YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/442
KARAR NO : 2022/86
KARAR TARİHİ : 15.02.2022
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza Mahkemesi
Sayısı : 115-99
Sanık …’in silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan … Ağır Ceza Mahkemesince 12.06.2015 tarihli ve 115-99 sayılı kararla TCK’nın 314/3 ve 220/6. maddeleri yollamasıyla TCK’nın 314/2, 220/6, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9, 63. maddeleri gereğince 3 yıl 1 ay 15 gün hapis cezasıyla cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna karar verilmiş, bu karara karşı sanık müdafisi tarafından yapılan temyiz başvurusu üzerine Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesince 16.04.2018 tarihli ve 3878-1193 sayılı karar ile;
”…
2-Silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan kurulan hüküm yönünden yapılan incelemede;
Olay, iddia ve mahkemenin kabulüne göre, cenaze töreni esnasında PKK/KCK terör örgütünün kurucusu olan …’ın resminin yer aldığı büyük boy pankartı grubun önünde taşıdığı anlaşılan sanığın eyleminin, görünüşte hem 2911 sayılı Kanunun 33/1 maddesinde, hem de 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde düzenlenen suçları oluşturduğu görülmekte ise de; eylemin bir bütün halinde sanığın her türlü yasa dışı gösteri yürüyüşünde uygulama imkanı bulunan genel norm niteliğindeki 2911 sayılı Kanunun 33/1 maddesine göre özel norm olan ve fiilin haksızlık muhtevasını tamamen tüketen 3713 sayılı Kanunun 7/2. maddesinde düzenlenen silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu oluşturacağı cihetle, silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunun, 11.04.2013 tarihli 6459 sayılı Kanunun 8. maddesi ile değişik 3713 sayılı Kanunun 7. maddesinin 4. fıkrasında sayılı suçlardan olduğu, dolayısıyla örgütün çağrısıyla örgütün faaliyeti doğrultusunda işlenecek suçlardan olmadığı gözönünde bulundurularak, sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek suçundan ceza verilmesine yer olmadığına karar verilmesi gerekirken yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kanuna aykırı, sanık müdafiin temyiz itirazları bu itibarla yerinde görülmüş olduğundan hükmün bu sebepten dolayı BOZULMASINA” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.05.2018 tarih ve 296060 sayı ile;
”… … Cumhuriyet Başsavcılığının 08/06/2015 gün ve 2015/78 sayılı iddianame ile; “26/05/2015 tarihinde … iline yaklaşık 40 araçlık bir konvoyla getirilen Gabar Dersim (K) …’ın cenazesinin doğrudan Cemevi yerine Cemevini geçtikten sonra ileride bulunan … il merkezdeki Sanat Sokağına götürüldüğü, burada cenazeyi beklediği anlaşılan kalabalık grubun cenaze ile birlikte Cemevine doğru yürüyüşe geçtiği, Gabar Dersim (K) …’ın cenazesinin terör örgütüne ait (sözde) bayrağa sarılı tabut içerisinde nakledildiği, yürüyüş sırasında PKK terör örgütünün (sözde) bayrağı ile üzerinde teröristbaşı …’ın resimlerinin bulunduğu flamaların taşınıp, PKK terör örgütü lehine sloganlar atıldığı, cenaze töreni bahane edilerek yapıldığı tespit edilen toplantı ve gösteri yürüyüşünde silahlı terör örgütü PKK’nın yoğun bir şekilde propagandasının yapılması nedeniyle toplantı ve gösteri yürüyüşünün yasaya aykırı hale geldiği,
MOBESE kameralarından elde edilen kayıtların incelenmesinden; şüphelinin, üzerinde PKK terör örgütünün kurucusu …’ın resminin bulunduğu anlaşılan posteri taşıdığının anlaşıldığı,” belirtilerek, sanığın eylemlerinin bu haliyle 2911/ s.Y.nın 33/1, 3713 s. …nun 7/2-b-1, …nun 314/3 ve 220/6 maddeleri delaletiyle 314/2 maddelerine uyan suçları oluşturduğu, 2911 s.Y.nın 33/1 ve 3713 s. …nun 7/2-b-1 maddelerine uyan suçlardan …nun 44/1 maddesi gereğince …nun 7/2-b-1 maddesi gereğince cezalandırılması gerektiği iddia edilmiş ve sanığın 2911 sayılı yasanın 33/1.b md. ve 3713 sayılı yasanın 2/2, 3/1, 7/4 maddeleri uyarınca 5237 sayılı yasanın 220/6 ve 314/3. maddeleri delaletiyle aynı kanunun 314/2. maddesi ve 3713 sayılı yasanın 5/1 maddesi ve 3713 sayılı yasanın 7/2-b-1 maddeleri gereğince cezalandırılması talepli kamu davası açılmıştır.
… 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 12/06/2015 gün ve 2015/115 Esas, 2015/99 Karar sayılı kararı ile “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” suçundan hükmüm açıklanmasının geri bırakılmasına, “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşleme” suçundan ise …nın 314/3 ve 220/6 madde ve fıkraları yollamasıyla 314/2, 220/6-2.cümle, 3713 sayılı kanunun 5, …nın 62, 53, 58/9, 63 maddeleri uyarınca mahkumiyete karar verilmiştir.
Yüksek Daire ve Başsavcılığımız arasında oluşa ilişkin bir ihtilaf bulunmamaktadır. İhtilafın konusu 2911 s.Y.nın 33/1 maddesine ve 3713 s.Y.nın 7/2-1-b maddelerine uyan eylemde, sanık hakkında uygulanacak yasanın belirlenmesinde fikri içtimayı düzenleyen …nun 44.maddesinin mi yoksa özel norm- genel norm ayrımının esas alınacağı, buna bağlı olarak 2911 s.Y.nın 33/1 maddesine aykırılık teşkil eden eylemin varlığını devam ettirip ettirmeyeceği ve varlığını devam ettirdiği kabul edildiğinde sanığın “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşleme” suçundan cezalandırılıp cezalandırılmayacağına dairdir.
27/03/2015 tarihli ve 6638 sayılı Yasa ile değişik 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 33/1-b. maddesinde; “Yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyerek katılanlar ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılırlar.” şeklindedir.
“Kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşleri” başlıklı 23. maddesinin (b) bendinde ise; “yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşınarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyilerek veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez ve sair unsurlarla örterek toplantı ve gösteri yürüyüşlerine katılma ve afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşınarak veya bu nitelikte sloganlar söylenerek veya ses cihazları ile yayınlanarak” şeklindeki düzenleme ile Yasa’nın 33/1-b. maddesinde sözü edilen araçların nelerden ibaret olduğu sayılmıştır.
3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 7. maddesinin 2. fıkrasının (b-1) bendinde; “Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde; örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması”nın yasaya aykırı olduğu belirtilmiştir.
…nun 44/1 maddesi “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” hükmüne yer vermiştir.
5237 s. …nda özel norm – genel norm (özel kanun – genel kanun) ilişkisini düzenleyen kanunlar arasında çıkabilecek çatışmayı -fikri içtima kuralları dışında- çözüme kavuşturan bir düzenleme yapılmamıştır.
Öğretide özel norm- genel norm ilişkisinden bahsedilebilmesi için ilk şartın her iki normun aynı hukuki değeri koruması gerektiği, ikinci olarak özel normun, genel normun özelliklerinin yanı sıra başka özelliklere de sahip olması gerektiği kabul edilmiştir. Bir normun özel oluşu ve böylece genel norm karşısında önceliğe sahip bulunuşu, bazı ek özellikleri, unsurları bünyesinde taşımasından doğmaktadır. “Özellik unsurları” şeklinde isimlendirebileceğimiz bu unsurlar o norma özgü niteliklerdir. Eylem bu özellik unsurlarının kapsama alanına girmiyorsa genel norm uygulanabilecektir. Özel norm farklı özelliklere de sahip bir norm olduğu için, onun önceliğinde daha ağır bir ceza içerip içermemesinin hiç bir önemi yoktur. Özel nitelikteki norm kapsamına giren bütün durumlarda tek norm olarak uygulanır.
Özel-genel norm ilişkisi yönünden görünüşte içtimaın diğer ilkelere dayanan görünüşte içtima hallerinden en büyük farkı, bunun ancak tek eylem yönünden söz konusu olmasıdır. Bu açıdan fikri içtima ile yakınlık gösterdiği halde, özel-genel norm ilişkisinde gerçekten tek suçun varlığına karşılık, fikri içtimada suçlar daima birden çok olup, kanun koyucu ceza politikası gereği faili en ağır cezayı gerektiren suçtan sorumlu tutmaktadır. (Kayıhan İçel, … Ticaret Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi Yıl: 7, Sayı 14, Güz 2008 s. 35-49)
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21/02/2017 gün ve 2015/15-393 Esas, 2017/74 karar sayılı kararında da benzer hukuki kurumlar tartışılmış, özel norm – genel norm ilişkisi hakkında “Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Suçun temel ve nitelikli halleri arasındaki ilişki, özgü suç ve genel suç arasındaki ilişki ile genel ve özel kanun arasındaki ilişki, özel-genel norm ilişkisi içinde değerlendirilmektedir. (M. Emin Artuk-A. Gökçen- A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Adalet Yayınevi, …, 2014, s. 636; Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, 2015, s. 612-613; Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Bası, Adalet Yayınevi, …, 2016, s. 685-686; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, …, 2015, s.520). Örneğin, 5237 sayılı Kanunda zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 sayılı Bankacılık Kanununun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince 5237 sayılı TCK’nun 247. maddesi değil Bankacılık Kanununun ilgili hükmü uygulanmalıdır.” açıklaması karar gerekçesinde yer almıştır. Aynı kararda GSM abolnelik sözleşmelerinin sahte düzenlenmesi halinin, bu belgeler özel belge niteliğinde olmasına rağmen, …nun 207. Maddesi kapsamında değil fakat özel norm niteliğinde olan 5809 s. Elektronik Haberleşme Kanununun 56 ve 63/10 maddesi kapsamında kaldığının kabul edilmiştir.
Sanığın eylemine uyan her iki yasa hükmü de özel yasalar içinde yer almakla birlikte Yüksek Daire 2911 s. Yasayı daha genel bir yasa olarak kabul etmiş, 3713 s.Y //2 maddesindeki düzenlemenin özel nitelikte olduğu ve 2911 s.Y 33/1 maddesinde yazılı suçun haksızlık içeriğini tamamen tükettiği, böylece ortada iki ayrı suçun değil fakat tek bir suçun bulunduğunu kabul etmiştir.
Her iki yasa hükmünün özel nitelikli yasalar kapsamında düzenlenmiş olduğu, bu yasalardan birinin diğerine göre daha genel nitelikte olduğunun kabulüne olanak bulunmadığı, bu bağlamda aynı fiile bu iki yasaya ait farklı yasa maddelerinin uygulanması imkanının bulunduğu hallerde hangi yasa hükmünün …nun 44/1 maddesinde belirlenen fikri içtima hükmüne başvurmak gerektiği, …nun 44/1 maddesine uygun şekilde uyuşmazlık çözümlendiğinde, uygulanmayan yasa hükmünde yazılı suçun varlığını devam ettireceği, ancak bir cezalandırma politikasının sonucu olarak tek ceza verileceğinin kabul edilmesi gerektiği sonucuna varılmıştır. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 15/01/2015 tarihli ve 2013/16585 esas, 2015/188 sayılı kararı da bu yöndedir.
Somut olayda da …nun 44/1 maddesi gereğince daha ağır cezayı içeren 3713 s.Y.nın 7/2 maddesi ile hüküm kurulurken, 2911 s.Y 33/1 maddesinde yazılı olan ve sübutunda herhangi bir ihtilaf bulunmayan suçun da varlığını koruduğu, böylece 3713 s.Y.nın 7/son maddesinin uygulama alanının olmadığı, 2911 s.Y 33/1 maddesine uyan ancak TCK..nun 44/1 maddesi nedeniyle cezalandırılmayan eylemden dolayı verilen “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşleme” suçundan mahkumiyet hükmünün onanması gerektiği düşüncesi ile aksi yöndeki kabule dayanan Yüksek Daire kararına itiraz etmek gerekmiştir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay (Kapatılan) 16. Ceza Dairesinin 09.07.2018 tarihli ve 2524-2319 sayılı kararıyla itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; PKK silahlı terör örgütünün propagandasının yapıldığı gösteride örgüt liderine ait posteri taşıyan sanığın, 2911 sayılı Kanun’un 33/1-b ve 3713 sayılı Kanun’un 7/2-1-b maddelerine uyan eylemi nedeniyle uygulanacak yasanın belirlenmesinde fikri içtimayı düzenleyen TCK’nın 44. maddesinin mi yoksa özel norm-genel norm ayrımının mı esas alınacağının, bu bağlamda silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan ayrıca cezalandırılıp cezalandırılmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
İnceleme itiraz kapsamına göre sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Sanık …’in; “Üzerinde PKK terör örgütünün kurucusu …’ın resminin bulunduğu anlaşılan posteri taşımakla “Terör Örgütü Propagandası Yapmak” ve “Silahlı Terör Örgütüne Üye Olmamakla Birlikte Örgüt Adına Suç İşleme” suçlarını işlediği anlaşılmakla yargılamasının mahkemenizce yapılarak delillerin takdiri ve değerlendirilmesi mahkemenize ait olmak üzere eyleminine uyan yukarıda belirtilen sevk maddeleri uyarınca cezalandırılmasına,şüphelinin tutuklu geçirdiği sürenin alacağı cezadan mahsubuna karar verilmesi kamu adına talep ve iddia olunur” ifadelerine yer verilerek sanık hakkında silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan cezalandırılması istemiyle TCK’nın 314/3 ve 220/6. maddeleri yollamasıyla TCK’nın 314/2, 220/6, 3713 sayılı Kanun’un 5/1, TCK’nın 53, 58/9, 63. maddeleri gereğince dava açılmıştır.
Sanık … savunmalarında aleyhine olan hususları kabul etmediğini, önceki savunma ve beyanlarını aynen tekrar ettiğini, 22 yaşında Kamu yönetimi bölümü 3. sınıfta okuyan bir öğrenci olduğunu, hukuk alanı ile ilgili dersler de aldığını, iddianameyi incelediğinde hukukun zorlandığını ve aleyhine saptamalara gidildiğini gördüğünü, belirttiği şekilde aleyhine olan isnat ve iddiaları, saptamaları, internet tespit tutanaklarını da kesinlikle kabul etmediğini, Facebook ve Twitter adresi olmadığını, herhangi bir çağrı üzerine sözü edilen toplantıya katılmadığını, internet tespit tutanağındaki hususlarla ilgili olarak olay öncesinde bilgi sahibi olmadığını, sorumluluk sahibi bir öğrenci olduğunu, sözü edilen cenaze törenine toplantı ve gösteri yürüyüşü anlamında değil bir cenaze töreni olduğu için katıldığını, bu itibarla toplantı ve gösteri yürüyüşleri yasasına da muhalefet etmiş olmadığını, sözü edilen olay zamanında Sanat sokağı üzerindeki kaldığı eve doğru gittiğini, kalabalık grup olduğunu ve cenaze töreni yapılacağını öğrendiğini, cenazeye katılmak için topluğun içine girdiğini, bu aşamada arka taraftan sözü edilen poster çıkartılarak kapalı vaziyette verildiğini, posteri tutmasının dayatıldığını, tanımadığı bayan şahıs ile birlikte söz konusu posteri tuttuğunu, kalabalık topluluğun ön tarafında olduklarını, posterin üzerindeki … resmini görünce bırakmak istediğini, ancak arkasındaki yaklaşık bin kişilik gruptan çekindiğini, bu şekilde yürüyerek grup ile birlikte ve grubun ön tarafında olacak şekilde cemevine kadar geldiklerini, terör örgütü mensubu olduğu söylenen ve iddianamede belirtilen cenazesi yapılan şahıs ile ilgili bilgisinin olmadığını, cenazeye katıldığı aşamada veya öncesinde kimin cenazesi olduğu hususunda da bilgisi olmadığını,
İfade etmiştir.
… Ağır Ceza Mahkemesince; “somut olayda sanığın mahkememizce sabit görülen eylemlerinin dosya kapsamında bulunan görüntü kayıtlarına ve buna dayalı olarak düzenlenen görüntü inceleme ve tespit tutanaklarına göre sübut bulduğu kanaatine ulaşılmıştır. … il merkezinde, aleniyet unsuru taşıyan caddelerde ve meydanda gerçekleşen yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşü esnasında kolluğun önleyici kolluk faaliyeti çerçevesinde elde ettiği, başlangıçta sanığa veya belirli başka bir şüpheli şahsa yönelmeyen mobese kayıtlarının veya benzeri yöntemlere dayalı olarak elde edilen kamera görüntü kayıtlarının elde ediliş yöntemi itibariyle hukuka aykırı delil olarak kabulünü ve bu delilin dosyadan çıkarılmasını gerektirir hal bulunmamaktadır. Delil serbestisinin geçerli olduğu ceza muhakemesi hukukunda hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmemesi kaydıyla her türlü bilgi, belge ve delilin sübut vasıtası olarak hükme esas alınması mümkündür. Mevcut dosya kapsamında sübut vasıtası olarak mahkememiz hükmüne esas alınan görüntü kayıtlarının önleyici kolluk faaliyeti çerçevesinde ve kolluğun bilgi toplama görevi doğrultusunda elde edildiği, il merkezindeki cadde ve meydanda gerçekleştirilen yasadışı faaliyete yönelik olduğu, özel hayatın gizliliğine, Anayasanın 13. maddesinde öngörülen orantılılık ilkesine aykırı düşecek ve delilin hukuka uygunluğunu etkileyecek tarzda müdahalenin bulunmadığı, yasadışı toplantı ve gösteri yürüyüşü öncesinde ve eylemin devam ettiği aşamada CMK’nun 140. maddesi kapsamında sanığa yüklenen suçlara ilişkin olarak başlatılan soruşturma bulunmadığı, bu itibarla kolluğun önleyici kolluk faaliyeti ile bilgi toplama görev ve yetkisi kapsamında elde ettiği verinin elde ediliş yöntemi itibariyle CMK’nun 140. maddesinde öngörülen teknik araçla izlemeye ilişkin koruma tedbirine dayalı olarak elde edilmediği, aleni olarak kabul edilen cadde ve meydanlarda kamu güvenliği, kamu düzeninin sağlanması, suç işlenmesinin önlenmesi gibi amaçlarla somut anlamda belli bir bireyi hedef almayacak şekilde mobese kayıtlarına dayalı görüntü tespitine gidilmesine ve bu yolla elde edilen delilin sübut vasıtası olarak ele alınmasına esasen delil serbestisinin geçerli olduğu ceza muhakemesi hukukunda engel hal bulunmadığı gözetilerek sanık müdafiinin hükme esas alınan delilin elde ediliş yöntemine, hukuka aykırılığına ve bu nedenle dosyadan dışlanmasına yönelik talep ve savunmaları mahkememizce yerinde görülmemiş ve yukarıda ayrıntısıyla belirtilen gerekçeye dayalı olarak sanığın sabit görülen silahlı terör örgütü propagandası yapmak ve ayrıca silahlı örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçları nedeniyle ayrı ayrı tecziyesine karar verilmesi gerektiği kanaatiyle aşağıdaki hükmü kurmak gerekmiştir” şeklinde açıklanan gerekçeyle sanığın silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan mahkumiyetine karar verilmiştir.
Sanık müdafisi temyizinde; sanığın eyleminin düşünce ve ifade özgürlüğü bağlamında olduğunu, cenaze töreninin toplantı ve gösteri yürüyüşü olmadığını, görüntülerin hukuka aykırı delil olduğunu, örgütsel bir çağrı bulunmadığı hâlde TCK’nın 314/2 ve 220/6. maddelerinde ve ayrıca hem 2911 hem de 3713 sayılı Kanun’lardan aynı eylem nedeniyle birden fazla cezalandırma hükmü kurulduğunu, mahkemenin kabulünün hatalı olduğunu, …’ın resminin taşınmasının suç olmadığını, kararın AİHM içtihatlarına aykırı olduğunu,
Beyan etmiştir.
Yargıtayın yerleşik uygulaması ve öğretideki ağırlıklı görüşlere göre örgüt kurma, yönetme ve üyelik suçları;
a) Genel Olarak:
Yapılanma biçimi ne olursa olsun kanunlarda suç olarak tanımlanan fiillerin işlenmesi amacıyla oluşturulmuş örgütlere suç örgütü denmektedir.
Örgüt kurma ve yönetme suçunda genel hükümlerden ayrı olarak kanun koyucu hazırlık hareketlerini suç sayarak kamu düzeninin ve güvenliğinin korunmasını sağlamak amacıyla bağımsız bir suç düzenlemesi yapmıştır. Bu suç somut tehlike suçudur.
Düzenleme ile amaç suçtan bağımsız olarak, hazırlık hareketlerini cezalandıran bir suç tipine yer verilmiştir.
Devletin şahsiyetine karşı cürümlere müteveccih çok kişinin iradesinin birleşmesinin doğuracağı ağır tehlikeyi ve ciddi bir suçun işlenmesi ihtimalinin muhakkaklığını göz önünde bulundurarak bu kolektif suç tehlikesini müstakil suç olarak cezalandırmış ve icra hareketlerine geçilmeden bir fiilin cezalandırılmayacağı prensibinden ayrılmıştır.
Devletin şahsiyetine karşı suçların çoğu teşebbüs suçudur, teşebbüs dahi tamamlanmış suç gibi kabul edildiğinden, zaten tehlike suçudur; bu bakımdan hazırlık hareketlerinin cezalandırılması “tehlike tehlikesinin cezalandırılması” şeklinde kabul edilmektedir. (Manzini, 1950, 606, atfen, Özek, ege. s. 348)
b) Örgüt kurma:
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir yapının, ast-üst ilişkisinin, emir-komuta zincirinin hâkim olduğu yapılanmayı ifade eder. Böylece örgüt, mensupları üzerinde hakimiyet tesis eden bir güç kaynağı mahiyetini kazanmaktadır. Bu bağlamda bir organize güç aracından, organize güç enstrümanından söz edilebilir.
Suç örgütünün varlığından söz edebilmek için belli bir amaç, maksat etrafındaki bir fiili birleşme yeterlidir. Bu örgütler mahiyetleri itibariyle devamlılık arz ederler. Bu itibarla belli bir suçu işlemek için bir araya gelme hâlinde bir suç örgütünün varlığından bahsedilemez.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma, somut bir tehlike suçu olduğu için oluşturulan örgütün üye sayısı ve malzeme donanımı itibariyle güdülen amaçları gerçekleştirme açısından somut bir tehlike arzedip arzetmediği hâkim tarafından yapılacak değerlendirmeyle belirlenecektir. Somut zarar tehlikesini oluşturmaya uygunluk için “amacı gerçekleştirmeye yeterli üye”nin, “hiyerarşik örgüt yapısı”nın, “şiddete dayanan eylem programı”nın varlığını aramak gerekir.
Örgütün silahlı olup olmaması ve sahip olunan silahların cins, nitelik ve miktarı somut tehlikenin belirlenmesinde dikkate alınmalıdır. Örgütün, silahlı örgüt vasfını kazanması için mensuplarının silah sahibi olmaları gerekmez. Silahlar üzerinde gerektiğinde tasarruf imkânının olması gerekli ve yeterlidir.
c) Örgüt yönetme:
Fail, hiyerarşik olarak örgüt üyeleri üzerinde bulunuyor, geniş bir alanda iş bölümü yapabiliyor, örgüt üyeleri üzerinde sevk ve idarede bulunabiliyor, örgütsel faaliyetlerin organizasyonunda ve icrasında harekete geçiren, engelleyen veya durduran olarak rol üstlenebiliyor, bu faaliyetleri denetleyebiliyor ise yönetici olarak kabul edilebilecektir.
Örgüt yönetme, örgütün amaçları doğrultusunda örgütü idare etmeyi, emir ve direktif vermeyi, örgüt içinde inisiyatif ve karar verme gücüne sahip olmayı gerektirir. Örgütün varlığının, etkinliğinin ve gelişiminin sağlanması, hedeflerinin belirlenmesi, program ve stratejilerinin saptanmasını ifade eder. Ancak örgütün faaliyetleri çerçevesinde sadece belirli bir suçun işlenmesini organize edenler bu suçun işlenmesini planlayıp yönetenler örgüt yöneticisi olarak kabul edilemez.
Geniş bir alanda faaliyet yürüten örgütlerin yöneticileri, örgüt yapılanması da dikkate alınarak somut olayın özelliklerine, bu kişilerin örgütün hiyerarşik yapısı içerisindeki konum ve görevlerine göre belirlenmelidir. Bu tür örgütlenmelerde her yöneticinin örgütün tamamını yönetmesi mümkün olmadığından, örgütün bölge, il, ilçe sorumlularının yönetici olup olmadıklarının sorumluluk sahalarındaki örgütsel faaliyetlerin yoğunluğu da gözetilerek belirlenmesi gerekir.
d) Örgüt üyeliği:
Örgüt üyesi, örgüt amacını benimseyen, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olan ve bu suretle verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini örgüt iradesine terk eden kişidir. Örgüt üyeliği; örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir. Örgüt üyesi örgütle organik bağ kurup faaliyetlerine katılmalıdır. Organik bağ; canlı, geçişken, etkin, faili emir ve talimat almaya açık tutan ve hiyerarşik konumunu tespit eden bağ olup üyeliğin en önemli unsurudur. Örgüte yardımda veya örgüt adına suç işlemede de örgüt yöneticileri veya diğer mensuplarının emir ya da talimatları vardır. Ancak örgüt üyeliğini belirlemedeki ayırt edici fark, örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi dahilinde verilen her türlü emir ve talimatı sorgulamaksızın tamamen teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır olması ve öylece ifa etmesidir.
Örgüt üyesinin bu suçtan cezalandırılması için örgüt faaliyeti kapsamında ve amacı doğrultusunda bir suç işlemesi gerekmez ise de örgütün varlığına veya güçlendirilmesine nedensel bir bağ taşıyan maddi ya da manevi somut bir katkısının bulunması gerekir. Üyelik mütemadi bir suç olması nedeniyle de eylemlerde bir süre devam eden yoğunluk aranır.
Silahlı örgüte üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibariyle süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. (Evik, Cürüm işlemek için örgütlenme, Syf. 383 vd.)
Bu ilkeler ışığında iç hukukumuzdaki düzenlemelere göz atıldığında;
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu; “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
TCK’nın 314. maddesi bakımından bir oluşumun veya yapılanmanın, silahlı terör örgütü sayılabilmesi için;
Yöntem: Terör örgütü, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle hareket eden bir örgüt tipidir.
Amaç-Saik: Silahlı terör örgütü, siyasi maksatla faaliyet gösteren örgütleri ifade eder. Bu bakımdan 3713 sayılı Kanun’un birinci maddesinde sayılan amaca yönelik ve Devletin Anayasal düzenine veya güvenliğine karşı bir suç işlemek amacıyla faaliyet gösterir.
Elverişlilik: Silahlı terör örgütünün, TCK’nın İkinci Kitabının Dördüncü Kısmının Dördüncü ve Beşinci Bölümlerinde yer alan suçları amaç suç olarak işlemek üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede silahlı olması ya da bu silahları kullanabilme imkânına sahip bulunması gerekir. Amaca matuf kavramı ise silahlı terör örgütünün yapısının, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olmasını ifade eder.
Araç-gereç: Örgüt mensuplarının tamamı olmasa bile bir kısmının silahlı olması silahlı terör örgütünün oluşması için yeterlidir. Örgüt, bu silahları gerektiğinde kullanma imkânına sahip ise silahlı olduğu kabul edilmelidir. Silahlı terör örgütünün elinde bulunan silahın devlete ait olması ya da bu silahların hukuka aykırı yollardan elde edilmesi bu suçun oluşması açısından önem taşımaz.
Türk halkı 40 yılı aşkın süredir etnik, ideolojik veya dini temellere dayalı çeşitli terör örgütleri tarafından yapılan saldırılara muhatap olmuş, binlerce insan hayatını kaybetmiş veya ağır şekilde yaralanmıştır. İnsanların refahı için harcanması gereken parasal kayıp hesap edilemeyecek boyuttadır. Örgütün baskısı yüzünden bazı insanlar en temel hak ve özgürlüklerini kullanamaz hâle gelmiş, yaşadıkları yerleri terk etmek ya da örgütün talimatları doğrultusunda hareket etmek zorunda kalmışlardır. Devlet, bu tehdidin devam ettiği zamanlarda dahi insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmeleri imzalayarak kişisel hak ve özgürlükleri korumak iradesini ortaya koymuştur. Nitekim bu sözleşmelerdeki hakların, hiyerarşik olarak kanunlar üstü biçimde uygulanacağına dair Anayasal hüküm kabul edilmiş olması ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin yargı yetkisinin tanınması bu iradenin somut örneklerinden birisidir. 1991 yılında yürürlüğe giren Terörle Mücadele Kanunu’nda 29 kez genel olarak özgürlükleri genişletme yönünde değişiklik yapılmıştır. Amaç suçlar bakımından tehlikelilik hâlinin somutlaşıp yakınlaşması durumunda halkta oluşan güvenlik kaygısının artmasına paralel kısıtlayıcı tedbirlere başvurulduğu görülmekle birlikte kişilerin barış ve güven içinde yaşama hakkına yönelik tehdidin azaldığı dönemlerde özgürlükleri genişleten düzenlemeler hız kazanmıştır.
Terörle Mücadele Kanunu’nun terör örgütlerini tanımlayan 7/1. maddesinde 29.06.2006 tarihinde 5532 sayılı Kanun’un 5. maddesiyle yapılan değişiklik sonrası oluşan hukuki durumun değerlendirilmesinde fayda görülmektedir. İlgili maddenin önceki hâli “Madde 7- “3 ve 4 üncü maddelerle Türk Ceza Kanununun 168. 169, 171, 313, 314 ve 315 inci maddeleri hükümleri saklı kalmak kaydıyla bu Kanunun 1 inci maddesinin kapsamına giren örgütleri her ne nam altında olursa olsun kuranlar veya bunların faaliyetlerini düzenleyenler veya yönetenler beş yıldan on yıla kadar ağır hapis ve ikiyüzmilyon liradan beşyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası, bu örgütlere girenler üç yıldan beş yıla kadar ağır hapis ve yüzmilyon liradan üçyüzmilyon liraya kadar ağır para cezası ile cezalandırılırlar” şeklindeki iken 2006 yılında yapılan değişiklik sonrası “7/1. cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hâlini almıştır.
Bu değişiklik karşısında; Terörle Mücadele Kanunu’nunda yapılan örgüt tanımı ile TCK’nın 314/1-2. maddesindeki örgüt tanımı çelişmekte midir; mevzuatta silahlı veya silahsız iki ayrı örgüt varlığını sürdürmekte midir soruları gündeme gelmektedir. Başka deyimle Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/1. maddesinin, TCK’nın 314. maddesine atfının unsur atfı mı yoksa ceza yaptırımına mı olduğu ortaya konulmalıdır. Silahlı terör örgütü suçunun unsurlarına TCK’nın 314. maddesinde yer verilmiştir. Yukarıda izah edildiği şekilde örgüt kurma, yönetme ya da üye olma, amaç suç bakımından hazırlık hareketi niteliğinde somut tehlike suçudur. Somut tehlike suçları zarar suçu niteliğinde olmayıp hazırlık hareketlerini cezalandıran istisnai düzenlemeler olması nedeniyle cebir ve şiddet içeren faaliyetlerde bulunma zorunluluğu yoktur, yeter ki cebre yönelik bir irade ortaya konulsun. Zira 5237 sayılı TCK’nın 221. maddesinin 1. bendinde örgüt kuran kişilerin, herhangi bir suç işlemeden örgütü dağıtmaları hâlinde cezai yaptırıma muhatap olmayacakları şeklindeki düzenleme bu görüşü doğrulamaktadır. Bu nedenle 3713 sayılı Kanun’un 7/1. maddesinde yapılan değişiklikle, failin örgüt üyesi olduğunun kabulü için cebir ve şiddet gerektiren fiili işlemesi zorunluluğu getirildiği ileri sürülemeyecektir. Bu değişiklik TMK’nın 1. maddesinde yazılı amaç suçların gerçekleştirilmesinde şiddetin gerekliliğini vurgulamanın yanında kurulan, yönetilen veya üyesi olunan örgütün cebir ve şiddeti araç olarak kullanma gerekliliğini ifade etmektedir. Aksi takdirde bu suçun tehlike suçu olma vasfını ortadan kaldırmış ve TCK’nın 220 ve 314. maddelerindeki unsurlarla çelişilmiş olacaktır.
PKK silahlı terör örgütün propagandasının yapıldığı gösteride …’ın resminin bulunduğu posteri taşıyan sanığın eylemine ilişkin uyuşmazlığın konusu, 3713 sayılı Yasa’nın 7/2. maddesi ile 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesi arasında ilk derece mahkemesi ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının kabul ettiği şekilde TCK’nın 44. maddesinde düzenlenen fikri içtima kuralları gereğince mi yoksa Özel Daire kararında açıklandığı şekilde özel norm-genel norm ilkelerine göre mi ceza tayin edileceğine ilişkindir. Bu uyuşmazlığın çözümüne göre sanık hakkında 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesi dayanak alınarak TCK’nın 220/6 ve 314/3. maddeleri yollamasıyla TCK’nın 314/2. maddesi gereğince ayrıca silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçundan ceza tayin edilip edilemeyeceği belirlenecektir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturabilmesi için yukarıda yapılan açıklamalar yanında sırasıyla; silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçu, 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesine aykırılık suçu, fikri içtima ve görünüşte içtima, özel-genel norm ilişkisi, örgüt, silahlı örgüt ve silahlı terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme suçuna değinmek gerekmektedir.
a) Silahlı Terör Örgütünün Propagandasını Yapma Suçu;
Türk Dil Kurumu sözlüğünde “propaganda” kavramı, “Bir öğreti, düşünce veya inancı başkalarına tanıtmak, benimsetmek ve yaymak amacıyla söz, yazı vb. yollarla gerçekleştirilen çalışma, yaymaca” olarak tanımlanmıştır. Propaganda, bir düşünce açıklamasıdır ancak her düşünce açıklamasını propaganda olarak kabul etmek mümkün değildir. Bir düşünce açıklamasının propaganda olarak kabul edilebilesi için, pasif düşünce açıklaması şeklinde değil, sistematik, yoğun, taraftar kazanmak ve başka kişilerin düşüncelerini etkilemek amacıyla düşünce aşılama şeklinde olması gerekir (İbrahim Şahbaz, Karşılaştırmalı Düşünceyi Açıklama Özgürlüğü, Yetkin Yayınları, … 2007, s.22).
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 10.12.1990 tarihli ve 263-336 sayılı kararında propaganda, “Toplumun bütününü veya belirli bir kesiminin inanç, tutum ve davranışlarını yönlendirmek maksadıyla bilinçli olarak seçilen bilgi, olgu ve savları sistematik bir gayret ve muhtelif araçlarla yayma etkinlikleri, geniş bir kitleyi, muayyen hedefler doğrultusunda ikna etme çabası” olarak tanımlanırken Anayasa Mahkemesi ise propagandayı, “Belli bir maksada ulaşmak ve taraftar kazanmak adına düşüncelerin birden çok kişinin bilgisine ulaştırılmasını sağlayan bir etkileme eylemi ve şekli, bir fikri yayma, tanıtma, benimsetme maksadına matuf eylemler” şeklinde tanımlamıştır. Örgüt propagandası ise Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 07.02.2017 tarihli ve 383-60 sayılı kararında “Terör örgütünün düşüncesini yaymak amacıyla slogan atarak; bildiri, gazete, dergi dağıtarak ya da satarak; resim, yazı, bayrak, pankart asarak, taşıyarak, basın açıklaması yaparak bu düşünceyi övmek, yüceltmek, haklı ve meşru göstermeye çalışmak şeklindeki eylemler” olarak ortaya konmuştur.
3713 sayılı Kanun’un “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin silahlı terör örgütünün propagandasını yapma suçunu düzenleyen 2. fıkrası;
“Yukarıdaki fıkra uyarınca oluşturulan örgüt mensuplarına yardım edenlere veya şiddet veya diğer terör yöntemlerine başvurmayı teşvik edecek şekilde propaganda yapanlara fiilleri başka bir suç oluştursa bile ayrıca bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beş yüz milyon liradan bir milyar liraya kadar ağır para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin gerekçesi ise; “Maddede, bu Kanun’un 3 ve 4. maddesi ile Türk Ceza Kanunu’nun 168, 169, 171, 313, 314 ve 315. madde hükümleri saklı kalmak üzere baskı, cebir ve şiddet, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerini benimseyerek Anayasa’da belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini ve Devletin siyasi, hukuki, sosyal, laik ve ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetinin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla örgüt kurma, bu şekilde kurulmuş örgütlerin faaliyetlerini düzenleme veya bu örgütleri yönetme ve bu örgütlerin propagandalarının yapılması ve her ne suretle olursa olsun yardım edilmesi fiilleri cezalandırılmaktadır.
Maddede, yardımların belirtilen mahallerde yapılması ağırlatıcı sebep sayılmaktadır. Ayrıca dernek, vakıf, sendika ve benzeri kurumların teröre destek olduklarının tespiti hâlinde bu yerlerin faaliyetlerinin durdurulacağı, mahkemece kapatılacakları ve mal varlıklarının müsaderesine karar verileceği belirtilmektedir.
Örgütle ilgili propagandanın Basın Kanunu’nun 3. maddesinde belirtilen mevkutelerle işlenmesi hâlinde verilecek ceza, maddenin son fıkrasında gösterilmektedir.” olarak ifade edilmiştir.
29.06.2006 tarihli 5532 sayılı Kanun’un 6. maddesi ile yapılan değişiklikle 3713 sayılı Kanun’un 7/2. maddesi;
“Terör örgütünün propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenişine iştirak etmemiş olan sahipleri ve yayın sorumluları hakkında da bin günden onbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur. Ancak, yayın sorumluları hakkında, bu cezanın üst sınırı beş bin gündür. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a) Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
b) Terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde, örgüte ait amblem ve işaretlerin taşınması, slogan atılması veya ses cihazları ile yayın yapılması ya da terör örgütüne ait amblem ve işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.” hâline getirilmiş olup, yapılan değişikliğin gerekçesi; “Maddenin ikinci fıkrasında terör örgütünün veya bu örgütün suç işlemek yönündeki amacının propagandasının yapılması suç olarak tanımlanmıştır. Söz konusu fıkranın ilk iki cümlesi 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 220. maddesinin sekizinci fıkrası hükümlerinden ibarettir. Dikkat edilmelidir ki, bu tanıma göre suç oluşturan fiillerden birisi, terör örgütünün amacının propagandasının yapılmasıdır. Buradaki amacı, suç işlemek yönündeki amaç olarak anlamak gerekir. Maddenin ikinci fıkrasının (a) ile (c) bentlerinde bu kapsamda cezalandırılacak fiil ve davranışlar gösterilmiştir. Yapılan değişiklikle, terör örgütünün veya amacının propagandası suçuyla bağlantılı olarak da basın ve yayın organlarının sahiplerine dikkat ve özen yükümlülüğü yüklenmiştir. Bu yükümlülüğün ceza hukuku sorumluluğuna etkisi ile ilgili olarak, Kanunun 6. maddesinin değiştirilen dördüncü fıkrası hükmünün gerekçesi göz önünde bulundurulmalıdır.
Maddenin üçüncü fıkrasında terör örgütünün veya amacının propagandasının belli yerlerde yapılması, bu suçun daha ağır cezayı gerektiren bir nitelikli unsuru olarak tanımlanmıştır.” olarak ifade edilmiştir.
3713 sayılı Kanun’un suç tarihinde yürürlükte bulunan “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin 2. fıkrası 11.04.2013 tarihli ve 6459 sayılı Kanun’un 8. maddesi ile;
“Terör örgütünün; cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi hâlinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır. Ayrıca, basın ve yayın organlarının suçun işlenmesine iştirak etmemiş olan yayın sorumluları hakkında da bin günden beş bin güne kadar adli para cezasına hükmolunur. Aşağıdaki fiil ve davranışlar da bu fıkra hükümlerine göre cezalandırılır:
a)Terör örgütünün propagandasına dönüştürülen toplantı ve gösteri yürüyüşlerinde, kimliklerin gizlenmesi amacıyla yüzün tamamen veya kısmen kapatılması.
b) Toplantı ve gösteri yürüyüşü sırasında gerçekleşmese dahi, terör örgütünün üyesi veya destekçisi olduğunu belli edecek şekilde;
1. Örgüte ait amblem, resim veya işaretlerin asılması ya da taşınması,
2. Slogan atılması,
3. Ses cihazları ile yayın yapılması,
4. Terör örgütüne ait amblem, resim veya işaretlerin üzerinde bulunduğu üniformanın giyilmesi.” şeklinde yeniden düzenlenmiştir.
Maddede yapılan değişikliğin gerekçesi ise; “AİHM, şiddeti teşvik edici nitelikte olmayan açıklamaların ifade özgürlüğü kapsamında olduğunu belirterek, içeriğinde şiddete başvurmayı cesaretlendirici ifadeler yer almayan ya da kişileri silahlı isyana teşvik edici nitelikte olmayan açıklamalar nedeniyle bireylerin Terörle Mücadele Kanununun 7. maddesinin ikinci fıkrası çerçevesinde cezalandırılmasını ifade özgürlüğüne aykırı bulmaktadır.
Yapılan düzenlemeyle, maddenin ikinci fıkrasında yer alan suçun unsurları yeniden belirlenmekte, maddeye ‘cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde’ ibaresi eklenerek suçun kapsamı AİHM standartlarına uyumlu hale getirilmektedir.
Öte yandan, Anayasa Mahkemesi’nin 18/6/2009 tarihli ve E.:2006/121, K.:2009/90 sayılı iptal kararının neticesinde ortaya çıkan mükerrerliğin önlenmesi ve söz konusu Karara uyum sağlanması amacıyla maddede teknik bir düzenleme yapılmaktadır.
Ayrıca, maddenin ikinci fıkrasının (b) bendinde yapılan değişiklikle, bent kapsamındaki suçların unsurları daha somut hâle getirilmiştir.” olarak ifade edilmiştir.
3713 sayılı Kanun’un “Terör tanımı” başlıklı 1. maddesi “Terör; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” şeklindedir.
b) 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesinde düzenlendiği şekliyle Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’na Aykırılık Suçu;
Türk Dil Kurumu sözlüğüne göre toplantı; “Birden çok kimsenin belirli amaçlarla bir araya gelmesi, içtima”, gösteri ise; “bir istek veya karşı görüşün, halkın ilgisini çekecek biçimde topluca ve açıkça yapılması, nümayiş” şeklinde tanımlanmış,
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun “Tanımlar” başlıklı 2. maddesinde toplantının; “Belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzelkişiler tarafından bu Kanun çerçevesinde düzenlenen açık ve kapalı yer toplantılarını”, gösteri yürüyüşünün; “belirli konular üzerinde halkı aydınlatmak ve bir kamuoyu yaratmak suretiyle o konuyu benimsetmek için gerçek ve tüzel kişiler tarafından bu Kanun çerçevesinde düzenlenen yürüyüşleri” ifade ettiği açıklanmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkı” başlıklı 34. maddesinde; “Herkes, önceden izin almadan, silahsız ve saldırısız toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkına sahiptir…” biçiminde,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Dernek kurma ve toplantı özgürlüğü” başlıklı 11. maddesinde; “Herkes asayişi bozmayan toplantılar yapma, dernek kurma, ayrıca çıkarlarını korumak için başkalarıyla birlikte sendikalar kurma ve sendikalara üye olma haklarına sahiptir” şeklinde düzenlemelere yer verilmiş,
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun 3. maddesinde ise; herkesin, önceden izin almaksızın, bu Kanun hükümlerine göre şiddet veya silah kullanmadan kanunların suç saymadığı belirli amaçlarla toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleyebileceği hüküm altına alınmıştır.
Toplantı ve gösteri yürüyüşleri, çoğulcu bir demokrasinin kurulması, farklı siyasi, kültürel, dini, sanatsal ve benzeri fikirlerin oluşabilmesi ve bir arada yaşayabilmelerinin içselleşmesi bakımından önemlidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 34. maddesine göre; “…Toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkı ancak, millî güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlığın ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla ve kanunla sınırlanabilir…”, AİHS’nin 11. maddesinin ikinci fıkrasına göre de; “Bu hakların kullanılması, yasayla öngörülen ve demokratik bir toplum içinde ulusal güvenliğin, kamu emniyetinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması için gerekli olanlar dışındaki sınırlamalara tabi tutulamaz. Bu madde, silahlı kuvvetler, kolluk kuvvetleri veya devlet idaresi mensuplarınca bu hakların kullanılmasına meşru sınırlamalar getirilmesine engel değildir” şeklinde sınırlamalar öngörülmek suretiyle bu hakkın sınırsız bir hak olmadığı ortaya konulmuştur.
Görüldüğü gibi gerek Türkiye Cumhuriyeti Anayasası gerekse AİHS, toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının, “demokratik bir toplumda gerekli olma” kriteri gözetilmek şartıyla kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önlenmesi, sağlığın veya ahlakın veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması amacıyla sınırlanabileceğini düzenlemektedir. Bununla birlikte soyut bir kamu düzeni ve kamu güvenliği tehlikesine dayanarak toplantı ve gösteri yürüyüşü yasaklanmamalı, göstericilerin saldırgan ve tehdit edici herhangi bir davranış sergileyip sergilemedikleri de tespit edilmelidir.
Uyuşmazlığa konu;
2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nun Toplantı ve Gösteri Yürüyüşüne Silahla Katılanlar başlıklı 33. maddesi;
“Toplantı ve gösteri yürüyüşlerine;
a) Ateşli silahlar veya havai fişek, molotof ve benzeri el yapımı olanlar dâhil patlayıcı maddeler veya her türlü kesici, delici aletler veya taş, sopa, demir ve lastik çubuklar, boğma teli veya zincir, demir bilye ve sapan gibi bereleyici ve boğucu araçlar veya yakıcı, aşındırıcı, yaralayıcı eczalar veya diğer her türlü zehirler veya her türlü sis, gaz ve benzeri maddeler taşıyarak veya kimliklerini gizlemek amacıyla yüzlerini tamamen veya kısmen bez vesair unsurlarla örterek katılanlar iki yıl altı aydan dört yıla kadar,
b) Yasadışı örgüt ve topluluklara ait amblem ve işaret taşıyarak veya bu işaret ve amblemleri üzerinde bulunduran üniformayı andırır giysiler giyerek katılanlar ile kanunların suç saydığı nitelik taşıyan afiş, pankart, döviz, resim, levha, araç ve gereçler taşıyarak veya bu nitelikte sloganlar söyleyerek veya ses cihazları ile yayınlayarak katılanlar altı aydan üç yıla kadar, hapis cezası ile cezalandırılırlar.
Toplantı ve gösteri yürüyüşünün kanuna aykırı olması halinde ve dağılmamak için direnildiği takdirde, ayrıca 32 nci madde hükümlerine göre cezaya hükmolunur’’ şeklindedir.
c) Fikri İçtima, Özel Norm-Genel Norm İlişkisi;
5237 sayılı TCK’nın hazırlanmasında “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır” ilkesi esas alınmış, dolayısıyla gerçek içtima kuralı benimsenmiştir. Nitekim Adalet Komisyonu raporunda bu husus; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır.’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında, işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır.” şeklinde ifade edilmiştir. Bu kuralın istisnaları ise 5237 sayılı TCK’nın “suçların içtimaı” bölümünde, 42 (bileşik suç), 43 (zincirleme suç) ve 44. (fikri içtima) maddelerinde düzenlenmiştir.
765 sayılı TCK’da, aynı neviden fikri içtima ile farklı neviden fikri içtima tek madde hâlinde ve Kanun’un 79. maddesinde düzenlenmiş iken, 5237 sayılı TCK’da bu iki hâl birbirinden ayrılarak, aynı neviden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin ikinci fıkrasında, farklı neviden fikri içtima ise Kanun’un 44. maddesinde düzenlenmiştir.
Farklı neviden fikri içtima 5237 sayılı Kanun’un 44. maddesinde; “İşlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiş olup hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, işlediği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı kişinin birden fazla cezalandırılmasının da önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemini” benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağırının cezasının verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Bu bağlamda, “tek fiil” veya “bir fiil”den ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir. Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de hukuki anlamda hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Diğer bir anlatımla, doğal anlamda fiilin tek olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin tek olduğu söylenebilirse de, doğal anlamda fiilin çok olduğu her hâlde hukuki anlamda da fiilin çok olduğu her zaman söylenemeyecektir. Bazen bir hareketler kümesi, hukuki açıdan tek bir fiil olarak kabul edilecektir. Bu hâlde suç tipinin birden fazla hareketle ihlal edilebilir olması hareketin hukuken tekliğini etkilemeyecek, doğal hareketler hukuken tek kabul edilecektir. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tekliği, doğal anlamda değil hukuki anlamda tek olmayı ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar suçun kanuni tanımında yer alan hukuksal anlamdaki “tek bir fiili” oluşturmaktadır. Nitekim öğretide de benzer nitelikte görüşler ileri sürülmüştür. (Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 9. Bası, …, 2016, s.492 vd., Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayımcılık, 3. Bası, …, 2013, s. 462 vd., Mehmet Emin Artuk – Ahmet Gökçen – Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 7. Bası, …, 2013, s.653 vb.)
5237 sayılı TCK’nın genel hükümleri arasında yer alan fikri içtima kuralları, şartlarının bulunması hâlinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü hâllerde bu kuralın uygulanma ihtimali bulunmamaktadır. Nitekim TCK’nın 212. maddesinde, sahte resmî veya özel belgenin bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması hâlinde, hem sahtecilik hem de ilgili suçtan dolayı ayrı ayrı cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.
Bu anlatımlara göre, farklı neviden fikri içtimanın şartları, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla farklı suçun işlenmiş olması, işlenen suçlarla ilgili kanunda açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının engellenmemiş olması şeklinde belirlenebilecektir.
Görüldüğü gibi, kanuni istisnalar dışında, hukuki anlamda tek bir fiille birden fazla farklı suçun işlenmesi hâlinde, bu suçlardan en ağır cezayı gerektirenin cezasına hükmolunması kanun gereğidir.
Tek fiille birden fazla suç normunun ihlali hâlinde, bu normlar arasındaki içtima ilişkisi yukarıda açıklandığı şekilde ya “farklı neviden fikri içtima” ya da “görünüşte içtima” kapsamında kalmaktadır.
Görünüşte içtima ise çeşitli normların aynı fiille ilgili görünmelerine rağmen, aslında bunlardan yalnız birinin uygulanabilmesidir (Kayıhan İçel, Suçların İçtimaı, …, 1972, s. 167.). Görünüşte içtima kanunda düzenlenmemiştir, ancak ceza normlarının birbirleriyle olan ilişkisi ve bunların yorumundan aynı fiille ilgili görülen çeşitli normlardan sadece birinin uygulanabileceği sonucuna varmak mümkün olduğundan, kanun koyucunun görünüşte içtima şekillerine yer vermesi gerekmemektedir (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, … Eylül 2015, 8. Bası, s. 519.).
Fikri içtima ve görünüşte içtimanın ortak özelliği fiilin tek ve aynı olmasıdır. Ancak fikri içtima hükmünün uygulanabilmesi için görünüşte içtima hâllerinden birinin bulunmaması gerekmektedir. Bu nedenle, tek fiille ilgili suç tipleri arasında öncelikle görünüşte içtima ilişkisinin bulunup bulunmadığının tespiti gerekli olup görünüşte içtima ilişkisinin bulunması, fikri içtima hükmünün uygulanmasına engel teşkil eder. Fikri içtimanın görünüşte içtimadan en önemli farkı, fikri içtima hâlinde sebebiyet verilen suç tiplerine ilişkin normların hepsinin uygulanabilmesine karşılık görünüşte içtimada normlardan sadece birinin uygulanabilir olmasıdır. Başka bir deyişle, görünüşte içtima hâlinde gerçekte sadece bir norm ihlâl edilmekte olup diğer normların ihlâli sadece görünüştedir. Çünkü suç tiplerine ilişkin normların hepsi fiilin haksızlık muhtevasını tümü ile kapsamakla beraber gerçekte uygulanacak olan norm, haksızlık muhtevası itibarı ile diğer normları da tüketmekte, tüm normlar haksızlık ilişkisi bakımından tamamen örtüşmektedir. Dolayısıyla, normlardan sadece biri gerçekte uygulanma kabiliyetine sahiptir (Neslihan Göktürk, Fikri İçtima, Adalet Yayınevi, … 2013, s. 73-74.).
Görünüşte içtima hâllerinde hangi hükmün uygulanması gerektiği, “tüketen-tüketilen norm ilişkisi”, “yardımcı (tali) normun sonralığı” ve “özel normun önceliği” gibi ilkelere göre belirlenmektedir.
Uyuşmazlık konusu ile ilgisi bakımından “özel normun önceliği” ilkesi üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Genel norm ile aynı hukuki yararı koruyan özel norm, genel normun tüm unsurlarını taşımakla birlikte genel normda yer almayan özel bazı unsurları da ihtiva etmektedir. Böyle bir durumda “özel normun önceliği” ilkesi uyarınca olaya genel norm değil özel norm uygulanacaktır. Suçun temel ve nitelikli hâlleri arasındaki ilişki, özgü suç ve genel suç arasındaki ilişki ile genel ve özel kanun arasındaki ilişki, özel-genel norm ilişkisi içinde değerlendirilmektedir (M. Emin Artuk-A. Gökçen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, Adalet Yayınevi, …, 2014, s. 636; Veli Özer Özbek- Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız-İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 6. Bası, 2015, s. 612-613; Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 3. Bası, Adalet Yayınevi, …, 2016, s. 685-686; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, …, 2015, s. 520.). Örneğin, 5237 sayılı Kanun’da zimmet suçunu düzenleyen 247. madde hükmü genel norm niteliğinde iken 5411 sayılı Bankacılık Kanunu’nun 160. maddesinde düzenlenmiş olan zimmet suçu özel norm niteliği taşıdığından, Bankacılık Kanunu kapsamındaki bir banka görevlisinin zimmet suçunu işlemesi durumunda özel normun önceliği ilkesi gereğince 5237 sayılı TCK’nın 247. maddesi değil Bankacılık Kanunu’nun ilgili hükmü uygulanmalıdır.
d) Örgüt, Terör Örgütü ve Örgüt Adına Suç İşleme;
TCK’nun 220. maddesinde ‘’Suç işlemek amacıyla örgüt kurma’’ başlığı altında;
‘’ Madde 220-(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, dört yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, iki yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silahlı olması halinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur.
(5) Örgüt yöneticileri, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen bütün suçlardan dolayı ayrıca fail olarak cezalandırılır.
(6) Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan da cezalandırılır. Örgüte üye olmak suçundan dolayı verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir.(Ek cümle: 11/4/2013-6459/11 md.) Bu fıkra hükmü sadece silahlı örgütler hakkında uygulanır.
(7) Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dahil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişi, örgüt üyesi olarak cezalandırılır. Örgüt üyeliğinden dolayı verilecek ceza, yapılan yardımın niteliğine göre üçte birine kadar indirilebilir.
(8) Örgütün cebir, şiddet veya tehdit içeren yöntemlerini meşru gösterecek veya övecek ya da bu yöntemlere başvurmayı teşvik edecek şekilde propagandasını yapan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi halinde, verilecek ceza yarı oranında artırılır’’ düzenlemelerine yer verilmiştir.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar, kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasa’da güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenleme ile öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.
Bu suçun mağduru ise öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan Devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.
TCK’nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından söz edebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arzeden örgütün varlığı için ileride ihtimal dahilindeki suç/suçları işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi hâlinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.
Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 sayılı Kanun’un 1. maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasa’da belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.” aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
18.07.2006 tarihli ve 26232 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 17. maddesiyle, terör örgütünün tanımını yapan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye’nin de taraf olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 2. maddesinin (a) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu’nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
TCK’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.
3713 sayılı Kanun’un “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hükmü ile TCK’nın 314. maddesine atıf yapılmıştır.
TCK’nın 314. maddesinde tanımlanan “Silahlı örgüt” suçu ise;
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen, TCK’nın “Silahlı Örgüt” başlıklı 314. maddesinde; TCK’nın ikinci kitap dördüncü kısmının dördüncü bölümünde yer alan devletin güvenliğine karşı suçlar ile beşinci bölümünde yer alan anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran, yöneten ve örgüte üye olanların cezalandırılmaları öngörülmüş ve maddenin son fıkrasında; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağı düzenlenmiştir.
Kişiler örgüt hiyerarşisinde yer almamakla beraber örgüte duydukları sempatinin etkisiyle örgüt adını kullanarak suç işleyebilirler. Bu halde örgüt üyesi olmayan kişinin örgüt adına suç işlemesinden söz edilebilir. Bu konudaki ilk düzenleme TMK’nın 2/2 maddesinde yer almıştır. ”Terör örgütüne mensup olmasa dahi örgüt adına suç işleyenler de terör suçlusu sayılır ve örgüt mensubu gibi cezalandırılırlar.” Bu hükümde 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanunla değişiklik yapılarak ”ve örgüt mensubu gibi cezalandırılırlar” ibaresi metinden çıkarılmıştır.
Yerleşik yargısal uygulamalara göre, örgüt üyesi olmayan bir kişinin örgüt adına suç işlediğinin kabulü için, bu suçun işlenmesinin örgüt tarafından istenmesi ya da örgütün bilgisi dahilinde gerçekleştirilmiş olması gerekmektedir. Doğal olarak böyle bir suçu işleyenin de bu bilinçle işlemesi aranır. Kişinin suçu örgüt adına işleyip işlemediği suçun işlendiği koşullar irdelenerek her olayda ayrı ayrı belirlenmelidir. Örgütün çağrısına istinaden, örgütün bilgisi, çıkarları ve stratejisi kapsamında ve bunlara uygun olarak işlenen suçlar örgüt adına işlenmiş suçlar kabul edilebilir. Örgüt adına işlenen suç karşılıksız olabileceği gibi bir menfaat karşılığında da işlenmiş olabilir. TCK’nın 220/6. maddesinde düzenlenen suçun cezalandırma koşulu öncelikle söz konusu suçu işleyen kişinin terör örgütü üyesi olmaması gerekmesidir. Örgüt üyeleri bakımından bu maddenin uygulanması mümkün değildir. Kural olarak bu suç örgüt üyesi olmayan herkes tarafından işlenebilir ve her suç için söz konusu olabilir.
Örgüt adına sürekli suç işleyen ya da belirsiz sayıda suç işleme iradesinde olan kişinin hukuki durumunun örgütle arasında kurulan bağın niteliğine göre örgüt üyesi suçu kapsamında değerlendirilmesi gerekecektir
5237 sayılı TCK’nın 220/6.maddesinde, “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişi, ayrıca örgüte üye olmak suçundan dolayı cezalandırılır.” denilerek, TMK’nın 2/2. maddesindeki düzenlemeye paralel bir suç tipine yer verilmiştir.
Her iki düzenlemenin de uygulamada çok ağır cezalar ortaya çıkardığı yönündeki eleştiriler, özellikle çocuklar hakkındaki cezaların olumsuz etkisinin giderilebilmesi için kanun koyucu tarafından 22.07.2010 tarih ve 6008 sayılı Kanun’la 2911 sayılı Kanuna 34/A maddesi eklenerek, çocuklar hakkında TMK’nın 2/2 maddesinin uygulanmayacağı hükme bağlanmıştır. Böylece 2911 sayılı Yasa kapsamındaki suçları işleyen çocukların örgüt üyeliğinden cezalandırılmasının önüne geçildiği gibi örgüt adına bu kapsam dışındaki suçları işlemeleri halinde cezayı artırıcı hali düzenleyen TMK’nın 5/1. maddesi de uygulanmayacaktır. Diğer taraftan TCK’nın 220. maddesinin 6. fıkrasında 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle hakime örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işleyen kişinin, örgüt üyeliğinden alacağı cezanın yarısına kadar indirebilme yetkisi tanınmıştır.
11.04.2013 tarih, 6459 sayılı Kanun’un 11. maddesi ile değişik TCK’nın 220/6. maddesi gereğince ancak silahlı örgütler adına suç işleyenler örgüt üyeliğinden cezalandırılabilir.
TCK’nın 220/6. maddesinin uygulanmasında 3713 sayılı Kanun’un 7/4. maddesinde yer alan istisna hükmünü dikkate almak gerekir, bu fıkra hükmünde;
”Terör örgütüne üye olmamakla birlikte örgüt adına;
a) İkinci fıkrada tanımlanan suçu,
b) 6 ncı maddenin ikinci fıkrasında tanımlanan suçu,
c) 6/10/1983 tarihli ve 2911 sayılı Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanununun 28 inci maddesinin birinci fıkrasında tanımlanan kanuna aykırı toplantı ve gösteri yürüyüşüne katılma suçunu,işleyenler hakkında, 5237 sayılı Kanunun 220 nci maddesinin altıncı fıkrasında tanımlanan suçtan dolayı ayrıca ceza verilmez’’ şeklindeki düzenleme gereğince bu suçları işleyen kişilere ayrıca TCK’nın 220/6. maddesinde yer alan atıf gereğince ceza tayin edilemeyecektir.
Bu açıklamalar kapsamında uyuşmazlığın incelemesine gelince;
PKK (Partiya Karkeren Kürdistan—Kürdistan İşçi Partisi) adlı yasa dışı silahlı terör örgütü Türkiye Cumhuriyeti’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgeleri ile Suriye, İran ve Irak ülke topraklarının bir kısmını da içine alacak şekilde Marksist-Leninist ilkeler doğrultusunda Kürt Devleti kurma amacı taşıyan ve bu amacı doğrultusunda 1984 yılından beri yurt içinde çok sayıda öldürme, yaralama, soygun, gasp, yol kesme, köy ve karakol basma, kundaklama v.b. eylemler yapan bir terör örgütü olduğu, örgütün zamana ve konjoktüre paralel olarak ideolojisinde, stratejisinde, eylem metodlarında ve yapılanma biçiminde bazı değişikliklere gittiği, Nisan 2002’de KADEK, Kasım 2003’te KONGRA/GEL, Mayıs 2007 yılından itibaren de örgütün yeni yapılanmasının KCK olduğunun duyurulduğu ve KCK yapılanmasının, Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 28.12.2011 tarihli ve 10371-30790 sayılı kararı ile silahlı terör örgütü olarak tanımlandığı, örgütün Suriye’deki faaliyetlerini YPG adı altında yürüttüğü,
Dosya kapsamındaki delillere göre; PKK/YPG silahlı terör örgütü üyesi olan Gabar Dersim (K) …’ın 20.05.2015 tarihinde Suriye’de öldüğü, 26.05.2015 tarihinde örgüte ait internet sitelerinde cenaze töreni için duyurular yapıldığı, cenaze için kortej oluşturulduğu, kalabalık tarafından PKK silahlı terör örgütünü ve cebir, şiddete dayanan yöntemlerini öven sloganlar atıldığı, yasadışı gösteride kortejin en önünde …’ın büyük bir resminin açıldığı ve taşındığı, sanık …’in posteri taşıyan kişilerden biri olduğu anlaşılmaktadır. Sanığın eyleminin hem 3713 sayılı TMK’nın 7/2. maddesine hem de 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesine uygun bulunduğu, TCK’nın 44. maddesi gereğince cezalandırmanın ağır cezayı içeren TMK’nın 7/2. maddesi gereğince yapılacağı, nitekim bu kabule göre mahkemece bu madde gereğince hüküm kurulduğu, mahkemece ayrıca TMK’nın 7/4. maddesi nedeniyle TCK’nın 220/6. maddesinde bulunan suçtan ayrıca ceza verilemeyecek ise de 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesinde düzenlenen suçun varlığını koruduğu ve bu madde temel alınarak TCK’nın 220/6. maddesi gereğince cezalandırma yapılabileceği düşüncesiyle TCK’nın 220/6 ve 314/3. maddelerindeki atıf nedeniyle TCK’nın 314/2. maddesi gereğince de mahkumiyet kararı verilmiş ise de;
2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesindeki ”yasadışı örgüt” ibaresinin yukarıda açıklandığı şekilde suç örgütleri ile terör örgütlerini de kapsayacak genel bir ifade olduğu, bahse konu eylem için TMK’nın 7/2. maddesinde yapılan düzenlemenin bünyesinde özel unsurlar ihtiva eden özel bir düzenleme olarak kabul edilmesi gerektiği, bu kapsamda her iki düzenleme arasındaki ilişkinin görünüşte içtima ilişkisi olduğu, bu ilişki kapsamında uygulanacak normun “tüketen-tüketilen norm ilişkisi”, “yardımcı (tali) normun sonralığı” ve “özel normun önceliği” gibi ilkeler gereğince belirlenmesi gerekeceği, bu kapsamda sanığın eylemine ilişkin olarak 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesinde düzenlenen suçun unsurlarına göre daha özel unsurları ihtiva eden ve olaya ilişkin özel bir cezalandırma iradesi içeren TMK’nın 7/2. maddesinin uygulanması gerektiği, ulaşılan bu sonuca göre 2911 sayılı Yasa’nın 33/1. maddesinin olayda uygulanma imkanı bulunmadığı anlaşılmakla, bu maddedeki suç dayanak alınarak TCK’nın 220/6. maddesinde düzenlenen suçun oluşuğu da kabul edilemeyecektir. TMK’nın 7/4. maddesi gereğince TCK’nın 220/6. maddesinin propaganda suçu dayanak yapılarak uygulanma imkanı bulunmadığından ve Özel Daire bozma kararı isabetli olduğundan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmiştir.
SONUÇ;
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.02.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.