Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/619 E. 2018/674 K. 25.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/619
KARAR NO : 2018/674
KARAR TARİHİ : 25.12.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 52-412

Nitelikli yağma suçundan sanıklar … ve …’ın TCK’nın 149/1-c-h, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca iki kez 8’er yıl 4’er ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluğuna ve mahsuba ilişkin İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 10.12.2015 tarihli ve 52-412 sayılı hükümlerin, sanıklar müdafileri ve sanık … tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 30.05.2016 tarih ve 2821-4601 sayı ile TCK’nın 53. maddesi yönünden düzeltilerek onanmasına oy çokluğuyla karar verilmiş,
Daire Üyesi A. S. Ertosun; “Sanıkların atılı yağma suçunu işlediklerine ilişkin mağdurların beyanları dışında kanıt elde edilememiştir. Mağdurlar kovuşturma aşamasında duruşmaya çağrılmamış, yurt dışına çıkıp çıkmadıkları da tespit edilmemiştir. Ayrıca olayın meydana geldiği güzergâh üzerinde MOBESE kameralarının bulunup bulunmadığı, görüntülerinin saklanıp saklanmadığı araştırılmamış, ruhsat sahibi…. ile iş yeri çalışanları ve konsomatris bayanların tanık olarak ifadelerine de başvurulmamıştır. Mevcut kanıtlar sanıkların mahkûmiyetlerine karar verilmesi için yeterli değildir. Gerekçede kullanılan, bu tür suçlarla ilgili soruşturma ve kovuşturmaların çoğalmış olması da mahkûmiyet kararı verilmesini gerektirmez. Eksik inceleme ile karar verildiğinden, mahallî mahkemenin sanıkların mahkûmiyetlerine ilişkin kararının bozulması gerektiği,” açıklamasıyla karşı oy kullanmıştır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 24.03.2017 tarih ve 9616 sayı ile;
1- Müştekiler dinlenmeden sanıkların cezalandırılmasına karar verilmiştir… Müştekilerin yurt dışına çıkıp çıkmadıklarının kolluktan sorulması kararlaştırılmıştır. 10/09/2015 tarihli duruşmada sözü edilen müzekkere tekid edilmiştir. 19/11/2015 tarihli tutanağa yazılan ‘müzekkereye cevap yok’ notu düşülmüştür. Kolluğa yazılan müzekkere cevabının akıbeti araştırılmadan; müştekilerin dinlenip dinlenmeyecekleri hususunda bir ara kararı verilmeden, müştekilerin kollukta tespit edilen anlatımları dahi okunup, sanıklara veya savunmanlarına bu hususta diyecekleri sorulmadan sanıklar … ve …’ın cezalandırılmaları cihetine gidilmiştir… Müşteki mağdurlar olayın aynı zamanda tek tanıklarıdır. Olayın delili, bir tanığın açıklamalarından ibaret ise 5271 sayılı CMK’nın 210/1 maddesi uyarınca bu tanığın duruşmada dinlenmesi mutlak zorunluktur… ‘Olay Tespit, Teşhis ve Yakalama Tutanağı’ başlıklı 19/07/2014 tarihli tutanak olay yerinde değil, kolluk merkezinde düzenlenmiştir.
2- Müşteki….. ……’nin müşteki …………’in 19/07/2014 tarihli kolluk anlatımı sırasında tercümanlığına başvurulmuştur… Davanın müşteki mağdurlarından….. ……’nin, davanın diğer müşteki mağdurlarından …………’in 19/07/2014 tarihli kolluk anlatımı sırasında tercümanlığına başvurulması soruşturmanın tarafsızlığına gölge düşürecek bir durumdur. Bu yöntemle elde edilmiş kanıtı mahkumiyet hükmüne dayanak almaya olanak yoktur. Bu durum CMK’nın 202/3 maddesine aykırı olduğu gibi, ‘Delillerin ortaya konulması ve reddi’ başlığını taşıyan CMK’nın 206/2-a madde, fıkra ve bendine de aykırıdır.
3- İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 10/12/2015 tarih, 52-412 sayılı kararında oluşturulan gerekçe CMK’nın 225/1 maddesine aykırıdır. Kolluk yakalama tutanağında ‘yakın tarihlerde benzer yöntemle değişik müştekilerin eğlence ya da başka vaadlerle götürüldüğünde paraların korkutularak zorla gasp edildiğine dair bir çok şikayet olması nedeniyle adı geçen mekanın olaydan hemen sonra kolluk birimince tespit edildiği, bu konuda gerek mahkememiz, gerekse İstanbul Adliyesinde çeşitli mahkemelere suça konu bir çok soruşturma ve kovuşturmanın yapıldığının anlaşılması karşısında […]’ biçimindeki gerekçe suç ve cezaların yasallığı, dava konusu olayla sınırlı hareket, suç ve cezaların şahsiliği ve adil yargılanma ilkelerine aykırıdır.
4- Olayın TCK’nın 150/1 göndermesiyle TCK’nın 106/2-c, 43. maddelerinde yaptırım altına alınmış nitelikli tehdit suçunu oluşturup oluşturmadığı araştırma, tartışma ve değerlendirme dışı bırakılmıştır.” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 18.04.2017 tarih ve 2122-906 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklardan … hakkında nitelikli yağma suçundan verilen beraat kararı temyiz edilmeden kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanıklar … ve … hakkında nitelikli yağma suçları nedeni ile kurulan mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sadece kollukta dinlenen şikâyetçilerin kovuşturma aşamasında da dinlenilmelerinin gerekip gerekmediğinin,
2- Kollukta dinlenen şikâyetçilerden birisinin diğerine tercümanlık yapıp yapamayacağının,
3- Tanık olarak dinlenilmelerini temin bakımından, şikâyetçileri olay yerine getirdiği söylenen taksi şoförünün kimliğinin tespit edilebilmesi için MOBESE kayıtlarının araştırılmasının, yine olayın meydana geldiği iddia edilen iş yerinde çalışan bayanların kimliklerinin tespit edilmesinin gerekip gerekmediğinin,
4- Yukarıdaki (1) ve (3) numaralı uyuşmazlık konularında eksik araştırma ile hüküm kurulmadığı sonucuna ulaşılırsa; sanıklar hakkında, TCK’nın 150/1. maddesi delaletiyle TCK’nın 106/2-c ve 43. maddelerinin uygulanma şartlarının bulunup bulunmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
Uyuşmazlık konularının değerlendirilmesine geçilmeden önce bir kısım Ceza Genel Kurulu Üyelerince sadece kollukta dinlenen şikâyetçiler ………… ile….. …… suçun mağduru olup katılan sıfatını alabilecek durumda olmalarına rağmen davadan haberdar edilmemeleri ve yokluklarında hüküm kurulması hâlinde gerekçeli kararın bu kişilere tebliği sağlanmadan temyiz incelemesi yapılmasının mümkün olmadığının ileri sürülmesi üzerine bu husus, Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle ele alınıp değerlendirilmiştir.
İncelenen dosya kapsamından;
Aslen Irak vatandaşı olan şikâyetçi….. ……’nin tedavi olmak için akrabası olan diğer şikâyetçi ………… ile birlikte Kerkük’ten İstanbul’a geldiği, 18.07.2014 tarihinde saat 22.00 sıralarında yolda karşılaştıkları ancak kim olduğunu bilmedikleri bir şahsa Taksim dolmuş durağının nerede olduğunu sordukları, bahsi geçen şahsın “Ben de oraya gideceğim, taksiye binip ücretini paylaşalım.” dediği, şahsın yönlendirmesi ile taksi şoförünün kendilerini bir eğlence yerine götürdüğü, aynı şahsın “Bir çay içelim, ondan sonra gideriz.” şeklinde teklifte bulunduğu, şikâyetçilerin kabul etmemesine rağmen iş yerinden çıkan üç-dört kişinin gelip kendilerini taksiden indirerek zorla içeriye soktukları, kapıyı kapattıkları, altı-yedi kişinin şikâyetçilerin etraflarını sarıp sert sözler söyleyerek bağırıp çağırmak suretiyle 600 TL ödemelerini istedikleri, herhangi bir şey yiyip içmemelerine karşın üstlerini arayan kişilerin Hayder’in cebindeki 500 Amerikan Doları ve Ahmed’in boynunda asılı cüzdanından 400 Amerikan Doları ile 250 TL’sini aldıktan sonra “Sinkaf olun gidin lan.” dedikleri iddiasıyla açılan kamu davasında Yerel Mahkemece şikâyetçilerin yurt dışına çıkıp çıkmadıklarının tespitine ilişkin ara karardan zımnen dönülerek sanıkların mahkûmiyetlerine karar verildiği, gerekçeli kararın şikâyetçilere tebliği sağlanmadan temyiz incelemesi yapıldığı anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunun isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi ve “Temel Hak ve Hürriyetlerin Korunması” başlıklı 40. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi ayrı ayrı değerlendirilmelidir.
Anayasa’nın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanun’un 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
Genel olarak pozitif hukukça tanınmış hakların ön koşulu ve usuli güvencesi olarak anlaşılması gereken ve yargıya başvurma olanağını her olayda ve aşamada gerekli kılan hak arama özgürlüğü, Anayasa Mahkemesinin 19.09.1991 tarihli ve 2-30 sayılı kararında belirtildiği üzere sav ve savunma hakkı şeklinde birbirini tamamlayan iki unsurdan oluşmakta, hukuksal olanakları kapsamlı biçimde sağlama ve bu konuda tüm yollardan yararlanma haklarını içermektedir. (Mesut Aydın, Anayasa Mahkemesi Kararlarında Hak Arama Özgürlüğü, Ankara Üniversitesi SBF Dergisi, Yıl: 2006, S. 3, s. 4-10.) Bu bakımdan içerdiği sav unsuru nedeniyle davaya katılma hakkı, hak arama hürriyeti ile yakından ilgilidir.
5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır.”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme merciince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
5271 sayılı CMK’nın “Suçun mağduru ile şikâyetçinin çağırılması” başlıklı 233. maddesinin 1. fıkrası; “Mağdur ile şikâyetçi, Cumhuriyet savcısı veya mahkeme başkanı veya hâkim tarafından çağrı kâğıdı ile çağırılıp dinlenir.” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hüküm uyarınca mağdur ve şikâyetçinin, soruşturma aşamasında Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkeme başkanı veya hâkim tarafından usulüne uygun olarak çağrılıp dinlenmesi gerekmektedir. Katılma hakkı olan gerçek veya tüzel kişinin şikâyet hakkının da olduğu, diğer bir deyişle katılma hakkının şikâyet hakkını da içerdiği hususunda hiçbir kuşku yoktur.
5271 sayılı CMK’nın mağdur ve şikâyetçinin haklarını düzenleyen “Mağdur ile şikâyetçinin hakları” başlıklı 234. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi;
“Kovuşturma evresinde;
1. Duruşmadan haberdar edilme,
2. Kamu davasına katılma,
3. Tutanak ve belgelerden örnek isteme,
4. Tanıkların davetini isteme,
5. Vekili bulunmaması h……nde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme,
6. Davaya katılmış olma koşuluyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma” şeklinde olup, buna göre mağdur ile şikâyetçinin kovuşturma evresinde; duruşmadan haberdar edilme, kamu davasına katılma, tutanak ve belgelerden örnek isteme, tanıkların davetini isteme, vekili bulunmaması hâlinde, cinsel saldırı suçu ile alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlarda, baro tarafından kendisine avukat görevlendirilmesini isteme ve davaya katılmış olmak şartıyla davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yollarına başvurma haklarının bulunduğu hüküm altına alınmıştır.
Anılan maddenin birinci fıkrasının (b) bendinin açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere, duruşmadan haberdar edilme kanun koyucu tarafından, mağdur ve şikâyetçi için kovuşturma evresinde kullanılabilecek bir hak olarak düzenlenmiştir. Buna göre, mağdur ve şikâyetçiye veya vekillerine usulüne uygun tebliğ işlemi yapılmadan “duruşmadan haberdar edilme” hakkının kullandırıldığından bahsetmek mümkün değildir. CMK’nın 234. maddesi uyarınca bu hakkın kullandırılmaması kanuna aykırılık oluşturacaktır.
5271 sayılı CMK’nın kanun yollarına başvurma hakkını düzenleyen 260. maddesinin birinci fıkrası ise;
“(1) Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve bu Kanuna göre katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır” şeklinde olup, buna göre; duruşmadan haberdar olmayan mağdura, şikâyetçiye veya suçtan zarar görene gerekçeli kararın tebliğ edilmesinden sonra, hükmün temyiz edilmesi durumunda CMK’nın 260. maddesi uyarınca “katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar gören” sıfatı ile temyizi incelenecek, ancak katılma hakkının kanundan doğmuş olması h……nde CMK’nın 233 ve 234. maddelerine aykırı davranılması gerekçesiyle hükmün bozulmasına karar verilemeyebilecektir.
Konumuzla ilgisi bakımından temyiz talebi ve süresi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesi; “Temyiz talebi, hükmün tefhiminden bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye bir dilekçe verilmesi veya zabıt katibine yapılacak beyanla olur. Beyan tutanağa geçirilir ve tutanak hakime tasdik ettirilir” şeklindedir.
Olağan kanun yollarından olan temyiz incelemesinin yapılabilmesi için bir temyiz davasının açılmış olması gerekir. Temyiz davasının açılabilmesi için de aranan iki şartın birlikte gerçekleşmiş olması gerekir. Bunlardan ilki süre, ikincisi ise istek şartıdır.
Anılan maddede temyiz süresinin yüze karşı verilen kararlarda hükmün tefhimi ile, yoklukta verilen kararlarda ise tebliğle başlayacağı, bir hafta içinde hükmü veren mahkemeye veya bir başka yer mahkemesine verilecek dilekçe ile ya da zabıt kâtibine yapılacak beyanla temyiz talebinin gerçekleştirilebileceği, bu takdirde beyanın tutanağa geçirilerek hâkime onaylatılacağı belirtilmiştir.
Değinilmesi gereken bir başka husus ise tebligatın nasıl yapılacağına ilişkin olup; CMK’nın 36. maddesinin birinci fıkrasına göre; “Mahkeme başkanı veya hâkim, her türlü tebligatı, tüm gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri veya kamu kurum ve kuruluşları ile ilgili yazışmaları yapar.” Aynı Kanun’un 37. maddesinde ise tebligat usullerine değinilmiş ” (1) Tebligat, bu Kanunda belirtilen özel hükümler saklı kalmak koşuluyla, ilgili kanunda belirtilen hükümlere göre yapılır.
(2) Uluslararası andlaşmalar, yazılı belgelerin doğrudan doğruya postayla veya diğer iletişim araçlarıyla gönderilmesini kabul ettiğinde; yurt dışına yapılan tebligat, iadeli taahhütlü posta veya diğer iletişim araçları ile gerçekleştirilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır.
Öte yandan yurt dışındaki Türk vatandaşı olmayanlara nasıl tebligat yapılacağı da 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 25 maddesinde “Yabancı memlekette tebliğ o memleketin salahiyetli makamı vasıtasiyle yapılır. Bunun için anlaşma veya o memleket kanunları müsait ise, o yerdeki Türkiye siyasi memuru veya konsolosu tebligat yapılmasını salahiyetli makamdan ister.
Yabancı memleketlerde bulunan kimselere tebliğ olunacak evrak, tebligatı çıkaran merciin bağlı bulunduğu vekalet vasıtasiyle Dışişleri Bakanlığıne, oradan damemuriyet havzası nazarı itibara alınarak ilgili Türkiye Elçiliğine veya Konsolosluğuna gönderilir.
Şu kadar ki, Dışişleri Bakanlığının aracılığına lüzum görülmeyen hallerde tebligat evrakı, ilgili Bakanlıkça doğrudan doğruya o yerdeki Türkiye Büyükelçiliğine veya Başkonsolosluğuna gönderilebilir.” şeklinde belirlenmiştir.
Görüldüğü gibi temyiz incelemesinin yapılabilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı bulunanların kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmelerinin sağlanması kanuni bir mecburiyet olup, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kararların Açıklanması ve Tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur” hükmüne yer verilmiştir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu ve Ceza Dairelerince tereddüte mahal bırakmayacak şekilde sürdürülen uygulamalara göre; yoklukta kurulan hükmün temyiz hakkı olanlara usulüne uygun tebliğ edilmediği hâllerde temyiz süresi işlemeye başlamayacağından, öğrenme üzerine verilen temyiz dilekçelerinin süresinde olduğu kabul edilmektedir. Temyiz etme ihtim…… tüketilmeden temyiz incelemesi yapılamayacağı, inceleme yapılıp onama kararı verilmesi hâlinde temyiz edilme ihtim…… bulunduğundan hükmün kesinleşmesinden söz edilemeyeceği, onama kararının kendisine bağlanan hukuki sonucu doğuramayacağı, bu hâliyle de hukuki değer ifade etmeyeceği gözetilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Irak vatandaşı olan şikâyetçiler….. …… ile …………’in şikâyetçi sıfatıyla sadece kollukta ifadelerinin alındığı, kovuşturma evresinde yurt dışına çıkıp çıkmadıklarının tespiti için müzekkere yazılmasına rağmen bu ara karardan zımnen dönülerek inceleme dışı sanık … hakkında beraat, sanıklar … ile … hakkında mahkûmiyet kararı verildiği ve gerekçeli kararın, yurt dışı adresleri ile pasaport suretleri dosya içerisinde bulunan şikâyetçilere tebliğ edilmediği anlaşılmakla; Anayasa ile güvence altına alınan hak arama hürriyetinin sağlanması amacına uygun olarak CMK’nın 234/1. maddesi uyarınca, sanıklar hakkında açılan kamu davasına katılma hakkı bulunan….. …… ile …………’in şikâyetçi olarak davadan haberdar edilmeleri zorunluluğunun bulunduğu, bu zorunluluğun hüküm verilinceye kadar yerine getirilmemesi durumunda ise CMK’nın 260. maddesi uyarınca kanun yollarına başvurma hakkı bulunan şikâyetçilere gerekçeli kararın tebliğ edilmesi gerektiği, ancak somut olayda adı geçen mağdurlara bu kanuni imkânların tanınmadığı anlaşıldığından, yargılamanın başında davadan haberdar edilmesi gereken, temyiz aşamasına kadar bu hakları kullandırılmayan ve haklarını korumanın başka bir yolu da bulunmayan şikâyetçilerin kamu davasına katılma imkânını kullanabilmeleri amacıyla Özel Dairece öncelikle tevdi kararı verilmek suretiyle, şikâyetçilerin yurt dışına çıkıp çıkmadıkları araştırılıp, yurt dışına çıktıklarının tespiti hâlinde CMK’nın 37. maddesinin ikinci fıkrası gereğince Irak Cumhuriyeti ile Türkiye Cumhuriyeti arasında doğrudan doğruya posta yoluyla tebliğ yapma imkânının araştırılması, böyle bir imkânın bulunmaması durumunda ise 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 25. maddesi gereğince gerekçeli kararın ilgili bakanlıklar aracılığıyla tebliğinin sağlanarak yedi günlük temyiz süresinin başlatılması, kararın şikâyetçiler tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece sanıklar müdafileri ile sanık …’nin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; kararın şikâyetçiler tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, CMK’nın 260. maddesi uyarınca şikâyetçi veya şikâyetçilerin davaya katılan olarak kabulüne karar verildikten sonra temyiz istemlerinin birlikte incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir. Ancak bu aşamada şikâyetçilerin sanıklar hakkında açılan kamu davasından haberdar edilmemeleri suretiyle katılma ve diğer haklarını kullanma imkânının kısıtlandığı kabul edilmelidir.
Bu nedenle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.

SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2-Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 30.05.2016 tarih ve 2821-4601 sayılı düzeltilerek onama kararının KALDIRILMASINA,
3-Sanıklar hakkında Yerel Mahkeme mahkûmiyet hükümlerinin Özel Dairece düzeltilerek onanmasına karar verildiği anlaşıldığından sanıklar hakkındaki cezaların infazına başlanmış ise İNFAZIN DURDURULMASINA ve sanıkların TAHLİYESİNE, başka bir suçtan tutuklu veya hükümlü değillerse DERHAL SERBEST BIRAKILMALARI için YAZI YAZILMASINA,
4-Dosyanın, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesinin 10.12.2015 tarih ve 52-412 sayılı kararının, şikâyetçiler….. …… ile …………’e tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 6. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.