Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2018/444 E. 2021/237 K. 01.06.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/444
KARAR NO : 2021/237
KARAR TARİHİ : 01.06.2021

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi

Sanık …’ın görevi kötüye kullanma ve rüşvet suçlarından beraatine ilişkin ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 09.05.2018 tarihli ve 14-13 sayılı hükümlerin, katılanlar … ile Adalet Bakanlığı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “Red ve Onama” istemli 26.09.2018 tarihli ve 8 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Temyiz incelemesi yapan Ceza Genel Kurulunca dosya incelenip görüşülerek gereği düşünüldü:
Dosya kapsamı ve ilk derece mahkemesince verilen hükümler dikkate alındığında, Ceza Genel Kurulunca yapılacak temyiz incelemesi sırasında özellikle;
1- Yargılama evresinde görevi kötüye kullanma suçundan katılma talebinin reddine karar verilen Adalet Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığının, rüşvet suçundan katılma talebinin kabulüne karar verilen Adalet Bakanlığının kamu davasına katılma ve hükümleri temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının,
2- Ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan tanığın babasıyla yapmakta olduğu telefon görüşmesi içeriklerinden elde edilen delillerin sanığa atılı rüşvet suçu yönünden hukuka uygun delil niteliğinde olup olmadığının,
3- Sanığın üzerine atılı suçun sabit olup olmadığının,
Belirlenmesi hususları üzerinde ayrı ayrı durulmasında fayda bulunmaktadır.
1- Yargılama evresinde görevi kötüye kullanma suçundan katılma talebinin reddine karar verilen Adalet Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığının, rüşvet suçundan katılma talebinin kabulüne karar verilen Adalet Bakanlığının kamu davasına katılma ve hükümleri temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığı;
İlk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Özel Dairece sanığa atılı rüşvet suçundan açılan kamu davası 3628 sayılı Kanun’un 17 ve 18. maddeleri uyarınca Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü ile Adalet Bakanlığına bildirilmiş, suçtan zarar görme ihtimaline binaen vekili aracılığıyla katılma talebinde bulunan Maliye Hazinesinin ve Adalet Bakanlığının rüşvet suçuna yönelik isteği yerinde görülerek sanık hakkında açılan kamu davasına katılmasına, görevi kötüye kullanma suçu açısından Hazine vekilinin hem … hem de Adalet Bakanlığı adına yaptığı katılma isteminin ise anılan Bakanlıkların suçtan doğrudan zarar görmemesi nedeniyle reddine karar verilmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 237. maddesinin birinci fıkrasında “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup hâlinde belirtilmiştir. Bu düzenleme, 1412 sayılı CMUK’un 365. maddesindeki; “Suçtan zarar gören herkes, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilir.” hükmü ile benzerlik göstermekte ise de yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur da eklenmek suretiyle, madde; öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların kanunun kendilerine tanıdığı hak ve yetkileri haiz olarak davada Cumhuriyet savcısının yanında yer almasına öğreti ve uygulamada “Davaya katılma” veya “Müdahale” denilmekte, davaya katılma talebinin kabul edilmesi hâlinde ise davaya katılma isteminde bulunan kişi “Katılan” ya da “Müdahil” sıfatını almaktadır.
Gerek CMK’da, gerekse CMUK’da kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı hâlinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “Suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak kanunda “Suçtan zarar gören” ve “Mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tabi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır. Bu nedenle konuya açıklık kazandırılırken öğretideki görüşlerden de yararlanılarak, maddede katılma yetkisi kabul edilen, “Mağdur”, “Suçtan zarar gören” ve “Malen sorumlu” kavramlarının, kamu davasına katılma hususundaki uygulamaya ışık tutacak biçimde tanımlanması gerekmektedir.
Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddi ve mali sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “Haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de, bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilir. Bazı suçlarda mağdur belli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir (Mehmet Emin Artuk- Ahmet Gökcen – A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s. 289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 214-217; Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 106-107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan-Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, 6. cilt, Ankara, 2010, s. 7702-7703).
Kamu davasına katılmak için aranan “Suçtan zarar görme” kavramı Kanun’da açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında; “Suçtan doğrudan doğruya zarar görmüş bulunma hâli” olarak anlaşılıp uygulanmış, buna bağlı olarak da dolaylı veya muhtemel zararların, davaya katılma hakkı vermeyeceği kabul edilmiştir. Nitekim bu husus, Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 tarihli ve 155–80, 04.07.2006 tarihli ve 127–180, 22.10.2002 tarihli ve 234–366 ile 11.04.2000 tarihli ve 65–69 sayılı kararlarında; “Dolaylı veya muhtemel zarar, davaya katılma hakkı vermez.” şeklinde açıkça ifade edilmiştir.
Uyuşmazlık konusuna ilişkin olarak, bir tüzel kişinin kamu davasına katılabilmesi için CMK’nın davaya katılmayı düzenleyen genel kural niteliğindeki 237. maddesinde belirtilen şartın gerçekleşmesi, başka bir deyişle suçtan doğrudan zarar görmüş olması veya herhangi bir kanunda, belirli bir tüzel kişinin bazı suçlardan açılan kamu davalarına katılmasını özel olarak düzenleyen bir hükmün bulunması gerekir. Örneğin 5607 sayılı Kaçakçılıkla Mücadele Kanunu’nun davaya katılmayı düzenleyen 18. maddesi uyarınca Gümrük İdaresinin, 3628 sayılı Mal Bildiriminde Bulunulması Rüşvet ve Yolsuzluklarla Mücadele Kanunu’nun 18. maddesi uyarınca Hazine ve Maliye Bakanlığının, 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 162. maddesi uyarınca Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu ile Tasarruf Mevduatı Sigorta Fonunun usulüne uygun başvuruda bulunmaları hâlinde kamu davasına katılacakları açıkça hükme bağlanmıştır. Özel kanun hükümleri uyarınca davaya katılmanın kabul edildiği bu gibi durumlarda, belirtilen kurumların suçtan zarar görüp görmediklerini ayrıca araştırmaya gerek bulunmamaktadır. Ceza Genel Kurulunun 03.05.2011 tarihli ve 155-80, 22.10.2002 tarihli ve 234-366 ve 21.02.2012 tarihli ve 279–55 ile 15.04.2014 tarihli ve 599-190 sayılı kararlarında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu kapsamda, 3628 sayılı Kanun’un “Bu Kanunda Yazılı Suçlar ile Bazı Suçlardan Dolayı Soruşturma Usulü” genel başlığını taşıyan 4. bölümünün “Soruşturma” başlıklı 17. maddesinde;
“Bu Kanunda ve 18.6.1999 tarihli ve 4389 sayılı Bankalar Kanununda yazılı suçlarla, irtikâp, rüşvet, basit ve nitelikli zimmet, görev sırasında veya görevinden dolayı kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, Devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu suçlara iştirak etmekten sanık olanlar hakkında 2.12.1999 tarihli ve 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun hükümleri uygulanmaz.
Yukarıdaki fıkra hükmü müsteşarlar, valiler ve kaymakamlar hakkında uygulanamaz.
Görevleri veya sıfatları sebebi ile özel soruşturma ve kovuşturma usulüne tabi olan sanıklarla ilgili kanun hükümleri saklıdır.”,
“Suçun ihbarı” başlıklı 18. maddesinde ise;
“Yukarıdaki maddede yazılı suçlara ilişkin ihbarlar doğrudan Cumhuriyet Başsavcılıklarına yapılır. İhbar üzerine derhal bir ihbar tutanağı düzenlenir ve bir örneği muhbire verilir. Acele ve gecikmesinde sakınca umulan hallerde tutanak düzenlenmesi sonraya bırakılabilir. Muhbirlerin kimlikleri, rızaları olmadıkça açıklanmaz. İhbar asılsız çıktığında aleyhine takibat yapılanın istemi üzerine muhbirin kimliği açıklanır.
(Ek fıkra: 12/12/2003-5020/13 md.) Yukarıdaki fıkraya göre yapılan ihbar veya takipsizlik kararı ve iddianame Cumhuriyet başsavcılığınca, Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü ile varsa diğer ilgili kamu kurum veya kuruluşlarına bildirilir. Hazine avukatının yazılı başvuruda bulunması hâlinde Maliye Bakanlığı, başvuru tarihinde müdahil sıfatını kazanır.
Bu suçlardan dolayı müfettiş ve muhakkikler de soruşturma neticesinde delil veya emare elde ettikleri takdirde, işi yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığına ihbar ve evrakı tevdi ederler. Cumhuriyet Başsavcılığı müfettiş ve muhakkikler tarafından kendisine tevdiine lüzum görülmediği halde dahi evrakın taalluk ettiği iş hakkında soruşturma yapmak üzere gerekçe göstererek evrakı ait olduğu merciden isteyebilir.
17 nci maddede yazılı suçlardan dolayı delil veya emare elde eden müfettiş ve muhakkikler durumu yetkili ve görevli Cumhuriyet Başsavcılığına ihbar ve evrakı tevdi etmedikleri takdirde bunlar hakkında da yapılacak takibattan dolayı Memurin Muhakematı Hakkında Kanunu Muvakkat Hükümleri uygulanmaz.
İhbar konusu müsnet suç hakkında dava açılıncaya kadar bilgi vermek ve yayın yapmak yasaktır.”, şeklinde hükümlere yer verilmiş olup, incelemeye konu rüşvet suçuna ilişkin Hazine ve Maliye Bakanlığının davaya katılma hakkı açıkça düzenlenmiş, ayrıca ihbar veya takipsizlik kararı ile iddianamenin varsa diğer ilgili kamu kurum veya kuruluşlarına bildirileceği hüküm altına alınmıştır.
Yine Ceza Genel Kurulunca 25.03.2003 tarih ve 41-54 sayı ile; “Tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanarak kamu davasına katılma, dolayısıyla verilen hüküm hakkında yasa yollarına başvurmanın olanaksız olduğu” şeklinde karar verilmiştir.
Bu bilgiler ışığında, yargılama evresinde görevi kötüye kullanma suçundan katılma talebinin reddine karar verilen Adalet Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığının, rüşvet suçundan katılma talebinin kabulüne karar verilen Adalet Bakanlığının kamu davasına katılma ve hükümleri temyiz etme hak ve yetkisinin bulunup bulunmadığının değerlendirilmesinde;
Cumhuriyet savcısı olan sanık …’ın denetim ve idaresinden sorumlu olduğu Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunan tanık …’e, babası olan tanık …’i daha önceden tanıması nedeniyle, makul sebep olmaksızın 25.06.2015 ile 20.10.2015 tarihleri arasında altı defa görüş izni vermek suretiyle görevini kötüye kullandığının iddia edildiği olayda; Adalet Bakanlığı ile Hazine ve Maliye Bakanlığının doğrudan bir zarar görmemesi, dolaylı veya muhtemel zararların kamu davasına katılma hakkı vermemesi ve anılan Bakanlıkların görevi kötüye kullanma suçuna ilişkin olarak kamu davasına katılmasına yönelik özel olarak düzenleyen bir kanun hükmünün de bulunmaması karşısında, adı geçen Bakanlıkların sanık hakkında görevi kötüye kullanma suçundan açılan kamu davasına katılma hakkının bulunmadığının,
Sanık hakkında açılan kamu davasına konu rüşvet suçunda korunan hukuki yarar kamu idaresinin toplum nazarındaki itibarı, toplumun devlet memurlarına karşı duyması gereken inanç ve itimat olup 3628 sayılı Kanun’un 18. maddesinde, anılan Kanun’da sayılan suçlara ilişkin ihbar veya takipsizlik kararı ve iddianamenin Cumhuriyet Başsavcılığınca, Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğünün yanı sıra varsa diğer ilgili kamu kurum veya kuruluşlarına bildirileceği belirtilmiş ise de; Adalet Bakanlığının anılan yasal düzenleme anlamında “İlgili kamu kurumu” olarak kabul edilmesinin mümkün olmadığı ve rüşvet suçu açısından Adalet Bakanlığı ile bağlı birimlerine “Suçtan doğrudan zarar gören” ve “Malen sorumlu” sıfatlarını kazandırmayacağı, tazminat ödenmesi, itibar zedelenmesi ve güven kaybı gibi dolaylı zararlara dayanılarak kamu davasına katılmanın da mümkün olmadığından anılan Bakanlık ve bağlı birimlerinin yargılamaya konu rüşvet suçu yönünden de kamu davasına katılma hak ve yetkisinin olmadığının kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, sanık hakkında ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesinin, görevi kötüye kullanma suçu açısından Adalet Bakanlığı ile … vekilinin katılma talebinin reddine ilişkin usul ve kanuna uygun olan kararının onanmasına, rüşvet suçu açısından Adalet Bakanlığının katılma ve hükmü temyiz etme hakkı olmadığına, temyiz incelemesinin sanığa atılı rüşvet suçu yönünden katılan … Bakanlığının temyiz istemi ile sınırlı olarak incelenmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Sanık … hakkında rüşvet suçundan açılan davaya Adalet Bakanlığının katılma hakkının bulunup bulunmadığı hususunda Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda uyuşmazlık doğmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için öncelikle çağdaş hukuk sistemlerinin olmazsa olmazı olan ceza muhakemesi hukukunun amacı ve önemi açıklanarak; 3628 sayılı Kanun’un 18/2. maddesinin CMK’nın katılma ile ilgili genel hükümlerini düzenleyen maddeler arasında yer alan ve konumuzu ilgilendiren 237. maddeleri birlikte değerlendirilerek ceza muhakemesi hukukunun izin verdiği ölçüde yorum prensiplerinden yararlanılması gerekmektedir.
Ceza muhakemesinin amacı yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere maddi gerçeğin araştırılıp bulunmasıdır. Ancak bu yapılırken insanlık onuru, hukukun ve ceza muhakemesi hukukunun temel ilkeleri daima göz önünde bulundurulacaktır. Maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun, insan hakları ihlallerine yol açmadan araştırılıp bulunmalı, adalet gerçekleştirilmeli ve hukuki barış sağlanmalıdır.
Katılma Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 237. maddesinde düzenlemiştir.
Madde 237 – (1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
Ceza Muhakemesi Kanunu’na göre;
1-) Mağdurlar, 2-) Suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler 3-) Malen sorumlu olanlar; kamu davasına katılabilirler.
Mağdurun ceza muhakemesi hukukunda tarifi yoktur. Mağduru tanımlayan bir kural, Ceza Muhakemesi Kanunu ve Türk Ceza Kanununda bulunmamaktadır. Mağduru tanımlayan düzenleme ‘Ceza Muhakemesinde Genetik İncelemeler ve Fizik Kimliğin Tespiti Hakkında Yönetmelik’te bulunmaktadır. Yönetmelik’in 3. maddesinde mağdur; ‘suçtan ve haksız eylemden zarar gören’ kişi olarak tanımlanmaktadır. Bu tanımdan da anlaşıldığı gibi ‘mağdur’, suçtan doğrudan zarar gören kişidir. Mağdur dar anlamda suçtan zarar kişidir. Ancak geniş anlamda, suçtan zarar gören kişi suçun mağduru değildir. Örneğin adam öldürme suçunun mağduru öldürülen kişi, yakınları ise suçtan zarar görendir.
Suçtan Zarar Gören kişi;
Kamu davasına katılmak için aranan ‘suçtan zarar görme’ kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış gerek Ceza Genel Kurulu gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında bu kavram ‘suçtan doğrudan zarar görmüş bulunma hâli’ olarak anlaşılıp uygulanmıştır.
Görüldüğü gibi gerek yargısal kararlarda gerekse öğretide, katılma için aranan ve yargıcın değerlendirmesi gereken keyfiyet, ‘haklı çıkarın zedelenmesi’ ve ‘cezalandırma konularındaki psikolojik durum’ dur…”.
Şikâyetçi ise şikâyete tabi suçlarda; haklarının doğrudan ihlal edilmesi sebebiyle işlenen suçun takibi konusunda yetkili makamlara bildirimde bulunan kişidir. Şikâyet hakkını kullanan kişi aynı zamanda suçun mağduru da olabilir. Ancak bazı durumlarda suçun mağduru olmadığı hâlde şikâyet hakkının kullanılması durumu da olabilir. Örneğin 5846 sayılı Kanun’un 71 ve 72. maddeleri uyarınca meslek kuruluşlarının şikâyet hakkı vardır.
Davaya katılmayla ilgili genel hükümleri bu şekilde açıkladıktan sonra; davaya katılma ile ilgili konumuzu ilgilendiren 3628 sayılı Kanun’un 18/2. maddesine bakılması gerekmektedir.
3628 sayılı Kanun’un 18/2. maddesi;
(Ek fıkra: 12/12/2003-5020/13 md.) Yukarıdaki fıkraya göre yapılan ihbar veya takipsizlik kararı ve iddianame Cumhuriyet başsavcılığınca, Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü ile varsa diğer ilgili kamu kurum veya kuruluşlarına bildirilir. Hazine avukatının yazılı başvuruda bulunması hâlinde Maliye Bakanlığı, başvuru tarihinde müdahil sıfatını kazanır.
Ceza muhakemesi kanununa göre suçtan zarar görenlerin kamu davasına katılabilmek için suçtan doğrudan doğruya zarar görmeleri ön koşul olarak aranırken, 3628 sayılı Kanun’un 18/2. maddesine göre anılan kanundaki suçlar açısından tüzel kişilerin davaya katılabilmesi için suçtan doğrudan doğruya zarar görme şartının aranmayacağı net bir şekilde belirtilmiştir. Sayın çoğunluk ile aramızda doğan uyuşmazlığın çözümü Adalet Bakanlığının hâkim ve Cumhuriyet savcıları hakkında anılan suçlardan dolayı açılan davalarda 3628 sayılı Kanun’un 18/2. maddesindeki ilgili kurum kapsamına girip girmeyeceği hususunun belirlenmesinden ibarettir. 3628 sayılı Kanun’un 18/2. maddesi incelendiğinde, anılan maddede sayılan tüzel kişilerin suçtan doğrudan doğruya zarar görmediği anlaşılmış olsa dahi suçtan dolaylı bir şekilde zarar gördükleri hususunda herhangi bir duraksama bulunmamaktadır. Ülkede adalet politikasını yürütmekle görevli olan ve tüzel kişiliği bulunan Adalet Bakanlığının suçtan dolaylı bir şekilde zarar görmediği asla söylenemez. Zira hakim ve Cumhuriyet savcılarının hizmet kusurundan dolayı açılan tazminat davalarında Adalet Bakanlığının doğrudan doğruya taraf olacağı hususunda gerek uygulamada gerekse öğretide herhangi bir duraksama bulunmamaktadır.
Yargıtay Yüksek Ceza Genel Kurulunun 2013/347 K sayılı ilamında; Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan sanıklar hakkında rüşvet suçundan açılan dolayı kurulan hükmün Adalet Bakanlığı tarafından temyiz edilebileceği net bir şekilde belirtilmiştir.
‘Buna göre, Kanun’un 17. maddesinde sayılmış suçlar yönünden Maliye Bakanlığı Baş Hukuk Müşavirliği ve Muhakemat Genel Müdürlüğü ile varsa diğer ilgili kamu kurum veya kuruluşlarına kamu davasının açıldığının bildirilmesi gerektiği ve anılan kurumların başvuru hâlinde davaya katılmaya haklarının olduğu açıkça kabul edilmiş olup, suçtan zarar görüp görmediklerinin ayrıca araştırılması gerekmemektedir.
Bu nedenle, katılan Adalet ve Maliye Bakanlıkları adına Maliye Hazinesinin 3628 sayılı Kanun’un 17. maddesinde sayılan rüşvet suçundan açılan kamu davalarına katılma ve hükmü temyiz etme hak ve yetkisi bulunduğundan, sanıklar Ercan Yalçınkaya ve Nesrin Söylemez hakkında rüşvet suçundan kurulan beraat hükmüne yönelik olarak esastan temyiz incelemesi yapılmalıdır.’
Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 2011/4670 K sayılı ilamı ile YCGK’nun 2015/113 K sayılı ilamlarında da benzer gerekçelerle Adalet Bakanlığının rüşvet suçundan dolayı kurulan hükmü temyiz yetkisinin bulunduğu tereddütsüzce kabul edilmiş, uzun yıllar öncesine dayanan bu içtihatlar zaman içerisinde istikrar kazanarak yerleşik uygulamaya dönüşmüştür.
Hukuk kurallarının gerçek anlamını araştırırken, hukukun genel prensiplerine uygun tarzda yorum yapmak gerekir. Günümüzde yazılı hukuk kurallarının üstünde, evrensel hukuk ilkeleri olarak belirlenmiş bir takım prensiplerin varlığı kabul edilmektedir. Bu ilkeler özellikle ceza muhakemesi hukuku alanında temel hak ve özgürlüklerin korunması adına, insanlık tarihinin önemli kazanımları olarak karşımıza çıkmaktadır.
En mükemmel Ceza Muhakemesi Kanunu, maddi gerçeği insan haklarını ihlal etmeden en iyi ortaya çıkaran kanundur. Ancak kanun ne kadar mükemmel olursa olsun, sıfır hatayla ideal hedefe ulaşmak her zaman mümkün olmayabilir. 3628 sayılı Kanun kapsamına giren suçların toplum üzerinde yarattığı hassasiyet dikkate alınarak gerek soruşturma usulü, gerekse yargılama hukuku açısından anılan suçların topluma verdiği zararlar dikkate alınarak, istisnai düzenlemeler yapılması suretiyle toplumun hassasiyetine uygun olarak ideal hedef olan maddi gerçeğe ulaşılmak istenmiştir. Uygulamada da bu güne kadarki içtihatlar bu yönde gelişmiş, ancak uyuşmazlığa konu olayda sayın çoğunluk tarafından Adalet Bakanlığının temyiz hakkının olmadığı kabul edilerek kanaatimizce daha önceki içtihatlar ile çelişkiye düşülmüştür. Prof. Dr. Kemal Gözler’in deyimiyle; ‘Hukuk, ancak Öklid’in teoremleri misali, doğruluğu apaçık olan ilkelerin geliştirildiği ve bu ilkelerin bütün hukukçular tarafından benimsenip standart olarak uygulandığı gün ‘bilim’ olma sıfatını hak edecektir. İşte ancak o gün, hukuk problemleri bütün hukukçular tarafından aynı şekilde çözümlenecektir. Böyle bir sistemde mahkeme kararları da önceden doğru olarak tahmin edilebilecektir. İşte ancak böyle bir sistemde, hukuk güvenliği ve dolayısıyla hukuk devleti ilkesi gerçekleşmiş olacaktır.’
Sonuç itibarıyla yukarıda ayrıntılı bir şekilde açıklandığı üzere CMK’nın 237/1. maddesi uyarınca suçtan doğrudan doğruya zarar görenlerin kamu davasına katılabileceği hususunda herhangi bir duraksama bulunmamasına karşın, 3628 sayılı Kanun’un 17. maddesinde işlenen suçlar açısından, aynı Kanun’un 18/2. maddesi uyarınca ilgili kurumun suçtan doğrudan doğruya zarar göremese dahi kamu davasına katılabileceği hususunda istisnai düzenlemenin bulunması, Adalet Bakanlığının 3628 sayılı Kanun’un 17. maddesinde işlenen suçlar açısından kamu davasına katılabileceğinin gerek Yargıtay 5. Ceza Dairesi, gerekse YCGK’nın uzun yıllar öncesine dayanan içtihatlarının yerleşik uygulamaya dönüşmüş olması karşısında; somut olayımızda Cumhuriyet savcısı olarak görev yapmakta olan sanık hakkında rüşvet suçundan yapılan yargılama sonucunda kurulan hükmün, Adalet Bakanlığı tarafından temyiz edilebileceği kabul edilerek buna göre temyiz incelemesi yapılması gerekirken, Adalet Bakanlığının temyiz isteğinin reddine dair sayın çoğunluğun görüşüne yukarıda arz ve izah edilen nedenlerle iştirak edilmemiştir.” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi de; “Rüşvet suçu açısından Adalet Bakanlığının katılma ve hükmü temyiz etme hakkı olduğu” düşüncesiyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
2- Ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan tanığın babasıyla yapmakta olduğu telefon görüşmesi içeriklerinden elde edilen delillerin sanığa atılı rüşvet suçu yönünden hukuka uygun delil niteliğinde olup olmadığı;
Bireyin haberleşme özgürlüğüne ve haberleşmesinin gizliliğine kamu otoritelerince keyfi olarak müdahalede bulunulmasının önlenmesi, Anayasa ile güvence altına alınmıştır. Anayasa’da herkesin haberleşme hürriyetine sahip olduğu ve haberleşmenin gizliliğinin esas olduğu “Haberleşme hürriyeti” kenar başlıklı 22. maddesinde;
“Herkes, haberleşme hürriyetine sahiptir. Haberleşmenin gizliliği esastır.
Millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur. Hâkim, kararını kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, karar kendiliğinden kalkar.
İstisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşları kanunda belirtilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere, Anayasa haberleşme özgürlüğünün yanı sıra, içeriği ve şekline bakmaksızın haberleşmenin gizliliğini de korumaktadır. Bu doğrultuda, bireylerin, sözlü, yazılı ve görsel iletişimlerine konu olan ve posta, elektronik posta, telefon, faks ve internet aracılığıyla yapılan haberleşme faaliyetlerinin, haberleşme özgürlüğü ve haberleşmenin gizliliği kapsamında değerlendirilmesi gerekmekte olup haberleşmenin içeriğinin denetlenmesi, bu özgürlüğe yönelik ağır bir ihlal oluşturur. Bununla birlikte haberleşme özgürlüğü birtakım sınırlamalara tabidir. Bu kapsamdaki özel sınırlama ölçütleri Anayasa’nın 22. maddesinin ikinci fıkrasında sayılmaktadır. Ayrıca aynı maddenin üçüncü fıkrasında istisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşlarının kanunda belirtileceği ifade edilmiştir. Dolayısıyla haberleşme özgürlüğüne yönelik müdahalelerde, kanunilik ve müdahaleyi haklı kılan bir durumun var olup olmadığının her somut olaya özgü şartlar içerisinde değerlendirilmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda bir koruma tedbiri olarak iletişimin denetlenmesine yönelik temel düzenlemeler ile somut olay kapsamında hükümlü veya tutukluların haberleşme haklarına değinilmesi gerekmektedir.
Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi, mevzuatımızda önce yalnızca 30.07.1999 tarihli ve 4422 sayılı Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu’nda sayılı örgütlü suçlar için düzenlenmiş iken, özellikle çıkar amaçlı ve örgütlü suçlulukla daha etkin şekilde mücadele edilebilmesi amacıyla, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına uygun bir düzenlemeye ihtiyaç duyulması sonucu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 135 ilâ 138. maddelerinde bir koruma tedbiri olarak yeniden düzenlenmiş, 135. maddede; iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması, sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirine yer verilip, söz konusu tedbirlerin yerine getirilme şartları ve usulü hükme bağlanmış, bu konuya ilişkin olarak verilecek kararların kapsamı ve uygulama süresine yönelik ayrıntılı düzenleme yapılmıştır. CMK’nın 136. maddesinde, 135. maddede sayılan tedbirlerin uygulanmasına dair şüpheli veya sanığın müdafisi için öngörülen istisnalar hüküm altına alınmış, 137. maddesinde telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması kararlarının ne suretle icra edileceği, kayda alınan iletişim muhtevasının yazıya dökülmesi, işlemlere son verilmesi, iletişimin içeriğine ilişkin kayıtların yok edilmesi ve ilgililerine bilgi verilmesi düzenlenmiş, aynı Kanun’un 138. maddesinde tesadüfen elde edilen deliller, 139. maddesinde gizli soruşturmacı görevlendirilmesi, 140. maddesinde ise teknik araçlarla izleme konuları hükme bağlanmıştır.
CMK’nın “İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması” başlıklı 135. maddesi ;
“1- Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır.
2- Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.
3- Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir. Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar uzatılmasına karar verebilir.
4- Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.
5- Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
6- Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80),
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
3. İşkence (madde 94, 95),
4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
5. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
6. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
7. Parada sahtecilik (madde 197),
8. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç, madde 220),
9. Fuhuş (madde 227, fıkra 3),
10. İhaleye fesat karıştırma (madde 235),
11. Rüşvet (madde 252),
12. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282),
13. Silahlı örgüt (madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (madde 315),
14. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları.
b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
c) Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,
d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
7- Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” şeklinde düzenlenmiş iken,
06.03.2014 tarihli ve 28933 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6526 sayılı Kanun’un 12. maddesi ile maddenin birinci fıkrasından sonra gelmek üzere ”Talepte bulunulurken hakkında bu madde uyarınca tedbir kararı verilecek hattın veya iletişim aracının sahibini ve biliniyorsa kullanıcısını gösterir belge veya rapor eklenir.” şeklinde ikinci fıkra ilave edilip madde fıkraları buna göre teselsül ettirilmiş, üçüncü fıkrada yer alan ”üç ay”, ”bir defa” ve ”hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar” ibareleri sırasıyla, “iki ay”, “bir ay” ve “mahkeme yukarıdaki sürelere ek olarak her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere”, dördüncü fıkrasında yer alan “üç ay” ve “bir defa” ibareleri sırasıyla “iki ay” ve “bir ay” şeklinde değiştirilmiş, mevcut altıncı fıkranın (a) bendinin (5) numaralı alt bendinden sonra gelmek üzere “6. Nitelikli hırsızlık (madde 142) ve yağma (madde 148, 149),” alt bendi eklenmiş, diğer alt bentler buna göre teselsül ettirilmiş, mevcut (8) numaralı alt bendi yürürlükten kaldırılmış mevcut altıncı fıkranın (a) bendinin (9) numaralı alt bendinde yer alan “, fıkra 3” ibaresi madde metninden çıkarılmış, 12.12.2014 tarihli ve 29203 mükerrer sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6572 sayılı Kanun’un 42. maddesi ile birinci fıkrada yer alan “tespit edilebilir,” ibaresi madde metninden çıkarılıp, maddeye beşinci fıkradan sonra gelmek üzere “Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir.” şeklinde altıncı fıkra ilave edilmiş ve diğer fıkralar buna göre teselsül ettirilmiş, mevcut yedinci fıkranın (a) bendinin (14) numaralı alt bendi “Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302)” şekilde değiştirilmiş, bu alt bentten sonra gelmek üzere “Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316)” biçiminde (15) numaralı alt bent eklenmiş ve diğer alt bent buna göre teselsül ettirilmiş, 02.12.2016 tarihli ve 29906 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6763 sayılı Kanun’un 26. maddesiyle, maddenin birinci fıkrasında yer alan “ağır ceza mahkemesi” ibaresi “hâkim” şeklinde, “mahkemenin” ibaresi “hâkimin” şeklinde, “mahkeme” ibareleri “hâkim” şeklinde, değiştirilmiş, aynı fıkranın son iki cümlesi yürürlükten kaldırılmış, aynı maddenin dördüncü fıkrasında yer alan “mahkeme” ibaresi “hâkim” şeklinde değiştirilmiş, 135. maddenin altıncı fıkrasına “hâkim” ibaresinden sonra gelmek üzere “veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı” ibaresi eklenmiş; sekizinci fıkrasının (a) bendinin (1) numaralı alt bendine “(madde 79, 80)” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile organ veya doku ticareti (madde 91)” ibaresi eklenmiş, aynı bendin (6) numaralı alt bendine “(madde 148, 149)” ibaresinden sonra gelmek üzere “ile nitelikli dolandırıcılık (madde 158)” ibaresi eklenmiş, aynı bende (11) numaralı alt bendinden sonra gelmek üzere (12) numaralı bent eklenmiş ve diğer alt bentler buna göre teselsül ettirilmiş, yapılan tüm değişiklikler ile 135. madde;
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, suç işlendiğine ilişkin somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından derhâl kaldırılır
(2) Talepte bulunulurken hakkında bu madde uyarınca tedbir kararı verilecek hattın veya iletişim aracının sahibini ve biliniyorsa kullanıcısını gösterir belge veya rapor eklenir.
(3) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.
(4) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok iki ay için verilebilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir. Ancak, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi halinde, hâkim yukarıdaki sürelere ek olarak her defasında bir aydan fazla olmamak ve toplam üç ayı geçmemek üzere uzatılmasına karar verebilir.
(5) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, mobil telefonun yeri, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, mobil telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok iki ay için yapılabilir; bu süre, bir ay daha uzatılabilir.
(6) Şüpheli ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin tespiti, soruşturma aşamasında hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında mahkeme kararına istinaden yapılır. Kararda, yüklenen suçun türü, hakkında tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu ve tedbirin süresi belirtilir. Cumhuriyet savcısı kararını yirmi dört saat içinde hâkimin onayına sunar ve hâkim, kararını en geç yirmi dört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim tarafından aksine karar verilmesi hâlinde kayıtlar derhâl imha edilir.
(7) Bu madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince gizli tutulur.
(8) Bu madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili olarak uygulanabilir:
a) Türk Ceza Kanununda yer alan;
1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (madde 79, 80) ile organ veya doku ticareti (madde 91),
2. Kasten öldürme (madde 81, 82, 83),
3. İşkence (madde 94, 95),
4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, madde 102),
5. Çocukların cinsel istismarı (madde 103),
6. Nitelikli hırsızlık (madde 142) ve yağma (madde 148, 149) ile nitelikli dolandırıcılık (madde 158),
7. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (madde 188),
8. Parada sahtecilik (madde 197),
9. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (madde 220, fıkra üç),
10. Fuhuş (madde 227),
11. İhaleye fesat karıştırma (madde 235),
12. Tefecilik (madde 241),
13. Rüşvet (madde 252), 
14. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (madde 282),
15. Devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozmak (madde 302),
16. Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar (madde 309, 311, 312, 313, 314, 315, 316),
17. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (madde 328, 329, 330, 331, 333, 334, 335, 336, 337) suçları.
b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler Hakkında Kanunda tanımlanan silah kaçakçılığı (madde 12) suçları.
c) Bankalar Kanununun 22 nci maddesinin (3) ve (4) numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu,
d) Kaçakçılıkla Mücadele Kanununda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar.
e) Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununun 68 ve 74 üncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
(9) Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz.” biçiminde son hâlini almıştır.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan hâli ile maddenin; birinci fıkrasında telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınmasının şartları ve usulü düzenlenmiş, ikinci fıkrada şüphelinin tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimin kayda alınamayacağı hükme bağlanmış, üçüncü fıkrasında iletişimin tespiti kararında yer alması gereken bilgiler ile iletişiminin tespitine ilişkin tedbirin türü, kapsamı ve süresinin gösterilmesi gerektiği belirtilmiş, dördüncü fıkrasında, şüpheli veya sanığa ulaşılabilmesini sağlayabilecek olan diğer kişilerin mobil telefonunun yerinin tespiti imkânı getirilmiş, beşinci fıkrada bu madde hükümlerine göre alınan hâkim veya Cumhuriyet savcısı kararının gizliliği hususunda hükme yer verilmiş, altıncı fıkrasında telekomünikasyon yoluyla iletişimin dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesine ancak fıkrada sayılan katalog suçlarla sınırlı olarak başvurulabileceği hüküm altına alınmış, yedinci fıkrada maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimsenin, bir başkasının telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemeyeceği ve kayda alamayacağı hükmü getirilmiştir.
Düzenlemeden açıkça anlaşılacağı üzere iletişimin tespiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi ancak, bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada, somut delillere dayanan kuvvetli suç şüphesi nedenlerinin varlığı altında ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması hâlinde bir koruma tedbiri olarak değerlendirilebilecek yöntemler olup, kanunda usulü ve hangi suçlar için uygulanabileceği belirlenmiştir.
Suç tarihinde yürürlükte bulunan 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Hapis cezalarının infazında gözetilecek ilkeler” başlıklı 6. maddesinde;
“(1) Hapis cezalarının infaz rejimi, aşağıda gösterilen temel ilkelere dayalı olarak düzenlenir:
a) Hükümlüler ceza infaz kurumlarında güvenli bir biçimde ve kaçmalarını önleyecek tedbirler alınarak düzen, güvenlik ve disiplin çerçevesinde tutulurlar.
b) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin düzenli bir yaşam sürdürmeleri sağlanır. Hürriyeti bağlayıcı cezanın zorunlu kıldığı hürriyetten yoksunluk, insan onuruna saygının korunmasını sağlayan maddî ve manevî koşullar altında çektirilir. Hükümlülerin, Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, bu Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilir.
c) Cezanın infazında hükümlünün iyileştirilmesi hususunda mümkün olan araç ve olanaklar kullanılır. Hükümlünün kanun, tüzük ve yönetmeliklerle tanınmış haklarının dokunulmazlığını sağlamak üzere cezanın infazında ve iyileştirme çabalarında kanunilik ve hukuka uygunluk ilkeleri esas alınır.
d) İyileştirmeye gereksinimleri olmadığı saptanan hükümlülere ilişkin infaz rejiminde, bu hükümlülerin kişilikleriyle orantılı bireyselleştirilmiş programlara yer verilmesine özen gösterilir ve bu hususlar yönetmeliklerde düzenlenir.
e) Cezanın infazında adalet esaslarına uygun hareket edilir. Bu maksatla ceza infaz kurumları kanun, tüzük ve yönetmeliklerin verdiği yetkilere dayanarak nitelikli elemanlarca denetlenir.
f) Ceza infaz kurumlarında hükümlülerin yaşam hakları ile beden ve ruh bütünlüklerini korumak üzere her türlü koruyucu tedbirin alınması zorunludur.
g) Hükümlünün infazın amacına uygun olarak kanun, tüzük ve yönetmeliklerin belirttiği hükümlere uyması zorunludur.
h) Kanunlarda gösterilen tutum, davranış ve eylemler ile kurum düzenini ihlâl edenler hakkında Kanunda belirtilen disiplin cezaları uygulanır. Cezalara, Kanunda belirtilen merciler, sürelerine uygun olarak hükmederler. Cezalara karsı savunma ve itirazlar da Kanunun gösterdiği mercilere yapılır.” düzenlemelerine yer verilmiştir.
Aynı Kanun’un “Hükümlünün telefon ile haberleşme hakkı” başlıklı 66. maddesi;
“(1) Kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler, tüzükte belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile görüşme yapabilirler. Telefon görüşmesi idarece dinlenir ve kayıt altına alınır. Bu hak, tehlikeli hâlde bulunan ve örgüt mensubu hükümlüler bakımından kısıtlanabilir.
(2) Açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitimevlerinde hükümlüler, ücretli telefonlarla serbestçe görüşme yapabilirler.
(3) Açık ve kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlüler altsoy, üstsoy, eş ve kardeşlerinin ölüm, ağır hastalık veya doğal afet hâllerinde, kuruma ait telefon ve faks cihazından derhâl yararlandırılırlar. Görüşmeler, tutanak ile belgelenir ve tutanaklar özel bir dosyada saklanır.
(4) Hükümlüler açık ve kapalı ceza infaz kurumlarında, çocuk eğitimevlerinde araç telefonu, telsiz telefon veya cep telefonu ve benzeri iletişim araçlarını bulunduramaz ve kullanamazlar.” şeklinde olup, 02.07.2018 tarihli ve 700 sayılı KHK’nın 160. maddesiyle, ilk fıkrada yer alan “tüzükte” ibaresi “Cumhurbaşkanınca çıkarılan yönetmelikte” biçiminde değiştirilmiş, 14.04.2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanun’un 33 üncü maddesiyle, üçüncü fıkrada yer alan “ağır hastalık” ibaresinden sonra gelmek üzere “, salgın hastalık” ibaresi eklenmiştir.
Anılan Kanun’un “Tutukluların yükümlülükleri” başlıklı 116. maddesinin birinci fıkrası suç tarihinde;
“(1) Bu Kanunun; yüksek güvenlikli kapalı ceza infaz kurumları, hapis cezasının infazının hastalık nedeni ile ertelenmesi, kuruma alınma ve kayıt işlemleri, hükümlüler ile yakınları ve ilgililerin bilgilendirilmesi, cezayı çekme, güvenlik ve iyileştirme programına ve sağlığın korunması kurallarına uyma, bina ve eşyaların korunması, kapıların açılmaması ve temasın önlenmesi, oda ve eklentilerinde bulundurulabilecek kişisel eşyalar, arama, disiplin cezalarının niteliği ve uygulanma koşulları, kınama, bazı etkinliklere katılmaktan alıkoyma, ücret karşılığı çalışılan işten yoksun bırakma, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakma veya kısıtlama, ziyaretçi kabulünden yoksun bırakma, hücreye koyma, çocuk hükümlüler hakkında uygulanabilecek disiplin tedbirleri ve cezaları, disiplin soruşturması, disiplin cezasını gerektiren eylemlerin tekrarı, disiplin cezalarının infazı ve kaldırılması, yönetim tarafından alınabilecek tedbirler, zorlayıcı araçların kullanılması, ödüllendirme, şikâyet ve itiraz, nakiller, disiplin nedeniyle nakil, zorunlu nedenlerle nakil, hastalık nedeniyle nakil, nakillerde alınacak tedbirler, avukat ve noterle görüşme hakkı, kültür ve sanat etkinliklerine katılma, ifade özgürlüğü, kütüphaneden yararlanma, süreli veya süresiz yayınlardan yararlanma hakkı, telefonla haberleşme hakkı, radyo, televizyon yayınları ile internet olanaklarından yararlanma hakkı, mektup, faks ve telgrafları alma ve gönderme hakkı, bu Kanunda sayılan günlerde dışarıdan gönderilen hediyeyi kabul etme hakkı, din ve vicdan özgürlüğü, muayene ve tedavi istekleri, hükümlülerin beslenmesi, iyileştirme programlarının belirlenmesi, hükümlülerin sayısı ve uygulanacak güvenlik tedbirleri, eğitim programları, öğretimden yararlanma, muayene ve tedavileri, sağlık denetimi, hastaneye sevk, infazı engelleyecek hastalık hâli, kendilerine verilen yiyecek ve içecekleri reddetmeleri, ziyaret, yabancı hükümlüleri ziyaret, ziyaret ve görüşlerde uygulanacak esaslar, beden eğitimi, kütüphane ve kurslardan yararlanma konularında 9, 16, 21, 22, 26 ilâ 28, 34 ilâ 53, 55 ilâ 62, 66 ilâ 76 ve 78 ila 88 inci maddelerinde düzenlenmiş hükümlerin tutukluluk hâliyle uzlaşır nitelikte olanları tutuklular hakkında da uygulanabilir.” şeklinde düzenlenmişken 14.04.2020 tarihli ve 7242 sayılı Kanun’un 51. maddesiyle, birinci fıkrada yer alan “66” ibaresi “65” şeklinde değiştirilmiştir.
20.03.2006 tarihli ve 10218 numaralı Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi İle Ceza Ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Telefonla görüşme hakkı” başlıklı 88. maddesinde ise;
“(1) Kapalı kurumda bulunan hükümlüler, belgelendirmeleri koşuluyla eşi, üçüncü dereceye kadar kan ve kayın hısımları ve vasisi ile telefon görüşmesi yapabilir.
(2) Telefonla görüşmeleri aşağıda belirtilen esaslara göre yapılır:
a) Hükümlüler, haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası ile hücreye koyma cezasının infazı sırasında olmamak koşuluyla, idarenin kontrolünde bulunan ve kurumun uygun yerlerine yerleştirilen telefonlardan yararlandırılır,
b) Disiplin cezaları olsa bile, anne, baba, eş, çocuk ve kardeşlerin ölüm veya ağır hastalıkları veya doğal afet hâllerinde, hükümlülerin telefon görüşme hakları hiçbir şekilde engellenemez,
c) Açık ve kapalı kurumlardaki hükümlüler; altsoy, üstsoy, eş ve kardeşlerinin ölüm, ağır hastalık veya doğal afet hâllerinde, kuruma ait telefon ve faks cihazından derhâl yararlandırılır. Bu hâlde, yapılan telefon konuşmaları o haftaya ait konuşma hakkından sayılmaz. Görüşmeler, tutanak ile belgelenir ve tutanaklar özel bir dosyada saklanır,
d) Kurum personeli hükümlülere tahsis edilen telefonları kullanamaz,
e) Hükümlüler, telefon görüşmesi hakkına sahip oldukları konusunda bilgilendirilir,
f) Hükümlülerin telefonla görüşme gün ve saatleri, kurumda bulunan telefon adedi, başvuru sırası, kurumun asayiş ve güvenliği dikkate alınarak idare tarafından belirlenir. Hükümlüler görüşebilecekleri yakınlarından bir veya birden fazla kişi ile haftada bir kez ve bir telefon numarasıyla bağlantı kurarak kesintisiz görüşme yapabilir. Herhangi bir nedenle görüşme gerçekleşememişse daha önceden bildirilen numaralardan bir diğeriyle görüşebilir. Konuşma süresi görüşme başladığı andan itibaren on dakikayı geçemez. Ancak tehlikeli hükümlü oldukları idare ve gözlem kurulu tarafından belirlenen hükümlüler on beş günde bir kez olmak ve on dakikayı geçmemek üzere sadece eşi, çocukları, annesi ve babası ile görüşebilir,
g) Hükümlünün, kurumun güvenliğini tehlikeye düşüren, suç oluşturan veya bir suça azmettirme ya da yardım etme sonucunu doğurabilecek konuşmalarda bulunduğu dinleme sırasında belirlendiğinde, görüşme derhâl kesilir. Bu hâlde hükümlü hakkında adlî veya idarî soruşturmaya esas olacak işlemler kurum en üst amiri tarafından yapılır,
h) Suç işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün yöneticiliğini yapmaya devam eden, bu konuda herhangi bir yöntemle, kurum içi veya dışındaki kişilere talimat veya mesaj veren hükümlülere idare ve gözlem kurulu kararıyla telefon görüşmesi hiçbir şekilde yaptırılmaz,
ı) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası alan hükümlüler, idare ve gözlem kurulunun uygun gördüğü hâllerde ve on beş günde bir olmak üzere eşi, altsoy ve üstsoyu, kardeşleri ve vasisi ile on dakikayı geçmemek üzere görüşebilir,
j) Telefonla görüşme ücreti, görüşmeyi yapan hükümlü tarafından karşılanır. Görüşme için kullanılan telefon kartları kurum kantininde satılır. Müdürü bulunmayan kurumlarda telefon kartları, ücreti hükümlülerden alınmak koşuluyla görevli memurlar tarafından temin edilir,
k) Hükümlü bu maddede belirtilen telefonla görüşme hakkını kullanabilmek için ‘Telefon Görüşme Formu’ doldurur. Bu formda; telefon görüşmesi yapmak istediği kişiler ve bunlarla olan yakınlık derecesini, görüşme yapmak istediği sabit, cep telefon numaraları ile yurtdışı telefon numarasını, telefon görüşmesi yapacağı yakınlarının açık adreslerini belirtir ve gerekli belgeler eklendikten sonra idareye verir. İdare gerekli gördüğü takdirde gideri hükümlüden alınmak koşuluyla formdaki bilgilerin doğruluğunu araştırabilir. Telefon görüşme formunda yer alan bilgilerde değişiklik olması halinde hükümlü yeni bir form düzenleyerek idareye bildirir. Hükümlü tarafından formda gösterilmemiş olan kişilerle telefon görüşmesi yaptırılmaz,
l) Hükümlünün formda belirttiği bilgiler varsa değişiklikler deftere kaydedilir. Bu deftere, ayrıca telefon görüşmesi yapmak isteyen hükümlünün haberleşme veya iletişim araçlarından yoksun bırakılma veya kısıtlama cezası olup olmadığı ve varsa hücreye koyma cezasının infazına başlanıp başlanmadığı yazılır. Defter, bu işle görevlendirilmiş ikinci müdürün kontrolünde güvenlik ve gözetim servisi tarafından tutulur. Defterin sayfaları numaralanır ve mühürlenir; kaç sayfadan ibaret olduğu kurum müdürü tarafından tasdik olunur. Defterler, her an denetime hazır hâlde bulundurulur,
m) Telefonla konuşmak isteyen hükümlüler, ‘Telefon Görüşme İstek Formu’ doldurarak idareye verir. Bu formlar, hükümlü telefon görüşme defteri ile karşılaştırılır. Telefonla görüşmeye engel hâlleri bulunmayan hükümlülerin isim listesi bu işle görevli ikinci müdür tarafından kontrol ve tasdik edilerek infaz ve koruma başmemurluğuna verilir. Müdürü bulunmayan kurumlarda bu işlem infaz ve koruma başmemuru tarafından yapılır. Telefon görüşmesi yapmak isteyen hükümlünün bu görüşmeyi yapmasına engel bir hâli bulunması hâlinde bunun sebepleri gerekçelendirilmek suretiyle tutanağa yazılır ve bu tutanağın içeriği hükümlüye bildirilerek dosyasına konulur,
n) Konuşma sırası gelen hükümlünün kurum içindeki tehlikelilik durumu da dikkate alınarak gerekli güvenlik önlemleri alınmak suretiyle telefon görüşmesi yapılacak yere getirilir. Hükümlü, öncelikle konuşmasına kendi adını ve soyadını söyleyerek başlar. Görüştüğü karşıdaki kişiye, adını, soyadını ve telefon numarasını tekrar etmesini isteyerek konuşmasına devam eder. Bu işlemin yapılması zorunlu olup, konuşma bittikten sonra, telefon görüşme istek formunun konuşmanın yapıldığına ilişkin bölümü doldurulur, konuşmayı yapan hükümlü … görevli memur tarafından imzalanır. Bu formdaki bilgiler, deftere kaydedilmek üzere güvenlik ve gözetim servisine verilir,
o) Hükümlülere dışarıdan telefon açılmak suretiyle görüşme yaptırılmaz,
p) (Değişik: 15/6/2009-2009/15092 K.) Telefon görüşmeleri Türkçe yapılır. Ancak hükümlünün, kendisinin veya görüşeceğini bildirdiği kişinin Türkçe bilmediğini beyan etmesi hâlinde, konuşmanın yapılmasına izin verilir ve konuşma kayda alınır. Kayıtların incelenmesi sonucu, konuşmanın suç teşkil etme ihtimali olan faaliyetler için kullanıldığının anlaşılması durumunda, hükümlünün bir daha aynı kişiyle Türkçeden başka bir dille konuşmasına izin verilmez,
r) Yabancı uyruklu hükümlülerin görüşmeleri için bildirdiği telefon numaralarının, bildirilen kişilere ait olup olmadığı, ayrıca; görüşmek istenen kişinin, belirtilen kişi olmadığı yönünde bir şüphe bulunması hâlinde, ilgili konsolosluk makamlarından bilgi istenir. Görüşme yapılması talep edilen telefon numaralarının kime ait olduğunu gösteren, yetkili makamlarca düzenlenmiş resmî evrakın Türkçe tercümesi, hükümlünün yasal temsilcisi veya yakınları tarafından da ibraz edilebilir.
(3) Açık kurumlar ile çocuk eğitim evlerinde bulunan hükümlüler, ücretli telefonlarla serbestçe görüşme yapabilirler. Çocuk hükümlülerin telefonla konuşması hiçbir şekilde kısıtlanamaz ve engellenemez.
(4) Kapalı kurumlarda bulunan hükümlülerin, bu maddede belirtilen yakınları ile yaptığı telefon görüşmeleri, idare tarafından dinlenir ve elektronik aletler ile kayda alınır.
(5) Hükümlüler, açık ve kapalı kurumlarda, çocuk eğitim evlerinde araç telefonu, telsiz telefon veya cep telefonu ve benzeri iletişim araçlarını bulunduramaz ve kullanamaz” düzenlemeleri yer almaktadır.
Anayasa’nın 22. maddesinde haberleşmenin gizliliğine yönelik müdahalelerin ikinci fıkrada sayılan özel sınırlamalar doğrultusunda hâkim kararıyla olabileceği, buna karşın üçüncü fıkrada ise bazı kamu kurum ve kuruluşlarının kanun ile bu koşuldan istisna tutulabileceği belirtilmiştir. Bu doğrultuda 5275 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (b) bendi ile aynı Kanun’un 66 ve 116. maddelerindeki hükümler uyarınca, ceza infaz kurumunun, kanuni ve istisnai olarak haberleşme özgürlüğünün kısıtlanabileceği bir kurum olduğunun kabulü gerekir.
Bu bağlamda, Anayasa Mahkemesinin bireysel bir başvuru üzerine hükümlü … tutukluların haberleşme özgürlüğüne ilişkin olarak vermiş olduğu 16.04.2015 tarihli ve 6693 sayılı kararında da, “Bununla birlikte hükümlü … tutuklular, Anayasa’nın 19. maddesi kapsamında hukuka uygun olarak tutma olarak değerlendirilebilecek kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı dışında (bkz. İbrahim Uysal, B.No: 2014.1711, 23.7.2014, §§ 29-33) Anayasa’nın ve Sözleşme’nin ortak koruma alanı kapsamında kalan temel hak ve hürriyetlerin tamamına genel olarak sahiptirler (Aynı yönde bir karar için bkz. Hirst/Birleşik Krallık (No. 2), B.No. 74025/01, 6.10.2005, § 69). Bununla birlikte cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz sonucu olarak suç işlenmesinin önlenmesi ve disiplinin sağlanması gibi cezaevinde düzen ve güvenliğin teminine yönelik kabul edilebilir makul gerekliliklerin olması durumunda bu haklar sınırlanabilir. Ancak bu durumda dahi mahkûmların haklarına yönelik yapılacak sınırlandırmalar temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasına ilişkin olarak Anayasa’nın 13. maddesinde belirtilen kanunla, meşru bir amaçla ve demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun ve ölçülü olma şartlarını taşımalıdır (Aynı yönde bir karar için bkz. Silver ve Diğerleri/Birleşik Krallık, B. No. 5947/72, 6205/73, 7052/75, 7061/75, 7107/75, 7113/75, 7136/75, 25/3/1983, §§ 99-105).

Başvurucunun ailesi ile yaptığı telefon görüşmelerinin dinlenmesi ve kaydedilmesine ilişkin iddialarının incelenmesinde aile hayatına saygı hakkının da gözetilmesi gerekmektedir. Başvuru konusu olayda cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz sonuçları ve aile ile yapılan görüşmelerinin gizliliği meselesi bir bütün halinde Anayasa’nın 20. ve 22. maddeleri temelinde birlikte değerlendirilmelidir. Bu bağlamda haberleşmenin gizliliğine yönelik yapılan müdahalenin Anayasa’nın 20. ve 22. maddelerinde tanımlanan aile hayatına saygı hakkı ve haberleşme hürriyetini ihlal edip etmediğine yönelik incelemede müdahalenin sırasıyla kanunilik, meşru amaç, demokratik toplumda gereklilik ve ölçülülük ilkelerine uygunluğu denetlenmelidir.
Anayasa’nın 22. maddesinde düzenlenen haberleşmenin gizliliğine yönelik müdahalenin ikinci fıkrada belirtilen amaçlar çerçevesinde hâkim kararı ile olabileceği belirtilmiştir. Bununla birlikte üçüncü fıkrada bazı kamu kurum ve kuruluşların kanun ile istisna tutulabileceği belirtilmiştir.
Cezaevi idaresinin hükümlü … tutukluların haberleşmesine müdahalesinin Anayasa’nın 22. maddesinin hangi fıkrası kapsamında kaldığının belirlenmesi müdahalenin kanuniliği açısından önemlidir. Zira ikinci fıkra kapsamında olduğunun kabulü halinde hâkim kararı veya onayı olmaksızın yapılan bir müdahale kanunilik ilkesini karşılamayacaktır. Öte yandan üçüncü fıkranın gündeme gelmesi durumunda kanun koyucunun cezaevini istisna kamu kurumu olarak kabul edip etmediği değerlendirilecektir.
Cezaevlerinin Anayasa’nın 22. maddesinin üçüncü fıkrasındaki istisna kamu kurumu olduğuna dair mevzuatta açık bir düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte 1721 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (e) bendi uyarınca cezaevlerinde hükümlü … tutukluların iletişiminin nasıl düzenleneceği ve denetleneceğinin tüzükle belirleneceği belirtilmiştir. Öte yandan 5275 sayılı Kanun’un 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendi uyarınca hükümlülerin Anayasada yer alan diğer hakları, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere, anılan Kanunda öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabileceği ve tutuklular açısından 5275 sayılı Kanun’un 116. maddesi delaletiyle 66. ve 68. maddeleri gereğince telefon, mektup, faks ve telgraf ile haberleşmenin denetleneceği belirtilmiştir. Dolayısıyla yukarıda belirtilen Kanun maddelerinin, cezaevini haberleşme hürriyetinin kısıtlanabileceği istisnai kamu kurumu olarak kabul ettiği değerlendirilmiştir.

Anayasa’nın 19. maddesi gereğince hükümlü … tutukluların özel ve aile hayatının sınırlanması hukuka uygun olarak cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz ve doğal bir sonucudur. Öte yandan hükümlü … tutukluların özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı, cezaevi idaresinin hükümlü … tutukluların ailesi ile temasını devam ettirecek önlemleri almasını zorunlu kılmaktadır (benzer karar için bkz. Messina/İtalya (No. 2), B. No. 25498/94, 28/12/2000, § 61; Ouinas/Fransa, B. No. 13756/88, 12/3/1990; Vlasov/Rusya, B. No: 78146/01, 12/6/2008, § 123; Kučera/Slovakya, B. No: 48666/99, 17/7/2007, § 127). Nitekim Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesinin Üye Devletlere Avrupa Cezaevleri Kuralları Hakkında REC (2006) 2 Sayılı Tavsiye Kararlarında da hükümlü … tutukluların mümkün olabilen sıklıkta mektup, telefon veya diğer iletişim vasıtalarıyla aileleriyle, başka kişilerle ve dışarıdaki kuruluşların temsilcileriyle haberleşmelerine ve bu kişilerin hükümlü … tutukluları ziyaret etmelerine izin verilmesi gerektiği belirtilmiştir (bkz. § 28).
Anayasa’nın 41. maddesi, 20. maddesinin birinci fıkrası ile birlikte değerlendirildiğinde devletin hükümlü … tutukluların ailesi ile görüşmelerini sağlayacak tedbirleri almak yükümlülüğü altında olduğu açıktır. Ancak yukarıda da belirtildiği gibi cezaevi idaresi bu yükümlülüğü yerine getirirken cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz ve doğal sonuçlarını gözetmesi gerekmektedir. Bu bağlamda cezaevi idaresi açısından esas alınacak ilke cezaevinin güvenliği, düzeni ve suç işlenmesinin önlenmesi ile aile hayatına saygı gösterilmesi hakkı arasında adil bir dengenin sağlanmasıdır. Ancak bu dengede özgürlük ve güvenlik ilişkisinde cezaevinde bulunmanın sonuçları olarak idarenin özgürlüğe müdahale açısından takdir marjının daha geniş olduğu gözetilmelidir.

5275 sayılı Kanun’un 66. ve 68. maddelerinde aile ve diğer yakınları ile telefon ve yüz yüze görüşmenin nasıl yapılacağı ve bu konudaki sınırlamaların esas çerçevesi çizilmiştir. Bununla birlikte Yönetmelik’in 66., 66/A ve 70. maddelerinde de 5275 sayılı Kanun’da öngörülen esaslar çerçevesinde iletişimin hangi sıklıkta ve nasıl yapılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. 5275 sayılı Kanun’un 116. maddesi delaletiyle anılan hükümlerin tutuklular için de uygulanacağı açıktır. Dolayısıyla hükmen tutuklu başvurucunun ailesi ve diğer yakınları ile iletişimine ilişkin olarak yapılan düzenlemelerin kanuniliği noktasında herhangi bir eksiklik söz konusu değildir.

Başvuru konusu olayda başvurucunun özel ve aile hayatına saygı hakkının cezaevinde tutulmanın kaçınılmaz ve doğal sonuçları temelinde müdahale edilerek sınırlandırılması ile cezaevinin düzeni, güvenliği ve suçun önlenmesi meşru amacı temelindeki kamu yararı arasındaki denge hususunda; cezaevi idaresinin mevzuat çerçevesinde tutuklu ve hükümlülerin ailesi ve diğer yakınları ile görüşmesinin sağlanması ve korunmasının aksine tutum takındıkları söylenemez. Başvurucunun da bu yönde herhangi bir iddiası bulunmamaktadır. Öte yandan başvurucu biri açık olmak üzere ayda dört kez görüşme ve haftada on dakika telefonla görüşme imkanına da sahiptir. Başvurucunun tutuklu olmasının da mevzuat kapsamında hükümlülerden daha geniş dış dünya ile ilişki imkânına sahip olmasını gerekli kıldığı da söylenemez. Bu çerçevede başvurucunun ailesi ve diğer yakınları ile telefonla ve yüz yüze görüşmesinin normal düzende işlediği de açıktır.
Yukarıdaki açıklamalar ışığında başvurucunun özel ve aile hayatına saygı gösterilmesi hakkına yönelik kısıtlamaların Anayasa’nın 20. ve 41. maddeleri anlamında demokratik toplumda kamu düzeninin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi için gerekli olan demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olduğu söylenemez.”
Açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu aşamada ceza muhakemesi hukukunun en önemli ilkelerinden birisi olan “Delillerin serbestliği” ve “Hukuka aykırı yöntemle elde edilen delillerin kullanılması” konuları üzerinde de durulması gerekmektedir.
İstikrar kazanmış yargı kararlarında ve öğretide ifade edildiği üzere, ceza muhakemesinin amacı usul kurallarının öngördüğü ilkeler doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak biçimde kesin olarak belirlenmesidir. Maddi gerçeğe ulaşılmasında kullanılan araç delillerdir. CMK’nın “Delilleri takdir yetkisi” başlıklı 217. maddesinin ikinci fıkrasındaki; “Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki hükümle, ceza muhakemesinde kullanılacak delillerin hukuka uygun bir şekilde elde edilmesi gerektiği açıkça belirtilmiş ve “Delillerin serbestliği” ilkesine de vurgu yapılmıştır. Buna göre bütün deliller hukuka uygun olarak elde edilmeli ve değerlendirilmelidir.
Ceza muhakemesinde bir hususun hangi delille ispat olunacağı konusunda sınırlama bulunmayıp, yargılamayı yapan hâkim, hukuka uygun şekilde elde edilen delilleri kullanmak suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine delilleri de araştırıp değerlendirerek, her türlü şüpheden arınmış bir neticeye ulaşmalıdır. Dolayısıyla yargılamaya konu olayın açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan her araç delil olarak kabul edilmiştir. Ancak maddi gerçek, her ne pahasına olursa olsun değil, hukuk kuralları içerisinde, şüpheli ve sanığın hakları korunarak araştırılmalıdır.
Öğretide, delilleri elde etmek amacıyla yürütülen soruşturma işlem ve yöntemlerinin çoğunluğuyla, koruma tedbirlerinin tamamı, kişilerin temel hak ve özgürlüğüne müdahaleyi gerektirdiği, ceza muhakemesinin, toplumun suçun aydınlatılmasındaki menfaati ile bireylerin temel hak ve özgürlüklerine müdahaledeki çıkarının dengelenmesi esasına dayandığı, maddi gerçeğe ulaşma gayesiyle delil elde edilmeye çalışılırken, insan onuru ve hakları ile hukukun ve ceza muhakemesinin temel ilkelerinden ödün verilemeyeceği belirtilmektedir (Murat Volkan Dülger, Ceza Muhakemesi Hukukunda Dışlama Kuralı ve Hukuka Aykırı Delillerin Uzak Etkisi, Seçkin Yayınları, Ankara 2014, s. 38).
CMK’nın 206. maddesinin ikinci fıkrasının (a) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmesi hâlinde reddolunacağı belirtilmiş, 217. maddesinin ikinci fıkrasında ise, yüklenen suçun, hukuka uygun olarak elde edilmiş her türlü delille ispat edilebileceği hüküm altına alınmıştır. Madde metninden anlaşılacağı üzere, hukuka uygun olarak elde edilmeyen deliller, ceza yargılama sistemimizde ispat aracı olarak kullanılamayacaktır. CMK’nın 230. maddesinin birinci fıkrası uyarınca, hükmün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan veya reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi zorunludur.
Ceza muhakemesinin amacı olan maddi gerçeğe ulaşabilmek için, delil elde edilmesi aşamasında şahsi ve toplumsal değerlerin korunması da gereklidir. Kanun koyucu bu amaçla, delil serbestliği ilkesine, öğreti ve uygulamada “Delil yasakları” olarak adlandırılan birtakım sınırlamalar getirmiştir. Delil yasakları; “Delil elde etme” ve “Değerlendirme” yasakları olarak ikiye ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara “delil elde etme yasakları” hukuka uygun olarak elde edilmiş bulunsa bile bir delilin yargı mercilerince ortaya konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise “Delil değerlendirme yasakları” denilmektedir.
İfade alma ve sorgunun yasak usullerle gerçekleştirilmesi, tanıklıktan çekinme hakkı olanlara bu hakkın hatırlatılmaması, aramanın herhangi bir karara dayanmadan yapılması, ses veya görüntülerin montajlanması delil elde etme yasağına; tanıklıktan çekinen şahidin önceki ifadelerinin okunamaması, iletişimin denetlenmesi sırasında tesadüfen elde edilen delillerin CMK’nın 135. maddesinin altıncı fıkrasında sayılanlar dışındaki bir suçun soruşturma ve kovuşturulmasında kullanılamaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek olarak gösterilebilir.
Diğer taraftan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu bilgiler ışığında inceleme konusu değerlendirildiğinde;
Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan tanık Salih’in, 20.10.2015 tarihinde babası olan tanık Mustafa ile kapalı görüş esnasında yaptığı telefon görüşmesinin kayıt altına alındığı, görüşmede görüş izni veren ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısı aleyhine delil teşkil edebilecek sözler söylenmesi üzerine sanık hakkında soruşturma başlatılan olayda;
Anayasa’nın 22. maddesinde haberleşme hürriyetinin millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulünce sınırlandırılabileceğine ve bu temel hakka ilişkin istisnaların uygulanacağı kamu kurum ve kuruluşlarının kanunda belirtileceğine yer verilmesi, anılan anayasal düzenlemeler doğrultusunda hükümlülerin ve tutukluların Anayasa’da yer alan diğer haklarının, infazın temel amaçları saklı kalmak üzere 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’da öngörülen kurallar uyarınca kısıtlanabilmesi, aynı Kanun’un 66. maddesi gereğince kapalı ceza infaz kurumlarındaki hükümlülerin, mevzuatta belirlenen esas ve usullere göre idarenin kontrolündeki ücretli telefonlar ile yapabilecekleri telefon görüşmelerinin idarece dinlenip kayıt altına alınabilmesi, adı geçen Kanun’un 116. maddesi gereğince, suç tarihindeki düzenleme uyarınca anılan Kanun’un 66. maddesinin tutuklular hakkında da uygulanabilmesi, bu anlamda kişilerin telekomünikasyon yoluyla gerçekleştirdikleri iletişimler yönünden tek sınırlamanın CMK’nın 135. maddesindeki koruma tedbirinden ibaret olmayıp anılan düzenlemelerin de söz konusu sınırlamalar kapsamında düşünülmesi gerektiği hususları birlikte ele alındığında; somut olayda ceza infaz kurumunda suç işlenmesinin önlenmesi, düzenin ve disiplinin temini gibi nedenlerle gerçekleştirilen uygulama sonucu elde edilen görüşme kayıtlarının, adli dinlemelere ilişkin ve bir koruma tedbiri niteliğinde olan CMK’nın 135. maddesi kapsamında değerlendirilmesi mümkün olmayıp, tanık Salih’in ceza infaz kurumunda tutulmasının doğal bir neticesi olarak babası olan tanık Mustafa ile yaptığı görüşmelerden elde edildiği, bu görüşmelerin yasal niteliğe sahip olduğu, belirtilen şekilde elde edilen delillerin kullanılmasının yasaklanmasına dair herhangi bir düzenleme de bulunmadığı anlaşıldığından, CMK’nın 217/2. maddesi anlamında hukuka uygun olarak elde edilen bu delilin sanığa yüklenen rüşvet suçunun ispatı için mahkemece kullanılmasının önünde bir engel olmadığı kabul edilmelidir. Aksi hâlde telefon görüşmesi yapan ve konuşmalarının kayıt altına alındığını bilen her hükümlü veya tutuklunun, kanunda belirtilen kişilerle yapmış olduğu telefon görüşmesinde üçüncü kişiler hakkında suç şüphesi doğurabilecek görüşmelerinin mahkemelerce hükme esas alınamayacağı gibi hukuken kabulü mümkün olmayan bir durum ortaya çıkacaktır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan tanığın babasıyla yapmakta olduğu telefon görüşmesi içeriklerinden elde edilen delillerin sanığa atılı rüşvet suçu yönünden hukuka uygun delil niteliğinde olmadığı” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
3- Sanığın üzerine atılı rüşvet suçunun sabit olup olmadığı;
İncelenen dosya kapsamından;
Suç tarihinde Gaziantep Cumhuriyet savcısı olan ceza infaz kurumundan sorumlu sanık …’ın 30.04.2008 tarihinde birinci sınıfa ayrıldığı,
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına “E Tipi Ceza İnfaz Kurumu Çalışanları” adı altında imzasız ve tarihsiz olarak gönderilen dilekçeye göre; ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısı …’ın tutuklu ve hükümlü yakınları ile yakın ilişki içerisinde olduğu, bu kişilerin bazılarını Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklettiği, ziyaret izni ve başka günlerde savcılık izni ile görüş yaptırdığı, tutuklu …’in babasının verdiği dilekçe üzerine bir günde naklinin gerçekleştiği, Cumhuriyet savcısı …’ın, …’in babasından değerinin altında araba satın aldığı söylentisinin olduğu, savcılık izni doğrultusunda …’in, babası ile yaptığı konuşmanın Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin gerçekleştirileceğine yönelik olduğunun bildirildiği,
Tanık …’in Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 20.10.2015 tarihli dilekçeye göre; Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan oğlu Salih’in uyuşturucu madde satan kişi ile aynı koğuşta bulunduğunu duyduğundan can güvenliğinden dolayı Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine yönelik talebinin Cumhuriyet savcısı … (37317) tarafından gereğinin yapılması için aynı tarihte havale edildiği,
Tanık …’in Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına verdiği 21.10.2015 tarihli dilekçeye göre; Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesini talep ettiği,
Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığına hitaben yazılan 21.10.2015 tarihli ve 46581 sayılı yazıya göre; … tarafından verilen dilekçe ile Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin talep edildiği ve nakline muvafakat verildiği belirtilerek kurum müdürü tarafından imzalandığı,
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 21.10.2015 tarihli ve 9381 sayılı yazısına göre; Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan …’in nakil talebinde bulunduğu anlaşılmakla, hükümlü dosya bilgileri ve kurum kapasitesi itibarıyla Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakil talebinin uygun olduğu belirtilerek sanık tarafından imzalandığı,
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 21.10.2015 tarihli ve 9381 sayılı yazısına göre; …’in güvenlik nedenlerinden dolayı Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesine dair dilekçesinin okunduğu, güvenlik nedenleri ve ceza infaz kurumunun yetkili savcısının görüşü doğrultusunda Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin uygun olduğu belirtilerek Cumhuriyet Başsavcı Vekili Kadir Günüç tarafından imzalandığı,
Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 12.01.2016 tarihli ve 1786 sayılı yazısına göre; …’in uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan Gaziantep 1. Sulh Ceza Hâkimliğinin 25.06.2015 tarihli ve 635 sayılı tutuklama müzekkeresi ile tutuklandığı, aynı tarihte kuruma alındığı, …’in babasının 20.10.2015 tarihli dilekçesi ve 21.10.2015 tarihli ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısınca talebin uygun görüldüğüne ilişkin yazısı doğrultusunda 22.10.2015 tarihinde Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevkedildiği, Gaziantep 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 12.11.2015 tarihli ve 361 sayılı tahliye müzekkeresi gereğince tahliye edildiği, …’in babası …’in aylık açık görüşe iki kez, beş kez de Cumhuriyet Başsavcılığından aldığı özel izin belgesi ile kapalı görüşe geldiği,
Gaziantep 12. Noterliğinin 16.10.2015 tarihli ve 39137 yevmiye sayılı araç satış sözleşmesine göre; 2012 model Citroen marka aracın Remzi Kılıç tarafından …’a 48.000 TL’ye satıldığı,
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 18.08.2017 tarihli ve 9860 sayılı yazısı ve eklerine göre; Cumhuriyet savcısı …’ın görev yaptığı 18.03.2015 ile 05.11.2015 tarihleri arasında Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda hiçbir müdür ve personel hakkında disiplin soruşturması yapmadığı, ancak 7 dosyada toplamda 17 personel hakkında soruşturma başlattığı, 6 soruşturma dosyasında toplam 16 personel hakkında kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği, bir personel hakkında ise dava açtığı, yapılan yargılama neticesinde personelin beraat ettiği, sanık …’ın, infaz koruma memuru Ayhan Arslaner hakkında tehdit suçundan soruşturma yaptığı ve 15.09.2015 tarihli ve 31614-19951 sayılı karar ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği, infaz koruma başmemuru Ali Kıroğlu, Mehmet Ali Yıldızhan ve Mahmut Doğanyılmaz ile infaz koruma memurları Kenan Özmen, Aytaç Özdemir, Ayhan Arslaner, Rıdvan Koç ve Ercan Kayan hakkında kasten yaralama, tehdit ve hakaret suçlarından yürüttüğü soruşturma sonucunda 02.07.2015 tarih ve 2015/26146 sayı ile ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verdiği, infaz ve koruma memuru Haluk Gökalp hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma yürüttüğü, 14.09.2015 tarih ve 18236-24921 sayı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği, infaz ve koruma memuru Haluk Gökalp hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma yürüttüğü, 26.10.2015 tarih ve 61137-28985 sayı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği, infaz ve koruma başmemuru Mahmut Doğanyılmaz ile infaz ve koruma memurları Kenan Özmen ve Ayhan Arslaner hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma yürüttüğü, 02.11.2015 tarih ve 54997-29349 sayı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği, infaz ve koruma memurları Cengiz Çetintaş, Kenan Özmen ve Fatih Yıldırım hakkında kasten yaralama suçundan soruşturma yürüttüğü, 05.11.2015 tarih ve 2015/54123 sayı ile kovuşturmaya yer olmadığına karar verdiği, infaz ve koruma memuru Mehmet Yolcu hakkında kasten yaralama suçundan 2015/21034 soruşturma numarası ile soruşturma başlattığı ve Gaziantep 12. Asliye Ceza Mahkemesine dava açtığı, yapılan yargılama sonucunda adı geçen infaz koruma memurlarının 28.03.2017 tarih ve 695-154 sayı ile beraatine karar verildiği,
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 11.10.2017 tarihli ve 9862 sayılı yazısına göre; …’ın ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı, 18.03.2015 ile 05.11.2015 tarihleri arasında kurumda bulunan 77 tutuklu/hükümlünün H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin gerçekleştirildiği, bunlardan 11’nin suçu, mesleği ve hasımlılık durumu nedeniyle idare ve gözlem kurulu başkanlığı tarafından alınan kararlar doğrultusunda re’sen nakil talebinde bulunulduğu, geriye kalan 66 tutuklu ve hükümlünün ise idare görüş kararı olmadan naklinin gerçekleştirildiği,
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 17.10.2017 tarihli ve 1159 sayılı yazısına göre; sanık …’a rüşvet verdikleri iddiasına ilişkin … ve oğlu … hakkında bir soruşturma yapılmadığı,
Vakıfbank Gaziantep Adliye Şubesinin 07.10.2006 tarihli, 5 sayılı yazısı ve ekine göre; sanığın hesap hareketlerini gösterir belgelerin olduğu, 14.10.2015 tarihinde sanık tarafından hesabından 50.000 TL çekildiği,
Gaziantep 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 05.04.2016 tarihli ve 471-184 sayılı kararına göre; suç tarihinin 02.05.2015, Halil Şahin’in maktul, Zeliha Şahin’in katılan, İlhan Fırat’ın şikâyetçi olduğu, Fevzi Karaoğlu, Ali Özdemir, Bülent Aksu ve Fevzi Çetin’in tehdit, 6136 sayılı Kanun’a muhalefet, kasten öldürme, kasten öldürme suçuna teşebbüs ile genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçlarının sanıkları oldukları, sanıklar Fevzi Karaoğlu ve Ali Özdemir hakkında kasten öldürme suçundan beraat, sanık Fevzi Çetin hakkında kasten öldürme suçuna teşebbüsten beraat, sanıklar Bülent Aksu ve Fevzi Çetin hakkında 6136 sayılı Kanun’a muhalefet suçundan mahkûmiyet, sanık Bülent Aksu hakkında tehdit suçundan mahkûmiyet, sanık Ali Özdemir hakkında genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan mahkûmiyet ve sanık Fevzi Çetin hakkında kasten öldürme suçundan mahkûmiyet hükümleri verildiği,
Adalet Bakanlığı Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünün 13.10.2016 tarihli ve 47679 sayılı yazısı ile eklerine göre; Bülent Aksu’nun 05.05.2015 tarihinde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna giriş yaptığı ve 05.04.2016 tarihinde tahliye edildiği, Fevzi Çetin’in 05.05.2015 tarihinde ceza infaz kurumuna giriş yaptığı, 07.09.2015 tarihinde H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği, Ali Özdemir’in ise 06.05.2015 tarihinde ceza infaz kurumuna giriş yaptığı, 15.05.2015 tarihinde H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiği,
Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 20.10.2015 tarihli ve 38271-19168 sayılı iddianamesi ile ekinde yer alan bilgilere göre; …’in uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti suçunun şüphelisi olduğu ve TCK’nın 188/3. maddesi gereğince cezalandırılmasına karar verilmesinin talep edildiği, 13.10.2015 ile 22.01.2016 tarihlerinde tutuklu olduğu, Gaziantep 5. Ağır Ceza Mahkemesinin 2015/414 esas sayılı dosyası üzerinden görülen davanın 22.01.2016 tarihli duruşmasında … savunmasında, …’i ceza infaz kurumunda gördüğünü, ona uyuşturucu satmadığını söylediği,
Adalet Müfettişliğince aracın rayiç bedelinin tespitine ilişkin tutulan 19.10.2016 tarihli tutanak kapsamında; soruşturmaya konu Citroen C5 marka, 2012 model, dizel, yarı otomatik vites aracın piyasa fiyatının “sahibinden.com” adlı sitede benzer model ve marka araçlar esas alınarak yapılan araştırmada, noter satış tarihi olan 16.10.2015 tarihine en yakın olan 30.10.2015 tarihli ilanda benzer bir otomobilin satış bedelinin 63.000 TL olduğunun belirtildiği,
29.01.2016 tarihli bilirkişi raporuna göre; Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığının 27.01.2016 tarihli ve 278 sayılı yazısı ile bilirkişiye teslim edilen, …, … ve diğer kişiler arasında, ceza infaz kurumundaki ziyaret sırasında geçen, bir kısmı Türkçe bir kısmı Kürtçe olarak yapılan görüşmeye ait CD’nin bilirkişi tarafından incelenmesinde, iki ayrı görüşme kaydının olduğu, birisinin 07.26 dakika, diğerinin ise 15.05 dakika sürdüğü,
20.10.2015 tarihinde Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan tanık …’in, babası tanık … ile yaptığı kapalı görüşmede anılan Ceza İnfaz Kurumu Müdürlüğünce alınan ses kaydına göre gerçekleşen görüşmenin;
“…: Dilekçeni verdim, seni bu gün aldırıyorlar başka koğuşa verecekler.
…: Hıım.
…: Erdem’in yanına. Ben dilekçe verdim şimdi.
…: Hıım.
…: H tipine.
…: Ben de dilekçe verdim.
…: Ne zaman verdin?
…: Bir hafta önce
…: Hı
…: Bir hafta önce
…: Bir hafta önce mi verdin?
…: He
…: E gelmemiş,
…: Ben gönderdim.
…: Tamam Erdem’in yanına verecekler. Korkma, hiç korkma.

…: Ben dün değil evvelki gün arabamı da sattım. 60 bin TL’lik arabayı 30 bin TL’ye sattım. Belki seni buradan kurtarırım.
…: Niye?
…: Neyse daha sonra konuşuruz.

…: Beni gönderecen mi bu gün oraya?
…: Hı
…: Bu gün gönderecen mi beni, kesin gidermiyim bugün?
…: Bu gün değil yarın gidersin kesin. Yarın kesin gideceksin, şimdi çıkışta söylerim. Bir hafta önce dilekçe verdiğini söylerim.
…: Evet
…: Tamam ben şimdi yanına gideceğim, var mı bir diyeceğin?
…: Yok.

…: Benim arabayı neden sattınız?
…: Bak gidipte bu o değildir demeyesin ha. Bak aman ha aman!
…: Benim arabayı, neden sattınız?
…: Ben neye bineceğim?
…: Başka bir arabaya bak, bir passat al daha iyi”
Şeklinde olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Tanık Ali Rıza Yıldırım; H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda müdür olarak görev yaptığını, yaklaşık altı yedi ay önce HSK müfettişinin kendisini ifade vermesi için çağırması üzerine olayı öğrendiğini, H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda terör suçluları ve organize suçluların kaldığını, E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda bir vukuat olduğu veya kavga çıktığı zaman ilgilinin ceza infaz kurumlarına gönderildiğini, aynı durum kendi ceza infaz kurumlarında olduğunda da benzer uygulama yapıldığını, sonradan öğrendiğine göre tanık …’in kurumlarında bir-bir buçuk ay kadar kaldığını,
Tanık Yusuf Aslanbaş; 2013 yılından itibaren E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda müdür olarak görev yaptığını, tanık …’in tutuklu olduğunu, ceza infaz kurumunun kapasitesi dolduğunda veya tutuklunun diğer ceza infaz kurumunda akrabası olduğunda ya da hasmı bulunduğunda, H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinin sağlandığını, muhtemelen bu gerekçelerden biri olduğu için tanık …’in nakledildiğini, araç alım-satımı hakkında bir bilgisinin olmadığını, tutukluların aileleri ile yaptıkları konuşmaların mevzuat gereği dinlenildiğini, dinleme aşamasında tanık …’in bir konuşması şüpheli bulunulduğundan kendisine aktarıldığını, bu konuşmanın içeriğinde H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gittiğinden ya da gideceğinden bahsettiğini, ayrıca babasının arabası ile ilgili konuşmalar geçtiğinin anlatıldığını, ancak konuşmaların yarı Türkçe yarı Kürtçe olduğu için tam olarak anlayamadığını, bu olayın tutanağa bağlandığını, gerek müdürü olduğu E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda, gerekse H ve L Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumlarında gerçekleştirilecek il içi nakillerde idare ve gözlem kurulu kararı alınmadığını, talep dilekçesinin üzerine ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısınca kabul ya da red şeklinde şerh düşülerek dilekçeye cevap verildiğini,
Tanık Mehmet Ateş; dört yıldır Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda idare memuru olarak görev yaptığını, tanık …’i tanımadığını, belli dönemlerde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunun kapasitesinin dolması sebebiyle nakillerin yapıldığını, nakil için öncelikle şahsın kendisinin Cumhuriyet Başsavcılığına başvuruda bulunduğunu, sevk yetkisinin Cumhuriyet savcısında olduğundan doğrudan H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevkin yapılabildiğini, nakledilen şahıslarla kurul olarak görüştüklerini, ceza infaz kurumunda yakını ya da hasmı olup olmadığını sorduklarını, buna göre uygun bir koğuşa yerleştirdiklerini, tanık …’e de bu uygulamanın gerçekleştirildiğini,
Tanık Ercan Karakülah; üç yıldır H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda ikinci müdür olarak çalıştığını, söz konusu olaydan haberinin olmadığını, tanık …’in E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan, H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini hatırlamadığını, genel olarak kendilerinin idare ve gözlem kurulu kararıyla nakil gelen kişileri odalarına yerleştirdiklerini,
Tanık Ali Kıroğlu istinabe suretiyle alınan beyanında; Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan sorumlu infaz koruma başmemuru olduğunu, olay günü ceza infaz kurumu merkez kontrol odasında görevli personel olan Mehmet Bulut’un kendisini arayarak görüşme sırasında şüpheli konuşmalar olduğunu, ayrıca iç güvenlik infaz koruma başkanına da bilgi verdiğini söyleyince söz konusu odaya çıkıp kayda alınan konuşmaları dinlemeye başladıklarını, konuşmanın tutuklu … ile babası arasında geçtiğini ve … H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledileceğinin, oradan da Erdem’in koğuşuna yerleştirileceğinin söylendiğini, aradan bir iki gün geçtikten sonra tanık …’in H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini öğrenince kuşkulandıklarını, durumu kurum müdürüne bildirdiklerini, sanık hakkındaki iddia konusunda bilgisinin olmadığını, telefon görüşmelerine ilişkin bilirkişi raporu okunup, tanıktan sorulduğunda; bu konuşmalarda adı geçen Ercan’ın kim olduğunu bilmediğini, Salih ve babası olarak adları geçen kişilerin tutuklu Salih ile babası olduğunu düşündüklerini, olay tarihinde ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısının … olduğunu,
Tanık Mehmet Bulut istinabe suretiyle alınan beyanında; Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma memuru olup, merkez kontrol odasındaki konuşmaları dinlemek ve kamera kaydını izlemekle görevli olduğunu, olay günü tutuklu … ile babası arasındaki konuşmaların kayda alındığını, söz konusu kayıtları sonradan tekrar dinlediklerinde babasının, …’e H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledileceğini söylediğini öğrenince kuşkulu gördükleri bu konuşmaları infaz koruma başmemuru Ali Kıroğlu ile Mahmut Doğanyılmaz’a bildirdiğini, aradan bir iki gün geçtikten sonra … H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilince bunu da aynı kişilere bildirdiğini, ardından Ali Kıroğlu ve Mahmut Doğanyılmaz ile birlikte E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu müdürü tanık Yusuf Aslanbaş’ın yanına gidip olayı anlattıklarını, onun da Gaziantep Cumhuriyet Başsavcı Vekiline anlattığını, sanığın … veya babası ya da bunlar aracılığıyla başka bir kişiden rayiç bedelin altında araba satın alıp almadığı konusunda bir bilgisinin olmadığını, ancak konuşmalarda aracın 30.000 TL’ye satıldığının söylendiğini, alım satımın kimler arasında gerçekleştiğini bilmediğini, sanık ile tanık …’in babası arasında daha önceye dayalı dostluk ilişkisi olup olmadığını bilmediğini, konuşmalarda geçen Ercan’ı da tanımadığını,
Tanık Mahmut Doğanyılmaz istinabe suretiyle alınan beyanında; E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda infaz koruma başmemuru olarak görev yaptığını, ceza infaz kurumunda hükümlü-tutuklu görüşmelerinin kayıt altına alındığını, olay günü de kayıtta görevli olan arkadaşının şüpheli bir konuşma gerçekleştiğini tespit ettiklerini söylemesi üzerine diğer infaz koruma memuru tanık Ali Kıroğlu ile birlikte dinleme odasına gidip kaydı birlikte dinlediklerini, daha sonra durumu kurum müdürüne bildirdiklerini, tanık Salih’in, babası tanık Mustafa ile yaptığı konuşmalarda babasının dilekçe verdiğini, bugün olmazsa yarın H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna gönderileceğini söylediğini, o gün ceza infaz kurumundaki bir olay nedeni ile adliyeye ifade vermek için gittiklerinde ifadelerini alacak olan sanığın odasına girdiklerinde burada tanık Mustafa’nın oturduğunu gördüklerini, normalde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan, H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sadece hükümlülerin nakledildiğini, tanık Salih’in ise tutuklu olduğu hâlde naklinin sağlandığını, konuşmalarda tanık …’in 60.000 TL’lik aracı 30.000 TL’ye sattığını söylediğini duyunca kurum müdürüne haber vererek konuşmaları metin hâline getirdiklerini, bilirkişi raporunda belirtilen CD çözümü yapılan görüşmelerin tutuklu ile ziyaretçi arasında cam bölme ardında gerçekleşen telefon görüşmeleri olduğunu,
Tanık Kadir Günüç; Gaziantep Adliyesinde 2013 yılından itibaren Başsavcı Vekili olarak görev yaptığını, aynı zamanda infaz kurumundan sorumlu Başsavcı Vekili, sanığın ise ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısı olduğunu, 2009 yılından itibaren sanıkla birlikte çalıştıklarını, sanık hakkında soruşturmaya konu olay HSK’ya bildirildiğinde, ön inceleme yapılması için kendisinin görevlendirildiğini, sanık hakkında inceleme yaptığını ve fezleke tanzim ederek HSK’ya gönderdiğini, daha sonra olayla ilgili olarak Adalet Bakanlığı Teftiş Kurulu Başkanlığında görevli müfettişlerin adliyeye gelip bu hususta inceleme yaptıklarını, sanığın 2015 yılı içerisinde 3-11. aylar arasında yaklaşık 7-8 ay ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığını, bu süre zarfında olumsuz bir durumla karşılaşmadıklarını, söz konusu tutuklunun naklinde de idari bakımdan ve mevzuat açısından herhangi bir uygunsuzluk bulunmadığını, il içi nakillerde Adalet Bakanlığına bildirilmeksizin idarenin ve ceza infaz kurumu savcısının onay vermesiyle, son olarak da ceza infaz kurumundan sorumlu vekil olarak kendi onayıyla nakillerin gerçekleştirildiğini, güvenlik nedeniyle nakillerde ortalama 1-2 gün içerisinde sürecin tamamlandığını,
Tanık Remzi Kılıç; halı fabrikasında işçi olarak çalıştığını, sanık …’ı, tanıklar … ve …’i tanımadığını, 34 JU 7230 plakalı aracı çektiği kredi ile arkadaşı tanık Vedat Kılıç ile birlikte aldıklarını, çektiği krediyi ödeyemediğinden aracın acil satılması için tanık Vedat’a verdiğini, tanık Vedat Kılıç’ın aracı 52.000-55.000 TL arasında tanık Yakup Çiftçi’ye sattığını, daha sonra bu aracı tanık Yakup Çiftçi’nin de başkasına sattığını, bu süreçte aracın adına kayıtlı olduğunu, aracı en son satın alan kişi olan sanığı noterde gördüğünü, sanığın Cumhuriyet savcısı olduğunu ve aracı kızına aldığını söylediğini, tanık Yakup Çiftçi’nin aracı ne kadara sattığını bilmediğini,
Tanık Vedat Kılıç soruşturma aşamasında; Gaziantep’te otomobil alım satımı ile uğraştığını, 34 JU 7230 plakalı aracı bir yıl önce İstanbul’da teyzesinin oğlu olan Varol İnak’tan 58.000 TL’ye satın aldığını, kredi sicili kötü olduğundan arkadaşı tanık Remzi Kılıç’ın kredi çektiğini ve aracın kaydının onun adına olduğunu, aracı yaklaşık 30-40 gün kullandıktan sonra Gaziantep’te piyasası olmadığından ve peşin çalıştığından kendisi gibi galericilik yapan, vadeli de çalışan arkadaşı olan tanık Yakup Çiftçi’ye 52.000 TL’ye sattığını, 15.000 TL’sini aldıktan sonra kalan 37.000 TL’sinin iki ay sonra ödenmesi konusunda anlaştıklarını, tanık Yakup’un bu aracı kime sattığını bilmediğini, notere ruhsat sahibi tanık Remzi ile gittiklerini, kendisinin araçta beklediğini, tanık Yakup’un noter satışından birkaç gün önce bakiye borcunu bankaya gidip ödediğini, bu şekilde araç üzerindeki borcun silindiğini ve satışı gerçekleştirdiklerini, kredi çekip müşterisini de bulamayınca aracı tanık Yakup’a zararına sattıklarını, aracın 2012 model Citroen C-5 marka, otomatik vites, full paket donanımında bir araç olup araçların satış piyasasının yaz aylarında artıp, sonrasında durduğunu, bu nedenle noterdeki satış tarihinde fiyatının da 59-60.000 TL olduğunu,
Tanık … Savcılıkta; oğlu Salih’in uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan tutuklanarak E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirildiğini, bu sırada E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kardeşini öldüren hasımlarının da kaldığını, düşmanlarıyla karşılaşmamak için tanık Salih’in H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesi için sanıkla görüşüp dilekçe verdiğini, ceza infaz kurumu görüşmesinde de oğluna dilekçe verdiğini ve komşuları olan Erdem’in koğuşuna geçmesini talep ettiğini söylediğini, zira sanığı ziyaret ettiğinde oğlunun Erdem’in koğuşuna verilmesi konusunda ricada bulunduğunu, kendisinin araç alım satımı yaptığını ancak bir galeri dükkanının olmadığını, söz konusu ziyarette “60.000 TL’lik aracı 30.000 TL’ye sattığını” söylemesinin oğlunun avukatlık ücretini ödemek için vicdan azabı duyması amacıyla yalan söylediğini, sanığı daha önceden tanıdığını, bazen Urfa’da ve İstanbul’da bulunan tarlalarına gittiğinden genel izin gününe yetişemeyip özel izin talebinde bulunduğunu, hatta iki kez de talebinin reddedildiğini, oğlunun ceza infaz kurumuna girmesinden önce, sanığın kızı için araç almak istediğinden dolayı sanıkla görüştüğünü, bu sırada oğlunun tutuklandığını, bulduğu aracı sanığın beğendiğini, Yakup Oto Galeri isimli iş yerini işleten tanık Yakup’tan 47.000 TL’ye aldığı aracı sanığa 50.000 TL’ye sattığını, aracın Citroen C 5 marka, 2012 model olduğunu, satış yapmak için araç sahibi, tanık Yakup ve sanık ile birlikte notere gittiklerini, aracın satışının yapıldığını, sonrasında sanığın 50.000 TL’yi elden kendisine verdiğini, hatta bu esnada sanığın eşi ve kızının da olduğunu, ancak onların araçtan inmediğini, aracın piyasa değerinden sanığa satıldığını, o tarihte oğlunun ceza infaz kurumunda bulunup bulunmadığını hatırlamadığını, sanığı yaklaşık üç yıldır tanıdığını ve oğlunun bu tarihlerde ceza infaz kurumuna girmesinin tesadüf olduğunu,
İstinabe yoluyla alınan beyanında; sanığı 3-4 yıldır tanıdığını ve onunla adliyede tanıştığını, uyuşturucu madde kullanan oğlunun uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçundan tutuklanarak Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna yerleştirildiğini, bu sırada E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda kardeşini öldüren kişilerin de kaldığını, husumetli olduğu bu kişiler ve yakınlarıyla karşılaşmamak için 25.06.2015 ve 20.10.2015 tarihleri arasında oğluyla görüşmeye gitmediğini, daha sonra ceza infaz kurumuna gidip görüşme yaptığını, telefon ile oğlunun işlediği iddia edilen suç hakkında konuştuklarını, uyuşturucuyu kimden aldığını söylemesini istediğini, oğlu adına kayıtlı olan Megane marka aracı satıp bedelini avukatlık ücreti olarak vereceğini söylediğini, kabul etmeyince korkutmak amacıyla konuşmanın devamı sırasında “Senin yüzünden arabamı yarı fiyatına sattım” dediğini, ancak o tarihte araba satış işleminin gerçekleşmediğini, telefonda oğluna, ceza infaz kurumunda düşmanları olduğunu, görüşmelerde denk geldiklerinden, dilekçe yazarak başka bir infaz kurumuna geçmeyi talep etmesi gerektiğini söylediğini, oğlunun koğuşunda aynı zamanda uyuşturucu satın aldığı kişinin de bulunduğunu, o şahısla kavga ettiklerini öğrendiğini, oğlunun başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmesi için kendisinin üç dilekçe verdiğini ancak kabul edilmediğini, oğlunun dilekçesinin ise kabul edildiğini, bu olaydan sonra tanık Yakup Çiftçi’den 50.000 TL’ye peşin olarak araç satın aldığını, ancak araç boyalı çıkınca tanık Yakup Çiftçi’ye 48.000 TL verdiğini, daha sonra sanığın araba satın almak istemesi üzerine o arabayı sanığa 50.000 TL’ye sattığını, aracın kaydı kendisinde olmadığı için notere gitmediğini, notere sanığın gittiğini, arabanın geçmişte borcunun olması nedeniyle ilk başta devrinin gerçekleşmediğini, aracın borcu ödendikten sonra sanığın aracı satın aldığını, öğleden sonra noterliğin önünde sanığın kendisine siyah poşet içerisinde 50.000 TL verdiğini, aracın içerisinde 3-4 tane bayan olduğunu, tanık Yakup Çiftçi’nin kendisinden 20.000-30.000 TL alacağı olduğundan onu ödediğini, önceki ifadesine, sanığı ziyaret edip oğlu tanık Salih’in H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakli ile Erdem’in koğuşuna verilmesini rica ettiği yazılmışsa da böyle bir şey söylemediğini, sanığa oğlunu Erdem’in koğuşuna vermesi konusunda bir şey demediğini, sadece oğlunu E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan almalarını söylediğini, araba satımının oğlunun başka bir ceza infaz kurumuna nakilinden çok sonra olduğunu, önceki ifadesinde notere gittiği ve dışarıda beklediği yazılmışsa da sabah notere gitmediğini, öğleden sonra gidip parasını aldığını, bunun dışında önceki beyanının doğru olduğunu,
Tanık …; E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olarak bulunduğunu, ceza infaz kurumuna girmeden 20 gün önce amcasının öldürüldüğünü, bu kişilerin de kendisiyle aynı dönemde aynı ceza infaz kurumunda kaldığından hem kendisinin hem de babasının nakil dilekçesi yazdığını, aynı zamanda uyuşturucuyu satın aldığı şahsın da kendisinin koğuşuna geldiğini ve tartıştıklarını, bunun üzerine bir dilekçe daha yazdığını, daha sonra H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledildiğini, gardiyanların kendisine burada tanıdığı olup olmadığını sorunca aile dostları Erdem Büyük’ün olduğunu söylediğini, bunun üzerine kendisini Erdem Büyük’ün koğuşuna verdiklerini, araç satımı ile ilgili bilgisinin bulunmadığını, babasına kendisine avukat tutması için kendi kullanımında olan Megane marka aracı satmasını söylediğini,
Tanık Mehmet Karaca: sanık …’ı meslektaşı, tanık …’i de uzaktan akrabası olması sebebiyle tanıdığını, tanık … ile akrabası olduğu için zaman zaman görüştüklerini, tarihini hatırlayamadığı bir günde tanık …’in Citroen C5 marka bir araçla adliyeye gelip aracı yeni aldığını söylediğini, ne kadara aldığını sorduğunda tanık …’in 50.000 TL’ye aldığını, ancak araçta bir arıza olduğunu, servisin bu arızayı gideremediğini, bu sebeple de arabayı satmak istediğini söylediğini, bu konuşmalardan birkaç gün sonra tekrar tanık … ile karşılaştıklarında bu aracı 50.000 TL’ye sanık …’a sattığını söylediğini, aracın alım satımı ve parasının ödenmesi konusunda tanık olmadığını, aracın satıldığını tanık …’den duyduğunu,
Tanık Yakup Çiftçi Savcılıkta; galericilik yaptığını, sanığı tanımadığını, sonradan duyduğu kadarıyla tanık Mustafa’ya 50.000 TL’ye sattığı aracı, tanık Mustafa’nın sanığa sattığını, değerinin 52.000-53.000 TL olup araç boyalı olduğu için bu fiyata satıldığını, bir gün sonra aracın satışını yapmak için ruhsat sahibi ile notere gittiklerini, sanığın da gelmesiyle aracın devrinin gerçekleştiğini, tanık Mustafa ve sanık ile aracın yanına gittiklerini, sanığın poşet içindeki 50.000 TL’yi verdiğini, tanık Mustafa’dan 20.000 TL alacağı olduğundan bu paradan alacağını tahsil ettiğini,
İstinabe suretiyle alınan beyanında; galericilik yaptığını, bir yıl önce tanık Vedat Kılıç’tan Citroen C5 marka araç satın aldığını, aracı ne kadara satın aldığını hatırlamadığını, aracı tanık Mustafa’ya 48.000 TL ile 52.000 TL arası bir miktara sattığını, tanık Mustafa’nın da bu aracı sanığa sattığını, tanık Mustafa’nın aracın devri için aradığını, tanık Mustafa’dan 20.000 TL alacağı olduğunu ve aracın devrini üzerine almadığını, aracın ruhsatının tanık Remzi Kılıç adına olduğunu, sanık ile noterde görüştüklerini, sanığın elinde içinde para olan poşet olduğunu, aracın borcunun olduğu ortaya çıkınca devir işleminin öğleden sonra gerçekleştirildiğini, 20.000 TL’yi tanık Mustafa’dan aldığını,
Tanık Hümeyra Kurt; suç tarihinde eşinin de Gaziantep’te Cumhuriyet savcısı olduğunu ve adliye lojmanında kaldıklarını, sanık … ailesinin de lojmanda oturduğunu, sanığın eşi olan tanık Naciye’nin kızlarına araba satın alacaklarından bahsettiğini, olay günü de ceza infaz kurumu kantininde günleri olduğundan sanığın kendilerini araçla bırakabileceğini söylediğini, araca bindiğini, tanık Naciye arabayı aldığı kişiye sanığın 50.000 TL ödeyeceğini söylediğini, otogar yakınındaki bir AVM’nin yanında sanığın arabadan indiğini, karşı yoldan gelen gri bir otomobilden inen tanımadığı bir şahsa içinde para olduğu anlaşılan ve para desteleri görülen poşeti verdiğini,
Tanık Naciye Özaltunbulak; Kalyoncu Üniversitesinde okuyan ve arabaya ihtiyacı olan kızına araç satın almak istediklerini, tanık …’i hâkim olan tanık Mehmet Karaca’nın akrabası olması sebebiyle tanıdıklarını ve bu nedenle söz konusu aracı satın aldıklarını, eşi olan sanığın aracın parasını iki gün önce bankadan çekip eve getirdiğini, iki gün sonra da aracın satışını yapıp parayı vereceğini söylediğini, o tarihte bayanlarla günleri olduğunu, bu sırada eşinin 50.000 TL’yi sayıp siyah poşetin içerisine koyduğunu, tanık Emine Erdoğan’ın da yanında olan sanığın parayı sayıp poşete koyduğunu gördüğünü, sanığa giderken “Bizi de bırakır mısın?” dediğini, sanığın da hazırlarsa hemen bırakabileceğini söylediğini, çocuğunu okula götüreceği için tanık Emine’nin gelmediğini, arkadaşları olan tanıklar Aysel Aslan ve Hümeyra Kurt’un da eşlik ettiğini, sanığın araçla otogar yakınlarında otomobilciler sitesinin orda durup siyah poşetin içinde bulunan 50.000 TL’yi alarak tanık …’e verdiğini, tanık …’in arabaya gelerek “Hayırlı olsun” dediğini, daha sonra sanığın kendilerini sosyal tesislere bırakıp adliyeye geçtiğini,
Tanık Aysel Aslan; olay tarihinde tanık Naciye ile güne gideceklerinden taksi beklediklerini, tanık Naciye’nin “Eşim evde, arabasıyla gidelim, bizi geçerken bıraksın” demesi üzerine kabul ettiklerini, daha sonra galerilerin olduğu yere gittiklerini, burada sanığın paranın bulunduğu siyah renkli poşeti alarak araçtan indiğini, parayı aracı satın alan kişiye verdiğini, daha sonra sanığın kendilerini sosyal tesislere bıraktığını,
Tanık Emine Erdoğan; lojmandaki bayanlarla sosyal tesislerde bir araya gelecekleri gün sanığın eşi tanık Naciye’nin evindeyken sanığın elinde siyah poşet ile eve geldiğini, parayı çıkarıp kendisinin yanında saydığını ve 50.000 TL olduğunu, parayı elden teslim edeceğini söylediğini, hatta kendilerine de “Sizi sosyal tesislere ben götüreyim” dediğini, ancak işleri olduğu için onlarla gitmediğini, tanıklar Hümeyra, Aysel ve Naciye ile birlikte sanığın gittiğini, sosyal tesislere geldiklerinde sanığın parayı otogar tarafında bulunan noterin önünde aracı satın alan kişiye teslim ettiğini söylediklerini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık …; söz konusu aracın kaça alındığı ve ne kadar haksız menfaat sağlandığı iddiasının belirtilmediğini, tanıkların beyanlarından kesintiler yapılarak anlam bütünlüğü bozularak hakkında suç isnadında bulunulduğunu, tüm tanık beyanlarından anlaşılacağı üzere aracın hasarsız iken tanıklar Remzi ve Vedat tarafından tanık Yakup’a vadeli olarak 52.000 TL’ye, tanık Yakup tarafından tanık Mustafa’ya yine vadeli olarak 50.000 TL’ye, tanık Mustafa tarafından ise kendisine peşin olarak 50.000 TL’ye satıldığını, piyasada vadeli satış ile peşin satış yapılan araç, hasarsız ile hasarlı araç, boyalı ve fazla km yapmış araç arasında fiyat farkı olacağını, buna rağmen tanık …’in vadeli aldığı aracı kendisine peşin olarak, hasarlı ve boyalı olarak aynı fiyata satmasının rayiç fiyatının altında kabul edilmesinin mümkün olmadığını, tanık …’i hâkim Mehmet Karaca’nın akrabası olması nedeniyle tanıdığını, tanık Emine Erdoğan’ın evde paraları sayıp siyah poşete koyduğunu gördüğünü ve 50.000 TL olduğunu öğrendiğini beyan ettiğini, tanıklar Hümeyra Kurt ve Aysel Aslan’ın da bir şahsa siyah poşet içerisinde para verdiğini gördüklerini ifade ettiklerini, eşi olan tanık Naciye’nin de evde 50.000 TL parayı sayıp siyah poşetle aracı satın aldığı tanık …’e Galericiler Sitesi önünde verdiğine tanık olduğunu, tanık …’in Gaziantep 2. Ağır Ceza Mahkemesindeki beyanında, aracı galerici tanık Yakup’tan 50.000 TL’ye almak üzere anlaştıklarını, araç boyalı olduğu için 48.000 TL verdiğini, aracın noter satışı yapıldıktan sonra kendisiyle galericiler sitesi önünde buluşup siyah poşet içerisindeki parayı alıp tanık Yakup’un galerisine giderek kalan borcunu ödediğini söylediğini, hâkim Mehmet Karaca’nın beyanından da anlaşılacağı üzere araçta arıza olduğu ve daha sonra aracın tamirine harcadığı 3.000 TL dikkate alındığında ve tanık …’in aracı 48.000 ya da 50.000 TL’ye tanık Yakup’tan aldığı düşünüldüğünde, aracın daha az bir rakama kendisine satılmadığını, aracın satılma nedeninin arızası olduğunun açıkça belli olduğunu, satın aldığı tarihten bir yıl sonrasına ait araba fiyatları bir yıllık süreçte artmasına rağmen aynı marka ve model aracın “sahibinden.com” adlı internet sitesinde 45.000 TL ile 52.900 TL arasında satıldığına dair 14 adet ilan bulunduğunu, bu ilanlar incelendiğinde satın aldığı araçtan daha temiz, kazasız, boyasız, daha az km yapmış araçlar olduklarının görüleceğini, kaldı ki ilanların satıcıların istediği fiyatlar olup, pazarlık ve peşin ödeme yapılması hâlinde fiyatlardan indirim yapılacağının da değerlendirilmesi gerektiğini, Güven Oto Test Merkezinin ekspertiz raporu incelendiğinde, 13.10.2015 tarihinde aracın ekspertizini yaptırdığını, bir gün sonra 14.10.2015 tarihinde maaş hesabından yatırım fonunu satarak 50.000 TL çektiğinin dosyada bulunan belgelerle sabit olduğunu, aracı iddia edildiği gibi yarı fiyatına satın alması durumunda para vererek aracın ekspertizini yaptırmayacağını ve günlük kazanç getiren yatırım fonunu satıp 50.000 TL çekmeyeceğini, tutuklunun nakli karşılığında aracı yarı fiyatına aldığı kabul edilse bile, tutuklunun 25.06.2015 tarihinde E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna girdiğini, nakil kararının ise 21.10.2015 tarihinde verildiğini, nakil karşılığında yarı fiyatına araba alacak kişinin dört ay gibi bir süre beklemeyip tutuklandıktan hemen sonra naklin talep edileceğini, tanık …’in vekilinin hakkında suç duyurusunda bulunduğu “Böcek Ali” lakaplı …’in tutuklanıp ceza infaz kurumuna girinceye kadar tanık Salih’in nakil talebinde bulunmadığını, söz konusu görüşmede Böcek Ali’nin, tehditlerine boyun eğmemesi tanık Mustafa tarafından tanık Salih’e söylendiğini, bu nedenle tanık Mustafa’nın 20.10.2015 tarihli dilekçe ile oğluna uyuşturucu madde satan şahsın oğluyla aynı koğuşta olduğunu duyduğunu, tedirgin olduğunu beyan ederek oğlunun H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna nakledilmesini istediğini, söz konusu naklin mevzuat gereği yapılması talimatı verdiğini, bu dilekçe işleme konulmadan tanık …’in nakil için verdiği dilekçe üzerine kurumca 21.10.2015 tarihli ve 2015/46581 sayılı yazı ile kurum müdürü Yusuf Aslanbaş’ın muvafakatı ve tarafından da tanık …’in nakil talebinin kurum kapasitesi nedeniyle uygun olduğunun belirtilmesi üzerine Cumhuriyet Başsavcı Vekilince de nakil talebi uygun görülerek sevkin gerçekleştirildiğini, naklin tanık …’in dilekçesi üzerine değil tanık …’in dilekçesi ve kurumun verdiği muvafakat üzerine yapıldığını, iddianamede can güvenliği nedeniyle nakil için araştırma yapılmadığı, sevk kararında tutuklunun dosya bilgileri ve kurum kapasitesi gerekçe gösterilerek naklin menfaat karşılığı yapıldığı iddia olunmuş ise de bunun asılsız olduğunu, …’in tutuklanma tarihinin 13.10.2015 olduğu, 20.10.2015 tarihinde ise tanık Mustafa, daha sonra da tanık Salih tarafından nakil isteminde bulunulduğunu, dosyaya sunduğu ekspertiz raporunun 13.10.2015 tarihli olup, bu tarihten önce aracın kendisinde olduğunu, yani …’in tutuklanmasından önce pazarlık yapıp aracı teslim aldığını, bu tarihlerin bile aracı tutuklunun H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevki gündeme gelmeden önce aldığının delili olduğunu, hakkındaki iddiaların ceza infaz kurumundan sorumlu savcı olduğu için görevli olduğu dönemde usulsüz uygulamaları ve haklarındaki iddialar sebebiyle disiplin ve ceza soruşturması yaptığı E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu personelinin, görevini sonlandırmak için isimsiz verdikleri dilekçedeki iftiradan ibaret olduğunu savunmuştur.
Amacı somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden birisi de insan haklarına dayalı, demokratik rejimle yönetilen ülkelerin hukuk sistemlerinde bulunması gereken, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” şeklinde, Latincede ise “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi açısından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlak surette sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği ya da gerçekleştiriliş şekli hususunda herhangi bir şüphe belirmesi hâlinde uygulanabileceği gibi, suç niteliğinin belirlenmesi bakımından da geçerlidir. Ceza mahkûmiyeti, toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate veya herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkan vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan tanık Salih’in 20.10.2015 tarihinde babası tanık Mustafa ile kapalı görüş esnasında yaptığı telefon görüşmesinde, görüş izni veren ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısı olan sanık … hakkında bir takım ithamlarda bulunulduğunun belirtilmesi, ayrıca posta yoluyla Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumu çalışanları adına gönderilen, imza ve tarih içermeyen ihbar mektubunda benzer iddialarda bulunulması üzerine sanık hakkında soruşturmaya başlandığı, sanığın tanık Mustafa’ya ait Citroen C-5 marka aracı piyasa değerinin altında bir bedelle satın alma karşılığında, tanık Mustafa’nın Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumunda tutuklu olan oğlu tanık Salih’i Gaziantep H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna, ceza infaz kurumu müdürlüğü idare ve gözlem kurulunun herhangi bir kararı olmaksızın nakledilmesini sağladığı iddiasıyla rüşvet suçundan cezalandırılmasının talep edildiği olayda;
Yaklaşık sekiz ay süreyle Gaziantep Adliyesinde ceza infaz kurumundan sorumlu Cumhuriyet savcısı olan sanığın, hâkim olan tanık …’nın uzaktan akrabası olan tanık Mustafa’yı olaydan daha önce tanıdığı, tanık Mustafa’nın oğlu olan tanık Salih’in uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma suçundan tutuklanarak 25.06.2015 tarihinde Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna sevk edilmesinden sonra başka bir ceza infaz kurumuna naklini 20.10.2015 tarihine kadar talep etmediği, tanık Mustafa’nın 20.10.2015 tarihli dilekçe ile can güvenliği nedeniyle oğlu olan tanık Salih’in başka bir ceza infaz kurumuna nakledilmesini talep ettiği, tanık Salih’in ise 21.10.2015 tarihli ve bir gerekçe içermeyen dilekçe ile nakil talebinde bulunduğu, tanıklar Mustafa ve Salih’in, can güvenliği nedeniyle nakil talebinde bulunduklarına dair beyanlarının tanık Salih’in amcasını öldürdüğü iddiasıyla tutuklu olarak yargılanan şahısların bazılarının tanık Salih ile aynı dönemde aynı ceza infaz kurumunda bulundukları anlaşıldığından bu durumun can güvenliği nedeniyle nakle dair haklı bir gerekçe oluşturduğu, tanık Salih’in tutuklu olarak yargılanmasına konu olan uyuşturucu maddeyi satın aldığı iddia olunan “Böcek Ali” lakaplı …’in tanık Salih ile aynı koğuşta kaldığının tanıklar Mustafa ve Salih tarafından belirtildiği, …’in uyuşturucu ve uyarıcı madde ticareti yapma suçundan 13.10.2015 tarihinde tutuklandığı ve tanık Salih ile aynı blok ve koğuşta kalmamakla birlikte aynı ceza infaz kurumunda kaldığı ve bu şahsın tutuklanmasından yaklaşık yedi gün sonra başka bir ceza infaz kurumuna naklin tanıklar Salih ve Mustafa tarafından farklı dilekçelerle talep edildiği, tanık …’in dilekçesinin kurum müdürü tarafından muvafakat verilmesi sonrasında Gaziantep Cumhuriyet Başsavcılığınca aynı tarihte tutuklu olan tanık …’in nakil talebinin uygun olduğu belirtilerek naklinin gerçekleştirildiği anlaşılmakla, söz konusu naklin sanık tarafından havale edilen tanık Mustafa’nın dilekçesi doğrultusunda değil, ceza infaz kurumu tarafından nakline muvafakat verilen tutuklu olan tanık Salih’in dilekçesi doğrultusunda gerçekleştirildiği, ceza infaz kurumu idare ve gözlem kurulunun kararı olmaksızın naklin gerçekleştirildiği iddia edilmiş ise de ceza infaz kurumu müdürü olan tanık Yusuf’un, uygulamada il içi nakillerin ceza infaz kurumu idare ve gözlem kurulu kararı alınmadan ya da alınması yönünde görüş bildirilmeden gerçekleştirildiğini beyan ettiği, tanık Salih’in nakline ise kurum müdürü tarafından muvafakat verildiği, ceza infaz kurumunun ilgili yazısında da nakillerde uygulamada kurul kararı alınmadığının bildirildiği anlaşılmakla, sanığın tanık Salih’in Gaziantep E Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumundan, H Tipi Kapalı Ceza İnfaz Kurumuna naklinde usule ve mevzuata aykırı aykırı hareket etmediği anlaşılmıştır.
Sanığın, tanık Salih’in babası olan tanık Mustafa’dan piyasa değerinin altında araç satın alıp almadığının değerlendirilmesinde;
Sanığın kızı için araba satın almak istemesi üzerine önceden tanıdığı otomobil alım satımı yapan tanık Mustafa’nın satın almış olduğu 2012 model, Citroen C-5 marka aracı sanığa satabileceğini söylediği, sanığın 13.10.2015 tarihinde yaptırdığı ekspertiz muayenesi sonucunda, aracın arızasının bulunduğu ve boyalı olduğunun tespit edildiği, söz konusu aracın satın alındığı tarih itibarıyla piyasaya değerinin bilirkişi marifetiyle tespitinin yapılmadığı, aracın piyasa değerine ilişkin internetteki bazı sitelerden sanık … soruşturma aşamasında müfettiş tarafından alınan emsal araçlara ilişkin fiyatların satıcının kendi istemi olup, bu fiyatların pazarlıkla, peşin ödeme, aracın ekspertizi sonrasında tespit edilebilecek arızalar gibi nedenlerle düşebileceğinden dikkate alınmadığı, sanığın banka hesap hareketlerinin incelenmesinde hesabından aracın satış tarihinden önce 50.000 TL çektiği, tanıklar Naciye ve Emine’nin sanığın evde para sayarak 50.000 TL’yi siyah renkli poşetin içerisine koyduğunu beyan ettikleri, ardından sanığın tanıklar Naciye, Aysel ve Hümeyra’yı gidecekleri yere götürmek üzere araca aldıktan sonra otogar yakınlarındaki Galericiler Sitesi civarında gri renkli bir araçtan inen şahsa içinde para olan poşeti verdiğine dair adı geçen tanıkların beyanda bulundukları, hukuka uygun delil niteliğinde olan telefon görüşmesinde tanık Mustafa’nın tanık Salih’e “60 bin TL’lik arabayı 30 bin TL’ye sattım. Belki seni buradan kurtarırım” deyip başka bir ceza infaz kurumuna nakledileceğini söylemiş ise de söz konusu aracın değerinin altında kime satıldığına dair taraflar arasında bir görüşme olmadığı ve buna ilişkin bir delil bulunmadığı gibi sanığın tanık Salih’i başka bir ceza infaz kurumuna nakledeceğine ilişkin bir görüşme de olmadığı, aracın noterdeki satış değerinin 48.000 TL olduğu, sanık … tanık Mustafa aracın 50.000 TL’ye satıldığını beyan ettikleri, suç tarihinden önce aracın satışına ilişkin olarak tanık Vedat’ın aracı akrabasından 58.000 TL’ye satın aldığını ve tanık Yakup’a 52.000 TL’ye vadeli olarak sattığını ifade ettiği, tanık Yakup’un bu aracı 48.000-52.000 TL arasında bir fiyata tanık …’e sattığını, tanık Mustafa’nın ise tanık Yakup’tan 47.000 TL’ye vadeli olarak aldığı aracı sanığa 50.000 TL’ye peşin fiyatına sattığını belirttiğinden ve aracın arızalı ve boyalı olduğunun tespit edildiği, söz konusu aracın satış fiyatları göz önüne alındığında aracın piyasa değerine yakın olarak sanık tarafından satın alındığı ve sanığın aracı değerinin oldukça altında satın aldığına dair dosya kapsamında bir delil olmadığı birlikte değerlendirildiğinde; söz konusu görüşmenin sanığın atılı suçtan mahkûmiyeti için yeterli olmaması, sanığın görev yaptığı sürede ceza infaz kurumunda görevli bazı personel hakkında soruşturma yürüttüğünden kendisine duyulan husumetten dolayı imzasız ve isimsiz dilekçe ile hakkında şikâyette bulunulduğuna ilişkin savunmasının sanığın görev yaptığı sürede 6 farklı soruşturma dosyasında 17 personel hakkında soruşturma yürüttüğünün anlaşılması karşısında doğrulanması, rüşvet gibi çok failli ve bir karşılaşma suçu olan suçlarda, suça karışan rüşvet veren, alan ya da rüşvete aracılık edenler hakkında da kamu davası açılması gerekmesi, tanıklar Mustafa ve Salih hakkında rüşvet suçundan dava açılmadığından dosya kapsamında rüşvet verenin olmadığı takdirde rüşvet alanın bulunmasının da olanaksız olacağı ve dosya kapsamındaki deliller göz önünde bulundurularak tanıklar hakkında rüşvet suçundan ihbarda da bulunulmaması karşısında; sanık hakkındaki iddianın somut, kesin ve inandırıcı kanıtlarla ispatlanamadığı anlaşıldığından, rüşvet suçundan verilen beraat kararının isabetli olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla usul ve kanuna uygun İlk Derece Mahkemesi hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin, sanığa atılı görevi kötüye kullanma suçu açısından Adalet Bakanlığı ile … vekilinin katılma talebinin reddine ilişkin usul ve kanuna uygun olan kararının CMK’nın 287. maddesi ile ve 302. maddesinin birinci fıkrası gereğince ONANMASINA, rüşvet suçu açısından Adalet Bakanlığının katılma ve hükmü temyiz etme hakkı OLMADIĞINA, temyiz incelemesinin sanığa atılı rüşvet suçu yönünden katılan … Bakanlığının temyiz istemi ile sınırlı olarak YAPILMASINA,
2- Ceza infaz kurumunda tutuklu olarak bulunan tanığın babasıyla yapmakta olduğu telefon görüşmesi içeriklerinden elde edilen delillerin sanığa atılı rüşvet suçu yönünden YASAL DELİL NİTELİĞİNDE OLDUĞUNA,
3- Usul ve kanuna uygun olan Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 09.05.2018 tarihli ve 14-13 sayılı sanık hakkında rüşvet suçundan kurulan beraat hükmünün ONANMASINA,
4- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 01.06.2021 tarihinde yapılan müzakerede birinci ve ikinci inceleme konuları yönünden oy çokluğuyla, üçüncü inceleme konusu yönünden ise oy birliğiyle karar verildi.