Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2018/303 E. 2022/615 K. 06.10.2022 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/303
KARAR NO : 2022/615
KARAR TARİHİ : 06.10.2022

Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi

Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık …’in TCK’nın 85/2, 62, 50/4, 50/1-a, 52/4 ve 53/6. maddeleri uyarınca 24.300 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve sürücü belgesinin 1 yıl süre ile geri alınmasına ilişkin … 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 20.01.2015 tarihli ve 409-8 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 13.03.2018 tarih ve 5992-2839 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 18.04.2018 tarih ve 115226 sayı ile;
“…Sanık …’in, gerçekleştirdiği trafik kazası sonucu sanığın ablası … ile sanığın ağabeyinin kızı olan …’ın öldüğü, bu kişilerin Suriye Ülkesindeki savaştan kaçarak, sanığın … ilçesindeki evine sığındıkları ve birlikte yaşamaya başladıklarının iddia edilmesi karşısında, Yargıtay kararlarında da açıkça belirtiği üzere, ‘sanık hakkında sosyal ve mali durum araştırması yaptırılarak ölenlerin bakım ve gözetiminin sanık tarafından yapılıp yapılmadığı ve ölenler ile sanığın aynı evde birlikte yaşayıp yaşamadığı araştırılarak TCK’nın 22/6. maddesi kapsamında meydana gelen neticenin münhasıran sanığın kişisel ve ailevi durumu bakımından artık bir cezanın hükmedilmesi gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açıp açmadığı’ araştırılmadan eksik inceleme ile yazılı şekilde hüküm tesis edilmiştir. Hükmün onanmasına dair Daire kararının hükümlü lehine bozulması gerekmektedir.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 22.05.2018 tarih ve 3562-5768 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; trafik kazası neticesinde taksirle kardeşi ve yeğeninin ölümüne neden olan sanık hakkında TCK’nın 22. maddesinin altıncı fıkrasının uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığı bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’in sevk ve idaresindeki otomobil ile olay tarihinde saat 19.30 sıralarında, yerleşim yeri dışında, açık havada, iki yönlü, 5,60 metre genişliğinde, eğimsiz, düz, kuru ve asfalt kaplama yolda seyir hâlindeyken olay yerine geldiğinde direksiyon hâkimiyetini kaybederek yoldan çıktığı ve takla atarak durabildiği, asli ve tamamen kusurlu olarak sanığın sebebiyet verdiği kaza nedeniyle aracın içerisinde bulunan ablası … ve kardeşinin çocuğu olan yeğeni …’ın hayatını kaybettiği, eşi …, kızı Lavina Özdemir ve akrabası … ile kayınbiraderi …’ın ise yaralandıkları,
… Valiliği İl Nüfus ve Vatandaşlık Müdürlüğünün yazısına göre; 1962 doğumlu ve Suriye Vatandaşı olan sanığın, İbrahim Asaad olarak ismiyle kayıtlı iken, Türk Vatandaşı olmak için 01.11.1996 tarihinde müracaatta bulunarak Bakanlığın 18.12.2003 tarihli kararıyla … olarak nüfus kütüğüne tescilinin sağlandığı, İçişleri Bakanlığının 18.12.2012 tarihli kararı ile Türk Vatandaşlığını kazandığı,
Sanık müdafisi tarafından sanık ile ölenlerin akrabalık bağını gösteren tercüme edilmiş nüfus aile tablosunun dosya arasında mevcut olduğu,
04.02.2014 tarihli tutanağa göre; 1948 doğumlu ölen…’ın anne ve babası olan Azız ve … ile 1987 doğumlu …’ın anne ve babası olan Mahmoud ve …’ın … ilinde değil Suriye’de ikamet ettikleri ancak açık adreslerinin net olarak bilinmediği,
Anlaşılmıştır.
Mağdur …; eşi olan sanığın yönetimindeki … ile akrabalarının taziyelerine gitmek için yolda seyir hâlinde oldukları sırada aracın aniden sarsıldığını ve tarlaya uçtuklarını, kaza sonrası bilincini kaybettiği için sonrasında neler yaşandığını hatırlamadığını, kazanın yoldan kaynaklandığını düşündüğünü, aracın içerisinde kendisi ile birlikte ölenler…, … ile kızı , … ve …’ın bulunduğunu,
Mağdur …; olay tarihinden 15 gün kadar önce Suriye’den eniştesi olan sanığın evine geldiğini, olay günü de taziye ziyaretinde bulunmak için sanığın yönetimindeki araçla seyir hâlinde oldukları sırada kaza olayının yaşandığını,
Mağdur …; olay günü sanığın yönetimindeki otomobil ile …’a taziyeye gittiklerini, kendisinin aracın arka sol tarafında oturduğunu, bir anda sanığın aracın hâkimiyetini kaybederek yolun kenarındaki tarlaya girdiğini ve akabinde de takla attığını, aracın hızlı olmadığını,
Sanık müdafisi Mahkemede; ölenlerden…’ın sanığın ablası, …’ın ise abisi ….un kızı olduğunu, Suriye Vatandaşı olan ölenlerin sanığın yanında … ilçesinde ikamet ettiklerini, savaş nedeniyle sanığın yanına geldiklerini, büyük ihtimalde geri dönmeyeceklerini, ölenlerin Türk Vatandaşlığına geçmek istediklerini, sanığın kardeşi Mahmut’un diğer çocuklarının da sanığın yanında kaldıklarını,
İfade etmişlerdir,
Sanık …; Türkiye’de doktor olarak görev yaptığını, olay günü akrabasının taziyesine katılmak için yola çıktığını, seyir hâlinde bulunduğu sırada köy yol ayırımına yaklaşık 100 metre kala mıcırın da etkisi ile aracın arka tekerleklerinin kaydığını, bu nedenle direksiyon hâkimiyetini kaybettiğini ve yoldan çıkarak takla attığını, aracın içerisinde eşi …, ablası…, yeğeni …, kızı … ve akrabaları … ile kayınbiraderi …’ın bulunduğunu, kaza nedeniyle kendisinin de yaralandığını savunmuştur.
Türk Ceza Kanunu’nun 22. maddesinin altıncı fıkrasında; “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir” hükmüne yer verilmiştir.
Fıkranın gerekçesi de; “Ülkemizde, özellikle kırsal bölgelerde rastlandığı üzere taksirli suçlarda failin meydana gelen netice itibarıyla bizzat kendisi ve aile bireylerinin ağır derecede mağduriyete uğradıkları görülmektedir. Söz gelimi köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibarıyla sayısı çok kere üç dörtten fazlasına varan küçük çocuklarına gerekli dikkati ve itinayı gösterememeleri sonucu çocukların yaralandıkları veya öldükleri görülmektedir. Aynı şekilde meydana gelen trafik kazalarında da benzer olaylara rastlanmaktadır. Bu gibi hâllerde ananın taksirli suçtan dolayı kovuşturmaya uğraması ve cezaya mahkûm edilmesi esasen suçtan dolayı evladını kaybetmesi sonucu uğradığı ızdırabı şiddetlendirmekle kalmamakta, ayrıca ailenin tümüyle ağır derecede mağduriyete düşmesine neden olmaktadır.
Söz konusu fıkraya göre, hâkim suçlunun durumunu takdir ile ceza vermeyebilecektir. Elbette hâkim bu hususta takdirini kullanırken suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulunduracak, ona göre hüküm kuracaktır. Ancak dikkat edilmelidir ki, bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu itibarıyla zararlı netice meydana gelmiş bulunmalıdır. Böyle bir netice ile birlikte söz konusu durumlara ilişkin bulunmayan başka bir netice de meydana gelmişse fıkra uygulanmayacaktır.” şeklinde açıklanmıştır.
Buna göre, taksirli hareketi sonucu meydana gelen neticenin münhasıran failin şahsi ve ailevi durumu bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açması hâlinde faile ceza verilmeyecektir.
TCK’nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında taksirli suçlar bakımından kendine özgü bir “şahsi cezasızlık hâli” düzenlenmiştir. Şahsi cezasızlık hâlinin bulunduğu durumlarda aslında ortada bir suç vardır; bunun yanında failin kusurlu olduğu kabul edilebilir, ancak kanun koyucu izlediği suç siyaseti gereği bu durumu cezasızlık sebebi saymış, buna bağlı olarak da CMK’nın 223. maddesinin 4. fıkrasının (a) bendinde; “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verileceğini hüküm altına almıştır.
TCK’nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında yer alan hükmün kapsamının belirlenmesi bakımından uygulamada değişik sorunlarla karşılaşıldığı, bu konudaki tartışmaların genel olarak “fail ile mağdur arasındaki yakınlığın hangi düzeyde olması ve olay nedeniyle failin hangi ölçüde zarar görmesi gerektiği” konularında yoğunlaştığı görülmektedir.
Kanuni düzenlemeye bakıldığında, bu şahsi cezasızlık nedeninin uygulanabilmesi için somut olay açısından ayrıca değerlendirilmesi gereken iki temel şartın varlığı aranmaktadır.
1- Taksirle işlenmiş suç bulunmalıdır. 22. maddenin altıncı fıkrasının ilk cümlesinde; “Taksirli hareket sonucu neden olunan netice”den bahsediliyor olması, anılan şahsi cezasızlık sebebinin yalnızca taksirle işlenen suçlarda uygulanabileceğini göstermektedir. Doğrudan kast, olası kast ile işlenen suçlarda bu hüküm uygulanamayacaktır. Bilinçli taksirin varlığı durumunda ise aynı fıkranın “bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir” şeklindeki son cümlesi uyarınca bu şahsi cezasızlık hâli değil, “cezada indirim yapılmasını gerektiren şahsi sebep” söz konusu olabilecektir.
2- Meydana gelen netice “münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından” etkili olmalıdır. Buna göre, failin taksirli hareketiyle neden olduğu netice hem kendisine acı ve ızdırap vermeli, hem de cezalandırılmasına karar verilmesi kendisi ve ailesi bakımından artık bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağduriyete yol açmalıdır. Görüldüğü gibi bu şart, kendi içerisinde üç ayrı hususu barındırmaktadır.
Öğretide de benimsendiği üzere bunlardan ilki; “failin taksirli eyleminden ağır düzeyde etkilenmiş olması”, başka bir deyişle failin kendi fiilinin mağduru durumuna düşmesidir. Failin uğradığı mağduriyet, maddi olabileceği gibi manevi de olabilir. Hangi mağduriyetin bir cezaya hükmedilmesini gereksiz kılacağı ise her somut olaya göre belirlenmelidir. (Veli … Özbek, Türk Ceza Kanunu … Şerhi, Türk Ceza Kanununun Anlamı, Seçkin Yayınevi, …, c. 1, 4. Baskı, s. 284)
İkincisi, failin taksirli eyleminden “ailevî durumu” itibarıyla etkilenmesidir. Bu şart, fail ile taksirli suçun mağduru arasında belli derecedeki yakınlığı ifade etmektedir. Bu anlamda, üzerinde durulması gereken husus akrabalığın derecesinden çok “aile” kavramıdır. Çünkü kanun koyucu belli derecede akrabalığı ifade eden herhangi bir kavramı değil özellikle “aile” ibaresini tercih etmiş ve bir manada faille mağdur arasında “aynı aileden olma ilişkisini” aramıştır. Aile ise kanunlarımızda tüm yönleriyle tanımlanmış bir kavram değildir. Bu konuyla ilgili olarak öğreti; bir yandan aile kavramının üstsoy, altsoy ve evlilik ilişkisini kapsayacak bir şekilde yorumlanması gerektiğini savunurken, diğer yandan ortada bir aile bulunup bulunmadığı değerlendirirken biyolojik gerçekten çok, toplumsal gerçekliğe ağırlık veren Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Kararlarını göz önünde bulundurmaktadır. (Zeki Hafızoğulları, Türk Ceza Kanununda Taksir, Polis Dergisi Yıl:11, S. 44, Nisan-Mayıs-Haziran 2005, s. 87; Ursula Kilkelly, Özel Hayata ve Aile Hayatına Saygı Gösterilmesi Hakkı, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 8. Maddesinin Uygulanmasına İlişkin Kılavuz İnsan Hakları El Kitapları, No: 1, Avrupa Konseyi İnsan Hakları ve Hukuk İşleri Genel Müdürlüğü, Eylül 2007, s. 15)
Altıncı fıkranın uygulanması bakımından, aile kavramını geniş tutmanın sakıncalarının yanında, bir ailenin kimlerden oluşacağının sınırlı olarak sayılması da doğru değildir. Yapılması gereken, faille mağdurun aynı aileden olup olmadığının somut olaya göre değerlendirilmesidir. Zira kişilerin aynı aileden olup olmadıkları hususu sadece akrabalık derecelerine göre belirlenemez. Belli derecede akrabalık bağı bulunması her zaman altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirmez. Örneğin, haklarında ayrılık kararı olan karı koca veya aralarında husumet bulunan kardeşlerin durumu gibi. Failin yalnızca kendisine değil, aynı ailede yer alan başka birine de zarar vermek suretiyle, “ailevî hayatının” zarar görmesi gerekmektedir. Bunun dışında taksirle gerçekleşen bir olayda, aynı aileden olmayan birisinin zarar görmesi, bazen kişinin aile hayatını derinden etkileyebilirse de bu şekildeki dolaylı bir zarar, altıncı fıkranın uygulanmasını gerektirmeyecektir. Örneğin, failin … kullanırken kusurlu hareketiyle eşinin akrabası veya çok sevdiği bir arkadaşının ölümüne neden olmasından ötürü, eşiyle boşanmak zorunda kalmaları gibi.
Üçüncü husus, taksirli suçtan “münhasıran failin kişisel ve ailevî hayatının etkilenmiş” olmasıdır: Bu şarttan anlaşılması gereken; taksirli hareket sonucunda ailesinden birisinin zarar görmesi nedeniyle failin ziyadesiyle etkilendiği olayda, fail ile ailevi ilişkisi bulunmayan başka bir kişinin daha zarar görmemesidir. Fail ve ailesi dışında bir kişinin de zarar gördüğü olaylarda ise anılan fıkra hükmü uygulanmayacaktır. Başkalarının zarar görmesinden maksat, fail ve ailesi dışındaki üçüncü kişilerin dolaylı olarak etkilenmesi değil, olaydan bizzat zarar görmesidir. Örneğin, olay sırasında eşinin yanında, akrabası olmayan bir kişinin de öldüğü ya da yaralandığı hâllerde fail bu fıkradan yararlanamayacak, buna karşılık sadece eşinin öldüğü hâllerde, eşinin akrabalarının olay nedeniyle üzülecek olmaları failin altıncı fıkradan yararlanmasına engel teşkil etmeyecektir.
Kanun koyucunun; “münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu”ndan söz ederek, “kişisel” ile “ailevî” kelimeleri arasına “ve” bağlacını koymuş olması, ikinci şartın gerçekleşebilmesi için, her üç hususun da birlikte bulunmasının zorunlu olduğunu göstermektedir. TCK’nın 22. maddesinin altıncı fıkrasında “münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu” ibaresinin kullanılmış olması karşısında, taksirli fiili sonucunda failin kendisi veya ailesinden birisi dışında başkalarının da zarar görmüş olması durumunda; örneğin failin bir yakınının ölmesi veya yaralanması ile birlikte başkalarının da mağduriyeti veya zarar görmesine neden olunmuşsa altıncı fıkra hükmü uygulanamayacaktır.
Son olarak, bilinçli taksirle altıncı fıkra kapsamında değerlendirilebilecek bir yakınının ölümüne ya da yaralanmasına neden olan fail hakkında, anılan fıkradaki şahsi cezasızlık sebebi değil, yalnızca cezasında indirim hükümleri uygulanacaktır.
Bununla birlikte , TCK’nın 85. maddesinin ikinci fıkrasında birden ziyade kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle birlikte en az biri şikâyetçi olmak şartıyla bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına sebebiyet verilmesi, taksirle ölüme neden olma suçunun daha fazla cezayı gerektiren nitelikli hâli olarak düzenlenmiştir. Maddenin ikinci fıkrasında düzenlenen suçta taksirli fiil tek olmakla birlikte, birden fazla kişinin ölümü ya da bir kişinin ölümüyle, en az biri şikâyetçi olmak şartıyla bir veya daha fazla kişinin yaralanması şeklinde meydana gelen iki sonuç cezalandırılmaktadır. TCK’nın 85. maddesinin ikinci fıkrasında maddesinde, taksirle yaralama ve ölüm şeklinde netice ikiye bölünerek bunların biri hakkında TCK’nın 22. maddesinin altıncı fıkrasının uygulanması mümkün değildir. Ancak sanık ve ölenler arasındaki akrabalık ilişkisi, temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Öte yandan, ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delillerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektedir. Gerek 1412 sayılı CMUK, gerekse 5271 sayılı CMK, adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.

Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık …’in sevk ve idaresindeki otomobil ile olay tarihinde saat 19.30 sıralarında, yerleşim yeri dışında, açık havada, iki yönlü, 5,60 metre genişliğinde, eğimsiz, düz, kuru ve asfalt kaplama yolda seyir hâlindeyken olay yerine geldiğinde direksiyon hâkimiyetini kaybederek yoldan çıktığı ve takla atarak durabildiği, asli ve tamamen kusurlu olarak sanığın sebebiyet verdiği kaza nedeniyle aracın içerisinde bulunan ablası… ve kardeşinin çocuğu olan yeğeni …’ın hayatını kaybettiği, eşi …, kızı ….ve akrabası … ile kayınbiraderi …’ın ise yaralandıkları olayda;
Sanık müdafisinin, sanığın ablası ve yeğeni olan ölenlerin Suriye’deki savaştan kaçarak sanığın … ilçesinde bulunan evinde sürekli olarak ikâmet ettikleri yönündeki aksi ispatlanamayan savunması karşısında, TCK’nın 22. maddesinin altıncı fıkrası kapsamında sanığın ablası ve yeğeninin ölümlerinden dolayı bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede zarar görüp görmediği ve bu anlamda bir mağduriyetten söz edilip edilemeyeceğinin değerlendirilmesi amacıyla, ölenlerin sanığın yanına hangi tarihte geldikleri, aralarında ekonomik bir birlik bulunup bulunmadığı, ölenlerin bakım ve gözetiminin sanık tarafından yapılıp yapılmadığı ve ölenler ile sanığın aynı evde birlikte yaşayıp yaşamadığı hususlarının, ulaşılması hâlinde ölenlerin yakınlarının beyanlarına da başvurulmak suretiyle tespit edilip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri … ve …;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2018/303 Esas sayılı dosyasında Genel Kurulun sayın çoğunluğu ile aramızda, özetle ‘… Sanığın asli/tam kusurlu olarak sebebiyet verdiği tek taraflı trafik kazasında kız kardeşi ve ağabeyinin kızının ölmesi nedeniyle hakkında TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağı…’ konusunda görüş ayrılığı doğmuştur.
Sanık yönetimindeki aracı kusurlu bir şekilde kullanarak direksiyon hâkimiyetini kaybetmesi sonucu meydana gelen tek taraflı trafik kazasında, ablası ve ağabeyinin kızının ölümüne, araçta bulunan eşi, kızı ve bir akrabasının da yaralanmasına sebebiyet vermiş, kazada yaralananlar hakkında şikâyet bulunmaması nedeniyle kovuşturmaya yer olmadığı kararı verilmiştir. Sanık hakkında ilk derece mahkemesince TCK’nın 85/2. maddesi gereğince sonuçta 24.300 TL para cezasını 24 eşit taksitte ödemesine hükmedilmiş ve bu karar Yargıtay 12. Ceza Dairesi tarafından onanmıştır. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından ise onama kararına karşı, eksik soruşturma sonucu TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanmamasına karar verildiği gerekçesiyle kararın bozulması için itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
TCK’nın 22/6. maddesinde ‘Taksirli hareket sonucu neden olunan netice ,münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez. Bilinçli taksir halinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir’ hükmüne yer verilmiştir. Bu fıkranın gerekçesinde ise özetle ‘…Ülkemizin özellikle kırsal bölgelerindeki köylü kadınların gündelik uğraşları ve hayat zorlukları itibariyle sayısı çok olan çocuklarına gerekli dikkat ve itinayı gösterememeleri sonucu çocukların ölüm ve yaralanmaları halinde anneler hakkında soruşturma/ dava açılması sonucu annelerin cezalandırılmasıyla evladını kaybeden annelerin bu olaydan kaynaklanan elem ve üzüntüsünün şiddetlendiği, yine benzer durumdaki trafik kazalarında sanıklara ceza verilmesi halinde ailenin tümünün ağır derecede mağduriyete uğradığı, böyle durumlarda hâkimin suçlunun ekonomik durumunu, aile yükümlülüklerini, söz gelimi diğer çocukların bakımını göz önünde bulundurarak, hüküm kurabileceğini ancak her halükarda bu fıkranın uygulanabilmesi için fiilden dolayı münhasıran failin kişisel ve ailevi durumu itibariyle zararlı netice meydana gelmiş olması gerektiği…’ vurgulanmıştır. Kanun koyucu madde metninde ‘kişisel’ ve ‘ailevi’ kelimeleri arasına ‘ve’ bağlacı koymak suretiyle iki hususun da birlikte failin münhasıran bu durumlarla bağlantılı zarar görmesini amaçlamıştır.
Yargıtay CGK’nın 29.04.2014 tarihli 2013/104 Esas ve 2014/216 sayılı kararında da özetle ‘… TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanabilmesi için sanık ile ölen veya ölenlerin aynı aileden olmaları bu ölüm/ölümler nedeniyle sanığın aile hayatının büyük ölçüde zarar görmesi …Burada önemli olanın akrabalığın derecesinden çok aile kavramı olduğu, kanun koyucunun tercihinin sanık ve ölen /mağdurun aynı aileden olma durumunun her somut olayın özelliğine göre değerlendirilmesi gerektiği…’ vurgulanmıştır. Yine Yargıtay 12. Ceza Dairesi uygulamalarında kural olarak anne, baba, eş, çocuklar ve kardeş aile kavramı içerisinde değerlendirilmekle birlikte farklı olaylarda, aralarında husumet bulunan kardeşler, haklarında ayrılık kararı bulunan eşler gibi hâller bu madde kapsamında değerlendirilmemektedir.
Yukarıdaki açıklamalar çerçevesinde somut olay değerlendirildiğinde; ölenlerin Suriye Ülkesinde yaşadıkları, ölenlerin savaş ortamından kaçarak Türkiye‘ye geldikleri ,ölenlerin ülkemize geliş tarihlerinin bilinmediği, … ili … ilçesinde erkek kardeşi ve amcası olan sanığın evinde geçici olarak kaldıkları, Türkiye’ye geldikten kaza tarihine kadar geçen sürede ölenlerin sanığın evinde yaşama dışında, sanıkla ölenlerin, yasanın amaçladığı anlamda sanıkla aynı aileden olma ilişkisinin kurulamadığı, dosya içerisindeki 04.02.2014 tarihli tutanak içeriğine göre, ölenlerin anne babaları olan şikâyetçi sıfatı verilen kişiler hakkında yapılan adres araştırmasında , bu kişilerin Türkiye’de bildirilen adreslerinden bulunamadıkları, Türkiye’ye gelmeyecekleri, Suriye’de ikamet adreslerinin bulunduğu bu adreslerinin de tespit edilemediği ölenlerin … isimli bir akrabasıyla yapılan görüşme sonucu tespit edilerek tutanağa bağlandığı, Suriye ülkesinde bir adres tespit edilememiş olması ayrıca günümüzde Suriye ülkesinin içinde bulunduğu olumsuz koşullar nedeniyle ülkemizden gönderilecek istinabe evraklarına muhatap bulunamayacak olmasının bilinmesi , suç tarihinden günümüze kadar geçen 9 yılı aşan süreden sonra belkide sanık ve ailesinin dahi Suriye’ye dönmüş olabilecekleri, bu aşamada Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazında belirtilen hususlara ilişkin bir araştırma ve tespit yapılmasının sağlıklı sonuçlar vermeyeceğinin bilinip anlaşılması, dolayısıyla sanığın ölümler nedeniyle TCK’nın 22/6. maddesi anlamında bir mağduriyetinden söz edilemeyeceği, doktor olup düzenli geliri olduğu belirlenen ve sonuç olarak verilen para cezası 24 takside bağlanmış hâliyle ölümlerin sanık üzerinde manevi olarak doğal üzüntünün çok üzerinde önemli bir üzüntü ve buna bağlı olarak ayrı bir mağduriyete yol açmayacağı, bu kapsamda sanığın, ablası ve yeğeninin ölümünden dolayı bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede zarar görmediği anlaşıldığından sanık hakkında TCK’nın 22/6. maddesinin uygulanma imkanı bulunmadığı, bu hususlara ilişkin yapılacak araştırmadan da bir sonuç alınamayacağı değerlendirilmekle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddi yerine kabulüne dair sayın çoğunluğun görüşüne katılmamaktayız.” açıklamasıyla,
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer gerekçelere dayalı olarak itirazın reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle,
Karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 13.03.2018 tarihli ve 5992-2839 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- … 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 20.01.2015 tarihli ve 409-8 sayılı mahkûmiyet hükmünün sanık hakkında eksik araştırma ile karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 06.10.2022 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.


İtiraz Ret


İtiraz Ret


İtiraz Ret


İtiraz Ret


İtiraz Ret


İtiraz Ret

Yazı İşleri Müdürü.

B.D


İtiraz Ret