Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/826 E. 2018/649 K. 18.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/826
KARAR NO : 2018/649
KARAR TARİHİ : 18.12.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 83-291

Sanık …’nın çocuğun basit cinsel istismarı suçundan TCK’nın 103/1-a, 103/4, 103/6, 43, 53, 62 ve 63. maddeleri uyarınca 14 yıl 3 ay 7 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin İzmir 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.02.2014 tarihli ve 270-56 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 14. Ceza Dairesince 14.12.2015 tarih ve 7270-11638 sayı ile;
“Mağdure hakkında Ege Üniversitesi tarafından düzenlenen 04.12.2012 tarihli raporda ruh sağlığının bozulmadığı tespitinin yapılmasına karşılık Dokuz Eylül Üniversitesi Tıp Fakültesince düzenlenen 07.06.2012 günlü rapor ve Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunca tanzim edilen 31.05.2013 tarihli raporlarda ruh sağlığının bozulduğunun belirtilmesi karşısında, mevcut raporlar arasında çelişki oluştuğundan, mağdure hakkında Adli Tıp Kurumu Kanununun 15/f maddesi uyarınca Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılarak olay nedeniyle beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığına ilişkin hazırlanacak rapor sonrası sanık hakkında TCK’nın 103/6. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağına karar verilmesi gerekirken, eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması,
Kabule göre de;
Hükümden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanunun 58, 59, 60 ve 61. maddeleri ile 5237 sayılı Kanunun 102, 103, 104 ve 105. maddelerinde yer alan cinsel dokunulmazlığa karşı suçların yeniden düzenlenmesi karşısında; 5237 sayılı TCK’nın 7/2. madde-fıkrasındaki ‘Suçun işlendiği zaman yürürlükte bulunan kanun ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hükümleri farklı ise, failin lehine olan kanun uygulanır ve infaz olunur’ hükmü gözetilerek, lehe olan hükmün, önceki ve sonraki kanunların bütün hükümleri olaya uygulanarak ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenmesi, her iki kanunla ilgili uygulamanın, denetime imkan verecek şekilde kararda gösterilmesi ve Anayasa Mahkemesinin 24.11.2015 günlü,29542 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 08.10.2015 gün ve 2014/140 Esas, 2015/85 Karar sayılı ilamı ile 5237 sayılı TCK’nın 53. maddesi yönünden kısmi iptal kararı verildiğinden, anılan husus nazara alınarak yeniden değerlendirme yapılmasında zorunluluk bulunması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 18.07.2016 tarih ve 83-291 sayı ile sanığın ilk hüküm gibi cezalandırılmasına karar verilmiş, bu hükmün de sanık müdafileri, katılan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekili ile Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yüksek 14. Ceza Dairesince 28.02.2017 tarih ve 11623-1007 sayı ile;
“13.07.2016 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşünü bildirmesinden sonra sanık ile müdafiin esas hakkında savunma hazırlamak üzere süre talep etmeleri karşısında 5271 sayılı CMK’nın 147, 216, 289. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkı başlıklı 6/3-b maddesinin ‘müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak’ hükmü uyarınca kendilerine makul bir süre tanınması gerekirken, yetersiz süre tanınmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 31.03.2017 tarih ve 370932 sayı ile;
“…Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6/3 maddesi;
‘Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
a) Kendisine karşı yöneltilen suçlamanın niteliği ve sebebinden en kısa sürede, anladığı bir dilde ve ayrıntılı olarak haberdar edilmek;
b) Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak;
c) Kendisini bizzat savunmak veya seçeceği bir müdafinin yardımından yararlanmak; eğer avukat tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz olarak yararlanabilmek;
d) İddia tanıklarını sorguya çekmek veya çektirmek, savunma tanıklarının da iddia tanıklarıyla aynı koşullar altında davet edilmelerinin ve dinlenmelerinin sağlanmasını istemek;
e) Mahkemede kullanılan dili anlamadığı veya konuşamadığı takdirde bir tercümanın yardımından ücretsiz olarak yararlanmak’ düzenlemesini,
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 90/5 maddesi;
‘Usulüne göre yürürlüğe konulmuş Milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. (Ek cümle: 07/05/2004 – 5170 S.K./7.mad) Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır’ düzenlemesini içermektedir.
Anayasanın 90/5 maddesi gereğince AİHS’nin 6. maddesinin artık bir iç hukuk kuralı olarak değerlendirilmek ve uygulanmak zorunda olduğunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Ancak sanığın ve müdafiinin savunmasının hazırlamak için ihtiyaç duyduğu makul sürenin ne ne kadar olduğu konusunda bir düzenleme, hem AİHS’nde hem de iç hukukumuzda yer almamıştır. O halde bu sanık veya müdafiine verilen sürenin yeterli olup olmadığının, dosyanın geçirdiği safahat, sanık sayısının veya atfedilen suç sayısının çokluğu, iddia ve savunmaya ilişkin delillerin çokluğu veya karmaşık teknik ayrıntılar içermesi, dosyanın hacmi, müdafiin müdafilik görevini üstlendiği aşama ve benzeri durumlar gözetilerek her somut olayda ayrıca değerlendirilmelidir.
Sanık müdafiileri Av. … ve M……’nun 04/04/2013 tarihli vekaletnameye istinaden ilk savunma dilekçelerini 25/04/2013 günü dosyaya ibraz ettikleri, 24/05/2013 tarihli 3. celseden itibaren, Yargıtay 14. Ceza Dairesi tarafındanilk hüküm hakkında verilen 15/12/2015 tarihli bozma kararı öncesinde 5 oturumda, bozma sonrasında yapılan yargılama sırasında da 5 oturumda sanığı temsil ettikleri, Av. …’nun iki oturuma katıldığı, Av. … Tosunaoğlu’nun ise sadece bir oturuma katılmadığı, savunmanın esasen Av. … tarafından yapıldığı, temyiz istemleri ve temyiz duruşmalarının da Av. … tarafından takip edildiği, dosya hacminin normal olduğu, sanık hakkındaki iddianın karmaşık teknik konular içermediği, dosya kapsamında incelenecek delil sayısının fazla olmadığı, sanık ve müdafiinin delillerin tümüne vakıf oldukları, 13/07/2016 günlü oturumda son savunmalarını hazırlamak için süre istediklerinde bir sonraki oturuma kadar kendilerine süre verildiği ve bir sonra duruşma tarihinin 18/07/2016 olarak belirlendiği, bu aşamada sürenin yetersiz olduğuna dair bir itirazın dosyaya yansımadığı, keza sanık ve müdafiinin hükmün tefhim edildiği 18/07/2016 günlü celseye katılarak son savunmalarını hem yazılı, hem de sözlü olarak mahkemeye bildirdikleri, bu aşamada da savunma için verilen sürenin yeterli olmadığına ve savunmalarının yeterince hazırlayamadıklarına dair bir beyanlarının bulunmadığı, ek süre talep etmedikleri gözetildiğinde sanık ve müdafiine son savunmalarını hazırlamak için verilen sürenin makul ve yeterli olduğu, savunma haklarının kısıtlanması suretiyle bir hak ihlalinin söz konusu olmadığı, sanık müdafiinin yerinde ve zamanında sürenin yetersiz olduğuna dair bir itirazı olmadığı halde temyiz aşamasında sürenin yetersiz olduğunu ileri sürmesinin de AİHS’nin 17. maddesi kapsamında hakkın kötüye kullanılmasının bir örneği olarak himaye edilemez olduğu kabul edilmelidir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 09.05.2017 tarih ve 2177-2523 sayı ile itiraz nedenleri yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanığa atılı çocuğun basit cinsel istismarı suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık ve müdafisine savunmalarını hazırlamaları için yeterli süre verilip verilmediğinin, bu bağlamda savunma haklarının kısıtlanıp kısıtlanmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık … hakkında İzmir Cumhuriyet Başsavcılığınca 03.07.2012 tarihli ve 22286-1298 sayılı iddianame ile çocuğun basit cinsel istismarı ve kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarından cezalandırılması istemiyle kamu davası açıldığı,
Sanığın, 16.11.2012 tarihli vekaletname ile Avukat …’i müdafii olarak atadığı,
Avukat …’in sanık hakkında yedi oturum süren yargılamanın 20.11.2012 ve 12.02.2013 tarihli ilk iki oturumunda sanık müdafisi olarak hazır bulunduğu,
Sanığın, 04.04.2013 tarihli vekaletname ile Avukatlar….. ve …’nu ayrı ayrı yetkili olmak üzere müdafii olarak tayin ettiği, yargılamanın 24.05.2013 tarihli 3. oturumunda….. ve …’nun; 08.11.2013 tarihli 5. oturumunda…..’nun; 17.07.2013, 24.01.2014 ve 10.02.2014 tarihli 4, 6 ve 7. oturumlarında ise …’nun sanık müdafisi olarak hazır bulundukları, sanıklar müdafileri tarafından hazırlanan 21.01.2014 tarihli esasa ilişkin son savunma dilekçesinin 22.01.2014 tarihinde dosya içine alındığı ve ilk hükmün kurulduğu 10.02.2014 tarihli 7. oturumda sanık ve sanık müdafisi Av. …’nun esas hakkındaki savunmalarını beyan ettikleri,
Sanığın atılı suçlardan cezalandırılmasına dair verilen hükümlerin sanık ve müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesince yapılan duruşmalı temyiz incelenmesine Avukat …’nun sanığı temsilen katıldığı, yapılan inceleme sonucunda Özel Dairece sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün onanmasına, çocuğun basit cinsel istismarı suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün ise sanık hakkında TCK’nın 103/6. maddesinin uygulanması bakımından Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılmaksızın eksik araştırma ile hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
Yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan ve beş oturum süren yargılamanın tamamında Avukat …’nun sanık müdafisi olarak hazır bulunduğu ve Adli Tıp Genel Kurulu tarafından hazırlanan rapora karşı beyanlarını 24.06.2016 tarihli 3. oturumda sunduğu,
13.07.2016 tarihli 4. oturumda sanığın bilirkişi raporuna karşı müdafisinin beyanda bulunacağını belirttiği, sanık müdafisinin ise önceki oturumda UYAP üzerinden suretini aldığı Adli Tıp Genel Kurulu raporuna karşı diyeceklerini ifade ettiğini, bu ifadelerini aynen tekrar ettiğini beyan ettiği, Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasını açıklaması üzerine sanık ve müdafisinin esas hakkındaki savunmalarını birlikte hazırlamak için süre talep ettikleri, yerel mahkemece sanık ve müdafisine esas hakkındaki savunmalarını bildirmeleri için gelecek duruşmaya kadar süre verilmesine ve duruşmanın 18.07.2016 tarihine bırakılmasına karar verildiği,
Sanıklar müdafileri tarafından hazırlanan 14.07.2016 tarihli esas hakkındaki son savunma dilekçesi ile 15.07.2017 tarihli 5237 sayılı TCK’nın 103. maddesinde Anayasa mahkemesinin verdiği iptal kararının bekletici mesele yapılmasına ilişkin dilekçenin, verildikleri tarihlerde dosya içine alındığı, sanık hakkında hükmün verildiği 18.07.2016 tarihli 5. oturumda sanık ve müdafisinden mütalaaya karşı beyanları ile esasa ilişkin savunmalarının sorulduğu, sanığın üzerine atılı suçu kabul etmeyerek detaylı savunmayı müdafisinin yapacağını bildirdiği, sanık müdafisinin ise esas hakkındaki savunmalarını 14.07.2016 tarihli yazılı savunma dilekçesinde sunduklarını belirterek esas hakkındaki savunmasını bu kapsamda sözlü olarak da yaptığı,
Sanık veya müdafisinin esas hakkındaki son savunmaları için verilen sürenin yetersiz olduğu hususunda bir itirazlarının bulunmadığı,
Sanığın ilk hüküm gibi cezalandırılmasına ilişkin verilen hükmün de sanık müdafileri, katılan Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay 14. Ceza Dairesince yapılan duruşmalı temyiz incelenmesine Avukat …’nun sanık adına katıldığı ve 10.08.2016 havale tarihli sair nedenlerin yanı sıra son savunma için kendilerine yeterli süre verilmediği, savunma hazırlamaları için öngörülen sürenin iki gününün hafta sonuna denk geldiği ve savunma haklarının kısıtlandığı yönündeki temyiz dilekçesini açıklayarak savunma yapıp hükmün bozulmasını talep ettiği,
Yargıtay 14. Ceza Dairesince hükmün “13.07.2016 tarihli celsede Cumhuriyet Savcısının esas hakkındaki görüşünü bildirmesinden sonra sanık ile müdafiin esas hakkında savunma hazırlamak üzere süre talep etmeleri karşısında 5271 sayılı CMK’nın 147, 216, 289. maddeleri ile Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin adil yargılanma hakkı başlıklı 6/3-b maddesinin ‘müdafaasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara malik olmak’ hükmü uyarınca kendilerine makul bir süre tanınması gerekirken, yetersiz süre tanınmak suretiyle savunma hakkının kısıtlanması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verildiği,
Anlaşılmıştır.
Anayasanın “Hak arama hürriyeti” başlıklı 36. maddesinin birinci fıkrası;
“Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir” şeklinde düzenlenmiştir.
Öte yandan Anayasanın 90. maddesinin beşinci fıkrasında yer alan “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş milletlerarası andlaşmalar kanun hükmündedir. Bunlar hakkında Anayasaya aykırılık iddiası ile Anayasa Mahkemesine başvurulamaz. Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası andlaşmalarda kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası andlaşma hükümleri esas alınır” hükmü uyarınca iç hukukumuzun uyulması zorunlu bir parçası haline gelen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “Adil Yargılanma hakkı” başlıklı 6. maddesinin üçüncü fıkrasının (b) bendinde;
“Bir suç ile itham edilen herkes aşağıdaki asgari haklara sahiptir:
b) Savunmasını hazırlamak için yeterli süre ve kolaylıklara sahip olmak…” hükmüne yer verilmiştir.
Anayasa’nın 36. maddesinde belirtilen “meşru vasıta ve yollardan yararlanma hakkı” kapsamında değerlendirilmesi gereken savunmanın hazırlanması için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olma hakkı (AYM; B.N: 2013/2642, 17/9/2014) yalnız sanık bakımından değil aynı zamanda sanık müdafisi bakımından da sonuç doğurmakta ve sanık-müdafi ilişkilerinde yeterli zaman ve kolaylıkların sağlanmasını gerektirmektedir (Cumhur Şahin, Sanığın Savunmasını Hazırlamak İçin Gerekli Zamana ve Kolaylıklara Sahip Olma Hakkı-İHAS 6/3-b, Yargıtay, Danıştay, Askeri Yargıtay ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi Önünde Adil Yargılanma Hakkı Sempozyumu, 2003, s.2).
Uyuşmazlık konusunu ilgilendiren yeterli zaman kavramı, sanık ve müdafisinin savunma için zorunlu hazırlıkları yapabilecekleri süreyi ifade etmektedir (Sibel İnceoğlu, Adil Yargılanma Hakkı ve Yargı Etiği, Şen Matbaa, 2007, Ankara, s. 51; Şahin, s.5). Sanığı acele yargılamaya karşı koruma amacı taşıyan bu güvence, sanığa bir suç isnadı yapıldığı an uygulanmaya başlar (David Harris- Michael O’Boyle-Ed Bates-Carla Buckley, Çevirenler: Mehveş Bingöllü Kılcı, Ulaş Karan, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi Hukuku, Avrupa Konseyi 2013, s. 312; İnceoğlu, s. 51).
Savunma için sanık ve müdafisine verilen sürenin yeterli olup olmadığı ise; davanın karmaşıklığı, sanık müdafisinin iş yükü ve yargılamanın gelmiş olduğu aşama gibi hususlar değerlendirilerek somut olayın özelliklerine göre belirlenmelidir (İnceoğlu, s. 51; Şahin, s. 5; Harris-O’Boyle-Bates- Buckley, s. 313).
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma ve çocuğun basit cinsel istismarı suçlarından açılan kamu davasında sanık müdafileri Av. … ve…..’nun 04.04.2013 tarihli vekaletnameye istinaden ilk savunma dilekçelerini 25.04.2013 günü dosyaya ibraz edip 24.05.2013 tarihli 3. oturumdan itibaren yargılamaya iştirak ettikleri, sanığın atılı suçlardan mahkûmiyeti sonrasında duruşmalı olarak yapılan temyiz incelemesine Av. …’nun katıldığı, Özel Dairece sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmünün onanıp çocuğun basit cinsel istismarı suçundan verilen mahkûmiyet hükmünün Adli Tıp Genel Kurulundan rapor aldırılması gerektiğinden bahisle bozulduğu, bozma sonrası yapılan yargılamanın bütün oturumlarına Av. …’nun sanık müdafisi olarak iştirak ettiği, 24.06.2016 tarihli 3. oturumda sanık müdafisinin bozma kararı uyarınca aldırılan Adli Tıp Genel Kurulu raporuna karşı beyanda bulunduğu, 13.07.2016 tarihli 4. oturumda da sanığın bahsi geçen rapora karşı müdafisinin açıklamada bulunacağını belirttiği, sanık müdafisinin ise UYAP üzerinden suretini aldığı Adli Tıp Genel Kurulu raporuna karşı önceki oturumda diyeceklerini ifade ettiğini ve bu ifadelerini aynen tekrar ettiğini beyan ettiği, Cumhuriyet savcısının esas hakkında mütalaasını açıklaması üzerine sanık ve müdafisinin esas hakkındaki savunmalarını birlikte hazırlamak için süre talep ettikleri, Yerel Mahkemece sanık ve müdafisine esas hakkındaki savunmalarını bildirmeleri için gelecek duruşmaya kadar süre verilmesine ve duruşmanın 18.07.2016 tarihine bırakılmasına karar verildiği, sanıklar müdafileri tarafından hazırlanan 14.07.2016 tarihli esas hakkındaki son savunma dilekçesi ile 15.07.2017 tarihli 5237 sayılı TCK’nın 103. maddesinde Anayasa mahkemesinin verdiği iptal kararının bekletici mesele yapılmasına ilişkin dilekçenin verildikleri tarihlerde dosya içine alındığı, sanık hakkında hükmün kurulduğu 18.07.2016 tarihli 5. oturumda sanık ve müdafisinden mütalaaya karşı beyanları ile esasa ilişkin savunmalarının sorulduğu, sanığın üzerine atılı suçu kabul etmeyerek detaylı savunmayı müdafisinin yapacağını bildirdiği, sanık müdafisinin ise esas hakkındaki savunmalarını 14.07.2016 tarihli dilekçesinde yazılı olarak sunduklarını belirterek ayrıca sözlü olarak da yaptığı olayda;
Dava dosyası ve yargılama süreci bir bütün olarak incelendiğinde; sanık hakkındaki iddianın karmaşık bir yapısının bulunmadığı, sanık ve müdafisinden Özel Daire bozma kararı kapsamına göre aldırılan Adli Tıp Genel Kurulu raporuna karşı diyeceklerinin sorulduğu, verilen sürenin ardından sanık ve müdafisinin esasa ilişkin savunmalarını gerek sözlü gerekse yazılı olarak yaptıkları ve kendilerine verilen sürenin yetersiz olduğuna dair de bir itirazlarının bulunmadığı anlaşıldığından, uzun süreden beri yargılamaya iştirak etmesi nedeniyle dosyaya vakıf olan sanık müdafisine ve sanığa savunmalarını hazırlamak üzere verilen sürenin yeterli olduğu ve sanık ile müdafisinin ayrıntılı bir biçimde esasa ilişkin savunmalarını yaptıkları kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve dosyanın hükmün esasının incelenmek üzere Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ :
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 28.02.2017 tarihli ve 11623-1007 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, hükmün esasının incelenmesi için Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 18.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.