Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2018/222 E. 2023/118 K. 01.03.2023 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/222
KARAR NO : 2023/118
KARAR TARİHİ : 01.03.2023

İtirazname No : 2015/42531
YARGITAY DAİRESİ : 12. Ceza Dairesi
MAHKEMESİ :Asliye Ceza
SAYISI : 524-784

I. HUKUKÎ SÜREÇ
Taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık …’ın beraatine ilişkin Antalya 16. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 31.03.2011 tarihli ve 1453-109 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 19.06.2013 tarih ve 29191-16793 sayı ile;
“Sanığın dosya içindeki beyanlara ve ölen ile imzalamış olduğu ‘SÖZLEŞME’ başlıklı belgeye göre kendisine ait üç katlı binanın kalıp ve demir işlerinin yapılması için taşeronluk yapan ölen … ile anlaştığı, olay günü, ölenin binanın dış cephesinde kalıp çakma işi yaptığı sırada üzerine çıkmış olduğu merdivenin kayması sonucu düşerek ölmesi şeklinde gerçekleşen olayda, sanığın işi bu işlerden anlayan şahıslara götürü olarak verdiğini beyan etmesi karşısında, iskelenin ölen tarafından kurulup kurulmadığı ve ölenin yapmış olduğu faaliyetle ilgili ehil olup olmadığı araştırılarak, kusur oluşturabilecek kurala aykırı davranışlarının bulunup bulunmadığı saptandıktan sonra sanığın hukuki durumunun takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden yetersiz bilirkişi raporuna dayanılarak eksik soruşturma ile yazılı şekilde karar verilmesi,
Kabule göre de;
Beraatine karar verilen sanık lehine vekalet ücretine hükmolunması gerektiğinin gözetilmemesi…” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan Yerel Mahkemece 18.09.2014 tarih ve 524-784 sayı ile sanığın beraatine hükmedilmiş, bu hükmün de Cumhuriyet savcısı ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 19.09.2017 tarih, 1916-6466 sayı ve oy çokluğu ile;
“Sanığa ait üç katlı yapının kalıp ve demir işçiliğini 05.08.2008 tarihli sözleşme ile otuz yıldır inşaatlarda çalışan ve işinde tecrübeli olan inşaat ustası ölen …’un üstlendiği, ölenin alüminyum merdiven üzerinde çalıştığı sırada, merdivenin kayması sonucu ikinci kattan düştüğü olayda; alt işveren (taşeron) ölen ile sanık (asıl işveren) arasında yapılan sözleşme içeriğinde, yapılacak işler ile ödenecek ücret dışında, iş yerinde iş emniyetinin sağlanması, talimat verme, gerekli iş güvenliği tedbirlerinin kimin alacağı hususlarına değinilmediği, iş sahibi sanığın Yapı İşlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğünün 4.maddesine göre ‘her işverenin yapı işlerinde fenni yeterliliği bulunan kişilerin teknik gözetiminde ve sorumluluğunda işi yaptırması gerektiği’ amir hükmü gereğince, ölen tarafından yapılan çalışmaları fenni yeterliliği bulunan yetkili kişinin kontrol ve denetiminde yaptırmaması, sözleşmede iş güvenliği tedbirlerinin ölen kişi tarafından alınacağına dair bir maddeye de yer verilmemesi karşısında; dosya içerisinde yer alan ve sanığa kusur yükleyen 31.07.2014 tarihli heyet bilirkişi raporu ile iş güvenliği uzmanı tarafından alınan 05.09.2009 tarihli bilirkişi raporu, dosya oluş ve kapsamına uygun olup, sanığın mahkûmiyeti yerine beraatine karar verilmesi;
Kabule göre de; Sanık müdafiinin vekalet ücretine hasren yaptığı temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Kendisini vekil ile temsil ettiren ve beraat eden sanık hakkında karar tarihinde yürürlükte olan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesine göre vekalet ücreti tayin edilmesi gerektiğinin gözetilmemesi…” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Çoğunluk görüşüne iştirak etmeyen Daire Üyesi …; “…Dava somut olayın özelliklerine bakarak çözüme ulaşılmalıdır. Çalışma ilişkisinin istisna akdine dayanması hâlinde iş sahibinin, iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan iş sağlığı ve güvenliğini sağlama yükümlülüğü bulunmayacağı gibi meydana gelen ölüm olayı da 506 sayılı Kanun’un kapsamında iş kazası olarak adlandırılamayacaktır. Binanın dış kalıbının çakılması şeklinde beliren somut çalışma ilişkisinde, belirli bir süre çalışmanın değil, bir sonucun meydana getirilerek, bağımsız bir varlığı değiştirmeye, işlemeye veya biçimlendirmeye yönelik edimin amaçlanmış olması, hizmet akdinin yukarıda tanımlanan ayırt edici ve belirleyici özelliklerinin somut iş görme ilişkisinde bulunmaması karşısında, meydana gelen ölümlü zararlandırıcı olay iş kazası olarak değerlendirilemez. Bu nedenle sanığın beraatına karar vermek gerekirken mahkûmiyetine karar verilmesi usul ve yasaya aykırıdır…” görüşüyle karşı oy kullanmıştır.
II. İTİRAZ SEBEPLERİ
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı 23.12.2017 tarih ve 42531 sayı ile; “…Eser sözleşmesinde, iş sahibi, iş kazasından sorumlu denemez çünkü sanık ve ölen arasında eser (inşaat) sözleşmesi yapılmış olup, sözleşmede, iş sahibinin yüklenici üzerinde emir ve talimat verme, yapılan işleri doğrudan kontrol, denetim, gözetim yetkisi bulunmadığından, iş kazasından dolayı ‘iş sahibi’ olarak sanık sorumlu tutulamaz. Çünkü ‘iş sahibi’ aynı zamanda ‘işveren’ değildir. Başka bir anlatımla, taraflar arasındaki sözleşmeye göre ‘iş sahibi’ ile ‘yüklenici’ arasında ‘zaman ve bağımlılık’ durumu, bir başka deyişle ‘üst işveren-alt işveren’ ilişkisi bulunmamaktadır. İş görme sözleşmelerinden eser sözleşmesi (yapım, onarım, bakım, yükümlenim ve inşaat sözleşmeleri) 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu 470-486 maddelerinde yer almış olup, kural olarak iş sahibi ile yüklenici arasında ‘zaman ve bağımlılık’ unsuru olmadığı gibi, yüklenici, iş sahibinden tamamıyla bağımsız olarak sözleşme gereği işin yapılacağı yerde, kendisine ait araç ve gereçleri kullanarak, işe aldığı yardımcılarını (yönetici, mühendis, teknik eleman ve işçilerini) çalıştırarak, gerektiğinde işin bir bölümünü ‘alt yükleniciye’ vererek, sözleşmede kararlaştırılan sürede ve istenilen niteliklerde işi tamamlamakla yükümlüdür. İş sahibi ile yüklenici arasında ‘zaman ve bağımlılık, üst-alt işveren, asıl işi yapan taşeron’ ilişkisi olmadığı için, işin yapılması sırasında yüklenicinin üçüncü kişilere verdiği zararlardan veya personelinin özlük hakları (ücret alacakları, sigortalılık durumları) ile iş kazalarından dolayı iş sahibi sorumlu tutulamaz. Ceza mahkemesine verilen bilirkişi raporlarında ve dairemizin bozma kararında eser sözleşmesinin özellikleri göz ardı edilmiştir.
Davada somut olayın özelliklerine bakarak çözüme ulaşılmalıdır. Çalışma ilişkisinin istisna akdine dayanması halinde iş sahibinin, iş ve sosyal güvenlik mevzuatından kaynaklanan iş sağlığı ve güvenliğini sağlama yükümlülüğü bulunmayacağı gibi meydana gelen ölüm olayı da 506 sayılı Kanunun kapsamında iş kazası olarak adlandırılamayacaktır. Binanın dış kalıbının çakılması şeklinde beliren somut çalışma ilişkisinde, belirli bir süre çalışmanın değil, bir sonucun meydana getirilerek, bağımsız bir varlığı değiştirmeye, işlemeye veya biçimlendirmeye yönelik edimin amaçlanmış olması, hizmet akdinin yukarıda tanımlanan ayırt edici ve belirleyici özelliklerinin somut iş görme ilişkisinde bulunmaması karşısında, meydana gelen ölümlü zararlandırıcı olay iş kazası olarak değerlendirilemez.
Bu nedenle sanığın beraatına karar vermek gerekirken mahkûmiyetine karar verilmesinin usul ve yasaya aykırı olduğu…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 03.04.2018 tarih, 12559-3897 sayı ve oy çokluğu ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
III. UYUŞMAZLIK KONUSU
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; somut olayda sanık ile ölen arasında hizmet sözleşmesi mi yoksa eser sözleşmesi mi bulunduğu ve bu bağlamda sanığın kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
IV. OLAY VE OLGULAR
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’a ait üç katlı yapının kalıp ve demir işçiliğini 05.08.2008 tarihli sözleşme ile 9.500 TL karşılığında yapmayı üstlenen inşaat ustası …’un, olay günü binanın ikinci katının dış cephesinde kalıp çaktığı sırada üzerinde olduğu merdivenden kayarak düşmesi neticesinde hayatını kaybettiği,
01.12.2008 tarihli olay yeri inceleme tutanağına göre; olayın meydana geldiği inşaatta herhangi bir iskele ve emniyet tedbirinin bulunmadığı, duvar dibinde tahta parçaları, iki çift işçi eldiveni ve bir adet telle tutturulmuş kırık vaziyette, çift ayaklı demir merdiven olduğu, inşaat çevresinde ve içerisinde baret ya da benzeri emniyet malzemesinin bulunmadığı,
Ölen ile sanık arasında 05.08.2008 tarihinde imzalanan “SÖZLEŞME” başlıklı belge içeriğinde; sanığa ait Yeşilbayır Belediyesi sınırları içerisinde bulunan 2102 ada 7 parsel üzerine yapılacak zemin de olmak üzere iki katlı yapının kalıp ve demir işçiliğinin (temel su basman, normal tabliyeler, çatı katı tabliyesi ve fosseptik) 9.500 TL bedel karşılığında ölen tarafından üstlenildiğinin ve ayrıca bina sahibi olan sanığın bir işçiyi (…) sigortalı olarak göstereceği hususlarının belirtildiği,
Soruşturma aşamasında iş güvenliği uzmanı tarafından 05.06.2009 tarihinde düzenlenen bilirkişi heyeti raporuna göre; sanığın, 4857 sayılı İsçi Sağlığı ve İş Güvenliği ile Kanun’un işverenlerin ve isçilerin yükümlülükleri ile ilgili 77. maddesine göre iş yerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almaması, araç ve gereçleri noksansız bulundurmaması, ölenin çalışırken düştüğü tabla beton kenarına korkuluk yapmaması, iş güvenliği ile ilgili önlemlere riayet edip etmediklerini denetlememesi ve Yapı İşlerinde İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Tüzüğü’nün 4. maddesi uyarınca yapı işlerini fenni yeterliği bulunan kişilerin teknik gözetiminde ve sorumluluğunda yaptırmaması; ölenin ise deneyimli işi alan bir ustabaşı olarak güvenlik önlemlerini riayet etmeyerek kullandığı iki ayaklı merdiveni güvenli bir şekilde koymayarak ölümüne sebep olması nedenleriyle kusurlu oldukları,
Kovuşturma aşamasında hukukçu bilirkişisi tarafından düzenlenen bilirkişi raporuna göre; bir kazanın iş kazası sayılabilmesi için kazanın olduğu tarihte hizmet akdine dayanılarak çalışıldığının saptanması gerektiği, hizmet akdini karakterize eden unsurların ücret, bağımlılık ve zaman olduğu, hizmet akdinde zaman-belirli bir süre çalışmak ön planda iken, istisna akdinde zamanın belirleyici olmadığı, hizmet akdinde, işçinin işi ifa, özen gösterme, sadakat borcuna karşılık, işverenin ücret ödeme, ihtimam ve yardım gibi borçlarının bulunduğu, bu nedenlerle sanık ile ölen arasında imzalanan sözleşme gereğince akdin ifası sırasında sanığın cezai sorumluluğunun olmadığı,
Kovuşturma aşamasında iş güvenliği uzmanları tarafından 31.07.2014 tarihinde düzenlenen bilirkişi heyeti raporuna göre; somut olayda üst işverenin sanık, alt işverenin ise ölen olarak değerlendirilmesi gerektiği, bu bağlamda işveren olan sanığın, 4857 sayılı İş Kanunu’nun ikinci maddesi uyarınca alt işveren olan ölen ile birlikte sorumlu olduğu ve görevlerini yerine getirmemesi nedeniyle asli kusurlu olduğu; uzun zamandır kalıpçı olarak çalışan ölenin ise dikkatsiz ve tedbirsiz çalışarak kendi ölümüne sebep olması nedeniyle tali kusurlu olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur …; sanığın inşaatında kalıp ustası olarak çalışan ölenin eşi olduğunu, eşinin işlerini götürü usulü olarak alıp teslim ettiğini, tanıklar…’ın da eşinin yardımcısı olduğunu, herhangi bir zararı bulunmadığı gibi sanıktan şikayetçi de olmadığını,
Tanık …; ölenin yanında işçi olarak çalıştığını, iş sırasında muhatap olduğu kişinin ölen olduğunu, işleri götürü usulü olarak tamamladıklarını, inşaatlarda kullanılacak aletleri de ölenin temin ettiğini, ölenin başkaca inşaat işlerinin olması nedeniyle çalışma saatlerinin de ölen tarafından belirlendiğini, emniyet kemeri ve iş güvenliğine ilişkin ekipmanlarının inşaat yerine kendileri tarafından getirildiğini, bu tür malzemeleri işverenlerden almadıklarını, birinci ve ikinci katlarda güvenlik önlemi almadıklarını ancak yüksek yerlerde önlem aldıklarını, o tarihte de herhangi bir güvenlik önleminin alınmadığını, olay günü ölenin alüminyum merdiveni kolona dayadığını ve merdiven üzerindeyken ayağının kayması sonucu düşerek hayatını kaybettiğini,
Tanık …; ölenin abisi olduğunu, olay tarihinde sanığa ait olan inşaatta kalıp ustası olarak çalıştığını, inşaatın köy evi olması nedeniyle iş güvenliğine dair önlem alınmadığını, abisinin ikinci katta çalıştığı sırada merdivenden ayağının kayması sonucunda beton zemine düşerek hayatını kaybettiğini,
İfade etmişlerdir.
Sanık …; kendisine ait arsaya üç katlı bir inşaat yapmak istediğini, inşaat işlerinden anlamadığı için bu işi 9.500 TL karşılığında götürü usulüyle yapılması için ölen …’a verdiğini ve bu yönde ölen ile sözleşme imzaladıklarını, söz konunu bedeli taksitler hâlinde ödediğini, ölen ve yanındaki kişilerin kendi sorumlulukları dâhilinde çalıştıklarını ve kusurunun bulunmadığını savunmuştur.
V. GEREKÇE
A. İlgili Mevzuat ve Öğretide Uyuşmazlık Konusuna İlişkin Görüşler
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi için öncelikle taksir ve unsurlarına kısaca değinilmesinde fayda vardır.
TCK’nın hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde kanunda tanımlanmış haksızlık olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hâllerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
TCK’nın 22/2. maddesinde taksir; “Dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için birtakım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlâl edilmesi sonucu belirmekte, fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide de benimsendiği üzere taksirli suçlarda aranması gereken hususlar;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirle gerçekleştirilen bazı eylemlerin suç olarak tanımlanıp cezai yaptırıma bağlanmasıyla, insanların gittikçe yoğunlaşan ve karmaşık hâle gelen toplum hayatı içinde daha dikkatli davranmalarının temin edilmesi amaçlanmaktadır. Kanun ve ortak hayat tecrübesinin sonucu olarak kendisine toplum tarafından yüklenen dikkat ve özen görevini ihlâl eden ve bu hareketiyle öngörülebilir zararlı neticeye sebep olan kişinin taksirle işlenen suçlara ilişkin cezai sorumluluğu benimsenmiş, fakat taksirden söz edebilmek için de kanuni tarife uygun fiilin işlenebileceğinin öngörülme imkânının mevcut olması aranmıştır.
Bilindiği üzere, failin iradesi kasten işlenen suçlarda neticeye, taksirli suçlarda ise harekete yöneliktir. Gerek kanun tarafından konulan, gerekse ortak deneyimler ürünü olan kurallara iradi olarak riayetsizlik suretiyle dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranıldığı takdirde, bir takım zararlı neticelerin doğabileceği öngörülebiliyorsa taksir söz konusu olacaktır. Yapılan hareketin neticesi ortak tecrübeye göre öngörülemiyorsa ve hukuken de böyle bir yükümlülük getirilmemişse, taksirli hareketten söz edilemeyecek, kaza ya da tesadüf olarak adlandırılan bu hâl nedeniyle cezai sorumluluk gündeme gelmeyecektir. Ancak uygulamada trafik kazası ya da iş kazası olarak adlandırılan olaylardaki kaza tabirinin cezai sorumluluğun gündeme gelmeyeceği kaza ya da tesadüf hâlleriyle bir ilgisinin olmadığı da gözden uzak tutulmamalıdır.
Öğretide, sonucun öngörülebilirliğinin, failin içinde bulunduğu sosyal çevre, mensup olduğu meslek, eğitim durumu, ortak tecrübe, bilgi düzeyi ve failin kişisel özellikleri dikkate alınarak saptanması gerektiği, öngörülebilir sonucun, fiilen meydana gelen sonuç olmayıp failin yaptığı iradi hareketin neden olabileceği benzer sonuçlar olduğu, fiilen oluşan sonucun sadece genel olarak öngörülebilir olması taksirin varlığı için yeterli olup sonucun bütün inceliklerinin öngörülmesine gerek bulunmadığı yönünde görüşler ileri sürülmüştür.
Taksire ilişkin bu genel açıklamalardan sonra işçi, işveren, iş ilişkisi, iş kazası ile hizmet sözleşmesi ve eser sözleşmesi’ne ilişkin yasal düzenlemelere değinilmelidir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun ikinci maddesinin birinci fıkrasında; işçi “Bir iş sözleşmesine dayanarak çalışan gerçek kişi”; işveren “İşçi çalıştıran gerçek veya tüzel kişi yahut tüzel kişiliği olmayan kurum ve kuruluşlar”; iş ilişkisi “İşçi ile işveren arasında kurulan ilişki” olarak tanımlanmıştır.
İş kazası ise 5510 sayılı Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu’nun 13. maddesinde;
“İş kazası;
a) Sigortalının işyerinde bulunduğu sırada,
b) İşveren tarafından yürütülmekte olan iş nedeniyle sigortalı kendi adına ve hesabına bağımsız çalışıyorsa yürütmekte olduğu iş nedeniyle,
c) Bir işverene bağlı olarak çalışan sigortalının, görevli olarak işyeri dışında başka bir yere gönderilmesi nedeniyle asıl işini yapmaksızın geçen zamanlarda,
d) Bu Kanunun 4 üncü maddesinin birinci fıkrasının (a) bendi kapsamındaki emziren kadın sigortalının, iş mevzuatı gereğince çocuğuna süt vermek için ayrılan zamanlarda,
e) Sigortalıların, işverence sağlanan bir taşıtla işin yapıldığı yere gidiş gelişi sırasında, meydana gelen ve sigortalıyı hemen veya sonradan bedenen ya da ruhen özüre uğratan olaydır.” şeklinde tanımlanmıştır.
İş sözleşmesi (hizmet akti); olay tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan 4857 sayılı İş Kanunu’nun 8. maddesinde; “İş sözleşmesi, bir tarafın (işçi) bağımlı olarak iş görmeyi, diğer tarafın (işveren) da ücret ödemeyi üstlenmesinden oluşan sözleşmedir. İş sözleşmesi, Kanunda aksi belirtilmedikçe, özel bir şekle tabi değildir.” şeklinde tanımlanarak, iş sözleşmesinin kanunda aksi belirtilmediği sürece özel bir şekle tabi olmadığı belirtilmiştir.
Olay tarihinde yürürlükte bulunan 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun 313. maddesinde ise; “Hizmet akdi, bir mukaveledir ki onunla işçi, muayyen veya gayri muayyen bir zamanda hizmet görmeği ve iş sahibi dahi ona bir ücret vermeği taahhüt eder. Ücret, zaman itibariyle olmayıp yapılan işe göre verildiği takdirde dahi işçi muayyen veya gayri muayyen bir zaman için alınmış veya çalışmış oldukça, hizmet akdi yine mevcuttur; buna parça üzerine hizmet veya götürü hizmet denir.” şeklinde tanımlanmıştır.
Taraflar arasındaki çalışma ilişkisinin iş sözleşmesine dayanması hâlinde, işçi-işveren ilişkisi söz konusu olacak, bu durumda işin görülmesi sırasında meydana gelen işçinin ölümü ya da yaralanmasıyla sonuçlanan olaylar iş kazası sayılacak, işverenin sorumluluğu ise iş ve sosyal güvenlik hukuku mevzuatından kaynaklanan iş sağlığı ve güvenliğini sağlama yükümlülüklerini yerine getirip getirmediğine göre belirlenecektir.
Bu aşamada işverenlerin yükümlülüklerine ilişkin iş ve sosyal güvenlik hukuku mevzuatı da gözden geçirilmelidir.
4857 sayılı İş Kanunu’nun, 30.06.2012 tarihli ve 28339 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu’nun 37. maddesi ile yürürlükten kaldırılan, fakat suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan İşverenlerin ve işçilerin yükümlülükleri başlıklı 77. maddesi;
“İşverenler işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliğinin sağlanması için gerekli her türlü önlemi almak, araç ve gereçleri noksansız bulundurmak, işçiler de iş sağlığı ve güvenliği konusunda alınan her türlü önleme uymakla yükümlüdürler.
İşverenler işyerinde alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerine uyulup uyulmadığını denetlemek, işçileri karşı karşıya bulundukları mesleki riskler, alınması gerekli tedbirler, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek ve gerekli iş sağlığı ve güvenliği eğitimini vermek zorundadırlar. Yapılacak eğitimin usul ve esasları Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığınca çıkarılacak yönetmelikle düzenlenir…”,
07.04.2004 tarihli ve 25426 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan, ancak suç tarihinden sonra 15.05.2013 tarihli ve 28648 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan yönetmelikle yürürlükten kaldırılan Çalışanların İş Sağlığı ve Güvenliği Eğitimlerinin Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik’in 4. maddesi ise; “İşverenler, işyerlerinde sağlıklı ve güvenli çalışma ortamının tesis edilmesi için gerekli önlemleri almakla yükümlüdürler. Bu amaçla, işverenler, çalışanları, yasal hak ve sorumlulukları konusunda bilgilendirmek, onların karşı karşıya bulundukları mesleki riskler ve bunlarla ilgili alınması gerekli tedbirler konusunda işyerlerinde iş sağlığı ve güvenliği eğitimi programları hazırlamak, eğitimlerin düzenlenmesini, çalışanların bu programlara katılmasını sağlamak ve verilecek eğitim için uygun yer, araç ve gereç temin etmekle yükümlüdürler.”
Şeklinde hükümler içermektedir.
Bu hükümlere göre işverenin iş yerinde iş sağlığı ve güvenliği için gerekli önlemleri alma, bu önlemlere uyulup uyulmadığını denetleme, işçileri yapmakta oldukları işlerinde karşı karşıya bulundukları mesleki riskler ile uyulması gerekli sağlık ve güvenlik tedbirleri hususunda eğitime tabi tutma, yasal hak ve sorumlulukları noktasında bilgilendirme konularında yükümlülükleri bulunmaktadır.
Olay tarihi itibarıyla da yürürlükte bulunan ve somut olayda uygulanması gereken mülga 818 sayılı Borçlar Kanunu’nun (BK) 355. maddesinde ve 01.07.2012 tarihinde yürürlüğe giren 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun (TBK) 470. maddesinde tanımlanan eser sözleşmesi (İstisna akdi) ise iki tarafa karşılıklı borç yükleyen bir tür iş görme sözleşmesi olup eser ve bedel olmak üzere iki temel unsuru bulunmaktadır. Bu sözleşmelerde yüklenici, iş sahibine karşı yüklendiği özen borcu nedeniyle eseri yasa ve sözleşme hükümlerine, fen, teknik ve sanat kurallarına uygun olarak yaparak ve zamanında tamamlayarak iş sahibine teslim etmekle; iş sahibi de bu çalışma karşılığında ivaz ödemekle yükümlüdür.
Türk Hukuk Lûgatında da eser sözleşmesi kısaca “Yüklenicinin bir eser meydana getirmeyi, iş sahibinin de bunun karşılığında bir bedel ödemeyi üstlendiği sözleşmedir” şeklinde tanımlanmıştır (Türk Hukuk Lûgatı, Türk Hukuk Kurumu, Cilt I, Ankara 2021, s. 353).
Yüklenicinin borçlarının düzenlendiği mülga BK’nın 356. maddesindeki (TBK m. 471) hüküm uyarınca yüklenici, üstlendiği edimleri iş sahibinin haklı menfaatlerini gözeterek, sadakat ve özenle ifa etmek zorundadır. Yüklenicinin özen borcundan doğan sorumluluğunun belirlenmesinde, benzer alandaki işleri üstlenen basiretli bir yüklenicinin göstermesi gereken mesleki ve teknik kurallara uygun davranışı esas alınır. Yüklenici, basiretli bir tacir/iş adamı ve işinin ehli teknik adam gibi davranıp eser sözleşmesi ilişkisine girerek bir işi üstlenirken ekonomik gücünü, ekipmanını ve uzmanlığını en iyi biçimde değerlendirip yeterli görmemesi durumunda o işi üstlenmekten kaçınmak zorundadır. Aksi hâlde, bunun sonuçlarına katlanır ve meydana gelen zarardan sorumlu tutulur. Başka bir şekilde ifade etmek gerekir ise; eser sözleşmesinin niteliği gereği yüklenici üstlendiği edimin sonucunu garanti etmiş sayılmalıdır.
Eser sözleşmesi ilişkisinde konunun uzmanı yükleniciler olduğundan gerekli tedbirleri alma yükümlülüğü de yüklenicilere aittir. 6098 sayılı Türk Borçlar Kanunu’nun 470 ve devamı maddelerinde düzenlenen eser sözleşmesi hükümlerine göre, zararlandırıcı olayın gerçekleşmesine etkili olan yüklenici kusurunun tespitinde, iş güvenliği mevzuatından da yararlanılması olanaklı ise de sadece bu mevzuata göre yüklenicinin kusuru belirlenemez. Çünkü yüklenici işinin uzmanı sayılan, sorumlu meslek adamıdır. Yüklenici, eser sözleşmesi ile yüklendiği edimini yerine getirirken veya sözleşmenin hazırlanması aşamasında gerekli tüm tedbirleri almakla ödevlidir. Yüklenici, işçi sayılamayacağından iş sahibinin denetimine de tâbi değildir (Hukuk Genel Kurulunun 15.12.2022 tarihli, 303-1761 sayılı ve 13.12.2022 tarihli, 111-1714 sayılı kararları).
Öte yandan, bir sözleşme ilişkisinin kurulabilmesi için sözleşme yapmaya ehil olanlar arasında öneri ve kabulün gerçekleşmesi yani tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamaları gerekmektedir. Her sözleşme türünün kendine özgü unsurları bulunmaktadır. Eser sözleşmesinin de kendine özgü olan iki temel unsuru vardır. Bunlar eser ve bedeldir. Bu sözleşme ile bir taraf (yüklenici) istenen özellikte sonucu (eser) meydana getirmeyi, diğer taraf (iş sahibi) ise bu çalışma karşılığında ivaz (bedel) ödemeyi üstlenmektedir. Eser sözleşmesinde tarafların edimleri birbirinin karşılığını oluşturmakta olduğundan tam iki tarafa borç yükleyen sözleşmedir. Ayrıca niteliği itibariyle sürekli bir sözleşme olmayıp ani edimli bir sözleşmedir. Bu sözleşmenin unsuru olan meydana getirilecek eser, aynı zamanda sözleşmenin konusunu oluşturur. Ayırt edici diğer bir temel unsuru ise bedeldir. Meydana getirilecek bir sonuç bulunmasına rağmen bedel ödenmeyeceği kararlaştırılmış ise eser sözleşmesinin varlığından söz edilemez. Bedel, eser sözleşmesinin unsuru ise de tarafların anlaşırken bedeli kararlaştırmamış olmaları sözleşmenin kurulmasına etki etmez. Taraflar kararlaştırmamış olsa da bedel ödeneceğini taraflar biliyor veya bilmesi gerekiyor ise eser sözleşmesinin bulunduğu yine kabul edilecektir. Eser sözleşmesinin konusu, meydana getirilmesi istenen sonuçtur. İstenen sonuç, bir şeyin yapılmasına ilişkin olabileceği gibi ortadan kaldırılmasına, iyileştirilmesine veya montajına ilişkin de olabilecektir. Diğer bir ifadeyle baştan yeni bir eser meydana getirilmesine ilişkin olabileceği gibi mevcut bir eserde yapılacak değişiklik veya ilavelerle farklı bir hâle getirilmesine de ilişkin olabilir. Eser sözleşmesi tarafların iradelerini karşılıklı ve birbirine uygun olarak açıklamaları ile kurulur ve sözleşmenin geçerliliği kanunda aksi öngörülmedikçe hiçbir şekle bağlı değildir (Hukuk Genel Kurulunun 14.11.2019 tarihli, 627-1192 sayılı kararı).
Bir sözleşme ilişkisinin eser sözleşmesi mi yoksa hizmet sözleşmesi mi olduğunun belirlenmesine gelince; hizmet sözleşmesi emek ağırlıklı iken, eser sözleşmesi beceriye dayalı sonuç ağırlıklıdır. Hizmet sözleşmesinde ortaya konan emek nedeniyle ücrete hak kazanılır. Eser sözleşmesinde ise ortaya konan beceri ile oluşturulan eser nedeniyle ücret alınır. Hizmet sözleşmesinde; zamana bağlı süreç ağırlıklı çalışma söz konusu iken eser sözleşmesinde sonuca bağlı çalışma esastır.
Eser sözleşmesinde yüklenici, iş sahibinin istemi üzerine kural olarak bir şey meydana getirmeyi ve bedel karşılığında teslim etmeyi üstlenmektedir. Sözleşmede beceriye dayalı sonuç unsuru yerine emek verilmesi üstün ise eser sözleşmesi değil, hizmet sözleşmesi söz konusu olacaktır.
Açıklanan nedenlerle, eser sözleşmesinde yüklenici üstlendiği iş konusunda uzman olup iş sahibine karşı bağımsızdır. İş sahibinden işin nasıl yapılacağı konusunda talimat almaz, talimat alsa bile bu talimat sadece iş sahibinin istediği sonucun (eserin) nasıl olması gerektiği hususundadır. Eser sözleşmesinin konusu olan her çeşit imal veya inşa ticari bir iş olduğundan yüklenici, basiretli bir tacir gibi davranmak, gereken özeni göstermek ve gereken güvenliği kendisi sağlamak durumundadır. Yüklenici işin ifası sırasında yanında işçi çalıştırıyorsa, çalıştırdığı işçiyle aralarındaki hizmet akdine ilişkin olarak işçisine karşı işveren durumunda olup çalıştığı yerin ve çalıştırdığı işçilerin güvenliğinden ve güvenliğin nasıl sağlanması gerektiğinden İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Mevzuatına göre sorumludur. İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Mevzuatının gerektirdiği bir önlemin alınmamasından dolayı hizmet akdinde işveren sorumlu ise de, eser sözleşmesinin tarafı olan iş sahibi bu mevzuata göre sorumlu tutulamaz. Ancak iş sahibinin bunun dışında kusuru varsa ondan sorumlu olur (Hukuk Genel Kurulunun 29.03.2006 tarihli, 84-121 sayılı kararı; 15. Hukuk Dairesinin 11.03.2008 tarihli 4780-1576 sayılı ve 03.07.2006 tarihli 4201 -4117 sayılı kararları).
B. Somut Olayda Hukukî Nitelendirme
Sanığa ait üç katlı yapının kalıp ve demir işçiliğini 9.500 TL karşılığında yapmayı üstlenen inşaat ustası ölenin, olay günü binanın ikinci katının dış cephesinde kalıp çaktığı sırada merdivenden kayarak düşmesi neticesinde hayatını kaybettiği olayda;
Sanık ile ölen arasında düzenlenen sözleşme içeriği ve tanık beyanlarına göre, binanın kalıp ve demir işçiliğinin yapılması şeklinde belirlenen somut çalışma ilişkisinde, belirli bir süre çalışmanın değil, bir sonucun meydana getirilerek bağımsız bir varlığı değiştirmeye, işlemeye veya biçimlendirmeye yönelik edimin amaçlanmış olması, hizmet sözleşmesinin ayırt edici ve belirleyici özellikleri olan ücret, bağımlılık ve zaman unsurlarının somut iş görme ilişkisinde bulunmaması karşısında, sanık ile ölen arasındaki ilişkinin hizmet sözleşmesine değil eser sözleşmesine dayandığının kabul edilmesi gerektiği, çalışma ilişkisinin eser sözleşmesine dayanması nedeniyle iş sahibi olan sanığın, işçi sağlığı ve iş güvenliği mevzuatının gerektirdiği bir önlemin alınmamasından sorumlu tutulamayacağı gibi meydana gelen ölüm olayının da iş kazası olarak nitelendirilemeyeceğinden, kazanın meydana gelmesinde sanığın kusurunun bulunmadığı, sanığa kusur yükleyen bilirkişi raporlarının da, somut olayın yukarıda anlatılan gerçekleşme biçimi dikkate alındığında isabetli olmadığı gibi mahkemeyi bağlayıcı niteliğinin de bulunmadığı anlaşıldığından, sanığın atılı suçtan beraatine karar verilmesi gerekmektedir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
VI. KARAR
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 19.09.2017 tarihli ve 1916-6466 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Antalya 16. Asliye Ceza Mahkemesinin 18.09.2014 tarihli ve 524-784 sayılı hükmünün, kendisini vekil ile temsil ettiren ve beraat eden lehine karar tarihi itibarıyla yürürlükte olan avukatlık asgari ücret tarifesine göre maktu vekâlet ücretine karar verilmesi gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak yeniden yargılamayı gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca hâlen yürürlükte bulunan 322. maddesi gereği karar verilmesi mümkün bulunduğundan, hükmün ikinci fıkrasının sonuna; “Sanık …’ın kendisini vekil ile temsil ettirdiğinden, hüküm tarihinde yürürlükte bulunan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesi hükümlerine göre 1.500 TL maktu vekâlet ücretinin Maliye Hazinesinden alınarak sanığa verilmesine” ibaresinin eklenmesi suretiyle DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 01.03.2023 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.