Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/612 E. 2018/49 K. 20.02.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/612
KARAR NO : 2018/49
KARAR TARİHİ : 20.02.2018

Mahkemesi :Ağır Ceza

Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanık …’in TCK’nun 188/3-4, 43/1, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri gereğince 15 yıl 7 ay 15 gün hapis ve 3.740 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, taksitlendirmeye, müsadereye ve mahsuba ilişkin Konya 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 04.05.2015 gün ve 6-199 sayılı resen temyize tabi olan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 10. Ceza Dairesince 19.10.2015 gün ve 4365-32590 sayı ile;
“…TCK’nın 188. maddesinin 3. fıkrasında belirtilen seçimlik hareketlerden herhangi birinin birden fazla olarak yapılması halinde zincirleme suçun oluşabileceği; sanığın evinde 19.11.2014 tarihinde yapılan aramada diğer sanık Emine Aytekin’de ele geçirilen eroinleri satmak amacıyla bulundurduğu, kendilerinde uyuşturucu veya uyarıcı madde ele geçirilemeyen ve haklarında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan ayrıca işlem yapılan Muhammet Teken ile …’ın hazırlık aşamasındaki ifadelerinde sanıktan aldıklarını söyledikleri eroinlerin ise ele geçirilememesi nedeniyle uyuşturucu madde olarak kabul edilemeyeceği; bu durumlar karşısında, sanığın tek olan fiilinin ‘satmak amacıyla uyuşturucu madde bulundurma’ suçunu oluşturduğu, hakkında kullanmak için uyuşturucu madde bulundurma suçundan kamu davasının açılmasının ertelenmesi kararı verilen …’da ele geçirilen eroini sanığın sattığına ilişkin Ercan’ın kollukta müdafii olmaksızın alınan soyut beyanı dışında delil bulunmadığı anlaşıldığından, TCK’nın 43. maddesinde düzenlenen zincirleme suçun unsurlarının oluşmadığı gözetilmeden, sanık hakkında yazılı şekilde fazla ceza tayini…” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Konya 4. Ağır Ceza Mahkemesi ise 14.12.2015 gün ve 365-421 sayı ile ilk hükümde direnilmesine karar vermiştir.
Resen temyize tabi olan bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 26.01.2016 gün ve 8671 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 gün ve 140-1121 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 10. Ceza Dairesince 18.04.2017 gün ve 17-1534 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar Adem Aytekin ve Özlem Aytekin hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilen beraat hükümleri temyiz edilmeksizin, sanık Emine Aytekin hakkında suç delillerini yok etme suçundan verilen hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına dair karar, bu karara yönelik itirazın merci tarafından reddedilmesi suretiyle kesinleşmiş olup, direnmenin kapsamına göre inceleme sanık … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan verilen mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında zincirleme suç hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme hükmü kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel Dairenin bozma kararından sonra sanık …’in hazır bulunduğu 14.12.2015 tarihli oturumda, yerel mahkemece sırasıyla sanık ve müdafiinden bozma ilamına karşı diyeceklerinin sorulduğu, ardından Cumhuriyet savcısının görüşünün alındığı ve hazır bulunan sanığa son söz hakkı tanınmadan duruşmaya son verilip direnme hükmü kurulduğu anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nun “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun süreklilik arz eden çok sayıdaki kararlarında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hali, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği duruşmada hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılama aşamasında sanık ve müdafii ile Cumhuriyet savcısının bozma ilamına ilişkin görüşü alındıktan sonra, hazır bulunan sanığa son sözü sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkeme direnme hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Konya 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 14.12.2015 gün ve 365-421 sayılı direnme hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.02.2018 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.