Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2018/152 E. 2021/516 K. 02.11.2021 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2018/152
KARAR NO : 2021/516
KARAR TARİHİ : 02.11.2021

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : (Kapatılan) 16. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza (CMK’nın mülga 250. maddesiyle görevli)

Hizbullah silahlı terör örgütüne üye olma suçundan sanık …’in lehe olan 5237 sayılı TCK’nın 314/2, 3713 sayılı Kanun’un 5, TCK’nın, 62, 53, 58/9 ve 63. maddeleri uyarınca 6 yıl 3 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin İstanbul (Kapatılan) 13. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK’nın mülga 250. maddesiyle görevli) verilen 27.09.2007 tarihli ve 339-233 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 24.06.2010 tarih ve 17213-7598 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 27.04.2017 tarih ve 18853 sayı ile;
“…
1- Sanık tüm aşamalarda suçlamayı kabul etmemiş, bilgisayar çıktısı öz geçmiş raporundaki fotoğrafın kendisine ait olduğunu, öz geçmiş bilgilerinin kısmen doğru olduğunu, iki amca adlarının başka olduğunu, hiçbir şekilde kendi hakkında kimseye yazılı veya sözlü olarak öz geçmiş bilgisi vermediğini, kendisine ait fotoğrafını da kimseye verdiğini hatırlamadığını, 1994 yılında kırmızı renkli Mazda 323 marka otomobilinin olduğunu, böyle bir arabası olduğunu Hizbullah silahlı terör örgütünden kimseye söylemediğini, kimsenin de kendisinden gelip arabası olup olmadığını sormadığını beyan etmiştir. Sanığın adı geçen öz geçmiş raporu ve diğer örgütsel dokümanlar bilgisayar çıktısı olup, asıllarının bulunmaması, sanığın el yazısını içermeyip yanlış bilgiler içermesi, adli makamlar tarafından el konulup, onların gözetim ve denetiminde, yemini yaptırılmış uzman bilirkişiler tarafından çıktı ve çözüm işlemlerinin yapıldığının bilinmemesi nedeniyle, üzerlerinde oynama yapılması her zaman mümkün olduğundan delil olma nitelikleri çok zayıftır. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2001/929 esas ve 2001/1855 karar sayılı ilâmında, ‘sanığa ait öz geçmiş raporu ve faaliyet raporlarının ne şekilde elde edildiği, kimler tarafından deşifre edildiği yeterince araştırılmadan, onaysız fotokopi niteliğinde olan bu belgelere itibar edilerek eksik inceleme ile hüküm kurulması’nı; 2000/2879 esas ve 2000/2973 karar sayılı ilâmında da ‘Evde yapılan aramada ele geçirilen, sanıklarla ilgili bilgisayar kayıtlarının çözümünün yöntemine uygun şekilde uzman bilirkişilere yaptırılması yerine, kime yada kimlere yaptırıldığı ve yeminlerinin de verilip verilmediği belirtilmeden, yapılmış çözüm belgelerinin hükme dayanak yapılması’nı bozma nedeni yapmıştır.
Ayrıca diğer terör örgütlerinden farklı olarak bir kişi hakkında öz geçmiş raporu bulunması bu kişinin bizatihi örgüt üyesi olduğunu göstermemektedir. Örgüt bunu üye olsun, olmasın toplayabildiği herkesten toplamıştır. Öz geçmiş raporu olmayan örgüt üyeleri de mevcuttur. Çeşitli örgütsel dokümanlarda bunun fark edilmeden toplanması yönünde talimat olduğu görülmektedir. ‘Hayreddin’e verilen çözümler’ başlıklı örgütsel dokümanda, ‘Öz geçmiş veren arkadaşlardan ehliyet ve kimlik fotokopisi alınsın. İyi arkadaş olup mahkûmiyeti olmayanlardan ayrıca alınsın. Ayrıca sempatizan ve avamların ki de uygun arkadaşlar vasıtasıyla getirilmeye çalışılsın. Bunlar yapılırken dikkat çekmeden ve yavaş yavaş yapılsın’, ‘Hafızın Çözümleri’ başlıklı örgütsel dokümanda da, ’10- Herhangi bir şahıs hakkında öz geçmiş istense bile sanki genel sosyal araştırma yapılıyormuş gibi bilgi istensin’ gibi.
Diyarbakır (Kapatılan) 4 numaralı Devlet Güvenlik Mahkemesinin 2000/126 esas sayılı dosyasının 12.12.2000 tarihli oturumunda tanık olarak dinlenen; uzun süreden beri örgüt lideri Hüseyin Velioğlu’nun yanında faaliyette bulunup, örgütsel dokümanların ve Hüseyin Velioğlu’nun ölü olarak ele geçirildiği Beykoz’daki örgüt evinde yakalanıp, mahkum olan örgütün üst düzey yöneticileri ve bilgisayar merkezi sorumluları Edip Gümüş ve Cemal Tutar ile örgüt sorgucusu olup itirafçı olan Abdülaziz Tunç’un beyanlarından da anlaşıldığı üzere, örgütün, istihbarat ve fişleme amacıyla, topladıkları zekatın kimlere verilebileceği gibi çok çeşitli amaçlarla, örgüt üyeleri dahil, temin edebildiği, ulaşabildiği tüm kişilere ait bilgi, belge ve fotoğrafları depoladığı, okullardan, resmi kurumlardan ve kişilerden bunları çeşitli şekillerde temin ettikleri, okul ve baro albümleri gibi yayınlardan faydalandıkları, özellikle 1990’lı yıllarda örgüt üyesi olmayan kişilerden de rızaen ya da rızası olmaksızın, kendisi ve çevresiyle ilgili ayrıntılı bilgiler içeren öz geçmiş ve fotoğraflar alındığını, öz geçmişlerin üyelik formu olmadığını beyan etmeleri ve mahkemenin bu tanık beyanlarının çoğaltılarak tüm Hizbullah dosyalarına konulmalarına karar verildiğinden de anlaşıldığı üzere, kişinin örgüt arşivinde fotoğraflı ya da fotoğrafsız öz geçmişinin bulunması, tek başına, kişinin örgüt üyesi olduğunu göstermemektedir. Hizbullah ana dava iddianamesinde de bunun sosyal araştırma formu olduğu belirtilmektedir. Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 2001/1605 esas ve 2001/2107 karar sayılı ilâmında, ‘sanıkların sabit olan camide ders vermek ve örgüte maddi yardımda bulunmak şeklindeki eylemlerinin TCK’nın 169. maddesi kapsamında örgüte yardım suçunu oluşturduğu’nu belirtmiştir. Sanığın öz geçmiş düzenlediği ve cami faaliyetlerinde bulunduğu kabul edilse bile, sanığın bu faaliyetlerinin örgüt üyeliği kabul edilecek düzeye ulaşmadığı, bu nitelikte süreklilik ve çeşitlilik gösteren örgütsel faaliyet yürüttüğü yolunda somut, yeterli ve inandırıcı kanıt bulunmadığı, kod adı aldığı ve nitelikli örgütsel faaliyette bulunduğu yolunda teyitli ve yeterli kanıt yer almadığı, faaliyetlerinin (mülga) 765 sayılı TCK’nın 169. maddesi kapsamında örgüte yardım ve yataklık suçu boyutunda kaldığı, örgütsel döküman içerikleri, öz geçmiş raporu içerikleri ile dosyada mevcut diğer tüm bilgi ve belgeler değerlendirildiğinde; sanığın 1999 yılından sonra örgütsel faaliyette bulunduğunun tespit edilmemesi nedeniyle hüküm tarihinde, suç tarihi itibarıyla (mülga) 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2 maddelerindeki dava zamanaşımı süresini doldurduğu anlaşıldığından, sanık hakkında açılan kamu davasının (mülga) 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşürülmesine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesince 05.02.2018 tarih ve 1395-288 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı eylemin silahlı terör örgütüne üye olma suçunu mu yoksa silahlı terör örgütüne yardım etme suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkin olup silahlı terör örgütüne yardım etme suçunun oluştuğunun kabülü hâlinde dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından,
17.01.2000 tarihinde yasa dışı Hizbullah silahlı terör örgütünün “İlim” kanadına yönelik olarak İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Beykoz Kavacık Kaptanlar Mahallesi’ndeki örgüt evine yapılan operasyon neticesinde örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun ölü olarak ele geçtiği, aynı evde örgüt arşivinin de tahrip edilmiş bir şekilde bulunduğu, söz konusu örgüt arşivine yönelik bilgisayar CD ve disketlerin çözümü sonucu yapılan soruşturmada;
Resimli öz geçmiş raporundan; dedelerinin onuncusuna kadar soylarının alim oldukları, bunlardan Mısır’da 4 mezhep üzeri icazetli olan 3. babası Şeyh Molla Selim Dımıli’nin 1914’te Bitlis’te halife iken Sultan Reşat’a karşı harekat başlattığı, harekatın bastırıldığı ve idam edildiği, yardımcılarının Şeyh Şahabettin ve Şeyh Ali oldukları, ailesinin Şeyh ailesi olduğu, Kalecik Köyü İlkokulu’nda okuduğu, sırası ile Bingöl – Karlıova – Kalecik köyü, Bingöl, İstanbul- Bağcılar-Kazım Karabekir Mahallesi’nde oturduğu, 16 yaşına kadar köyde hayvancılık ile uğraştığı, 16 yaşından sonra İstanbul’a gelerek bazen inşaatçılık bazen de tamircilikle zamanını geçirdiği, askerden sonra İslam’a biraz daha ısındığı, Kürtçülüğe meyilli olduğu ancak soğuduğu, aynı yıl Bingöl’e dönüp dükkân açtığı, orada İstanbul’da okuyan İlyas kardeşin ilgilenmesi ile kendini cemaatte bulduğu, elektrik teknisyenliği diploması olduğu, cemaate İstanbul’da okuyan İlyas kardeşin vasıtası ile katıldığı, cemaate girdikten sonra Bingöl’de Murat Ekinekiner, İstanbul’da Şirin, Abdusselam, Celal ile çalışma yaptığı, çalıştığı caminin Bağcılar Kazım Karabekir Camisi olduğu, devamında annesi, babası, toplam 10 kardeşi hakkında bilgiler verdiği yine amcaları Molla Burhan, Cebeli ve İhsan hakkında bilgiler bulunduğu,
Bilgisayardan elde edilen belgeden; …’in Mazda marka arabası ile her zaman müsait olduğunun belirtildiği, aracıyla her an lojistik yardımda bulunmaya hazır 13 kişiden birisi olarak ifade edildiği,
Fotokopi belgeden; 340006053 genel kod, 053 R.Kod, 3400 bölge R.Kod, 006 alan “R.”Kod numaralı, bölgesi İstanbul, isim kodunun “X”, faaliyet alanının Aziziye Camisi, sorumlusunun M.Emin Özcan olduğu,
Diğer fotokopi belgeden; amcasının oğlu Mücahit hakkında 01.08.1999 tarihinde Hizbullah örgütüne bilgi verdiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık aşamalarda yasa dışı Hizbullah terör örgütü üyesi olmadığını, bu örgüt içinde herhangi bir şekilde faaliyette bulunmadığını, örgüt mensubu kimseyi tanımadığını ve kimseyle görüşmediğini, dava konusu öz geçmiş raporundaki fotoğrafın kendisine ait olduğunu, öz geçmiş bilgilerinin kısmen doğru olduğunu, hiçbir şekilde kendi hakkında kimseye yazılı veya sözlü olarak öz geçmiş bilgisi vermediğini, kendisine ait fotoğrafını da kimseye verdiğini hatırlamadığını, Mücahit isimli şahsın amcasının oğlu Cebeli Amil olduğunu, dokümanda Mücahit ve kendisi hakkında söylenenleri kabul etmediğini, 1994 yılında kırmızı renkli 1990 model, Mazda 323 marka plakasını hatırlayamadığı otomobilinin olduğunu, bu otoyu İstanbul-Bahçelievler’de bulunan Derya Otomotiv’den aldığını, kaydının üzerinde olmadığını, böyle bir arabası olduğunu Hizbullah terör örgütünden kimseye söylemediğini, kimsenin de kendisinden gelip arabası olup olmadığını sormadığını, M.Emin Özcan adındaki şahsı da tanımadığını, suçsuz olduğunu savunmuştur.
Uyuşmazlığın çözümü için 765 sayılı (mülga) TCK’nın 168. maddesinde düzenlenen örgüte üye olma ile aynı Kanun’un 169. maddesinde düzenlenen örgüte yardım etme suçlarının açıklanması gerekemektedir.
765 sayılı (mülga) TCK’nın 168. maddesinde yer alan; “Her kim, 125, 131, 146, 147, 149 ve 156 ncı maddelerde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet ve çete teşkil eder yahut böyle bir cemiyet ve çetede amirliği ve kumandayı ve hususi bir vazifeyi haiz olursa onbeş seneden aşağı olmamak üzere ağır hapis cezasına mahküm olur.
Cemiyet ve çetenin sair efradı on yıldan onbeş yıla kadar ağır hapisle cezalandırılır” şeklindeki düzenlemenin birinci fıkrasında, Kanun’un 125, 131, 146, 147, 149 ve 156. maddelerinde yazılı cürümleri işlemek için silahlı cemiyet ve çete oluşturmak veya böyle bir cemiyet ve çetede amirlik, yöneticilik ve hususi bir vazife üstlenmek eylemleri yaptırıma bağlanmıştır. Silahlı cemiyet ve çetenin sair efradı olmanın cezai müeyyidesi de maddenin 2. fıkrasında düzenlenmiş olup birçok yargısal kararda vurgulandığı üzere; silahlı cemiyet ve çetede amirlik, yöneticilik ve hususi bir görev almayan, çeteye basit şekilde katılan, ulaşılmak istenen amaca ait konularda irade birliği içinde olan, çeteye katılırken çetenin niteliğini bilen ve çetenin ulaşmak istediği amacı kendi amacına uygun görenler ise cemiyet ve çetenin sair efradıdır.
Silahlı cemiyet ve çeteye yardım suçu ise 765 sayılı (mülga) TCK’nın 169. maddesinde; “64 ve 65 inci maddelerde beyan olunan hal haricinde her kim, böyle bir cemiyete ve çeteye hal ve sıfatlarını bilerek barınacak yer gösterir veya yardım eder yahut erzak veya esliha ve cephane veya elbise tedarik …ederse üç seneden beş seneye kadar ağır hapis ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Madde metninde yer alan; “eder veya her ne suretle olursa olsun hareketlerini teshil” ibaresi, suç tarihinden önce 30.07.2003 tarih ve 4963 sayılı Kanunun 2. maddesiyle metinden çıkarılmıştır.
765 sayılı (mülga) TCK’nın 169. maddesinde, aynı Kanun’un 64 ve 65. maddelerinde öngörülen iştirak hâlleri dışında, 168. maddesinde sayılan suçları işlemek amacıyla oluşturulan silahlı çeteye, seçimlik olarak sayılmış özel yardım hâlleri suç olarak düzenlenmiştir. Bu suçun oluşması için failin, 168. maddede nitelikleri belirtilen silahlı cemiyet ve çete mensuplarının eylemlerine iştirak etmeksizin, onların hal ve sıfatlarını bilerek barınacak yer göstermesi veya yardım etmesi, yahut erzak, silah, cephane veya giysi temin etmesi gerekmektedir. Suçun oluşması için silahlı çeteye, silahlı çete mensuplarının hâl ve sıfatlarını bilerek ve isteyerek yardım edilmelidir.
Gelinen noktada 5237 sayılı TCK’da düzenlenen silahlı terör örgütüne üye olma ve silahlı terör örgütüne yardım etme suçlarının da ifade edilmesi gerekecektir.
Terör konusunu özel bir kanunla düzenleme yoluna giden kanun koyucu, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun 1. maddesinde terörü; “Cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle, Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini veya genel sağlığı bozmak amacıyla bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemlerdir.”; aynı Kanun’un 2. maddesinin birinci fıkrasında terör suçlusunu, “Birinci maddede belirlenen amaçlara ulaşmak için meydana getirilmiş örgütlerin mensubu olup da, bu amaçlar doğrultusunda diğerleri ile beraber veya tek başına suç işleyen veya amaçlanan suçu işlemese dahi örgütlerin mensubu olan kişi…” şeklinde tanımlamış, aynı maddenin ikinci fıkrasında ise, terör örgütüne mensup olmasa da örgüt adına suç işleyenlerin de terör suçlusu sayılacağını hüküm altına almıştır.
Bu genel terör ve terör suçlusu tanımları dışında; 3713 sayılı Kanun’un 3. maddesinde doğrudan terör suçları, 4. maddesinde de dolaylı terör suçları düzenlenmiştir.
18.07.2006 tarihli ve 26232 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5532 sayılı Terörle Mücadele Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 17. maddesiyle, terör örgütünün tanımını yapan 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun birinci maddesinin ikinci ve üçüncü fıkraları yürürlükten kaldırılmış; madde gerekçesinde, Türkiye’nin de taraf olduğu Sınıraşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’nin 2. maddesinin (a) bendine uygun olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 220. maddesinde suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüt tanımlaması yapıldığı için, Terörle Mücadele Kanunu’nda ayrıca örgüt tanımlaması yapılmasına gerek görülmediği belirtilmiştir.
TCK’nın 6. maddesinin birinci fıkrasının (j) bendine göre örgüt mensubu suçlu; suç işlemek için örgüt kuran, yöneten, bu örgüte katılan veya örgüt adına suç işleyen kişidir.
TCK’nın “Suç işlemek amacıyla örgüt kurma” başlıklı 220. maddesinde;
“(1) Kanunun suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla örgüt kuranlar veya yönetenler, örgütün yapısı, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Ancak, örgütün varlığı için üye sayısının en az üç kişi olması gerekir.
(2) Suç işlemek amacıyla kurulmuş olan örgüte üye olanlar, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Örgütün silâhlı olması hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza dörtte birinden yarısına kadar artırılır.
(4) Örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi hâlinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmolunur…” hükmüne yer verilmiştir.
Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuyla korunan hukuki yarar kamu güvenliği ve barışıdır. Suç işlemek için örgüt kurmak, toplum düzenini tehlikeye soktuğu ve araç niteliğindeki suç örgütü, amaçlanan suçları işlemede büyük bir kolaylık sağladığından, bu suç nedeniyle kamu güvenliği ve barışın bozulması bireyin güvenli, barış içinde yaşamak hakkını da zedeleyeceğinden, işlenmesi amaçlanan suçlar açısından hazırlık hareketi niteliğinde olan bu fiiller ayrı ve bağımsız suçlar olarak tanımlanmıştır. Böylece bu düzenlemeyle aynı zamanda bireyin, Anayasa’da güvence altına alınmış olan hak ve özgürlüklerine yönelik fiillere karşı da korunması amaçlanmıştır. Bu amaçla henüz suç işlenmese dahi, sadece suç işlemek amacıyla örgüt oluşturmuş olmaları nedeniyle örgüt mensubu faillerin cezalandırılması yoluna gidilmiştir. Bunun asıl nedeni suç işlemek için örgüt kurmanın, kamu barışı yönünden ciddi bir tehlike oluşturmasıdır. Kanun koyucu bu düzenleme ile öncelikle gelecekte işlenebilecek suçları engellemek istemiştir.
Bu suçun mağduru ise; öncelikle kamu güvenliği ve barışını sağlamakla yükümlü olan devlet ve toplumu oluşturan bireylerdir.
TCK’nın 220. maddesi kapsamında bir örgütün varlığından sözedebilmek için; en az üç kişinin, suç işlemek amacıyla hiyerarşik bir ilişki içerisinde, devamlı olarak amaç suçları işlemeye elverişli araç ve gerece sahip bir şekilde bir araya gelmesi gerekmektedir.
Örgüt, soyut bir birleşme olmayıp, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki barındırmaktadır. Bu hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında gevşek bir nitelik taşıyabilir. Oluşturulan bu ilişki sayesinde örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Bu nedenle niteliği itibarıyla devamlılık arzeden örgütün varlığı için ileride ihtimal dahilindeki suç/suçları işlemek amacı etrafındaki fiilî birleşme yeterlidir. Buna karşın, kişilerin belirli bir suçu işlemek için bir araya gelmesi hâlinde ise örgüt değil, iştirak ilişkisi mevcuttur.
Ceza Genel Kurulunun istikrar bulunan ve süregelen kararlarında da belirtildiği üzere, TCK’nın 220. maddesi anlamında bir örgütten bahsedilebilmesi için,
a) Üye sayısının en az üç veya daha fazla kişi olması gerekmektedir.
b) Üyeler arasında gevşek de olsa hiyerarşik bir bağ bulunmalıdır. Örgütün varlığı için soyut bir birleşme yeterli olmayıp, örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek veya sıkı bir hiyerarşik ilişki olmalıdır.
c) Suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşme yeterli olup, örgütün varlığının kabulü için suç işlenmesine gerek bulunmadığı gibi işlenmesi amaçlanan suçların konu ve mağdur itibariyle somutlaştırılması mümkün olmakla birlikte, zorunluluk arz etmemektedir. Örgütün faaliyetleri çerçevesinde suç işlenmesi halinde, fail, örgütteki konumuna göre, üye veya yönetici sıfatıyla cezalandırılmasının yanında, ayrıca işlenen suçtan da cezalandırılacaktır.
d) Örgüt niteliği itibarıyla devamlılığı gerektirdiğinden, kişilerin belli bir suçu işlemek veya bir suç işlemek için bir araya gelmesi halinde, örgütten değil ancak iştirak iradesinden söz edilebilecektir.
e) Amaçlanan suçları işlemeye elverişli, üye, araç ve gerece sahip olunması gerekmektedir.
Yukarıda belirtildiği üzere kanunların suç saydığı fiilleri işlemek amacıyla, sahip bulunduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli yapılara suç örgütü denmektedir. Terör örgütleri ise ideolojik amaçları olan suç örgütleridir. Terör örgütlerini, suç örgütlerinden ayıran bu ideolojik amaç; 3713 sayılı Kanun’un 1. maddesinde gösterilen Cumhuriyetin Anayasa’da belirtilen niteliklerine karşı olabileceği gibi, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğüne, Türk Devleti ve Cumhuriyetin varlığına, Devlet otoritesini zaafa uğratmaya veya yıkmaya ya da ele geçirmeye, Devletin iç ve dış güvenliğine, kamu düzeni veya genel sağlığa ya da temel hak ve hürriyetlere yönelik de olabilmektedir.
3713 sayılı Kanun’un “Terör örgütleri” başlıklı 7. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Cebir ve şiddet kullanılarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle, 1 inci maddede belirtilen amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar, yönetenler ile bu örgüte üye olanlar Türk Ceza Kanununun 314 üncü maddesi hükümlerine göre cezalandırılır. Örgütün faaliyetini düzenleyenler de örgütün yöneticisi olarak cezalandırılır.” hükmü ile TCK’nın 314. maddesine atıf yapılmıştır.
TCK’nın 314. maddesinde tanımlanan “Silahlı örgüt” suçu ise;
“(1) Bu kısmın dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran veya yöneten kişi, on yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Birinci fıkrada tanımlanan örgüte üye olanlara, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilir.
(3) Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler, bu suç açısından aynen uygulanır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Örgütlü suçluluğun özel bir türü olarak öngörülen, TCK’nın “Silahlı Örgüt” başlıklı 314. maddesinde; TCK’nın ikinci kitap dördüncü kısmının dördüncü bölümünde yer alan devletin güvenliğine karşı suçlar ile beşinci bölümünde yer alan anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran, yöneten ve örgüte üye olanların cezalandırılmaları öngörülmüş ve maddenin son fıkrasında; suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümlerin, bu suç açısından aynen uygulanacağı düzenlenmiştir.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu sistematiğinden tamamen farklı bir anlayışla düzenlenen 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nda, örgütün faaliyetleri doğrultusunda işlenen suçlardan da ayrıca sorumluluk esası kabul edilmiş, yardım etme eylemleri de yaptırım açısından örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilerek, bağımsız bir şekilde örgüte yardım suçuna yer verilmemiştir.
Örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla birlikte, örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişilerin örgüt üyesi olarak cezalandırılacağı hüküm altına alınırken, örgüte yardım sayılan eylemlerin nitelik bakımından örgüt üyeliğine denk sorumluluğu gerektirdiği kabul edilmiştir. Buna göre, örgüt üyesi olmaksızın, bilerek ve isteyerek örgütün bir iş, görev ya da hizmetinin yerine getirilmesi eylemi örgüt üyeliği olarak cezalandırılmakta iken; TCK’nın 220. maddesinin 7. fıkrasında 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişiklikle, yapılan yardımın niteliğine göre cezanın üçte birine kadar indirilebileceği hüküm altına alınmıştır.
Silahlı terör örgütüne yardım fiilinin oluşması için, failin örgüt üyeleriyle önceden bir anlaşma yapması veya yapılan planlara dahil olması zorunlu değildir. Yardım fiilinin örgüt üyelerinin tamamına veya üyelerden birine yapılması arasında bir fark bulunmamaktadır. Fakat, örgütün amacı ve kollektif faaliyetleri bilinerek ve istenerek yardım edilmesi zorunludur (Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, 6. Cilt, Adalet Yayınevi, Ankara, 2014, s. 8934). Yardım edenler zamanlarının büyük bir bölümünü örgüte hasretmiş kişiler olmayıp kendi hayatlarının akışı içerisinde bazen örgüte ait işleri kabul eden şahıslardır.
Örgüte yardım etme suçuna ilişkin olarak öğretide;“Suç işlemek amacıyla kurulmuş örgüte bilerek ve isteyerek yardım edilmiş olması gerekir. Başka bir ifadeyle, yardım fiilinin örgütün suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt olduğu bilinerek gerçekleştirilmiş olması gerekir. Fıkra metninde geçen ‘bilerek’ ibaresi doğrudan kastı ifade eder. Doğrudan örgüte değil de örgüt mensuplarına yardım edilmesi halinde, yardım edilen kişilerin suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüt mensubu olduklarının da bilinmesi gerekmektedir. Örgüt mensuplarına yapılan yardım, aynı zamanda örgüte yapılan yardım olarak değerlendirmek gerekir. Ancak, bu yardımın örgütün amacını gerçekleştirmeye hizmet eden bir yardım olması gerekmektedir” (İzzet Özgenç, Suç Örgütleri, Seçkin Yayıncılık, 7. Baskı, s. 38-39); “Yardımın maddî bir yardım olması gerekli değildir. Örneğin suç örgütüne belli bir hususta bilgi ve belge sağlanması da yardım olarak kabul edilmelidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus yardımın örgüte yapılmasıdır. Kanun koyucu, yardımın niteliğini belirlemediği için örgüte bilerek ve isteyerek herhangi bir yardımda bulunan kişi bile bu durumda örgüt üyesi olarak cezalandırılacaktır. Örgüte sadece bir kez önemsiz nitelikte bir yardımda bulunan kişi bile, örneğin örgüt üyeleri arasında bir kez iletişim sağlayan kişi, bu hüküm nedeniyle örgüt üyesi gibi cezalandırılabilecektir” (Feridun Yenisey, Örgütlü Suçlar ve Terör Suçları Eğitim Modülü, s. 70) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Öte yandan 765 sayılı (mülga) TCK ile 5237 sayılı TCK’daki zamanaşımına ilişkin düzenlemeler incelendiğinde;
765 sayılı (mülga) TCK’nın zamanaşımına ilişkin “Dava ve cezanın sukutu” başlıklı 102. maddesi;
“Kanunda başka türlü yazılmış olan ahvalin maadasında hukuku amme davası:
1- Ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis ve müebbed ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerde yirmi sene,
2- Yirmi seneden aşağı olmamak üzere muvakkat ağır hapis cezasını müstelzim cürümlerde on beş sene,
3- Beş seneden ziyade ve yirmi seneden az ağır hapis veya beş seneden ziyade hapis yahud hidematı ammeden müebbeden mahrumiyet cezalarından birini müstelzim cürümlerde on sene,
4- Beş seneden ziyade olmamak üzere ağır hapis veya hapis yahud sürgün veya hidematı ammeden muvakkaten mahrumiyet cezalarını ve ağır para cezasını müstelzim cürümlerde beş sene,
5- Bir aydan ziyade hafif hapis veya otuz liradan ziyade hafif para cezasını müstelzim fiillerde iki sene,
6- Bundan evvelki bendlerde beyan olunan mikdardan aşağı cezaları müstelzim kabahatlerde altı ay geçmesiyle ortadan kalkar.
Bu kanunun ikinci kitabının birinci babında yazılı ağırlaştırılmış müebbet ağır hapis veya müebbed yahud muvakkat ağır hapis cezalarını müstelzim cürümlerin yurd dışında işlenmesi halinde dava müruru zamanı yoktur.” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın “Dava zamanaşımı” başlıklı 66. maddesinde ise;
“(1) Kanunda başka türlü yazılmış olan hâller dışında kamu davası;
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl,
b) Müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi beş yıl,
c) Yirmi yıldan aşağı olmamak üzere hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi yıl,
d) Beş yıldan fazla ve yirmi yıldan az hapis cezasını gerektiren suçlarda on beş yıl,
e) Beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda sekiz yıl,
Geçmesiyle düşer.
(2) Fiili işlediği sırada on iki yaşını doldurmuş olup da on beş yaşını doldurmamış olanlar hakkında, bu sürelerin yarısının; on beş yaşını doldurmuş olup da on sekiz yaşını doldurmamış olan kişiler hakkında ise, üçte ikisinin geçmesiyle kamu davası düşer.
(3) Dava zamanaşımı süresinin belirlenmesinde dosyadaki mevcut deliller itibarıyla suçun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâlleri de göz önünde bulundurulur.
(4) Yukarıdaki fıkralarda yer alan sürelerin belirlenmesinde suçun kanunda yer alan cezasının yukarı sınırı göz önünde bulundurulur; seçimlik cezaları gerektiren suçlarda zamanaşımı bakımından hapis cezası esas alınır…” hükümlerine yer verilmiştir.
TCK’nın 66. maddesinde; kanunda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, aynı maddenin birinci fıkrasının (e) bendinde beş yıldan fazla olmamak üzere hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda bu sürenin 8 yıl olacağı hüküm altına alınmıştır.
Zamanaşımını kesen sebepler de TCK’nın 67. maddesinin 2. fıkrasında sayılmıştır. Buna göre, bir suçla ilgili olarak;
a) Şüpheli veya sanıklardan birinin savcı huzurunda ifadesinin alınması veya sorguya çekilmesi,
b) Şüpheli veya sanıklardan biri hakkında tutuklama kararının verilmesi,
c) Suçla ilgili olarak iddianame düzenlenmesi,
d) Sanıklardan bir kısmı hakkında da olsa, mahkûmiyet kararı verilmesi,
Hâlinde, dava zamanaşımı kesilecektir.
TCK’nın 67. maddesinin 3. fıkrası gereğince kesen bir nedenin bulunması hâlinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak, dava zamanaşımını kesen birden fazla nedenin bulunması hâlinde ise son kesme nedeninin gerçekleştiği tarih esas alınacak, dördüncü fıkrası uyarınca da kesilme hâlinde, zamanaşımı süresi ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
17.01.2000 tarihinde yasadışı Hizbullah silahlı terör örgütünün “İlim” kanadına yönelik İstanbul Emniyet Müdürlüğünce Beykoz ilçesi, Kavacık Kaptanlar Mahallesindeki örgüt evine yapılan operasyonda örgütün lideri Hüseyin Velioğlu’nun ölü olarak ele geçtiği, aynı evde örgüt arşivinin de tahrip edilmiş bir şekilde bulunduğu, söz konusu örgüt arşivine yönelik bilgisayar CD ve disketlerin çözümü sonucu, sanık …’in fotoğrafının bulunduğu öz geçmiş raporunda yer alan bilgilerin başka biri tarafından yazılamayacak şekilde bilgiler içerdiği, bilgisayardan elde edilen belgede sanığın Mazda marka arabası iler zaman müsait olduğunun belirtildiği, aracıyla her an lojistik yardımda bulunmaya hazır 13 kişiden birisi olarak ifade edildiği ve fotokopi belgede faaliyet alanının Aziziye Camisi, sorumlusunun M.Emin Özcan olduğuna ilişkin hususlar bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde;
Silahlı terör örgütüne üyelik suçunun oluşabilmesi için örgütle organik bağ kurulması ve kural olarak süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ve faaliyetlerin bulunması aranmaktadır. Ancak niteliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, örgütün amacı ve menfaatlerine katkısı itibarıyla süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk özelliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenebilen suçların faillerinin de örgüt üyesi olduğunun kabulü gerekir. Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak gibi eylemler örgüt üyeliği için yeterli değildir. Yardım suçunda ise; yardım fiilini işleyen failin örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmaması, yardımda bulunduğu örgütün TCK’nın 314. maddesi kapsamında silahlı terör örgütü olduğunu bilmesi, yardımın örgütün amacına hizmet eder nitelikte bulunması, yardım ettiği kişinin örgüt yöneticisi ya da üyesi olması gereklidir. Yardımdan fiilen yararlanmak zorunlu değildir. Örgütün istifadesine sunulmuş olması ve üzerinde tasarruf imkânının bulunması suçun tamamlanması için yeterlidir. Bu kapsamda fotokopi öz geçmiş raporundaki bilgiler ile bilgisayardan elde edilen belge içeriklerinde belirtilen her an lojistik yardımda bulunmaya hazır 13 kişiden birisi olarak ifade edilmesi nedeniyle sanığın eyleminin suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nın 169. maddesinde düzenlenen “Silahlı cemiyet ve çeteye yardım” suçunu oluşturduğu, yardım suçunun niteliği gereği sanığın dosya kapsamına göre 1995 yılından sonra örgütsel faaliyette bulunduğunun tespit edilmemesi nedeniyle inceleme konusu olayda, zamanaşımının süresinin Dairece incelemenin yapıldığı 24.06.2010 tarihinden önce olmak üzere 2005 yılında dolduğu anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cuhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, Yerel Mahkeme hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına ve sanık hakkında açılan kamu davasının 765 sayılı TCK’nın 102/4, 104/2 ve 5271 sayılı CMK’nın 223/8. maddesi uyarınca düşmesine, Özel Dairenin onama kararının kaldırılması ve bozma nedenine göre infazın durdurulmasına, sanığın başka suçtan tutuklu veya hükümlü olmaması hâlinde tahliyesi için yazı yazılmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 24.06.2010 tarihli ve 17213-7598 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- İstanbul (Kapatılan) 13. Ağır Ceza Mahkemesince (CMK’nın mülga 250. maddesiyle görevli) verilen 27.09.2007 tarihli ve 339-233 sayılı mahkûmiyet hükmünün, suçun nitelendirilmesinde hataya düşülüp buna dayalı olarak dava zamanaşımının gerçekleştiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. sayılı maddesi uyarınca atılı suç için 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen dava zamanaşımı süresinin Ceza Genel Kurulunun inceleme tarihinden önce dolduğu anlaşıldığından, sanık hakkındaki kamu davasının 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
4- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazı kabul edilerek Özel Dairenin onama kararının kaldırılıp, Yerel Mahkemenin mahkûmiyet hükmünün, gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına ve kamu davasının düşmesine karar verilmesi karşısında, cezanın İNFAZININ DURDURULMASINA ve sanığın TAHLİYESİNE, başka bir suçtan hükümlü veya tutuklu olmadığı takdirde sanığın derhal salıverilmesi için YAZI YAZILMASINA,
5- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.11.2021 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.