön sorunların sırasıyla değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
1- Sanık ve müdafisinin temyiz dilekçelerinin bir temyiz nedeni içerip içermedikleri, bu bağlamda; sanığın 27.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde “Aleyhimde kurulan hükmü usul ve yasaya aykırı buluyorum”, sanık müdafisinin 28.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde ise “Dairece verilen usule ve yasaya aykırı karara karşı süresinde temyiz kanun yoluna başvuruyoruz” şeklinde yer alan ibarelerin CMK’nın 288 ve 294. maddeleri bakımından geçerli bir temyiz nedeni sayılıp sayılamayacağı, sayılması hâlinde de temyiz denetiminin ne şekilde yapılacağının değerlendirilmesi;
25.03.2016 tarihi itibarıyla iç hukukumuzun bir parçası hâline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) Ek 7 No’lu Protokolü’nün “Cezai konularda iki dereceli yargılanma hakkı” başlıklı 2. maddesi;
“1. Bir mahkeme tarafından cezai bir suçtan mahkûm edilen her kişi, mahkumiyet ya da ceza hükmünü daha yüksek bir mahkemeye yeniden inceletme hakkını haiz olacaktır. Bu hakkın kullanılması, kullanılabilme gerekçeleri de dahil olmak üzere, yasayla düzenlenir.
2. Bu hakkın kullanılması, yasada düzenlenmiş haliyle önem derecesi düşük suçlar bakımından ya da ilgilinin birinci derece mahkemesi olarak en yüksek mahkemede yargılandığı veya beraatini müteakip bunun temyiz edilmesi üzerine verilen mahkumiyet hallerinde istisnaya tabi tutulabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
07.10.2004 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5235 sayılı Adlî Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 25 ve geçici 2. maddeleri uyarınca kurulan bölge adliye mahkemeleri, 07.11.2015 tarihli ve 29525 sayılı Resmî Gazete’de ilan edildiği üzere 20.07.2016 tarihinde tüm yurtta göreve başlamıştır. Bölge adliye mahkemelerinin faaliyete geçmesiyle birlikte istinaf kanun yolu uygulamaya girmekle birlikte 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 8. maddesi uyarınca, bölge adliye mahkemelerinin göreve başlama tarihi olan 20.07.2016 tarihinden önce verilen kararlar hakkında kesinleşinceye kadar 1412 sayılı CMUK’nın, bu tarihten sonra verilen kararlar hakkında ise 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümleri uygulanacaktır.
Bu hükümlere göre, suç tarihinde Yargıtay Üyesi olan sanık hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılan yargılama sonucunda verilen 27.02.2019 tarihli ve 29-19 sayılı kararın temyiz edilmesi üzerine Ceza Genel Kurulunca incelenmesinde 5271 sayılı CMK’nın temyize ilişkin hükümlerinin uygulanması gerekmektedir.
CMK’nın “Temyiz nedeni” başlıklı 288. maddesi;
“(1) Temyiz, ancak hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayanır.
(2) Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması hukuka aykırılıktır.” şeklinde düzenlenmiş, maddenin Hükûmet Tasarısı’ndaki gerekçesinde de;
“Madde, 1412 sayılı Kanun’dan ayrılarak ‘kanuna aykırılık’ yerine daha geniş anlamlı ve amaca uygun olan ‘hukuka aykırılık’ sözcüklerine yer vermiştir. Yargılamanın konusunu oluşturan cezai uyuşmazlık çözüldükten ve maddi gerçeğe ulaşıldıktan sonra ilgili hukuk kuralının eksik veya yanlış uygulanması veya hiç uygulanmaması hukuka aykırılığı oluşturur. Hukuk kuralı deyimi, temel hukuk ilkelerini, yazılı olan veya olmayan hukuk kurallarını, yargılama hukukuna ilişkin kurallarla maddi hukuka ilişkin kuralların tümünü kapsar. Temyiz başvurusunun, hükmün hukuka aykırı olması nedenine dayandırılması gerekir. Delillerin yanlış değerlendirilmesi, kuralların yorumunu ve eylemin gerçek niteliğinin saptanmasını etkilediğinde elbetteki hukuka aykırılık oluşturur.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Mülga CMUK’da temyiz sebebi “kanuna aykırılık” olarak belirlenirken, 5271 sayılı CMK’da “hukuka aykırılık” olarak belirlenmiştir. Ancak her iki Kanun’a bakıldığında bu iki farklı kavramın aynı şekilde anlaşılmasının istendiği sonucuna varılmaktadır. Zira her iki Kanun’un ilgili hükümlerinde bu kavramlar, “bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması” şeklinde tanımlanmış olup öğretide de geçmişten bu yana kanuna aykırılık kavramı geniş yorumlanmış ve bu ifadenin yazılı hukukla sınırlı anlaşılmaması gerektiği, bu nedenle yazılı hukuka ek olarak; içtihada aykırılık, tecrübe ve mantık kurallarına aykırılık, öğretiye aykırılık, maruf ve meşhur olan şahsi bilgilerdeki hataların da kanuna aykırılık kapsamında denetlenebileceği, ayrıca uluslararası hukuka ve evrensel hukuki değerlere aykırılığın da temyiz nedeni olarak ileri sürülebileceği ifade edilmiştir.
CMK’nın “Temyiz başvurusunun içeriği” başlığını taşıyan 294. maddesi ise;
“(1) Temyiz eden, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini temyiz başvurusunda göstermek zorundadır.
(2) Temyiz sebebi, ancak hükmün hukukî yönüne ilişkin olabilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bu hükme göre, temyiz davasını açan ve sınırlayan temyiz dilekçesinde temyiz edenin, hükmün neden dolayı bozulmasını istediğini ve temyiz sebeplerini göstermek zorunda olduğu öngörülmüştür. Temyiz dilekçesinde ya da daha sonradan verilen ek temyiz dilekçesinde temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından hangi hukuka aykırılıklara dayanıldığının anlaşılır bir şekilde gösterilmesi gerekir.
CMK’nın “Hukuka kesin aykırılık hâlleri” başlıklı 289. maddesi;
“(1) Temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmiş olmasa da aşağıda yazılı hâllerde hukuka kesin aykırılık var sayılır:
a) Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması,
b) Hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hâkimin hükme katılması,
c) Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu hâlde hâkimin hükme katılması veya bu istemin kanuna aykırı olarak reddedilip hâkimin hükme katılması,
d) Mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili görmesi,
e) Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması,
f) Duruşmalı olarak verilen hükümde açıklık kuralının ihlâl edilmesi,
g) Hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi,
h) Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması,
i) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması”
Şeklinde, “Temyiz isteminin reddi” başlıklı 298. maddesi ise “Yargıtay, süresi içinde temyiz başvurusunda bulunulmadığını, hükmün temyiz edilemez olduğunu, temyiz edenin buna hakkı olmadığını ya da temyiz dilekçesinin temyiz sebeplerini içermediğini saptarsa, temyiz istemini reddeder.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu hüküm uyarınca temyiz dilekçesinin, örneğin; “Hükmü temyiz ediyorum.” şeklindeki dilekçede olduğu gibi herhangi bir temyiz sebebi içermemesi durumunda tıpkı başvurunun süresi içinde yapılmaması, hükmün temyiz edilemez olması ya da temyiz edenin buna hakkının bulunmaması hâllerinde olduğu üzere usulüne uygun açılmış bir temyiz davasından bahsedilemeyeceğinden temyiz isteminin reddi gerekir.
Temyiz nedeni olan hukuka aykırılık, hâkimin olaya en uygun normu bulamaması veya bulsa da yanlış değerlendirip uygulama yapmasıdır. Hukuka aykırılığa yol açan norm muhakeme hukuku normu olabileceği gibi (Örneğin, tanıklıktan çekinme hakkı bulunan tanığa bu hakkının hatırlatılmaması, karar oturumunda hazır olan sanığa son söz hakkı verildikten sonra katılana da diyeceklerinin sorulması gibi.) maddi hukuk normu da olabilir. (Örneğin, sanığın eylemi suç teşkil etmediği hâlde mahkûmiyet hükmü kurulması, suçun niteliğinin hatalı belirlenmesi, eksik araştırmaya dayalı olarak karar verilmesi gibi.) Maddi hukuk normunun ihlali hâlinde temyiz edenin sıfatı da dikkate alınarak kararın bozulması gerekmekte ise de muhakeme hukukuna ilişkin ihlallerde, ihlalin hükmü etkileyip etkilemediği gözetilmelidir.
Bu kapsamda muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz nedeni olarak açıkça ileri sürülmesi gerekmektedir. Muhakeme hukukuna aykırılık iddiasına dayanan temyiz taleplerinde Yargıtay hem muhakeme normunun doğru uygulanıp uygulanmadığını, hem de ilk derece veya bölge adliye mahkemelerince muhakeme normunun uygulandığı olayın doğru tespit edilip edilmediğini denetleyecektir. Temyiz dilekçesinde muhakeme hukukuna aykırılık iddiasının temyiz sebebi olarak gösterilmemesi ya da gösterilmekle birlikte hükme etki edecek nitelikte olmadığının anlaşılması durumunda usul hükümlerine uygunluk bakımından sadece 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesi kapsamında hukuka kesin aykırılık hâlleriyle sınırlı bir temyiz incelemesi yapılacak, inceleme sırasında tespit edilen ancak hükmü etkilemeyen muhakeme hukukuna aykırılıklar Yargıtay tarafından bozma nedeni yapılmayarak kararda işaret edilmekle yetinilecektir.
CMK’nın “Temyizde incelenecek hususlar” başlıklı 301. maddesi ise; “Yargıtay, yalnız temyiz başvurusunda belirtilen hususlar ile temyiz istemi usule ilişkin noksanlardan kaynaklanmışsa, temyiz başvurusunda bunu belirten olaylar hakkında inceleme yapar.” biçiminde düzenlenmiştir.
Doktrinde, temyiz denetiminin kapsamının belirlenmesi bakımından; “Yargıtay hukuksal incelemesine önündeki hüküm bakımından ispat konularının sübuta erdiği varsayımından başlar. Temyiz mahkemesi yalnızca hâkimin delilleri değerlendirmesinde hukuksal hata yapıp yapmadığını değerlendirebilir. Delillerin değerlendirilmesi ve ispat açısından vicdani kanıyı olay hâkiminin oluşturması gerekir. Ancak bunun için de Yerel Mahkeme kararının gerekçesi ve dayanaklarının, sanığın tüm sorgu tutanaklarının, temyiz mahkemesine sunulması gerekir.” (Yener Ünver – Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, Adalet Yayınevi, 13. Baskı, Ankara 2017, s. 778 vd.), “Yargıtay, ilk derece mahkemesinin yerine geçerek eylemin varlığı veya yokluğu, kanıtların inandırıcılığı ya da kesinliği gibi yargılarda bulunamaz, ancak maddi olayların gerekçede yeterince yansıtılıp yansıtılmadığı, yansıtılan maddi olaylara ilişkin kanıtların tartışılıp tartışılmadığı, bu tartışma yapılırken doğa, mantık, deneyim ve hukuk kurallarına uyulup uyulmadığı yönlerinden hükmü inceleyerek olay yargılamasını sınırlı bir şekilde denetleyebilir.” (Sami Selçuk, Temyiz Denetiminin Sınırları, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan, s. 336.), “Temyiz kanun yolunda maddi mesele incelenemez. Ancak kanun koyucu sanığa gerçekçi bir hukuki koruma sağlamayı amaçladığı için aradan geçmiş olan zamanın olumsuz etkilemediği oranda maddi mesele incelenebilmelidir. Burada esas mahkemesindeki hâkimin doğrudan doğruyalık ilkesinden kaynaklanan maddi meseleyi takdir etme yetkisi ortadan kaldırılmadan, dosyaya girdiği oranda maddi meseleyi inceleyen, bu istisna dışında sadece hukuki mesele ile ilgilenen bir temyiz incelemesi yapılmalıdır. Yargıtay maddi meseleyi sadece hükmün gerekçelerine dayanarak incelemelidir.” (Feridun Yenisey – Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, Bahçeşehir Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2014, s. 1234.), “Tamamen maddi soruna ilişkin olan aykırılıkların temyiz kanun yolunda denetlenmesi mümkün değildir. Ancak, mahkemenin, elindeki maddi olguları hukuk kurallarına uygun olarak değerlendirip değerlendirmediği ve hükme esas alırken hukuk kurallarına bağlı kalıp kalmadığı Yargıtay tarafından incelenmek zorundadır. Aynı şekilde hukuka aykırılığın, yargılama kurallarının doğru uygulanmaması nedenine dayandığının ileri sürülmesi hâlinde de Yargıtay hem yargılama kuralarına uyulup uyulmadığına hem de bu kuralların uygulanmasına esas teşkil eden ve daha önce mahkemece tespit edilmiş olan maddi vakıaların doğru değerlendirilip değerlendirilmediğini inceleyebilecektir.” (Fahri Gökçen Taner, 5271 sayılı CMK’nın Temyiz Kanun Yoluna İlişkin Hükümlerinin Yürürlüğe Girmesiyle Ortaya Çıkan Farklılıklar, Ankara Barosu Dergisi, Nisan 2017, s; 57; Veli Özer Özbek – Koray Doğan – Pınar Bacaksız – İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, 9. Baskı, İzmir 2017, s. 856.), “Temyiz kanun yolunda temyiz mahkemesi, sözlülük, yüz yüzelik ve doğrudan doğruyalık ilkelerini uygulayarak geçmişte olan bir olayın nasıl meydana geldiğini ortaya çıkaran olay hâkiminin tespitleriyle bağlıdır. Bununla birlikte olay mahkemesinin tespitleri belirsiz, eksik, çelişkili, mantık veya deneyim kurallarıyla çatışıyorsa olay mahkemesinin tespitleriyle bağlılık ortadan kalkar. Yargıtayın, bölge adliye mahkemesi incelemesinden geçmiş bir kararla ilgili yapacağı denetimin, verilen kararın hukuksal yönüyle sınırlı olması hâli, Yargıtayca hiçbir zaman maddi olay denetimi yapılamayacağı anlamına gelmez. İlk derece veya bölge adliye mahkemelerinin kararlarında bilimin yerleşmiş ilkelerine, genel yaşam deneyimlerine, mantık kurallarına aykırılıklar varsa, ulaşılan sonuç ve gerekçe arasında birbiriyle açıkça çelişen tespitler bulunuyorsa, maddi olay açık, kesin ve tam olarak belirlenememiş ise ve bu nedenlerle kararın hukuksal yönden denetimine olanak yoksa Yargıtay maddi olay denetimi yapabilir.” (Mustafa Ruhan Erdem – Cihan Kavlak, Ceza Muhakemesinde Temyiz İncelemesinin Kapsamı ve Sınırları, Yargıtay Dergisi, Ekim 2018, Sayı; 4, s. 1424; 1460.), “Bir olayı tespit ederken ilk derece mahkemesi hâkimi delilleri serbestçe takdir eder. Ancak bu tespitin eksiksiz olması ve hâkimin kanaatinin objektif dayanaklarının hükümden anlaşılması gerekir. Bu nedenle maddi olaya ilişkin denetim, maddi vakıanın sübutuna ilişkin kanaatin yeterli delile dayanarak ve mantık kurallarına uygun bir şekilde oluşturulup oluşturulmadığı açısından yapılmaktadır.” (Nur Centel – Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 13. Baskı, İstanbul 2016, s. 840.) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Görüldüğü gibi doktrinde çoğunlukta olan bu anlayışa göre, Türk Ceza Muhakemesine istinaf kanun yolunun getirilmiş olması, temyiz mahkemesinin önceden olduğu gibi somut temyiz denetiminin elverdiği ölçüde maddi soruna girmesine engel oluşturmayacak, temyiz kanun yolunda somut dava üzerinden içtihatlarla birliği sağlayacak olan Yargıtay, ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin, sözlülük, doğrudan doğruyalık ve yüz yüzelik ilkeleri uyarınca elde edilen delilleri vicdani kanaatleri ile serbestçe takdir etme yetkilerini de dikkate alarak bu delillerle varılan sonucun hukuk kurallarına, akla, mantığa, genel hayat tecrübelerine ve bilimsel görüşlere uygun olup olmadığının tespiti bakımından somut dosya üzerinden görebileceği ve inceleyebileceği maddi sorunla ilgili vaka değerlendirmelerindeki hukuka aykırılıklar üzerinden bozma kararı verebilecektir.
Burada ifade etmek gerekir ki; ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinin uyguladığı maddi ceza normlarının hukuka uygun olması, maddi olayın doğru ve eksiksiz bir şekilde tespit edilerek bu tespite uygun olan maddi hukuk normlarının uygulanmasına bağlıdır. Başka bir ifadeyle, maddi sorun ile maddi hukuk normlarının bu ayrılmaz niteliğinden dolayı uygulanan maddi hukuk normlarının hatalı olduğu iddiasıyla yapılan temyiz başvurularında hükmün hukuki yönden denetiminin maddi sorundan ayrılması mümkün değildir. Bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması sonucunda maddi sorunun da hatalı şekilde belirlendiği hâllerde dosyaya yansıyan tüm delillerle birlikte maddi sorun irdelenmeksizin hükmün hukuka uygun olup olmadığının belirlenmesi söz konusu olamayacaktır. Kaldı ki, Kanun’da Yargıtayın temyiz denetimi sırasında maddi sorunu inceleyemeyeceğine ilişkin bir hüküm de mevcut değildir. 5271 sayılı CMK’nın “Yargıtayca davanın esasına hükmedilecek hâller, hukuka aykırılığın düzeltilmesi” başlıklı 303. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde, olayın daha ziyade aydınlanması gerekmeden beraate veya davanın düşmesine ya da alt ve üst sınırı olmayan sabit bir cezaya hükmolunmasının gerektiği durumlarda, Yargıtayın, davanın esasına hükmedebileceği belirtilmiş olup bu düzenlemeye göre ilk derece veya bölge adliye mahkemelerinin tespitlerinin hukuki denetim yapılmasına olanak vermeyecek ölçüde yetersiz olması hâlinde maddi sorunun tespiti ve buna bağlı olarak maddi ceza normunun doğru tatbik edilmesi bakımından Yargıtayın eksik araştırma nedeniyle bozma kararı verebilecek olması, hukuki denetimin, o ana kadar yapılan tespitlerin, normun olaya uygulanması için yeterli dayanak oluşturup oluşturmadığı hususunu da içerdiği sonucunu doğurmaktadır.
Sonuç olarak, Yargıtay, temyiz kanun yoluyla ülkedeki hukuk kurallarının istikrarlı ve aynı biçimde uygulanmasını yani içtihat birliğini sağlar. 5271 sayılı CMK, ilk derece yargılaması ile temyiz yargılaması arasına istinafı yerleştirerek, hem Yargıtayın içtihat mahkemesi konumunu güçlendirmeyi hem de mahkemelerin son kararlarının yalnızca hukuki sorun değil, maddi sorun açısından da sağlıklı bir şekilde denetlenmesinin yolunu açmayı öngörmüştür. Bununla birlikte ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Anayasa’nın 138. maddesi de tüm hâkimlerin Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdani kanaatlerine göre karar vereceklerini hükme bağlamıştır. Bu nedenle ilk derece ve bölge adliye mahkemelerinde yapılmakta olan yargılama sonucunda ulaşılma imkânı bulunan bütün deliller ele alınıp değerlendirilmeden karar verilmesi, maddi sorunun doğru olarak tespit edilmemesi, dosyada mevcut delillerle maddi soruna ilişkin tespitlerin uyumlu olmaması gibi nedenlerle yazılı hukuka, evrensel hukuki değerlere, akla, bilime ve tecrübe kurallarına aykırı olacak şekilde maddi olay değerlendirmesinin hatalı olarak belirlendiği hâllerde adaletin tam olarak gerçekleşmesi amacı da gözetilerek Yargıtayın, hükmün hukuki yönüne ilişkin olan ve hükme etki eden maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkları da temyiz yoluyla incelemesi gerektiğinin kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Sanığın “Aleyhimde kurulan hükmü usul ve yasaya aykırı buluyorum.”, müdafisinin ise ” Dairece verilen usule ve yasaya aykırı karara karşı süresinde temyiz yoluna başvuruyoruz.” şeklindeki temyiz dilekçelerinin kapsamına göre temyiz nedenlerinin maddi hukuka aykırılık iddiasına dayanması ve temyiz taleplerinin mevcut deliller karşısında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece mahkûmiyet sonucuna nasıl ulaşıldığı yönündeki gerekçeyi de içerdiğinin anlaşılması karşısında; ilk derece mahkemesinin uyguladığı maddi ceza normlarının hukuka uygun olmasının, maddi olayın doğru ve eksiksiz bir şekilde tespit edilerek bu tespite uygun olan maddi hukuk normlarının uygulanmasına bağlı olduğu, buna göre hükmün hukuki yönüne ilişkin olan ve hükme etki eden maddi olay değerlendirmesindeki hukuka aykırılıkların da temyiz kanun yolunda incelenebileceği hususları ile 5271 sayılı CMK’nın 288. maddesinin Hükûmet Tasarısı’ndaki gerekçesinde belirtildiği üzere, delillerin yanlış değerlendirilmesi, kuralların yorumunu ve eylemin gerçek niteliğinin saptanmasını etkilediğinde hukuka aykırılık hâlinin oluşacağı dikkate alınarak, ilk derece mahkemesince, fiilin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartışılıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar ile temyiz dilekçesinde muhakeme hukukuna aykırılık iddiasında bulunulmadığından usul hükümlerine uygunluk bakımından da 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz incelemesi yapılması gerektiği ve sanık ve müdafisinin temyiz dilekçelerinde maddi hukuka aykırılığa ilişkin temyiz sebebi bulunduğu kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; sanık ve müdafisinin dilekçelerindeki ibarelerin temyiz nedeni olarak kabul edilemeyeceği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Özel Dairece yapılan yargılama sırasında hüküm kurulan oturumda heyetteki en kıdemli üye yerine daha az kıdemli üyenin heyet başkanlığı yapmasının usul ve yasaya uygun olup olmadığının değerlendirilmesi:
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 23.10.2017 tarihli ve 26-26 sayılı iddianamesi ile silahlı terör örgütüne üye olma suçundan açılan kamu davasına ilişkin iddianamenin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 06.11.2017 tarih ve 29 sayı ile; Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 175. maddesine göre kabulüne ve dosyanın ilk derece yargılaması esas defterine kayıt edilerek sanık … hakkında kovuşturmaya başlanmasına karar verildiği,
İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 11.12.2017, 07.02.2018, 09.05.2018, 18.09.2018 ve 05.12.2018 tarihlerinde gerçekleştirilen duruşmalardan sonra 27.02.2019 tarihinde yapılan duruşmada sanığın mahkûmiyetine karar verildiği,
Mahkûmiyet hükmünün kurulduğu 27.02.2019 tarihli duruşmanın 38125 sicil numaralı Yargıtay Üyesi… başkanlığındaki heyet tarafından yapıldığı ve bu heyette üye olarak görev yapan …. sicil numaralı…. ile …. sicil numaralı …’ın heyet başkanından sicil numarası ve Yargıtay kıdemi itibarıyla daha kıdemli oldukları,
Anlaşılmaktadır.
Anayasa’nın “Yargıtay” başlıklı 154. maddesinin birinci fıkrası “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasa’da yer alan bu düzenleme doğrultusunda hazırlanıp 08.02.1983 tarihli ve 17953 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 1. maddesi “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız bir yüksek mahkemedir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Gerek Anayasa’nın 154 gerekse 2797 sayılı Kanun’un 1. maddelerine göre bağımsız bir yüksek mahkeme olan Yargıtayın kuruluş amacı ve genel görevi, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı mercisine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercisi olup bu bakımdan Yargıtay Dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapması tali bir görevdir.
2797 sayılı Kanun’un “Yargıtayın görevleri” başlıklı 13. maddesinin birinci bendinde yer alan “Adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümleri ilk ve son merci olarak inceleyip karara bağlamak,” şeklindeki hüküm ile Yargıtayın temel görevi tanımlanırken aynı maddenin ikinci bendinde yer alan “Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak,” şeklindeki hüküm ile de tali görevi tanımlanmıştır.
Aynı Kanun’un “Dairelerin çalışması” başlıklı 40. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Daireler heyet hâlinde çalışır, heyet bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda, oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Heyetler işi müzakere eder ve salt çoğunlukla karar verirler. Müzakereler gizli cereyan eder.” şeklindeki hüküm gereğince birden fazla heyet hâlinde çalışabilecek ve heyette yer alan en kıdemli üye heyete başkanlık edecektir.
Anılan Kanun’un “Daire Başkanlarının görevleri” başlıklı 24. maddesi;
“Daire başkanlarının görevleri şunlardır:
1. Dairelerinde ahenkli, verimli ve düzenli bir çalışmanın gerçekleşmesini ve işlerin mümkün olan süratle incelenip karara bağlanmasını sağlamak, dairenin kendi kararları arasında çelişkiyi önlemek amacıyla gerekli göreceği bütün tedbirleri almak, dosyaları takrir edecek kişileri, bu esaslar uyarınca tespit etmek ve kendi yazmayacağı kararların hangi üye tarafından yazılacağını belli etmek,
2. Kararların zamanında yazılıp dosyaların mahallerine iadesini sağlamak,
3. Büro görevlilerini denetlemek,
4. Büro personeli hakkında ilgili kanunda belirtilen uyarma, kınama ve aylıktan kesme disiplin cezalarını vermek,
5. Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.
Daire başkanına, gerektiğinde kıdemli üye vekillik eder.”,
“Yargıtay Üyelerinin görevleri” başlıklı 25. maddesi,
“Yargıtay üyelerinin görevleri şunlardır:
1. Kendilerine verilecek dosyaları gerekli şekilde ve zamanında inceleyip kurula takrir etmek ve kararları yazmak,
2. Üyesi bulundukları kurullarda görüşmelere katılmak ve oylarını vermek,
3. Dairenin ahenkli, verimli ve düzenli çalışmalarının sağlanmasında ve işlerin çabuklukla incelenip karara bağlanmasında başkana yardım etmek.”,
Yargıtay İç Yönetmeliği’nin “Daire Başkanlarına vekillik ve bu sıfatla Genel Kurullara katılma” başlıklı 10. maddesi ise;
“Daire başkanlarına vekillik görevini yapmak koşullarından birinin gerçekleşmesi halinde kıdemli üye, genel kurullarda ve dairede başkana vekillik eder.
Ayrık hükümler saklıdır.”
Şeklinde düzenlenmiştir.
Bu aşamada, 2797 sayılı Kanun’da ya da CMK’da tanımı yapılmayan, ancak dairelerin çalışma usullerinde bahsi geçen “kıdem” kavramı üzerinde durulmalıdır.
Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde “bir görevde geçirilen süre” olarak tanımlanan kıdem kavramına, 2797 sayılı Kanun’un farklı maddelerinde önem atfedilmektedir. Bu cümleden olarak, aynı Kanun’un “Başkanların seçimi” başlıklı 31. maddesinin on birinci fıkrasında Birinci başkanvekilleri ile daire başkanlarının kıdeminin tespitinde, Yargıtay üyeliğindeki kıdemin esas alınacağı öngörülmüştür.
Kıdemle ilgili diğer bir düzenleme de 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nda yer almaktadır. Bu Kanun’un “Sınıflar ve Kıdem” başlıklı 15. maddesinde;
“…
Hâkim ve savcıların kıdemleri, bulundukları sınıf ve dereceye göre belirlenir ve o sınıf ve dereceye atandıkları tarihten itibaren hesaplanır. Bir üst sınıf veya derecede bulunanlar alt sınıf veya derecede bulunanlardan kıdemli sayılırlar.
Ancak, bu hesaplama yapılırken, 9 uncu maddenin ikinci fıkrasına göre adaylığa diğer kamu görevlerinde iktisap ettikleri derece ve kademe üzerinden atananların, bu derece ve kademeleri ile o görevlerde geçen süreleri dikkate alınmaz.
Bulunulan sınıf ve derecenin aynı olması hâlinde sırasıyla, bu sınıf veya dereceye yükselme tarihi, adaylığa başlama tarihi, mesleğe başlama tarihi, meslek öncesi eğitim sonu yazılı sınav puanı dikkate alınarak kıdem durumu belirlenir.
Bunların da aynı olması hâlinde, doğum tarihi önce olan kıdemli sayılır.” düzenlemesi yer almaktadır.
Bu genel açıklamaların ardından, ilk derece mahkemelerinde ve ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay ilgili ceza dairelerinde yargılama yapan heyetin hangi kurallar doğrultusunda oluşturulacağı hususunda ceza muhakemesine ilişkin kuralların ve bu sürece katılan kişilerin hak, yetki ve yükümlülüklerinin düzenlendiği 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu ile adli yargı ilk derece mahkemeleri ile bölge adliye mahkemelerinin kuruluş, görev ve yetkilerini düzenlemek amacıyla yürürlüğe konulan 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun hükümlerinin irdelenmesi gerekmektedir.
5235 sayılı Kanun’un “Ceza mahkemelerinin kuruluşu” başlıklı 9. maddesinin üçüncü fıkrası “Ağır ceza mahkemesinde bir başkan ile yeteri kadar üye bulunur. Bu mahkeme bir başkan ve iki üye ile toplanır.” ve 5271 sayılı Kanun’un “Müzakerenin yönetimi” başlıklı 228. maddesi “Müzakereyi mahkeme başkanı yönetir.” şeklinde olup bu düzenlemelerde, adli yargı ilk derece yargılamalarında mahkeme başkanının hazır bulunmadığı durumlarda heyete hangi üyenin, hangi kritere göre başkanlık edeceğine dair açık bir hüküm bulunmamaktadır.
Bununla birlikte, 5235 sayılı Kanun’un bölge adliye mahkemelerince yapılan müzakerelere dair “Toplantı ve karar” başlıklı 46. maddesinin son fıkrasında yer alan “Daire başkanının hukukî veya fiilî nedenlerle bulunamaması halinde dairenin en kıdemli üyesi daireye başkanlık yapar.” şeklindeki hükme de 2797 sayılı Kanun’da Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapacağı yargılamalar bakımından yer verilmemiştir.
Öte yandan, adli yargı ilk derece adalet komisyonlarının görevlerine ilişkin 2802 sayılı Kanun’un “Zorunlu hâllerde görevlendirme” başlıklı 115. maddesinde de; herhangi bir nedenle görevine gelemeyen hâkimin yerine, bu hâkim görevine başlayıncaya veya Hâkimler ve Savcılar Kurulunca yetkilendirme yapılıncaya kadar, o yerdeki hâkimler arasından, adalet komisyonu başkanınca görevlendirme yapılacağı hüküm altına alınmıştır.
Yine, mahkeme başkanı veya hâkimin duruşma sırasındaki görevlerine dair ilgili CMK hükümleri incelendiğinde;
5271 sayılı CMK’nın “Başkan veya hâkimin görevi” başlıklı 192. maddesinin birinci fıkrasında, mahkeme başkanının veya hâkimin, duruşmayı yöneteceği ve sanığı sorguya çekeceği, delillerin ikame edilmesini sağlayacağı; aynı Kanun’un “Duruşmanın düzen ve disiplini” başlıklı üçüncü bölümünde yer alan “hâkim veya başkanın yetkisi” başlıklı 203. maddesinde de, duruşmanın düzeninin hâkim veya mahkeme başkanı tarafından sağlanacağı öngörülmüştür.
Gelinen noktada, temyiz incelemesinde hukuka kesin aykırılık hâlleri arasında sayılan “mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması” durumuna da değinilmelidir.
Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasında temyiz dilekçesi veya beyanında gösterilmemiş olsa da, aynı maddede sayılan hâllerde hukuka kesin aykırılık hâllerinin var sayılacağı belirtildikten sonra, aynı fıkranın (a) bendinde, mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması bu hâllerden ilki olarak sayılmıştır.
Belirtilen bu hukuka aykırılık, kovuşturma aşamasında mahkemece yapılan oturumda mutlaka bulunması veya bulunmaması gerektiği öngörülen muhakeme süjelerine ve bu süjeler için öngörülen koşulların taşınmasına dair bir unsur olarak ortaya çıkmaktadır. Örneğin, CMK’nın “Duruşmada hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrasının ilk cümlesinde, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin duruşmada hazır bulunmasının şart olduğu hükme bağlanmıştır. Bu durumda, maddede sayılan kişilerden birinin oturumda hazır bulunmadan karar verilmesi ya da hazır bulunmakla birlikte, yine örneğin müdafi olduğundan bahisle hazır bulunan kişinin gerçekte avukat olmaması gibi durumlarda bu hukuka aykırılıktan söz edilecektir.
Ancak, hem 2797 sayılı Kanun’da daire başkanının, hem de CMK’da, HSK tarafından görevlendirme yapılan hâller dışında mahkeme başkanının hazır bulunmadığı durumlarda yargılamayı yapmakla görevli heyete kimin başkanlık edeceğine, heyette yer alan hâkimler arasındaki kıdem sıralamasının heyet oluşumuna etki edip etmeyeceğine dair açık bir düzenleme yer almamakta olup adli yargı ilk derece mahkemelerinde bu husus idari bir düzenleme kapsamında adalet komisyonlarınca belirlenmektedir. Bu bağlamda, ilk derece yargılamaları açısından, Yargıtay ilgili ceza dairesinde daire başkanı dışında oluşturulan yargılama heyetleri bakımından da üyelerin kıdemlerinin heyet oluşumuna herhangi bir etkisi bulunmadığı gibi, niteliği itibarıyla bu durum yalnızca CMK’nın 192 ve 203. maddeleri uyarınca duruşmayı yönetecek kişinin belirlenmesine yönelik idari bir tasarruf niteliğindedir. Dolayısıyla, üyelik niteliklerini taşımak kaydıyla, ilk derece yargılaması bağlamında ilgili ceza dairesi üyelerinin daire başkanı olmaksızın oluşturulacak heyete kimin başkanlık edeceğine, bu hususun tespitinde kıdemin esas alınıp alınmayacağına dair tasarrufların CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde öngörülen hukuka kesin aykırılık hâliyle bir bağlantısı olmadığı gibi, İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesinin, kişilerin tabii hâkim ilkesine göre kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkemede yargılanma hakkını güvence altına alan 6. maddesinde öngörülen ilkeleri ihlâl eden bir yanı da bulunmamaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorun değerlendirildiğinde;
Yargıtay ilgili ceza dairesince ilk derece yargılaması yapıldığı ve bu nedenle CMK hükümlerinin uygulandığı hâllerde, işin müzakeresinin yapıldığı temyiz incelemesinden farklı olarak sanığın sorguya çekilmesi, tanık dinlenmesi, bilirkişi incelemesi yaptırılması gibi yargılama faaliyetinin yapılması ve hüküm kurulması esnasında görev alan heyetlerin oluşumunda 2797 sayılı Kanun’un 40. maddesinin uygulanamayacağı, böylelikle, açık bir Kanun hükmü bulunmayan bu durumla ilgili olarak, daire başkanının hazır bulunmadığı oturumlarda üyeler arasında kıdem esası gözetilmeksizin bir üyenin başkan olarak duruşmaları yönetmesinin usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir.
Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Özel Dairece yapılan yargılama sırasında hükmün verildiği 27.02.2019 tarihli altıncı celsede daire başkanı veya kıdemli üye yerine kıdemsiz üyenin yargılamayı yapan heyete başkanlık etmesi, aşağıda açıklanan gerekçelerle sonuca etkili usul hatası olduğundan bozma nedeni yapılmalıdır. Şöyle ki;
2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun ‘Daire Başkanlarının görevleri’, ‘Başkanların…nitelikleri’, ‘Başkanların Seçimi’ ve ‘Dairelerin Çalışması’ başlıklı 24, 30, 31/1 ve 40. maddelerine göre Yargıtay Büyük Genel Kurulu; daire başkanlarını en az üç yıl Yargıtay üyeliği yapmış kendi üyeleri arasında, üye tam sayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçer. Heyet bir başkan ve dört üyenin katılmasıyla toplanır. Daire Başkanına, gerektiğinde kıdemli üye vekillik eder. Üye sayısının yeterli olması halinde birden fazla heyet oluşturulabilir. Bu durumda oluşturulan diğer heyetlere, heyette yer alan en kıdemli üye başkanlık eder. Bu düzenlemelere göre daire başkanını belirlemek Yargıtay Büyük Genel Kurulunun yetkisindedir, bir üyenin kendiliğinde veya mevcut başkanın görevlendirmesi üzerine başkanlık yapmasına yasal olanak yoktur. Yine başkanın mazeretinin bulunması hâlinde kıdemli üyenin vekillik etmesi ve üye sayısının müsait olmasına bağlı olarak ikinci heyet oluşturulması durumunda da kıdemli üyenin başkanlık etmesi öngörülmüş başkan vekilliği yapacak ve ikinci heyete başkanlık edecek üyenin kıdemli olması şartı getirilmiştir.
Anılan düzenlemelere nazaran yasa koyucunun, daire başkanlığına ve vekilliğine ayrı bir önem verdiği, belirli nitelikler aradığı, seçimini ve görevlendirilmesini özel olarak düzenlediği, idari kararlara veya takdire bırakmadığı açıktır. Buna rağmen yasal ve açıklanabilir bir neden yokken, Yargıtay Büyük Genel Kurulunca seçilmiş başkanın veya kıdemli üyenin heyete başkanlık etmemesi Yargıtay Kanunu’nun açık ve emredici düzenlemelerine aykırıdır.
Konuyla yakından ilgili diğer düzenleme CMK’nın ‘Oyların toplanması’ başlıklı 229/1.maddesidir. Bu madde ‘Mahkeme başkanı, kıdemsiz üyeden başlayarak oyları ayrı ayrı toplar ve en sonra kendi oyunu verir’ hükmünü içermektedir. Bu düzenlemenin amacı, kıdemsiz üyenin mahkeme başkanından ve kendisinden kıdemli bulunan üyenin oyundan etkilenmemesini sağlamaktır. Hukuk eğitimi almış ve önemli tecrübeye sahip hâkimlerin, başkanın veya kendisinden kıdemli üyenin oyundan etkilenmesinin pratikte olanaklı olmadığı ileri sürülerek anılan hüküm görmezlikten gelinemez. Çünkü yasa koyucu bu bu olasılığın varlığını kabul edip açıkça oylama biçimini belirlemiş, heyete katılanların rastgele ve düzensiz oy kullanmalarını yasaklamıştır. Somut olayda seçilmiş başkan veya kıdemli üye yerine, kıdemsiz üyenin başkanlık yapması oylama sırasını tamamen değiştirmekte ve anılan düzenlemeye aykırılık oluşturmaktadır. Bu aykırılığın oylama sonucuna etkisinin olduğu yasa koyucu tarafından kabul edilmiş uygulayıcının takdir ve değerlendirmesine bırakılmamıştır.
Açıklanan nedenlerle Özel Dairece yapılan yargılama sırasında seçilmiş daire başkanı veya kıdemli üye yerine, kabul edilebilir yasal bir neden yokken kıdemsiz üyenin yargılamayı yapan heyete başkanlık etmesinin 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 24, 30, 31 ve 40.maddeleri ile 5271 Sayılı CMK’nın 229/1.maddesine aykırı olduğu, bu aykırılığın sonuca etkisinin bulunduğu ve CMK’nın 289/1-a maddesinde belirtilen hukuka kesin aykırılık hâlini oluşuturduğu nazara alınarak bozma nedeni yapılması gerektiği” düşüncesiyle,
Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Öncelikle somut olayda tabii hâkim ilkesi ve davaya bakmaya yetkili ve görevli Yargıtay yüksek 9. Ceza Dairesinin ilk derece mahkemesi olarak Yargıtay Kanunu’nun 40/1. maddesi uyarınca üye sayısı itibarıyla birden fazla heyet teşkili ile davaya bakarak sonuçlandırmasının hukuka uygun olduğu konusunda sayın çoğunluk ile aramızda görüş ayrılığı bulunmamaktadır.
Ancak; Yargıtay Kanunu’nun Dairelerin Çalışması başlıklı 40. maddesinin olağan kanun yolu müzakeresini kapsadığı gibi özel dairelerin ilk derece mahkemesi sıfatıyla kanuna uygun olarak bakacağı diğer işleri de kapsayan genel bir düzenleme niteliğinde olduğu, Yargıtay’da daire başkanın bulunmadığı heyetlerde olağan uygulamanın, heyette yer alan en kıdemli üyenin heyete başkanlık etmesi şeklinde olduğu nazara alındığında, Yargıtay yüksek 9. Ceza Dairesi Başkanı tarafından anılan maddeye uygun olarak birden fazla olarak teşkil edilen ve daire başkanın yer almadığı 27.12.2019 tarihli duruşma heyetinde, heyette yer alan en kıdemli Yargıtay Üyesinin başkanlık etmesi gerektiğine ilişkin Yargıtay Kanunu’nun 40/1. maddesi emredici hükmüne uyulmaması ve bunun sonucu olarak ilk derece mahkemesi karar müzakeresinde Yargıtay kıdemi itibarıyla kıdemsiz olduğu hâlde heyete başkanlık yapan Yargıtay Üyesinin kıdemli üyeden sonra oy kullanmasının CMK’nın 229/1. maddesine aykırılığı da gündeme getirdiği gibi mahkeme heyetinin komposizyonunun dahi CMK’nın 289/1-a maddesinde belirtilen mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkülü kapsamında mütalaa edilmesi gerekmektedir.
Somut olayda temyiz dilekçe ve lahiyalarda ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay yüksek 9. Ceza Dairesinde oluşturulan ve daire başkanının yer almadığı heyete en kıdemli Yargıtay Üyesinin başkanlık etmemesi nedenine ilişkin doğrudan temyiz nedeni bulunmuyor ise de anılan dilekçe ve lahiyalarda temyiz mercisi tarafından yerinde görülmeyen başka geçerli temyiz nedenlerinin bulunması karşısında, kesin hukuka aykırılık hâli olan CMK’nın 289/1-a maddesinin anılan Kanun’un 289/1. maddesi uyarınca dilekçe ve lahiyalarda yer almasa bile temyizen incelenmesi gerektiği düşüncesinde olduğumdan, sayın çoğunluğun 27.02.2019 tarihli duruşma heyetlerinde yer alan en kıdemli Yargıtay Üyesinin heyete başkanlık etmemesinin CMK’nın 289/1-a maddesi kapsamında bir hukuka aykırılık olmadığına ilişkin görüşüne katılmak mümkün bulunmamıştır.” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer gerekçelerle karşı oy kullanmışlardır.
Sanık müdafisinin temyiz nedenlerini bildirir ek dilekçe vermediği, 28.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde ise herhangi bir ayrıntılı temyiz nedeni bildirilmediği; sanığın temyiz nedenlerini bildirdiği 29.04.2019 tarihli dilekçesinin CMK’nın 295. maddesinde öngörülen (7) günlük süreden sonra verildiği anlaşılmış ise de sanığın 27.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde yer alan “Aleyhimde kurulan hükmü usul ve yasaya aykırı buluyorum,” sanık müdafisinin ise 28.02.2019 tarihli dilekçesinde “Dairece verilen usule ve yasaya aykırı karara karşı süresinde temyiz kanun yoluna başvuruyoruz” şeklindeki ibarelerin CMK’nın 288 ve 294. maddeleri bakımından maddi hukuka ilişkin bir temyiz nedeni niteliği taşıdığının, buna göre sanık hakkındaki mahkûmiyet hükmünün; sanığın fiilinin suç oluşturup oluşturmadığı, fiilin hangi suçu oluşturduğu, eksik araştırmaya dayalı olarak hüküm kurulup kurulmadığı, hükmün doğru tesis edilip edilmediği, gerekçenin dosya kapsamına uygun olup olmadığı, dosyaya yansıyan ve hükme etki edebilecek delillerin karar yerinde tartılışıp tartışılmadığı, bu bağlamda maddi sorunun isabetli bir şekilde tespit edilip edilmediği gibi dosyaya yansıyan tüm maddi hukuka aykırılıklar ile usul hükümlerine uygunluk bakımından da 5271 sayılı CMK’nın 289. maddesinde yazılı bulunan hukuka kesin aykırılık hâllerinin mevcut olup olmadığı yönlerinden temyiz denetimine geçilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’in,…. sicil numarası ile Pozantı Hâkimi olarak göreve başladığı, Tutak ve Sultandağı Hâkimliğinden sonra Adalet Bakanlığında tetkik hâkimliği, Sincan Hâkimliği, Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcılığı, ardından Ceza İşleri Genel Müdürlüğü görevlerini yürüttüğü, 24.02.2011 tarihinden itibaren Yargıtay Üyeliğine seçilip sırasıyla Yargıtay 10. Hukuk ve 23. Ceza Dairelerinde görev yaptığı,
15.07.2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen darbe girişimi sırasında ve sonrasında ülke genelinde darbe girişimiyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle bağlantılı olduğu değerlendirilen çok sayıda kişi hakkında Türkiye genelinde soruşturma başlatıldığı,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca ağır cezalık suçüstü hâli doğrultusunda ve 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasına uygun olarak genel hükümlere göre yürütülen soruşturma kapsamında Emniyet Genel Müdürlüğüne yazılan 16.07.2016 tarihli yazıda; Türkiye genelinde hükûmeti devirmeye ve Anayasal düzeni cebren ilgaya teşebbüs etmek suçunun hâlen işlenmeye devam edildiği, bu suçu işleyen FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin yurt dışına kaçıp saklanma ihtimallerinin bulunduğu ve ülke genelinde bu örgüte mensup Yargıtay, Danıştay ve HSK Üyeleri hakkında soruşturma yürütüldüğü belirtilerek aralarında sanığın da bulunduğu listede adları geçen yüksek mahkeme üyelerinin gözaltına alınmaları, ikametlerinde, çalışma odalarında ve araçlarında CMK’nın 116. maddesi uyarınca arama yapılması talimatı verildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 17.07.2016 tarihli ve 2016/103566 soruşturma sayılı yazısı ile; sanık hakkında FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında soruşturma başlatıldığının Yargıtay Birinci Başkanlığına bildirilmesi üzerine, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17.07.2016 tarihli ve 244/a sayılı kararıyla; aralarında sanığın da bulunduğu bazı Yargıtay eski Üyelerinin, göreve devamlarının soruşturmanın selameti ile yargı erkinin nüfuz ve itibarına zarar vereceği gerekçesiyle Yargıtay Kanunu’nun 18. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları ile 46. maddesi gereğince mevcut yetkilerinin kaldırılmasına karar verilerek Yüksek Disiplin Kuruluna sevk edildikleri,
23.07.2016 tarihli ve 29779 sayılı ikinci mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6723 sayılı Danıştay Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un geçici 15. maddesi uyarınca Yargıtay Üyeliği sona eren sanığın Yargıtay tetkik hâkimi olarak görevlendirilmesinin ardından, HSK Genel Kurulunca 24.08.2016 tarih ve 426 sayı ile; FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle iltisak ve irtibatının sabit görüldüğünden bahisle meslekten çıkarılmasına karar verildiği,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca, sanığa atılı ağır ceza mahkemesinin görevine giren suç niteliğindeki silahlı terör örgütüne üye olma suçunun suçüstü hâlinde işlendiği değerlendirilerek genel hükümlere göre ve 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasına uygun olarak başlatılıp yürütülen soruşturma sırasında düzenlenen fezlekenin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderildiği, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen iddianame üzerine sanık hakkında aynı suçtan cezalandırılması istemiyle Yargıtay 9. Ceza Dairesine kamu davası açıldığı,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yürütülen soruşturma ve Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılan kovuşturma sırasında elde edilen delillerin incelenmesinde;
18.07.2016 tarihli kolluk tutanağından; 18.07.2016 tarihinde saat 09.50 sıralarında Atatürk Bulvarı, Vekaletler Caddesi girişindeki kolluk görevlilerinin yanına gelen Yargıtay güvenlik görevlilerinin 23. Ceza Dairesi Üyesi sanık …’in kaçtığını bildirmeleri üzerine refekata alınan güvenlik görevlileriyle birlikte çevrede yapılan araştırmada sanığın Olgunlar Sokakta bulunan Simit Sarayı isimli iş yerinin yanındaki apartmana girmek üzereyken yakalandığı, sanığa yasal haklarıyla birlikte tutanakta tarih ve sayıları belirtilen arama ve el koyma kararıyla gözaltı talimatlarının okunduğu, yakalamanın yapıldığı yerdeki fiziki şartların uygun olmaması nedeniyle Yargıtaya getirilen sanığın üst aramasının yapıldığı, bir adet kahverengi deri kemer, bir adet siyah deri çanta, bir adet “Bizim İnsanlarımız” isimli kitap, ……936631 IMEI numaralı Iphone 4 marka cep telefonu, siyah deri cüzdan, banka kartı ve bir miktar paranın ele geçirilip söz konusu eşyaların sanıkla birlikte KOM Daireye bağlı operasyon ekibine teslim edildikleri, sanığın “Hâlen adıma bir tebligat yapılmadı. Yargıtay Üyesiyim. Yargıtay Kanunu 46. maddesine tabiyim. Genel hükümlere tabi değilim. Bu şekilde soruşturma yapılması usulsüzdür.” şerhini düşerek tutanağı imzaladığı,
Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin 16.07.2016 tarihli ve 2016/3939 değişik iş sayılı kararından; aralarında sanığın da bulunduğu yüksek yargı eski mensuplarının üzerlerinde, evlerinde ve iş yerlerinde arama yapılması, yapılacak aramalarda bulunacak bilgisayarlarda, bilgisayar kütüklerinde, cep telefonlarında, HD, DVD, CD, USB bellek, haricî ve dâhili harddisklerinde, vb dijital tüm materyallerde inceleme yapılması ve bu bu dijital materyallerden kopya çıkartılması, bu kayıtların metin hâline getirilmesi hususlarında izin verildiği,
18.07.2016 tarihli ev arama ve el koyma tutanağından; sanıkla birlikte refakate mahalle muhtarı ile bir aza ve barodan temin edilen müdafi alınarak yapılan aramada bir adet Sony, bir adet Lenovo, bir adet de Casper marka dizüstü bilgisayar, iki adet 4 GB hafızalı hafıza kartı ile sanık tarafından teslim edilen iki adet 4 GB hafıza kartı, bir adet beyaz renkli kart okuyucu, çocuklarının odasından elde edilen biri General Mobile diğeri Samsung marka tabletlerin ele geçirildiği ancak kopya alma ve inceleme yapmak için zaman olmadığından söz konusu eşyalara el konulduğu, ayrıca sanık tarafından teslim edilen biri Walter diğeri Llama marka tabancalarla bu tabancalara ait boş şarjörlere ve bu silahlara ait sanık adına düzenlenmiş taşıma ruhsatlarının muhafaza altına alındıkları, sanığın tutanağı “ Hâlen tarafıma bir tebligat yapılmadı. Ben Yargıtay Üyesiyim. Yargıtay Kanunu’na tabiyim. İlk derece mahkemesinin hakkımda arama kararı vermesi usulsüzdür. Çocuklarıma ait laptop ve tablet bilgisayarlara el konulması arama sırasında usulsüzlük olmuştur.” şerhini düşerek imzaladığı,
18.07.2016 tarihli oto arama ve teslim tutanağından; herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı,
18.07.2016 tarihli iş yeri arama ve el koyma tutanağından; sanık, Yargıtay Genel Sekreter Yardımcısı ve barodan temin edilen müdafiyle birlikte yapılan aramada üç adet kahverengi ajanda, üzerine not alınmış bir adet A5 kâğıt, M.H. BAIG tarafından gönderilmiş üzerinde … yazan bir adet mektup, deri çanta içerisinde üzerinde… yazılı bir adet CD ile herhangi bir ibare taşımayan başka bir CD ve Toshiba marka bir adet dizüstü bilgisayarın ele geçirilip söz konusu eşyalara el konulduğu,
Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 20.07.2016 tarihli ve 2016/90 sorgu sayılı kararından; içerisinde sanığın da bulunduğu pek çok yüksek mahkeme eski üyesinin tutuklandıkları,
Ankara 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 18.07.2016 tarihli ve 2016/3755 değişik iş sayılı kararından; aralarında sanığın da bulunduğu şüpheliler hakkında Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğince 16.07.2016 tarih ve 2016/3939 değişik iş sayı ile; şüphelilerin evlerinde, iş yerlerinde ve üzerlerinde yapılan aramalar sonucunda ele geçirilen kendilerine, eşlerine ve çocuklarına ait dijital materyallerin delil poşetleri içerisinde muhafaza altına alınmalarına, akabinde CMK’nın 134. maddesi gereğince söz konuşu eşyalar üzerinde inceleme yapılması ve kayıtların çıkartılarak metin hâline getirilmesine izin verildiği,
Emniyet Genel Müdürlüğü Siber Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı Adli Bilişim Şube Müdürlüğünün 28.09.2017 tarihli Teknik İnceleme ve Export (Çıkarım) Raporundan; Ankara 5. Sulh Ceza Hâkimliğinin 17.08.2017 tarihli ve 2017/6304 sayılı kararı gereği Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 2016/103606 sayılı dosyası kapsamında sanıktan ele geçirilen toplam 17 adet dijital materyale ait bilgilerin imajlarının alınarak yapılan incelemelerde içeriklerine ait bilgilerin ilgili birime teslim edildiği,
Sanıktan ele geçirilen dijital materyaller üzerinde yapılan inceleme sonucu hazırlanan 01.11.2017 tarihli bilirkişi kurulu raporundan; incelemeye konu materyallerde FETÖ/PDY terör örgütü ile ilgili herhangi bir suç ve suç unsurunun tespit edilmediği,
Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliğinin 22.09.2010 tarihli ve 2016/2262 değişik iş sayılı kararından; aralarında sanığın da bulunduğu yüksek mahkeme eski üyelerinin kullandıkları telefon numaralarına ait 01.06.2014 ila 20.07.2016 tarihleri arasındaki gelen-giden arama, sms, baz istasyonları ve kullanıcı bilgilerini içerir HTS raporlarının teminine izin verildiği,
14.03.2018 tarihli HTS Analiz Raporundan; veriler incelendiğinde sanığın ByLock ilk irtibat tarihinin 01.06.2014, son irtibat tarihinin 18.07.2016 olduğu, toplam verinin 33441 satır olduğu, HTS kaydı alınan 1 numaranın CGNAT verileri üzerinde çalışma yapılmasının istendiğini ancak ekte gönderilen veriler içerisinde CGNAT verisinin bulunmadığı,
Dosya içerisinde bulunan iletişimin tespitine ait CD incelendiğinde; sanığın, kendisine ait olduğunu kabul ettiği 505 215 11 35 numaralı hattan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında da yer alan ve ByLock’a ait IP numarası olduğu tespit edilen 46……IP ile kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla kiralanan…..177 IP adresine ……491800 IMEI numaralı cihaz vasıtasıyla 16.09.2014 tarihinden 19.11.2014 tarihine kadar değişik zamanlarda defalarca bağlantı kurulduğu, HTS kayıtları incelendiğinde ise ByLock bağlantısı kurulan cihazın bu kayıtlarda da aynı bazlardan sinyal verdiği, 11.08.2014 tarihinden 19.03.2015 tarihine kadar da sanığın yakalandığı sırada üzerinde ele geçirilen IPhone 4 marka cep telefonuna ait ……0936631 IMEI numaralı cihazın son numarası farklı IMEI numarası ile ByLock esas IP adresi olan …..160.137 IP numaralı adrese değişik zamanlarda pek çok defa bağlanıldığı,
Dosya içerisindeki yakalama tutanağına göre saat 09.50’de sanığın işe gittiği servisten indiği, iletişimin tespiti kayıtlarını içeren CD’ye bakıldığında ….. numaralı hattını 18.07.2016 tarihinde saat 10.39’da ….’in, 10.42’de eşi…..’in aradığı, 13.08 ve 13.09’da ise sanığın eşi …..’i arayıp görüşme yaptıkları, saat 12.07 ise Netgsm İletişim ve Bilgi Teknolojilerine ait numaradan sanığın arandığı ancak herhangi bir görüşme yapılmadığı,
… hakkında açılan kamu davası kapsamında sivil imamlarla yüksek yargı mensupları arasındaki bağlantının tespitine ilişkin alınan bilirkişi raporundan; sanığın sivil imam olarak tabir edilen İbrahim Avcı ile 03.09.2014 tarihinde 14.51-16.30 saatleri arasında Isparta Iyas Park AVM, sivil imam …. ile 01.10.2014 tarihinde 13.47-14.14 saatleri arasında …. Osmaniye adresinde,
Yüksek yargı eski üyeleri…..ile 03.09.2014 tarihinde 12.17-18.28 saatleri arasında Vodafonun olduğu bina Merkez/Isparta, Iyas Park AVM Isparta, Isparta İzmir Yolu 10. km Özdilek Dinlenme Tesisleri Karşısı Avcıoğlu Çiftliği, Afyon,
Yüksek yargı eski üyesi …. ile 30.09.2014 tarihinde 11.42-17.27 saatleri arasında Seyhan Otel E-5 üzeri Seyhan/Adana, Çakmak …, …. Doğrular ……./Adana,
Yüksek yargı eski üyesi …. ile 03.10.2014 tarihinde 19.27-20.02 saatleri arasında …./İzmir, 04.10.2014 tarihinde 08.02-09.28 saatleri arasında ……/İzmir, Ergin Otel …/İzmir, 06.10.2014 tarihinde 12.33-17.44 saatleri ve 07.10.2014 tarihinde saat 09.29-10.01 saatleri arasında Hürriyet Mahallesi……. Ödemiş/İzmir, …Ödemiş/İzmir,
Yüksek yargı eski üyesi ….. ile 07.10.2014 tarihinde saat 11.09-14.22 saatleri arasında …….l (Çiftçi Otel), …… No:33-35, Ödemiş/İzmir, Torbalı Pancar Köyü, Turkcell- Vodafone yanı, Pancar Köyü Turkcell-Telsim Kulesi yanı,
Yüksek yargı eski üyeleri ……. ile 08.10.2014 tarihinde 08.53-21.25 saatleri arasında….., ….. ile 09.10.2014 tarihinde 09.42-21.22 saatleri arasında….. Karşıyaka/İzmir, Karşıyaka Belediyesi Hizmet Binası, ….., S. Kurdakul ….. …./İzmir, ……. Demirezici ile 10.10.2014 tarihinde 12.44-17.33 saatleri arasında İzmir Adliye Sarayı, …. ile 11.10.2014 tarihinde 11.01-15.26 saatleri arasında… Sanayi Sitesi, ….Manisa, Erikli Tepesi, Kavacık Köyü, Kula/Manisa, Uşak ili Telekom İl Müdürlüğü, Organize Telekom, Uşak, 14 pafta, 448 parsel, arazi köy içi mevkisi su deposu yanı Akçin Köyü, Afyonkarahisar adreslerinde 60 dakika içerisinde ortak baz sinyali aldıklarının tespit edildiği,
Ankara 3. Sulh Ceza Hâkimliğinin 29.01.2018 tarihli ve 2018/895 değişik iş sayılı kararından; 477 adet büfe, bakkal, market, bayi gibi yerlerde bulunan kontörlü sabit telefon hatlarının 01.01.2011-31.12.2017 tarihleri arasında arayan, aranan, mesaj, baz, karşı baz ve mobil veri bilgilerini içerecek şekilde iletişimin tespitine izin verildiği,
Sanık hakkında periyodik ardışık aramalara ilişkin bilirkişi raporundan; sanığın kullandığı telefon numarasıyla toplam 9 adet ankesör-ücretli sabit telefonla arasında 20 kez irtibat kurulduğunun tespit edildiği, raporda yer alan tabloya göre yapılan 20 aramanın 10 tanesinin görüşme süresinin sıfır, en uzun iki görüşmenin ise 227 saniye olduğu, aynı gün sanıkla yapılan aramalarda kullanılan telefonlardan ….. numaralı hattan 29.06.2013 tarihinde saat 19.09’dan 19.43’e kadar yüksek mahkeme eski üyelerinden ….. …. ve en son sanık …’in arandığı, 01.07.2013 tarihinde saat 13.11’den 18.56’ya kadar…, sanık … ve …..ın arandığı,
Aynı konuda alınan ek bilirkişi raporundan; ….. numaralı hattan 10 dakika öncesi ve sonrası yapılan ardışık aramalara göre 29.06.2013 tarihinde saat 19.24’ten 19.39’a kadar yüksek mahkeme eski üyelerinden….. ve sanık …’in peş peşe arandıkları, 312 991 04 19 numaralı sabit hattan farklı tarihlerde sanık …’in 2, ….ın 2, ….’ın 2, ….’in 10 defa arandıkları, 312 ….. numaralı sabit hattan farklı tarihlerde sanık …’in 1, ….’ın 1, ….’ın 4, ….’nun 2 defa arandıkları, 312…. numaralı hattan değişik tarihlerde …. …’in 2, …..sanığın 1 defa arandığı, 312 ….numaralı hattan….1 ve sanığın 1 defa arandıkları, ….. adına kayıtlı 312 ….. numarayla….. adına kayıtlı 312 ….. numaralı hatlardan sanığın 1 defa arandığı,
11.05.2017 tarihli Emniyet Genel müdürlüğü KOM Daire Başkanlığının ByLock raporundan; sanığın, 129.862 satırlık ByLock abone listesinde iki adet kaydının olduğu, birinci kaydının 96799. satırında bulunduğu, tespit edilen GSM aboneliğinin 505 ….., tespit edilen cihaza ait IMEI numarasının 35….. ve tespit edilen ilk tarihinin 16.09.2014 olduğu, ikinci kaydının 96813. satırında olduğu, tespit edilen GSM aboneliğinin 505 …, tespit edilen cihaza ait IMEI numarasının 012…..ve tespit edilen ilk tarihin 11.08.2014 olduğu, o ana kadar yapılan çalışmalarda mesaj, email vs. içeriklerine rastlanmadığı,
Ailesine yönelik yapılan çalışmalarda kardeşi…..’in 129.862 satırlık ByLock abone listesinin 97067. satırında yer aldığı, tespit edilen GSM aboneliğinin 545……, tespit edilen cihaza ait IMEI numaralarının 357…, 0131…, 3515…ve tespit edilen ilk tarihinin 11.08.2014 olduğu, 3699 UID numaralı ByLock hesabının bulunduğu,
Yargılama aşamasından sonra Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24.12.2019 tarihli ve 34508 sayılı yazısı ekinde gönderilen Ankara İl Emniyet Müdürlüğünün 23.12.2019 tarihli ve 6758694 sayılı yazısından; 65075 ID numaralı kullanıcının sanık … olduğunun tespit edildiği bildirilmişse de tespit tutanağının sonuca etkili olmadığı,
18.09.2017 havale tarihli Ankara Emniyet Müdürlüğünün yazısından; yapılan incelemeler sonucunda 343337 ID’li “…” kod adını kullanan kişinin sanık … olduğu,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13.09.2018 tarihli ve 1758 muhabere sayılı yazısı ekindeki 343337 ID numaralı sanığın isminin geçtiği ByLock yazışmalarına ait listeden;
12.12.2015 tarihinde…. ile sanık arasındaki yazışmada: “….ile irtibatta olursanız. O soru, görüş ve önerilerinizin sizin vasıtanızla iletilecek…. yazdı: yapmam gereken bir şey var mı?12.12.2015 05:19, a06 yazdı: Abi, … ve DT’ci abimiz bilgi notu üzerinde çalışıyorlar. Akşam komşularınızdan….’lı ile birlikteydik. Ona da bahsettim. O da bir hazırlık yapıyor. Sizin sizin vasıtanızla onları da alıp hepsini birleştirerek önümüzdeki hafta içi son şeklini verelim”
16.12.2015 tarihli yazışmalarında; “Abi, BİY ne yaa, … yazdı; küçük birkaç hatırlatma 1 sanırım Yargıtay da dahil yargı kurumları BİY kapsamında değil. 2 Delilleri biz toplamayalımsoruşturmacıları toplatalımzaman kazanmıştı”
28.12.2015 tarihinde sanık … ile… arasındaki yazışma; “NDR yazdı; Abi eğitimin devam edip etmeyeceği belli olmadı,salı günü bir görüşme var orada karar verilecek eğer devam denilirse tabiki çok memnuniyetle ama sömestr sonuna kadar ara verelimkanaati de varöyle olursa çocukları hiç ümitlendirmeyelim diye düşünüyorum. Abiler eğitim devam edecek diyorlarsaistedikleri zaman tanıştırabiliriz. 27.12.2015 1521, … yazdı; yavuz’un abisi der ki ‘abiden haber var mı abi. Çocukları için ne düşünüyor.’ cevabınız ne diyelim.”
407103 ID numaralı kullanıcı ile… arasındaki 16.02.2016 tarihli yazışmada; “mö; 2015 aralık a:1890 t:300 g:200 kuyu için 100, s:10, h: henüz başlamadı toplam 2.500 not: bir kısım eşine aitolduğundan rakamlar farklı ocak ayını … aracılığıyla göndermiş…”
59344 ID ile 396841 ID arasındaki 12.01.2016 tarihli ve 23:15 saatli ByLock mesajı: ”bende telegram yüklü ancak şifrem yok / Halis beyle irtibatınız yoksa Taceddin bey yükleyebilir sanırım / ayarlayıp çalıştırabilir herhalde / ben bir sorayım / halis beyle irtibat kuramıyorum. Taceddin anlamıyor / hali bey telegramı halledecek / Tm /
15.01.2016 tarihli ve 20:36 saatli ByLock mesajı: ”Onu ykt1, mesut35 ve … beyle de irtibatlandırır mısınız”
363824 ID ile 469835 ID arasındaki 12.08.2015 tarihli ve 19:06 saatli ByLock mesajı:”abi … abi bana gönderişti / size de gönderdim bu dilkeçeyi. belki lazım olur diye”
363824 ID ile 203116 ID arasındaki 16.01.2016 tarihli ve 13:21 saatli ByLock mesajları: ”görünmezi kaldirmak lazim / …/ girunmezi nasil.kaldiracaginizi biliyormusunuz / … / abi onunla ilgisi yok / ağınız görünürdü / inu horunur kılmak lazım O / …evet / o görünmezi kaldiralim / …olur ani / abi / …/ ymm / tmm / … bey biliyor /…/ abi / … (16.01.2016 13:31): tamam abi”
”… (16.01.2016 13:32): http://192.168.0-1 crhome’a”
”… (16.01.2016 13:32): yazaca … (16.01.2016 13:33): acilan ekrana admin altina yine admin … (16.01.2016.13:33): yazacsk … (16.01.2016 13:33): computeri tiklayınca tplink ekranı gelecek … (16.01.2016 13:34): buradan kendine gelen mesajları okuyabilir”
”… (16.01.2016 13:34): ve bir de ayarlar butonuna tiklayinca gelen ekranda”
”… (16.01.2016 13:39): en alt kutucukta disable yazinca gorunur hale gelecek”
”bu işlemi tablette de yapabilirsiniz”
363824 ID ile 203116 ID arasındaki 09.02.2016 tarihli ve 00:50 saatli ByLock mesajı: ”Sizin da hattınız isim hizlimi / gizlimi /…/ Data hattınızda isim gizli mi / abi gizliliği kaldirarak yapin / …/ abi gizliliği kaldirarak yapin / ceyın / cetin”
407103 ID ile 382087 ID arasındaki 16.02.2016 tarihli ve 22:14 saatli ByLock mesajı: ”Konu:No Subject / mö :2015 Aralık a:18901:300 g:200 kuyu için :100 s:10 h: henüz başlamadı- toplam 2.500 rakamlar farklı. Ocak ayını … aracılığyla göndermiş. Şubatı da herhalde aynı şekilde gönderir. Aralık a: 200 h: çeyrek ocak a:200 h: 100 Şubat a:250 sadaka veya Nijarya için:265 hk : 2015 Aralık enson görüştüğümüzde vermiştem. Ocak a: 1000 -toplam 1720. Şubat a:1000 (diğerlerini aybaşında vereyim) toplam: 2720 —1015+çeyrek 2720 –not: bir kısmı eşine ait olduğundan–nm: 2015-toplam :1015+ çeyrek- h:200 t: 500 s: 20 —hepsinin toplamı: 2500 6.235 + çeyrek”
Söz konusu uygulamanın teknik özelliklerini de gösterecek şekilde 363824 ID ile sanık arasında geçen 29.12.2015 tarihli ve 21:53:50 saatli mesaj; “BENİ EKLEYEBİLİRSİNİZ / 30287 / ŞİFRE 1111 OLSUN / şifre ne abi 1111 / mi / 1234 yapmışsını / .”; 363824 ID ile 343337 İD arasında geçen 2015-12-29 22:13:49 tarih ve saatli mesaj; “abi ben sizi ekleyince beni görmelisiniz / hayır hemen görmeli / abi ilk girişte sifre değişimi isteniyor / onu yaptınız değil mi”; 363824 ID ile 343337 İD arasında geçen 2016-01-16 13:27:38 tarih ve saatli mesaj: “open vpn o yükleyim / zpn i kapatın …/ orayı tıklayın / önce sarı olacak / sonra yeşil / vpn e girdiniz / simdi ekranda Bylock / Viber Ve Telegrama girebilirsiniz”
ByLock iletişim sisteminin zaman zaman güncellendiğini gösteren sanıkla 363824 ID arasında geçen 29.12.2015 tarihli ve 22:35 saatli mesaj: “Ahmet.2007 gibi bir şey girin / daha uzun olabilir / ….0635 / abi sizin sistem kartınızı yarın yapacaz / onun için online olmamız lazım / abi yarin kaçta eve geleceksiniz / sizin sistem kartı güncellenmiş miydi / yani bilgisayardan Bylock viber e girebiliyor musunuz / tamam yarin onu yapacaz / onun için telegraminiza bir şifre gelecek”
Örgütün kendi kaynakları haricinde bilgi edinilmesini yasakladığına dair 363824 ID ile sanık arasında geçen ve 29 ID ye de ayrıca gönderilen 31.01.2016 tarihli ve 16:15:30 saatli mesaj; “Konu: ÖNEMLİ Kıymetli abiler; Herkes sadece ve sadece görevli olduğu arkadaşı ile irtibatlı olup görüşmelidir. Notlar tek merkezden temin edilecek. Bize ait olan Viber, Tango, Twitter, Whatsap iletişim araçları muhabbet maksatlı kullanılmayacak, buna muhalefet eden istişaresi hareket etmiş olur. Herkes irtibatlarına bu gözle bir daha baksın, izinsiz olan varsa irtibatı koparsın listeden silsin? Tereddüdü varsa sorup izin alsın? Enerjimizi mesaimizi duamızı vazifeli olduğumuz alana teksif edelim? Allah yar ve yardımcınız olsun? Kimi zaman farklı kanallardan ve rafine edilmeyen bilgiler ortada dolaşıyor. Zihinler karışmaması için lütfen farklı kanallardan bilgi transferi yapmayalım. İrtibat da sağlamayalım…”
343337 ID tarafında gönderilen ve bu ID ye gelen yazışmalar:
363824 ID tarafından 343337 ID’ye gönderilen 24.12.2015 tarihli ve 22.44 saatli mesaj: ”size tablette not alma gündemleri yazma programı gönderecem / şifreli ve güvenli / ayrıca / yarın bilgi işlemci bir arkadaş saat 17 de özayku baide olacak / sizde tabletiniz ve wifi nizle çıksanız sizn de tablete program kursun abi”
29.12.2015 tarihli ve 19.41 saatli mesaj; ”ama siyer türlü birer kitap bulunmalı / NUMARANIZ 30531 ŞİFRENİZ 66743341 / ../ BENİ EKLEYEBİLİRSİNİZ / 30287 / ŞİFRE 1111 OLSUN / …/ abi ben sizi ekleyince beni görmelisiniz / abi ilk girişte şifre segisimi isteniyir / … / onu yaptiniz degilmi / … / Ahmet.2007 gibi birşey girin / daha uzun olabilir / ….0635 / abi sizin sistem kartınızi yarin yapacaz / onun için Online olmamiz lazim”
30.12.2015 tarihli ve 22.52 saatli mesaj; ”abi ikinci not şualar 320 / herkese okumak lazim”
31.12.2015 tarihli ve 17.55 saatli mesaj; ”abi telegram numaranız lazım / birde telegrama ait şifreler / abi / bilgi işlemci acmadı / açınca sizin telegrama bir şifre gelecek… onu bana yazmalısınız / onay kodu gelecek / telegramdan gelecek”
03.01.2016 tarihli ve 22.20 saatli mesaj; ”abi size bir sistem karti hazirladik / bu kart ile bilgisayara gireceksiniz / ve turkuaz, telegram ve vibere bilgisayardan girebileceksini ”
07.01.2016 tarihli ve 00.48 saatli mesaj; ”abi 13.14.15.16.17.18. …/ program belli oldu mu abi / … / abi herkes gitsin istemiyoruz… yakışan abiler gitsin istiyoruz…/ siz karar verin / gidebilirsiniz / normal / az bile / sizin diyalogunuz nasildi / iliskeriniz var miydi / disarisi yakistirir mi / tmm / yolunuz acik olsun abi / … / tesbir ve gündemi acik flaşa koymayalim / tedbir ve gündemi / rehberlik ve notlari koyun / yada o flasi kiracaklarsa olur”
16.01.2016 tarihli ve 13.27 saatli mesaj; ”open vpn o yiklayim / zpn i kapatin / orayi tiklayin / önce sari olacak / sonra yeşil / vpn e girdiniz / simdi ekranda bylock / viber / ve telegra girebilirsiniz / abi yunus abi de diger hatta / o da wifi yi gorunur yapamiyor / bana yazsaniz ona arayim / atayim”
16.01.2016 tarihli ve 13.48 saatli mesaj; ”abi / oldukça eklersiniz abi / daha once eklediğiniz varmiydi / yok sizde yoksa diye yazdim / girerken şifre sormayacak artik / ama onu kullandik / abi viber ile tanfo farkli / tango whatdap twitter ile viber farkli / abi viber fatkli / aramizda kulanmak için / viber yeni bir program / tablette benim yüklediğim viber ile bu ayni / siz vibere girin verdiğinin numarayla / … / aytekin, önder, a.kutuk, ozyakut ve izzet abilerin viberleri var / bir de seyman abiye veroriz / … / selahattin abi hepimizin abisi… / tangoya da ekleyelim / viberi ben ona kurdururum /abi / bir bekleyin / gmail olmadan nasil olacak / onu sorayim / abi sahteyi alin / sahte gmail alin”
31.01.2016 tarihli ve 13.23 saatli mesaj; ”abi sistem farkı yok yeni sistem bu abi / size bir tablet gonderecem / içine de keyfiyet fash disk i / mikro CD / hem okumalarinizi oradan yaparsiniz / tamam arkadaş gonderecem / abi CD de tüm kaynaklar olacak /…./ rnk / prlanta”
52025 ID’yi kullanan … tarafından 343337 İD’ye gönderilen 23.12.2015 tarihli ve 23.29 saatli mesaj; ”abi bende bu konuyu kendisiyle konuşmak istiyordum çok acil gündem yoksa hareket yapmasak ama varsa bu hafta sonu görüşelim / ben diğerlerine haber verebilirim”
28.12.2015 tarihli ve 22.24 saatli mesaj; ”Nejat (28.12.2015 20:06): abi böyle bir not göndermedim… (28.12.2015 20:06): kim diyor… (28.12.2015 20:06): birer kitap olmalı dedim… (28.12.2015 20:10): abi kimler ise yazın tashih edeyim / abi eşiniz eski kararımız gibi davransın birer kitap olabilir”
31.12.2015 tarihli ve 18.47 saatli mesaj; ”abi benim kararım önemli değil abiler birim olarak biz devam edeceğiz diyorlarsa ve çocuklarla tanışmak istiyorlarsa hemen tanıştıralım nerede ne zaman isterlerse hazırız. Gayretleri içinde çok tşkkr ederiz / olur abi. sizde benimkini verebilirsiniz”
04.01.2016 tarihli ve 18.56 saatli mesaj; ”abi kamea olmayan derseiz yok / aa küçük dükkanlarda halletmeye çalışıyorum ben”
07.01.2016 tarihli ve 16.13 saatli mesaj; ”Sa abi inşallah iyisinizdir hafta sonu için eşinizin ciddi bir gündemi varmı acaba eğer yoksa erteleyelim istiyoruz abi bu dönemde çok trafik olmasın dedi. Diğerlerinede soruyorum ama büyük kısım hanımefendide olduğu için ilk ona soruyorum”
16.02.2016 tarihli ve 20.26 saatli mesaj; ”sa abi nasılsınız / Bu gün A.. i… geldi Fatih bey için oy istedi / A.. bey Aleviymiş bizim başkan öyle dedi / çok mütevazi ve mahcup gördüm öylemidir / birde bu adamlara ümit vermek lazım mı / oluşumlardan rahatsız olduğunu söyledi / … / tmm abi / oy istediği nasıldır / bizim başkan bunlarla oturup konuşmak lazım eğer konuşursak anlaşırız çok dürüstlerdir diyor / .. / abi abilerin genel kanaatide buysa bende ümit verici şeyler söyleyeyim, başkan bey hepimizden olmasada destek bekliyor ve karşı cepheyi dağıtmanın başka yolu yo diyor / A.. beyde aynısını anlattı ama kendisinin çıkmadığını söyledi, adam bana çok makul geldi hatta alevi olduğunu duyunca çok şaşırdım”
165605 ID’yi kullanan İsmail Kılıç ile 343337 ID arasındaki 21.01.2016 tarihli ve 22.25 saatli mesaj; ”abi benim tvtrm var ancak açamıyorum / yarın eski daire arkadaşınız ve arkadaşlarını ziyaret edeceğim, abiden aldığımız notlar dışında sizde başka not var mı. / byloctan gelenler var / getirin burda bi bakalim yarin gitnrden teitterinize / abi yarın öğleyin gideceğim, size ne zaman geleyim / o zaman zor ben sabah doktor isimiz var ise gidecem / abi ben dün akşam vifi yi kapatıp bir arkadaşa ziyarete gittik, dikmene, tiplinki de kapatmıştım, gittiğimiz yerde ben turkuazdan notları okurken mesaj sesi geldi, bir anlam veremedim. / tableti götürmenin bir sakıncası var mı. / tmm. / vifi yi evde kapamıştım gimeden / tmm,abi,Aro. hayırlı geceler.”
343337 ID tarafından 28735 ID’yi kullanan açık kimlik bilgileri tespit edilmeyip kullanıcı adı…35 olan şahsa gönderilen 04.01.2016 tarihli ve 17.53 saatli mesaj; ”Bizim buraya yakin yerde kamera olmayan turkcell data hattına yükleme yapabileceğim yer biliyor musunuz / yakin yerde bilmiyorum”
59344 ID ile 343337 ID arasındaki 21.01.2016 tarihli ve 22.25 saatli mesaj; ”Eagle da ortak şifre 2015 yazdım / benim eagle da I933nsen soru da 2015 / ben sii ekledim ama mesaj yazamiyorum hala niyeyse”
28.01.2016 tarihli ve 17.32 saatli mesaj; ”Abi, gönderdiğiniz 4700 hepsi aidat mı? / Ai: 1820 TL Fon: 300 TL Gzt: 130 TL Himm: 2450 TL= toplam 4700 TL”
92208 ID’yi kullanan açık kimlik bilgileri tespit edilmeyen eren 2004 kullanıcı adını taşıyan şahısla 343337 ID arasındaki 04.01.2016 tarihli ve 17.53 saatli mesaj; ”Bizim buraya yakin yerde kamera olmayan turkcell data hattına yükleme yapabileceğim yer biliyor musunuz / abi demetevlerde küçük bayiler var, ben oralarda yükletiyorum / abi metronun olduğu cadde ve ivedik caddesinin üzerinde olmayan ara sokaklardaki muhtelif küçük bayilerden alıyorum (zaten piyasada çok zor bulunduğunu bildiğim f klavye stıkırı sorma gibi saiklerle girip kamerayı kolaçan ediyorum), böyle bir tarif ihtiyacı olmayınca ve sürekli belirli bir yerden almayınca net adres veremeyeceğim ama sizin için bakayım, ama yine de bugün kamerasız olan yer 3 gün sonra taktırabileceği için vereceğimiz adresten bile temkinle alınmalı. /Allah razı olsun”
343337 ID tarafından 402531 ID ye gönderilen 14.09.2015 tarihli ve 21.42 saatli mesaj; ”Uluslararası Ceza Mahkemesi Erdoğan ve ekibi hakkında inceleme başlattı! Uluslararası Ceza Mahkemesi Erdoğan, Davutoğlu, Ala ve Fidan için harekete geçti Roma Statüsü olarak adlandırılan Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurucu Statüsü düzenlemelerine göre, devletlerin sorumluları tarafından işlenebilecek soykırım, insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarını soruşturmak ve kovuşturmak amacıyla uluslararası toplum tarafından kurulmuş ve çalışmakta olan yargı organı Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM). Uluslararası Ceza Mahkemesinde, devletler yargılanmıyor, mahkemede kişisel sorumluluk esası gereğince yalnızca gerçek kişiler, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, asker, polis ve istihbarat yetkilileri gibi gerçek kişiler yargılanıyor. Türkiye kamuoyunda uzun zamandır, Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye ekibinin uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanacağı çeşitli çevrelerce dile getirilmekteydi. Ve sonunda beklendiği üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesinde, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bir kısım hükümet mensubu hakkında uluslararası savaş suçundan inceleme başlatıldı.”
343337 ID tarafından 440592 ID ye gönderilen 12.12.2015 tarihli ve 21.14 saatli mesaj; ”Konu:Şlfa Üniversitesine Dair YÖK Uygulama ve Araştıma merkezi Hastanelerin dışında olan ek binlarda eğitim uygulaması olmayanlar kapatılacak şeklinde bir yazı yayınladı. Bizim Bornova Hastanesi ve Diş Hekimliği Fakültesi dışındaki binalar ek bina görülüyor. Fakat bizim tüm ek binalarda eğitim ve uygulama yapılıyor. YÖK’ün bu yazısına bizim gibi tüm vakıf üniversiteleri itiraz etti ve Danıştaya müracaat ettiler. Danıştaya itirazımız sonuçlanmadan İzmir Sağlık Müdürlüğü ve malum mahkeme böyle bir karar çıkarıyor. Karar cuma öğleden sonra uygulanıyor. Pazartesi idari mahkemeye başvuracağız… Dua Lütfen… Bornova ve Dış Hekimliği Fakültelerimiz aynen devam ediyor. Günlük 5 binin üzerinde hastanın Şifasına vesile olan hastanelerimize kilit vurulması telafisi mümkün olmayan zarara neden olacağını düşünecek olan mahkemeler inşaallah bu hukuksuzluğa dur diyecektir. Tüm Dostlara duyuralım ve dua edelim….”
343337 ID tarafından 440592 ID ye gönderilen 12.12.2015 tarihli ve 21.15 saatli mesaj; ”Konu:HOCAEFENDİ VE YASAK KİTAPLAR/ALİ ÜNAL iktidar ın 17/25 Aralık’ı kendisine darbe diye savma çabasında hem modern hukukun, hem Kur’ânî adaletin en önemli esaslarından olan suçun şahsîliğine riayet edilmediği gibi, Kur’ân’da menedilen ve sık sık ikazda bulunulan bir davranış olarak düşmanlıkta da sınır tanınmıyor. Bu riayetsizlik ve sınır tanımamanın son örneği, defalarca teftişten geçmiş olmasına rağmen bir açığı bulunamayan Kaynak Holding’e çökme operasyonunda holdingi de dehşetli boyutlarda zarara uğratacak ilk icraat, Hocaefendi’nin kitaplarının yayınlanmasının ve yayınlananların satışının yasaklanması oldu. Akranlarının sokaklarda oynadığı yaşta (âlem-i) İslâm’ın üç asırlık hüsranı nasıl giderilebilir düşünceleri içinde kıvranan, daha 17 yaşında iken Orta ve Kuzey Anadolu’da va’zlar verip, halkı tanımaya çalışan ve iki dakika bile kendim için yaşamadım; sadece birinizin bir günlük hidayeti için günde 50 defa ölüp dirilmeye razıyım, diyen Hocaefendi, 30’lu yaşlarında, bilhassa üniversite öğrencileri tarafından kendisine sorulan yüzlerce soruyu cevaplamış, bunların sadece bir kısmından 4 cilt halinde oluşturulan ve yüzbinlerce okuyucuya ulaşan Asrın Getirdiği Tereddütler isimli eseri, binlerce insanın imanına vesile olmuştur. 1989 yılı içinde Peygamber Efendimiz (s.a.v.) hakkında 52 cuma verdiği va’zlarından meydana gelen ve sahasında emsalsiz olan Sonsuz Nur, 32 dile çevrilmiş, milyonlarca okuyucuya, Hindistan’da sadece bir defada 120.000 okuyucuya ulaşmış ve Peygamber Efendimiz’in tanınıp sevilmesinde en büyük tarihî hizmetlerden birini vermiştir. Her bölümünü İlâhî hakikatlerin cidarına dokunurum korkusu içinde gözyaşlarıyla yazdığı dört ciltlik Kalbin Zümrüt Tepeleri, tasavvufu en geniş ve en derin şer’î ve yaşanılır sınırları içinde anlatan eşsiz bir eserdir. Daha 30 larının başında Kestanepazarîndaki tahta kulübesinde kaleme aldığı Ölçü veya Yoldaki Işıklar, hemen her sahada doğru İslâmî düşünce, inanç, davranış ve hizmet adına pırlanta ölçüler ihtiva etmekle, yine sahasında tektir. Yıllarca ve büyük bir sabırla ya Sızıntîya, ya Yeni Ümit’e, ya da Yağmur’a başyazı olarak kaleme alınmış ve insanın bütün lâtifelerine hitap eden, ayrıca birer üslûp/belâğat harikası olan makaleler ve bunlardan teşekkül eden Çağ ve Nesil serisi; bazı sohbetlerde kendisine tevcih edilen çok önemli sorulara cevapları ğörüyoruz. Bir de, bu sîretleri, bugün onları görmeyen, görmek istemeyenlerin gelişen ve gelişecek hadiselerin ışığında en net olarak göreceği ve Mahşer Yeri’nde bu sîretlerin kendi tam suretlerini giyeceği günleri yaşayacağız. Bakalım o zaman kimler nasıl yakalanıp yaka-paça huzûra getirilir… Not:Acaba tüm bunlar okumadığımızdan dolayı elimizden alınmış olmasın mı?”
343337 ID tarafından 440592 ID ye gönderilen 13.12.2015, 07.52 tarih ve saatli mesaj; ”Konu Güvenlik programı Bu programı tablete indirelim kurulumu ve kullanımı çok basit zaten kurulum için program sizi yönlendiriyor eşinizin de bileceği kolay bir şifre belirleyelim sıkıntılı bir durum olunca programı çalıştırdığınızda tablet bir kaç saniyede fabrika ayarlarına kadar dönüyor Merak edip şimdiden denemeyin denerseniz herşeyi yeniden kurmak gerekiyor”
343337 ID tarafından 440592 ID ye gönderilen 23.12.2015 tarihli ve 19.06 saatli mesaj; ”Konu:UYMAMIZ GEREKEN TEDBİR DAVRANIŞLARI UYMAMIZ GEREKEN TEDBİR DAVRANIŞLARI EV-GİRİŞ ÇIKIŞ 1-Evlere giriş ve çıkışlarımıza daha da önem vermeliyiz. Her akşam dışarı çıkıyor ve geç geliyor görüntüsü vermemeliyiz. Şahsi işler”
343337 ID tarafından 440592 ID ye gönderilen 06.01.2016 tarihli ve 21.47 saatli mesaj; ”Konu:İlgilisi Olanlara Duyuralım Böyle bir konu var. Duyurulması isteniyor… Muhataplar Kılıçaslan vakfından kendisi yada çocuğu burs alanlardır… Kayseri Kılıçarslan eğitim Vakfı soruşturmasında geçmişe dönük 850 kişilik burs listesindeki çocukları arayıp burs aldın mı almadın mı diye tek tek emniyete çağrılıp soruluyor. Tabi burda sıkıntı bir kısım arkadaşlar burs yattığından haberim yok diyebilir. Bazen bizim arkadarlar bile almadım diyebiliyor. Burda aranan arkadaş aldım okurken heryere başvuru yaptım çıktı orası necidir bilmem ben aldığım paraya bakarım vs cümleler sarf etmeliler yoksa 2. bir Çanakkale vakası olur Allah muhafaza ifadeye gidip almadım diyenler varsa düzeltme yapabiliyorlar hatırlamamıştım geçen gün. Sonra aklıma geldi bir sene almıştım adamların parasını yedik vs deyip düzeltebiliyorlar bütün renklere ünitelere ve bölgelere bu mesaj ulaşmalı bu şekilde ifade verilmeli”
28735 ID ile 343337 ID arasında 17.02.2016 tarihli ve 20.16 saatli; ”Konu:Fw: CGK 17.02.2016 00:26, a06 yazd?: Bu gün CGK da akafemi bşkyrd nın dosyasında ‘kabul’ diyen yoktur unarım. Haftaya sekme olmasın abiker, önemli, itiraz ret / Konu:Fw: Fw: Re: cgk 17.02.2016 18:28, mk9512 yazd?: 17.02.2016 00:04, a06yazd?: Bu gün geçmedi mi? Haftaya kaldıysa herkese mutlaka duyuralım 16.02.2016 20:55, mk9512 yazd?: abi CGK gündemindeki akademi genel sekreteri mustafa can ankara hukuk mezunu bizim arkadaş, konyada bizimle kalırdı, çizgisi değişmez bu nedenle haftaya gidecek olanlar itiraz ret demeli.”
343337 ID tarafından 28735 ID ye gönderilen 19.02.2016 tarihli ve 07.08 saatli mesaj; ”Konu:ek teslim döküm Komşum, daha önce m ali bey adına size ulaştırdığım bir miktar para vardı dökümünü sanırım size atmadım(attıysam dikkate almayın); 1035 ai+200 HIM+15 sdk=1250TL toplam”
Sanığa ait 343337 ID numaralı hesaptan yapılan aramalardan; 04.04.2015 tarihinden 14.02.2016 tarihine kadar İsmail Kılıç, Mehmet Baysal, Ali Akın, Ömür Borazan, ve … ile karşılıklı cevapsız ve iptal edilen aramalar yapıldığı,
Sanık …’e ait olduğu belirtilen 183342 ID numaralı ByLock kullanıcısına ait tespit ve değerlendirme tutanağından; ilgili hesabın kullanıcı adının ank260ara, şifresinin 599488657, adının …, son online tarihinin 10.02.2015 saat 22.19.20 olduğu, söz konusu ID’ye bağlı istatistiklerden giriş sayısının 51, gönderilen maillerin 228, alınan maillerin 90, okunan maillerin 120, silinenlerin 31, alınan mesaj sayısının 30, gönderilenlerin 51, eklediği arkadaş sayısının 1 olduğu, suça konu ID numarasını kendi hesaplarına ekleyenlerden Mehmet Baysal ve Ömür Borazan ile Süleyman isimli açık kimlik bilgileri yer almayan şahsın “…”, İbrahim Zengin’in “Çeto Yeni”, Oktay Acu’nun “çtnby” İbrahim Ethem Kuriş’in “Tireli” şeklinde kaydettikleri, söz konusu ID numarasına bağlı kişi listesinde …, Davut Şen, Ahmet Kütük, İbrahim Ethem Kuriş ile 8 adet ID numarasının bulunduğu, sanığın IOS ve PC üzerinden sisteme bağlandığı,
Tanık … hakkında soruşturma bulunup bulunmadığına ilişkin Erzincan Cumhuriyet Başsavcılığının 14.02.2018 tarih ve 2016/7761 sayılı yazısından; tanık hakkındaki evrakın tefrik edilip İzmir Cumhuriyet Başsavcılığına yetkisizlik kararı ile gönderildiğinin ve evrakın ilgili Başsavcılığın 2016/79832 soruşturma sırasına kaydedildiğinin bildirildiği,
İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının 14.02.2018 tarihli ve 2018/1128 sayılı yazısından; tanık hakkında 2016/79823 sayılı soruşturma kaydına rastlanmadığının iletildiği,
Erzincan 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.02.2018 tarihli ve 2016/74 sayılı yazısından; tanık hakkında tefrik kararı verilip evrakın 2016/146 sırasına kaydedildiği halen derdest olduğu, diğer sanıklar yönünden verilen mahkûmiyet kararlarının Yargıtayca bozulduğu, evrakın 2016/146 esasa kaydedildiği davanın derdest olduğu,
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 25.12.2017 tarihli ve 2017/2251 sayılı yazısından; tank … hakkında ellerinde herhangi bir soruşturma dosyasının bulunmadığı,
Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün 15.02.2018 tarihli yazı ekinden; sanığın Ceza İşleri Genel Müdürlüğü boyunca 25.07.2008-25.02.2011 tarihleri arasında yaptığı telefon görüşmelerine ait 129 sayfadan oluşan arayan-aranan bilgilerinden sanığın birden çok defa Erzincan Adliyesi ile görüştüğünün işaretlendiği, İliç Adliyesi’ne ilişkin herhangi bir belirlemeye yer verilmediği,
Kaçakçılık Suçlarıyla Mücadele Şube Müdürlüğünün 16.01.2018 tarihli raporundan; ellerindeki verilere göre Bank Asya nezdinde 31.12.2013 ve 24.12.2014 tarihleri arasında hesap açtıranlar arasında sanığın yer almadığı, ayrıntılı bilginin TMSF ve Asya Katılım A,Ş’den talep edilmesinin gerektiğinin bildirildiği,
Maliye Bakanlığı Mali Suçları Araştırma Kurulu Başkanlığının 01.12.2017 tarihli mali analiz raporundan; sanığın, Asya Katılım Bankasında herhangi bir hesabının bulunmadığı,
Digitürk’ün 21.12.2017 tarihli yazısından; sanığın, üyeliğini 06.02.2009 tarihinde sonlandırdığı,
Anlaşılmaktadır.
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne mensup oldukları iddiasıyla haklarında ayrı soruşturma yürütülen bazı kişilerin kendi dosyalarında alınan savunmaları, ilgileri nedeniyle sanık hakkındaki dosyaya da gönderildiği gibi kovuşturma aşamasında bu kişilerin bazılarının tanık sıfatıyla ifadelerinin de alındığı, bu kişilerden;
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında savcılıkta alınan ifadesinde; Bakanlıktan arkadaşı olan sanığın, o dönemde cemaate sempati ile yaklaştığını, 2011 yılında HSYK 1 . Daire Başkanı olduğu dönemde sanığın isminin cemaatin kontenjan listesinde olduğu gibi Bakanlık tarafından hazırlanan Yargıtaya üye seçileceklere ait listede de bulunduğunu, Ömür Borazan ve Salih Çelik’in de cemaatin Bakanlık kadrosundan seçilmesini istediği diğer isimler olduklarını, Yargıtay Üyesi seçilen cemaat mensupları arasında sanığın da bulunduğunu bildiğini, sanığın seçilmesini dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman’ın da istediğini,
Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla Mahkemede; sanığın Adalet Bakanlığında çalıştığı dönemdeki görüşmelerinden ve konuşmalarından cemaat sempatisi olduğunu düşündüğünü, 2010 yılında daha doğrusu 2010’a gelmeden önce 2005-2010 yılları arasında Kurul ile Bakanlık arasındaki çatışma sırasında ciddi manada bir bölünme yaşandığını, hatırladığı kadarıyla sanığın 2010 yılındaki HSYK seçimleri sırasında Ceza İşleri Genel Müdürü olduğunu, dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman’ın sanığı sevmesi, takdir etmesi, hemşehrisi olması ve Bakanlıktan adliyeye gönderilmesi nedeniyle kendisiyle aynı şeyleri yaşadığını düşündüğünü, bu nedenle sanığa ilgi gösterip sevdiğini, Yargıtay seçimleri gündeme geldiğinde müsteşar Ahmet Kahraman’ın sanığın Yargıtay Üyesi seçilmesini istediğini, diğer dosyalarda da anlattığı üzere cemaat mensuplarının seçilmesini istedikleri adayların bulunduğunu, sanığın isminin o adaylar arasında yer aldığını, Ahmet Kahraman’ın talimatıyla bütün arkadaşlarına duyuru yaparak kimlerin Yargıtay Üyesi seçilmesini istiyorlarsa bir çalışma yapmalarını, gündeme gelecek isimlerle ilgili birlikte değerlendirme yapacaklarını söylediklerini, bir grup arkadaşlarının o dönemin HSYK Genel Sekreteri Mehmet Kaya’nın evinde kendileriyle görüşmek istediklerini, yaptıkları çalışmadaki adayları kendilerine tanıtmak istediklerini, Ahmet Berberoğlu, Teoman Gökçe, Bülent Çiçekli, Nesibe Özer, Hüseyin Serter, Ömer Köroğlu, Resul Yıldırım ve Ahmet Kaya’nın da orada olduklarını, … ve … ile birlikte Mehmet Kaya’nın evine gittiklerini, … ve Muzaffer Bayram’ın yanı sıra Yargıtay’dan Aydın Boşgelmez’in, Muzaffer Özdemir ile …’nin ve Önder Aytaç’ın da evde bulunduklarını, oradakilerin yaklaşık 350 kişinin ismini belirlediklerini, daha önceden Kurul ile Bakanlığın karşı karşıya gelmesi nedeniyle Yargıtaya seçileceklerin birlikte hareket etmelerinin öneminden bahsedildiğini, o dönem Yargıtayda Mahmut Acar’ın yönlendirdiği 160 kişilik bir grubun bulunduğunu, 35-40 kişinin de zaman zaman bu grupla hareket ettiğini, karşılarında da 40-45 civarında milliyetçi muhafazakar denen ekibin olduğunu, dengelerin sağlanması adına 190 kişilik blokla hareket etmeyecek üyelere ihtiyaç duyulduğu yönünde konuşmalar yapıldığını, belirlenen isimleri görmeden önce buna itiraz ettiklerini, kendilerinin, Bakanın ve Müsteşarın da belirlediği isimler olduğunu, HSYK’nın iki gruba ayrıldığını, yüksek yargıdan gelen 5 üyenin bir tarafta, Bakan ile Müsteşarın yer aldığı grubun ise diğer tarafta yer aldıklarını, diğer isimlerin de değerlendirilmesi gerektiğini söyleyip oradaki isimlere bakarak olabilir dedikleri isimleri değerlendirebileceklerini, daha sonra diğer arkadaşlarıyla buluşup konuşacaklarını, ancak orada ismi geçen 160 kişinin tamamanın kabul edilmesinin mümkün olmadığını belirttiklerini, ardından isimleri tek tek değerlendirmeye başladıklarını, 350 kişilik sayının 80 civarına düşürüldüğünü, bu isimler arasında sanık …’in isminin de bulunduğunu, o dönemin Bakan ve Müsteşarının Yargıtay Üyeliğine Bakanlıkta ve Kurulda çalışanlardan mümkün olduğu kadar az kişinin seçilmesi yönünde tavır sergilediklerini, sanığın hem müsteşar Ahmet Kahraman’ın hem de cemaatın listesinde yer aldığını, Müsteşarın listede sanık …’in ismini görünce “Olumlu, iyi olur.” dediğini, sanığın seçiminde cemaatin listesinde yer almasının ve Müsteşar tarafından istenmesinin etkili olduğunu, kendilerinin de sanığın seçilmesine destek verdiklerini, sanığın o listede olmasa bile seçilecek nitelikte biri olduğunu, sanığın adaylığı için kimseden bir itiraz gelmediğini, sanığın cemaate sempatisinin olduğunu, cemaatle irtibatının bulunduğunu düşündüğünü, bu nedenle de cemaatin süreç içerisindeki yanlışlıklarını gördüğünde sanıkla konuştuğunu, karşılaştıkları sorunları anlattığını, eleştirilerini ilettiğini, Kurulda yaşananları anlattığını, konuşmalarından elde ettiği intibadan sanığın eleştirilerini iletebileceği kimsenin olmadığı, cemaat içinde bir etkisinin bulunmadığı, bu işlerle ilgisinin olmadığı yönündeki değerlendirmelerinin inandırıcı olduğu sonucuna vardığını, çünkü yapabileceği bir şey olsa sanığın o an yapacağını düşündüğünü, 2012, 2013, 2014 sürecinde Kurtoğlu, Balyoz ve Ergenekon davalarında, Yargıtayda yanlışlar yapıldığını anlattığını, sanığın bunların bir kısmına hak verdiğini, soru üzerine; yapılan duyuru sonucunda herkesin Yargıtay Üyesi seçilmesini istediği kişilerin isimlerini bildirdiğini, 8 kişi ile bu isimleri değerlendirdikten sonra dönemin Adalet Bakanı katılmaksızın 16 kişilik kurul üyeleri olarak hâkimevinde toplandıklarını, yaklaşık 250 kişilik aday listesine ait sicil bilgilerinin çıkartıldığını, liste üzerinde yeniden değerlendirme yaptıklarını, listenin 180 kişiye düştüğünü, bahsi geçen 8 kişinin çağrısı üzerine Bülent Çiçekli’nin evinde toplandıklarını, cemaat mensuplarının kendilerine az sayıda üye verildiğini, daha fazla kontenjan verilmemesi hâlinde seçime dahil olmayacaklarını söylediklerini, oradaki görüşme sonucunda sayının 160’a düşürüldüğünü, 16 kişi tekrar bir araya geldiklerinde 160 kişilik listeden birkaç kişinin isminin değiştiğini, listeye son şeklini verdikten sonra 12 kişiyi bulacak şekilde isimleri aralarında paylaşıp oy kullandıklarını, geriye kalanlar için herkesin serbest oy kullandığını, o tarihte dilekçe vererek aday olmak istemeyenlerin haricinde 5000 kişinin bulunduğunu, bu 5000 kişinin isminin karşısında kutucukların olduğunu, her üyenin bu isimlerin karşısındaki kutucuklara işaret koyduğunu, ardından birleştirmelerin yapıldığını, ilk turda üye seçileceklerin 2 katı kadar aday belirlenecek dendiğini, ilk turun aday seçimi değil listeyi daraltma seçimi olduğunu, sayının 320’ye düşürüldüğünü, ikinci turda 12’yi geçenlerin seçimi kazanmış sayıldığını, 12 kişilik isimleri aralarında paylaştıklarını ancak aralarında sadece bir kişinin isminin değiştiğini, sanığın sorusu üzerine; 2010 seçimleri öncesi YARSAV yetkilisi Murat Arslan ile Bakanlıkta bir görüşme yaptıklarını, o tarihte müsteşar yardımcısı olduğunu, Bakan ile başka bir iş için görüştüklerinden toplantı yapılan odaya ara ara girip çıktığını, toplantının müsteşarlık toplantı odasında veya Personel Genel Müdürlüğünün karşısındaki odada gerçekleştirildiğini, odada Engin ve Muzaffer’in bulunduğunu, konuşmalardan YARSAV’ın içerisinde cemaat mensuplarının olduğu, YARSAV üyesi 2500 kişinin blok olarak YARSAV listesine oy vermeyecekleri yolunda konuşmalar yapıldığını, o toplantıda sanık … yoktu diye hatırladığını, odada kimlerin bulunduğunu net olarak hatırlayamadığını, YARSAV yetkilisini getiren hâkimin Muzaffer veya Engin olduğunu, … ile bir arada buluduklarını, o dönemin HSK Genel Sekreterliğine getirilen Mehmet Kaya’nın ismini kimin ortaya attığını, sanığın Müsteşar ile Mehmet Kaya için görüşüp görüşmediğini bilmediğini ama bu ismin Kurulda gündeme geldiğini, Bülent Çiçekli, Ali Aydın ve Rasim Aytin’in sınıf arkadaşı olduklarını, bunlardan birinin söz konusu ismi ortaya attığını, hazırlık döneminde beraber oldukları için Mehmet Kaya’yı tanıdığını, çalışkan ve düzgün biri olarak bildiği için “Olabilir.” dediğini, Muzaffer Bayram’ın Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğü bünyesinde daire başkanı olarak atanması konusunda sanığın herhangi bir önerisinin olup olmadığını bilmediğini,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli olarak Savcılıkta; sonradan HSK Genel Sekreteri olan Muzaffer Bayram’ın Adalet Bakanlığında Daire Başkanı olarak atanması yönünde genel müdür olarak kendisinin ve müsteşar yardımcısı olarak …’un teklifi olmaksızın dönemin müsteşarı tarafından atandığını, kimlerin devreye girerek atamayı sağladığını bilmediğini, tahminince o tarihte Ceza İşlerinde görev yapan … ile sanık …’in girişimlerde bulunmuş olabileceklerini çünkü her iki ismin de cemaat mensubu olduğunu bildiğini, mensubiyetleri nedeniyle birbirlerini destekleyerek atamayı sağladıklarını düşündüğünü, 2010 yılında Anayasa Mahkemesinin HSK seçimlerinde tek oy kuralını iptal edince YARSAV’ın seçim hazırlıklarına listeyle başlamasından korktuklarını, bu aşamada Adalet Bakanlığındaki cemaat mensuplarının gelerek Bakanlık listesine kendilerinin de alınması durumunda başka grupların seçimi kazanmalarının önüne geçilebileceğini söylediklerini, bu kişilerin …, sanık …, Muzaffer Bayram ve Hüseyin Yıldırım olduğunu, ismi geçenlerin söz konusu teklifi dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman tarafından seçim işlerini idare etmek üzere … ile birlikte görevlendirilmesi nedeniyle kendilerine yaptıklarını, bu teklifi Ahmet Kahraman’a götürdüklerini, Müsteşarın kurumsal bir iş birliğine sıcak bakmaması nedeniyle işin sürüncemede kaldığını, kendilerini ikna etmek için cemaatçilerden Galip, Muzaffer ve sanık …’in YARSAV Başkan Yardımcısı Murat Arslan’ı getirerek görüşme ayarladıklarını, bu görüşme sırasında …’un da hazır bulunduğunu, … ile Hüseyin Yıldırım’ın orada olup olmadığını hatırlayamadığını, sanıkla diğerlerinin Murat Arslan’ı arkadaşları olarak tanıtıp YARSAV’ı gözlerinde büyütmemeleri gerektiğini, YARSAV içerisindeki en etkili grubun kendileri olduğunu söylediklerini, müsteşar Ahmet Kahraman’ın kurumsal bir ortaklığa karşı çıkmaya devam ettiğini ancak cemaatin de kabul edeceği adayları bulmaya çalışmalarını istediğini, İstanbul’dan hem cemaate mensup hem kendilerine yakın hem de başka gruplarla da görüşüyor olması nedeniyle Resul Yıldırım’ı aday göstermek istediklerini, ilk başta …, Muzaffer Bayram, Mehmet Kaya, Dursun Murat Cevher ve sanık …’in bu isme karşı çıktığını, kendisinin Resul Yıldırım üzerinde ısrar etmesi üzerine idari yargı adaylarının belirlenmiş olduğunu,
Tanık sıfatıyla Savcılıkta; 2010 HSK seçimlerinden sonra cemaatin genel sekreter olarak dönemin Yargıtay Savcısı Mehmet Kaya’yı ön plana çıkardığını, Müsteşar Ahmet Kahraman’ın yakın hemşehrilerinin devreye girdiklerini, sanık …, … ve Ömür Borazan’ın Müsteşarın nezdinde kulis yaptıklarını, tanıdığı veya seçimler nedeniyle kendi ifadelerine göre Yargıtayda FETÖ mensubu olduğunu öğrendiği üyeler arasında sanık …’in de bulunduğunu, ayrıca 2012 yılına kadar yaptığı gözlemlere göre bu yapı içerisinde önde ve aktif olduğunu düşündüğü Yargıtay Üyelerinden birinin de sanık … olduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla Mahkemede; bu yapıya ilişkin 2013’te görevden ayrılmadan önce yaptığı çalışmalarda ismi geçen kişiler ile Yargıtay ve Danıştay Üyesi seçilenlere ilişkin kendi yaptığı çalışmadan soruşturma aşamasında bahsettiğini, sanığın isminin de o çalışmalarda geçtiğini, 1996-2010 yılları arasında Adalet Bakanlığı Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi, daire başkanı, genel müdür yardımcılığı ve genel müdür olarak görev yaptığını, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gelmesinden sonra tanıdığı sanığın bir süre sonra Sincan Adliyesine gittiğini, 2008 yılında tekrar Adalet Bakanlığına Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı olarak döndüğünü, kendisiyle çok yakın bir tanışıklığının olmadığını, sanığın Bakanlıkta cemaat mensubiyetiyle bilinen belli başlı şahıslardan biri olarak tanındığını, bunu çok söylememesine rağmen bilinen isimlerden biri olduğunu, kendisini gizleyen bir yapısının bulunmadığını, muhafazakar kimliğini açıklayan, örgütle ilgili iddianamelerde geçtiği gibi kendini gizleme gibi hareketleri bulunmayan, cemaat mensubiyeti ile bilinen belli başlı isimlerden olduğunu, sanığın mensubiyetini işine yansıtmasıyla ilgili somut bir bilgisinin olmadığını, Yargıtaydaki başkanlık ve YSK seçimlerinde organize hareket etmek suretiyle sonuçları etkilemeye çalışanlarla ilgili başlattığı çalışmalarda sanığın adının cemaat mensuplarıyla hareket edenler arasında gösterildiğini, görevden ayrılması nedeniyle yasal çalışmalarını henüz tamamlayamadığı için bilgi notu şeklindeki listelerle beraber Yargıtay Üyelerinin listesini de ilgili makamlara ilettiğini, sanığın isminin de bu listede yer aldığını, soru üzerine; sanığın Yargıtay Üyeliği seçimleri sırasında cemaatin listesinde yer almasından daha doğal bir şeyin olamayacağını, sanığın cemaatçilerin arkadaşı olduğunu bildiklerini, ancak ilk yaptıkları görüşmede sanığın seçilmesinin istenip istenmediğini hatırlayamadığını, sanık Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü olduğu için ilk etapta seçilmesini istememiş olabileceklerini, sadece cemaat mensupları değil Bakanlıkta üst görevlerde bulunan pek çok arkadaşlarının seçildiğini, sanığın o zamanki müsteşar Ahmet Kahraman’ın seçilsin diye getirdiği isimlerden biri olduğunu, cemaatten sanığın üye seçilmesi için bir talebin kendisine geldiğini hatırlamadığını, sanığın Bakanlıktan gelen listenin içerisinde olduğunu hatırladığını, soru üzerine; 2010 yılı HSK seçimlerinde cemaatin kurumsal bir yapı olarak bu işin içinde olmak istediklerini, katkı sunacaklarını söylediklerini, bu çerçevede 5-6 kişi ile görüştüklerini, onlardan biri olarak sanık …’i hatırladığını, bu kişilerin cemaat adına kendileriyle görüştüklerini, aralarında …, Muzaffer Bayram, Yüksel Hız, …, … ve sanık …’in bulunduğunu, ancak sanıkla hangi konuyu konuştuklarını tam olarak hatırlayamadığını, YARSAV’ın yönetimindeki Murat Arslan isimli şahsın Bakanlığa getirilmesiyle ilgili ilk ifadesinde sanığın ismini de saydığını, ancak Murat Arslan’ın Ankara Adliyesindeki duruşmasına katıldığında sanık …’i söylemediğini, ancak seçimlere yönelik görüştüğü 5-6 kişiden birisinin sanık … olduğunu, birkaç defa görüşmüş olabileceklerini, genel olarak bu görüşmelerin bir yönüyle cemaat diye bilenen yapıyla ittifak, bir yönüyle de seçimlerin nasıl kazanılacağına yönelik olduğunu, seçim kaybedilirse ne gibi problemler olacağının konuşulduğunu, bu anlamda görüşmelerinin tamamının cemaatle ilgisinin bulunmadığını, bir taraftan cemaatle yapılacak ittifak bir yandan da sonuca odaklı olarak neler yapılması gerektiği noktasında Bakanlığın organize ettiği toplantıların birçoğunda sanığın da bulunmuş olabileceğini, sanığın hangi toplantılarda bulunduğunu tek tek hatırlayamadığını, Resul Yıldırım’ın adaylığıyla ilgili olarak görüştüğü kişiler arasında olup olmadığını net olarak hatırlayamadığını ancak yapılan görüşmeler sırasında sanığın da bulunduğunu fakat hangi görüşmede olduğunu, net olarak hatırlayamadığını, Resul Yıldırım’ın adaylığına karşı çıkanlar arasında sanığın yer alıp almadığını hatırlayamadığını,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturmada şüpheli sıfatıyla Savcılıkta; Cihaner olayı ile ilgili olarak cemaatçi olduğunu bildiği özel yetkili savcı Osman Şanal’ın Cihaner aleyhine tanıklık yapmasını istediğini, Osman Şanal’ı araştırmak için zaman isteyip Ankara’ya gittiğini, Aydın Eser ile görüştüğünü, Osman Şanal’ın cemaat mensubu olduğunu, sadece ona değil Erzurum’daki tüm özel yetkili savcılara güvenebileceğini söylediğini, o dönem Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı olan ve cemaat mensubu olduğunu bildiği sanık … ve Genel Müdür … ile görüştüğünü, bunlara ayrı ayrı Osman Şanal’ı ve tanıklık meselesini sorduğunda istenilen tanıklığı yapmasını söylediklerini, sanığın daha sonra da kendisini adliye telefonundan arayarak “Osman Şanal senden ne istiyorsa yap.” dediğini, bunun üzerine kendisinin İliç savcısı olduğunu, Cihaner’in etrafındaki cemaatçi savcıların tanıklık yapmasının daha iyi olacağını söylediğinde sanığın “Sen Cihaner’e daha yakınsın. Senin tanıklığın daha güvenilir olur.” dediğini,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak Mahkemede; sanık …’i Erzincan’daki İlhan Cihaner olayları nedeniyle tanıdığını, o tarihte Erzincan Cumhuiyet savcısı olarak görev yaptığını, o dönem cemaatin çeşitli kollarından ve yargı mensubu olan olmayan üyelerinden tanıklık yapması hususunda çok ciddi baskılara maruz kaldığını, Ergenekon davasında ifade vermesi için yargının önde gelenleriyle özel yetkili savcıların kendisine baskı yaptıklarını, bunlardan birinin de kendisini arayıp Ankara’ya çağıran sanık … olduğunu, sanıkla birkaç defa telefonda görüştüklerini, bu konularda tanıklık yapmasını istediğini, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü iken sonradan Danıştay Üyesi seçilen … ve sanık … ile görüştüğünü, kendisine defaatle Erzincan Ergenekon ve genel olarak Ergenekon davalarında tanıklık yapması konusunda telkinde bulunduklarını, o sırada hakkında açılmış olan soruşturmalardan dolayı aklandığını, soruşturmayı yapan Ekrem Dinçer isimli Başsavcısının Alevi kökenli olduğunu ve kendisinin iyiliğini istemediğini söylediklerini, kendisini gaza getirdiklerini, sonradan onun da cemaat mensubu olduğunu öğrendiğini, tam olarak istedikleri ifadeleri vermediğini, aralarında asker kişilerin de bulunduğu pek çok kişi hakkında ifade vermesini isteyenlerin sanıktan ziyade özel yetkili savcılar olduğunu, istedikleri gibi ifade vermediği ve karşı çıktığı için sonradan Başmüfettiş olan Ekrem Dinç’in kendisi hakkında iki defa meslekten çıkarma ve üç defa yer değiştirme cezası istediğini, bu dönemde sanığın sürekli kendisine telefon açıp tanıklık yapması hususunda telkinde bulunduğunu, Ankara’ya gittiğinde bir veya iki defa sanıkla görüştüğünü, aralarındaki aracının cemaatçi olduğunu bildiği o dönemin Adalet Bakanlığı Kanunlar Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Yılmaz Erdem isimli hâkim olduğunu, soru üzerine; Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı olan İlhan Cihaner ile çok yakın olması nedeniyle cemaatin kendisini seçtiğini, 3. Ordu Komtanlığında çok sayıda tanıdığının bulunduğunu, İlhan Cihaner’in o dönemde birden çok cemaatle ilgili soruşturma yürüttüğünü, bunu kendisinin bildiğini, sanık ve diğerlerinin birçok ismi soruşturmaya katmak istediklerini, isimler verdiklerini, cemaatin 2009 yılında 3. Ordu Komutanlığında yapılan iç güvenlik seminerinin darbe planı olduğunu, kendisinin de buraya katılan komutanların çoğunu tanıdığını söylediklerini, cemaat mensubu subayların, albay konumundaki insanların telkiniyle bunun bir darbe planı olduğuna inandığını, önüne 100’e yakın subay adı koyduklarını, albayından generaline kadar bunların hepsinin Ergenekon mensubu olduklarını ifade etmesini istediklerini, bu isteklerini yerine getirmediğini, kendisini kullandıklarını, amaçlarının kendisini gizli tanık yapıp o kişileri suçlayarak ekarte etmek olduğunu, bunun da büyük kısmını yapamadıklarını çünkü kendisinin isimleri vermediğini, Ankara’ya gelip sanıkla görüştüğünde eski HSYK binasından kimliğini bırakmak suretiyle resmi girişler yaptığını, giriş tarihlerinin belli olduğunu, sanıkla yaptıkları telefon görüşmelerinin bir kısmının cep telefonuyla bir kısmının da adliye telefonuyla olduğunu, bunların kayıtlarının çıkacağını, sanıkla cemaat sohbetlerine katılmadığını, iki defa yüz yüze görüştüklerini, Mustafa Kemal Mahallesindeki Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün yeni binasında iki kez görüştüklerini, sanığın ismi geçen genel müdür yardımcısı olduğunu, eski HSYK binasında da bir defa yüz yüze ve telefonla görüştüklerini fakat beraber sohbete katılıp kitap okumadıklarını, hem Yılmaz Erdem’in hem de …’ın sanık …’in cemaat mensubu olduğunu kendisine söylediklerini, sanık … ile Kentpark isimli alışveriş merkezinin arkasındaki binalarda 2009, 2010 yıllarında görüştüğünü, sanığın Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı ya da Daire Başkanı olduğunu, tarihi tam olarak hatırlayamadığını, en son yaptıkları görüşmede ismini hatırlayamadığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde Daire Başkanı olan bir şahsın bulunduğunu, sanığın kendisine tanık olarak ifade vermesinin ehemmiyetinden bahsettiğini, sadece sanık değil Galip Tuncay’ın da baskı yaptığını, cemaatin çeşitli merkezlerinden baskı geldiğini ama sanığın etkin konumda olması nedeniyle kendisine telkinde bulunduğunu, sanığın kendisini arayarak “Osman Şanal senden ne istiyorsa onu yap.” diye talimat verdiğini, sanık, Galip Tuncay ve cemaatten birçok kişinin Osman Şanal’ın cemaat mensubu olduğunu ve ona güvenebileceğini söylediklerini, Ordu’dan ayrıldığında cemaatle diyaloğunu koparmaya başladığını, cemaatin kendisini askıya aldığını ancak cematle bağlantısını devam ettirdiğini, Mehmet Kütük isimli savcıya aidatlarını verdiğini, o dönem cemaatin tekrar çağırıp kendisini geri kazanmak ve kefaret ödetmek istediklerini, iki defa ihracının üç defa yer değiştirmesinin istenmesinde sanık …’in de imzasının bulunduğunu, onların istedikleri tanıklığı yapmadığını, böyle bir tanıklık yapsaydı 100 tane subayın tutuklanacak olduğunu, bu yüzden ihracını istediklerini, meslekten istifa etmek zorunda kaldığını,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturmada şüpheli sıfatıyla Savcılıkta; cemaate mensup olduğunu bildiği şahıslar arasında sanık …’in de bulunduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak Mahkemede; 2004-2011 yılları arasında Teftiş Kurulu Başkanlığında çalıştığını, 2011 yılının Eylül ayında cemaatle bağını kopardığını, 2010 yılının Şubat ayında İstanbul Vergi Mahkelerine soruşturma için gitmeden önce dönemin Teftiş Kurulu Başkan Yardımcısı Selahattin Atalay’ın sanık … ile görüşmesini, onun tavsiyelerinin, vereceği bilgilerin olabileceğini söylediğini, o zaman şimdiki istinaf mahkemelerinin bulunduğu yere sanık …’in yanına gittiğini, 2011 yılının Eylül ayında ayrıldığı için sonrasında neler olduğunu bilmediğini, ne görüştüklerini hatırlayamadığını, Selahattin Bey’in “Arkadaşımızdır, bir görüş.” demesi üzerine sanığın yanına gittiğini, birlikte hareket ettikleri ortamlar ya da birlikte katıldıkları sohbeter olmadığını, tanık …’in kimlerin cemaatçi olduklarına yönelik yaptığı çalışmada idari yargı kökenlileri sorduğu Personel Genel Müdür Yardımcısının kendisinin olabileceğini, teftiş kökenli olduğu için kendisinden bilgi alındığını, böyle bir çalışma yapıldığını, isim bazında kendisine soru sorulmuş olabileceğini, teftişe gitmeden önce genelde benzeri şekilde görüşmelerin yapılmadığını, ilk defa başına böyle bir şey geldiğini, normalde görev emrini alıp teftiş kurulu başkan yardımcısıyla görüşüp inceleme veya soruşturmaya gidildiğini, ne alakası var şeklinde başkan yardımcısının suratına bakınca onun da “Bizim arkadaşlardan sıkıntı yok. Bir şeyler olabilir, bir şeyler söyleyebilir.” dediğini,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturmada şüpheli sıfatıyla Savcılıkta; emekli olduğunu, Yargıtay Üyesi olarak cemaate mensup olduğunu bildiği kişiler arasında sanık …’in de bulunduğunu, ek ifadesinde; hâkim adayı olduğu dönemde üçer aylık periyotlar hâlinde Ankara’ya gelip staj eğitim merkezinde ders aldıklarını, cemaat mensubu olduğunu bildiği arkadaşları vasıtasıyla dönemindeki bu yapıya mensup diğer şahıslarla tanıştığını, hatırladıklarının arasında sanık … ile birlikte İlyas Şahin, Muzaffer Karadağ, Zihni Doğan, Mustafa Kılıç, Akın Çakın, Durdu Kavak, İbrahim Etem Kuriş, Hüseyin Serter, Yüksel Hız ve Candaş İlgün’ün bulunduğunu,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak Mahkemede; kimseye silahlı terör örgütü üyesi demediğini, öyle bir şey diyemeyeceğini, dönem arkadaşları vasıtasıyla bu yapıyla tanıştığını, dini bir yapılanma, dine hizmet eden, Allah’ın rızasını gözeten bir yapılanma olduklarını bildiğini, daha önce sanık hakkında ne ifade verdiğini hatırlayamadığını, sanığı dönem arkadaşı ve cemaatin bir mensubu olarak bildiğini, Yargıtay Üyesi seçildikten sonra zaman zaman sohbetlere birlikte katıldıklarını ancak toplantı yerlerini tam olarak hatırlayamadığını, sanık …’in kendi grubunda olmaması nedeniyle himmet parası verdiğini görmediğini, ancak bu yapıya mensup olarak sadaka ve zekat niyetiyle para verildiğini, Ankara’ya geldiğinde sanığın denetçi olduğunu duyduğunu,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli olarak Savcılıkta; aralarında sanık …’in de bulunduğu 46 kişinin cemaat mensubu olduğunu bildiğini, bu kişilerin cemaatle birlikte hareket edip cemaatin belirlediği ve verdiği talimatlar doğrultusunda Yargıtayda yapılan seçimlerde ve diğer kararlarda oy kullandıkları için cemaat mensubu olduklarını bildiğini, kendilerine gelen talimatların bu kişilerin bağlı olduğu grup sorumlularına da geldiği için onların da bu şekilde oy kullandıklarını fakat sanıkla ve diğerleriyle aynı sohbet grubunda olmadıklarını, bu kişilerin 17-25 Aralık 2013 tarihinden sonra hatta 2014 HSK seçimlerinden sonra da cemaatin belirlediği hareket tarzıyla hareket edip oy kullandıklarını, bu tarihten sonra cemaat mensubu olmayanların kendileriyle ortak hareket etmediklerini, o nedenle sanığın ve diğerlerinin cemaat mensubu olduklarının açıkça görüldüğünü,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında; fakülte yıllarından söz konusu yapıyla ilgili olduğunu düşündüğü ve bu yapının evlerinde kalan isimlerden sanık …, Mustafa Kılıç, Yüksel Hız, Sefa Mermerci, …’ı tanıdığını,
Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla Mahkemede; daha önce Ankara Cumhuriyet Başsavcılığında ve Mahkemede verdiği ifadelerinde de bahsettiği üzere irtibata geçtiği cemaat mensubu üyeler arasında sanığın bulunmadığını, kendisini hiçbir cemaat toplantısında görmediğini, sadece 17-25 Aralıktan sonraki süreçte cemaat mensubu olduğunu duyduğunu, başka bir bilgisinin bulunmadığını, Ankara Cumhuriyet Başsavcığında önüne bir liste konup hangilerini tanıdığı sorulduğunda “Benim zannettiğim kişiler arasındadır” diye açıkça ifade ettiğini, 17-25 Aralık sürecinde “Furkan Sitesindeki” listeden okuduğu kadarıyla bu zanna kapıldığını, sanığın hangi grup içerisinde çalıştığını bilmediğini, cemaat içerisinde sanığın olup olmadığını net olarak söyleyemeyeceğini,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla Savcılıkta; 2010 yılı HSYK adaylarının dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman’ın çevresinde bulunan …, Hüseyin Yıldırım, sanık …, … ve … ile belirlediklerini tahmin ettiğini, cemaat mensubu olan ya da cemaatle birlikte hareket eden Yargıtay Üyeleri arasında sanık …’in de bulunduğunu, sanığın Fetullah Gülen cemaati mensubu olduğunu, Ahmet Kahraman tarafından Adalet Bakanlığında çalışmak üzere getirildiğini ancak cemaat mensuplarının isteği üzerine Yargıtay Üyesi seçildiğini, dönemin Adalet Bakanının da sanığın seçilmesini istediğini bildiğini,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak Mahkemede; sanığı, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimliği yaptığı dönemden beri tanıdığını, aynı dönemde kendisinin de Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi olarak görev yaptığını, 28 Şubat sürecinde Personel Genel Müdürlüğünde görev yapan …, … ve Ahmet Kahraman hakkında irticadan dolayı bir soruşturma yapıldığını, bu isimlerin soruşturma sonucunda ceza almadıklarını ancak Ahmet Kahraman’ın Adalet Bakanlığından gönderildiğini, sanıkla o dönemin Müsteşar Yardımcılarından Osman Bölükbaşı’nın arasında bir ihtilaf çıktığını, bunun üzerine sanığın Sincan Hâkimliğine gönderildiğini, o tarihte ya Müsteşar Yardımcısıyken ya da Genel Müdür Yardımcısıyken Ahmet Kahraman’ın kendisine sitem ettiğini, “Bir …’e sahip çıkamadınız.” dediğini, Ahmet Kahraman ile sanık arasında hemşehricilik, bir samimiyet ve yakınlığın bulunduğunu, sanığın önce Sincan Adliyesinden Ankara Adliyesine geldiğini, ardından Ahmet Kahraman Müsteşar olunca da tekrar Bakanlığa dönüp Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısı olarak görevlendirildiğini, daha sonra da Genel Müdür olduğunu, 2010 yılında göreve başladıklarında Yargıtay ve Danıştay Üyelik seçimlerinin yapılacağını, o tarihte Genel Sekreter olan Mehmet Kaya’nın evinde daveti üzerine görüşme yaptıklarını, HSK’daki cemaatçi olarak bilinen üyeler Teoman Gökçe, Ahmet Berberoğlu, Bülent Çiçekli, Nesibe Özer, Hüseyin Serter, Resul Yıldırım, Ahmet Kaya, Ömer Köroğlu, Genel Sekreter Yardımcıları …, Muzaffer Bayram, … ve … ile birlikte Yargıtaydan tetkik hâkimleri Önder Aytaç, …, Muzaffer Özdemir ve Aydın Boşgelmez’in bulunduğunu, Mehmet Kaya’yla Genel Sekreter Yardımcılarının önceden hazırladıkları 350-400 kişilik bir listeyle geldiklerini, toplantıya giderken …’le birlikte …’a itiraz ve kabullerini bildiği için kendi adlarına konuşmasını söylediklerini, evde projeksiyonla listenin duvara yansıtıldığını, bu listede … ve diğerlerinin itiraz etmedikleri isimlerin belirlendiğini ancak o listede Adalet Bakanlığı bürokrasisinden seçilenlerin olduğunu hatırlamadığını, sanık …’in, Özcan Avcı’nın ve Ali Kaya’nın isimlerinin sözü geçen listede olduğunu hatırlamadığını, yani 350-400 kişilik listede bu şahısların isimlerinin yer aldığını hatırlamadığını, sigara içmek için 5-10 dakikalığına balkona çıktığı zamanlarda bu kişilerin isimleri sayıldıysa onu da bilmediğini, dönemin Müsteşarı Ahmet Kahraman ile görüştüklerini, Müsteşarın hem kendi adına hem de Bakan adına konuştuğunu, “Bakanlıktan bizim seçtirmek istediğimiz isimler var.” dediğini, Bunların arasında ilk zikrettiği ismin sanık … olduğunu, Müsteşarın başından beri sanığı bir kader ortağı gibi gördüğünü, her ikisinin de Bakanlıktan gönderilip tekrar geldiklerini, Müsteşarın hemşehricilik bağının da çok güçlü olduğunu, sanığa yakınlığının da bulunduğunu, Bakanlıkta birlikte çalıştıkları ilk yıllar olan 1997, 1998, 2000’li yıllarda Ahmet Kahraman’dan sanığın cemaatçi olduğunu duyduğunu, Bakanlıkta çalıştığı dönemde sanıkla aynı sohbet grubunda olmadıklarını, sanığı hiçbir cemaat sohbetinde görmediğini ancak haricen cemaatçi olduğunu duyduğunu, bildiğini, aralarında yakınlık ve samimiyet bulunmadığını, sanığı Bakanlık önerisiyle kendilerinin Yargıtay Üyesi olarak seçtiklerini, o tarihte Kurulda bulunan cemaatçi üyelerden birinin Bakanlıktan bir Genel Müdürlügün boşaldığı, Bakanlıktan bir Genel Müdürlerinin gittiğini söylediklerini, böyle bir konuşmanın geçtiğini ancak bu konuşmayı kiminle yaptıklarını hatırlayamadığını, cemaatçi 107 üye seçildi derken sanığın da bu 107 kişi içerisinde olduğunu, Muzaffer Bayram’ın Bakanlıktaki atamasında Müsteşara Muzaffer Bayram’ı kendisinin önerdiğini, bu sırada sanık …’in orada olup olmadığını hatırlamadığını, oradaki atamaların cemaatle diğer gruplar arasındaki fitneyi çıkartan olay olduğunu, cemaatin 6-0 yaptık diye sevindiğini, ayrışmaların başladığını, sanığın sorusu üzerine; dönemin YARSAV yöneticisi Murat Arslan ile yapılan toplantıya katılmadığını, bu görüşmeyi gazetelerden öğrendiğini, Mehmet Kaya’nın ismini HSK Genel Sekreteri olarak …, Ali Aydın ve ismini hatırlayamadığı Danıştay 3. Dairesindeki Cumhurbaşkanı tarafından HSK üyesi olarak atanan Rasim Aytin’in gündeme getirdiğini, sanığın Ahmet Kahraman’dan böyle bir istekte bulunmadığını,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla Savcılıkta; 2001 sonunda Bakanlığa geldiğini, kendisinden sonra da sanığın aynı yere geldiğini, 2004 yılına kadar Personel Genel Müdürlüğündeki arkadaşlarıyla bir arada olduklarını, 2004 yılında …, Hüseyin Yıldırım, … ve …’in daire başkanı ve genel müdür yardımcısı görevlerine atanmalarından sonra bir araya gelme imkanlarının kalmadığını, …’le kendisinin yalnız kaldığını, bu nedenle 2004 yılından sonra sohbet grubunun değiştirildiğini, hatırladığı kadarıyla …, kendisi, sanık … ve …’ın ceza işlerinde bir araya geldiklerini,
Kovuşturma aşamasında tanık olarak Mahkemede; 2001 yılı sonunda Adalet Bakanlığına geldiğini, ondan önce tanımadığı sanığın kendisinden sonra Bakanlıkta görevlenirildiğini, ilk başta …, … ve … ile birlikteyken onların daire başkanı ve genel müdür olmaları nedeniyle bir araya gelme imkânlarının azaldığını, 2004 yılından sonra sohbet grubunun değiştirildiğini, hatırladığı kadarıyla kendisi, …, sanık … ve …’ın ceza işlerinde bir araya geldiklerini, 2011 yılında sanığın, 2012 yılında ise kendisinin Yargıtay Üyesi seçildiğini, orada herhangi bir birlikteliklerinin olmadığını, yayımlanan bir listede sanığın da isminin cemaatçi olarak geçtiğini, soru üzerine; 2004-2006 arasında sanıkla cemaat sohbetlerine katıldıklarını, cemaate himmet parası verdiğini, kendisiyle toplantılara katılanların da himmet parası ödediklerini ancak neyi ne kadar verdiklerini bilmediğini, sanığın o sohbetlere katıldığı dönemde tetkik hâkimi olarak görev yaptığını,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında Savcılıkta; Eskişehir Başsavcı vekili iken Eskişehir ve Ankara’da yaptıkları sohbet toplantılarının bir kısmına o dönemde Yargıtay Üyesi olan …, Dursun Altınöz, Ahmet Turan Doğan ve …’in de katıldığını, ancak bu isimlerin bütün toplantılara değil bir veya ikisine katıldıklarını,
Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla istinabe olunan İstanbul 27. Ağır Ceza Mahkemesinde; daha önceki ifadelerini aynen tekrar ettiğini, sanığın Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi olmasından ve birkaç defa Bakanlığa uğramasından dolayı tanıdığını, 2011-2014 tarihleri arasında Eskişehir Cumhuriyet Başsavcı vekilliği yaptığını, bu dönemde zaman zaman Ankara’ya gittiğini, Eskişehir’de görev yaptığı dönemde cemaatin sohbet toplantılarına katıldığını, aynı şekilde Ankara’da düzenlenen sohbet toplantılarına da on defa katıldığını, 2011-2014 tarihleri arasında bu toplantıların birinde sanık …’i gördüğünü, bu toplahtılarda talimat alınmadığını, dini sohbetler yapıldığını, sanık müdafisinin sorusu üzerine; cezaevinde bulunduğu süreçte ağır psikolojik ilaçlar kullandığını, bazı konuları hatırlamakta zorlandığını, sanığın Eskişehir’de düzenlenen toplantılara katılmadığını net olarak söyleyebileceğini, soruşturma aşamasındaki ifadesiyle görülen çelişki sorulduğunda; sanığın sadece Ankara’da yapılan toplantıya katıldığını,
Tanık … kendisi hakkında yürütülen soruşturma kapsamında şüpheli sıfatıyla Savcılıkta; sanık …’i hatırlayamadığını,
Kovuşturma aşamasında tanık sıfatıyla istinabe olunan Tire 2. Asliye Ceza Mahkemesinde; sanığı tanımadığını, kendisini hiç görmediğini, örgüt içerisinde adını duyduğunu ancak kimden duyduğunu hatırlamadığını, Yargıtayda görevli … diye birinin isminin geçtiğini hatırladığını, soruşturma aşamasında polisler “Şehir dışında tanıdığın kimse var mı ?” diye sorunca … isimli birinin Yargıtayda görevli olduğunu duyduğunu, bu hususun araştırılmasını söylediğini, ilk ifadesinde … diye birini tanımadığını söylediğini ancak polislerin şehir dışında tanıdığı birinin olup olmadığını sormaları üzerine Yargıtayda … isimli şahsın araştırılmasını söylediğini,
İfade etmişler,
Sanık … Savcılıkta; Yargıtay Üyesi olması nedeniyle hakkındaki soruşturmanın Yargıtayın Teşkilat Yasası’na göre yapılması gerektiğini, birkaç istisna sağlık yardımından başka söz konusu yapının okul, hastane, yurt, dersane gibi faaliyetlerinden ne kendisinin ne de eşinin ve çocuklarının istifade ettiğini, sadece çocuklarından birinin doğumunun bu yapının olduğu iddia edilen hastanede gerçekleştiğini, 1999 yılında ilk kez Adalet Bakanlığında görevlendirilmesinin nedeninin çocuğunun sağ parezi rahatsızlığı nedeniyle Hacettepe Hastanesinde tedavi görmesi olduğunu, cemaate hiç himmet parası vermediğini, ADYAV isimli Yargıtay çalışanlarının kurduğu vakıf dışında hiçbir yere üye olmadığını, sınav komisyonlarında görev almadığını, 2014 HSK seçimlerinde herhangi bir seçim faaliyetinde bulunmadığını, terör örgütünün yargı imamı olduğu belirtilen Ahmet Can ve yardımcısı Osman Karakuş’u tanımadığını, soruşturmalarda adı geçen Abdülkadir Aksoy’un 1990 yılında Ankara Adliyesinde görevliyken geçirdiği maddi hasarlı trafik kazasında avukatlığını yaptığını, 18 Temmuz 2016 tarihinde normal mesaisine gitmek için bindiği servisten inip Yargıtayın karşısındaki Olgunlar Sokakta bulunan notere vekâlet çıkarmak için giderken işhanının girişinde polislerin kendisini yakaladığını, bu durumun kaçmadığını, iyi niyetli olduğunu gösterdiğini,
Mahkemede;
Kişisel suç yönünden göreve ilişkin olarak; Yargıtay 9. Ceza Dairesinin ilk derece sıfatıyla baktığı bu davanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturmaya başladığı 16.07.2016 tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca Yargıtay Ceza Genel Kurulunda görülmesi gerektiğini, 2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 142. maddesi gereğince mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usullerinin kanunla düzenlenmesi gerektiğini, bu anayasal hüküm karşısında kanunla yapılması gereken değişikliğin KHK ile yapıldığını, tarafı olunan Avrupa İnsan hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin 1. fıkrasının da yasa ile kurulmuş bağımsız ve tarafsız bir mahkemeden söz ettiğini, KHK ile mahkemelerin görev ve yetkilerinin düzenlenmesinin açıkça adil yargılanma hakkının ihlali niteliğinde olduğunu, ilaveten KHK ile değişiklik yapılmadan önce Ceza Genel Kurulunda müzakerelerin 47 üye ile birlikte yapıldığını, yargılamanın kendileri için daha güvenceli olduğunu fakat KHK’dan sonra Dairenin görevlendirilmesiyle müzakerelerin beş kişiden oluşturulan heyetle görüldüğünü, hakkında verilecek kararın temyiz mercisinin de hâliyle değiştiğini, dolayısıyla Anayasanın 37. maddesindeki kanuni hâkim güvencesinin hiçe sayıldığından adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini,
Soruşturma usulüne ilişkin olarak; Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hakkındaki soruşturmayı CMK’nın 161/8. maddesi gereğince başlattığını söylediğini, bu maddenin Cumhuriyet savcılarının genel soruşturmalar yönünden görev ve yetkilerini düzenlediğini, maddenin 8. fıkrasının ise özel soruşturma usulü öngörülmemiş hâller için geçerli olduğunu, fıkrada TCK’nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316’ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılacağının belirtildiği oysa Yargıtay Üyeleri için özel soruşturma usulünü benimseyen Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesindeki başlığın “Kişisel ve görevle ilgili suçlar” şeklinde olduğunu, Yargıtay Birinci Başkanı, Birinci Başkanvekilleri, Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleri ile ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesinin birinci başkanlık kurulunun kararına, ağır cezayı gerektiren suçüstü hâllerinin hazırlık ve ilk soruşturmasının genel hükümlere tabi olduğunun belirtildiğini, görüldüğü üzere CMK’nın genel, Yargıtay Kanunu’nun özel kanun niteliğinde olduğunu, Özel Kanun’da görev veya kişisel suç ayrımına gidilmediğini, her şartta soruşturma izninin Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlandığını, netice olarak Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının hakkında soruşturma başlatması ve delil toplamasının bu yönüyle usule, toplanan delillerin de hukuka aykırı olduğunu, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca da Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının bu şekilde soruşturmaya başlanmasını doğru bulmamış olacağından düzenlediği iddianamede soruşturmaya başlamanın dayanağını CMK’nın 161/8. maddesi olarak gösteremediğini, terör üyeliği suçunun ağır ceza mahkemesinin görevine girip temadi eden suçlardan olduğundan bahisle soruşturmanın Yargıtay Kanunu’nun 46/1, son cümleye göre yapıldığını izaha çalıştığını, CMK’nın 161/8. maddesine göre Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca soruşturmaya başlanması nedeniyle artık toplanan deliller ve tutukluluk dahil uygulanan tüm tedbirler, arama ile el koyma tedbirlerinin hepsinin usule aykırı hale geldiğini, genel hükümlere göre soruşturma yapılabilmesi için eylemin ağır ceza mahkemesinin görevine girmesi ve suçüstü hâlinin bulunması koşullarının bir arada gerçekleşmesi gerektiğini, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin son kararında atıf yaptığı İzzet Özgenç’in “Suç Örgütleri” kitabındaki örneklerin şahsını ilgilendiren kısımlarından hareketle kendisine isnat edilen eylemin silahlı örgüt üyeliği olduğu ve bu suçun ağır ceza mahkemesinin görevine girdiğine şüphe bulunmadığını, anılan kitaplardaki örneklerden anlaşılacağı üzere kendisi bakımından suçüstü hâlinin koşullarının bulunmadığını, ortada işlenmekte olan bir suç, henüz işlenmiş olan bir fiil ile bu fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanma durumu veya fiilin pek az zaman önce işlendiğini gösteren eşya ya da delille yakalama hâlinin bulunmadığını, dolayısıyla suçüstü hâlinin olmadığını, Yargıtay Üyesi olarak görev yaptığı dönemde servisle iş yerine gittiğinde servisten inip henüz iş yerine varmadan cadde ortasında kolluk görevlileri tarafından yakalama işlemine tabi tutulup gözaltına alındığını, bir Yargıtay Üyesinin hakkında servisten indikten sonra cadde ortasında yakalama işlemi yapılmasının Yargıtay Kanunu’nun 46/1 maddesinin son cümlesindeki ağır cezayı gerektiren suçüstü haline uygun düşmediğini, dolayısıyla genel hükümlere göre soruşturma yürütülemeyeceğini, buna ilişkin yaptığı itirazlarının ise dikkate alınmadığını, usule aykırı şekilde toplanan delillerin Anayasa’nın 38/6, CMK’nın 206/2-a, 217/2 ve 289/1-j maddelerine aykırılık oluşturduğunu, bu nedenle aleyhine kullanılamayacağını, iddianamede TCK’nın 314/2. maddesinde düzenlenen örgüt üyeliği suçunun ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve temadi eden suçlardan olduğu, temadinin ise yakalama tarihiyle kesintiye uğradığı, yakalama tarihinin suç tarihi olduğu, başka bir ifadeyle suçustü hâlinin kabul edildiği gerekçesiyle hakkındaki soruşturmanın genel hükümlere göre sürdürüldüğünün ifade edildiğini, suçüstünün usul hükmü olduğunu, temadinin ise maddi ceza hukuku müessesesi olduğunu, CMK’nın 2/1-j maddesinde suçüstü hâlinin tek tek sayıldığını, bu sayılanlar arasında temadi eden suçun bulunmadığını, TCK’nın 314/2. maddesindeki örgüt üyeliği kapsamında işlenen bir suçun varlığı hâlinde örneğin örgütün faaliyeti kapsamında bir toplantı hâlindeyken yakalanma durumunda suçüstünden bahsedilebileceğini, kendisiyle ilgili böyle bir yakalama durumunun sözkonusu olmadığını, iş yerine gittiği servisten indikten kısa bir süre sonra yakalama ve gözaltına alma işleminin uygulandığını, yapılan üst aramasında fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delilin ele geçirilmediğini, üzerinden çıkan eşyaların hiçbirinin örgüt üyeliği suçunun pek az zaman önce işlendiğini gösteren delil niteliğinde olmadığını, telefonunda o tarihte yapılan incelemede de ByLock uygulamasının çıkmadığını,
ByLock kullanımına ilişkin olarak; Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 24.04.2017 tarih, 2015/3 ve 2017/3 esas sayılı kararında referans alınan İzzet Özgenç’in kitabında uygulamanın ancak münhasıran bir suç örgütünün mensupları tarafından kullanılması gerektiğini koşul kabul etmişken Dairece uygulamanın neredeyse tamamının örgüt mensuplarınca kullanıldığını tespit etmiş olması karşısında iddianamede yazıldığı gibi 16. Ceza Dairesinin kararında ByLock uygulamasının münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgüt üyelerinin kullanması amacıyla oluşturulduğu ve kullanıldığına yönelik tespitin doğru olmadığını,
FETÖ/PDY silahli terör örgütünün hazırladığı listeden Yargıtay Üyesi seçildiği iddiasına ilişkin olarak; iddianamede 2010 HSYK seçimlerinde çoğunluğun ele geçirilmesi üzerine örgüt liderinin talimatlarıyla örgüt üyelerinin kendi aralarında yaptıkları toplantılar sonucunda Yargıtay Üyesi seçilmesine karar verilenler içerisinde kendisinin de olduğunun belirtildiğini, bu iddiayı kabul etmediğini, tanık olarak dinlenen …’nin cemaat mensubu olduğunu, kendisiyle ilgili olarak dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman tarafından Adalet Bakanlığına getirildiğini söylerken aynı zamanda da cemaat tarafından Yargıtay Üyeliğine getirildiğini belirttiğini, ardından Adalet Bakanının da kendisinin seçilmesini istediğini beyan ettiğini, tanık …’un da benzer ifadeler kullandığını, şahsen kimseden üyelik istemediğini, iddianamenin Bakanlık kontenjanından değil cemaat kontenjanından seçildiğini kabul ettiğini, bu nedenle örgüt üyesi olmakla suçlandığını, bunların bir kişiyi örgüt üyesi olmakla suçlamaya yetmeyeceğini, 2008 yılında Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde görev verilmesinin de 2010 yılında aynı birimde Genel Müdürlük ve 2011 yılında Yargıtay Üyeliği teklifinin de dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı Ahmet Kahraman’dan geldiğini, bu konuyla ilgili cemaatle ya da başka biriyle görüşmesinin olmadığını, seçim günü rahatsızlığından dolayı erken uyuduğunu, saat 23.00 gibi önce tanık …’un, ardından dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman’ın sonra da Adalet Bakanı Sadullah Ergin’in arayıp “Hayırlı olsun.” dediklerini, bu durumda üye seçilmesini kimden bilmesi gerektiğini heyete sormak istediğini, bu soruya kendi cevabının ise “Allah’tan biliyorum.” olduğunu, Türkiye Cumhuriyetinin tüm değerlerini gururla taşıdığını, kimsesizlerin kimsesi, bize Atatürk tarafından miras bırakılan Cumhuriyetin ortaya koyduğu eğitim sisteminin yetiştirdiği bir hâkim olduğunu gururla ifade ettiğini, üye seçilmek için terfileri, kıdem durumu, sicili ve mesleki müktesebatı nazara alındığında üye seçilme koşullarını haydi haydi taşıdığını, bu şartları taşıyan herkesin üye seçilemediğini çünkü birinin isminizi gündeme getirmesi gerektiğini, bunu da Ahmet Kahraman’ın yaptığını, kimsenin kontenjanından seçilmek gibi bir çabasının olmadığını, gıyabında olup bitenleri de bu hadiseler nedeniyle öğrendiğini, dönemin Adalet Bakanının Fakülteden sınıf arkadaşı olduğunu, onun da üyeliğini istediğini, Türkiye Cumhuriyetinin Yargıtay Üyesi olmaktan başka hiçbir aidiyeti kendisine yakıştırmadığını, görevini demokrasinin temel kavram, kural ve kurumlarına saygılı ve yine kamusal görevinin ifasında laik Cumhuriyetten ödün vermeden yerine getirmeye çalıştığını, hiçbir dosyayla ilgili taraflı karar verdiğine, başkasının etkisinde kaldığına yönelik isnat bulunmadığını, herkesin bildiği kadar bilgi sahibi olduğu, amaç ve hedefleri doğrultusunda hareket etme ve karar vermeyi kabul etmediği FETÖ/PDY isimli örgütün lehine görev ifa etmesinin söz konusu olmadığını, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca hakkında düzenlenen fezlekede dönemin YARSAV Genel Sekreteri Murat Arslan’ın aynı yapı içerisinde bulunan …, Muzaffer Bayram, …, …, … ve kendisiyle Bakanlıkta görüşüp dernek içerisinde 300-400 kişinin bulunduğunu belirttiği, yapılan senaryo gereği farklı sosyal yapı içerisinde oldukları imajı verilen cemaat üyelerinin listeye girmesini sağladıklarının iddia edildiğini, böyle bir senaryonun içerisinde bulunmadığını, o dönem Ceza İşleri Genel Müdürlüğü görevini yürüttüğünü, YARSAV Genel Sekreteri Murat Arslan’ı tanımadığını, fezlekenin 91. sayfasında açıkça Adalet Bakanlığı listesini hazırlayıp bu senaryoyu uygulayanların …, … ve … olduğu tespitine yer verildiğini, kendisiyle hiç bir araya gelmediğini, hatta o tarihte YARSAV’ın şikâyeti üzerine kendisi hakkında bir dava görüldüğünü, fezlekede örgütün beşer kişilik hücreler hâlinde yapılandığının anlatıldığını, oysa ki aleyhinde ifade verenlerin yüzlerce kişiyi saydıklarını, fezlekenin ve iddianamenin kendi tezlerini çürüttüğünü,
Arama ve el koyma işlemlerine yönelik olarak; herhangi bir arama kararı ve savcılık emri gösterilmeden 18.07.2016 tarihinde Ankara Yenimahalle’de bulunan lojmanında, otomobilinde ve iş yerinde arama yapıldığını, düzenlenen tutanağa “FETÖ/PDY terör örgütüne üyelik iddiası ile gecikmesinde sakınca bulunan hâller kapsamında … isimli şahsın yakalanarak gözaltına alınması, ikameti, adına kayıtlı araçlarında ve iş yerinde arama yapılması ve tespit edilen suç unsurlarına el konulması yönünde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Anayasal Düzene Karşı İşlenen Suçlar Hazırlık Bürosundan alınan 18.07.2016 tarihli ve 2016/103606 soruşturma numaralı yazılı talimat gereğince,” ibaresinin yazıldığını, dijital materyallerin ve iş yerinde kullandığı bilgisayarının yine imaj alınmadan bulunduğu hâl üzerine alınıp götürüldüğünü, İç İşleri Bakanlığının genelgesinden söz edilmesine rağmen böyle bir genelge gösterilmeden taşıma ruhsatlı silahlarının alındığını, bu usulsüzlükleri kısaca tutanağa yazıp müdafisiyle birlikte şerh koyduklarını, o tarihte görevdeki bir Yargıtay Üyesi olarak Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinin hakkında uygulanmadığını, özel mektuplarına konuyla ilgili olmamasına rağmen el konulduğunu, pek çok Yargıtay Üyesi ile ilgili soruşturma başlatıldığını haricen öğrenince 16, 17 Temmuz 2016 tarihlerinde yani cumartesi ve pazar günü evde beklediğini bazen de aile fertlerinden birini evde bırakıp kısa süreliğine dışarı çıktığını, herhangi bir tebligat almadığını, telefon açılmadığını, bunun üzerine pazartesi günü serbest kıyafetle servise binerek işe gittiğini, servisten inip avukatına vekâlet vermek için bilgilerinin bulunduğu notere gitmek üzere yolun karşısına doğru yürüdüğünü, binan girişinde beş tane polis memurunun etrafını sardığını, kimliklerini sorduğunda kendisine ters kelepçe yapmak istediklerini, “Şu anda seni vurma yetkimiz bile var.” dediklerini, isteği üzerine barodan avukat çağırıldığını, Yargıtay binasında yakalama işlemi yapıldığını, tutanağa kaçtığının yazıldığını, itiraz edince Yargıtay güvenlik görevlilerinden ikisinin kaçtığı şeklinde haber verdiklerini söylediklerini, itiraz edip kaçmadığını beyan ettiğini, itiraz etmesine rağmen bu ifadeyi tutanaktan çıkarmayan görevlileri gerçeğe aykırı beyanları nedeniyle şikâyet ettiğini, Ankara 2. Sulh Ceza Hâkimliğinin kararı yüzüne okunmadığı için gözaltı işleminin usulsüz olduğunu, Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesi gözetildiğinde adil yargılanma hakkının ihlal edildiğini, tedbir kararlarını veren yargı mercilerin değişmesi nedeniyle de doğal hâkim ilkesinin ihlal edildiğini,
HTS kayıtlarıyla baz istasyonu hareketlerine ilişkin olarak; 15.07.2016-16.07.2016 tarihleri arasındaki görüşmelerine bakıldığında aranan ve arayan numaraların ya aile bireylerine ya mesai arkadaşlarına ya da meslektaşlarına ait olduğunu, bu kişilerden bazılarının FETÖ/PDY şüphelisi olduklarını analiz raporlarını görünce öğrendiğini, baz sinyal hareketlerinin evinin bulunduğu mahalle ile iş yeri civarını işaret ettiğini, Keçiören ilçesinden alınan sinyal bilgilerinin ise bir meslektaşının oğlunun sünnet merasimi için belediye binasının karşısındaki doktora gitmesinden kaynaklandığını, GPRS bilgilerinin de baz hareketleriyle uyumlu olduğunu, GSM hattına ilişkin analizde yer alan en çok görüşme yaptığı kişilerin de ya aile bireyleri ya meslektaşları ya da arkadaşlarından oluştuğunu, bunların dışında tanıyamadığı birkaç isim bulunduğunu, FETÖ ile iltisaklı kurumlardan “Kimse Yok Mu” Derneğinden 63 tane mesaj alması hususunda ise bu kurumun Bakanlar Kurulunca kamuya yararlı dernek olarak kabul edilmesi üzerine GSM şirketinden numarasını temin etmiş olabileceklerini, söz konusu mesajların bayram seyran kutlamaları için atılmış mesajlar olabileceğini düşündüğünü, bu mesajları engellemenin mümkün olmadığını, bu derneğe herhangi bir yardım yapmadığını, yabancı uyruklu şahıslar ve yurtdışı numalara ait arama ve kısa mesaj kayıtlarının FETÖ/PDY ile bir ilgisinin bulunmadığını düşündüğünü, İngiltere’de ve Amerika’da haberleştiği avukatların bulunduğunu, ancak bu aramalarla mesajlaşmaların onlarla ilgili olup olmadığını bilemediğini, diğer ülkeler İsveç, İsviçre, Almanya ve Hollanda ile bir irtibatının olmadığını, bunun nasıl tespit edildiğini de anlayamadığını, sivil imam diye tabir edilen kişilerle ortak baz, yurtdışı giriş, çıkış ABD görüşmeleri ve yaz kampı irtibatına ilişkin 10.07.2017 tarihli rapora ilişkin olarak tatilini genelde memleketi olan Gökçen’de geçirdiğini, düz bir alanda olan yerleşim yerinde baz istasyonu bulunmadığını, o yüzden bazı dönemlerde Tire’ye bağlı bazı zamanlar da Ödemiş’e bağlı baz istasyonlarından sinyal aldıklarını, ortak sinyal verdikleri Yargıtay Üyeleri Halit Kıvrıl ile Mehmet Sait Demiröz’ün de memleketlerinde yani Ödemiş’te oturduklarını, Yusuf Memiş isimli Yargıtay Üyesi’nin neden aynı yerden sinyal aldığını bilmediğini, ortak baz sinyali aldıkları tespit edilen sivil imamlar Erkan Yılmaz ve Selçik Ayhan’ı tanımadığını, diğer şahısların ise Urankent ve Adalet Sitesinde ikamet eden arkadaşları olduğunu,
Tanık beyanlarına ilişkin olarak;
Tanık …’nin beyanlarına karşı; etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak isteyen veya gizli tanıklık yapanların CMK’nın 50/1-c maddesi kapsamında aynı suçtan yargılanan şerikler olmaları nedeniyle yeminsiz dinlenmeleri gerektiğini, tanıklıklarını çok ayrıntılı yapmaları nedeniyle kendilerinin de sanık olma ihtimalinin bulunduğunu, tanık …’nin disiplin cezası olmamasına rağmen hücreye konması nedeniyle içinde bulunduğu şartlardan kurtulmak amacıyla kendisine ve birçok kişiye iftira attığını, hakkında 2010 yılı HSK seçimlerinde dönemin Müsteşarı Ahmet Kahraman’ın etrafındaki isimlerle adayları belirlediğini, kendisinin de bu toplantılara katıldığını söylediğini ancak sadece bir defa İller Bankasında, Müsteşarın Ankara Adliyesinden hâkim savcılar ve Bakanlık amirleriyle yaptığı toplantıya katıldığını, burada Müsteşar Ahmet Kahraman’ın eski HSK üyeleriyle yaşanan sıkıntılardan bahsedip yeni kurulun sağlıklı olmasının çok önemli olduğundan bahsettiğini, başka bir toplantının da Hâkimevinin aynalı salonunda yapıldığını, tanık …’nin kendisiyle ilgili olarak cemaat üyesi olduğunu, Ahmet Kahraman tarafından Bakanlığa getirildiğini, cemaatin isteği üzerine Yargıtay Üyesi seçildiğini, Adalet Bakanının da seçilmesini istediğini beyan ettiğini, mensubiyete ilişkin iddiaların soyut olduğunu, herhangi bir eylemin ortaya konmadığını, sırf tahliye olabilmek için listeye bir isim daha katmaya çalıştığını, kimseden kendisini Yargıtay Üyesi seçmelerini istemediğini,
Esas hakkında mütalaaya karşı beyanlarında savunmasına ek olarak; savcılık görüşünde 2010 HSYK seçimlerinde adayların belirlenmesi sırasında … tarafından hiçbir aşamada adının zikredilmediğinin gözden kaçırıldığını,
Tanık …’un beyanlarına karşı; eski İliç savcısı olan tanığın soruşturma aşamasında iki defa ifadesinin alındığını, isminin ikinci ifadede geçtiğini, tanığın daha önce İlhan Cihaner ve Dursun Çiçek hakkında Yargıtay 11. Ceza Dairesince yapılan yargılamada dinlendiğini ve tanıklığına itibar edilmediğini, Ergenekon davasında da Yargıtay 11. Ceza Dairesinin kararı gözetilerek …’un ifadesinin benimsenmediğini, … hakkında Erzincan ilinde yaptığı tanıklık nedeniyle yalancı tanıklık suçundan dava açıldığını, Ergenekon davası sırasında İliç Savcısı olarak görev yapan tanığın Dursun Çiçek’in giydiği üniforma rengine ilişkin yalan söylediğinin duruşmadaki diyaloglarından anlaşıldığını, tanığın o soruşturmayı yürüten Osman Şanal’ın baskısıyla fazla önemsemeden gösterdiği fotoğraflardaki şahsı teşhis ettiğini söyleyip tutanağı imzaladığını söylediğini, tanığın güvenilmez biri olduğunu, Yargıtay 16. Ceza Dairesinin 2015/4672 esas, 2016/2330 karar numaralı ilamında “Yargıtay 11.Ceza Dairesinin ilk derece mahkeme sıfatıyla 13.11.2015 tarih ve 2012/1 esas, 2015/4 karar sayılı kararında gerçeğe aykırı beyanda bulunduğu tespit ve kabul edilen ve haklarında bu nedenle soruşturma yürütülen gizli tanık Efe ve gizli tanık Munzur’un beyanlarının hükme esas alınması usul ve yasaya aykırı olmuştur.” şeklinde tespite yer verildiğini, tanığın soruşturma aşamasındaki ifadesinde kendisinin ve …’ın İlhan Cihaner hakkında yürütülen soruşturmada savcı Osman Şanal’ın yabancı değil cemaatin içerisinde olduğunu, kendisinin adliyeye telefon açarak Osman Şanal ne istiyorsa onu yapmasını söylediğini, şahsi olarak İlhan Cihaner’e yakın olması nedeniyle Erzincan merkezindeki cemaat mensuplarının değil bizzat Bayram’ın tanıklık yapmasını istediğini anlattığını, bu nedenle telefon kayıtlarının incelenmesini istediğini, tanığın kendisiyle ilgili ifadesine baktığında çok detaylı olduğunu, yazım yanlışı bile bulunmadığını, ses ve görüntü kaydının da olmaması karşısında adeta tanığın önüne istihbarat bilgileri konup ezberletildikten sonra bunları beş duyu organıyla gözlemlemiş gibi anlattığı izlenimi doğduğunu, tanıkla birbirlerini tanımadıklarını, dönemdaş olmadıklarını, farklı fakültelerde okuduklarını, tanığın adını soruşturma dosyalarından hatırladığını, …’un kendisiyle ilgili cemaat mensubu olduğuna yönelik beyanını neye göre verdiğini bilmediğini, tanığın beyanına itibar edilemeyeceğinin Yargıtay 11. ve 16. Ceza Dairelerinin kararlarında belirtildiğini, eşini ve kendisini cezaevinden kurtarmak için kendisine iftira atan tanığın beş gün süren ifadesinde yorgun ve rahatsız olduğunu defalarca belirttiğinin görüldüğünü, bunun da bir nevi işkence altında ifade verdiğini gösterdiğini, fakülte yıllarında cemaat mensubu olduğunun anlatıldığını, öğrenciyken Nazım Hikmet şiir dinletilerine gittiğini, Türkeş’in sohbetlerine de katıldığını, bu durumda komünist ya da bazıların tabiriyle faşist mi olduğunu sormak istediğini,
Esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarında savunmasına ek olarak; tanığa hangi telefondan arandığı sorulduğunda resmi telefonlardan da cepten de aranmış olabileceği şeklinde açıklamada bulunduğunu, Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün o döneme ait tüm telefon kayıtlarının getirtildiğini, İliç Adliyesinin aranmasına ilişkin bir kayda rastlanmadığını, Mahkeme Heyeti tarafından da bu durumun teyit edildiğini, tanığın cep telefonundan arama yapmış olabileceğini söylemesi nedeniyle adına kayıtlı numaraların o döneme ilişkin HTS kayıtlarının getirtilmesini istediğini ancak Mahkeme tarafından bu talebinin reddedildiğini,
Mahkemedeki tanıklığına karşı; tanığın hiçbir delile dayanmayan iftira niteliğinde iddialar ortaya attığını, tanığı ilk kez duruşmaya bağlandığı SEGBİS aracılığıyla gördüğünü, daha önce hiç görüşmediklerini, konuşmadıklarını, telefonlaşmadıklarını, …’un her dönemin tanığı olduğunu, …’un ve eşinin de aynı suçtan soruşturma geçirdiklerini, tutuklandıklarını, tanık hakkında dava açıldığını, bu nedenle CMK’nın 50/1-c maddesi gereği yeminsiz dinlenmesinin gerektiğini, Ergenekon davası kapsamında da yalancı tanıklıktan yargılandığını, Ergenekon davaları bakımından Yargıtay 16. ve 11. Ceza Dairelerinin kararlarında da belirtilen hususlar gözetildiğinde sanığın yalancı tanıklığının doğrulandığını, tanığın İzmir Cumhuriyet Başsavcılığında verdiği ifadesinde kendisinin cemaatçi olduğuna dair herhangi bir beyanda bulunmadığını, Erzurum Cumhuriyet Savcısının isteği doğrultusunda tanıklık yapmasıyla ilgili isminin geçtiğini, bu kapsamda tanığın önce Erzurum savcısına gittiğini, tanıklığın mahiyetini öğrenip önceden tanıştığı Adalet ve Kalkınma Partisi kurucularından Yaşar Karayel’e gittiğini, onun da kendisini Başbakan Yardımcısı Hayati Yazıcı’ya götürdüğünü, duyduğu tedirğinliği anlattığını, tanık olduğu olayları anlatınca Yaşar Karayel ve Hayati Yazıcı’nın tanık olarak ifade vermesinin hayırlı olacağını söylediklerini, Erzincan’a döndükten birkaç gün sonra da Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürü ya da yardımcısı olan …’in telefonla aradığını, vereceği ifadenin önemini anlattığını, Dursun Çiçek’le ilgili teşhis öncesi kendisinin tekrar arayarak bildiği başka hususların olup olmadığını sorduğunu beyan ettiğini ancak Ankara’da kendisiyle görüştüğünden bahsetmediğini, çünkü böyle bir görüşme yapmadıklarını, aynı tarihli ifadesinde Malazgirt’te çalışırken Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili Mahmut Durdu’nun arayarak istifasını istediklerini, hakkında müfettişin ve Ceza İşleri Genel Müdürünün ihraç istediğini söylediğini, ertesi gün Ankara’ya gidip istifa dilekçesini verdiğini anlattığını ancak prosedürün bu şekilde işlemediğini, tüm aşamalar tamamlandıktan sonra bakanın oluruyla disipline sevk yazısının HSYK’ya gönderildiğini, tanığın söylediği gibi HSYK’ya sevki için Adalet Bakanının “Olur” verip ardından da o kişiye telefon açıp senin hakkında müfettiş ve Ceza İşleri Genel Müdürlüğü ihraç istedi, sen ihraç olmamak için gel istifa et demesinin mümkün olmadığını, bunun bile tanığın yalan söylediğinin ispatı olduğunu, heyetin tanığın beyanını makul görmesi hâlinde o tarihteki Adalet Bakanı Sadullah Ergin ile Adalet ve Kalkınma Partisi milletvekili Mahmut Durdu’nun tanık olarak dinlenmelerini talep ettiğini, tanığın müfettiş Ekrem Dinçer ile kendisinin hakkında iki defa ihraç ve üç defa yer değiştirme ve birkaç alt derece disiplin cezası istediklerini söylemiş ise de ilgili mucip getirildiğinde görüleceği üzere Bakanlık olurunda yalnızca ilgilinin eylemlerinin yazıldığını, disiplin işlemini yapacak merci olan HSYK’nın önüne giden yazıda ihraç, yer değiştirme vesaire talebinin bulunmadığını, sadece eylemin yazılı olduğunu, eylem hem adli kovuşturmayı hem de disiplini gerektiriyorsa buna ilişkin bir değerlendirme, yalnızca disiplini gerektiriyorsa buna ilişkin işlem tesisinin talebini içeren bir değerlendirmeyle HSYK’ya gönderildiğini, tanığın bu şeklide beyanda bulunmasına rağmen etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanamayınca beş gün süren ikinci bir ifade verdiğini, ilk ifadesinde bahsetmemesine rağmen bu ifadesinde kendisiyle ilgili herhangi bir delile dayanmaksızın cemaat mensubu olduğunu bildiğini beyan ettiğini, duruşmada sorduğu soruya da “Suç örgütü üyesi olduğunu bir başkasından duydum.” şeklinde cevap verdiğini, tanığın önce Osman Şanal’ı iyi tanıdığını söylerken daha sonra Osman Şanal’ı araştırmak için Ankara’ya gittiğini söylediğini, ilk beyanlarında Yaşar Karayel ve Hayati Yazıcı ile görüştüğünü söylerken sonra bu isimleri zikretmeden kendisiyle birlikte başka kişilerin isimlerini söylediğini, bu kişilerle görüştükten sonra tanıklık yapmaya karar verdiğini anlattığını, tanığın beyanlarına itibar edilemeyeceğini, tanığın yine 03.12.2016 tarihli beyanında yalnızca kendisine telefon açtığını söylemişken 01.12.2016 tarihli beyanında hem telefon açtığını hem de Ankara’ya geldiğinde yapacağı tanıklık konusunda kendisiyle görüştüğünü söyleyip ilk ifadesiyle bu yönüyle de çelişkiye düştüğünü, konuyla alakası olmamasına rağmen tanığın dönemin Erzincan Cumhuriyet Başsavcısı İlhan Cihaner’i elindeki bir soruşturmayla ilgili olarak o tarihteki Adalet Bakanı Cemil Çiçek’in ve kendisinin telefonla aradığını söylediğini, o dönem Adalet Bakanının Cemil Çiçek değil Mehmet Ali Şahin olduğunu, kendisinin Ceza İşleri Genel Müdür Yardımcısıyken vekaleten Genel Müdürlük görevi yaptığını, Mehmet Ali Şahin’in o tarihte Müsteşarlığa vekalet eden Müsteşar Yardımcısı Zeki Yiğit’in aracılığıyla ilettiği bir talimat çerçevesinde Erzincan Cumhuriyet Başsavcısının yürütmekte olduğu ve basına yansıyan örgütlü suçlardan olması sebebiyle Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün örgütlü suçlar bürosunu da ilgilendiren bir soruşturmayla ilgili olarak Ceza İşleri Genel Müdürlüğünün genelgesi uyarınca bilgi verilmesini teminen telefon görüşmesi yaptığını, bu konunun tanıkla hiçbir ilgisi olmamasına rağmen bütün bunları bir araya sokuşturarak bir yerlere mesaj gönderdiğini, tanığın kendisiyle birlikte herhangi bir sohbete, cemaat faaliyetine kitap okuma etkinliğine katılmadığını, … ile Yılmaz Erdem’in kendisiyle ilgili olarak cemaat mensubu olduğunu ifade ettiklerini söylediğini, bunun bir aktarma olduğunu, bu durumda … ile Yılmaz Erdem’in dinlenmesi gerektiğini, tanığın kendisini Ankara’ya çağırıp görüşme yapanlardan birinin … olduğunu söylediğini, arkasından bir başkası olduğunu söyleyerek çelişkiye düştüğünü, asker kişilerle ilgili tanıklık yapması konusunu kendisinin değil özel yetkili savcıların istemiş olduğunu söyleyerek yine çelişkiye düştüğünü, iki defa görüştüklerini söyleyen tanığın sonradan bu görüşme sayısını üçe çıkardığını, görüşmeleri sırasında yanlarında bir daire başkanı olduğunu söylediğini, dönemin Ceza İşleri Genel Müdürlüğündeki daire başkanlarının tanık olarak dinlenmelerini istediğini, tanığın başka yalanlarının da olduğunu, örneğin … ile çok samimi olduklarını söylediğini, halbuki farklı fakültelerden mezun olduklarını, buna rağmen okul arkadaşı olduklarını söylediğini, zapta bu kısmın anlaşılmadığının geçtiğini ancak duruşmada tanığın böyle bir beyanda bulunduğunu hatırladığını, aralarında 14 yaş olduğunu, tanığın Ekrem Dinçer’in hakkında soruşturma yapan başsavcı olduğunu söylediğini, ancak yaptığı araştırmaya göre Ekrem Dinçer’in hiç başsavcılık yapmadığını, yine tanığın soruşturma aşamasnda Osman Şanal’ın cemaatin adamı, bu yapının taşra erkinin Erzurum Bölgesindeki adamı olduğunu, tanıştıktan sonra kendisini sık sık Erzurum’a davet ettiğini söylerken iddia makamının sorusu üzerine önceden Osman Şanal’ın cemaat mensubu olduğunu bilmediğini söylediğini, tanığın sürekli yalan söylemesinin içerisinde bulunduğu durumdan, eşinin ve kendisinin tutuklu olmasından, ismini değiştirip yüz estetiği yaptırmasından kaynaklandığını, mutsuz olan tanığın hakkındaki soruşturmalar ve açılmış davalardan kurtulmak için iftira attığını, …’un Ankara 22. Ağır Ceza Mahkemesinin 2017/34 esas sayılı dosyasında da tanık olarak dinlendiğini, İzmir’deki bir soruşturmayla ilgili yazışmada başsavcının tanığın ismini verdiği bir kısım şahıslarla ilgili bilginin somut delile dayanmadığı tespitini yaptığını,
Tanık …’un beyanlarına karşı; bu tanığın beyanında da Yargıtay Üyesi seçildiğinde hem cemaat mensuplarının hem Bakanlığın listesinde adının olduğunun belirtildiğini, kimsenin kontenjanından seçilmek gibi bir isteğinin olmadığını, üye seçilmesini istediğini kendisine ilk söyleyenin dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman olduğunu, tanık …’un kendisinin cemaat mensubu olduğuna yönelik beyanını kabul etmediğini, bu tanığın da cezaevine konulup tek kişilik hücrede tutularak konuşması hâlinde etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanacağından bahisle konuşmasının istendiğini, bu yüzden kendisine iftira attığını,
Mahkemedeki beyanlarına karşı; tanığı 1999 yılının mayıs ayında Bakanlığa tetkik hâkimi olarak geldiğinde tanıdığını, …’un o tarihte Personel Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi olarak çalıştığını, tanığın eşiyle aynı dönemde staj yaptıklarını, bu kadar uzun zamandır kendisini tanımasına rağmen somut bir beyanda bulunamayan tanığın cemaate sempatisinin olduğunu düşündüğünü söylediğini, …’un görgüye dayalı bir eylem tarifi bulunmadığını, yaptığının tanıklık bile olmadığını, o dönem tanıkla neler konuştuklarını hatırlamadığını ancak 2011 tarihinden önce kimsenin cemaatle ilgili kötü konuşmadığını, kendisinin de yapı olarak kişi ve gruplar hakkında aleyhe konuşmamaya özen gösterdiğini, esas olarak pozitif yaklaşımı esas aldığını, olumsuz bir davranış varsa ilgili veya yetkili kişiler gereğini yapar düşüncesiyle üzerine vazife değilse dedikodu etmemeye çalıştığını, o dönem en üst düzey devlet yetkililerinin destek olduğu cemaat aleyhine söz sarf etmemesi nedeniyle tanığın bu gruba sempatisi bulunduğunu düşünmüş olabileceğini, bunun da tanıklık değil bir nevi değerlendirme olduğunu, üye seçilmesiyle ilgili de tanığın “Müsteşar Ahmet Kahraman Bey’in de üye olmasını istediği, değerlendirilmesini istediği bir arkadaştı. Ancak diğer dosyalarda da anlattığım cemaat mensubu arkadaşların seçilmesini istediği adaylar vardı. O adayların arasında da ismi vardı şeklinde bir beyanda bulunmuştur. Yine açık söyleyeyim, bizler de seçilmesine destek verirdik. O listede olmasaydı da seçilebilecek bir arkadaştı. Kıdem olarak, yaşı itibarıyla, pozisyon itibarıyla engel bir hali yoktu. O nedenle bizlerden de hiç kimse itiraz etmedi açıkçası” diyerek savunmasını desteklediğini, başka bir listede adının geçmesinin üye seçilmesine faydası olmadığını, kimseden üyelik istemediğini, tanığın ifadesindeki HSYK’da yaşanan sıkıntıları kendisine aktardığında bunları ileteceği kimsenin bulunmadığı, bu işlerle alakasının olmadığı yönünde kanaat elde edindiğine dair beyanın da savunmasını desteklediğini ayrıca …’un Bakanlıkta YARSAV temsilcisi ile yapılan toplantıda kendisinin yer almadığını açıkça söylediğini, tanığın, dönemin HSYK Genel Sekreteri Mehmet Kaya’nın atanması sürecini ayrıntılı olarak anlattığını, kendisine herhangi bir isnatta bulunmadığını, bu kişinin doğrudan Bakan tarafından atandığını söyleyerek diğer tanık …’in soruşturma aşamasındaki beyanlarını çürüttüğünü, Muzaffer Bayram’ın Yusuf Ziya Canik yerine daire başkanı olarak atanmasında orada bulunanların önerisiyle bu değişikliğin olduğunu anlatan tanığın kendisinin ortamda hazır bulunmadığını ifade ettiğini, tanık …’nin de açıkça Muzaffer Bayram’ı kendisinin önerdiğini söylediğini,
Tanık …’ın beyanlarına karşı; birlikte staj yaptıkları için …’ı tanıdığını, zaman zaman birlikte cuma namazına gittiklerini, neden bunu cemaat üyesi olduğu yönünde algıladığını bilmediğini, bir düğün için tanığın memleketi olan Gaziantep yöresine gittiklerini, evinde ailecek misafir olduklarını, tanığın 25-26 yıl öncesine dayanan soyut iddialarına itibar edilmemesi gerektiğini, dosyaya celse arasında katılan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından alınan ifadesinde; ismini Yargıtay Üyesi olarak faaliyet gösteren cemaat mensupları arasında saydığını, herhangi bir faaliyetinden bahsetmediğini,
Tanık …’un beyanlarına karşı; tanığın soruşturma aşamasında Yargıtay Üyesi seçildikten sonra birlikte hareket ettiği kişilerin isimlerini verdiğini söyledikten sonra cemaat mensubu olduğunu zannettiği kişilerin isimlerinden de bahsettiğini, hakkında herhangi bir somut eylemden bahsetmeksizin adını zikrettiğini, tanıkla aynı fakültede farklı dönemlerde okuduklarını, herhangi bir teşrik-i mesailerinin olmadığını, ismini Furkan Haber Sitesinde okuduğu için etkin pişmanlıktan yararlanmak ve cazevinden bir an evvel tahliye olmak adına zikrettiğini düşündüğünü,
Tanık …’in beyanlarına karşı; tanığın kendisi ve … ile cemaat sohbetlerine katıldığını beyan ettiğini, oysa ki eşlerinin lojmanda iyi anlaşmaları nedeniyle ailece görüşmelerinin olduğunu, bunun hiçbir zaman örgüt toplantısı şeklinde gerçekleşmediğini, bu görüşmelerinin de 2003 öncesi dönemdeki tetkik hâkimliği zamanına denk geldiğini, tanıkla birlikte tutuklanınca eşlerinin aralarındaki iyi ilişkiler nedeniyle lojmanı boşaltıp yan yana daire tutarak birbirlerine destek olmaya çalıştıklarını, genel müdür yardımcısı ve sonrasında genel müdür olduğu 2008 Temmuz ila 2011 Şubat ayları arasında da sohbet toplantıları yaptıklarına yönelik beyanlarının da doğru olmadığını, tanığın ifadesinde hangi şahısların, hangi zamanda, kimlerle sohbet gruplarına katıldığını hatırlamadığını söylediğini,
Mahkemedeki beyanlarına karşı; tanığın Mahkemedeki ifadesinden sonra Yargıtay Cumuriyet Başsavcılığı tarafından tekrar dinlendiğini, tanığın her şeyden önce CMK’nın 50/1-c maddesi gereğince yeminsiz dinlenmesinin gerektiğini, söz konusu savcılık beyanında tanık … ile kendisinin okul arkadaşı olduklarını bildiğini söylediğini ancak …’un İzmir 9 Eylül Üniversitesi Hukuk Fakultesi mezunu, kendisinin ise Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu olduğunu, dolayısıyla ne üniversite ne de öncesinden bir arkadaşlıklarının bulunduğunu, tanığın kendisiyle ilgili somut bir eylemden bahsetmeden cemaat mensubu olduğunu söylediğini, ismini Furkan Haber Sitesi’ndeki listede görmüş olabileceğini, tanığın hücrede kalmamak için aralarında kendisinin de bulunduğu pek çok kişiye iftira atarak dışarı çıktığını,
Tanık …’un beyanlarına karşı; Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimiyken tanığın Ayaş Cumhuriyet savcısı olduğunu, tanıdıklarının yanına gelip giderken tanıştıklarını, unvan aldıktan sonra da kendisini ziyarete gelmiş olabileceğini, 2015 yılı adli tatil öncesi Bakanlıkta Avrupa Birliği Genel Müdürlüğü de yapan Ali Bilen’i ziyarete gittiğini, tanığı da orada gördüğünü, tayin olduğunu ve bir ameliyat geçirdiğini öğrendiğini, hem hayırlı olsun hem de geçmiş olsun demek için adliyeye uğradığını, sabah 7 treniyle gidip akşam 7 treniyle döndüklerini, tanığın kendisini tren garına götürmeyi teklif etmesi, çocuğunun sınava gireceğinden bahsetmesi ve ikindi namazını kılmak düşüncesiyle evine gittiklerini, evden ayrıldıktan sonra Ali Bilen’i aldıklarını, trene de zor yetiştiklerini, tanığın Eskişehir’de ve Ankara’da yapmış oldukları sohbet toplantılarının bir veya ikisine katıldığı şeklindeki anlatımından kastı bu ise bu kısmının doğru olduğunu ancak bu sohbet toplantısının bahsettiği minvalde gerçekleşmediğini, ifadesinde geçen Yargıtay üyelerini orada hiç görmediğini, görüşmelerinin toplantı değil belirttiği çerçevede pidecide bir çay içme ardından da evinde namaz kılma şeklinde gerçekleştiğini, tanığın Ankara’da veya bir başka şehirde sohbet toplantılarında beraber olduklarına yönelik ifadesinin gerçeği yansıtmadığını,
Tanık …’in beyanlarına karşı; …’in önce tanık daha sonra da şüpheli sıfatıyla verdiği ifadelerinde isminin geçtiğini, 2010 yılı HSYK adaylarının belirlenmesi amacıyla yaptıkları toplantıya …, Muzaffer Bayram, Mehmet Kaya, Dursun Murat Cevher ve kendisinin katıldığını, kendilerine “Sizden Resul Yıldırım’ı aday göstereceğiz.” dediğini anlattığını, kendisinin o tarihte genel müdür olduğunu, böyle bir görüşme yapmadıklarını, tanığın ismini saydığı kişilerin hepsinin adli yarıgı kökenli olduğunu, gösterdiği adayın ise idari yargı kökenli olduğunu, idari yargıdan birini adli yargı mensuplarına sormasının anlamlı olmadığını, tanığın güçlerini göstermek için o dönem YARSAV’dan Murat Arslan’ı Bakanlığa getirip yapılan toplantıya katılanlar arasında ismini söylemediği gözetildiğinde kendi ifadesiyle çeliştiğinin anlaşıldığını, dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman ile aralarında sadece hemşehricilik bağı olduğunu, tanığın Ahmet Kahraman aracılığıyla Yargıtay, Danıştay ve bürokrasideki tanıdıkları vasıtasıyla kendilerini refere ettirdiklerine dair beyanının zanna dayandığını, tanığın dönemin HSYK Genel Sekreteri olan Mehmet Kaya’nın bu göreve getirilmesi için Müsteşar nezdinde … ve Ömür Borazan ile yoğun kulis yaptıkları iddialarını da kabul etmediğini, zaten tanığın ifadesinin devamında Mehmet Kaya’nın bu göreve …’un tercihi olarak geldiğini anlattığını, yine Yargıtay Üyeleri arasındaki cemaat mensupları arasında ismini zikretmesini de kabul etmesinin mümkün olmadığını, …’in zanlarından bahsettiğini, üye seçildikten sonra isteği dışında 10. Hukuk Dairesinde görevlendirildiğini, ardından 23. Ceza Dairesi kurulunca oraya geçtiğini, hiçbir idari görev almadığını, komisyon ya da kurullarda görevlendirilmediğini, yurtdışı gezilerine katılmadığını, bu nedenle tanığın Yargıtayda önde ve aktif olduğuna dair beyanını kabul etmediğini, mevzuat gereği Yargıtay Üyeleri hakkında soruşturma yapma yetkisi kendisine verilmeyen dönemin Adalet Bakanlığı Müsteşarı …’in maiyetindeki genel müdürler ve daire başkanları aracılığıyla cemaat mensubu üyeleri araştırtıp sonuçlarını ilgili makamlara vermeksizin MİT’e iletmesinin fonksiyon gasbı ve yetki aşımı olduğunu, sırf bu nedenle dahi beyanlarına itibar edilmemesi gerektiğini, tanığın yaptığı ve MİT’e verdiği listenin çeşitli internet sitelerinde yayımlanması sonucu adının tekrar tekrar lekelendiğini, bu listeye göre suçlandığını, …’in muhbir tanık olduğunu, tanıklar … ile …’nin Mehmet Kaya’nın genel sekreterlik görevini getirilmesinde … ile farklı şeyler anlattıklarını, Muzaffer Bayram’ın Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde daire başkanı olarak atanmasıyla ilgili de tanığın soruşturma aşamasıdaki ifadesinde tahminince bir şeyler söylediğini belirttiğini, Muzaffer Bayram’ın göreve getirilmesinde kendisinin o birimin Genel Müdürü olmasına rağmen görüşünün alınmadığını, o dönemde Personel Genel Müdürlüğü, Müsteşarlık katı ile Bakan’ın birlikte isimleri belirlediklerini sonradan öğrendiğini, …’in soruşturma aşamasında kendiyle birlikte …, Muzaffer Bayram ve Hüseyin Yıldırım’ın seçimi başka grupların kazanmaması için birlikte çalışmayı teklif ettiklerine ilişkin beyanını kabul etmediğini, kimseye teklif götürmediğini, üyesi olduğu Adalet Akademisi kontenjanından dönemin müsteşarı Ahmet Kahraman’ın isteği üzerine HSYK adayı olduğunu, müsteşarın “Bakan Beyin iradesi bu şekilde.” demesi üzerine adaylıktan çekildiğini,
Mahkemedeki beyanlarına karşı; tanığın da beyan ettiği gibi aralarında bir yakınlık olmadığını, tanığın iki defa odasına geldiğini, üst düzey görevde oldukları süreçte Müsteşar veya Bakan Beyler’in başkanlık ettikleri resmî toplantılara birlikte katıldıklarını, tanığın kendisi hakkında söylediklerinin sağdan soldan duyduklarından ibaret olduğunu, gördüğü bir şeyin bulunmadığını, zaten tanığın muhafazakar kişiliğini saklamadığını, işine mensubiyetini yansıtmadığını söylediğini, ancak Yargıtayda görev yaptığı sürede cemaat mensuplarıyla birlikte hareket ettiğinin kendisine iletildiğinden bahsettiğini, birlikte hareket etmekten kastının ne olduğunu bilmediğini, kendisiyle ilgili bu sözü kimin söylediğinin, hangi olaydan dolayı bu kanıya varıldığının belli olmadığını, Adalet Bakanlığı Müsteşarının, Yargıtay Üyelerine yönelik böyle bir çalışma başlatıp toplantılar yapmasının görevi olmadığını, böyle bir yetkisinin bulunmadığını, Yargıtay Birinci Başkanı ve Birinci Başkanlık Kurulu’na iletilmesi gereken iddiaların hâkimevinde toplantılar yapılarak görüşülemeyeceğini, bütün bunların suç teşkil ettiğini, tanığın hakkındaki iddaları amiri olmaması nedeniyle de araştıramayacağını, kendisi suç olan bir toplantının meyvesi olan kanaatın da suç olduğunu, bu kanaatın tanıklık olarak kabul edilip edilmeyeceğinide heyetin takdirine bıraktığını, tanığın kendisinin Yargıtay Üyesi seçilmesiyle ilgili olarak cemaatten böyle bir talebin geldiğini hatırlamadığını, dönemin Müsteşarının Bakanlıktan seçilecek üst düzey görevliler arasında kendisini aday gösterdiğini söylemesinin de Yargıtay Üyesi seçilmesinde cemaatin rolünün olmadığına yönelik savunmasını desteklediğini, tanığın, aynı şekilde 2010 yılı HSYK seçimlerinde görüştüğü 5-6 kişiden birinin kendisi olduğunu ancak ne konuştuklarını hatırlamadığını söylediğini, Savcılıkta dönemin YARSAV temsilcisi Murat Arslan ile yapılan toplantıda kendisinin de bulunduğunu söyleyen tanığın kovuşturma aşamasında ifadesini değiştirdiğini, Murat Arslan’ın yargılandığı davada kendisinin o toplantıda bulunmadığını ifade ettiğini anlattığını, bunun da savunmasını doğruladığını, 2010 HSK seçimleri öncesi sadece İller Bankasındaki toplantıya katıldığını, bu toplantıyı Müsteşar Ahmet Kahraman’ın tertip ettiğini, bunun dışında HSYK aday belirleme toplantılarına katılmadığını, orada da kimlerin aday gösterileceğinin konuşulmadığını, Müsteşar tarafından Adalet Bakanının HSYK üyeliğine aday olmasının istendiğinin iletilmesi üzerine adaylık dilekçesini verdiğini, yine dönemin Bakanının talebiyle adaylıktan çekildiğini, dönemin HSYK Genel Sekreteri Mehmet Kaya’nın görevlendirilmesiyle ilgili Savcılık ifadesinde kendisine yönelik bazı iddialarda bulunan tanığın kovuşturma aşamasında bu yönde bir beyanda bulunmadığını,
Esas hakkındaki mütalaaya karşı beyanlarında savunmasına ek olarak; tanık …’in soruşturma aşamasındaki ifadesini Mahkemede düzelttiğini, dolayısıyla yeminli kovuşturma ifadesine itibar edilmesi gerektiğini,
Tanık …’in beyanlarına karşı; tanığın beyanlarından küçük yaşlardan beri bu yapıyla irtibatlı olduğunun anlaşıldığını, hakkında bir soruşturma yapılmışsa onun da CMK’nın 50/1-c maddesi kapsamında dinlenmesi gerektiğini, tanığın idari yargı hâkimi olduğunu, adli yargıyla ilgili bu kadar bilgiyi nasıl edindiğini, önündeki bir listeye bakarak mı ismini verdiğini merak ettiğini, idari görevi nedeniyle tanıdığı tanığın bir dönem müfettişlik yaptığını, İstanbul Vergi Mahkemeleri denetimi öncesi tıpkı diğer müfettişlerin uygulamalarında olduğu gibi denetime gideceği yerdeki hâkimlerle ilgili derdest inceleme ve soruşturma bilgilerini almak için Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne geldiğini, kendisiyle görüştüğünü, o sırada hâkim şikâyetlerine baktığını, rutin bir uygulama olarak yanına gelen tanığın, Personel Genel Müdür Yardımcısı olması nedeniyle ziyaretine gittiğini, onun dışında hiç görüşmediklerini,
Mahkemedeki beyanlarına karşı; tanığın teftişe çıkmadan önce dönemin Teftiş Kurulu Başkan Vekili olan Selahattin Atalay’ın Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gidip bizim arkadaşımızdır dediği kendisiyle görüşmesini istediğini söylediğini ancak Selahattin Atalay’ın firari olması nedeniyle tanığın bu beyanının tahkik edilmesinin mümkün olmadığını, aralarında böyle bir konuşma geçmiş olsa bile bunun kendisinin cemaatçi olduğunu göstermeyeceğini, iki defa tanıkla görüştüğünü, birincisinin bahsedilen teftiş öncesi ikincisinin tanığın Personel Genel Müdür Yardımcısı olması nedeniyle ziyaretine gitmesi şeklinde gerçekleştiğini, tanığın teftişe gitmeden önce yanına gelmesinin ise müfettişlerin görev emri almalarına ilişkin usulden kaynaklandığını, mevzuat gereği Ceza İşleri Genel Müdürlüğüne gelen bir şikâyet olması hâlinde Adalet Bakanından konunun müfettiş marifetiyle incelenmesi ve gerekirse soruşturmaya geçilmesi için görev emrini kendilerinin istediğini, ancak hangi müfettişin görevlendirileceğine Teftiş Kurulunun karar verdiğini, tanığın sözünü ettiği olayda Müsteşar Beyin talimatı ile müfettiş onayını Ceza İşleri Genel Müdürü olarak kendisinin Bakandan aldığını hatırladığını, bazı avukatların İstanbul Vergi Mahkemelerinde rüşvet vererek istedikleri şekilde karar alabildiklerinin iddia edildiğini, Müsteşarın bazı durumlarda görevlendirme yapılınca müfettiş ile kendilerinin konuşmalarını istediğini, somut olayda da hatırladığı kadarıyla “Görevlendirilen müfettişle görüşün.” dediğini, konunun üzerinde hassasiyetle durulmasını, bir şey çıkmayacak gibiyse hâkimlerin yok yere tedirgin edilmemesini istediğini, bunun üzerine tanığın görev emrini alıp yanına geldiğini, dönemin Müsteşarının bahsettiği mesajını kendisine ilettiğini, somut olayda şikâyetin doğrudan Müsteşara yapıldığını hatırladığını, konunun aydınlatılması için görev emrinin celbini talep ettiğini,
Tanık …’ün beyanlarına karşı; tanığın istinabe suretiyle ifadesinin İzmir’deki bu suçlara bakmakla yetkili ağır ceza mahkemesi yerine Tire Asliye Ceza Mahkemesinde alındığını, bunun usule aykırı olması nedeniyle ifadenin hükme esas alınamayacağını, tanığın beyanında kendisini tanımadığını, örgüt içerisinde ismini duyduğunu söylemesine rağmen kimlik tespiti sırasında zapta “Sanığı tanır.” şeklinde kayıt düşüldüğünü, bu nedenle zaptın çelişkili olduğunu, tanığın görgüye dayalı herhangi bir bilgisinin bulunmadığını, örgüt üyeliği yönünden kimden duyduğunu hatırlayamadığını belirttiğini,
ByLock uygulamasına yönelik olarak; Milli İstihbarat Teşkilatı’nın 09.12.2016 tarihli yazısına göre, adına kayıtlı 505 337 24 06 numaralı hattın ve 11.08.2014 tarihli yazısına göre de yine adına kayıtlı 0505 215 11 35 numaralı hatların takılı olduğu telefonlarına 16.09.2014 tarihinde ByLock isimli haberleşme programını indirdiği ve bu programı bizzat kullandığının idida edildiğini, söz konusu hatların kendisine ait olduğunu, ancak buna yönelik delillerin kanuna aykırı olarak elde edildiğini, istihbari bilgilerin hiçbir şekilde delil olarak kullanılamayacağının hem PVSK ve MİT Kanunu’nda hem de Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 17.05.2011 tarih ve 2011/9-53 esas, 2011/95 karar sayılı ilamı ile Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulunun 28.04.2007 tarih ve 2007/155 esas, 2007/190 karar sayılı ilamlarında açıkça belirtildiğini, 2937 sayılı MİT Kanunu’nun EK-1. maddesine göre devlet sırlarına karşı suçlar ile casusluk suçları bakımından MİT’in adli kolluk görevinin bulunduğunu, adli mercilerin MİT’ten yalnızca bu suçlarla ilgili bilgi, belge, veri veya analiz isteyebileceğini, yargılama konusu örgüt üyeliği suçu bakımından ise adli mercilerin 2937 sayılı Kanun’un 4/1. maddesi kapsamında MİT’ten delil isteyemeyeceği, adli mercilerin talebinin EK-1’de sayılan suçlarla sınırlandırıldığının tartışmasız olduğunu, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma ile bu yolla delile ulaşmanın CMK’nın 134. maddesinde öngörülen usul ve esaslara göre yapılacağını, buna göre cihazın aslına el konulması, imaj alınsa da incelemenin mutlaka el koyulan cihaz üzerinde yapılmasının gerektiğini, hem el koyma ve hem de imaj alma işleminin adli kolluk yetkisini haiz mercilerce gerçekleştirilmesi gerektiğini, MİT’in 2937 sayılı Kanun’un 4, 6 ve Ek-1. maddelerinin verdiği yetkiye dayanarak kendine ait usul ve esaslarla Litvanya’da bulunduğu iddia olunan ByLock’la ilgili sunucu bilgisayarlardan elde ettiği verilerin harici belleğe aktarılması suretiyle oluşturulan bir materyalin CMK’nın 134. maddesine göre dijital materyal olarak kabul edilmeyeceğini, bu belgelerin orijinal olmadıklarını, elde edilen ByLock verilerinin harici belleğe MİT tarafından aktarılmak suretiyle sonradan oluşturulduğunu, hatta MİT tarafından birkaç kez güncellemesinin yapılıp yeni sürümlerin adli mercilere verildiğini, MİT’in elde ettiği verilerin istihbari çalışma mahiyetinde olduğunu, örgüt üyeliği suçu yönünden yasal delil olarak kabul edilemeyeceğini, bu nedenle ByLock’la ilgili MİT’in 09.12.2016 tarihli teknik analiz raporunda belirtilen tespit ve değerlendirmelerin hukuka uygun yol ve yöntemlerle doğrulanması ve ispatlanmasının gerektiğini, bu materyaller üzerinde sonradan hâkimlik kararı ile yapılan incelemenin de söz konusu verileri istihbarî bilgi olmaktan çıkarmayacağını, bu bilgilerin temini sırasında MİT’in uyguladığı arama ve sorgulama yöntemlerinin neler olduğunun bilinmediğini, bilgi havuzundaki verileri sahiplenen bir muhatabın bulunmadığını, dolayısıyla verilerin denetlenebilir ve tartışılabilir olmadığını, bu havuza sahte verilerin katılmasının mümkün olduğunu, arama yapan birimlerin de sahte olarak üretilmiş verilere ulaşabileceğini, bu verileri doğrulayacak TİB, PTT, Telekom, BTK gibi bir kurumun bulunmadığını, ByLock’un internet ortamında bulunup indirilmek suretiyle kullanılabilir olduğunu, Türkiye ile de sınırlı olmadığını, bu uygulamayı hep aynı düşüncedeki insanlar kullanıyor o hâlde bunu indiren, kullanan, o örgütün üyesidir demenin hukuken mümkün olmadığını, gazeteden MİT’in ByLock listelerini güncellediğini okuduğunu, delilin güncellenemeyeceğini, bu listeye yeni kişilerin eklendiği anlamına mı geldiğini, savcılığın kendisiyle ilgili ByLock kullanıcısı olduğu bilgisini aldıktan sonra bilgisayarlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma işlemi yapmadığını, bu nedenle hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin kullanılamayacağını, önce kendisine ait numaralardan ByLock kullanıldığına dair delil bulunamamışken sonradan Tespit ve Değerlendirme Tutanağı başlığı altında isim, imza ve onay içermeyen bir kısım döküm sunulduğunu, bu delillerin hukuka uygun yollardan temin edilmediğini, bu bilgilerin Litvanya’dan temin edildiğinin belirtildiği ancak iki ülke arasında uluslararası adli yardımlaşmayla temin edildiklerine dair bir belgenin dosyada bulunmadığını,
Esas hakkında mütalaaya karşı beyanlarında önceki savunmalarına ilave olarak; tüm dijital materyalleri üzerinde yapılan çalışmalar sonucunda ByLock kullanıcısı olduğuna dair herhangi bir delilin elde edilememesine rağmen ByLock abone listesine nasıl girdiğini anlayamadığını, başka bilgisayarlar üzerinden mi bu kayıtların elde edildiğini, bu incelemelerin imaj alma usullerine uygun yapılıp yapılmadığını bilemediğini, 505 215 11 35 numaralı hattı kullandığını, telefonunun Samsung marka Mini S3 model olup ByLock programını indirecek özelliğinin bulunmadığını, söz konusu hattını gözaltına alınmadan çok önce kapattığı ve telefonu da kullanmadığı için kollukça yapılan aramada el konulamadığını, araştırılırsa IMEI numarası itibarıyla telefonun modelinin tespit edilebileceğini ve bu telefonla bahsi geçen programın kullanılamayacağı, ByLock abone listesindeki bu telefon bakımından tespitin mümkün olmadığının anlaşılacağını, gözaltına alındığında kullandığı 505 337 24 06 nolu GSM hattıyla bu hattın takılı olduğu telefonda yapılan incelemelerde indirilen ve silinen programlar arasında ByLock’un bulunmadığının tespit edildiğini, 18.07.2016 tarihinde saat 11.00 sıralarında gözaltına alınıp cep telefonunu ve içerisindeki hattını teslim etmesine rağmen iletişimin tespiti kayıtları incelendiğinde bu saatten sonra hattıyla onu aşkın görüşme yapıldığını, bir mesajlaşma ve iki arama yapıldığına ilişkin bilgiler nedeniyle telefonuna müdahale edildiğine dair şüphe oluştuğunu, CGNAT kayıtları ile kullanıldığı iddia edilen hesap kullanıcılarının yaptığı mesajlaşma, arama, aranma, tarih, saat, süre ve baz istasyonu sinyal bilgilerinin çakışmadığını, 343337 ID numarasının dışında kullandığı iddia edilen ID numaralarının soruşturma ve kovuşturma aşamasında sürekli değiştirildiğini, en son savcılık mütalaasında 343337 ve 183142 ID numaralı hesapları kullandığının belirtildiğini ancak 34337 ID numaralı hesap dışındaki görüşme içeriklerinin dosyaya sunulamadığını, kabul anlamında olmamakla birlikte kullanıcı ve grup sorumlusuna ilişkin kodlamada kendisine atfedilen “C3 …” ibaresinde “0” rakamı olmadığı hâlde nasıl grup sorumlusu yapıldığını anlayamadığını, himmet toplayıp davaları takip ettiğine dair iddiaların ByLock yazışmalarına dayandırıldığını ve somut delillerle desteklenmediğini, bunları kabul etmediğini,
Ardışık-periyodik aramalara ve ortak baz sinyallerine ilişkin olarak; ankesörlü ve ücretli telefonlarla bir kısım yüksek yargı mensuplarının irtibat durumlarını analiz eden bilirkişi raporunun … ve … hakkında yürütülen soruşturmalar kapsamında alındığını, bu raporlarda isminin geçmesi nedeniyle savcılık makamının sürekli olarak görülmekte olan dosyaya delil sunamayacağını, gerekiyorsa yeni bir soruşturma başlatıp birleştirme talepli dava açması gerektiğini, üç yıllık bir süreçte 20 defa 9 ankesör ve ücretli sabit telefonla ilişkilendirildiğini, bunlara ilişkin yer bilgilerinin temin edilmesi gerektiğini, 01.09.2010, 31.10.2010 ve 01.09.2014, 30.10.2014 tarihleri arasında Ankara dışında yine sivil imam diye tabir olunan şahıslarla aynı gün 60 dakika içerisinde ortak baz istasyonu kapsama alanı içinde sinyal verme durumuna ilişkin olarak söz konusu raporun kendisiyle ilgili kısımların dosyada bulunduğunu, ancak bilirkişi raporlarının tamamını denetleyemediği için hangi numaraların sinyal verdiğini tespit edemediğini, buna karşın Isparta’daki sivil imam diye tabir edilen ve ortak baz sinyali verdikleri iddia edilen İbrahim Avcı’yı tanıdığını, o dönem Yargıtay Genel Sekreteri Aydın Boşgelmez’in annesinin cenazesine Yargıtay Başkanı, Başsavcısı ve vekili ile birlikte gittiklerini, Afyon’daki çakışmanın da Isparta’ya giderken yol güzergâhı olmasından kaynaklandığını, Osmaniye’deki ortak baz sinyali yönünden ise sivil imam diye tabir edilen Emin Doğan’ı tanımadığını, Adalet Bakanlığı Ceza İşleri Genel Müdürlüğünde tetkik hâkimi olarak çalıştığı hâkim Yusuf Toprak’ın annesinin cenazesine katılamadığı için Adana’ya gitmişken babasına başsağlı dilemek amacıyla Osmaniye’ye uğradığını, Adana’daki 30.09.2014’teki ortak baz sinyalinin o tarihte kızı Süeda Şen ile birlikte aile ziyareti için Adana’da olmalarından kaynaklandığını, Yargıtay Üyesi…Kundakçı ile bir görüşme yahut karşılaşmasının kesinlikle olmadığını, meslektaşını Maraş’lı olarak bildiğini, muhtemelen onun da gidiş veya dönüş güzergahında aynı baz istasyonundan sinyal aldığı için sanki ortak baz sinyali vermiş gibi bir durumun ortaya çıktığını düşündüğünü, Ödemiş’teki 03.10.2014 tarihli ortak baz bilgisinin memleketi İzmir, Tire, Gökçen kasabasında müstakil baz istasyonu olmadığı için kimi zaman Ödemiş’ten kimi zamanda Tire’den sinyal almasından kaynaklandığını, o dönem Yargıtay Üyesi olan Sait Demiröz de Ödemişli olduğu için ortak bazdan sinyal almış olabileceklerini zira o tarihlerin bayram sonrasına denk geldiğini, Torbalı’daki baz çakışmasının da Ödemiş’den İzmir’e seyehati sırasında güzergâhın üzerinde Torbalı’nın da bulunmasından kaynaklandığını, bayram sonrası eşinin kendisini araçla Ödemiş’e bıraktığını, buradan trene bindiğini, duraklardan birinin de Pancar beldesi olduğunu, Yargıtay eski üyesi Muzaffer Karadağ’ın orada ailesinin bulunması nedeniyle bu şahısla ortak baz sinyali almış olabileceklerini, 08.10.2014 tarihinde İzmir, Bayraklı’daki baz sinyaline ilişkin olarak Bayraklı Migros’un arkasında kız kardeşinin oturduğunu, bayramlarda ve izinlerde onu ziyarete gittiğini, Yargıtay Üyesi Murat Cevher ile buluşup İzmir Adliyesi’ne Başsavcı Mustafa Doğru’yu ziyarete gittiklerini, Zekeriya Erdoğan’ı Yargıtay Üyesi olarak tanıdığını, aynı tarihte bu şahsın da İzmir’de bulunabileceğini, bu nedenle aynı baz istasyonundan sinyal almış olabileceklerini, kendisiyle o tarihte karşılaşmadıklarını, herhangi bir HTS kayıtlarının da bulunmadığını, 09.10.2014 tarihinde Yargıtay Üyesi Murat Cevher ile birlikte stajdan beri tanıdıkları ortak arkadaşları Karşıyaka Hâkimi Mehmet Özcan’ı ziyaret ettikleri için ortak baz sinyali aldıklarını, İzmir Bayraklı’daki 10.10.2014 tarihli ortak baz bilgisi ile ilgili olarak İzmirli bir Yargıtay Üyesi olarak İzmir Adliyesindeki meslektaşlarının geçmiş bayramlarını kutlamak istediğini, yanında Yargıtay Üyesi Murat Cevher’in de bulunduğunu, Yargıtay Üyesi Mehmet Demirezici’yi tanıdığını ancak o tarihte kendisiyle karşılaştıklarını hatırlayamadığını, İzmir’de bacanağı olduğunu bildiğini, bu kişinin Bayraklı’da oturması durumunda ortak baz sinyali almalarının mümkün olduğunu, son olarak 11.10.2014 tarihinde Salihli, Kula, Uşak ve Afyon’daki baz tespitlerine ilişkin olarak da söz konusu bazın Murat Cevher ile beraber İzmir’den Ankara’ya dönüş sırasında kullandıkları yol güzergâhında olduğunu,
Esas hakkında mütalaaya karşı beyanlarında önceki savunmalarına ilave olarak; söz konusu delilin elde ediliş şeklinin usüle uygun olmadığını, Kara Kuvvetleri Komutanlığı mahrem yapılanması içerisindeki üyelerin tespiti amacıyla Ankara ilinde 447 ankesörlü ve ücretli sabit telefonun 01.01.2011-31.12.2017 tarihleri arasındaki HTS raporlarının temini amacıyla Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesinden karar alındığını, kendisinin Yargıtay Üyesi olması nedeniyle Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesi uyarınca işlem yapılması gerektiğini, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının yürüttüğü söz konusu soruşturmada kendisinin ya da başka bir Yargıtay Üyesinin sanık olmadığını, ardışık aramalara ilişkin olarak hakkındaki iddianın 9 ayrı ankesörlü ve ücretli sabit numaradan 20 kez irtibat kurulduğu, ardışık olarak da Danıştay Üyesi Mehmet Ali Duran, Yargıtay Üyeleri Hakkı Torlak, Zekeriya Yılmaz ve Hüseyin Sarıömeroğlu’nun aranması olduğunu, bu aramaları kimin yaptığı ve ne konuşulduğunun belli olmadığını, öte yandan ankesörlü ve ücretli sabit hatlardan aranmasının örgütle bir alakasının bulunmadığını, bu aralamaların, o tarihlerde Kızılay’da çeşitli kurslara giden ve cep telefonları olmayan çocuklarının kendileriyle irtibat kurmak için yaptıkları aramalar olduklarını, diğer yüksek yargı mensuplarının da bu numaralardan aranmalarının da benzer nedenlerden kaynaklanmış olabileceğini, kayıtlara göre 20 aramadan sadece 10’unda görüşme yapıldığının anlaşıldığını, yani 3 yılda toplam 10 görüşme yapıldığını, ankesörlü telefonların nerelerde bulunduğunu da bilemedikleri için bu yönde bir savunma yapamadığını,
Savunmuştur.
I- SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ SUÇU
1- Terör Kavramı, Suç Örgütü, Terör Örgütü ve Silahlı Terör Örgütü Kurma, Yönetme ve Üye Olma Suçları
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”; aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
18.07.2006 tarihli ve 26232 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 17. maddesiyle, terör örgütünün tanımını yapan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye’nin de taraf olduğu Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 2. maddesinin (a) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu’nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
TCK’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.
TCK’nın “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinde;
“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur…” hükmüne yer verilmiştir.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasa’da güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenleme ile öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.
Bu suçun mağduru ise; öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.
TCK’nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından söz edebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arz eden örgütün varlığı için ileride ihtimal dahilindeki suç/suçları işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi hâlinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.
Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da belirtildiği üzere, TCK’nın 220. maddesi anlamında bir örgütten bahsedilebilmesi için,
a) Üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması gerekmektedir.
b) Üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunmalıdır. Örgütün varlığı için soyut bir birleşme yeterli olmayıp örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek veya sıkı bir hiyerarşik ilişki olmalıdır.
c) Suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşme yeterli olup örgütün varlığının kabulü için suç işlenmesine gerek bulunmadığı gibi işlenmesi amaçlanan suçların konu ve mağdur itibarıyla somutlaştırılması mümkün olmakla birlikte, zorunluluk arz etmemektedir. Örgütün faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, fail, örgütteki konumuna göre, üye veya yönetici sıfatıyla cezalandırılmasının yanında, ayrıca işlenen suçtan da cezalandırılacaktır.
d) Örgüt niteliği itibarıyla devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi hâlinde, örgütten değil ancak iştirak iradesinden söz edilebilecektir.
e) Amaçlanan suçları işlemeye elverişli, üye, araç ve gerece sahip olunması gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 sayılı Kanun’un 1. maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasa’da belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.
Bununla birlikte, suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu tamamlayıcı bir suçtur. Bu nedenle bazı suçları işlemek için örgüt kurmanın başka ceza normları tarafından ayrıca özel olarak düzenlenmesi durumunda, ilgili suç tipinde öngörülen hükümlerin uygulanması gerekir. Buna göre soykırım ve insanlığa karşı suç için kurulmuş örgütleri kuran, yöneten ve üye olanlar TCK’nın 78. maddesi, Anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla terör örgütü kuranlar, yöneten ve üye olanlar 3713 sayılı Kanun’un 7. maddesi ve bu amaca matuf silahlı terör örgütlerini kuran, yönetin ve üye olanlar hakkında ise TCK’nın 314. maddesi uygulanacaktır.
3713 sayılı Kanun’un “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hükmü ile TCK’nın 314. maddesine atıf yapılmıştır.
TCK’nın 314. maddesinde tanımlanan “Silâhlı örgüt” suçu ise;
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen, TCK’nın “Silahlı Örgüt” başlıklı 314. maddesinde; TCK’nın İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü Bölümünde yer alan devletin güvenliğine karşı suçlar ile Beşinci Bölümünde yer alan Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran, yöneten ve örgüte üye olanların cezalandırılmaları öngörülmüş ve maddenin son fıkrasında; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağı düzenlenmiştir.
3713 sayılı Kanun kapsamına giren suçları işlemek için örgüt kurulması hâlinde ortada bir terör örgütünün varlığı söz konusudur. TCK’nın 314. maddesinde hüküm bulunmayan hâllerde, TCK’nın 220. maddesindeki koşullar göz önünde bulundurulacaktır. (Feridun Yenisey Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları Eğitim Modülü, s. 46.).
Buna göre TCK’nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen suç işlemek için örgüt kurma suçunda gerekli koşulların yanında aşağıda gösterilen şartlar da aranmaktadır:
a) Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir. Buradaki cebir ve şiddet kullanma tabirini doğrudan kullanma şeklinde anlamlandırmak doğru olmayacaktır. Bu kavramın içine cebir veya şiddet kullanılacağına ilişkin güncel tehdidin bulunması da dahildir.
b) Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve devletin Anayasal düzeni veya devletin güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
c) Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK’nın İkinci Kitabının, Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise, silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
Belirsiz sayıda suç işleme hedefi doğrultusunda kurulan silahlı terör örgütünün, 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde belirtilen amaca yönelik faaliyet göstermesi örgütün varlığı için yeterli olup ayrıca amaçlanan suçları işlemesi gerekmez.
d) Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması, silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkan ve olanağına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
2- FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı ile 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY silahlı terör örgütü, paravan olarak kullandığı dini, din dışı dünyevi emellerine ulaşma aracı hâline getiren; siyasi, ekonomik ve toplumsal yeni bir düzen kurma tasavvuruna sahip örgüt liderinden aldığı talimatlar doğrultusunda hareket eden; bu amaçla öncelikle güç kaynaklarına sahip olmayı hedefleyip güçlü olmak ve yeni bir düzen kurmak için şeffaflık ve açıklık yerine büyük bir gizlilik içerisinde olmayı şiar edinen; bir istihbarat örgütü gibi kod isimler, özel haberleşme kanalları, kaynağı bilinmeyen paralar kullanıp böyle bir örgütlenmenin olmadığına herkesi inandırmaya çalışarak ve bunda başarılı olduğu ölçüde büyüyüp güçlenen, bir yandan da kendi mensubu olmayanları düşman olarak görüp mensuplarını motive eden; “Altın Nesil” adını verdiği kadrolarla sistemle çatışmak yerine sisteme sahip olma ilkesiyle devlete tabandan tavana sızan; bu kadroların sağladığı avantajlarla devlet içerisinde belli bir güce ulaştıktan sonra hasımlarını çeşitli hukuki görünümlü hukuk dışı yöntemlerle tasfiye eden; böylece devlet aygıtının bütün alt bileşenlerini ünite ünite kontrol altına almayı ve sisteme sahip olmayı planlayıp ele geçirdiği kamu gücünü de kullanarak toplumsal dönüşümü sağlamayı amaçlayan; casusluk faaliyetlerini de bünyesinde barındıran atipik/suigeneris bir terör örgütüdür.
İstişare kurulu, ülke, bölge, il, ilçe, semt, ev imamları gibi hiyerarşik bir yapı içeren insan gücünü ve finans kaynaklarını örgütsel menfaat ve ideolojisi çerçevesinde kullanıp Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirme amacı taşıyan FETÖ/PDY silahlı terör örgütü “gizli yaşamak, her zaman korkmak, doğruyu söylememek, gerçeği inkâr etmek” üzerine kuruludur.
Talimatlar yoluyla kollektif bir şekilde mobilize olan, kamu erkinin kritik bürokratik alanları başta olmak üzere, kamusal alanı ele geçirme refleksiyle hareket eden, mülkiye, adliye, emniyet, eğitim, istihbarat ve ordu içerisinde kendi özel hiyerarşisiyle illegal şekilde kadrolaşan, devletin tüm kurumlarına yerleştirdiği örgüt mensuplarıyla devlet teşkilatını kendisine hizmet eder hale getiren ve adeta devlet içinde ayrı bir devlet yapısı oluşturan örgütün lideri Fetullah Gülen tarafından;
“Esnek olun, sivrilmeden can damarları içinde dolanın!; Bütün güç merkezlerine ulaşıncaya kadar hiç kimse varlığınızı fark etmeden sistemin ana damarlarında ilerleyin!”,
“Adliye, mülkiye veya başka hayati bir müessesede bizim arkadaşlarımızın mevcudiyeti öyle ferdi mevcudiyetler şeklinde ele alınıp değerlendirilmemelidir. Yani bunlar gelecek adına bizim o ünitelerde garantimizdir. Bir ölçüde onlar bizim varlığımızın teminatıdır.”,
“Zaman henüz uygun değil. Bütün dünyayı omuzlayıp taşıyabileceğimiz zamana dek, tamam olacağınız ve koşulların uygun olacağı zamana dek beklemelisiniz! Bilhassa, haber alma hususunda her zaman hasım cephenin çok önünde olunmalıdır.”,
“Yani siz hâkim değilsiniz başka kuvvetler var. Bu ülkede değişik kuvvetleri hesap edecek dengeli, dikkatli, tedbirli, temkinli yürümekte yarar var ki geriye adım atmayalım…”,
“Türkiye’deki devlet yapısı ölçüsüne göre bütün anayasal müesseselerdeki güç ve kuvveti cephemize çekeceğimiz ana kadar her adım erken sayılır. (…) Bunca kalabalık içinde ben bu dünyayı ve düşüncemi sözde mahremiyet içinde anlattım. (…) Sırrınız sizin sırrınızdır. Söylerseniz siz esir olursunuz.”,
“Daima tedbirli olmalıyız, daima istişare içerisinde karar alın, ana istişare organı olan Başyüceler ne karar aldıysa onu uygulayın (Kaldı ki; Başyüceler’in lideri de kendisidir). Bütün güç merkezlerine ulaşmalıyız …”,
“Bir gün bana Ankara’da bin evimiz olduğunu söyleyin, devletin paçasından şöyle bir tutacağım, devlet uyandığında yapacağı hiçbir şey kalmayacak.”,
Şeklinde, değişik yer ve zamanlarda örgüt mensuplarına verilen talimatlarda gizliliğe atfedilen önem görülmektedir.
Örgüt, kamu kurum ve kuruluşlarına yerleştirdiği personelin aile yaşamlarına dahi müdahale ederek şahısların kiminle evleneceğine de karar vermektedir.
Örgüt, kamu kurumlarında sayısı beş kişiyi geçmeyen bir örgüt abisine bağlı hücreler şeklinde yapılanmıştır. Hücreler birbirinden haberdar değildir. Bu şekilde bir hücre açığa çıksa bile diğer hücrelerin faaliyetlerine devam ederek deşifre olmaları engellenmektedir. İçlerinde katı bir askeri disiplin hâkimdir.
Örgütün bütünlüğü üzerinde tek hâkim ve önder Fethullah Gülen olup örgüt içerisinde kainat imamı olarak görülmektedir. Diğer yöneticiler onun verdiği yetkiyle onun adına görev yaparlar.
Kainat imamı inancı ve yedi katlı piramidal yapılanmaya sahip FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünde, örgüt içi hiyerarşide itaat ve teslimiyet katı bir kuraldır. Teslimiyet hem örgüte hem de liderin emrine ona atfen verilen göreve adanmışlıktır.
Örgütün hiyerarşik yapılanması tabaka-kat sistemine dayanır. Katlar arasında geçişler mümkün ise de dördüncü kattan sonrasındaki geçişleri önder belirlemektedir. Katlar şu şekildedir:
a) Birinci Kat (Halk Tabakası): Örgüte iman ve gönül bağı ile bağlı olanlar, fiili ve maddi destek sağlayanlardan oluşur. Bunların bir çoğu örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayan, bilinçli veya bilinçsiz hizmet ettirilen kesimdir.
b) İkinci Kat (Sadık Tabaka): Okul, dershane, yurt, banka, gazete, vakıf ve kurum görevlilerinden oluşan sadık gruptur. Bunlar örgüt sohbetlerine katılan, düzenli aidat ödeyen, az veya çok örgüt ideolojisini bilen kişilerdir.
c) Üçüncü Kat (İdeolojik Örgütlenme Tabakası): Gayri resmi faaliyetlerde görev alan, örgüt ideolojisini benimseyen ve ona bağlı, çevresine propaganda yapan kişilerdir.
d) Dördüncü Kat (Teftiş Kontrol Tabakası): Bütün hizmeti (legal ve illegal) denetler. Bağlılık ve itaatte dereceye girenler buraya yükselebilir. Bu tabakaya girenler örgüte çocuk yaşta kazandırılanlardan seçilir. Örgüte sonradan katılanlar genellikle bu katta ve daha üst katlarda görev alamazlar.
e) Beşinci Kat (Organize Eden ve Yürüten Tabaka): Üst düzey gizlilik gerektirir. Birbirlerini çok az tanırlar. Örgüt lideri tarafından atanan ve devletteki yapıyı organize edip yürüten kişilerdir.
f) Altıncı Kat (Has Tabaka): Örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından bizzat atanan ve lider ile alt tabakaların irtibatını sağlayan, örgüt içi görev değişiklikleri yapıp azillere bakan kişilerdir.
g) Yedinci Kat (Kurmay Tabaka): Örgüt lideri tarafından doğrudan seçilen ve on yedi kişiden oluşan örgütün en seçkin kesimidir.
Örgütün deşifre olmaması ve Devletin örgüt yapısını çözmekte zorlanması için örgüt hücre tipinde yatay yapılanmaya özen göstermiştir. Hücreler genellikle en fazla beş kişiden oluşan ve bir abla veya abiye bağlı birimlerdir. Hücredeki kişi sayısı bazı kurumlarda üç, TSK gibi bazı kurumlarda ise birebirdir. Her hücreden sorumlu bir imam vardır.
FETÖ/PDY’nin asli unsuru müntesipler, ışık evi, yurtlar, okullar, dershaneler olan hizmet birimlerinde yetiştirilmektedir. Bu kurumların temel amacı bu örgüte müntesip yetiştirmektir. İlk ve öncelikli kuruluş gayesi eğitim değil, insan kaynağı sağlamaktır. Örgüte ait özel okul ve yurt gibi yerler toplantı ve himmet toplama amaçlı da kullanılmaktadır. Örgüt, elemanlarını genel olarak genç yaştaki öğrencilerden seçmekte ise de kamu personelini de sonradan örgüte kazandırabilmektedir.
Bütün terör örgütleri gibi FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü de eleman bulma, buldukları elemanları örgüt amacına göre eğitme, örgütsel olarak onlara nasıl davranılması gerektiğini öğretip uygulatma üzerine kuruludur. Örgütsel bağlılığın temini bakımından; kod adı kullanma, gizlilik ve tedbir uygulanması, kişiler hakkında istihbarat toplayıp özel bilgi edinmek, sorunsuz işleyen bir emir ve rapor zincirinin varlığı, devletten ve aileden önde gelen örgüt aidiyeti, devlet hiyerarşisinde daha üstte olsa bile örgüt hiyerarşisi asıl olduğundan daha ast birinden emir alınması, hizmet kardeşliği ve örgüt içi dayanışma nedeniyle illegal olsa dahi talimatın sorgulanmaması, psikolojik tehdidin etkisiyle özgür iradenin kaybedilmesi hususları önem taşımaktadır.
Örgütten ayrılmak kural olarak mümkün değildir. Örgütsel disipline uymayan kişiler örgütten kovulma yerine pasifize edilmektedir. Bu düşüncede olan kişiler önce korkutulur, manevi baskının yanında maddi yaptırımlar da uygulanır. Tüm yaptırımlara rağmen ayrılmakta ısrar eden, itaatsizlikte devam eden kişinin örgütle ilişkisi kesilir. Örgüt bu kişiyi hain ilan ettiğinden her türlü cezalandırma metodu uygulanır.
FETÖ/PDY’nin Türk Silahlı Kuvvetlerine, Emniyet Teşkilatına ve MİT’e sızan militanları, şeklen kamu görevlisi gibi gözükse de bu kişilerin örgüt aidiyetleri diğer tüm aidiyetlerinden önce gelmektedir. FETÖ/PDY’nin devletin tasarrufunda bulunması gereken kamu gücünü, kendi örgütsel çıkarları lehine kullanmakta olduğu anlaşılmaktadır. Çeşitli aşamalardan geçirildikten sonra güçlü örgütsel bağlarla bağlandığı FETÖ/PDY’nin bir neferi olarak TSK, Emniyet Teşkilatı ve Milli İstihbarat Teşkilatında meslek hayatlarına başlayan örgüt mensupları, sahip oldukları silah ve zor kullanma yetkilerini FETÖ/PDY’deki hiyerarşik üstünden gelen emir doğrultusunda seferber etmeye hazır olacak şekilde bir ideolojik eğitimden geçirilmektedir. Bu durum, örgüt lideri Fethullan Gülen tarafından “Hizmet insanı” başlığı altında “Örgüte bağlı kişinin azimli, kararlı, hizmete karşı itaatkar, her şeyin sorumluluğunu alması gereken, darbe yediğinde azmi bozulmayan, yüksek rütbelere geldiğinde kendi rütbesi değil de hizmetin rütbesini ön planda tutan, hizmet içerisinde yapacağı görevlerin zor olabileceğine inanan ve bütün varlığını, canını, sevdiklerini hizmet için feda etmeye hazır olması” şeklinde açıklanmaktadır.
Emniyet Genel Müdürlüğü kadrolarının etkin birimlerinde ve TSK’da yapılanan FETÖ/PDY, Emniyet ve TSK birimlerinin doğasında var olan cebir ve şiddet kullanma yetkisinin verdiği baskı ve korkutuculuğu kullanmaktadır. Örgüt mensuplarının silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkanının bulunması, silahlı terör örgütü suçunun oluşması için gerekli ve yeterli olmakla birlikte; 15.07.2016 tarihinde meydana gelen kalkışma esnasında TSK içerisinde yapılanıp görünürde TSK mensubu olan ve ancak örgüt liderinin emir ve talimatları ile hareket eden örgüt mensuplarınca silah kullanılmış, birçok sivil vatandaş ve kamu görevlisi öldürülüp yaralanmıştır.
Söz konusu terör örgütü, nihai amaçlarına ulaşmak gayesiyle öncelikle askeriye, mülkiye, emniyet, yargı ve diğer stratejik öneme sahip kamu kurumlarını ele geçirmek için kendilerine engel olacaklarını düşündüğü bürokrat ve personelin sistem dışına çıkarılmasını sağlayarak örgüt elemanlarını bu makamlara getirmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihai hedefi bulunan FETÖ/PDY, söz konusu ele geçirme süreci tamamlandıktan sonra devlet, toplum ve fertlere dair ne varsa ideolojisi doğrultusunda yeniden dizayn ederek oligarşik özellikler taşıyan bir zümre eliyle ekonomik, toplumsal ve siyasal gücü yönetmek ve aynı zamanda uluslararası düzeyde büyük ve etkili siyasi/ekonomik güç haline gelmek amacıyla hareket etmektedir.
Örgütte sıkı bir disiplin ve eylemli bir işbirliği bulunduğu, örgütün kurucusu, yöneticileri ve üyeleri arasında sıkı bir hiyerarşik bağın mevcut olduğu, gizliliğe riayet edildiği, illegal faaliyetleri gizleyebilmek için hiyerarşik yapıya uygun hücre sistemi içinde yapılanarak grup imamları tarafından emir talimat verilmesi, üyeleri arasında haberleşmenin sağlanması için ByLock gibi haberleşme araçlarının kullanıldığı, görünür yüzüyle gerçek yüzü arasındaki farkın gizlendiği, amaca ulaşabilmek için yeterli eleman, araç ve gerece sahip olduğu, amacının Anayasa’da öngörülen meşru yöntemlerle iktidara gelmek olmayıp örgütün yarattığı kaos ortamı sonucu, demokratik olmayan yöntemlerle cebir şiddet kullanmak suretiyle parlamento, hükümet ve diğer anayasal kurumları feshedip iktidarı ele geçirmek olduğu, bu amaçla, Emniyet, Jandarma teşkilatı, MİT ve Genel Kurmay Başkanlığı gibi kuvvet kullanma yetkisini haiz kurumlara sızan mensupları vasıtasıyla, kendisinden olmayan güvenlik güçlerine, kamu görevlilerine, halka, Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, Meclis binası gibi simge binalar ve birçok kamu binasına karşı ağır silahlarla saldırıda bulunmak suretiyle amaç suçu gerçekleştirmeye elverişli öldürme ve yaralama gibi çok sayıda vahim eylem gerçekleştirildiği, anılan örgüt mensupları hakkında 15 Temmuz darbe girişiminden ya da örgüt faaliyetleri kapsamında işlenen diğer bir kısım eylemlere ilişkin bir kısmı derdest olan ya da mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları ve gizli-açık tanık anlatımları, bu davalarda verilen mahkeme ve Yargıtay kararları, örgüt lider ve yöneticilerinin açık kaynaklardaki yazılı ve sözlü açıklamaları gibi olgu ve tespitler dikkate alındığında;
FETÖ/PDY, küresel güçlerin stratejik hedeflerini gerçekleştirmek üzerine kurulan bir maşa olarak; Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini yıkıp ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini bozmak amacıyla kurulmuş bir terör örgütüdür. Bu örgüt, kuruluşundan 15 Temmuz sürecine kadar örgüt lideri Fethullah Gülen tarafından belirlenen ideoloji doğrultusunda amaçlarını gerçekleştirmek için hareket etmiştir. Gerçekleştirilen eylemlerde kullanılan yöntem, bir kısım örgüt mensuplarının silah kullanma yetkisini haiz resmi kurumlarda görevli olması, örgüt mensuplarının bu silahlar üzerinde tasarrufta bulunma imkânlarının var olması ve örgüt hiyerarşisi doğrultusunda emir verilmesi hâlinde silah kullanmaktan çekinmeyeceklerinin anlaşılması karşısında; tasarrufunda bulunan araç, gereç ve ağır harp silahları bakımından 5237 sayılı TCK’nın 314. maddesi kapsamında bir silahlı terör örgütüdür.
Bununla birlikte, Anayasa Mahkemesinin istikrar kazanan kararlarında da belirtildiği üzere; terör suçlarının soruşturulması kamu makamlarını ciddi zorluklarla karşı karşıya bırakmaktadır. Bu nedenle kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı, adli makamlar ve güvenlik görevlilerinin -özellikle organize olanlar olmak üzere- suçlarla ve suçlulukla etkili bir şekilde mücadelesini aşırı derecede güçleştirmeye neden olabilecek şekilde yorumlanmamalıdır (Süleyman Bağrıyanık ve diğerleri, B. No: 2015/9756, 16/11/2016, § 214; Devran Duran [GK], B. No: 2014/10405, 25/5/2017, § 64). Özellikle darbe teşebbüsüyle bağlantılı ya da doğrudan darbe girişimiyle bağlantılı olmasa bile FETÖ/PDY ile bağlantılı soruşturmaların kapsamı ve niteliği ile FETÖ/PDY’nin gizlilik, hücre tipi yapılanma, her kurumda örgütlenmiş olma, kendisine kutsallık atfetme, itaat ve teslimiyet temelinde hareket etme gibi özellikleri de dikkate alındığında, bu soruşturmaların diğer ceza soruşturmalarına göre çok daha zor ve karmaşık olduğu ortadadır (Aydın Yavuz ve diğerleri [GK], B. No: 2016/22169, 20/6/2017, § 350).
a) ByLock İletişim Sistemi
Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı ile 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı kararlarında da ayrıntılarıyla belirtildiği üzere;
ByLock iletişim sistemi global bir uygulama görüntüsü altında belli bir tarihten sonra yenilenen ve geliştirilen hâliyle münhasıran FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanımına sunulmuş bir programdır. ByLock iletişim sisteminin FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarının kullanmaları amacıyla oluşturulan ve münhasıran bu terör örgütünün bir kısım mensupları tarafından kullanılan bir ağ olması nedeniyle; örgüt talimatı ile bu ağa dahil olunduğunun ve gizliliği sağlamak için haberleşme amacıyla kullanıldığının, her türlü şüpheden uzak, kesin kanaate ulaştıracak teknik verilerle tespiti, kişinin örgütle bağlantısını gösteren bir delil olacaktır.
Kullanılması için indirilmesi yeterli olmayıp özel bir kurulum gerektiren ByLock iletişim sistemi, güçlü bir kriptolama yoluyla internet bağlantısı üzerinden iletişim sağlamak üzere, gönderilen her bir mesajın farklı bir kripto anahtarı ile şifrelenerek iletilmesine dayanan bir tasarıma sahiptir. Bu şifrelemenin, kullanıcıların kendi aralarında bilgi aktarırken üçüncü kişilerin bu bilgiye izinsiz şekilde (hack) ulaşmasını engellemeye yönelik bir güvenlik sistemi olduğu tespit edilmiştir. 2014 yılı başlarında işletim sistemlerine ait uygulama mağazalarında yer alıp bir süre herkesin ulaşımına açık olan ByLock’un, bu mağazalardan kaldırılmasından sonra geliştirilen ve yenilenen sürümünün ancak örgüt mensuplarınca harici bellek, hafıza kartları ve Bluetooth yoluyla yüklenildiği yürütülen soruşturma ve kovuşturma dosyalarındaki ifadeler, mesaj ve e-postalardan anlaşılmıştır.
ByLock iletişim sistemi 46.166.160.137 IP adresine (Internet ağına doğrudan bağlanan her cihaza verilen, numaralardan oluşan benzersiz adres) sahip sunucu üzerinde hizmet sunmaktadır. Sunucu yöneticisi, uygulamayı kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla ayrıca 46.166.164.176, 46.166.164.177, 46.166.164.178, 46.166.164.179, 46.166.164.180, 46.166.164.181, 46.166.164.182, 46.166.164.183 no’lu IP adreslerini de kiralamıştır.
ByLock iletişim sisteminin akıllı telefonlara yüklendikten sonra kullanılabilmesi için kullanıcı adı/kodu ve parolanın, akabinde cihaz üzerinde rastgele el hareketleriyle oluşturulan kullanıcıya özel güçlü bir kriptografik şifrenin belirlenmesi ve bu bilgilerin uygulama sunucusuna kriptolu olarak iletilmesi gerekmektedir. Bu şekilde ByLock iletişim sistemine dahil olan kullanıcıya sistem tarafından otomatik olarak bir kullanıcı kodu (User-ID numarası) atanmaktadır.
Global ve ticari uygulamaların aksine, kullanıcıların tespitini zorlaştırmak için ByLock iletişim sistemine kayıt esnasında kullanıcıdan telefon numarası, kimlik numarası, e-posta adresi gibi kişiye ait özel bir bilgi talep edilmemekte, SMS şifre veya e-posta yoluyla doğrulama işleyişi bulunmamaktadır.
ByLock iletişim sistemi üzerinde telefon numarası veya ad-soyad bilgileri ile arama yapılarak kullanıcı eklenmesine imkân bulunmamaktadır. Diğer taraftan ByLock iletişim sisteminde benzer uygulamalarda bulunan telefon rehberindeki kişilerin uygulamaya otomatik olarak eklenmesi özelliği de bulunmamaktadır.
ByLock iletişim sisteminde kullanıcıların haberleşebilmesi için her iki tarafın önceden temin ettikleri kullanıcı adlarını ve kodlarını birbirlerine eklemeleri gerekmekte, ancak bu aşamadan sonra taraflar arasında mesajlaşma başlayabilmektedir. Bu bakımdan kullanıcıların dahi istediği zaman bu sistemi kullanma imkânı bulunmamaktadır. Bu kurgu sayesinde uygulama, sadece oluşturulan hücre tipine uygun şekilde bir haberleşme gerçekleştirilmesine imkân vermektedir.
ByLock iletişim sisteminde, kriptolu anlık mesajlaşma, e-posta gönderimi, ekleme yoluyla kişi listesi oluşturma, grup içi mesajlaşma, kriptolu sesli görüşme, görüntü veya belge gönderebilme özellikleri bulunmaktadır. Böylece kullanıcıların, örgütsel mahiyetteki haberleşmelerini başka herhangi bir haberleşme aracına ihtiyaç duymadan gerçekleştirmesine olanak sağlanmıştır. Kullanıcıların tüm iletişimlerinin ByLock sunucusu üzerinden yapılması, buradaki grupların ve haberleşme içeriklerinin uygulama yöneticisinin denetim ve kontrolünde olmasını da mümkün hâle getirmiştir.
Kullanıcı tespitinin önlenmesi ve haberleşme güvenliği için alınan bir diğer güvenlik tedbiri ise, ByLock’a ait sunucu ve iletişim verilerinin, uygulama veri tabanında da kriptolu olarak saklanmasıdır.
ByLock kurgusunun aldığı önlemlerin yanı sıra, kullanıcılar da kendilerini gizlemek amacıyla birtakım önlemler almış, bu çerçevede haberleşme içeriklerinde ve uygulamadaki arkadaş listelerinde, kişilerin gerçek bilgileri yerine örgüt içindeki “kod adlarına” yer verip çok haneli parolalar belirlemişlerdir.
Türkiye’den ByLock’a erişim sağlayan kullanıcılar, kimlik bilgilerinin ve iletişimin gizlenmesi amacıyla VPN (Sanal Özel Ağ) kullanmaya zorlanmıştır.
Büyük bir kullanıcı kitlesine sahip ByLock iletişim sistemi, 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe girişimi öncesinde Türk ve yabancı kamuoyu tarafından bilinmemektedir.
ByLock üzerinden yapılan iletişimin çözümlenen içeriğinin tamamına yakını FETÖ/PDY mensuplarına ait örgütsel temas ve faaliyetlere ilişkindir. Bu kapsamda buluşma adreslerinin değiştirilmesi, yapılacak operasyonların önceden bildirilmesi, örgüt mensuplarının yurt içinde saklanması için yer temini, yurt dışına kaçış için yapılan organizasyonlar, himmet toplantıları, açığa alınan veya meslekten çıkarılan örgüt mensuplarına para temini, Fethullah Gülen’in talimat ve görüşlerinin paylaşılması, Türkiye’yi terörü destekleyen ülke gibi göstermek amacına yönelik faaliyette bulunan birtakım internet adreslerinin paylaşılması ve bu sitelerdeki anketlerin desteklenmesi, FETÖ/PDY’ye yönelik yürütülen soruşturma ve kovuşturmalarda şüpheli veya sanıkların hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca serbest bırakılmasının sağlanması, örgüt mensuplarına müdafii temin edilmesi, örgüt üyelerinden kimlere operasyon yapıldığına ve kimlerin deşifre olduğuna ilişkin bilgilerin paylaşılması, operasyon yapılması ihtimali olan yerlerde bulunulmaması ve bu yerlerdeki örgüt için önemli dijital verilerin arama-tarama mesulü olarak adlandırılan kişilerce önceden temizlenmesi, kamu kurumlarında FETÖ/PDY aleyhine görüş bildiren veya yapılanmayla mücadele edenlerin fişlenmesi, deşifre olduğu düşünüldüğünde ByLock iletişim sisteminin kullanımına son verileceği ve Eagle, Dingdong ve Tango gibi alternatif programlara geçiş yapılacağının haber verilmesi, yapılanmaya mensup kişilerin savunmalarında kullanabilmeleri amacıyla hukuki metinler hazırlanması gibi örgütsel niteliği olan mesajlar gönderildiği anlaşılmıştır.
MİT’in yasal yetkisi çerçevesinde temin ettiği ByLock veri tabanı üzerindeki incelemeler sonucunda, ByLock sunucusunun IP’lerine bağlanmaları nedeniyle sunucunun log kayıtlarında tutulan IP adreslerine ait abone bilgileri belirlenebildiği gibi ByLock sunucusunda kaydı olan kullanıcıların User-ID numaraları, kullanıcı adı ve şifre bilgileri, sisteme bağlantı tarihleri (log kayıtları), User-ID ekleyen diğer kullanıcılara ait bilgiler (roster kayıtları), ByLock kullanıcısının kurduğu ya da katıldığı gruplar, mesaj içerikleri gibi verilerin bir kısmı ya da tümünün tespiti ve çözümü de gerçekleştirilebilmektedir. Dolayısıyla, KOM Daire Başkanlığınca yürütülen çalışmalarla bir kısmı ya da tümü tespit edilen bu verilerin değerlendirilmesi sonucunda, sistem tarafından atanan User-ID numarasının gerçekte hangi kullanıcıyla eşleştirildiği ve bu kabulü sağlayan verilerin neler olduğu hususunda düzenlenen ByLock tespit ve değerlendirme tutanağında yer alan bilgiler, sisteme dahil olduğu anlaşılan ByLock kullanıcısının gerçekte kim olduğuna ve bu kişinin terör örgütü içerisindeki hiyerarşik konumuna yönelik önemli bilgiler içerebilmektedir.
Bununla birlikte, ByLock sistemine dair yukarıda belirtilen teknik analizler ve kronolojik rapor dikkate alındığında; gerçekte ByLock sistemine (ağına) dahil olan kişinin, Türkiye’ye ait olmayan IP’ler üzerinden ByLock sistemine bağlanması nedeniyle, ByLock IP’lerine bağlantı yaptığına dair CGNAT kayıtlarına ulaşılamayabileceği gibi, KOM birimlerince ByLock sunucu verileri üzerinde yapılan incelemenin henüz sonuçlanmaması veya bu incelemelere rağmen bu kişiye ait olan verilerin kurtarılamaması – çözümlenememesi nedenleriyle User-ID numarası, kullanıcı adı, şifre, log kayıtları, roster bilgileri veya mesaj içerikleri gibi verilerin henüz tespit edilememiş olması ya da incelemeye rağmen tespit edilememesi de söz konusu olabilmektedir. Ancak bu durumda dahi, başka kullanıcılara ait kurtarılan – çözümlenen roster kayıtları, mesajlar vb. verilerin içeriğinin değerlendirilmesi sonucunda, ByLock programını kullandığı hâlde kendisine ait veriler henüz bulunamayan ya da çözümlenemeyen diğer kullanıcıların da kim oldukları tespit edilebilmekte, böylelikle başta kullanıcısı belli olmayan bir User-ID numarasının gerçekte kime ait olduğu da belirlenebilmektedir. Gerçek kullanıcısı bu şekilde belirlenen User-ID numaralarına ilişkin olarak da Bylock tespit ve değerlendirme tutanakları düzenlenebilmektedir.
Öte yandan, Bylock tespit ve değerlendirme tutanağının düzenlenmesinden önceki bir tarihte, failin abonesi olduğu bir ADSL ya da GSM aboneliği üzerinden ByLock sistemine bağlantı yapıldığı ve sisteme kayıt yapılarak User-ID numarası alındığı belirlenerek bir User-ID numarasının faille (abone) eşleştirilmesi de mümkündür. Kural olarak bu yöndeki tutanağa istinaden de ilgili abonenin ByLock User-ID numarası alarak sisteme dahil olduğu anlaşılabilmektedir.
ByLock sunucusuna ait 9 adet IP adresine Türkiye IP’lerinden bağlanan abonelerin bu bağlantılarına dair internet trafik kayıtlarını içeren ve operatörler tarafından tutulan CGNAT (HIS) kayıtları ise bir çeşit üst veridir. Bu veriler; aboneye ait IP adresinin ByLock sunucusuna ait IP adreslerine bağlandığını belirlediğinden, kişinin ByLock sistemine dahil olmuş olabileceği konusunda önemli bir emare olmakla birlikte, IP adreslerine bağlantı yapmanın ötesinde ilgili aboneye sisteme dahil olması için User-ID numarası atanıp atanmadığı ve atanmışsa bu numaranın ne olduğu konusunda bilgi içermemektedir.
Dolayısıyla, KOM’un ByLock sunucu verileri üzerinde devam eden incelemelerinin henüz tamamlanmaması ya da incelemeye rağmen verinin kurtarılamaması – çözümlenememesi nedeniyle kişinin herhangi bir User-ID numarasıyla eşleştirilemediği hâllerde de, ByLock sunucusuna ait IP’lere bağlantı yaptığının CGNAT kayıtları doğrultusunda tespit edilmesi mümkündür. Bu durumda kişinin, ByLock sistemine bağlanma yönünde bir hareketi olmakla birlikte henüz kullanıcı adı ve şifre oluşturmak suretiyle User-ID numarası almadığı, bu nedenle sisteme dahil olmadığı ya da gerçekte User-ID numarası alıp henüz veriler üzerindeki incelemenin devam etmesi veya verilerin kurtarılamaması – çözümlenememesi nedenleriyle bu User-ID numarasının kendisiyle eşleştirilemediği anlaşılabileceği gibi, ByLock sunucularına tuzak yöntemlerle (Morbeyin vb.) yönlendirilmiş olabileceği sonucuna da ulaşılabilmektedir. Bununla birlikte, ByLock kronoloji raporundan; CGNAT kayıtlarına göre ByLock sunucusuna ait IP’lere bağlantı sağladığı belirlenen GSM abonelerinden 11.480 GSM abonesinin, ByLock IP’lerine olan bağlantılarının Morbeyin uygulamalarıyla gerçekleştirildiğinin tespitine ilişkin bilgilendirme yazılarının ilgililerin soruşturma ve kovuşturma dosyalarına gönderilmiş olduğu da dikkate alınmalıdır.
Gelinen noktada, tek başına delil olarak kullanılması gerektiğinde, kişinin ByLock sistemine (ağına) dahil olduğunun belirlenebilmesi açısından, öncelikle ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID numarasının kişiyle eşleştirilmesine dair veriler içeren ByLock tespit ve değerlendirme tutanağının; bu belgenin bulunmaması hâlinde de varsa sanığa ait olduğu belirlenen ByLock User-ID numarasını içerir tutanağın getirtilerek tutanaklarda yer alan veriler usulünce sanığa anlatıldıktan sonra sanık ve varsa müdafisinden diyeceklerinin sorulması gerekmektedir.
Bu itibarla, failin bilerek ve isteyerek ByLock sunucusunda kayıtlı bir User-ID aldığının belirlenmesi; ByLock sistemine dahil olup ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkânına kavuştuğunun, dolayısıyla en azından FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğunun kabulü için gerekli ve yeterli olacaktır. Ayrıca bu ağa dahil olan kişilerin ağ içerisinde başka kişi ya da kişilerle yaptıkları görüşme içeriklerinin olması da aranmayacaktır. ByLock sistemine dahil olan failler yönünden sistem içerisindeki haberleşmelerin kimlerle yapıldığının ve içeriklerinin tespiti ise ancak fail hakkında örgüt yöneticiliğinden dava açılmış olması ve failin örgüt yöneticisi olduğunun belirlenmesi açısından mevcut delillerin yetersiz görülmesi hâlinde yol gösterici olacaktır.
b) Ardışık Olarak Ankesörlü veya Kablolu Telefondan Aranma
Türk Dil Kurumu Güncel Türkçe Sözlüğünde ardışık kelimesinin anlamı “birbiri ardına gelen” şeklinde tanımlanmıştır, Buna göre ankesörlü veya sabit telefon hatlarından kısa bir zaman içerisinde ve birbiri ardına gelecek şekilde birden çok kimsenin aranması “ardışık aranma” olarak kabul edilmiştir.
Günümüzde kişiler arası iletişimde ankesörlü (kumbarasına para, jeton ya da özel kart atılınca konuşmaya açılan telefon) veya sabit (kablolu) telefon kullanımına göre cep telefonu kullanımı daha yaygındır. Kişilerin konuşma ücreti karşılığında herkesin kullanımına açık bulunan ankesörlü veya sabit bir telefon hattından arama yapmaları cep telefonunun veya cep telefonunu kullanma imkânının bulunmaması gibi durumlarda bir hizmeti karşılamaktadır. Diğer taraftan umumun kullanımına tahsis edilmiş sabit ve ankesörlü telefon hatlarının kişinin kendisi adına kayıtlı olmaması nedeniyle kendi kimliğini gizlemesini sağlamasından dolayı bu amaçla kullanılması da mümkündür.
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün gizliliğe azami derecede riayet ettiği, genellikle ayda bir kez iletişime geçilerek toplantıların gerçekleştirildiği, toplantılarda bir sonraki buluşma tarihinin kararlaştırıldığı, bir problem olmadığı sürece yeniden bir aramaya ihtiyaç duyulmadığı, ihtiyaç olduğunda ise örgüt üyelerinin birbirlerine ankesörlü telefonlar, büfelerde kurulu bulunan sabit hatlar, gizli numaralar veya şehir içi hatlardan ulaşmayı tercih ettikleri anlaşılmaktadır.
Nitekim, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca Kara Kuvvetleri Komutanlığında görev yapan ve FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün mahrem yapılanması içerisinde oldukları değerlendirilen örgüt üyelerinin tespiti amacıyla, Ankara ili genelinde 477 adet ankesörlü sabit telefon hattı sahiplerinin soruşturulması sırasında mahkeme kararı doğrultusunda bu hatların HTS kayıtlarının temin edildiği, bu hatlarla, haklarında aynı örgüte üye oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen yüksek yargı eski üyelerince kullanılan telefon hatlarına ait HTS kayıtlarının karşılaştırılarak sabit hatlarla bu kişilerin hatlarının ardışık, sistematik veya periyodik olarak aranıp aranmadığı hususunda yapılan araştırma sonucunda düzenlenen 13.09.2018 tarihli rapor ekinde bulunan şüpheli Metin Boztürk kendisi hakkında yürütülen soruşturmada müdafisi huzurunda savcılık ifadesinde; FETÖ içerisinde yer aldığını, öğretmen konumunda yaptığı toplantılarda bir sonraki toplantıyı kararlaştırdıklarını, acil durumlarda toplantıları iptal etmek veya başka konuları aktarmak için cep telefon numaralarını küçük kağıtlara kodlu olarak kaydettiklerini, son iki rakamı 99’a tamamlayacak şekilde kodladıklarını, kendi cep telefonundan asla arama yapmadığını, bu şekilde irtibat kurmanın yasak olduğunu, tedbir olarak evine olabildiğince uzak büfelerden kontörlü telefonlardan aradığını, bir büfeden sadece bir kişiyi aradığını, bir kaç kişiyi arayacağı zaman farklı büfeleri gezdiğini, aynı büfeden ard arda arama yapılmış olmasının arayan öğretmenin tedbire uymadığını gösterdiğini, tedbirlerin kendilerine öğretildiğini, ancak uygulanıp uygulanmadığının takibinin mümkün olmadığını beyan etmek suretiyle FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyelerinin sabit telefon hatlarını ne şekilde ve hangi amaçla kullandıklarına açıklık getirmiştir.
Bu itibarla, ankesörlü veya sabit telefon hatlarından ardışık olarak aranan failin örgütün uyguladığı iletişimin gizliliğine ilişkin tedbir ve haberleşme yöntemi hakkında bilgi sahibi olduğu, özellikle ardışık aramalarda örgüt tedbirine aykırı bir şekilde birden fazla örgüt üyesinin kısa süre içerisinde aranmasının failin örgütsel toplantılara katılım gösterdiği, FETÖ/PDY ile arasında organik ve sıkı bir bağ olduğu, ardışık ve periyodik aranmaların hücre tipine uygun şekilde bir haberleşme gerçekleştirilmesine imkân verdiğinden fail aleyhine bir delil olabileceği kabul edilebilir.
c) Genel Olarak Örgütün Yargı Yapılanması, Yargıtay Yapılanması, HSK ve Yüksek Mahkeme Üyelikleri Seçimleri:
FETÖ/PDY silahlı terör örgütüyle ilgili olarak ülke sathında yürütülen soruşturmalarda elde edilen dijital veriler, tanık beyanları, haklarında soruşturma yürütülen kişilerin etkin pişmanlık hükümleri kapsamında verdikleri ifadelerle, örgüte ilişkin açık kaynaklara da yansıyan bilgiler doğrultusunda ve Anayasal düzende devletin üç kuvvetinden biri olan yargının işlevinden ileri gelen önemi karşısında; bu örgütün, yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetlerini, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü anlaşılmaktadır.
Bu bağlamda, örgüt lideri Fetullah Gülen’in açık kaynaklara da yansıyan “Orada icabında mahkemenin altını üstüne getireceksin, avucuna alacaksın, arkadaşlara diyorum ki ben ‘Belki bin döktüreceksin, geriye biri dönecek, 1 milyar vereceksiniz, 10 milyonluk tazminat davası alacaksınız, önemli olan mahkum etmektir yani, avukat da kiralayacaksınız, hakim de kiralayacaksınız… Dünyada satın alınmayacak adam yoktur. Sadece fiyatları farklıdır. Birini az fiyata birini çok fiyata alırsın” şeklindeki beyanı, yargıda kanun dışı kadrolaşma ve bu erke egemen olma hususlarında verdiği örgütsel talimatlardan biridir.
Örgütsel kadrolaşma açısından; FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütü tarafından kendi mensuplarına hâkimlik ve Cumhuriyet savcılığı sınavlarına girmeleri konusunda telkinlerde bulunulduğu, örgüt mensubu öğrencilere hâkimlik ve savcılık sınavını kazanmaları hâlinde örgütün kendilerine referans olacağının söylendiği, mülakatı geçip staja başlayan örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcısı adaylarının Adalet Akademisi ve staj döneminde de yine örgüt tarafından koordine edildiği, söz konusu adayların örgüt mensubu olduklarının anlaşılmaması için kendi başlarına, fakat örgütle irtibatı koparmayacak şekilde ev tutmalarının tavsiye edildiği, adayların beşer kişilik kapalı gruplar halinde örgüt tarafından finanse edilen evlerde kalmalarının sağlandığı, bu kapsamda örgüt kurallarına göre iki evin irtibat halinde olmasının istendiği, bu evlere murakıp adı verilen örgüt mensubu kişilerin gelerek evde kalan adaylardan bilgi alıp tavsiyelerde bulundukları,
Bununla birlikte, örgüte ait ışık evlerinin il bazında eyalet adı altında birden çok bölgeye ayrıldığı, her bölgenin sekiz ilâ on evi kapsadığı, bölgelerden sorumlu kişilere bölge abisi/ablası adı verildiği, örgütün Türkiye Adalet Akademisi stajında adayları staj dönemlerine göre ayırdığı, bazı örgüt mensubu adaylara Türkiye Adalet Akademisi yurdunda kalmaları tavsiye edilerek bu kişilerden, örgüt lehine ya da aleyhine konuşan aday arkadaşlarının bildirilmesinin istendiği, her dönemin sorumlu abisinin/ablasının bulunduğu, evlere gelen örgüt mensubu murakıpların adaylara dinsel ve sosyal davranışları açısından telkinde bulundukları, örgüt mensubu hâkim ve Cumhuriyet savcılarının T1, T2, T3, T4 ve T5 şeklinde kategorize edilerek taşra ve devre yapılanmasının oluşturulduğu, bu yapılanmalarda belirli aralıklarla organizasyon ve görüşmelerin gerçekleştirildiği,
FETÖ/PDY Silahlı Terör Örgütünün yüksek yargı içerisinde de benzer şekilde bir yapılanma içerisinde hareket ettiği, bu durumun Emniyet Genel Müdürlüğü Narkotik Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğünce düzenlenen 03.05.2018 tarihli rapordan da anlaşıldığı, söz konusu rapora göre; örgüt mensubu Yargıtay eski Üyelerinin görev yapmakta oldukları hukuk ve ceza dairelerine göre gruplar oluşturulduğu, yüksek yargı eski üyelerinin aldıkları kod isimler dikkate alındığında (H1, H2, H3, C1, C2, C3, C4) şeklinde gruplandırıldıkları, Yargıtay eski Üyelerinin görevde bulundukları zaman içerisinde görev yaptıkları Yargıtay Daireleri göz önünde bulundurulduğunda, “H” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Hukuk Dairelerinde, “C” kod adı ile isimlendirilenlerin Yargıtay Ceza Dairelerinde görev yaptıkları, isimlendirmelerde yer alan 0, 1, 2, 3 rakamlarının grup içerisindeki hiyerarşiye ilişkin sıralamayı, “0” ile kodlamanın ise grup sorumlusunu gösterdiği, harf ve rakam ile gruplandırmalardan sonra (C3, H2 vb.) bazı isimlendirmelerde kullanıcının adı ve soyadının baş harflerinin eklenmesi suretiyle kod adı oluşturulduğu, “D” harfi ile yapılan gruplandırmanın “Danışma Heyetinde” bulunanları gösterdiği, Yargıtay Hukuk ve Ceza Daireleri genel sorumlusunun “59344 ID” numaralı ByLock hesabı kullanıcısı Yargıtay eski Üyesi… olduğu ve bu kişinin “Danışma Heyeti” ile diğer gruplarda bulunanların irtibatını sağladığının belirtildiği,
Yine, 2010 yılında yapılan Anayasa değişikliğiyle Hâkimler ve Savcılar Kurulu Üyelerinin bir bölümünün hâkim ve Cumhuriyet savcıları arasından yapılacak seçimle belirlenmesi öngörüldüğünden, örgüt tarafından öncelikle bu seçimlerdeki, ardından da bu Kurul tarafından üyeleri belirlenen yüksek mahkemelerdeki kadrolaşmaya önem verildiği, bu doğrultuda 2010 yılındaki HSK Üyeliği seçimleri sürecinde örgüt mensuplarınca toplantı ve diğer organizasyonlar düzenlenerek hem HSK Üyeliği, hem de ardından yüksek mahkeme üyeliklerinin belirlenmesi hususunda çalışmalar yapıldığı, bu çalışmalar sonucunda yüksek mahkeme üyeliklerine seçilen örgüt mensuplarının hangi dairelerde görev yapacakları, yapılacak olan yüksek mahkeme daire başkanlığı seçimlerinde hangi adayın destekleneceği hususlarının da örgüt tarafından belirlenip örgüt mensuplarının bu yönde talimatlandırıldığı,
Örgütsel etkinliğin ve baskının yargısal mekanizmalarda devamlılığının sağlanabilmesi açısından, bu çalışmaların 2014 yılındaki HSK seçimlerinde de hem hâkim ve Cumhuriyet savcılarınca hem de yüksek yargı üyelerince yapılan seçimler açısından da sürdürüldüğü tespit edilmiştir.
3- Hata Hükümleri Çerçevesinde Silahlı Terör Örgüt Üyeliği Suçunun Değerlendirilmesi:
Bir suç örgütü, baştan itibaren suç işlemek üzere kurulmuş illegal bir yapı olabileceği gibi, legal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün sonradan bir suç örgütüne, hatta terör örgütüne dönüşmesi de mümkündür. Bu kapsamda önceden var olan ancak hakkında karar verilmediği için kamuoyu tarafından varlığı bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanması mahkemeler tarafından verilecek karara bağlı ise de örgütün kurucusu, yöneticileri ya da üyeleri; kuruluş tarihinden veya meşru amaçlarla kurulup daha sonra suç örgütüne dönüştüğü andan itibaren ceza hukuku bakımından sorumlu olacaklardır.
Silahlı terör örgütüne üye olma suçunun doğrudan kastla işlenebildiği gözetilerek, hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması nedeniyle açıkça bilinmeyen yapılara dahil olan örgüt mensuplarından bir kısmının, oluşumun bir terör örgütü olduğunu bilmediklerini iddia etmeleri durumunda, TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında yer alan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapmak gerekecektir.
5237 sayılı TCK’nın “Hata” başlıklı 30. maddesi üç fıkra halinde;
“Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.” şeklinde düzenlenmiş iken, 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile eklenen; “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz” biçimindeki dördüncü fıkra ile son hâlini almıştır.
Maddede çeşitli hata hâlleri düzenlenmiş olup maddenin birinci fıkrasında suçun maddi unsurlarında hataya ilişkin hükme yer verilmiştir.
İkinci fıkra ile, kişinin suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususundaki hatasından yararlanması öngörülmüş, buna göre, kardeşi olduğunu bilmediği bir kişiyi öldüren failin, kasten öldürme suçunun nitelikli hâllerinden olan kardeşini öldürmekten değil, kasten öldürmenin temel şeklinden sorumlu olacağı, değersiz zannederek değerli bir kolyeyi çalan fail hakkında ise değer azlığı hükmünün uygulanacağı ilke olarak kabul edilmiştir.
Üçüncü fıkrada, ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait şartların gerçekleştiği konusunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin, bu hatasından yararlanacağı hüküm altına alınmış olup fıkrada hem hukuka uygunluk sebebinin maddi şartlarında hata, hem de kusurluluğu etkileyen hata halleri düzenlenmiştir. Failin bu fıkra hükmünden yararlanabilmesi için bulunduğu durum itibarıyla hatasının kaçınılmaz olması gerekmektedir.
Maddeye 5377 sayılı Kanun’la eklenen dördüncü fıkrada ise, kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle, eyleminin hukuka aykırı olmadığı, haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır.
Üçüncü ve dördüncü fıkraların uygulanması yönüyle kişinin kaçınılmaz bir hataya düşmesi şartı aranmakta olup hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacaktır.
Konumuza ilişkin olarak maddenin birinci fıkrasının daha ayrıntılı ele alınmasında fayda bulunmaktadır.
Maddenin birinci fıkrasının gerekçesinde; “Kast, suçun kanuni tanımındaki maddî unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik veya yanlış bilgi sahibi olunması durumu ise, maddî unsurlarda hata olarak adlandırılır. Böyle bir hata kastın varlığına engel olur. Örneğin, kişi vestiyerden kendisininki zannederek başkasının paltosunu alır. Keza, kişi gece karanlığında vahşi bir hayvan zannıyla hareketli bir cisme ateş eder. Ancak, gerçekte bu hareket eden cisim bir insandır ve dolayısıyla; bu insan ölür veya yaralanır. Örnek olarak verilen bu olaylarda failin bilgisi gerçeğe uysaydı; işlediği fiil haksızlık teşkil etmeyecekti. Bu nedenle hata hâlinde kasten işlenmiş bir suçtan söz etmek mümkün değildir.
Fıkrada ayrıca, maddî unsurlarda hata hâlinde, taksirle sorumluluğa ilişkin hükme yer verilmiştir. Buna göre, meydana gelen neticeye ilişkin olarak gerekli dikkat ve özen gösterilmiş olsaydı böyle bir netice ile karşılaşılmazdı şeklinde bir yargıya ulaşılabiliyorsa; taksirle işlenmiş bir suç söz konusu olur. Ancak bu durumda neticenin taksirle gerçekleştirilmesinin kanunda suç olarak tanımlanmış olması gerekir. Bu nedenle, kendisinin sanarak başkasının çantasını alan kişinin yanılgısında taksirin varlığı kabul edilse bile; kanunda hırsızlık fiilinin ancak yararlanma kasdıyla işlenebileceği belirtildiği için; böyle bir olay dolayısıyla ceza sorumluluğu doğmayacaktır. Buna karşılık, av hayvanı zannederek gerçekte bir insana ateş edip onun ölümüne neden olan kişinin bu hatasında taksiri varsa, adam öldürme kanunda taksirle işlenen bir suç olarak da tanımlandığı için, böyle bir olayda fail, taksirle adam öldürme suçundan dolayı sorumlu tutulacaktır…” açıklamalarına yer verilmiştir.
Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesi olup bu unsurlara ilişkin bilgisizlik, eksik ya da hatalı bilgi, maddi unsurlara ilişkin bir hatadır. Bu hatanın kastın varlığına engel olacak düzeyde bulunması hâlinde sanığa ceza verilmeyecektir. Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Maddenin birinci fıkrasının ikinci cümlesinde, hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâlinin saklı olduğu belirtildiğinden, taksirle de işlenebilen bir suçun maddi unsurlarında tedbirsizlik ve dikkatsizlik sonucu hataya düşülmesi kusurluluğu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin, gerekli dikkat ve özeni göstermeden gece gördüğü karartıya av hayvanı olduğunu düşünerek ateş eden ve bir kişinin ölümüne neden olan fail, taksirle öldürmeden sorumlu olacaktır.
Öğretide bu konuya ilişkin olarak; “Suçun maddi unsurlarına ilişkin hata, eylemin suç teşkil etmesi için bulunması zorunlu hususlara ilişkin bir yanılmadır. Örneğin, arkadaşını ziyarete giden bir kimsenin, arkadaşının olduğu düşüncesiyle bir başkasının konutuna girmesi.” (Artuk/Gökcen/Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 7. Baskı, s. 522), “Suçun maddi unsurlarında hata (unsur yanılgısı), müşahhas bir olayda suçun maddi unsurlarına müteallik hususlardaki bilgisizliği, eksik veya yanlış bilgiyi ifade eder. Bir başka ifadeyle, faildeki müşahhas olaya ilişkin tasavvurun gerçekle bağdaşmaması hâlidir. Bu hata, suça ilişkin kastı ortadan kaldırır. Bu hata hâlinde kasten işlenmiş bir haksızlıktan bahsetmek mümkün değildir. Failin bilgisi veya tasavvuru gerçeğe uysaydı; işlediği fiilin bir haksızlık teşkil etmeyeceği muhakkak olmalıdır” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi Genel Hükümler, Seçkin, 1. Baskı, 2005, s. 421) şeklinde görüşlere yer verilmiştir.
Failin, isnat olunan suçun maddi unsurlarına ilişkin hatası esaslı, diğer bir ifadeyle kabul edilebilir bir hata olursa, bu takdirde fail TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrası uyarınca bu hatasından yaralanacak, bunun sonucu olarak yüklenen suç açısından kasten hareket etmiş sayılmayacağından ve suçun taksirle işlenmesi hâli de kanunda cezalandırılmıyor ise CMK’nın 223. maddesinin ikinci fıkrasının (c) bendi gereğince beraatına karar verilmesi gerekecektir.
Ceza Genel Kurulunun 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararında da belirtildiği üzere;
FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün, Devletin Anayasal düzenini cebir ve şiddet kullanarak değiştirmek olan nihaî amacını gerçekleştirmek için “mahrem alan” şeklinde örgütlenmesi ve devletin silahlı kuvvetlerindeki unsurları dikkate alındığında gerekli ve yeterli örgütsel güce sahip olduğu hususunda tereddüt bulunmamaktadır. Örgütün bu amaç ve yöntemlerini bilen örgüt mensuplarının örgütteki konumları gözetilerek cezalandırılacağı da açıktır. Örgütlenme piramidine göre, beş, altı ve yedinci kat ve kural olarak üç ve dördüncü katlarda bulunan örgüt mensuplarının bu durumda olduklarının kabulü gerekmektedir. Ancak önce dinî bir kült, ardından da terör örgütü hâline dönüşen FETÖ/PDY’nin, başlangıçta bir ahlâk ve eğitim hareketi olarak ortaya çıkması ve genellikle böyle algılanması, örgütün gayrı meşru amaçlarını gizleyip alenen kriminalize olmamaya çalışması ve örgütün kurucusu ve yöneticisi Fethullah Gülen hakkında Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesince verilen beraat kararının onanarak kesinleşmesi karşısında, özellikle örgütün sözde meşruiyet vitrini olarak kullanılan diğer katlardaki örgüt mensupları tarafından bilinip bilinmediğinin olaysal olarak TCK’nın 30. maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda söz konusu değerlendirme yapılırken, ülke çapında yürütülen soruşturma ve kovuşturmalar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile ilgili dava dosyalarında yer alan belgeler, mahkemelerce karara bağlanan davalar, bu davalarda dinlenen itirafçı sanıkların savunmaları, tanık beyanları ve benzer pek çok kaynakta yer aldığı üzere; örgüt mensubu olan kamu görevlileri tarafından örgütün nihai amacının açıkça ortaya konularak devleti ve hükûmeti açıkça hedef alan terör faaliyetlerinin icra edilmesi, bu faaliyetlerin örgüt liderinin açıklamaları ve basın yayın araçlarıyla üstlenilmesi gibi sansasyonel olayların kamuoyunun gündemini uzunca bir süre meşgul edip yoğun bir şekilde tartışılması hususları gözden kaçırılmamalıdır. Bu nitelikli çok sayıda olay arasında, 7 Şubat 2012 tarihli MİT krizi, gayri hukuki iletişimin dinlenmesi kararları aracılığıyla elde edilmiş hukuka aykırı bulgulara dayandığı ve suç unsurlarının da oluşmadığı gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığı kararlarına konu olan 17/25 Aralık 2013 tarihli operasyonlar ile 1 Ocak ve 19 Ocak 2014 tarihli MİT tırlarının durdurulması hadiselerini saymak mümkündür.
Ayrıca, Milli Güvenlik Kurulunun 26.02.2014 ve daha sonraki tarihlerde gerçekleştirdiği müteaddit toplantılarında alınan ve kamuoyu ile paylaşılan kararlarda; FETÖ/PDY’nin, milli güvenliği tehdit eden ve kamu düzenini bozan, devlet içerisinde legal görünüm altında illegal faaliyetler yürüten, illegal ekonomik boyutu bulunan, diğer terör örgütleri ile işbirliği yapan bir terör örgütü olduğuna dair değerlendirmelerin yapılması ve bu terör örgütü ile devletin tüm kurum ve birimleri ile birlikte etkin bir mücadele edilmesine dair kararların alınması, aynı tespit ve açıklamaların devlet ve hükûmet yetkililerince de en üst düzeyde benimsenip kamuoyu ile paylaşılması gibi olguların da gözardı edilmemesi gerekir.
II- SANIK HAKKINDAKİ HÜKMÜN 5271 SAYILI CMK’NIN 289. MADDESİNDE SAYILAN HUKUKA KESİN AYKIRILIK HÂLLERİ BAKIMINDAN İNCELENMESİ:
1- Uyuşmazlık yönünden bağlantılı olmaları nedeniyle birlikte değerlendirilen, CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinde yer alan “Mahkemenin kanuna uygun olarak teşekkül etmemiş olması” ve (d) bendinde yer alan “Mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili görmesi” hâlleri açısından:
Söz konusu hukuka kesin aykırılık hâllerinin değerlendirilebilmesi açısından, konunun geniş bir perspektif içerisinde ve bir kaç başlık hâlinde ayrıntılı olarak ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
A- Yargıtay
Devletin hukuk düzeninin gerçekleştirilmesini ve korunmasını amaçlayan yargı fonksiyonunun, bireylerin kendi aralarında ya da devletle olan hukukî uyuşmazlıklarını kesin olarak çözme niteliğine sahip olması, bu fonksiyonu ifa eden devlet organlarının da buna uygun niteliklerle donatılmasını gerektirmektedir (Bülent Tanör – Necmi Yüzbaşıoğlu, 1982 Anayasasına Göre Türk Anayasa Hukuku, 17. Bası, Beta Yayıncılık, İstanbul, Şubat 2018, s. 476). Nitekim, Anayasa’nın “Yargı Yetkisi” başlıklı 9. maddesinde bu husus “Yargı yetkisi, Türk Milleti adına bağımsız ve tarafsız mahkemelerce kullanılır” biçiminde ifade edilmektedir.
Anayasa’nın 142. maddesinde, mahkemelerin kuruluşunun, görev ve yetkilerinin, işleyişinin ve yargılama usullerinin kanunla düzenleneceği öngörülmekle birlikte, yargı kollarında yer alan Yüksek Mahkemeler yönünden kanunilik esasının ötesinde bu mahkemelerin niteliklerine, üyelerin ne şekilde atanacağına ya da seçileceğine, görev ve yetkilerinin neler olduğuna dair konular doğrudan doğruya Anayasa’da hüküm altına alınmıştır.
Ülkemizdeki yargı kolları arasında yer alan adli yargı; diğer yargı kollarının (anayasa yargısı ve idari yargının) görevine girmeyen davaların çözümlendiği olağan ve genel yargı kolu olup teşkilât yapısı ilk derece mahkemeleri, bölge adliye mahkemeleri ve Yargıtay olmak üzere üç derecelidir (Kemal Gözler, Türk Anayasa Hukuku, 3. Baskı, Ekin Basın Yayın Dağıtım, Ocak 2019, s. 1033-1034).
Anayasa’nın 154. maddesi uyarınca Yargıtay, adli yargı içerisinde Anayasal boyutta bağımsız ve tarafsız bir mahkeme olarak düzenlenmiştir. Yargıtay’ın yargısal görevleri aynı maddenin birinci fıkrasında; “Yargıtay, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme merciidir. Kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakar” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Aynı maddenin ikinci fıkrasında, Yargıtay üyelerinin birinci sınıfa ayrılmış adli yargı hakim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından Hakimler ve Savcılar Kurulunca üye tamsayısının salt çoğunluğu ile ve gizli oyla seçileceği, beşinci fıkrasında da bu mahkemenin kuruluşunun, işleyişinin, Başkan, başkanvekilleri, daire başkanları ve üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısı ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin niteliklerinin ve seçim usullerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği öngörülmüştür.
Anayasa’da yer alan bu düzenlemeler doğrultusunda hazırlanan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu 08.02.1983 tarihli ve 17953 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, bu Kanun’un 1. maddesinde Yargıtay’ın, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup, Türkiye Cumhuriyeti Anayasası ile bu Kanun ve diğer kanunların hükümlerine göre görev yapan bağımsız bir yüksek mahkeme olduğu vurgulanmıştır.
Böylelikle, Yargıtay’ın Anayasa’da ve 2797 sayılı Kanun’da tanımlanan temel görevleri, fonksiyonları ve bu kapsamda güvence altına alınan yargısal yetkileri dikkate alındığında; genel olarak devlet yapılanmasında, özelde de yargı kolları arasında yer alan son derece özel ve hassas makamlardan biri olduğunda kuşku bulunmamaktadır.
B- Yargıtay Üyelerinin Hukukî Durumları ve Adli Suçlarıyla İlgili Soruşturma ve Kovuşturma Usulüne Dair 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nda Yer Alan Düzenlemeler
Adaletin kendisinin ve dağıtılmasının toplumdaki öneminin bir yansıması olarak hâkimlik mesleği, toplum hayatında her zaman çok önemli bir yere ve göreve sahip olmuştur. Hâkim; bir uyuşmazlığı çözerken, suçluyu tespit edip cezalandırırken, bir hakkı sahibine teslim ederken kişilerin hak ve özgürlüklerine, bireysel ya da toplumsal yaşam alanlarına herkesten çok daha fazla temas edebilmektedir. Yine hâkim, yargılama ve hüküm verme yetkisini kullanırken devlet ile bireyler arasındaki uyuşmazlıkları da çözüme bağlamakta ve bu bağlamda devlet organlarının kullandığı yetkinin hukukiliğini denetleyebilmektedir. Bu nedenle hâkimlik mesleği, özel bir statü olarak Anayasa ile teminat altına alınmıştır. Anayasa’nın 138. maddesinde “mahkemelerin bağımsızlığı”, 139. maddesinde “hâkimlik ve savcılık teminatı” konularında ayrıntılı güvencelere yer verilmiş, 140. maddesinde ise “hâkimlik ve savcılık mesleği” hakkında bu güvenceler doğrultusunda düzenlemeler getirilmiştir.
Hâkimlerin suç işlemeleri hâlinde cezai sorumluluklarının bulunduğu, çağdaş hukuk sistemlerinin ortak kabulüdür. Bir hâkimin göreviyle ilgili ya da kişisel bir suç işlemesi mümkün olup bu durumda kişinin hâkim olması nedeniyle işlediği suçun yaptırımsız kalması düşünülemez. Bu nedenledir ki, hukuk sistemimiz içinde hâkimlerin görevleriyle ilgili ya da kişisel nitelikte işledikleri ve suç oluşturan eylemlere ilişkin Anayasa, 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu, 6087 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kurulu Kanunu ve 2797 sayılı Yargıtay Kanunu gibi kanunlarla kural olarak özel soruşturma ve kovuşturma usulleri ve mercileri öngörülmüştür.
Yargıtay Üyelerinin hukukî durumları 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nda düzenlenmiş olup gelinen noktada, anılan Kanun’un, Yargıtay Üyelerine atılı suçların kovuşturma usullerine ilişkin suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan ve sonradan değiştirilen hükümleriyle, bu hükümlerde yapılan değişikliklere dair gerekçelerin irdelenmesi gerekmektedir.
Gerek Anayasa’nın 154. gerekse Yargıtay Kanunu’nun 1. maddelerine göre, bağımsız bir yüksek mahkeme olan Yargıtayın kuruluş amacı ve genel görevi, adliye mahkemelerince verilen ve kanunun başka bir adli yargı merciine bırakmadığı karar ve hükümlerin son inceleme mercii olup bu bakımdan Yargıtay Dairelerinin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapması tali bir görevdir. Söz konusu tali görev, Yargıtay Kanunu’nun “Yargıtay Daire ve Kurullarının Görevleri” başlıklı ikinci bölümünde yer alan “Yargıtayın görevleri” başlıklı 13. maddesinin ikinci bendinde; “Yargıtay Başkan ve üyeleri ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarında belirtilen kimseler aleyhindeki görevden doğan tazminat davalarına ve bunların kişisel suçlarına ait ceza davalarına ve kanunlarda gösterilen diğer davalara ilk ve son derece mahkemesi olarak bakmak” şeklinde tanımlanmıştır.
Bu doğrultuda, 2797 sayılı Kanun’un “Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının Görevleri” başlıklı 15. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca; “Yargıtay Başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ile yargılama görevi özel kanunlarınca Yargıtay Genel Kurullarına verilen kişilere ait davaları ilk mahkeme olarak görmek ve hükme bağlamak” Ceza Genel Kurulu’nun görevleri arasında sayılmışken, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 680 sayılı KHK’nın 4. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun’un 3. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan düzenlemeyle ilgili fıkrada yapılan değişiklik sonucunda, Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla baktığı davalarda Genel Kurulların görevi; “İlk derece mahkemesi olarak ilgili dairelerce verilen hükümlerin temyiz yoluyla incelemesini yapmak”la sınırlandırılmış, böylelikle 2797 sayılı Kanun’da ve özel kanunlarda sayılan kişilerin işledikleri kişisel suçlar yönünden Genel Kurulların ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma yetkisi kaldırılmıştır.
Bu düzenlemeyle bağlantılı olarak, 2797 sayılı Kanun’un, Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı yapılacak inceleme, soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 46. maddesi de suç tarihi itibarıyla;
“Yargıtay Birinci Başkanı, birinci başkanvekilleri, daire başkanları, üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekilinin görevleriyle ilgili veya kişisel suçlarından dolayı haklarında soruşturma yapılabilmesi Birinci Başkanlık Kurulunun kararına bağlıdır. Ancak, ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinin hazırlık ve ilk soruşturması genel hükümlere tabidir.
Birinci Başkanlık Kurulu kendisine intikal eden veya ettirilen ihbar ve şikayetleri inceleyerek soruşturma açılmasını gerektirir nitelikte gördüğü takdirde, ilk soruşturma yapılması için ceza dairesi başkanlarından birini görevlendirir. Aksi takdirde dosyanın işlemden kaldırılmasına karar verir. Bu karar kesindir.
Soruşturma ile görevlendirilen başkan, soruşturmayı ikmal ettikten sonra evrakı Birinci Başkanlık Kuruluna gönderir.
Soruşturmayı yapan ceza dairesi başkanı sorgu hakiminin yetkisini haiz olup Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun ilk soruşturmaya ait hükümlerini uygular. Vereceği tutuklama ve tutuklamanın kaldırılması veya kefaletle salıvermeye ait kararları Birinci Başkanlık Kurulunun onaması ile tekemmül eder.
Birinci Başkanlık Kurulu, incelediği evrakı eksik bulursa soruşturmayı yapan başkana tamamlattırır. Son soruşturmanın açılmasına gerek görmediği takdirde evrakın işlemden kaldırılmasına, aksi halde son soruşturmanın açılmasına karar verir ve görevle ilgili suçlarda Anayasa Mahkemesine, kişisel suçlarda Yargıtay Ceza Genel Kuruluna tevdi olunmak üzere dosyayı Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderir. Evrakın işlemden kaldırılmasına dair verilen kararlar kesindir.
Sanık, Ceza Genel Kurulunca verilen kararın tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren onbeş gün içinde yeniden incelenmesini isteyebilir.” şeklinde düzenlenmişken, bu maddenin beşinci fıkrasında 680 sayılı KHK’nın 5. maddesiyle değişiklik yapılarak bu kişilerin kişisel suçlarında kovuşturma makamı “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak yeniden belirlenmiş ve maddenin altıncı fıkrası da yürürlükten kaldırılmıştır. Yine bu değişiklik de 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Son olarak, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinin yürürlükten kaldırılan altıncı fıkrası bu kez 690 sayılı KHK’nın 2. maddesiyle yeniden düzenlenmiş ve bu fıkra;
“Ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suçüstü halinde genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda dosya, düzenlenen fezlekeyle birlikte Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilir. Hâkim kararı gerektiren işlemlere dair Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının talepleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara yapılan itirazlar hakkında, soruşturma konusu suçların en ağırına bakmakla görevli Yargıtay ceza dairesini numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı tarafından karar verilir. Suçun son numaralı ceza dairesinin görevine girmesi halinde talebi inceleme yetkisi Birinci Ceza Dairesi Başkanına aittir. Hâkim kararı gerektiren işlemlerde başkanın verdiği kararlara karşı yapılan itirazı numara itibarıyla izleyen ceza dairesi başkanı inceler. Son numaralı daire başkanının kararı, Birinci Ceza Dairesi Başkanı tarafından incelenir. İddianame hazırlanması hâlinde kovuşturma Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılır.” biçiminde son hâlini almış ve bu düzenleme de 7072 sayılı Kanun’un 4. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır.
Söz konusu değişikliklerle birlikte, 2797 sayılı Kanun’un “Dairelerin Görevleri” başlıklı 14. maddesinde yine 680 sayılı KHK’nın 3. maddesiyle yapılan ve 7072 sayılı Kanun’un 2. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşan değişiklik sonucunda bu maddeye “Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulu bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebilir. Bu durumda, görevlendirilen dairenin bakmakta olduğu işler, bir sonraki takvim yılı beklenmeksizin Birinci Başkanlık Kurulu tarafından başka dairelere verilebilir.” biçiminde (f) bendi eklenmiştir.
2797 sayılı Kanun’un 14 ve 46. maddelerinde yapılan değişiklikler üzerine toplanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca öncelikle 11.07.2017 tarih ve 245 sayı ile; söz konusu düzenlemelere yer verildikten sonra “kovuşturma işlemlerini yürütmek üzere Yargıtay 9. Ceza Dairesinin görevlendirilmesine” karar verilmiş ve bu karar 18.07.2017 tarihli ve 30127 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiş, ardından da aynı Kurul tarafından 03.10.2017 tarih ve 306 sayı ile; “18.07.2017 tarih, 30127 sayılı Resmî Gazetede yayımlanan Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 11.07.2017 tarihli ve 245 sayılı kararının gereği düşünüldü bölümündeki ‘Yukarıda sayılan düzenlemeler ışığında’ ibaresinden sonra gelmek üzere ‘2797 sayılı Yargıtay Kanunun 46. maddesi uyarınca diğer Dairelerin görev alanına girmeyen kişisel suçlarla ilgili yapılacak” ibaresinin eklenmesine karar verilerek Yargıtayın diğer ceza dairelerinin kendi görev alanlarına giren konularda ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapacakları hususuna açıklık getirilmiş ve Yargıtay ceza daireleri arasında bu konudaki yorum farklılıkları ortadan kaldırılmıştır.
Yargıtay Başkanlık Kurulunca yapılan bu düzenlemelerle, terör suçlarından kaynaklanan davalara ilişkin hem temyiz incelemesi, hem de çok sayıda ilk derece yargılaması yapmakta olan Yargıtay 16. Ceza Dairesinde bu davaların yarattığı iş yoğunluğundan kaynaklanan zorunluluk nedeniyle, bu davalara ve 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi uyarınca yapılacak yargılamalara konu kişilerin makul sürede yargılanma haklarının korunması amaçlanmıştır. Öte yandan, söz konusu düzenlemeler olağanüstü mahkeme kurulması niteliğinde olmayıp herhangi bir dairenin bakmakla görevli olduğu suç açısından, örneğin sahtecilik suçu açısından yaşanacak bir iş yoğunluğunun getireceği zorunluluk karşısında, ilgili ceza dairesinin bu suçtan dolayı yapacağı ilk derece yargılamalarının da alınacak aynı türden kararlarla başka bir ceza dairesine devredilmesi söz konusu olabilecektir.
2797 sayılı Kanun’da sayılan kişilerin işledikleri iddia olunan kişisel suçlarla, özellikle bu suçların ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenmesi durumuna ilişkin soruşturma ve kovuşturma usullerinde yapılan değişikliklerin gerekçeleri, söz konusu değişikliklere dair ilgili maddeleri sonradan aynen kabul edilerek kanunlaşan 680 ve 690 sayılı KHK’ların komisyon raporlarında açıklanmıştır.
680 sayılı KHK’nın komisyon raporlarında, Yargıtay Birinci Başkanı, Birinci Başkanvekilleri, Daire Başkanları, Üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ve özel kanunlarda sayılan diğer kişilerin kişisel suçlarına ilişkin kovuşturma makamının “Yargıtay Ceza Genel Kurulu” yerine “Yargıtay ilgili ceza dairesi” olarak değiştirilmesinde; bu kişilerin kişisel suçlarından dolayı yargılanmalarında etkinliği artırmanın amaçlandığı, Yargıtayın ilk derece mahkemesi olarak bakmakla görevli olduğu davalarda, iş yoğunluğunun zorunlu kılması halinde Birinci Başkanlık Kurulunun bir veya birden fazla daireyi sadece bu işlere bakmak amacıyla görevlendirebileceğine ilişkin düzenlemeyle de Yargıtayın bu davalardan kaynaklanan iş yükünün hafifletilmesinin hedeflendiği belirtilmiştir.
690 sayılı KHK’nın komisyon raporlarında da, bu KHK ile yapılan söz konusu düzenlemelerle ağır cezalık suçüstü hâllerinde ilgili ceza dairesi tarafından yapılacak kovuşturmalarda Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının soruşturma ve iddianame düzenleme yetkisine açıklık getirildiği, hâkim kararlarının alınma usulü ile bu kararlar ve takipsizlik kararlarına itirazlara bakacak mercilerin belirlendiği ifade edilmiştir.
Söz konusu hukuki düzenlemeler birlikte ele alındığında;
Konumuza ilişkin olarak; Yargıtay üyelerine atılı suçun “ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli” kapsamında işlenmesi durumunda, bu suçun görev suçu ya da kişisel suç olup olmadığının önemi bulunmamaktadır. Bu hâlde soruşturma ya da kovuşturma izinleri alınmasına gerek bulunmaksızın, dolayısıyla 2797 sayılı Kanun’da düzenlenen güvenceler uygulanmaksızın genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesi gerekmektedir.
Öte yandan, 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinin altıncı fıkrasında “ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen kişisel suçlar” bakımından kovuşturma makamı açıkça Yargıtayın ilgili ceza dairesi olarak gösterilmiştir.
C- Silahlı Örgüt Suçunun Niteliği, Soruşturma ve Kovuşturma Usul ve Makamlarına İlişkin CMK, 2575 ve 2797 sayılı Kanun’lardaki Düzenlemeler Bakımından Bu Suçun Değerlendirilmesi
1) Silahlı Örgüt Suçunun Nitelikleri
a) Genel Olarak
TCK’nın 314. maddesinin birinci fıkrasında yer alan suçları işlemek amacıyla silahlı örgüt kurmak veya yönetmek ya da bu örgüte üye olmak fiilleri, TCK’nın 220. maddesinde düzenlenen “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçuna nazaran daha ağır cezayı gerektiren müstakil suçlar olarak tanımlanmıştır. Dolayısıyla örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen “silahlı örgüt” suçu ile ihlâl edilen ve ceza ile korunan hukukî değer, devletin güvenliğine, Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek için çeteleşerek oluşturulan tehlikeli suç ve suçluluk ortamının giderilmesine ilişkin kamusal yarardır (Zeki Hafızoğulları – Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Millete ve Devlete Karşı Suçlar, 1. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara, 2016, s. 398-399).
Nitekim Yargıtayın istikrar kazanan uygulamalarına göre; devletin güvenliğini, Anayasal düzeni ve bu düzenin işleyişini koruma amacıyla düzenlenen dava konusu suçun, herhangi bir kamu göreviyle bağlantılı ve görevden yararlanılarak işlenmesi zorunlu olmadığı gibi, “özgü suç” niteliği taşımayan bu suç açısından failin memur olması suçun kurucu unsuru da değildir. Dolayısıyla sanığa atılı silahlı terör örgütü üyeliği suçunun kişisel suç niteliğinde olduğu açıktır.
Öte yandan, ağır ceza mahkemesinin görevi, 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 12. maddesiyle düzenlenmiş olup, bu maddeye göre; “Kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, Türk Ceza Kanununda yer alan yağma (m. 148), irtikâp (m. 250/1 ve 2), resmî belgede sahtecilik (m. 204/2), nitelikli dolandırıcılık (m. 158), hileli iflâs (m. 161) suçları, Türk Ceza Kanununun İkinci Kitap Dördüncü Kısmının Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (318, 319, 324, 325 ve 332. maddeler hariç) ve 12.4.1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davalar ile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet hapis ve on yıldan fazla hapis cezalarını gerektiren suçlarla ilgili dava ve işlere bakmakla ağır ceza mahkemeleri”nin görevli olduğu hüküm altına alınmıştır. Aynı madde ile Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler de saklı tutulmuştur. Söz konusu düzenleme karşısında, silahlı örgüt suçunun ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçlardan olduğu da açıktır.
b) Suç Teorisi Bakımından Silahlı Örgüt Üyeliği Suçu
ba- Mütemadi Suç Kavramı
Ceza hukuku doktrininde; kendisine bağlı olan hukuki hükümler bakımından önem taşıyan ve hareket tarafından meydana getirilmek veya engel olunmamak suretiyle oluşturulan dış alemdeki değişiklik, “netice” olarak adlandırılmaktadır. Suçun maddi unsuru bakımından dikkate alınacak netice ise sadece suçun kanuni tanımında yer alan, hukukî değer taşıyan dış alemdeki değişikliktir (Sulhi Dönmezer – Sahir Erman, Nazarî ve Tatbikî Ceza Hukuku, Cilt II, 14. Bası, Der Yayınları, İstanbul, 2019, s. 97; Kayıhan İçel – Füsun Sokullu Akıncı – İzzet Özgenç – Adem Sözüer – Fatih. S. Mahmutoğlu – Yener Ünver, Suç Teorisi, 2. Kitap, 2. Bası, Beta Yayınları, Eylül 2000, s. 67).
Doktrinde suçun sonuç alt unsuru bakımından yapılan ayrımlardan biri; anî ve mütemadi (kesintisiz – sürekli) suç ayrımıdır. Buna göre; hareketten doğan neticenin devam etmeyip derhal sona erdiği suçlara anî suç, neticenin devam ettiği suçlara ise mütemadi suç adı verilmektedir. Bununla birlikte, kesintisiz bir suçun varlığı için suçtan doğan hukuka aykırı durumun yani suçun eserinin bir süre devam etmesi yeterli olmamaktadır. Mütemadi suçta devam eden şey neticenin kendisi olup bu devam ettikçe suç da işlenmektedir. Dolayısıyla, kesintisiz suçlar, bu suçun hukukî konusunu oluşturan hak ve menfaatin ihlâline devam edildiği sürece icra edilmiş olmaktadırlar (Sulhi Dönmezer – Sahir Erman, s. 102). Diğer bir ifadeyle, bu suçların kanunî tanımında gösterilen sonucun her ân yeniden meydana gelmesi, devam etmesi gerekmektedir (Uğur Alacakaptan, Suçun Unsurları, Sevinç Matbaası, Ankara, 1970, s. 48). Alman doktrininde savunulan görüşlerden biri de; mütemadi suçlarda suç tipinde tarif edilen hareketin başlamasıyla suç kural olarak tamamlanmaktaysa da, hukuka aykırı durumun sonlanmasıyla bittiği yönündedir (Bernd Heinrich, Ceza Hukuku Genel Kısım – 1, Cezalandırılabilirliğin Temel Esasları Tamamlanmış ve Teşebbüs Edilen Suçlarda Suçun Yapısı, Editör: Yener Ünver, Adalet Yayınevi, Ankara – 2014, s. 95). Kunter’e göre de, suçun bitme anı tamamlanmasından sonra gelmekte olup bitme anı temadinin bittiği andır (Nurullah Kunter, Suçun Maddi Unsurları Nazariyesi (Hareket – Netice – Sebebiyet Alâkası, İstanbul 1955, s. 94).
Mütemadi suçun tanımına dair hem diğer yabancı hukuk doktrinlerinde, hem de Türk Hukukunda birlik bulunmamaktadır. Söz gelimi, bu suçlarda hareketin devam ettiği, neticenin devam ettiği, hem hareket hem neticenin devam ettiği ya da hukuka aykırılığın devam ettiği görüşleri öne sürülmektedir (M. Emin Artuk – Ahmet Gökcen – M. Emin Alşahin – Kerim Çakır, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara – 2017, s. 267). Nitekim doktrinde Özgenç ve Koca – Üzülmez; neticenin hareketin bir sonucu olduğunu, bu bağlamda, neticenin devamının hareketin sürdürülmesiyle mümkün olduğunu, dolayısıyla mütemadi suçta devam eden şeyin netice değil, esasen suçun kanuni tanımında gösterilen hareket olduğunu, böylelikle mütemadi suçun, kanuni tanımda gösterilen hareketin icrasının devam ettiği suçlar olduğunu ifade etmektedirler (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 13. Bası, Seçkin Yayıncılık, Eylül 2017, s. 176; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 10. Baskı, Seçkin Yayınları, Eylül 2017, s. 123).
Bununla birlikte, Alman Yüksek Mahkemesi 4. Ceza Dairesi, vergi suçlarına dair bir kararında mütemadi suçu; “Failin suç unsurlarını muayyen bir müddet devam ettirmek iradesi ile fiili ika etmesi ve iradesinin de buna müteveccih bulunması gerekmektedir” şeklinde; İsviçre Federal Mahkemesi ise; “Gayri hukuki durumu bertaraf etmek failin iktidarı dahilinde olduğu hâlde, bu duruma nihayet vermediği müddet içinde suç işlenmektedir” şeklinde tanımlamıştır. İsviçre Federal Mahkemesi söz konusu ifadeyle, mütemadi suçta karakteristik olan özelliğin hukuka aykırı durumun devam etmesi olduğunu değerlendirmiştir (Ayhan Önder, Mütemadi Suç, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, Cilt 29, Sayı: 1-2, 1963, s. 82).
Mütemadi suçta hukuka aykırı durumun her an yeniden kendini yenilemesi failin iradi davranışının eseri olmalıdır. Dolayısıyla mütemadi suç, failin iradi davranışının kesintiye uğradığı anda işlenmiş olmaktadır. Kural olarak hukuka aykırı duruma son verilmesi anı, kesintinin gerçekleştiği, yani suçun işlendiği andır (Zeki Hafızoğulları – Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara – 2016, s. 189-190). Bu doğrultuda doktrinde benzer biçimde, mütemadi suçlarda fiilin icrası devam ettiği sürece, fiilin ifade ettiği haksızlığın da işlenmeye devam ettiği, sadece haksız duruma sebebiyet vermenin değil, onun sürdürülmesinin de kanuni tipi gerçekleştirdiği kabul edilmektedir (Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, s. 124).
Mütemadi suçlarda temadinin ne zaman biteceği konusunda farklı ihtimaller gündeme gelebilmektedir. Nitekim suç, söz gelimi mağdurun ölümü gibi doğal nedenlerle sona erebileceği gibi, yine mağdurun kaçması ya da üçüncü kişilerin müdahalesiyle de son bulabilecektir. Diğer yandan, failin eylemine son verebilme iktidarını kaybetmesi de temadinin bitmesine neden olmaktadır. Failin yakalanması veya tutuklanması hâlinde temadinin bitmesi için, bu işlemlerin aynı zamanda onun temadiye son verme olanağını da ortadan kaldırmış olmasına bağlıdır.
bb- Sonuçları Açısından Silahlı Örgüt Üyeliği Suçu
Doktrinde örgüte üye olmakla ilgili çokça tanım yapılmakta olup bu tanımlardan biri de; örgütü kuranlar veya yönetenler dışında kalmakla birlikte, örgütün amaçlarını benimseyerek verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmak şeklinde ifade edilmektedir (Vesile Sonay Evik, Cürüm İşlemek İçin Örgütlenme, Prof. Dr. … Özek Armağanı, İstanbul 2004, s. 256 vd).
Yargıtayın istikrar kazanan uygulamalarına göre de; örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ, canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de, örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Diğer bir ifadeyle, fail açık veya zımni beyanıyla örgütün hiyerarşik yapısı içerisinde yer almayı, bu kapsamda, bu katılımının tek bir fiil için değil sürekli bir hâl almasını, örgütün amacı çerçevesinde verilen emirleri yerine getirmeyi, bu kapsamda kişisel iradesini örgütsel faaliyetlerde örgüt iradesinin emrine terk etmeyi kabul etmiş ise; örgüte üye olma iradesiyle hareket ettiği kabul edilmelidir (Önder Tozman, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu, 2. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara – 2017, s. 266; Erkan Sarıtaş, Suç İşlemek Amacıyla Örgütlenme Suçları, (TCK m. 220 – 221), 1. Baskı, On İki Levha Yayıncılık, İstanbul – 2018, s. 465 – 466).
Örgüt üyesinin, örgütsel eylemlere maddi bir katkı sunmuş olması gerekmemektedir. Bir kimsenin, örgütün emir ve komutası içerisinde yer aldığını bilmesi ve bu çerçevede verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olması, örgüt üyesi olarak kabulü için yeterlidir. Zira emir komuta zinciri içerisinde verilecek görevleri ifaya hazır olmak da asgari düzeyde de olsa örgütün hayatta kalmasına bir katkıyı yansıtmaktadır (Erkan Sarıtaş, s. 474).
Gerçekten de, suç örgütü, suçun konusunu oluşturan kamu düzeni, kamu barışı ve kamu güvenliği açısından başlı başına bir tehlike oluşturduğundan, suç için örgütlenme fiilleri bağımsız suç tipleri olarak düzenlenmiş olup bu tehlikelilik durumunu ilk kez meydana getiren kişiler örgütün kurucuları ve bu tehlikelilik hâlini yönlendiren kişiler de örgütün yöneticileri iken, örgütsel iradeye boyun eğerek bu tehlikeliliğin devamı ve somut eylemlere dönüştürülmesini sağlayan da örgütün üyeleridir. Dolayısıyla faillerin sürekli bir şekilde örgütsel iradenin emir ve talimatlarını yerine getirmeye hazır olmaları da örgütsel yapının mevcudiyeti yönünden son derece önemli olup ortaya çıkan tehlikeliliğe önemli bir katkı sağlamaktadır.
Doktrinde kabul edilen ortak görüş ve Yargıtay kararlarında istikrar kazanan uygulama; örgüt üyeliği suçunun mütemadi suçlardan olduğu yönündedir. Bu nedenle, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan bir örgüte katılma hâlinde suç, örgütün hiyerarşik yapısına bağlılık devam ettiği sürece işlenmeye devam edilmektedir. Dolayısıyla örgütün hiyerarşik yapısına bağlılığın sona erdiği anda temadi bitmektedir (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, 10. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara – 2017, s. 25). Bu bağlamda örgüte üye olma fiili, örgütün hiyerarşik bünyesine dahil olmakla birlikte tamamlanmakta ise de suç sona ermemekte ve fail, örgüt üyesi olarak kaldığı sürece suç da devam etmektedir (Fatih Yurtlu, Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçu (TCK m. 220), Yayımlanmamış Yüksek Lisans Tezi, Gazi Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara – 2013, s. 99; Erkan Sarıtaş, s. 480).
2) Suçüstü Hâli Kavramı ve Genel Olarak Mütemadi Suçlarda Uygulanması
a) Suçüstü Hâli Kavramı
Genel olarak bir ceza usul hukuku kurumu olarak düzenlenen suçüstü hâli kavramına Anayasa’da ve özel soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen birtakım kanunî düzenlemelerde hukukî sonuçlar atfedilmiştir. Bunlardan en önemlisi de, kural olarak adli suçların soruşturulması ve kovuşturulmasında genel hükümlere göre işlem yapılmasını düzenleyen normların uygulanmasını, bazı kamu görevlilerinin ifa ettikleri görevlerin niteliğinden kaynaklanan yasama dokunulmazlığı, hâkimlik teminatı gibi evrensel ilkelerin iç hukuka yansıması olarak öngörülen düzenlemelerle engelleyen güvenceleri ağır cezalık suçlar yönünden ortadan kaldırmasıdır.
5271 sayılı CMK’nın yürürlüğe girmesinden önce suçüstü hâli; 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun (CMUK) “Tevkif, muvakkat yakalama ve salıverme” başlıklı Dokuzuncu Faslında yer alan 127. maddesinin üçüncü fıkrasında; “İşlenmekte olan suç, meşhud suçtur” şeklinde ve “asıl meşhud suç” olarak tanımlanmış, aynı maddenin dördüncü fıkrasında da “Henüz işlenmiş olan suç ile suçun işlenmesinden hemen sonra zabıta veya suçtan zarar gören şahıs yahut başkaları tarafından takib edilerek veya suçun pek az evvel işlendiğini gösteren eşya veya izlerle yakalanan kimsenin işlediği suç” biçiminde “suçüstü karinesi” öngörülmüştü. 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun’un 01.06.2005 tarihli ve 25772 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 18. maddesiyle yürürlükten kaldırılan 3005 sayılı Meşhut Suçların Muhakeme Usulü Kanunu’nda da, suçüstü hâlinde işlenen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma usulleri düzenlenmişti.
5271 sayılı CMK’nın “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinin (j) bendinde de ‘Suçüstü hâli’nin benzer şekilde;
“1. İşlenmekte olan suçu,
2. Henüz işlenmiş olan fiil ile fiilin işlenmesinden hemen sonra kolluk, suçtan zarar gören veya başkaları tarafından takip edilerek yakalanan kişinin işlediği suçu,
3. Fiilin pek az önce işlendiğini gösteren eşya veya delille yakalanan kimsenin işlediği suçu” ifade ettiği öngörülmüştür.
Doktrinde suçüstü hâlinin unsurları; belli bir suçun bulunması, failin geniş anlamda yakalanmış olması ve failin suçu işlediği an ile geniş anlamda yakalandığı an arasında uzun sürenin geçmemiş olması şeklinde sayılmaktadır. Geniş anlamda yakalama; failin suçu işlediğinin hiç bir şüpheye yer kalmayacak şekilde objektif ve apaçık belli olması şeklinde tanımlanmaktadır. Ancak suçüstü hâlinin varlığı için failin özgürlüğünün de kısıtlanmış olması gerekmemektedir. Nitekim yakalama, aynı zamanda failin suçu işlerken görülmesini ifade etmektedir. Bununla birlikte, suç sırasında sanığın yakalanması suçun apaçıklığını ve objektifliğini daha büyük oranda ortaya koyabilmektedir (Halûk Çolak, Türk Hukukunda Suçüstü Yargılaması, Doktora Tezi, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, İstanbul – 1998, s. 14).
Suçüstünün apaçıklığı, suç işlenirken hiç bir şüpheye yer olmaksızın failin görülüp işitilmesi ya da tüm duyusal algıların suçüstünün ortaya çıkarılmasına yardımcı olması (Bozulmuş gıdanın koklanarak ya da tadılarak belirlenmesi gibi) şeklinde gerçekleşebileceği gibi, yetkili makamların işlemleriyle de ortaya çıkarılabilmektedir. Bu anlamda, gizli bir suçta yetkili makamlar elde ettikleri bilgi ve belirtilerden bir suçun işlenmekte olduğunu bilebilmekte ya da tahmin edebilmektedirler. Dolayısıyla, suçüstü hâlinin varlığı için failin eyleminin her durumda herkes tarafından gözlemlenebilir olmasına gerek bulunmamakta, bu hususta yalnızca yetkili makamlarca bilgi edinilmiş olması da yeterli olabilmektedir.
Öte yandan, suçüstü hâlinin varlığı açısından hukukî düzenlemelerde açıkça bir zaman sınırı öngörülmediği göz önüne alındığında, bir zaman sınırlaması getirmek mümkün değildir. Bir olayın hangi ana kadar “suçüstü” olarak nitelendirilebileceği, o olayın özelliklerine, işlenen suça, türüne, işlenme biçimine, icra ile yer ve zaman bakımından gerçekleşen illiyet bağına göre takdir edilmelidir.
Suçüstü hâli doktrinde; dar anlamda ve geniş anlamda suçüstü olmak üzere ikili ayrıma tabi tutulmuştur (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku, 5. Bası, Sevinç Matbaaası, Ankara – 1978, s. 692, 693). Konumuza ilişkin olarak, asıl suçüstü ya da dar anlamda suçüstü; CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinde yer alan (1) numaralı alt bentteki “işlenmekte olan suç”u ifade etmektedir.
Hem 1412 sayılı CMUK, hem de 5271 sayılı CMK’da “suçüstü hâli”ne bağlanan en önemli hukuki sonuçlardan biri de; genelde koruma tedbirleri, özelde de yakalama işlemi açısından kendisini göstermektedir. Nitekim, toplum içinde etkileri, tepkileri ve sonuçları gözlenebilen sosyal bir olgu olarak “suçüstü hâli”nde işlenen bir eyleme ve bu eylemi gerçekleştirdiği iddia edilen kişiye yönelik yapılan ilk usul işlemi çoğunlukla yakalama işlemidir.
5271 sayılı CMK’nın “Yakalama ve Yakalanan Kişi Hakkında Yapılacak İşlemler” başlıklı 90. maddesinde bu durum;
“(1) Aşağıda belirtilen hâllerde, herkes tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir:
a) Kişiye suçu işlerken rastlanması
b) Suçüstü bir fiilden dolayı izlenen kişinin kaçması olasılığının bulunması veya hemen kimliğini belirleme olanağının bulunmaması” biçiminde düzenlenmiştir.
1412 sayılı CMUK’nın 127. maddesinde herkes tarafından yapılabilen yakalama işleminin şartları arasında sayılan asıl meşhud suçta, suçun bu hâlde işlenmesinin yanında failin kaçacağından korkulması veya hüviyetinin hemen tespitinin mümkün olmaması şartlarından biri aranmaktaydı. Ancak 5271 sayılı CMK’nın 90. maddesinin birinci fıkrasının aynı kavrama ilişkin (a) bendinde fiilin işlenmekte olması yeterli görülerek, herkes tarafından yakalama yapılabilmesi için 1412 sayılı CMUK’da öngörülen diğer şartların varlığı aranmamıştır. Söz konusu düzenlemelere göre de; işlenmekte olan bir suç açısından suçüstü hâlinin varlığı için eylemin mutlaka herkes tarafından bilinip görülmesi gerekmemekte olup işlenen suçun niteliğine ve işleniş şekline göre, bu suçtan ve failinden yalnızca yetkili makamlarca bilgi sahibi olunması ve yakalama işleminin doğrudan bu makamlarca yapılması da mümkündür.
b) Mütemadi Suçlarda Suçüstü Hâli
Doktrinde, bir suçun mütemadi suç olmasına bağlanan hukukî sonuçlar daha ziyade; ceza ve usul hukuku açısından, işlenen suçun sayısı, teşebbüs, iştirak, meşru savunma, af, suçun işlendiği yer, zaman, şikâyet ve zamanaşımı gibi hususlar üzerinden ele alınıp değerlendirilmektedir. Ancak, mütemadi suçların suçüstü hâli bakımından da irdelenmesi gerekmektedir.
Doktrinde genel kabul gören görüşe göre; mütemadi suçlar suçüstü hâlinde işlenebilen suçlardır. Dahası, Faruk Erem 1978 yılında, Halûk Çolak da 1998 yılında hazırladıkları eserlerinde, İtalyan CMUK’nın 237. maddesinde, temadinin sona erdiği ana kadar mütemadi suçun suçüstü sayılacağı hususunun açıkça belirtildiğini ifade etmişlerdir (Faruk Erem, s. 694; Halûk Çolak, s. 21-22). Gerçekten de, 1930 tarihli İtalyan CMUK’nın “Suçüstü” başlıklı 237. maddesinin birinci cümlesinde yer alan “Il reato permanente é flagrante fino a che sia cessata la permanenza.” ibaresi “Mütemadi suçta suçüstü, temadinin sona ermesine kadardır.” anlamına gelmektedir. Nitekim bu yöndeki düzenleme, 1988 tarihli İtalyan CMUK’nın “Suçüstü Hâli” başlıklı 382. maddesinin ikinci fıkrasında da “Mütemadi suçta suçüstü hali, temadinin sona ermesine kadar devam eder.” anlamına gelecek şekilde “Nel reato permanente lo stato di flagranza dura fino a quando non è cessata la permanenza.” ibaresiyle yer almaktadır.
Nitekim Türk Hukuk doktrininde de benzer şekilde; mütemadi suçlarda, temadi devam ettikçe suçüstü hâlinin devam ettiği, icra hareketlerinin tamamlanmasının gerekmediği, mütemadi suçu oluşturan icra hareketlerinin bir kısmında, sanığın geniş anlamda yakalanmasının yeterli olduğu, kanuni düzenlemelerde bu konuda bir ayrıma gidilmediği görüşü (Hâluk Çolak, s. 23; Burhan Kuzu, Türk Anayasa Hukukunda ve Muhtelif Kanunlarda Yakalama Müessesesi, İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Mecmuası, S. 1-4, 1985, s. 159) ve suçüstü hâlinde temadinin sona ereceği görüşü savunulmaktadır (M. Emin Artuk – Ahmet Gökcen – M. Emin Alşahin – Kerim Çakır, s. 268).
Gelinen noktada, Türk Hukukundaki silahlı örgüt suçuna ve usul hukukuna ilişkin düzenlemelere ayrıca değinilecek olmakla birlikte, faile atılı mütemadi suçun niteliği, suçun işlenme şekli ve geniş anlamda yakalama şartlarının her olayda ayrı ayrı değerlendirilmesi koşuluyla, mütemadi suçlarda genel olarak failin o suça ilişkin devam eden icra hareketlerinin, bu hareketlerin meydana getirdiği hukuka aykırılığın devam ettiğinin, böylelikle o suçun işlenmekte olan bir suç olduğunun ve geniş anlamda yakalama sonucunda somut olayda dar anlamda suçüstü hâlinin var olabileceğinin kabulü gerekmektedir.
Bununla birlikte, objektif olarak suç, ilgili kamu görevlilerine bildirildiği andan sonra suçüstü niteliği kazanmaktadır. Delil ise yargılama makamlarının görevlerini yaparken kullandıkları bir araçtır. Yargılama makamında yer alan hâkim, önüne getirilen delilleri inceleyerek veya kendi araştırması sonucunda bir hükme varmaktadır. Dolayısıyla bir olayın kanıtlanması, ancak hâkim önüne gelmesinde söz konusu olmaktadır. Suçüstü durumu ise, hâkim kararından sonra kanıtlanmış ya da kanıtlanamamış olabilmektedir. Bu hususta öncelikle kolektif bir yargılama yapılarak sonuca varılması gerekmektedir. Bu bakımdan suçüstü hâli, başlı başına suçun hukuken kanıtlanması anlamına gelmemektedir.
3) Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Suçu Açısından Suçüstü Hâlinin ve Bu Bağlamda Sanığın Hukuki Durumunun Değerlendirilmesi
Ceza Genel Kurulunun 02.07.2019 tarihli ve 312-514 sayılı kararında da belirtildiği üzere;
Özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olan kamu görevlileri yönünden bu usullere konu olan hukuki teminatlardan faydalanmalarını engelleyen suçüstü hâli, hukuki sonuçları itibarıyla öncelikle Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 5. maddesinde ifadesini bulan özgürlük ve güvenlik hakkı ile bağlantılı bir kurum olmakla birlikte, uygulandığı kişinin hâkim veya Cumhuriyet savcısı olması durumunda, söz konusu hakkın yanı sıra evrensel nitelikteki hâkimlik teminatı ilkesi bağlamında sonuçlar doğuran bir özellik de taşımaktadır. Dolayısıyla suçüstü kurumunun somut olayda uygulanma koşullarının var olup olmadığına dair yorumlarda, söz konusu hak ve ilkeler bağlamında son derece özenli davranılması gerekmektedir.
Yüksek mahkeme üyeleri dışında görev yapan birinci sınıfa ayrılmış ya da birinci sınıf bazı hâkim ve Cumhuriyet savcıları hakkında yerel Cumhuriyet Başsavcılıklarınca 2802 sayılı Hâkimler ve Savcılar Kanunu’nun 93 ve 94. maddeleri gereğince genel hükümlere göre yürütülen soruşturma sonucunda düzenlenen iddianamelerle; ağır ceza mahkemesinin görevine giren ve suçüstü hâlinde işlendiği değerlendirilen silahlı terör örgütüne üye olma, Anayasayı ihlal, cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisini ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçlarından cezalandırılmaları istemiyle yerel mahkemelere açılan davaların hangi mercide görüleceğine ilişkin yerel mahkemeler ile ilk derece mahkemesi sıfatıyla Yargıtay arasında ortaya çıkan olumsuz görev uyuşmazlığının çözümlenmesi amacıyla dosyaların gönderildiği Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.10.2017 tarihli ve 998-388 sayılı ile benzer uyuşmazlığa ilişkin diğer kararlarında istikrarlı olarak “mütemadi suçlardan olan silahlı terör örgütüne üye olma suçunda, daha önce örgütün kendisini feshetmesi, kişinin örgütten ayrılması gibi bazı özel durumlar hariç olmak üzere kural olarak temadinin yakalanma ile kesileceği, dolayısıyla suçun işlendiği yer ve zaman diliminin buna göre belirlenmesi gerektiği, bu nedenle silahlı terör örgütüne üye olma suçundan şüpheli konumunda bulunan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yakalandıkları anda ‘ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâli’nin mevcut olduğu ve 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi gereğince soruşturmanın genel hükümlere göre yapılacağı anlaşılmaktadır” sonucuna ulaşılmıştır. Söz konusu kararlara konu uyuşmazlığın ana eksenini, sanıklara atılı suçun görev suçu mu yoksa kişisel suç mu olduğunun belirlenmesi oluşturduğundan, bu kararlarda mütemadi suç ve suçüstü hâliyle ilgili açıklamalara yalnızca bu kavramların uyuşmazlıkla bağlantısıyla orantılı olarak değinilmiştir.
Gelinen noktada, dava konusu olayda sanık yönünden suçüstü hâlinin bulunup bulunmadığıyla ve bununla bağlantılı diğer hususlarla ilgisi bakımından, 15.07.2016 tarihli darbe teşebbüsünden sonra, FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne üye olduğu iddiasıyla hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülen ve Yargıtay 9. Ceza Dairesinde aynı suçtan kamu davası açılan Anayasa Mahkemesi eski Üyesi Alparslan Altan’ın, benzer olayda kendisi ve atılı suç yönünden suçüstü hâlinin bulunmadığına ve tutuklamanın bu yönüyle hukukî olmadığına dair yaptığı bireysel başvuru sonucunda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesince (AİHM) verilen kararın da irdelenmesi gerekmektedir.
Benzer olayda başvurucunun, hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmek suretiyle, 6216 sayılı Anayasa Mahkemesinin Kuruluşu ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un 16. maddesinde düzenlenen ve Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyeleri hakkındaki adli soruşturmalar bakımından 6087 ve 2797 sayılı Kanun’larda öngörülen teminatlarla aynı doğrultudaki hukuki teminatlardan usule aykırı olarak yararlandırılmadığına dair başvurusu üzerine Anayasa Mahkemesince 11.01.2018 tarih ve 15586 sayı ile; bu hususta bir ihlalin olmadığı ve başvurunun açıkça dayanaktan yoksun olduğu gerekçesiyle kabul edilemez olduğuna karar verilmiştir.
Başvurucu Alparslan Altan’ın sonrasında AİHM’e yaptığı bireysel başvuruda, olayda ağır cezalık suçüstü hâlinin bulunmadığı, bu nedenle hâkimlik teminatından yararlandırılmayarak yapılan yakalama, gözaltı ve tutuklama kararlarının hukukî olmadığına dair iddiayı inceleyen AİHM 16.04.2019 tarihli ve 12778/17 Başvuru numaralı kararında bu hususa ilişkin olarak;
“…
104. Mahkeme, başvuranın 16 Temmuz 2016 tarihinde yakalandığını ve aynı gün gözaltına alındığını, daha sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde silahlı terör örgütü üyesi olmak şüphesiyle tutuklandığını ve 6 Mart 2019 tarihinde aynı suçtan mahkûm edildiğini gözlemler.
105. Başvurunun konusu, başvuranın ilk tutukluluğu olduğu için belirlenmesi gereken birinci husus, söz konusu zamanda Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvuranın, 16 Temmuz 2016 tarihinde yakalandıktan sonra 20 Temmuz 2016 tarihinde tutuklanmasının, Sözleşme’nin 5 § 1 maddesi ile gerekli kılındığı üzere, ‘yasayla öngörülmüş bir usule uygun’ olup olmadığının belirlenmesidir. Başvuranın tutukluluğunun 5 § 1 madde amaçları dâhilinde ‘hukuka uygun’ olup olmadığını ve özgürlüğünden mahrumiyetinin ‘yasa ile öngörülen bir usul uyarınca’ olup olmadığının belirlemek için Mahkeme, ilk olarak, başvuranın tutukluluk halinin Türk hukukuna uygun olup olmadığını inceleyecektir.
106. Mahkeme, taraflar arasında şu hususun ihtilaf konusu olmadığını belirtir: başvuran, ilgili mevzuat kapsamında Anayasa Mahkemesi üyelerine verilen güvencelere karşın, CMK’nın 100 ve devam maddeleri gereğince yakalanıp gözaltına alınmış ve tutuklanmıştır. Tarafların iddiaları ve görüş ayrılıklarına ilişkin husus ise olayların meydana geldiği esnada Anayasa Mahkemesi üyesi olan ve bu itibarla özel bir statüye haiz olan başvuranın genel hükümler uyarınca tutuklanmasının ‘hukukun kalitesi’ (quality of the law) ilkesini karşılayıp karşılamadığıdır.
107. Mahkeme, başvuranın bu husustaki iddiasını Anayasa Mahkemesi önünde dile getirdiğini ve Anayasa Mahkemesinin de Yargıtay içtihadına atıfta bulunarak mevcut davada genel hükümler uyarınca uygulanan tutukluluk tedbirinin ilgili mevzuata uygun olduğu tespitinde bulunduğunu gözlemler. Anayasa Mahkemesine göre, Anayasa ile 6216 sayılı Yasa gereğince Anayasa Mahkemesi üyelerine tanınan usuli güvencelere rağmen, soruşturma makamlarının ‘başvurana isnat edilen silahlı terör örgütü üyeliği suçunun suçüstü hâli olduğuna ilişkin tespitinin olgusal ve yasal dayanaktan yoksun olduğu sonucuna varılamaz’ (bk. yukarıdaki 42. paragraf).
108. Mahkeme, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının düzenlediği 16 Temmuz 2016 tarihli dokümanda anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etme suçundan da bahsedilmiş olmasına rağmen, başvuranın 15 Temmuz 2016 tarihli darbe girişimiyle alakalı bir suç işlerken yakalandığı veya bu nedenle tutuklandığına dair herhangi bir iddia olmadığını dikkate alır. Aslında, anayasal düzeni yıkmaya teşebbüs etme suçu, başvuranın daha sonra ifadesini alan ve tutuklanmasına karar veren ilgili sulh ceza hâkimi tarafından dikkate alınmamıştır (bk. yukarıdaki 19-20. paragraflar). Başvuran bu nedenle, temelde, soruşturma makamları ve Türk mahkemelerince darbe girişimini düzenleyen silahlı terör örgütü olarak kabul edilen bir yapı olan FETÖ/PDY üyesi olma şüphesiyle özgürlüğünden mahrum bırakılmıştır. Anayasa Mahkemesi, bu hususların, soruşturma makamlarının suçüstü hâlinin mevcut olduğuna ilişkin tespitinin olgusal ve yasal dayanağını teşkil ettiğine hükmetmiştir. Anayasa Mahkemesi, bu sonuca varırken, Yargıtay’ın ilgili içtihadına atıfta bulunmuştur (bk. yukarıdaki 42. paragraf).
109. Bu bağlamda Mahkeme, 10 Ekim 2017 tarihinde verdiği öncü kararda Yargıtay Ceza Genel Kurulunun, silahlı bir örgüte üye olmak şüphesiyle yakalanan hâkimler açısından suçüstü hâlinin söz konusu olduğu yönünde karar verdiğini dikkate alır (bk. yukarıdaki 63. paragraf). Bu öncü kararda, suç örgütü üyeliği şüphesi bulunan davalarda, yargı mensubu üyesi olan şüphelinin suçüstü hâli mevcut olduğu gerekçesiyle tutuklanması için CMK 100. maddede belirtilen koşulların karşılanmasının yeterli olduğu belirtilmiştir. Suçüstü hâli kavramının, başvuran tutuklandıktan uzun bir süre sonra yapılan bu yeni yargısal yorumunda, Yargıtay’ın mütemadi suçlara ilişkin yerleşik içtihadı temel alınmıştır.
110. Bu bağlamda, Mahkeme, çoğu kez belirttiği üzere, ulusal hukukun yorumlanması ve uygulanması konusunda asli sorumlu olan ulusal mahkemelerin yaptığı iddia edilen olgusal veya hukuki hataları değerlendirirken sınırlı yetkisi bulunduğunu dile getirir. Ulusal mahkemelerin yorumu keyfi olmadığı veya açıkça makul olduğu sürece (bk. Anheuser-Busch Inc./Portekiz [BD], no. 73049/01, § 86, İHAM 2007-I), Mahkemenin rolü, yapılan yorumun etkilerinin Sözleşme ile uyumlu olup olmadığını tespit etmekle sınırlıdır (bk. Waite and Kennedy/Almanya [BD], no. 26083/94, § 54, İHAM 1999-I, ve Rohlena/Çek Cumhuriyeti [BD], no. 59552/08, § 51, İHAM 2015). Mahkemenin, bu nedenle, önündeki davalarda ulusal hukukun yorumlanma ve uygulanma şeklinin Sözleşme’ye uygun olup olmadığını incelemesi gereklidir (bk., mevcut davaya uygulanabildiği ölçüde, Assanidze/Gürcistan [BD], no. 71503/01, § 171, İHAM 2004-II).
111. Bu hususta Mahkeme, genel olarak, yerel mahkemelerin yürürlükteki yasal hükümlere ters düşen istisnaları içtihatlarına dâhil etmeleri halinde yasal kesinlik ilkesinin tehlikeye düşebileceğini vurgulamaktadır. Bu bağlamda Mahkeme, CMK’nın 2. maddesinin, suçun işlendiği esnada ya da işlendikten hemen sonra tespit edilmesi durumuyla bağlantılı olan suçüstü (in flagrante delicto) kavramının klasik bir tanımına yer verdiğini gözlemlemektedir. Bununla birlikte, yukarıda belirtilen Yargıtay içtihadına göre, CMK’nın 100. maddesi uyarınca, bir suç örgütüne üye olma şüphesi, herhangi bir fiili unsur veya devam eden cezai bir eylem belirtisine ihtiyaç duyulmaksızın suçüstü olarak nitelendirme bakımından yeterli görülebilir.
112. Mahkemeye göre bu, suçüstü kavramının kapsamlı bir yorumu olup, söz konusu kavramın genişletilmesi sonucunda, bir suç örgütüne dâhil olduğundan şüphelenilen hâkimlerin, Türk hukukunun yargı mensuplarına tanıdığı yargısal korumalardan (Anayasa Mahkemesi üyesi olan başvuran da 6216 sayılı Kanun uyarınca söz konusu korumaya tabidir) mahrum bırakılması durumu ortaya çıkar. Sonuç olarak, mevcut davadakine benzer koşullarda, bu kavramın geniş bir şekilde yorumlanması, yürütme organının müdahalelerine karşı yargı mensuplarına sağlanan usule ilişkin güvenceleri etkisiz hale getirmektedir.
113. Mahkeme, bu tür bir yargısal korumanın, hâkimlere, şahsi menfaatleri için değil, görevlerini bağımsız bir şekilde ifa edebilmelerini güvence altına almak amacıyla sağlandığını gözlemlemektedir (bk. yukarıda 102. paragraf). Hükümetin de haklı olarak belirttiği gibi, böyle bir koruma cezadan muaf olma anlamına gelmemektedir. Söz konusu korumanın amacı, genel olarak yargı sisteminin, özel olarak da yargı mensuplarının, adli görevlerini yerine getirirken yargı dışındaki organların ve hatta denetim görevi ifa eden hâkimlerin yasal olmayan kısıtlamalarına maruz kalmalarını engellemektir. Bu bağlamda, Türk mevzuatının, Anayasa’da ve 6216 sayılı Kanun’da yer alan güvencelerin gözetilmesi koşuluyla, Anayasa Mahkemesi üyelerinin tutuklanmaları konusunda bir yasaklama öngörmediğini kaydetmek gerekir. Nitekim söz konusu Kanun’un 16. ve 17. maddelerinde öngörülen usul uyarınca, yargısal dokunulmazlık Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılabilmekte, kovuşturma açılabilmekte ve tutuklu yargılama gibi önleyici tedbirler uygulanabilmektedir.
114. Bunun yanı sıra, Mahkeme, Yargıtay’ın 10 Ekim 2017 tarihli kararından hareketle (bk. yukarıda 63. paragraf), Yargıtay’ın devam eden suç kavramına ilişkin yerleşik içtihadında, CMK’nın 2. maddesinde öngörüldüğü üzere geçerli bir cezai eylemin varlığını temsil eden suçüstü kavramının kapsamının genişletilmesinin nasıl haklı görülebildiğini anlayabilmiş değildir (bk. yukarıda 52. paragraf). Yargıtay’ın önceki kararlarına bakıldığında, devam eden suçların mahiyetlerinin, ceza mahkemelerinin yargı yetkisinin ve bu tür davalarda kovuşturma bakımından süre kuralının uygulanabilirliğinin belirlenmesi amacıyla böyle bir yaklaşımı benimsediği anlaşılmaktadır (bk. Yukarıda 60-62. paragraflar).
115. Yukarıdakiler ışığında Mahkeme, ulusal mahkemelerin suçüstü kavramının kapsamını genişletmelerinin ve mevcut davada iç hukuku uygulamalarının, sadece yasal kesinlik ilkesi bağlamında bir sorun teşkil etmediği (bk. yukarıda 103. paragraf), aynı zamanda bariz bir şekilde mantıksız olduğu kanaatine varmıştır.
Dolayısıyla, başvuranın Anayasa Mahkemesi üyelerine sağlanan usule ilişkin güvencelerden mahrum bırakılmak suretiyle, CMK’nın 100 maddesi uyarınca tutuklanması, Sözleşme’nin 5 § 1 maddesi gereğince kanunda öngörülen bir usul doğrultusunda gerçekleştirilmemiştir” sonucuna varmıştır.
Burada öncelikle ifade etmek gerekir ki; doktrinde suç niteliğine dair veya başkaca bir ayrım yapılmaksızın, mütemadi suçların salt işlenmeye devam eden suçlardan olduğu gerekçesiyle bu suçlarda suçüstü hâlinin bulunduğuna dair görüşlerin de mevcut olması bir yana, bu genel kabulün haricinde öncelikle değinilmesi gereken husus; örgüt üyeliğine ilişkin genel açıklamalarda da belirtildiği üzere, örgüt üyeliğinin varlığı için failin delillendirilebilir somut hareketleriyle örgütün hiyerarşik yapısına kendi iradesini sürekli olarak teslim etmesinin yeterliliğidir. Dolayısıyla, kişinin gizli bir yapılanma ve somut tehlike suçu niteliğindeki suç örgütünün üyesi olduğunu her an suç teşkil eden başkaca eylemlerle göstermesine gerek olmadığı gibi bu yöndeki eylemleri zaten ayrı bir suçu oluşturacak ve bu suçları işlerken yakalanması hâlinde o suçlar yönünden de suçüstü hâli gündeme gelecektir. Diğer yandan, failin suç örgütü üyesi olduğuna dair yetkili makamlarca şüphe oluşturan delil ya da delillere ulaşılması ve failin örgüt üyeliğindeki devamlılığın o anki delillere göre saptanması durumunda, örgütün kendisini feshettiğine ya da failin örgütten ayrıldığına dair başkaca delile ulaşılamaması hâlinde, failin örgüt üyeliği hususundaki icra hareketlerine devam ettiğinin, böylelikle bu durumdan bilgisi olan yetkili makamlarca faile CMK’nın 2. maddesinin (j) bendinin birinci alt bendi ve 90. maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi uyarınca bu suçu işlerken rastlandığının, dolayısıyla görünüşteki haklılık unsuru gereğince suçüstü hükümleri doğrultusunda fail hakkında işlem yapılabileceğinin kabulünde hukuka aykırılık bulunmamaktadır. Burada failin cezai eyleminin muhakkak herkes tarafından görülmesi gerekmemekte, yakalama anı itibarıyla örgüt üyeliğinin sürekliliğine dair icra hareketlerinin devam ettiğinin ve failin örgütten ayrılmaya dönük bir eyleminin bulunmadığının yetkili makamlarca bilinmesi yeterlidir. Bunun ötesinde, failin gerçekte örgüt üyesi olup olmadığı veya hakkında CMK’nın 100. maddesinde öngörülen tutuklama şartlarının bulunup bulunmadığı ise farklı bir durumdur. Fail soruşturma evresinde sunacağı deliller doğrultusunda tutuklanmayacağı ya da adli kontrole dahi tabi tutulmayabileceği gibi kovuşturma evresinde hakkında beraat kararı da verilebilecektir.
Diğer yandan, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 17.07.2016 tarihli ve 244/a sayılı kararında; aralarında sanığın da bulunduğu bazı Yargıtay Üyeleri hakkında genel hükümlere göre başlatılıp yürütülen adli soruşturmanın Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca idari yönden gereği için Yargıtay Başkanlığına bildirilmesi sonucunda; bu kişilerin görevlerine devamlarının soruşturmanın selametine ve Yargıtay’ın itibarına zarar vereceği gerekçesiyle Yargıtay Kanunu’nun 18. maddesinin birinci, ikinci ve dördüncü fıkraları ile 46. maddesi gereğince mevcut yetkilerinin kaldırılmasına ve disiplin işlemleri için Yüksek Disiplin Kuruluna sevklerine karar verildiği, böylelikle, içeriği itibarıyla bu kararda sanık hakkında ağır cezalık suçüstü hâlinde kişisel bir suç işlediği iddiasıyla genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun kabul edildiği gözden uzak tutulmamalıdır.
AİHM tarafından Yargıtayca hukuka aykırı olarak geniş yorumlandığı sonucuna varılan suçüstü hâline ilişkin değerlendirmenin salt Yargıtayın yorumundan mı ibaret olduğu, aksi hâlde söz konusu yorumun, konumuza ilişkin olarak iç hukukumuzda yürürlükten kaldırılan ve halen yürürlükte bulunan düzenlemelerle de uyumlu olup olmadığının irdelenmesine gelince;
01.06.2005 tarihinde yürürlükten kaldırılmakla birlikte, suçüstü hâlinde işlenen suçlara ilişkin soruşturma ve kovuşturma usullerini düzenleyen 3005 sayılı Meşhud Suçların Muhakeme Usulü Kanunu’nun 1. maddesi;
“Faili suçu işlediği sırada veya pek az sonra yakalanan:
A) Ağır ceza mahkemesinin vazife gördüğü yerlerdeki belediye sınırları içinde işlenen ağır cezalı meşhud cürümler;
B) (Değişik: 1/12/1980 – 2349/1 md.) Asliye teşkilatı olan yerlerdeki belediye sınırları içinde ve panayırlarda işlenen ağır ceza mahkemelerinin vazifeleri dışındaki meşhud cürümlerle Türk Ceza Kanununun 529, 534, 536, 537, 539, 545, 547, 548, 551, 565, 567, 568, 571, 572, 573, 574, 575 ve 576 ncı maddeleri ile 540 ncı maddenin ikinci fıkrasında yazılı meşhud olarak işlenen kabahatlar hakkında takip ve duruşma bu Kanun hükümlerine tabidir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Bununla birlikte, yine yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’nun Ek 1. maddesinde;
“1) Anayasa’da yer alan temel hak ve hürriyetlere ideolojik amaçlarla, Devletin Ülkesi ve Milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadiyle işlenen suçlarla, bunlara murtabıt suçları;
2) Türk Ceza Kanununun 179, 180, birinci, ikinci, üçüncü ve dördüncü fıkraları ayrı olmak üzere 188, 201, 254, 255, 256, 257 ve 264 üncü maddelerinde veya 6136 sayılı Ateşli Silahlar ve Bıçaklar Hakkındaki Kanunun değişik 12 nci yahut aynı Kanunun ek maddesinin, birinci bendinde yazılı suçlar;
İşleyenler hakkında yapılacak soruşturma ve kovuşturmalar, 3005 sayılı Kanunun 1 inci maddesinin (A) bendindeki mahal ve aynı Kanunun 4 üncü maddesinde yazılı zaman kayıtlarına bakılmaksızın, bahis konusu kanun hükümlerine göre yapılır.” düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu düzenlemeler doğrultusunda, uyuşmazlık konusuyla bağlantılı olarak, terör suçları bakımından yürütülecek soruşturma ve kovuşturma işlemlerinde suçüstü hükümlerine göre işlem yapılması öngörülmekteydi.
Diğer yandan, özel soruşturma ve kovuşturma usulleri öngören düzenlemelerden; yasama dokunulmazlığına ilişkin Anayasa’nın 83. maddesi, hâkim ve Cumhuriyet savcılarına ilişkin 2802 sayılı Kanun’un 94. maddesi, Hâkimler ve Savcılar Kurulunun seçimle gelen üyelerine ilişkin 6087 sayılı Kanun’un 38. maddesi, 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesi ile diğer kamu görevlilerine ilişkin 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un 2. maddesinde “ağır cezalık suçüstü hâli” ortak bir kavram olarak kullanılmaktadır. Aynı kavram, suç tarihinden sonra 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesine 680 sayılı KHK ile eklenen ve 7072 sayılı Kanun’la aynen kabul edilerek kanunlaşan altıncı fıkrada da yer almaktadır. İç hukuk düzenlemesi niteliğinde olan ve kişisel suçları nedeniyle Yargıtayın yargılayacağı kişilere yönelik bu düzenlemeyle de, 15.07.2016 tarihinden sonra haklarında örgütlü suçluluk nedeniyle ağır cezalık suçüstü hükümlerine göre işlem yapılan bu kişiler hakkında yetkili makamlarca uygulanan genel hükümlerin ve dolayısıyla fiili durumun suçüstü hâliyle uyumlu olduğu öngörülerek bu doğrultuda yapılacak soruşturma ve kovuşturma işlemleri hüküm altına alınmıştır.
Açıklanan nedenlerle, genelde mütemadi suçlarda temadinin yakalama ile kesileceğine ve o anda suçüstü hâlinin var olduğuna, özelde de olumsuz görev uyuşmazlıklarına konu kararlarda FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi oldukları iddiasıyla yakalanan hâkim ve Cumhuriyet savcıları yönünden suçüstü hâlinin bulunduğuna dair Yargıtayca varılan kanaat salt suçüstü hâlinin yargısal, mantıksız ve keyfî yorumuna değil, doktrindeki görüşlere, örgütsel suçluluğun teorisine, dahası ve en önemlisi, yasama organınca istikrarlı ve birbiriyle uyumlu olarak hüküm altına alınan iç hukuk düzenlemelerine dayanmaktadır. Varılan sonuç sonrasında Anayasa Mahkemesince de benimsenmiştir.
AİHM’nin anılan ihlal kararında ise, konunun yalnızca Yargıtayın yorumu üzerinden irdelendiği, bu yorumun aynı zamanda 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinde yapılan ve kanunlaşan düzenlemelere dayandığının ve bu düzenlemelerle uyumlu olduğunun dikkate alınmadığı ve söz konusu kararda, ülkenin milli egemenliğini temsil eden yasamanın bu düzenlemelerinin AİHS’ye ve evrensel hukuk ilkelerine aykırılık teşkil edip etmediği hususunda değerlendirme yapılmadığı görülmektedir.
Uyuşmazlığın çözümünde ayrıca, mütemadi suç ve suçüstü hâli kavramlarından, bu kavramların yukarıda belirtilen hukuki dayanaklarından ve söz konusu kavramların somut olaya uygulanma koşullarından bağımsız olarak; başlı başına suçun niteliği dikkate alınarak failler hakkında özel soruşturma usullerinin uygulanmasına yasal düzenlemelerle bir istisna getirilip getirilmediği hususuna da değinmek gerekmektedir.
Mülga 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun’un “Görev” başlıklı ikinci bölümünün “Devlet güvenlik mahkemelerinin görevleri” başlıklı 9. maddesi; “Devlet Güvenlik Mahkemeleri aşağıdaki suçlarla ilgili davalara bakmakla görevlidir.
a) Türk Ceza Kanununun 125 ila 139 uncu maddelerinde; 146 ila 157 nci maddelerinde; 161, 168, 169, 171, 172, 174 üncü maddelerinde; 312 nci maddenin 2 nci fıkrasında; (…); 499 uncu maddenin ikinci fıkrasında yazılı suçlar,
…
Yukarıda belli edilen suçları işleyenler ile bunların suçlarına iştirak edenler, sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun Devlet Güvenlik Mahkemelerinde yargılanırlar.
Ancak, Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil Askeri Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.” şeklindedir.
“Soruşturma usulü” başlıklı 10. maddesinde;
“…Bu Kanun kapsamına giren suçlar hakkında, suç görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılıklarınca doğrudan doğruya takibat yapılır.
Devlet Güvenlik Mahkemelerinin görevine giren suçların hazırlık soruşturmasında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununun 154, 156 ncı maddeleri hükümleri saklıdır.” hükmü yer almaktadır.
Mülga 1412 sayılı CMUK’nın 154. maddesi Cumhuriyet savcısının adli görevde doğrudan dava açmasını düzenlemekte ve zabıta amirleri hakkında da hâkimlerin tabi olduğu usul hükümlerinin uygulanacağı, vali, kaymakam ve nahiye müdürleri hakkında ise memurun muhakematı hükümlerinin uygulanacağını düzenlemekteydi.
5271 sayılı CMK’nın 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen 250. maddesi;
” (1) Türk Ceza Kanununda yer alan;
a) (Ek: 26/6/2009-5918/ 7 md.) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçu,
b) Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar,
c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),
Dolayısıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görülür.
(2) Gelen iş durumu göz önünde bulundurularak birinci fıkrada belirtilen suçlara bakmakla görevli olmak üzere, aynı yerde birden fazla ağır ceza mahkemesi kurulmasına, Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca karar verilir. Bu hâlde, mahkemeler numaralandırılır. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
(3) Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfat ve memuriyetleri ne olursa olsun bu Kanunla görevlendirilmiş ağır ceza mahkemelerinde yargılanır. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile (…) askerî mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.”,
Aynı Kanun’un 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile ilga edilen “Soruşturma” başlıklı 251. maddesi ise;
(1) 250 nci madde kapsamına giren suçlarda soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet Başsavcılığınca 250 nci madde kapsamındaki suçlarla ilgili davalara bakan ağır ceza mahkemelerinden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
(2) 250 nci madde kapsamına giren suçların soruşturması ve kovuşturması sırasında Cumhuriyet savcıları, hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları, varsa Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu işlerle görevlendirilen ağır ceza mahkemesi üyesinden, aksi halde yetkili adlî yargı hâkimlerinden isteyebilirler.
(3) Soruşturmanın gerekli kıldığı hâllerde suç mahalli ile delillerin bulunduğu yerlere gidilerek soruşturma yapılabilir. Suç, ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yer dışında işlenmiş ise Cumhuriyet savcısı, suçun işlendiği yer Cumhuriyet savcısından soruşturmanın yapılmasını isteyebilir.
(4) Suç askerî bir mahalde işlenmiş ise, Cumhuriyet savcısı ilgili askerî savcılıktan soruşturmanın yapılmasını isteyebilir. Üçüncü fıkraya göre soruşturma yapmak üzere görevlendirilen Cumhuriyet savcıları ile askerî savcılıklar, bu soruşturmayı öncelikle ve ivedilikle yaparlar.
(5) 250 nci madde kapsamına giren suçlarda, yakalananlar için 91 inci maddenin birinci fıkrasındaki yirmidört saatlik süre kırksekiz saat olarak uygulanır. Anayasanın 120 nci maddesi gereğince olağanüstü hâl ilân edilen bölgelerde yakalanan kişiler hakkında 91 inci maddenin üçüncü fıkrasında dört gün olarak belirlenen süre, Cumhuriyet savcısının talebi ve hâkim kararıyla yedi güne kadar uzatılabilir. Hâkim, karar vermeden önce yakalanan veya tutuklanan kişiyi dinler.
(6) 250 nci madde kapsamına giren suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturmalarda kolluk; soruşturma ve kovuşturma sebebiyle şüpheli veya sanığı, tanığı, bilirkişiyi ve suçtan zarar gören şahsı, ağır ceza mahkemesi veya başkanının, Cumhuriyet savcısının, mahkeme naibinin veya istinabe olunan hâkimin emirleriyle belirtilen gün, saat ve yerde hazır bulundurmaya mecburdur.
(7) 250 nci maddede belirtilen suçlar nedeniyle Cumhuriyet savcıları, soruşturmanın gerekli kılması halinde geçici olarak, bu mahkemelerin yargı çevresi içindeki genel ve özel bütçeli idarelere, kamu iktisadi teşebbüslerine, il özel idarelerine ve belediyelere ait bina, araç, gereç ve personelden yararlanmak için istemde bulunabilirler.
(8) Türk Silahlı Kuvvetleri kıt’a, karargâh ve kurumlarından istemde bulunulması hâlinde istem, yetkili amirlikçe değerlendirilerek yerine getirilebilir.” şeklindedir.
“Görev ve yargı çevresinin belirlenmesi, soruşturma ve kovuşturma usulü” başlıklı 3713 sayılı Terörler Mücadele Kanunu’nun 10. maddesinin 21.02.2014 tarihli 6526 sayılı Kanun’un 19. maddeleriyle yürürlükten kaldırılmadan önceki hâli;
“Bu Kanun kapsamına giren suçlar dolayasıyla açılan davalar; Adalet Bakanlığının teklifi üzerine Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkelemelerinde görülür. Bu mahkemelerin başkan ve üyeleri adlî yargı adalet komisyonunca, bu mahkemelerden başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
Anayasa Mahkemesi ve Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır.
Bu Kanun kapsamına giren suçlarla ilgili olarak;
a) Soruşturma, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca bizzat yapılır. Bu Cumhuriyet savcıları, Cumhuriyet başsavcılığınca başka mahkemelerde veya işlerde görevlendirilemez.
b) Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316’ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26’ncı maddesi hükmü saklıdır.
c) Yürütülen soruşturmalarda hâkim tarafından verilmesi gerekli kararları almak, bu kararlara karşı yapılan itirazları incelemek ve sadece bu işlere bakmak üzere yeteri kadar hâkim görevlendirilir.
ç) Ceza Muhakemesi Kanununun 91’nci maddesinin birinci fıkrasındaki yirmidört saat olan gözaltı süresi kırksekiz saat olarak uygulanır.
d) Soruşturmanın amacı tehlikeye düşebilecek ise yakalanan veya gözaltına alınan veya gözaltı süresi uzatılan kişinin durumu hakkında Cumhuriyet savcısının emriyle sadece bir yakınına bilgi verilir.
e) Gözaltındaki şüphelinin müdafi ile görüşme hakkı, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine, hâkim kararıyla yirmidört saat süre ile kısıtlanabilir; bu zaman zarfında ifade alınamaz.
f) Kolluk tarafından düzenlenen tutunaklara, ilgili görevlilerin açık kimlikleri yerine sadece sicil numaraları yazılır. Kolluk görevlilerinin ifadesine başvurulması gerektiği hallerde çıkarılan davetiye veya çağrı kâğıdı, kollluk görevlisinni iş adresine tebliğ edilir. Bu kişilere ait ifade ve duruşma tutanaklarında adres olarak iş yeri adresleri gösterilir.
g) Güvenliğin sağlanması bakımından duruşmanın başka bir yerde yapılmasına karar verilebilir.
ğ) Açılan davalara adli tatilde de bakılır.
h) Ceza Muhakemesi Kanununun 135’nci maddesinin altıncı fıkrasının (a) bendinin (8) numaralı alt bendindeki, 139’ncu maddesinin yedinci fıkrasının (a) bendinin (2) numaralı alt bendindeki ve 140’ncı maddesinin birinci fıkrasının (a) bendinin (5) numaralı alt bendindeki istisnalar uygulanmaz.
Türk Ceza Kanununda yer alan;
a) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imâl ve ticareti suçu veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçu,
b) Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyet çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlar,
c) İkinci kitap dördüncü kısmın dört, beş, altı ve yedinci bölümünde tanımlanan suçlar (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332’nci maddeler hariç), dolayısıyla açılan davalar, birinci fıkra hükmüne göre görevlendirilen mahkemelerde görülür. Üçüncü fıkranın (d), (e), (f) ve (h) bentleri hariç olmak üzere, bu madde hükümleri, bu suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmalarda da uygulanır.
Türk Ceza Kanununun 305, 318, 319, 323, 323, 324, 325 ve 332’nci maddeleri hariç olmak üzere, ikinci kitap dördüncü kısmın dört,beş, altı ve yedinci bölümünde tanımlanan suçlarda, Ceza Muhakemesi Kanununda öngörülen tutuklama süresi iki kat olarak uygulanır.
Çocuklar, bu madde hükümleri uyarınca kurulan mahkemlerde yargılanamaz; bu mahkemelere özgü soruşturma ve kovuşturma hükümleri çocuklar bakımından uygulanmaz.” şeklindeydi.
Mülga hükümlerin, incelenmesinde de görülmektedir ki;
Silahlı terör örgütü üyesi olma suçuyla ilgili olarak Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanunla kural olarak, soruşturmanın genel hükümlere göre, bu kanun uyarınca kurulmuş mahkemelerde görev yapan Cumhuriyet savcıları tarafından yapılacağı kabul edilmekle, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinin yargılayacağı kişiler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler genel kuralın istisnası olarak kabul edilmiştir. Devlet güvenlik mahkemelerinin kaldırılmasından sonra yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 250. maddesi ile de bu genel kural ve istisnalar aynen korunmuştur.
05.07.2012 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10 maddesi 3. fıkrasının b bendi ile TCK’nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316 maddelerinde yazılı olup 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesi uyarınca da doğrudan terör suçu kabul edilen suçlar hakkında görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcıları tarafından doğrudan soruşturma yapılacağı hüküm altına alınmış olup aynı Kanun maddesinin bendinde 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunu’nun 26. maddesi hükmünü saklı tutmuştur.
Daha sonra 06.03.2014 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’un 19. maddesi ile 3713 sayılı Kanun’un 10. maddesi yürürlükten kaldırılmış ve aynı Kanun’un 15. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine “TCK’nın 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316 maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 01.11.1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanunun 26. maddesi hükmünü saklıdır.” hükmü anılan maddeye 8. fıkra olarak eklenmiştir.
Suç tarihinde bu hüküm yürürlüktedir.
Görüldüğü üzere suç tarihinden önce Yargıtay ve Anayasa Mahkemesinin ilk derece sıfatıyla yargılayacağı kişiler yönünden 2845 sayılı Kanun ile CMK’nın 250 ve 251. maddelerinin yürürlükte olduğu zaman dilimlerinde getirilen istisnalara, 6352 sayılı Kanun ve 6526 sayılı Kanun’la getirilen düzenlemelerde yer verilmemiş olup tek istisna olarak 2937 sayılı Kanun’un 26. maddesi gözetilmiştir.
Dolayısıyla suç tarihinde 5271 CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrasında yazılı terör suçları yönünden görev ya da kişisel suç olup olmadığına bakılmaksızın Anayasa Mahkemesi, Yargıtay ve Danıştay üyelerine yönelik kendi özel kanunlarına ilişkin özel bir koruma öngörülmemiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5235 sayılı Kanun’un “Ağır ceza mahkemesinin görevi” başlıklı 12. maddesinde ağır ceza mahkemesinin görevine giren davaların istisnası olarak yer verilen “Anayasa mahkemesi Yargıtayın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler askeri mahkemelerin görevine giren hükümler ile çocuklara özgü kovuşturma hükümleri saklıdır.” şeklindeki hüküm de kovuşturma aşamasında görevli mahkemenin belirlenmesine ilişkin olup soruşturmanın usulüne ilişkin düzenleme içermemektedir.
Bu bağlamda ele alınması gereken ve 2575 ile 2797 sayılı Kanun’ların yürürlük tarihinden sonra, somut olayımızda suç tarihinden önce 06.03.2014 tarihli ve 28933 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 15. maddesiyle, 5271 sayılı CMK’nın 161. maddesine eklenen sekizinci fıkrada; “Türk Ceza Kanununun 302, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 316 ncı maddelerinde düzenlenen suçlar hakkında, görev sırasında veya görevinden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca doğrudan soruşturma yapılır. 1/11/1983 tarihli ve 2937 sayılı Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Milli İstihbarat Teşkilatı Kanununun 26 ncı maddesi hükmü saklıdır.” hükmüne ilişkin düzenlemede, aralarında silahlı örgüt suçunun da sayıldığı bazı suçların vahameti ve bu suçlarla korunan hukuki değer dikkate alınarak 2937 sayılı Kanun’da sayılan kişilere yönelik istisna haricinde, bu suçların soruşturmasının genel hükümlere göre yürütüleceği açıkça hüküm altına alınmıştır. Buna göre Yargıtay Kanunu’nun 46. maddesinin 6. fıkrasında belirtilen ağır ceza mahkemesinin görevine giren kişisel suçlarla ilgili suç üstü hâlinde ibaresi CMK’nın 161. maddesinin 8. fıkrası dışında kalan diğer suçlar yönünden geçerli olup TCK’nın 314. maddesinde yazılı silahlı terör örgütü üyesi olma suçu nedeniyle genel hükümlere göre soruşturma yapılması için ağır ceza mahkemesinin görevine giren suç üstü hâlinin bulunması da gerekli değildir.
Nitekim özel soruşturma usullerine istisna getiren benzer bir hükme, Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’na tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlarla ilgili yine kural olarak özel soruşturma usulleri uygulanmasının ve buna bağlı hukuki teminatların öngörüldüğü 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Disiplin ve Ceza İşleri” başlıklı Dokuzuncu Bölümünde yer alan “Genel Esaslar” başlıklı 53. maddesinin yedinci fıkrasında da “İdeolojik amaçlarla Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetleri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadıyla işlenen suçlarla bunlara irtibatlı suçlar, öğrenme ve öğretme hürriyetini doğrudan veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan boykot, işgal, engelleme, bunları teşvik ve tahrik, anarşik ve ideolojik olaylara ilişkin suçlar ile ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinde, yukarıda yazılı usuller uygulanmaz; bu hallerde kovuşturmayı Cumhuriyet Savcısı doğrudan yapar.” şeklinde yer verilmiştir.
Her iki düzenleme birlikte ele alındığında, konumuza ilişkin olarak özellikle de 2575 ve 2797 sayılı Kanun’larda kural olarak özel soruşturma usulleri öngörülmüş olmasına rağmen, sonradan CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasının yürürlüğe konulması karşısında, yasa koyucunun salt bu fıkrada sayılan suçların niteliğini gözeterek ayrıca suçüstü hâlinin varlığını araştırmaya gerek bulunmaksızın, 2937 sayılı Kanun’da sayılanlar dışında bu suçları işleyen kişiler hakkında, ilgili kanuni düzenlemeler uyarınca özel soruşturma usulleri uygulanmasının istisnasını öngören bir hüküm ihdas ettiği ve bu yönde bir sistem oluşturduğu anlaşılmaktadır. Ancak AİHM kararında silahlı terör örgütü üyeliği suçunda genel hükümlere göre yürütülen soruşturma işlemlerinin hukukîliği değerlendirilirken söz konusu uygulamanın aynı zamanda CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasına da uygun olup olmadığı, dolayısıyla uygulamanın bu yönüyle de yargısal ve keyfi yorumun ötesinde iç hukuk düzenlemesine dayanıp dayanmadığı hususunda da bir değerlendirme yapılmadığı anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında, dava konusu olayda sanık yönünden suçüstü hâline ilişkin koşulların bulunmadığı ve soruşturmayı yürüten makamların yetkili olup olmadığı değerlendirildiğinde;
Sanık …’in Yargıtay üyesi olarak görev yapmaktayken, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensupları tarafından 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsü sonrasında, kendisinin de bu örgüte üye olduğu iddiasıyla ve kişisel suç niteliğindeki bu suç açısından suçüstü hâlinin de varlığına dayalı olarak hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütüldüğü ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca iddianame düzenlenerek hakkında Yargıtay 9. Ceza Dairesine kamu davası açıldığı olayda; itiraza konu uygulamanın, sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi olduğuna, bu örgütten ayrılmaya dair icrai bir davranışta bulunmadığına ve elde edilen mevcut deliller itibarıyla yetkili makamlarca sanığın cezai eylem niteliğindeki örgüt üyeliğine ilişkin fiilinin icrasına devam ettiği, böylelikle sanığa atılı suçun işlenmekte olduğu hususunda resmî makamlarca edinilen bilgi kapsamında gerçekleştirildiği,
Bununla birlikte, silahlı terör örgütü üyeliği/yöneticiliği suçunun mütemadi suç ve bu suçlar yönünden yakalama anına kadar suçüstü hâlinin söz konusu olduğunu kabul ederek Yargıtayın yargılayacağı kişilere atılı bu suçlarla ağır ceza mahkemesinin görevine giren suçüstü hâlinde işlenen diğer kişisel suçların soruşturma ve kovuşturma işlemlerine ilişkin 2797 sayılı Kanun’da değişiklik öngören ve sonradan aynen kanunlaşan hukuki düzenlemelerde, önceden beri 2797 sayılı Kanun’da öngörülen hukuki teminatların istisnasını teşkil eden “ağır cezalık suçüstü hâli” tabirinin, Yargıtayın yargılayacağı söz konusu kişilere atılı bu suçların da benzer nitelikte olduklarını ortaya koyacak ve bu suçları da kapsayacak şekilde yeniden kullanıldığı,
Diğer yandan, silahlı terör örgütü üyeliği suçundan genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin usule uygun olduğunun, hem aralarında sanığın da bulunduğu benzer durumdaki yüksek yargı eski üyelerine yönelik Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun kararıyla, hem de sonradan yürürlüğe konulan ulusal hukuk düzenlemeleriyle de kabul edilerek mevcut uygulama sonrasında adli ve idari açıdan devam edecek diğer işlemler öngörüldüğü gibi, aynı zamanda itiraza konu uygulamanın, CMK’nın 161. maddesinin sekizinci fıkrasında hüküm altına alınan ve sanık hakkında öngörülen özel soruşturma usullerinin istisnasını teşkil eden düzenlemeyle de uyumlu olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; Yargıtay üyelerinin işledikleri suçlara dair özel soruşturma usullerinin uygulanmasını öngören 2797 sayılı Kanun’un 46. maddesinin uygulanma koşullarının somut olayda oluşmadığı, dolayısıyla, dava konusu olayda sanık hakkında genel hükümlere göre soruşturma yürütülmesinin doğrudan doğruya iç hukuk düzenlemelerinin verdiği yetkinin kullanılması niteliğinde olduğu, kanunların genişletici ve keyfî olarak yorumlanmasından kaynaklanmadığı, bu hâliyle “hukukun kalitesi” ilkesine de uygun olan itiraza konu uygulamanın hukuka aykırı olmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Ç- Yargıtay Üyelerinin İşledikleri İddia Olunan Suçlar Bakımından Kovuşturma Makamlarının Belirlenmesi
Anayasanın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesi;
“Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, lâik ve sosyal bir hukuk Devletidir”
“Kanuni hâkim güvencesi” başlıklı 37. maddesi de;
“Hiç kimse kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarılamaz.
Bir kimseyi kanunen tabi olduğu mahkemeden başka bir merci önüne çıkarma sonucunu doğuran yargı yetkisine sahip olağanüstü merciler kurulamaz” şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasa Mahkemesinin yerleşik içtihatlarında da, Anayasa’nın 2. maddesinde belirtilen hukuk devletinin, “insan haklarına dayanan, bu hak ve özgürlükleri koruyup güçlendiren, eylem ve işlemleri hukuka uygun olan, her alanda adaletli bir hukuk düzeni kurup bunu geliştirerek sürdüren, Anayasa’ya aykırı durum ve tutumlardan kaçınan, hukuku tüm devlet organlarına egemen kılan, Anayasa ve kanunlarla kendini bağlı sayan, yargı denetimine açık olan devlet” olduğu ifade edilmiş ve “hukuk devletinin temel ilkelerinden biri ‘hukuk güvenliği’ ilkesidir. Hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılar. Hukuk devletinde kanun metinlerinin ilgili kişilerin mevcut şartlar altında belirli bir işlemin ne tür sonuçlar doğurabileceğini makul bir düzeyde öngörmelerini mümkün kılacak şekilde düzenlenmesi gerekmektedir. ‘Belirlilik’ ilkesine göre ise yasal düzenlemelerin hem kişiler hem de idare yönünden herhangi bir tereddüde ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır, uygulanabilir ve nesnel olması, ayrıca kamu otoritelerinin keyfi uygulamalarına karşı koruyucu önlem içermesi de gereklidir” sonucuna varılmıştır.
Hukuk devletinin en önemli unsurlarından birini kanuni hâkim güvencesi oluşturmaktadır. Zira hukuk devletinin alt unsurlarından biri olan hukuk güvenliğinin sağlanmasının ön koşullarından biri kanuni hâkim güvencesidir. Kanuni hâkim güvencesinin sağlanmadığı bir sistemde bireylerin güven içinde hareket edebilmeleri mümkün olamaz. Bireyler herhangi bir hukuki uyuşmazlıkta hangi yargı merci tarafından hangi kurallar uygulanarak yargılama yapılacağını önceden bilmelidir. Aksi bir durumda hukuki öngörülebilirlik ve güvenlik ortadan kalkar. Eğer hukuk güvenliği, normların öngörülebilir olmasını, bireylerin tüm eylem ve işlemlerinde devlete güven duyabilmesini, devletin de yasal düzenlemelerde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerekli kılıyorsa, bu durumda hukuk güvenliğinin zorunlu ön koşulu olan kanuni hâkim güvencesi mutlak anlamda tesis edilmelidir.
Kanuni hâkim güvencesi 1982 Anayasası’nda özel olarak düzenlenmiştir. Anayasa’nın 37. maddesi gereğince herkes kanuni hâkim güvencesine sahiptir. Yine Anayasa Mahkemesinin istikrarlı kararlarında belirtildiği gibi, “kanuni hâkim güvencesi” suçun işlenmesinden veya çekişmenin doğmasından önce davayı görecek yargı yerini kanunun belirlemesi olarak tanımlanmaktadır. Başka bir anlatımla “kanuni hâkim güvencesi”, yargılama makamlarının suçun işlenmesinden veya çekişmenin meydana gelmesinden sonra özel olarak kurulmasına veya hâkimin atanmasına engel oluşturmaktadır.
Bu noktada, bir yargı yerinin, kuruluş, görev, işleyiş ve izleyeceği yargılama usulü itibarıyla hukuki yapılanmasının, doğal hâkim ilkesine uygunluğunun sağlanabilmesi için, bu alana ilişkin belirlemenin kanunla yapılmış olması tek başına yetmez. Ayrıca sözü edilen belirlemenin, yargılanacak olan uyuşmazlığın gerçekleşmesinden önce yapılmış olması da gerekir. Bu nedenle, doğal hâkim ilkesinin bünyesinde, “kanuniliğin” yanı sıra “önceden belirlenmiş” olmaya da yer verilmiştir.
Öte yandan, olağanüstü mahkeme kurma yasağı içeren kanuni hâkim güvencesi özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen özel/uzman mahkemelerin kurulmasına engel oluşturmamaktadır. Diğer bir ifadeyle olağanüstü mahkeme ile özel/uzman mahkeme kavramları aynı anlama gelmemektedir. Bir hukuk sisteminde bazı suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek için özel soruşturma ve kovuşturma usulleri izleyen yargı mercileri kurulabilir. Örneğin terör ve organize suçlarla etkin bir şekilde mücadele etmek bu tür özel/uzman yargı mercilerin kurulmasını gerekli kılabilir.
Kanuni hâkim güvencesi tüm yargılamalarda geçerli olan bir ilke olmakla beraber ceza yargılamalarında çok daha önemli olmaktadır. Nitekim ceza soruşturma ve kovuşturmaları özgürlük gibi bireylerin en temel haklarından birine yapılmış doğrudan ve radikal bir müdahale niteliğindedir. Dolayısıyla kişi hürriyetinin sahip olduğu önem, bireylere ceza yargılamalarında daha yüksek güvencelerin sağlanmasını gerektirmektedir. Kanuni hâkim güvencesi söz konusu güvencelerin ilk basamağını oluşturmaktadır. Zira adil ve güvenceli bir yargılama için her şeyden önce yargı yetkisi kullanacak merci olması gerektiği şekilde kurulmalı ve görev yapmalıdır. Aksi takdirde adil yargılanma hakkı kapsamında bireylere sağlanan bağımsız ve tarafsız bir yargı yerinde makul sürede yargılanma, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama gibi güvencelerin bir önemi kalmayacaktır. Zira tüm bu güvenceler ancak olağan mahkemelerin varlığı halinde işlevsel olabilecektir.
Gelinen aşamada, suç tarihi itibarıyla Yargıtayın ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılayacağı kişilere atılı ağır cezalık suçüstü hâlinde işlenen kişisel suçlar bakımından kovuşturma makamı Yargıtay Ceza Genel Kurulu iken, sonradan olağanüstü hâl döneminde yürürlüğe konulan 680 sayılı KHK ile bu makamın Yargıtay ilgili ceza dairesi olarak değiştirilmesinin ve yargılamanın bu doğrultuda Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasının tabii hâkim ilkesi bağlamında incelenmesi gerekmektedir.
Bilindiği üzere; 15.07.2016 tarihinde gerçekleştirilen darbe teşebbüsünün savuşturulmasından hemen sonra Milli Güvenlik Kurulu 20.07.2016 tarihinde yaptığı toplantıda “demokrasinin, hukuk devleti ilkesinin, vatandaşların hak ve özgürlüklerinin korunmasına yönelik tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanabilmesi amacıyla” Hükûmete olağanüstü hâl ilan edilmesi tavsiyesinde bulunmayı kararlaştırmıştır. Bunun üzerine, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu 20.07.2016 tarihinde, ülke genelinde 21.07.2016 Perşembe günü saat 01.00’den itibaren doksan gün süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir. Anılan karar 21.07.2016 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Olağanüstü hâl ilan edilmesine ilişkin karar, aynı gün TBMM tarafından onaylanmıştır. TBMM Genel Kurulunda yapılan görüşme sırasında Hükûmet adına söz alan Adalet Bakanı, olağanüstü hâl ilan edilme nedenini “… darbe teşebbüsünde bulunan terör örgütünün tüm unsurlarıyla ve süratle bertaraf edilmesi, bundan sonra da demokrasimiz ve hukuk devletimiz, milletimiz, millî irade ve ülkemiz için tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması, bir daha hiçbir şekilde darbe teşebbüsünün tekrarlanmaması ve bu konuda bu amaçla alınması gereken tedbirlerin hızlı ve kararlı bir biçimde alınıp hayata geçirilmesini sağlamak maksadıyla olağanüstü hâl ilan edilmesi yönündeki görüş … Bakanlar Kuruluna iletilmiştir. Cumhurbaşkanımızın başkanlığında Anayasa gereği toplanan Bakanlar Kurulumuz, bu görüş doğrultusunda Türkiye’de üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan edilmesine karar vermiştir … Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini korumak, temel hak ve hürriyetleri korumak, genel güvenlik, asayiş ve kamu düzenini korumak, şiddet olaylarını önlemek, başarısız kılınan darbe teşebbüsünün tekrarı ile bundan sonra Türkiye’de darbe teşebbüslerine teşebbüs edilebilmesinin önüne geçmek, halkımıza en büyük kötülüğü yapan, kamu düzenimizi bozan, ekonomimize zarar veren, demokrasimizi, hukuk devletimizi, millî irademizin tecelligâhı Meclisimizi ve seçilmiş Cumhurbaşkanı ve Hükûmetimizi darbe teşebbüsüyle yok etmeye çalışan, devletimizi âdeta bir kanser hücresi gibi sarmış bulunan bu Fetullahçı terör örgütüyle ve bu örgütün Türk Silahlı Kuvvetleri, yargı, Emniyet ve üniversitelerimiz başta olmak üzere, kamu içindeki bütün uzantılarının kamudan temizlenmesi ve demokrasimizin, devletimizin, milletimizin, hukuk devletimizin emniyeti bakımından tam emniyetli hâle getirilmesi ve bunların ülkemiz için, demokrasimiz ve hukuk devletimiz için bir daha tehlike ve tehdit olmaktan çıkarılması maksadıyla bu karar alınmıştır.” sözleriyle ifade etmiştir.
Türkiye Cumhuriyeti 21.07.2016 tarihinde, Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’ne; Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine ise Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Uluslararası Sözleşme’ye (MSHUS) ilişkin derogasyon (askıya alma/yükümlülük azaltma) beyanında bulunmuştur. Olağanüstü hâlin uzatılmasına ilişkin kararlar da Avrupa Konseyi Genel Sekreterliğine ve Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliğine bildirilmiştir.
Olağanüstü hâl, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu tarafından 05.10.2016, 03.01.2017 ve 17.04.2017 tarihlerinde alınan kararlarla üçer ay daha uzatılmıştır.
Olağanüstü hâl KHK’lar konu, amaç, yer ve süre bakımından olağan KHK’lardan farklı özellikler taşımaktadır. Her şeyden önce, sıkıyönetim ve olağanüstü hâl KHK’ları, olağan KHK’lar bakımından Anayasa’nın, söz konusu düzenlemelerin yapıldığı tarih itibarıyla yürürlükte bulunan 91. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen “…sıkıyönetim ve olağanüstü haller saklı kalmak üzere, Anayasanın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevler kanun hükmünde kararnamelerle düzenlenemez.” şeklindeki sınırlamaya tabi tutulmamıştır. Başka bir ifadeyle, Anayasa’nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümünde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri dördüncü bölümde yer alan siyasi haklar ve ödevler de 680 sayılı KHK’nın kabul edildiği ve yürürlüğe konulduğu tarih itibarıyla olağanüstü hâl KHK’ları ile düzenlenebilmekteydi. Hatta bu hususlarda düzenleme yapılabilmesinden de öte, söz konusu KHK’larla, Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca, bu maddenin ikinci fıkrasındaki çekirdek temel haklara dokunmamak kaydıyla, temel hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilmekte veya bunlar için Anayasa’da öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilmekteydi.
Buna karşın, olağanüstü hâl KHK’ların “sebebe bağlı” işlem olmaları nedeniyle, Anayasa’nın yine söz konusu 680 sayılı KHK’nın yürürlüğe konulduğu dönemde yürürlükte bulunan 121. maddesi uyarınca sıkıyönetim veya olağanüstü hâlin gerekli kıldığı konularda çıkarılabileceği düzenlenmişti. Ayrıca Anayasa’nın 15. maddesi uyarınca, bu düzenlemelerin “milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükleri ihlal etmemesi” ve “durumun gerektirdiği ölçüde” olması da anayasal bir zorunluluktu.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesinin görev ve yetkilerini düzenleyen 148. maddesinin birinci fıkrasının, 680 sayılı KHK’nın yürürlüğe konulduğu tarih itibarıyla uygulanması gereken hâlinde; olağanüstü hâllerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamayacağı hükme bağlanmıştır.
Bu durumda öncelikle belirtmek gerekir ki; kovuşturma makamlarına dair değişikliklerin yapıldığı tarih itibarıyla uygulanması gereken söz konusu Anayasal düzenlemeler karşısında; kural olarak olağanüstü hâl KHK’ları ile Anayasa’nın 37. maddesinde güvence altına alınan kanuni hakim güvencesiyle ilgili düzenlemeler yapılmasında hukuka aykırı bir durumun söz konusu olmadığı ve bu düzenlemelere karşı soyut norm denetimi yoluna gidilemeyeceği anlaşılmaktadır.
Kovuşturma makamına dair KHK ile yapılan değişikliğin, Yargıtayın iç işleyişine dair olağan bir düzenleme olmanın ötesinde, yargılanacak kişilerin kanuni hâkim ilkesini Anayasal sınırlar içerisinde dahi kısıtlayan bir yönünün olup olmadığı hususunun irdelenmesine gelince;
Anayasa Mahkemesinin yerleşik kararlarında da belirtildiği üzere kanuni hâkim güvencesi; yeni kurulan mahkemelerin veya kurulu bulunan mahkemelere yeni atanan hâkimlerin, önceden işlenen suçlara ilişkin olarak hiçbir şekilde yargılama yapamayacakları biçiminde anlaşılamaz. Belirli bir olay, kişi veya toplulukla sınırlı olmamak kaydıyla, yeni kurulan bir mahkemenin veya kurulu bulunan bir mahkemeye yeni atanan hâkimin kurulma veya atanma tarihinden önce gerçekleşen uyuşmazlıklara bakması kanuni hâkim güvencesine aykırılık teşkil etmez (AYM, E. 2014/164, K. 2015/12, 14.01.2015). Bu kapsamda bir kuralın belirli bir suçun işlenmesinden sonra bu suça ilişkin davayı görecek yargı yerini belirlemeyi amaçlamaması, yürürlüğü müteakip kapsamına giren tüm davalara uygulanması hâlinde doğal hâkim ilkesine aykırılık söz konusu olamaz (AYM, E. 2009/52, K. 2010/16, 21.01.2010).
Anayasa’nın 154. maddesinin birinci fıkrasında, Yargıtayın kanunla gösterilen belli davalara da ilk ve son derece mahkemesi olarak bakacağı; aynı maddenin beşinci fıkrasında da Yargıtayın kuruluşunun, işleyişinin, Başkan, Başkanvekilleri, Daire Başkanları ve Üyeleri ile Cumhuriyet Başsavcısının ve Cumhuriyet Başsavcıvekilinin niteliklerinin ve seçim usullerinin, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik teminatı esaslarına göre kanunla düzenleneceği hüküm altına alınmıştır.
Bu düzenlemeler doğrultusunda yürürlüğe konulan 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 1. maddesinde de Yargıtayın bağımsız bir yüksek mahkeme olduğu açıkça ifade edilmiştir.
Öte yandan, hem Yargıtay Daireleri, hem de Yargıtay Ceza Genel Kurulu, 2797 sayılı Kanun’un 3. maddesinde Yargıtayın karar organları arasında sayılmış, aynı Kanun’un 4. maddesi uyarınca Yargıtay Dairelerinde bir başkan ve yeteri kadar üye bulunacağı, 7. maddesi uyarınca da Ceza Genel Kurulunun ceza dairelerinin başkan ve üyelerinden oluşacağı öngörülmektedir.
Yargıtay Hukuk ve Ceza Genel Kurullarının görevi, 2797 sayılı Kanun’un 15. maddesinde suç tarihi itibarıyla;
“1. Yargıtay dairelerinin bozma kararlarına karşı mahkemelerce verilen direnme kararlarını inceleyerek karar vermek,
2. a) (Ek: 26/9/2004-5235/51 md.) Aynı veya farklı yer bölge adliye mahkemelerinin kesin olarak verdikleri kararlar bakımından hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında uyuşmazlık bulunursa,
b) Hukuk daireleri arasında veya ceza daireleri arasında içtihat uyuşmazlıkları bulunursa, c) Yargıtay dairelerinden biri; yerleşmiş içtihadından dönmek isterse, benzer olaylarda birbirine uymayan kararlar vermiş bulunursa, bunları içtihatların birleştirilmesi yoluyla kesin olarak karara bağlamak,
3. Yargıtay Başkan ve üyeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcıvekili ile yargılama görevi özel kanunlarınca Yargıtay Genel Kurullarına verilen kişilere ait davaları ilk mahkeme olarak görmek ve hükme bağlamak ve ilk mahkeme olarak özel dairelerce verilen hüküm ve kararların temyiz ve itiraz yoluyla incelenmesini yapmak,
4. Kanunlarla verilen diğer görevleri yerine getirmek.
Hukuk ve Ceza Genel Kurullarına katılmak zorunda olan Başkan ve üyelerin belirlenmesine ilişkin esaslar, görüşmelerin gündemi, yönetimi, çalışma gün ve saatleri, oylama ve karar, ön sorun ve öncelikle karara bağlanacak hususlar, kararın çıkmış sayılması, kanun hükümleri çerçevesinde Yargıtay İç Yönetmeliği ile düzenlenir.” biçiminde düzenlenmişti.
Aynı Kanun’un “Yargıtay Üyelerinin Nitelikleri ve Seçimi” başlıklı 29. maddesinde ise; Yargıtay Üyelerinin, birinci sınıfa ayrıldıktan sonra en az üç yıl süre ile başarılı görev yapmış ve birinci sınıfa ayrılmayı gerektiren nitelikleri yitirmemiş adli yargı hâkim ve Cumhuriyet savcıları ile bu meslekten sayılanlar arasından seçileceği hükme bağlanmıştır.
Bununla birlikte; Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararında; Yargıtay Daireleri arasındaki görev ilişkisinin, adli yargı ilk derece mahkemeleri arasında var olan ve kamu düzenine ilişkin bulunan görev ilişkisi niteliğinde olmayıp 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 6545 sayılı Kanun’la değişik 14. maddesinde yer alan “hukuk daireleri ile ceza daireleri kendi aralarında iş bölümü esasına göre çalışır” şeklindeki düzenlemeden de anlaşılacağı üzere; idari nitelikte iş bölümü ilişkisi olduğu, ancak kamu düzenine ilişkin görev ve bu husustaki uyuşmazlığın değerlendirilmesi açısından ilk derece yargılamasına konu dosyayı ele alan ve davaların birleştirilmesi hususunda farklı görüş bildiren Özel Dairelerin birbirinden farklı mahkemeler değil, istisnai hâllerde ilk derece yargılaması yapan “Yargıtay”, dolayısıyla tek mahkeme olarak değerlendirilmesi gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Anayasa’nın ilgili hükümleri, 2797 sayılı Kanun ve Ceza Genel Kurulunun 09.10.2018 tarihli ve 389-420 sayılı kararı birlikte değerlendirildiğinde; temelde bağımsız bir mahkeme olarak kurulan Yargıtayın karar organları olan daireleri ile genel kurulların oluşumu ve çalışma usulleri itibarıyla, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılacak yargılamalar yönünden bu organlar arasında mahkemenin bağımsızlığının ve tarafsızlığının ortadan kalkmasına dair bir nedenin bulunmadığı, diğer yandan, suç tarihinden önce ve genel nitelikteki düzenlemelerle hem bu karar organlarının oluşturulup çalışma usullerinin düzenlendiği, hem de dairelere ve genel kurullara katılacak üyelerin bu düzenlemeler doğrultusunda seçilerek aynı güvence ve hukuki statüyle görev yaptıkları, söz konusu düzenlemelerle, mevcut dosyaların yoğunluğu itibarıyla özelde ve çoğunlukla kişisel suç niteliğindeki FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensubiyeti iddiasıyla haklarında genel hükümlere göre soruşturma yürütülen yüksek mahkeme eski üyelerine atılı bu suçlardan dolayı yapılacak kovuşturma işlemleri belirlenmiş ise de, sonradan aynen kabul edilerek kanunlaşan bu usullerin aynı zamanda 2797 sayılı Kanun’da sayılan kişilerin ağır cezayı gerektiren ve suçüstü hâlinde işlenen tüm suçları açısından da uygulanacak olması, yine bu kişiler yönünden kovuşturma yapma yetkisinin suç tarihindeki düzenlemeden farklı olarak “Yargıtay” dışında farklı bir makama devredilmemesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; kovuşturma yapma yetkisinin Genel Kuruldan alınarak ilgili ceza dairesine verilmesine yönelik düzenlemenin, suç tarihinden sonra olağanüstü mahkeme kurulması niteliğinde olmadığı, böylelikle kanuni hâkim ilkesine aykırı olarak yargılama yapılmadığı ve bu düzenlemenin temel hak ve özgürlüklere müdahale niteliği dahi taşımayan, salt Yargıtayın iç işleyişine yönelik usulî bir düzenleme olduğu anlaşılmaktadır.
Son olarak, 2797 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçları bakımından Yargıtay 9. Ceza Dairesinin kovuşturma yapmakla görevlendirilmesine ilişkin düzenlemelerin AİHS’nin 6. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkı yönünden de irdelenmesi gerekmektedir.
Terör suçlarına ilişkin davalara yönelik kanun yolu incelemeleri Yargıtay 16. Ceza Dairesince yapılmakta iken, bu suçlardan kaynaklanan davalardaki artış, bu artışın Yargıtayın tali ve istisnai görevi olan ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapma görevine de yansıması ve bu nedenle oluşan ciddi iş yoğunluğu, beraberinde daireler arasında bu hususta da iş bölümü yapılması sonucunu doğurmuştur. Bu bağlamda 2797 sayılı Kanun’da ve diğer özel kanunlarda sayılan kişilerin kişisel suçlarında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapılması hususunda Yargıtay 9. Ceza Dairesi görevlendirilmiş, Yargıtay 9. Ceza Dairesi Başkanınca hazırlanan Çalışma Yönergesine göre ise; iş yoğunluğu nedeniyle Dairede birden fazla heyet oluşturularak çalışma usulüne gidilmiştir.
Suç tarihinden önce ve sonrasında da 2018 yılının Eylül ayına kadar Yargıtay Ceza Genel Kurulu ise 2797 sayılı Kanun’da ve Yargıtay İç Yönetmeliği’nde düzenlenen çalışma usulleri gereğince, değişken üyelerle haftada ancak bir kez toplanabilen ve zamanaşımı yakın, tutuklu iş niteliğinde, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının mahiyeti ve infaza dair olası hukuki sonuçları vb. nedenlerle önceliği bulunan dosyaların yoğun olarak görüşüldüğü bir karar organı olarak faaliyet göstermekteydi. Söz gelimi, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) aracılığıyla temin edilen sayısal verilere göre; 2017 yılında özetle 271’i itiraz, 877’si direnme olmak üzere esasa kaydedilen toplam 1148 dosyanın toplam 524’ü karara bağlanmış, karara bağlanan dosya sayısı 2018 yılında da 698 olmuştur.
24.12.2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 696 sayılı KHK’nın 45. maddesiyle, 2797 sayılı Kanun’a eklenen geçici 16. madde ile;
“Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunun içtihadı birleştirme toplantılarına ilişkin hükümler saklı kalmak kaydıyla, 31/12/2022 tarihine kadar bu kurulların oluşumu ve çalışma usulü hakkında aşağıdaki hükümler uygulanır.
a) Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulu, her hukuk ve ceza dairesinden en az bir üye olmak kaydıyla Birinci Başkanlık Kurulu tarafından görevlendirilen yirmişer üyeden oluşur. Bu kurullara, Birinci Başkan veya ilgili başkan vekili, bunların bulunmaması halinde kurulların en kıdemli üyesi başkanlık eder.
b) Üyeler Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunda sürekli olarak görev yaparlar. Ancak, iş durumu göz önüne alınmak suretiyle üyelerin daire çalışmalarına katılmalarına Büyük Genel Kurul tarafından karar verilebilir.
c) Kurullarda toplantı ve görüşme yeter sayısı onbeştir. Toplantıda bulunanların üçte ikisinin oyu ile karar verilir. Birinci toplantıda üçte iki oy çoğunluğu sağlanamazsa ikinci toplantıda bulunanların çoğunluğuyla karar verilir
Bu maddede hüküm bulunmayan hallerde, Hukuk Genel Kurulu ve Ceza Genel Kurulunun çalışmasına ilişkin bu Kanunun mevcut hükümleri uygulanmaya devam olunur.” biçimindeki düzenleme, 08.03.2018 tarihli ve 30354 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7079 sayılı Olağanüstü Hâl Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılmasına Dair Kanun Hükmünde Kararnamenin Değiştirilerek Kabul Edilmesine Dair Kanun’un 40. maddesiyle aynen kabul edilerek kanunlaşmıştır. Böylelikle 2018 yılının Eylül ayından itibaren Yargıtay Ceza Genel Kurulu, mevcut görevlerinin yerine getirilmesi hususunda sabit heyetle toplanıp karar vermeye başlamıştır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunda suç ayrımı yapılmaksızın tüm dairelerden gelen dosyaların karara bağlanmasına, derdest dosyaların çokluğu ve niteliğine, çalışma usulleri gereği önceden değişken tek heyet, sonradan ise sabit tek heyet hâlinde ve haftada en fazla 1-2 gün toplanabilmesine karşın, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin bir uzmanlık mahkemesi biçiminde faaliyet göstermesi, bu Dairenin dahi yargılamaların makul sürede tamamlanabilmesi için haftanın bir çok günü ve birden fazla heyetle toplanarak yargılama yapıyor olması, mevcut çalışma prensipleri ve suç tarihinden sonra ortaya çıkıp belirginleşen iş yoğunluğu da dikkate alındığında, kişisel suçları nedeniyle Yargıtay’da yargılanacak kişilerin kovuşturma makamının Yargıtay Ceza Kurulu olarak belirlenmesi, bu Kurulun önceden istisnai görevi olarak öngörülen yargılama yapma yetkisini asli görevi hâline getireceği, bu nedenle hem derdest dosyaların, hem de kovuşturma yapılmak üzere gelen dosyaların adil yargılanma hakkına uygun olarak makul sürede tamamlanmasının imkânsızlaşacağı, dolayısıyla kovuşturma yapma yetkisinin Yargıtay ilgili ceza dairesine devredilmesine dair düzenlemenin, salt Yargıtay Ceza Genel Kurulunca bu görevin yerine getirilmesindeki zorluk yerine, adil yargılanma hakkının sağlanması gibi evrensel hukuk ilke ve kuralları açısından uluslararası üst normlardan kaynaklanan zorunluluğun gereği olarak ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla, söz konusu değişiklik üzerine kovuşturmanın Yargıtay ilgili ceza dairesince yapılmasının usul ve kanuna uygun olduğu sonucuna ulaşılmıştır.
Yine aynı nedenlerle, dava konusu olayda soruşturma ve kovuşturma usul ve makamlarına yönelik değişiklikleri içeren ve sonradan kanunlaşan düzenlemelere yönelik Anayasa’ya aykırılık itirazları da ciddi görülmediğinden, Anayasa’nın 152. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca Anayasa Mahkemesine başvuruda bulunulmamıştır.
Bu nedenle; dava konusu olayda sanığa atılı suç nedeniyle yargılamanın Yargıtay 9. Ceza Dairesince yapılmasında hukuka aykırılık bulunmadığı anlaşılmaktadır.
2- CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (g) bendinde yer alan “Hükmün 230 uncu madde gereğince gerekçeyi içermemesi” hâli açısından;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
CMK’nın “Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesinin birinci fıkrasında; “Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.”,
“Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı 230. maddesinde;
“(1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir.”,
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı 232. maddesinde ise;
“(1) Hükmün başına, ‘Türk Milleti adına’ verildiği yazılır.
(2) Hükmün başında;
a) Hükmü veren mahkemenin adı,
b) Hükmü veren mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının ve zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği,
c) Beraat kararı dışında, suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
d) Sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı,
Yazılır.
(3) Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.
(4) Karar ve hükümler bunlara katılan hâkimler tarafından imzalanır.
(5) Hâkimlerden biri hükmü imza edemeyecek hâle gelirse, bunun nedeni mahkeme başkanı veya hükümde bulunan hâkimlerin en kıdemlisi tarafından hükmün altına yazılır.
(6) Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.
(7) Hükümlerin nüshaları ve özetleri mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır ve mühürlenir.”
Hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, Anayasa’nın 141 ve CMK’nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dahil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunlu olup, hüküm; başlık, sorun, gerekçe ve sonuç (hüküm) bölümlerinden oluşmalıdır. “Başlık” bölümünde; hükmü veren mahkemenin adı, mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının, zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, varsa vekilinin ve kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, sanığın açık kimliği ile varsa müdafisinin adı ve soyadı, beraat kararı dışında suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile hâlen tutuklu olup olmadığı belirtilmeli, “Sorun” bölümünde; iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ortaya konulmalı, “Gerekçe” kısmında; mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmeli, “Sonuç (hüküm)” kısmında ise; CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca aynı Kanun’un 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu, TCK’nın 61. ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan ceza miktarı, yine aynı Kanun’un 53 ve devamı maddelerine göre, mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul veya reddine ait dayanaklar, kanun yollarına başvurma ve tazminat talep etme imkanının bulunup bulunmadığı, kanun yoluna başvurma mümkün ise kanun yolunun ne olduğu, şekli, süresi ve mercii tereddüde yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.
CMK’nın 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkân sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, 5271 sayılı CMK’nın 289/1-g ve 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin yedinci fıkrası uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturacaktır.
Diğer taraftan, AİHM; bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM; mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden AİHS’nin 6. maddesinin ihlâli olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).
AİHM ayrıca, derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Buna göre, temel hak ve özgürlüklerin ihlâli sonucunu doğuracak derecede ve keyfî olmadıkça belirli bir kanıt türünün (tanık beyanı, bilirkişi raporu veya uzman mütalaası) kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44).
Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun, açık ya da zımni, anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Bu anlamda AİHM, mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjianastassiou/ Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33).
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddiaların kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır (AYM, Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35). Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “İlgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlâline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
Nitekim Anayasa Mahkemesinin 25.05.2017 tarihli ve 11798 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında Özel Daire hükmü değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında kurulan hükümde FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün yapısının, teşkilatlanmasının ve Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Anayasal sistemi içerisinde gizlice yayılarak kurumları ele geçirmeye yönelik faaliyetlerinin örneklerle anlatıldığı, örgüt içi iletişimde kullanılan haberleşme araçları hakkında detaylı bilgilere yer verildiği, Özel Dairece yapılan bu tespitlerin Ceza Genel Kurulunun FETÖ/PDY silahlı terör örgütüne ilişkin yerleşik içtihatlarına da dayandırıldığı, bununla birlikte, somut davanın özelliğine göre esas sorunların incelenmiş olduğunun açıkça anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararda yer aldığı, yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmadığı anlaşıldığından, Yargıtay 9. Ceza Dairesi hükmünün gerekçeyi içerdiği değerlendirilmiştir.
3- CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (h) bendinde yer alan “Hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmış olması” hâli açısından;
Ceza yargılamasındaki savunma haklarının güvence altına alınması demokratik toplumun temel bir ilkesidir (AYM; B. No: 014/9817, 26.02.2015), AİHM de bu kapsamda hakkaniyete uygun bir yargılama için yargılamanın yürütülmesi sırasında alınan önlemlerin, savunma hakkının yeterince kullanılması ile uyumlu olması ve bu hakların teorik ve soyut değil, etkili ve pratik şekilde yorumlanması gerektiğini vurgulamaktadır (Ludi/İsviçre, B.No:12433/86, 15.06.1992; Artico/İtalya, B.No:6694/74, 13.05.1980).
Öte yandan, delillerin yerindeliği incelemesi yapmayan ve bu konunun ulusal yargı organlarının takdirinde olduğunu belirten AİHM, elde edilen deliller dâhil olmak üzere yargılamayı bir bütün olarak inceleyip bu çerçevede ilgilinin adil yargılanma hakkının ihlâl edilip edilmediğine karar vermektedir (AİHM, Khan/Birleşik Krallık, 12.05.2000, B.No: 35394/97, § 34). AİHM, delillerle ilgili olarak, başvurucuya delillerin gerçekliğine itiraz etme ve kullanılmalarına karşı çıkma fırsatı verilip verilmediğini esas almaktadır (Bykov/Rusya, 10.03.2009, B.No: 4378/02, § 90; Khodorkovskiy ve Lebedev/Rusya, 25.07.2013, B.No: 11082/06, 13772/05, § 700). Bu manada esas olan, delilin keyfi ve açıkça dayanaktan yoksun olacak şekilde sanık aleyhine kullanılmaksızın, yargılamanın bir bütün olarak adil yapılmasıdır.
Sanığa soruşturma aşamasında yöneltilen suçlamaların; FETÖ/PDY silahlı terör örgütü üyesi ve bu örgütün yargı yapılanmasında yer aldığına ilişkin olduğu, bu suçlamaların içeriğinin Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca yapılan ifade alma işlemi sırasında sanığa açıklandığı ve sanığın soruşturma aşamasındaki savunmalarında anılan suçlamalarla ilgili ayrıntılı beyanlarda bulunduğu, öte yandan, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen tutuklama talep yazısında sanığa isnat edilen suçlamalara ilişkin ayrıntılı şekilde açıklamalara yer verildiği, bu bağlamda, suça konu edilen olaylarla ilgili bilgi ve delillere yer verildiği, bu eylemlerin hukuki niteliğine yönelik olarak da değerlendirmelerde bulunulduğu, anılan talep yazısının sorgu işlemi öncesinde Ankara 7. Sulh Ceza Hâkimliği tarafından sanığa okunduğu, ayrıca sorgu tutanağında sanığa isnat edilen suçun okunup anlatıldığı, sanığın sorgu sırasında suçlama konusu olaylarla ilgili anlatımda bulunduğu, ayrıca sanık müdafisinin tutukluluğa itiraz dilekçelerinde de usul ve esasa ilişkin ayrıntılı bir biçimde beyanda bulunduğu, dolayısıyla sanık ve müdafisinin isnat edilen suçlamalara ve tutukluluğa temel teşkil eden bilgilere gerek sorgu öncesinde gerekse sorgu sonrasında erişimlerinin olduğu anlaşılmaktadır. Bu itibarla suçlamalara dayanak olan temel unsurların ve tutuklamanın hukukiliğinin değerlendirilmesi için esas olan bilgilerin sanığa veya müdafisine bildirilmiş ve sanığa bunlara karşı savunma ve itirazlarını ileri sürme imkânı verilmiş olması dikkate alındığında; sanığın genel olarak soruşturma aşamasında savunma hakkının kısıtlanmadığı kabul edilmelidir.
Kovuşturma aşamasında ise dosyaya giren belgeler ile alınan beyanlara karşı savunmalarını bildirmek istediğini, bu amaçla bu belge ve beyanların kendisine gönderilmesini isteyen sanığa, gerek fiziki olarak gerekse CD’ye aktarımı yapılmak suretiyle bu belge ve beyanların iletildiği, gerekli incelemeleri yapabilmesi için yeterli zaman ve teknik imkanın sağlanması hususunda tutuklu bulunduğu ceza infaz kurumuna müzekkere yazıldığı, sanığa ve müdafisine duruşmalar sırasında geniş bir şekilde savunma yapma imkân ve fırsatı tanındığının SEGBİS kayıtlarından da anlaşıldığı, kovuşturma evresinde yapılan altı oturumda sanık ve müdafisinin ayrıntılı bir şekilde savunmalarını yaptıkları, makul ve mantıklı nedenler ile gerekçesi de gösterilmek suretiyle sanık ve müdafisinin taleplerinin mahkemece reddedildiği, tüm iddia, argüman ve delillere karşı etkin bir şekilde itiraz etme, tanık beyanlarına karşı savunma yapma ve tanıklara soru sorma haklarının tanındığı görülmekle, hüküm için önemli olan hususlarda mahkeme kararı ile savunma hakkının sınırlandırılmadığı, böylelikle adil yargılanma hakkının ihlâl edilmediği anlaşılmaktadır.
4- CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (i) bendinde yer alan “Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması” hâli açısından:
a) Beyanları hükme esas alınan tanıkların dinlenilme usulü bakımından:
Tanık, kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyusu ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir. Herkes tanık olma ehliyetine sahip olduğundan çocuklar ve akıl hastalarının da tanıklığına başvurabilecektir. Ancak tanığın anlatımlarına itibar edilip edilmeyeceği yargılama makamının takdirindedir. Ceza muhakemesinde, tanık dinlemeye yetkili makam soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ise, mahkeme, naip hakim veya istinabe olunan hakimdir.
Tanıklık, kamu hukukundan doğan toplumsal bir ödevdir. Bu nedenle tanığın, hukuka uygun olarak yapılan davet üzerine adli makamlar önüne gelmek, bildiklerini doğru olarak anlatmak ve yemin etme ödevi bulunmaktadır. Bununla birlikte ceza muhakemesinde tanığa bazı haklar da tanınmıştır. Tanığın; tanıklıktan çekinme, kendisi ve yakınları aleyhine açıklamada bulunmaktan çekinme, haklarını öğrenme, korunma, tazminat ve masraflarını isteme hakkı vardır.
Tanığı dinleyecek olan makam tarafından önce tanığın kimliği ve güvenirliği belirlenmelidir. Bu amaca yönelik olarak tanığın adı, soyadı, yaşı, işi, yerleşim yeri, işyeri, geçici olarak oturduğu yerin adresi, varsa telefon numaraları, şüpheli, sanık veya mağdurla olan ilişkisine dair sorular yöneltilecektir. Bu şekilde tanığın kimliği, olayın tarafları ile olan ilişkisi ve güvenirliğine ilişkin bilgiler alındıktan sonra tanığa hakları hatırlatılmalı, bu hatırlatma yapıldıktan sonra da tanıklık görevinin önemi ve uyması gereken kurallar anlatılmalıdır.
Konumuzla ilgisi bakımından öncelikle, örgütlü suçluluk kapsamında yürütülen ceza muhakemesi sürecinde etkin pişmanlıktan yararlanmak amacıyla ifade veren kişilerin, aleyhine ifade verdikleri diğer kişiler hakkında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan yapılan yargılamalarda tanıklıktan ve yeminden çekinme haklarının bulunup bulunmadığı değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın 38. maddesinin beşinci fıkrasında; hiç kimsenin kendisini ve kanunda gösterilen yakınlarını suçlayan bir beyanda bulunmaya veya bu yolda delil göstermeye zorlanamayacağı hüküm altına alınmıştır.
Aynı doğrultuda, 5271 sayılı CMK’nın “Tanıklıktan çekinme” başlıklı 45. maddesi;
“(1) Aşağıdaki kimseler tanıklıktan çekinebilir:
a) Şüpheli veya sanığın nişanlısı.
b) Evlilik bağı kalmasa bile şüpheli veya sanığın eşi.
c) Şüpheli veya sanığın kan hısımlığından veya kayın hısımlığından üstsoy veya altsoyu.
d) Şüpheli veya sanığın üçüncü derece dahil kan veya ikinci derece dahil kayın hısımları.
e) Şüpheli veya sanıkla aralarında evlâtlık bağı bulunanlar.
(2) Yaş küçüklüğü, akıl hastalığı veya akıl zayıflığı nedeniyle tanıklıktan çekinmenin önemini anlayabilecek durumda olmayanlar, kanunî temsilcilerinin rızalarıyla tanık olarak dinlenebilirler. Kanunî temsilci şüpheli veya sanık ise, bu kişilerin çekinmeleri konusunda karar veremez.
(3) Tanıklıktan çekinebilecek olan kimselere, dinlenmeden önce tanıklıktan çekinebilecekleri bildirilir. Bu kimseler, dinlenirken de her zaman tanıklıktan çekinebilirler”,
“Kendisi veya yakınları aleyhine tanıklıktan çekinme” başlıklı 48. maddesi; “Tanık, kendisini veya 45 inci maddenin birinci fıkrasında gösterilen kişileri ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olan sorulara cevap vermekten çekinebilir. Tanığa cevap vermekten çekinebileceği önceden bildirilir” şeklinde hükümler içermektedir.
Tanıklıktan çekinmede, bütün hâlinde tanığın çekinme hakkı gündeme gelmekte; burada ise tanık, kendisine sorulan sorulardan kendisi ya da sayılan yakınlarını ceza kovuşturmasına uğratabilecek nitelikte olanlar bakımından cevap vermeme takdirine sahiptir. Bu kapsam dışında kalan hususlarda tanığın, salt bu madde uyarınca çekinme hakkı bulunmamaktadır.
Diğer yandan, CMK’nın “Yemin verilmeyen tanıklar” başlıklı 50. maddesi de;
“(1) Aşağıdaki kimseler yeminsiz dinlenir:
a) Dinlenme sırasında onbeş yaşını doldurmamış olanlar.
b) Ayırt etme gücüne sahip olmamaları nedeniyle yeminin niteliği ve önemini kavrayamayanlar.
c) Soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Doktrinde genel kabul gören görüşe göre örgütlü suçlar, anlaşma suçlarının bir türü olup çok failli suçlardandır (Zeki Hafızoğulları – Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Topluma Karşı Suçlar, 2. Baskı, US-A Yayıncılık, Ankara, 2016, s. 270; Türkan Yalçın Sancar, Çok Failli Suçlar, Seçkin Yayınevi, Ankara 1998, s. 137; Devrim Aydın, Türk Ceza Hukukunda Suça İştirak, Yetkin Yayınları, Ankara 2009, s. 277; Ersan Şen, Suç Örgütü, Seçkin Yayıncılık, Mayıs 2018, s. 302, Vesile Sonay Evik, “Suç İşlemek Amacıyla Örgütlenme Suçu”, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi, Prof. Dr. Nur Centel’e Armağan Özel Sayı, Yıl: 2013, Cilt: 19, Sayı: 2, s. 673). Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olmak da genel iştirak hükümlerinin ötesinde örgüt kurmak ve yönetmekten ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve cezai yaptırıma bağlanmıştır (Zeki Hafızoğulları – Muharrem Özen, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler Topluma Karşı Suçlar, s. 276). Dolayısıyla, bu suç tipi açısından müşterek faillik suretiyle iştirak söz konusu olamayacaktır.
Bu bağlamda, suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olduğu iddiasıyla farklı yürütülen bir muhakemenin şüpheli ya da sanık sıfatıyla süjesi olan failin, aynı örgüte üye olduğu iddiasıyla yargılanan diğer kişilerin varsa örgüt içerisindeki konumlarının ve örgütsel faaliyetlerinin tanığı konumunda olup bu kişiler hakkında görülmekte olan davalarda tanık sıfatıyla dinlenmesinde bir sakınca bulunmadığı gibi diğer sanığa atılı örgüt üyeliği suçuna müşterek fail sıfatıyla iştiraki de mümkün olmadığından, bu kişilerin eylemlerine ilişkin tanıklık yaptığı noktada tanıklıktan ve yeminden çekinme hakkı da söz konusu olmayacaktır.
Diğer yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Etkin pişmanlık” başlıklı 221. maddesi ise;
“(1) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu nedeniyle soruşturmaya başlanmadan ve örgütün amacı doğrultusunda suç işlenmeden önce, örgütü dağıtan veya verdiği bilgilerle örgütün dağılmasını sağlayan kurucu veya yöneticiler hakkında cezaya hükmolunmaz.
(2) Örgüt üyesinin, örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeksizin, gönüllü olarak örgütten ayrıldığını ilgili makamlara bildirmesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
(3) Örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suçun işlenişine iştirak etmeden yakalanan örgüt üyesinin, pişmanlık duyarak örgütün dağılmasını veya mensuplarının yakalanmasını sağlamaya elverişli bilgi vermesi halinde, hakkında cezaya hükmolunmaz.
(4) Suç işlemek amacıyla örgüt kuran, yöneten veya örgüte üye olan ya da üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen veya örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin, gönüllü olarak teslim olup, örgütün yapısı ve faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili bilgi vermesi halinde, hakkında örgüt kurmak, yönetmek veya örgüte üye olmak suçundan dolayı cezaya hükmolunmaz. Kişinin bu bilgileri yakalandıktan sonra vermesi halinde, hakkında bu suçtan dolayı verilecek cezada üçte birden dörtte üçe kadar indirim yapılır…” şeklinde düzenlenmiş olup maddenin ilk dört fıkrasında, suç işlemek amacıyla örgüt kurmak, yönetmek veya bu amaçla kurulmuş örgüte üye olmak suçları ile ilgili etkin pişmanlık gösteren faillerin birbirinden farklı koşullarla, cezanın kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi hâller kabul edilmiştir.
05.06.1985 tarihli ve 3216 sayılı Bazı Suç Failleri Hakkında Uygulanacak Hükümlere Dair Kanun, 25.03.1988 tarihli ve 3419 sayılı Kanun ve 29.07.2003 tarihli 4959 sayılı Topluma Kazandırma Kanunu’na benzer şekilde 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinde yapılan düzenlemeyle; kanun koyucu, örgütlerle etkin mücadele edebilmek için, örgütleri ortaya çıkarıp dağıtmayı, örgüt elemanlarını devletin yanına çekerek bir yandan zayıflatıp diğer yandan da örgütlerin deşifre olmasını sağlayarak örgüt bünyesinde faaliyet gösteren failleri yakalamayı, “etkin pişmanlık” hükümlerinden yararlanan sanıkları topluma kazandırmayı, örgüt bünyesinde gerçekleştirilen eylemleri açığa çıkarmayı ve benzer suçların tekrar işlenmesini önlemeyi amaçlamaktadır.
Etkin pişmanlık hükümleri kanunda failin cezasının kaldırılmasını veya cezada indirim yapılmasını öngören bir şahsi hâl olarak düzenlendiğinden, örgütlü suçluluk kapsamında savunmasının alınması sırasında kişiye bu hükümlerin hatırlatılması CMK’nın 148. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan “kanuna aykırı bir vaat” niteliğinde olmadığı gibi kişinin de kendi iradesiyle bu hükümlerden yararlanmayı kabul ederek ifade vermesinde ve bu ifadenin başka kişiler hakkında görülmekte olan davalarda, adil yargılanma hakkına uygun olarak o davaların sanığına etkin itiraz yolları tanınması suretiyle delil olarak kullanılmasında hukuka aykırılık bulunmamaktadır.
Dosyanın incelenmesinde; beyanları hükme esas alınan tanıkların kendi haklarında yürütülen soruşturmalarda müdafileri huzurunda alınan ifadelerinde kendi iradeleriyle beyanda bulunmuş olmaları, aşamalarda herhangi bir kimse tarafından kendilerine kanuna aykırı vaatte bulunduğuna ya da bu yönde zorlandıklarına dair delile dayanan somut iddialarının bulunmaması, kovuşturma aşamasındaki oturumlarda ayrıntıları SEGBİS kayıtlarından da anlaşılacağı üzere, söz konusu tanıkların sanığa atılı suça ilişkin beyanda bulunmaları ve bu suça müşterek fail sıfatıyla iştirak etmemeleri nedeniyle tanıklıktan ve yeminden çekinme haklarının bulunmaması, bununla birlikte, sanık ve müdafisinin de hazır bulunduğu ortamda beyanda bulunan tanıklara karşı sanık ve müdafisine tanıklara soru sorma ve bu beyanlara karşı savunma yapma haklarının etkin şekilde tanınmış olması hususları birlikte değerlendirildiğinde; tanıkların dinlenilme usulleri ve bu beyanların değerlendirilerek hükme esas alınması açısından mahkeme hükmünün hukuka aykırı delile dayanmadığı anlaşılmaktadır.
b- ByLock iletişim sistemine dair deliller bakımından; Ceza Genel Kurulunun 24.01.2019 tarihli ve 417-44 sayılı, 20.12.2018 tarihli ve 419-661 sayılı, 26.09.2017 tarihli ve 956-370 sayılı kararları ve Özel Dairelerce de istikrarla benimsenen kararlar dikkate alındığında; ByLock iletişim sistemine dair delillerin elde ediliş biçimi, güvenilirliği ve hükme esas alınması bakımından herhangi bir hukuka aykırılık bulunmadığı açıktır.
c- Arama ve elkoyma işlemleri ile bu işlemler sonucu elde edilen materyallerin incelenme usulleri bakımından; sanığın ev ve iş yerinde ele geçirilen materyaller üzerindeki incelemelerde suç unsuruna rastlanılmaması, Özel Dairece yapılan yargılama sonucunda söz konusu eşyalarla ilgili herhangi bir delilin sanığa atılı suçun sübutunda ve uygulanan kanun maddelerinin belirlenmesinde dikkate alınmadığının anlaşılması ve bu hususun bir temyiz nedeni olarak ileri sürülmemiş olması karşısında; söz konusu materyallerin elde ediliş biçimine dair hukukî tespitlerde bulunulmasının temyiz incelemesinin kapsamı ve amacı yönünden gerekli ve sonuca etkili olmadığı anlaşıldığından; sanığın evinde ve iş yerinden ele geçirilen materyaller üzerinde yapılan işlemlerin ve elde edilen delillerin hukuka uygun olup olmadığı hususunda değerlendirme yapılmasına gerek görülmemiştir.
5- CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “Hâkimlik görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmış hâkimin hükme katılması”, (c) bendinde yer alan “Geçerli şüphe nedeniyle hakkında ret istemi öne sürülmüş olup da bu istem kabul olunduğu hâlde hâkimin hükme katılması veya bu istemin kanuna aykırı olarak reddedilip hâkimin hükme katılması”, (e) bendinde yer alan “Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması” ve (f) bendinde yer alan “Duruşmalı olarak verilen hükümde açıklık kuralının ihlâl edilmesi” hâlleri açısından;
Özel Dairece ilk derece mahkemesi sıfatıyla yapılan oturumlara ve bu oturumlar sırasında yapılan kovuşturma işlemlerine dair çözümlenmiş SEGBİS kayıtlarının incelenmesinde;
– Mahkeme heyetinde yer alan veya hükme katılan hâkimlerden herhangi birinin görevini yapmaktan kanun gereğince yasaklanmadığı ya da bu hususta bir iddianın bulunmadığı,
– Mahkeme heyetinde yer alan veya hükme katılan hâkimlerden herhangi biri hakkında ileri sürülen, kabul ya da reddedilen bir ret isteminin bulunmadığı,
– Tüm duruşmalarda hükme katılacak hâkimlerin, Cumhuriyet savcısının, zabıt kâtibinin yanı sıra sanık ve müdafisinin CMK’nın 188. maddesine uygun olarak hazır bulundukları,
– 27.02.2019 tarihli hükmün duruşmalı olarak açık oturumda verildiği,
Anlaşıldığından, Özel Daire hükmünde CMK’nın 289. maddesinin birinci fıkrasının (b), (c), (e) ve (f) bentlerinde düzenlenen hukuka kesin aykırılık hâllerinin de bulunmadığı anlaşılmaktadır.
6- Sanık eşi…’in ek temyiz dilekçesinde, sanığın yargılama sürecindeki iyi niyetli ve yapıcı yaklaşımlarına rağmen TCK’nın 62. maddesi uyarınca hakkında takdiri indirim nedenlerinin uygulanmadığına ilişkin itirazına ilişkin olarak;
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun “Takdiri indirim nedenleri” başlıklı 62. maddesi;
“1) Fail yararına cezayı hafifletecek takdiri nedenlerin varlığı halinde, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine, müebbet hapis; müebbet hapis cezası yerine, yirmibeş yıl hapis cezası verilir. Diğer cezaların altıda birine kadarı indirilir.
2) Takdiri indirim nedeni olarak, failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonraki ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri gibi hususlar göz önünde bulundurulabilir. Takdiri indirim nedenleri kararda gösterilir” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın 62. maddesinin ikinci fıkrasında takdiri indirim nedenleri sayıldıktan sonra “gibi” denilmek suretiyle takdiri indirim nedenlerinin kanunda sayılanlarla sınırlı bulunmadığı, aksine bunların örnek olarak belirtildiği açıkça vurgulanmıştır. Kanunda sayılan; “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonra ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri” gibi nedenler, uygulamada hâkimi sınırlayıcı değil, yol gösterici nitelikteki gerekçelerdir.
Serbest takdir sisteminin sonucu olarak, sanık yararına takdiri indirim hükümlerinin uygulanmasını gerektiren nedenlerin varlığını veya yokluğunu belirleme yetkisi yargılamayı yapan hâkime ait olacaktır. Zira yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan hâkim, sanığı birebir gözlemleyen ve bu bağlamda takdiri indirim nedenlerinin varlığı ya da yokluğunu en iyi tespit edebilecek konumda olan kişidir. Hâkim; “failin geçmişi, sosyal ilişkileri, fiilden sonra ve yargılama sürecindeki davranışları, cezanın failin geleceği üzerindeki olası etkileri”nin yanında, somut olaya göre değişebilecek ve önceden öngörülemeyecek nedenleri de birlikte değerlendirerek bu hususta hak, adalet ve nesafet kurallarına uygun biçimde uygulama yapacaktır.
07.06.1976 tarihli ve 3–4 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararı ile bu doğrultudaki birçok Ceza Genel Kurulu kararında açıkça vurgulandığı üzere; kanun koyucu, hâkime takdiri indirim hükmünün uygulanması konusunda geniş bir takdir yetkisi tanıyarak uygulamada çıkabilecek olan ve önceden öngörülme imkanı bulunmayan çeşitli halleri kapsayacak bir kalıp bulmanın zorluğu karşısında hâkimin bu yetkisini sınırlamaktan özenle kaçınmış, bu tavrını 5237 sayılı TCK’nda da devam ettirmiştir.
Ancak hâkimin bu konudaki takdir yetkisi sınırsız değildir. Bütün kararlarda olduğu gibi takdiri indirimin uygulanmasına veya uygulanmamasına ilişkin kararlar da gerekçeli olmalıdır. Bununla birlikte gösterilen gerekçelerin hak, adalet ve nasafet kuralları ile dosya içeriğine uygunluğunun Yargıtay denetimine tâbi olacağında da şüphe bulunmamaktadır.
Anayasanın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34. maddeleri uyarınca bütün mahkeme kararlarının gerekçeli yazılması zorunludur. Gerekçe, verilen hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun olarak izah edilmesidir. Yasal ve yeterli olmayan, dosya içeriğine uymayan bir gerekçeyle karar verilmesi hem kanun koyucunun amacına uygun düşmeyecek, hem de tarafları tatmin etmeyerek keyfiliğe yol açacaktır.
Bu itibarla; Özel Dairece, hükmün gerekçe kısmında “Sanığın yargılama aşamasındaki davranış tarzı ve cezasının sanık üzerindeki olası etkileri”, hüküm kısmında da “Sanığın yargılama sürecindeki davranışları ve açıklamaları ile isnat edilen suçlamaya ilişkin herhangi bir pişmanlığının gözlemlenmemesi” gerekçeleriyle yargılama aşamasında açıkça lehe olan hükümlerin uygulanması yönünde talebi bulunan sanık … hakkında takdiri indirim maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmesinin dosya içeriğine, usul ve yasaya uygun olduğu kabul edilmelidir.
III- Sanık … Hakkında Kurulan Mahkûmiyet Hükmünün İsabetli Olup Olmadığına Dair Maddi Hukuka İlişkin Temyiz Konusu Değerlendirildiğinde;
Sanığın aşamalarda ByLock programını kullanmadığını savunmasına rağmen Ankara KOM Şube Müdürlüğünce hazırlanan 2016/103606 dosya numaralı ByLock tespit tutanağına göre; 343337 ID nolu kullanıcının ByLock dökümleri incelendiğinde kullanıcı isminin “10230106sen” olduğu, şahsın … tarafından kullanılan ByLock hesabının kullanıcı listesinde ‘….’ adı ile kaydedildiği, Ali Akın tarafından kullanılan ByLock hesabının kullanıcı listesinde “c3-taceddin” olarak kayıtlı olduğu, kullanıcı adı olarak “10230106 sen” ibaresinin belirlendiği, 09.12.2015 tarihinde kullanıcı tarafından atılan mesaj içeriğinde “benim eagle da 1933 sen soru da 2015” şeklinde ifadenin yer aldığının tespit edildiği, eldeki veriler ışığında sanık …’in Yargıtay Ceza Dairesinde görev aldığı, annesi Nazmiye Şen’in 1933 doğumlu olduğu ve bu hâliyle mesaj içeriklerindeki “1933nsen” kodlamasının sanığın annesinin doğum tarihi ve soyadından oluştuğu, … isimli şahsın söz konusu ByLock hesabında “komşum” adı ile kaydedildiği, TUİK verilerine göre …’un …, Yenimahalle/Ankara adresinde ikamet ettiği, …’in ise … No: 6, Yenimahalle/Ankara adresinde bu binanın 6 numaralı dairesinde ikamet ettiği nazara alındığında 343337 ID nolu ByLock hesabı kullanıcısının … olduğu kanaatine varıldığı, … isminin Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı bünyesinde bulunan KOM Bilgi Sistemi ByLock CBS sorgu modülü üzerinde 18.12.2017 tarihinde yapılan sorgusunda 2 adet kaydının olduğu, birinci kaydında tespit edilen GSM aboneliğinin; 505 215 11 35, tespit edilen cihaza ait IMEI numarasının 354…., tespit edilen ilk tarihin 16.09.2014 olduğu, ikinci kaydında ise tespit edilen GSM aboneliğinin 505 ….., tespit edilen cihaza ait IMEI numarasının; 0125…. ve tespit edilen ilk tarihin 11.08.2014 olduğunun belirlendiği, sanığın böylece sisteme dahil olduğu ve ancak bir örgüt üyesinin sahip olabileceği gizli haberleşme imkânına kavuştuğunun anlaşılması,
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13.09.2018 tarihli ve 1758 muhabere sayılı yazısı ekindeki listeye göre;
407103 ID numaralı kullanıcı ile… arasındaki 16.02.2016 tarihli; “mö; 2015 aralık a:1890 t:300 g:200 kuyu için 100, s:10, h: henüz başlamadı toplam 2.500 not: bir kısım eşine aitolduğundanrakamlar farklı ocak ayını … aracılığıyla göndermiş…”
59344 ID ile 396841 ID arasındaki 12.01.2016 tarihli; ”bende telegram yüklü ancak şifrem yok / Halis beyle irtibatınız yoksa Taceddin bey yükleyebilir sanırım / ayarlayıp çalıştırabilir herhalde / ben bir sorayım / halis beyle irtibat kuramıyorum. Taceddin anlamıyor / hali bey telegramı halledecek / Tm /
15.01.2016 tarihli; ”Onu ykt1, mesut35 ve … beyle de irtibatlandırır mısınız”
363824 ID ile 469835 ID arasındaki 12.08.2015 tarihli; ”abi … abi bana gönderişti / size de gönderdim bu dilkeçeyi. belki lazım olur diye”
363824 ID ile 203116 ID arasındaki 16.01.2016 tarihli; ”görünmezi kaldirmak lazim / …/ girunmezi nasil.kaldiracaginizi biliyormusunuz / … / abi onunla ilgisi yok / ağınız görünürdü / inu horunur kılmak lazım O / …evet / o görünmezi kaldiralim / …olur ani / abi / …/ ymm / tmm / … bey biliyor /…/ abi / … (16.01.2016 13:31): tamam abi”
‘… (16.01.2016 13:32): http://192.168.0-1 crhome’a”
”… (16.01.2016 13:32): yazaca … (16.01.2016 13:33): acilan ekrana admin altina yine admin … (16.01.2016.13:33): yazacsk … (16.01.2016 13:33): computeri tiklayınca tplink ekranı gelecek … (16.01.2016 13:34): buradan kendine gelen mesajları okuyabilir”
”… (16.01.2016 13:34): ve bir de ayarlar butonuna tiklayinca gelen ekranda”
‘… (16.01.2016 13:39): en alt kutucukta disable yazinca gorunur hale gelecek”
”bu işlemi tablette de yapabilirsiniz”
363824 ID ile 203116 ID arasındaki 09.02.2016 tarihli; ”Sizin da hattınız isim hizlimi / gizlimi /…/ Data hattınızda isim gizli mi / abi gizliliği kaldirarak yapin / …/ abi gizliliği kaldirarak yapin / ceyın / cetin”
407103 ID ile 382087 ID arasındaki 16.02.2016 tarihli; ”Konu:No Subject / mö :2015 Aralık a:18901:300 g:200 kuyu için :100 s:10 h: henüz başlamadı- toplam 2.500 rakamlar farklı. Ocak ayını … aracılığyla göndermiş. Şubatı da herhalde aynı şekilde gönderir. Aralık a: 200 h: çeyrek ocak a:200 h: 100 Şubat a:250 sadaka veya Nijarya için:265 hk : 2015 Aralık enson görüştüğümüzde vermiştem. Ocak a: 1000 -toplam 1720. Şubat a:1000 (diğerlerini aybaşında vereyim) toplam: 2720 —1015+çeyrek 2720 –not: bir kısmı eşine ait olduğundan–nm: 2015-toplam :1015+ çeyrek- h:200 t: 500 s: 20 —hepsinin toplamı: 2500 6.235 + çeyrek” şeklindeki yazışmalarda sanık …’in isminin geçmesi,
343337 ID tarafında gönderilen ve bu ID ye gelen
12.12.2015 tarihinde… ile sanık arasındaki; “Kırkağaçlı ile irtibatta olursanız. O soru, görüş ve önerilerinizin sizin vasıtanızla iletilecek. … yazdı: yapmam gereken bir şey var mı?12.12.2015 05:19, a06 yazdı: Abi, … ve DT’ci abimiz bilgi notu üzerinde çalışıyorlar. Akşam komşularınızdan Kırkağaç’lı ile birlikteydik. Ona da bahsettim. O da bir hazırlık yapıyor. Sizin sizin vasıtanızla onları da alıp hepsini birleştirerek önümüzdeki hafta içi son şeklini verelim”
Aynı şahısların 16.12.2015 tarihli; “Abi, BİY ne yaa, … yazdı; küçük birkaç hatırlatma 1 sanırım Yargıtay da dahil yargı kurumları BİY kapsamında değil. 2 Delilleri biz toplamayalımsoruşturmacıları toplatalımzaman kazanmıştı”
28.12.2015 tarihinde sanık … ile… arasındaki; “NDR yazdı; Abi eğitimin devam edip etmeyeceği belli olmadı,salı günü bir görüşme var orada karar verilecek eğer devam denilirse tabiki çok memnuniyetle ama sömestr sonuna kadar ara verelimkanaati de varöyle olursa çocukları hiç ümitlendirmeyelim diye düşünüyorum. Abiler eğitim devam edecek diyorlarsaistedikleri zaman tanıştırabiliriz. 27.12.2015 1521, … yazdı; yavuz’un abisi der ki ‘abiden haber var mıabi.Çocukları için ne düşünüyor.’ cevabınız ne diyelim.”
Söz konusu uygulamanın teknik özelliklerini de gösterecek şekilde 363824 ID ile sanık arasındaki; “BENİ EKLEYEBİLİRSİNİZ / 30287 / ŞİFRE 1111 OLSUN / şifre ne abi 1111 / mi / 1234 yapmışsını / .”; 363824 ID ile 343337 İD arasında geçen 2015-12-29 22:13:49 tarih ve saatli mesaj; “abi ben sizi ekleyince beni görmelisiniz / hayır hemen görmeli / abi ilk girişte sifre değişimi isteniyor / onu yaptınız değil mi”; 363824 ID ile 343337 İD arasında geçen 2016-01-16 13:27:38 tarih ve saatli mesaj: “open vpn o yükleyim / zpn i kapatın …/ orayı tıklayın / önce sarı olacak / sonra yeşil / vpn e girdiniz / simdi ekranda Bylock / Viber Ve Telegrama girebilirsiniz”
ByLock iletişim sistemi zaman zaman güncellendiğini gösteren sanıkla 363824 ID arasındaki; “Ahmet.2007 gibi bir şey girin / daha uzun olabilir / ….0635 / abi sizin sistem kartınızı yarın yapacaz / onun için online olmamız lazım / abi yarin kaçta eve geleceksiniz / sizin sistem kartı güncellenmiş miydi / yani bilgisayardan Bylock viber e girebiliyor musunuz / tamam yarin onu yapacaz / onun için telegraminiza bir şifre gelecek”
Örgütün kendi kaynakları haricinde ilgi edinilmesini yasakladığına dair 363824 ID ile sanık arasındaki; “Konu: ÖNEMLİ Kıymetli abiler; Herkes sadece ve sadece görevli olduğu arkadaşı ile irtibatlı olup görüşmelidir. Notlar tek merkezden temin edilecek. Bize ait olan Viber, Tango, Twitter, Whatsap iletişim araçları muhabbet maksatlı kullanılmayacak, buna muhalefet eden istişaresi hareket etmiş olur. Herkes irtibatlarına bu gözle bir daha baksın, izinsiz olan varsa irtibatı koparsın listeden silsin? Tereddüdü varsa sorup izin alsın? Enerjimizi mesaimizi duamızı vazifeli olduğumuz alana teksif edelim? Allah yar ve yardımcınız olsun? Kimi zaman farklı kanallardan ve rafine edilmeyen bilgiler ortada dolaşıyor. Zihinler karışmaması için lütfen farklı kanallardan bilgi transferi yapmayalım. İrtibat da sağlamayalım…”
363824 ID ile sanık arasındaki; ”size tablette not alma gündemleri yazma programı gönderecem / şifreli ve güvenli / ayrıca / yarın bilgi işlemci bir arkadaş saat 17 de özayku baide olacak / sizde tabletiniz ve wifi nizle çıksanız sizn de tablete program kursun abi”
”abi ikinci not şualar 320 / herkese okumak lazim”
”abi telegram numaranız lazım / birde telegrama ait şifreler / abi / bilgi işlemci acmadı / açınca sizin telegrama bir şifre gelecek… onu bana yazmalısınız / onay kodu gelecek / telegramdan gelecek”
”abi size bir sistem karti hazirladik / bu kart ile bilgisayara gireceksiniz / ve turkuaz, telegram ve vibere bilgisayardan girebileceksiniz”
”abi 13.14.15.16.17.18. …/ program belli oldu mu abi / … / abi herkes gitsin istemiyoruz… yakışan abiler gitsin istiyoruz…/ siz karar verin / gidebilirsiniz / normal / az bile / sizin diyalogunuz nasildi / iliskeriniz var miydi / disarisi yakistirir mi / tmm / yolunuz acik olsun abi / … / tesbir ve gündemi acik flaşa koymayalim / tedbir ve gündemi / rehberlik ve notlari koyun / yada o flasi kiracaklarsa olur”
”open vpn o yiklayim / zpn i kapatin / orayi tiklayin / önce sari olacak / sonra yeşil / vpn e girdiniz / simdi ekranda bylock / viber / ve telegra girebilirsiniz / abi yunus abi de diger hatta / o da wifi yi gorunur yapamiyor / bana yazsaniz ona arayim / atayim”
”abi / oldukça eklersiniz abi / daha once eklediğiniz varmiydi / yok sizde yoksa diye yazdim / girerken şifre sormayacak artik / ama onu kullandik / abi viber ile tanfo farkli / tango whatdap twitter ile viber farkli / abi viber fatkli / aramizda kulanmak için / viber yeni bir program / tablette benim yüklediğim viber ile bu ayni / siz vibere girin verdiğinin numarayla / … / aytekin, önder, a.kutuk, ozyakut ve izzet abilerin viberleri var / bir de seyman abiye veroriz / … / selahattin abi hepimizin abisi… / tangoya da ekleyelim / viberi ben ona kurdururum /abi / bir bekleyin / gmail olmadan nasil olacak / onu sorayim / abi sahteyi alin / sahte gmail alin”
“abi sistem farkı yok yeni sistem bu abi / size bir tablet gonderecem / içine de keyfiyet fash disk i / mikro CD / hem okumalarinizi oradan yaparsiniz / tamam arkadaş gonderecem / abi CD de tüm kaynaklar olacak /…./ rnk / prlanta”
52025 ID ile sanık arasındaki; ”abi bende bu konuyu kendisiyle konuşmak istiyordum çok acil gündem yoksa hareket yapmasak ama varsa bu hafta sonu görüşelim / ben diğerlerine haber verebilirim”
”Nejat (28.12.2015 20:06): abi böyle bir not göndermedim… (28.12.2015 20:06): kim diyor… (28.12.2015 20:06): birer kitap olmalı dedim… (28.12.2015 20:10): abi kimler ise yazın tashih edeyim / abi eşiniz eski kararımız gibi davransın birer kitap olabilir”
”abi benim kararım önemli değil abiler birim olarak biz devam edeceğiz diyorlarsa ve çocuklarla tanışmak istiyorlarsa hemen tanıştıralım nerede ne zaman isterlerse hazırız. Gayretleri içinde çok tşkkr ederiz / olur abi. sizde benimkini verebilirsiniz”
”abi kamea olmayan derseiz yok / aa küçük dükkanlarda halletmeye çalışıyorum ben”
”Sa abi inşallah iyisinizdir hafta sonu için eşinizin ciddi bir gündemi varmı acaba eğer yoksa erteleyelim istiyoruz abi bu dönemde çok trafik olmasın dedi. Diğerlerinede soruyorum ama büyük kısım hanımefendide olduğu için ilk ona soruyorum”
‘sa abi nasılsınız / Bu gün A.. i… geldi Fatih bey için oy istedi / A.. bey Aleviymiş bizim başkan öyle dedi / çok mütevazi ve mahcup gördüm öylemidir / birde bu adamlara ümit vermek lazım mı / oluşumlardan rahatsız olduğunu söyledi / … / tmm abi / oy istediği nasıldır / bizim başkan bunlarla oturup konuşmak lazım eğer konuşursak anlaşırız çok dürüstlerdir diyor / .. / abi abilerin genel kanaatide buysa bende ümit verici şeyler söyleyeyim, başkan bey hepimizden olmasada destek bekliyor ve karşı cepheyi dağıtmanın başka yolu yo diyor / A.. beyde aynısını anlattı ama kendisinin çıkmadığını söyledi, adam bana çok makul geldi hatta alevi olduğunu duyunca çok şaşırdım”
165605 ID ile sanık arasındaki; ”abi benim tvtrm var ancak açamıyorum / yarın eski daire arkadaşınız ve arkadaşlarını ziyaret edeceğim, abiden aldığımız notlar dışında sizde başka not var mı. / byloctan gelenler var / getirin burda bi bakalim yarin gitnrden teitterinize / abi yarın öğleyin gideceğim, size ne zaman geleyim / o zaman zor ben sabah doktor isimiz var ise gidecem / abi ben dün akşam vifi yi kapatıp bir arkadaşa ziyarete gittik, dikmene, tiplinki de kapatmıştım, gittiğimiz yerde ben turkuazdan notları okurken mesaj sesi geldi, bir anlam veremedim. / tableti götürmenin bir sakıncası var mı. / tmm. / vifi yi evde kapamıştım gimeden / tmm,abi,Aro. hayırlı geceler.”
Sanıkla 28735 ID’yi kullanan açık kimlik bilgileri tespit edilmeyip kullanıcı adı…35 olan şahıs arasındaki; ”Bizim buraya yakin yerde kamera olmayan turkcell data hattına yükleme yapabileceğim yer biliyor musunuz / yakin yerde bilmiyorum”
59344 ID ile sanık arasındaki; ”Eagle da ortak şifre 2015 yazdım / benim eagle da I933nsen soru da 2015 / ben sii ekledim ama mesaj yazamiyorum hala niyeyse”
‘Abi, gönderdiğiniz 4700 hepsi aidat mı? / Ai: 1820 TL Fon: 300 TL Gzt: 130 TL Himm: 2450 TL= toplam 4700 TL”
92208 ID’yi kullanan açık kimlik bilgileri tespit edilmeyen Eren 2004 kullanıcı adını taşıyan şahısla sanık arasındaki; ”Bizim buraya yakin yerde kamera olmayan turkcell data hattına yükleme yapabileceğim yer biliyor musunuz / abi demetevlerde küçük bayiler var, ben oralarda yükletiyorum / abi metronun olduğu cadde ve ivedik caddesinin üzerinde olmayan ara sokaklardaki muhtelif küçük bayilerden alıyorum (zaten piyasada çok zor bulunduğunu bildiğim f klavye stıkırı sorma gibi saiklerle girip kamerayı kolaçan ediyorum), böyle bir tarif ihtiyacı olmayınca ve sürekli belirli bir yerden almayınca net adres veremeyeceğim ama sizin için bakayım, ama yine de bugün kamerasız olan yer 3 gün sonra taktırabileceği için vereceğimiz adresten bile temkinle alınmalı. /Allah razı olsun”
Sanıkla 402531 ID arasındaki; ”Uluslararası Ceza Mahkemesi Erdoğan ve ekibi hakkında inceleme başlattı! Uluslararası Ceza Mahkemesi Erdoğan, Davutoğlu, Ala ve Fidan için harekete geçti Roma Statüsü olarak adlandırılan Uluslararası Ceza Mahkemesi Kurucu Statüsü düzenlemelerine göre, devletlerin sorumluları tarafından işlenebilecek soykırım, insanlığa karşı suçlar ile savaş suçlarını soruşturmak ve kovuşturmak amacıyla uluslararası toplum tarafından kurulmuş ve çalışmakta olan yargı organı Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM). Uluslararası Ceza Mahkemesinde, devletler yargılanmıyor, mahkemede kişisel sorumluluk esası gereğince yalnızca gerçek kişiler, Cumhurbaşkanları, Başbakanlar, Bakanlar, asker, polis ve istihbarat yetkilileri gibi gerçek kişiler yargılanıyor. Türkiye kamuoyunda uzun zamandır, Recep Tayyip Erdoğan ve Suriye ekibinin uluslararası savaş suçları mahkemesinde yargılanacağı çeşitli çevrelerce dile getirilmekteydi. Ve sonunda beklendiği üzere, Uluslararası Ceza Mahkemesinde, başta Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere bir kısım hükümet mensubu hakkında uluslararası savaş suçundan inceleme başlatıldı.”
Sanıkla 440592 ID arasındaki; ”Konu:Şlfa Üniversitesine Dair YÖK Uygulama ve Araştıma merkezi Hastanelerin dışında olan ek binlarda eğitim uygulaması olmayanlar kapatılacak şeklinde bir yazı yayınladı. Bizim Bornova Hastanesi ve Diş Hekimliği Fakültesi dışındaki binalar ek bina görülüyor. Fakat bizim tüm ek binalarda eğitim ve uygulama yapılıyor. YÖK’ün bu yazısına bizim gibi tüm vakıf üniversiteleri itiraz etti ve Danıştaya müracaat ettiler. Danıştaya itirazımız sonuçlanmadan İzmir Sağlık Müdürlüğü ve malum mahkeme böyle bir karar çıkarıyor. Karar cuma öğleden sonra uygulanıyor. Pazartesi idari mahkemeye başvuracağız… Dua Lütfen… Bornova ve Dış Hekimliği Fakültelerimiz aynen devam ediyor. Günlük 5 binin üzerinde hastanın Şifasına vesile olan hastanelerimize kilit vurulması telafisi mümkün olmayan zarara neden olacağını düşünecek olan mahkemeler inşaaallah bu hukuksuzluğa dur diyecektir. Tüm Dostlara duyuralım ve dua edelim….”
Sanıkla 440592 ID arasında; ”Konu:HOCAEFENDİ VE YASAK KİTAPLAR/ALİ ÜNAL iktidar ın 17/25 Aralık’ı kendisine darbe diye savma çabasında hem modern hukukun, hem Kur’ânî adaletin en önemli esaslarından olan suçun şahsîliğine riayet edilmediği gibi, Kur’ân’da menedilen ve sık sık ikazda bulunulan bir davranış olarak düşmanlıkta da sınır tanınmıyor. Bu riayetsizlik ve sınır tanımamanın son örneği, defalarca teftişten geçmiş olmasına rağmen bir açığı bulunamayan Kaynak Holding’e çökme operasyonunda holdingi de dehşetli boyutlarda zarara uğratacak ilk icraat, Hocaefendi’nin kitaplarının yayınlanmasının ve yayınlananların satışının yasaklanması oldu. Akranlarının sokaklarda oynadığı yaşta (âlem-i) İslâm’ın üç asırlık hüsranı nasıl giderilebilir düşünceleri içinde kıvranan, daha 17 yaşında iken Orta ve Kuzey Anadolu’da va’zlar verip, halkı tanımaya çalışan ve ?iki dakika bile kendim için yaşamadım; sadece birinizin bir günlük hidayeti için günde 50 defa ölüp dirilmeye razıyım, diyen Hocaefendi, 30’lu yaşlarında, bilhassa üniversite öğrencileri tarafından kendisine sorulan yüzlerce soruyu cevaplamış, bunların sadece bir kısmından 4 cilt halinde oluşturulan ve yüzbinlerce okuyucuya ulaşan Asrın Getirdiği Tereddütler isimli eseri, binlerce insanın imanına vesile olmuştur. 1989 yılı içinde Peygamber Efendimiz (s.a.s.) hakkında 52 cuma verdiği va’zlarından meydana gelen ve sahasında emsalsiz olan Sonsuz Nur, 32 dile çevrilmiş, milyonlarca okuyucuya, Hindistan’da sadece bir defada 120.000 okuyucuya ulaşmış ve Peygamber Efendimiz’in tanınıp sevilmesinde en büyük tarihî hizmetlerden birini vermiştir. Her bölümünü İlâhî hakikatlerin cidarına dokunurum korkusu içinde gözyaşlarıyla yazdığı dört ciltlik Kalbin Zümrüt Tepeleri, tasavvufu en geniş ve en derin şer’î ve yaşanılır sınırları içinde anlatan eşsiz bir eserdir. Daha 30 larının başında Kestanepazarîndaki tahta kulübesinde kaleme aldığı Ölçü veya Yoldaki Işıklar, hemen her sahada doğru İslâmî düşünce, inanç, davranış ve hizmet adına pırlanta ölçüler ihtiva etmekle, yine sahasında tektir. Yıllarca ve büyük bir sabırla ya Sızıntîya, ya Yeni Ümit’e, ya da Yağmur’a başyazı olarak kaleme alınmış ve insanın bütün lâtifelerine hitap eden, ayrıca birer üslûp/belâğat harikası olan makaleler ve bunlardan teşekkül eden Çağ ve Nesil serisi; bazı sohbetlerde kendisine tevcih edilen çok önemli sorulara cevapları ğörüyoruz. Bir de, bu sîretleri, bugün onları görmeyen, görmek istemeyenlerin gelişen ve gelişecek hadiselerin ışığında en net olarak göreceği ve Mahşer Yeri’nde bu sîretlerin kendi tam suretlerini giyeceği günleri yaşayacağız. Bakalım o zaman kimler nasıl yakalanıp yaka-paça huzûra getirilir… Not:Acaba tüm bunlar okumadığımızdan dolayı elimizden alalınmış olmasın mı?”
Sanıkla 440592 ID arasındaki; ”Konu Güvenlik programı Bu programı tablete indirelim kurulumu ve kullanımı çok basit zaten kurulum için program sizi yönlendiriyor eşinizin de bileceği kolay bir şifre belirleyelim sıkıntılı bir durum olunca programı çalıştırdığınızda tablet bir kaç saniyede fabrika ayarlarına kadar dönüyor Merak edip şimdiden denemeyin denerseniz herşeyi yeniden kurmak gerekiyor”
Sanıkla 440592 ID arasında; ”Konu:UYMAMIZ GEREKEN TEDBİR DAVRANIŞLARI UYMAMIZ GEREKEN TEDBİR DAVRANIŞLARI EV-GİRİŞ ÇIKIŞ 1-Evlere giriş ve çıkışlarımıza daha da önem vermeliyiz. Her akşam dışarı çıkıyor ve geç geliyor görüntüsü vermemeliyiz. Şahsi işler”
Sanıkla 440592 ID arasında; ”Konu: İlgilisi Olanlara Duyuralım Böyle bir konu var. Duyurulması isteniyor… Muhataplar Kılıçaslan vakfından kendisi yada çocuğu burs alanlardır… Kayseri Kılıçarslan eğitim Vakfı soruşturmasında geçmişe dönük 850 kişilik burs listesindeki çocukları arayıp burs aldın mı almadın mı diye tek tek emniyete çağrılıp soruluyor. Tabi burda sıkıntı bir kısım arkadaşlar burs yattığından haberim yok diyebilir. Bazen bizim arkadarlar bile almadım diyebiliyor. Burda aranan arkadaş aldım okurken heryere başvuru yaptım çıktı orası necidir bilmem ben aldığım paraya bakarım vs cümleler sarf etmeliler yoksa 2. bir Çanakkale vakası olur Allah muhafaza ifadeye gidip almadım diyenler varsa düzeltme yapabiliyorlar hatırlamamıştım geçen gün. Sonra aklıma geldi bir sene almıştım adamların parasını yedik vs deyip düzeltebiliyorlar bütün renklere ünitelere ve bölgelere bu mesaj ulaşmalı bu şekilde ifade verilmeli”
28735 ID ile sanık arasında; ”Konu:Fw: CGK 17.02.2016 00:26, a06 yazd?: Bu gün CGK da akafemi bşkyrd nın dosyasında ‘kabul’ diyen yoktur unarım. Haftaya sekme olmasın abiker, önemli, itiraz ret / Konu:Fw: Fw: Re: cgk 17.02.2016 18:28, mk9512 yazd?: 17.02.2016 00:04, a06yazd?: Bu gün geçmedi mi? Haftaya kaldıysa herkese mutlaka duyuralım 16.02.2016 20:55, mk9512 yazd?: abi CGK gündemindeki akademi genel sekreteri mustafa can ankara hukuk mezunu bizim arkadaş, konyada bizimle kalırdı, çizgisi değişmez bu nedenle haftaya gidecek olanlar itiraz ret demeli.”
Sanıkla 28735 ID arasında; ”Konu:ek teslim döküm Komşum, daha önce m ali bey adına size ulaştırdığım bir miktar para vardı dökümünü sanırım size atmadım(attıysam dikkate almayın); 1035 ai+200 HIM+15 sdk=1250TL toplam”
505376 ID ile sanık arasında; “343337; deneme,505376; neyi deniyorsun? Eki açamıyorum/downlouds yazan yeri tıklayın. Timecheck.apk yazısının üstünü tıklayın kur diye bir buton çıkacak snra tabletin normal ekranına gecin orada uygulamanin mescidi aksa figurluikonu var onu tiklayin/
165605 ID ile sanık arasında; “yarın eski daire arkadaşınız ve arkadaşlarını ziyaret edeceğim. Abiden aldığımız notlar dışında sizde başka not var mı./ 343337; byloctan gekenlet var.” şeklindeki yazışmalardan sanığın aktif olarak ByLock iletişim sistemini kullandığının anlaşılması,
Dosya içerisinde bulunan iletişimin tespitine ait CD içeriğine göre; sanığın, kendisine ait olduğunu kabul ettiği 505 ….. numaralı hattan Yargıtay Ceza Genel Kurulu kararlarında da yer alan ve ByLock’a ait IP numarası olduğu tespit edilen 46….. IP ile ByLock kullananların tespitini zorlaştırmak amacıyla kiralanan 46….. IP adresine 354….. IMEI numaralı cihaz vasıtasıyla 16.09.2014 tarihinden 19.11.2014 tarihine kadar değişik zamanlarda defalarca bağlantı kurulduğu, HTS kayıtları incelendiğinde ise ByLock bağlantısı kurulan cihazın bu kayıtlarda da aynı bazlardan sinyal verdiği, 11.08.2014 tarihinden 19.03.2015 tarihine kadar da sanığın yakalandığı sırada üzerinde ele geçirilen I Phone 4 marka cep telefonuna ait olup son rakamı farklı 0125….. IMEI numaralı cihazla ByLock esas IP adresi olan 46….. IP numaralı adrese değişik zamanlarda pek çok defa bağlanıldığının belirlenmesi,
Ankesörlü veya sabit telefon hatlarından sanıkla birlikte haklarında FETÖ/PDY terör örgütüne üye olma suçundan açılmış davalar bulunan yüksek yargı eski üyelerinin aynı tarihlerde ve kısa zaman aralığında ardışık olarak aranması gözetildiğinde bu delilin sanığın örgütün uyguladığı iletişimin gizliliğine ilişkin tedbir ve yöntem hakkında bilgisinin bulunduğuna, örgütsel toplantılara katılıdığına ve örgüt ile arasında organik ve sıkı bir bağ bulunduğuna dair kanaat uyandırması,
Sanıkla arasında önceye dayalı husumet bulunmayan ve aşamalarda istikrarlı anlatımlarda bulunan tanıklardan …’ın dönem arkadaşları arasında sanık …’in cemaatçi olduğunu bildiğini, tanık …’un sanığın söz konusu yapının evlerinde kaldığını, tanık …’in, Adalet Bakanlığında kendisinin, …, … ve sanığın aynı sohbet grubunda bulunduklarını, kendisiyle birlikte diğerlerinin de cemaate himmet parası ödediğini, tanık …’un sanığı Ankara’da yapılan cemaat toplantısında gördüğünü beyan etmeleri,
Sanığın örgütün yüksek yargı organlarında kadrolaşması kapsamında 2010 yılında seçimle iş başına gelen ve örgüt mensubu üyelerin etkin olduğu HSK tarafından, örgüt mensubu olduğu iddia edilen HSK üyelerinin teklifi ve ısrarıyla, örgüt mensuplarının Yargıtay’da kadrolaşmalarının sağlanması amacıyla Yargıtay Üyeliğine seçildiği, bu hususun o dönem HSK üyesi olan tanıklar …, … ve …’in istikrarlı beyanlarıyla doğrulanması, bu kapsamda;
Tanıklar … ve …’in sanık …’in isminin 2011 yılında yapılan Yargıtay Üyeliği seçimlerinde hem cemaatin hem de Adalet Bakanlığının listesinde yer aldığını, sanığın Adalet Bakanlığında cemaat mensubu olarak bilindiğini ifade etmeleri,
Sanık her ne kadar beyanları hükme esas alınan tanıkların ifadelerinin hukuka aykırı yöntemle alındığını ileri sürmüş ise de tanık beyanlarının birbirleriyle uyumlu olması, savcılıkta alınan ifadelerinde müdafilerinin hazır bulunması, bu ifadelerin baskı altında alındığına, beyanlarından farklı hususların tutanağa yazıldığına dair bir bilgi ve belgenin olmaması karşısında, sanık aleyhine ifadelere itibar edilmesinde hukuka aykırılık bulunmadığı, dolayısıyla tanıkların ifadelerinde geçen hususların ispatı yönünden başkaca delille de ispatlanmasının gerekmediği, bu bağlamda sanığın örgütsel tavır ve faaliyetlerini ortaya koyan bu beyanlara konu eylemler yönünden başka kişilerin de tanık olarak dinlenilmelerinin sonuca etkili görülmemesi hususları birlikte değerlendirildiğinde; sanığın örgütün üyesi sıfatıyla ve örgüt üyeliğinden kaynaklanan hiyerarşi içerisinde hareket ederek örgütün Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin tüm Anayasal kurumlarını ele geçirmeye yönelik herhangi bir kamu göreviyle bağdaşmayan nihâi amacına ulaşmak için bir süreç ve basamak olarak gördüğü yargısal mekanizmalara egemen olma faaliyetleri kapsamında Yargıtay Üyeliğine yerleştirildiği, örgütsel amaçların gerçekleştirilmesine yönelik örgütsel motivasyon ile hareket ederek örgüt adına çalışmalar yaptığı, bu suretle sanığın FETÖ/PDY silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dahil olduğu ve böylelikle silahlı terör örgütüne üye olma suçunu işlediği anlaşılmaktadır.
Suç tarihi itibarıyla FETÖ/PDY’nin silahlı terör örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararının bulunmaması, neticeyi bilerek ve isteyerek tipik hareketi gerçekleştiren sanığın kanuni yönden sorumlu tutulmalarına engel teşkil etmeyecektir. Ayrıca örgüt piramidi içindeki konumu itibarıyla “mahrem alan” yapılanmasında yer aldığı adına kayıtlı GSM numarası aboneliklerini ByLock programı ile eşleştirerek örgütsel faaliyetlerde kullanmaya devam edip bu programda, haklarında aynı örgüte mensup oldukları iddiasıyla ayrı soruşturma yürütülen diğer yüksek yargı eski üyelerine öğrendiği bilgileri örgütsel faaliyetlerde değerlendirilmek ve kullanılmak üzere ilettiği ve sanığın eğitim düzeyi, yaptığı görev nedeniyle edindiği bilgi ve tecrübeleri ile örgütteki konumu itibarıyla bu oluşumun bir silahlı terör örgütü olduğunu bilebilecek durumda olduğu anlaşıldığından; sanık hakkında TCK’nın 30. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hata hükmünün uygulanma olanağı bulunmamaktadır.
Bu sebeplerle, sanık … yönünden TCK’nın 314. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen silahlı terör örgütüne üye olma suçunun tüm unsurlarıyla oluştuğunun kabulü gerekmektedir.
Bununla birlikte, sanığın örgütte kaldığı süre ve bu süre içerisindeki örgütsel eylemlerinin çeşitliliği itibarıyla suç kastının yoğun olması, örgütün mahrem yapılanmasında ve bu yapılanmanın da Yargıtay gibi örgüt tarafından büyük önem taşıyan Anayasal bir kurum içerisindeki örgütlenmesinde yer alması, bu örgütlenme içerisinde tanık beyanları ve diğer delillerle ispatlandığı şekilde örgütsel saikle gerçekleştirdiği faaliyetlerin niteliği karşısında, işlediği suçla meydana gelen tehlikenin ağır olması birlikte değerlendirildiğinde; alt sınırı beş yıl hapis cezasını gerektiren bu suçta temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak 8 yıl 6 ay olarak tayin edilmesi dosya kapsamına uygun olup TCK’nın 3. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen “orantılılık” ilkesine de aykırılık oluşturmamaktadır.
Bu itibarla, sanık hakkındaki salıverilme talepleri ile sanık ve müdafisinin başvuraları yönünden hükmün maddi ve mutlak bozma sebeplerine ilişkin usul hükümleri ile sanık eşinin maddi ve usul hukukuna ilişkin aykırılık itirazları bakımından yapılan temyiz denetimi sonucunda, sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmüne ilişkin Özel Daire kararı isabetli olup sanık ve müdafisi ile sanık eşinin hükmün usul ve Kanun’a aykırı karar verildiği, yasal olmayan delillere ve yalancı tanık beyanlarına dayanıldığı, tayin edilen cezanın adil olmadığı ve üst hadde yakın ceza tayininin dayanağının bulunmadığına, takdiri indirim uygulanması gerektiğine ilişkin temyiz itirazları ile yargılama aşamasındaki mahkemenin kanuna aykırı olarak davaya bakmaya kendini görevli veya yetkili gördüğüne, adil yargılanma hakkının ve kanuni hakim ilkesinin ihlal edildiğine yönelik tüm itirazlarının tamamının reddi ile sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mâhkumiyet hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 27.02.2019 tarihli ve 29-19 sayılı; sanık … hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün ONANMASINA, oy birliğiyle,
2- Onama kararı ve sanığın tutuklukta geçirdiği süre göz önüne alınarak sanık hakkındaki salıverilme isteklerinin REDDİNE, oy birliğiyle,
3- Sanık ve müdafisinin temyiz dilekçelerinin bir temyiz nedeni içerip içermedikleri, bu bağlamda; sanığın 27.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde “Aleyhimde kurulan hükmü usul ve yasaya aykırı buluyorum”, sanık müdafisinin 28.02.2019 tarihli temyiz dilekçesinde ise “Dairece verilen usule ve yasaya aykırı karara karşı süresinde temyiz kanun yoluna başvuruyoruz” şeklinde yer alan ibarelerin temyiz nedeni olarak kabul edilip edilmeyeceği ile Özel Dairece yapılan yargılama sırasında hükmün açıklandığı oturumda heyetteki en kıdemli üye yerine kıdemsiz üyenin heyete başkanlık yapmasının usul ve yasaya uygun olup olmadığına ilişkin ön sorunlar bakımından oy çokluğuyla,
4- Dosyanın, Yargıtay 9. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.06.2020 tarihinde yapılan müzakerede karar verildi.