Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/467 E. 2018/576 K. 27.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/467
KARAR NO : 2018/576
KARAR TARİHİ : 27.11.2018

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 17. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 310-445

Nitelikli hırsızlık suçundan sanık …’ın TCK’nın 142/2-d, 62, 58 ve 53. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve hak yoksunluğuna ilişkin Eyüp (Kapatılan) 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 29.04.2010 tarihli ve 2690-866 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 17. Ceza Dairesince 15.02.2016 tarih ve 8698-1624 sayı ile;
“…Sanığın soruşturma aşamasında verdiği ifadesinde epilepsi hastası olduğunu, hatırlamakta güçlük çektiğini savunması karşısında, sanığın eylemi gerçekleştirdiği sırada 5237 sayılı TCK’nın 32. maddesi uyarınca ceza sorumluluğunu tamamen yada kısmen kaldıracak biçimde, işlediği suçun hukuki sonuçlarını algılama veya davranışlarına yönlendirme yeteneğini önemli derecede azaltıp azaltmadığı konusunda uzman hekim raporu alınarak sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırmayla yazılı biçimde hüküm kurulması,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesi ise 02.06.2016 tarih ve 310-445 sayı ile;
“…Bilindiği gibi Epilepsi (Sara olarak da bilinir), beyin içinde bulunan sinir hücrelerinin olağan dışı bir elektro-kimyasal boşalma yapması sonucu ortaya çıkan nörolojik bozukluk, hastalıktır. Beynin normalde çalışması ile ilgili elektriğin aşırı ve kontrolsüz yayılımı sonucu oluşur. Sıklıkla geçici bilinç kaybına neden olur. Epilepsi nöbetleri farklı şekillerde ortaya çıkar. Bazı nöbetlerden önce korku hissi gibi olağan dışı algılamalar ortaya çıkarken, bazı nöbetlerde kişi yere düşebilir, bazen ağzı köpürebilir. Epilepsi nörolojik bir hastalık olup akıl hastalığı, akıl zayıflığı veya psikiyatrik bir rahatsızlık olmadığı, mahkeme hâkiminin de epilepsi hastası olduğu bu nedenle epilepsi rahatsızlığının ceza sorumluluğunu tamamen veya kısmen kaldırıcak işlediği suçun hukuki sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirmesini azaltacak bir rahatsızlık olmadığı bilindiğinden bu nedenle; suç tarihinde sanığın katılanın müdür yardımcılığı olarak göreve yaptığı okula gidip, katılanın odasına girerek oda içerisinde bulunan kasa anahtarını ele geçirip odada bulunan çelik kasayı anahtar ile açıp içindeki 4000 TL’yi çaldığı, sanığın daha önce de aynı suçtan dolayı cezalandırılmasına karar verildiği ve bu nedenle sanığın mükerrer olduğu anlaşıldığından mahkememizin 2008/2690 esas, 2010/866 karar sayılı hükmünde direnilmesine karar vermek gerekmiştir.” şeklindeki gerekçe ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın mahkûmiyetine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.11.2016 tarihli ve 307563 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 1427-2102 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarıca inceleme yapan Yargıtay 17. Ceza Dairesince 13.03.2017 tarih ve 192-2874 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; soruşturma sırasında, epilepsi hastası olduğunu bildiren sanığın, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığı ve bu fiille ilgili davranışlarını yönlendirme yeteneğinin azalıp azalmadığı, buna bağlı olarak hakkında TCK’nın 32. maddesinin birinci veya ikinci fıkralarının uygulanması yönünden rapor alınmasına gerek olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Katılan …’in, 06.03.2006 tarihinde müdürü olduğu Tuna Lisesi’nin içerisine girilerek, odasında bulunan çantasından alınan anahtar ile odadaki çelik kasadan 4.000 TL’nin çalındığı yönünde müracaatta bulunması üzerine soruşturmaya başlanıldığı,
06.04.2006 tarihli ekspertiz raporunda; Tuna Lisesi sınıf yoklama fişi kağıdı üzerinde elde edilen parmak izinin sanık …’ın sol el baş parmak izi ile aynı olduğu tespitlerine yer verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; müdürü olarak görev yaptığı okuldaki odasının içerisinde bulunan çelik kasadan çalınan 4.000 TL’nin öğrenci velilerinden öğretmenlere dağıtılmak üzere toplanan kurs paraları olduğunu, kasa anahtarının çantasının içerisinde bulunduğunu, odasına döndüğünde kasanın açılarak içindeki paranın alınmış olduğunu gördüğünü, zararın giderilmediğini ifade etmiştir.
Sanık … savcılıkta; olayı hatırlamadığını, parmak izinin kendisine ait olduğu tespit edilmiş ise hırsızlık olayını gerçekleştirmiş olabileceğini, epilepsi rahatsızlığının bulunduğunu bu nedenle hatırlamakta güçlük çektiğini,
Mahkemede; iddianamede anlatılan olayın doğru olduğunu, detayları hatırlamamakla birlikte odada bulunan anahtarı alıp kasayı açarak paraları aldığını, pişman olduğunu,
Savunmuştur.
Türk Ceza Kanunu’nun 31. maddesinin ikinci fıkrası ve 32. maddesinin birinci fıkrasında kusur yeteneği dolaylı bir şekilde tanımlanmıştır. Bu hükümler uyarınca, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını yönlendirme yeteneğinin bulunması durumunda kusur yeteneğinin varlığı kabul edilmiştir. Kusur yeteneğinin iki belirgin unsuru vardır. Bunlardan ilki; işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilme, diğeri ise; eylemin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilen kişinin, davranışlarını bu algılama doğrultusunda hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. “Algılama” ve “irade yeteneği” denilen bu iki öğenin kişide bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerinde azalma meydana gelmesi halinde kusur yeteneğinin tam olmadığı kabul edilmelidir.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler arasında bulunan akıl hastalığı, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 32. maddesinde;
“1) Akıl hastalığı nedeniyle işlediği fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılayamayan veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği önemli derecede azalmış olan kişiye ceza verilmez. Ancak, bu kişiler hakkında güvenlik tedbirine hükmolunur.
2) Birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişiye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine yirmibeş yıl, müebbet hapis cezası yerine yirmi yıl hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek ceza, altıda birden fazla olmamak üzere indirilebilir. Mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla, kısmen veya tamamen, akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.” şeklinde hüküm altına alınmıştır.
Buna göre, ortada bütün unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de, akıl hastası olduğu belirlenen sanık, işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda sorumlu tutulup cezalandırılamaz. TCK’nın 32. maddesinin birinci fıkrası gereğince bu durumda bulunan sanığa ceza tayin edilmesi mümkün olmadığından, Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 223. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığına” karar verilmesi gerekir. Öte yandan sanığa ceza verilemiyor olması, hakkında bir güvenlik tedbirine hükmolunmasına engel değildir. O halde akıl hastası sanığın tedavi ve muhafazasına karar verilebilmesi için, açılan davada isnat yeteneği ile “fiil-fail-akıl hastalığı” arasındaki ilişkinin belirlenebilmesi için bir yargılama faaliyetine ihtiyaç vardır.
TCK’nın 32. maddesinin ikinci fıkrasında, birinci fıkrada yazılı derecede olmamakla birlikte işlediği fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneği azalmış olan kişinin cezai sorumluluğunun bulunduğu fakat cezasında indirim yapılacağı hükme bağlanmıştır. Kanunumuz kusur yeteneğini azaltan akıl hastalığı dolayısıyla cezada indirim yapılabilmesini, akıl hastalığının, fiilin işlendiği anda mevcut olması, failin algılama ve irade yeteneğinin TCK’nın 32. maddesinin birinci fıkrasında yazılı dereceye varmamakla birlikte azalması koşullarına bağlı tutmuştur. Ancak burada hâkime bir takdir yetkisi de verilmiştir. Buna göre, mahkûm olunan ceza, süresi aynı olmak koşuluyla kısmen veya tamamen akıl hastalarına özgü güvenlik tedbiri olarak da uygulanabilir.
Bu aşamada epilepsi hastalığının kusur yeteneğine etkisi bakımından doktrinde yer alan bir kısım görüşlerden bahsetmekte fayda bulunmaktadır.
Epilespi veya diğer adıyla sar’a hastalığı, hastanın iradesi dışında şuurunun silinmesi ve nöbet şeklinde gelen felç hâli ve hareket bozukluğu gibi durumlarda kendisini gösteren bir hastalık olarak tanımlanmaktadır. Tıbbi bakımdan tanımlanacak olursa; beyindeki sinir hücrelerinin ani ve geçici işlev bozukluğundan kaynaklanan ve bilinç kaybı ile nöbetler hâlinde ortaya çıkan zihinsel işlev, hareket ve duyu bozukluğu anlamına gelir. Adli tıp bakımından epilepsi ise; beynin elektriksel fonksiyonlarındaki geçici bozukluğa bağlı olarak beliren, zaman zaman ani ataklar hâlinde gelen bilinç kaybı, anormal motor hareketler, duyu kusurları gibi bulgularla seyreden nörolojik tablo olarak tanımlanmaktadır. Hastalığa ilişkin olarak, 1981’de Uluslararası Epilepsi Derneğinin uluslararası sınıflandırması kabul edilmiş, epilepsi nöbetleri sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Buna göre nöbet türlerinin her birinin farklı sebepleri ve sonuçları bulunmaktadır. Dolayısıyla, kişinin geçirdiği nöbet türüne göre, kusur yeteneğinin durumu da değişebilecektir. (Hande Ulutürk, Türk Ceza Hukukunda Akıl Hastalığı ve Akıl Hastalığının Kusur Yeteneğine Etkisi, s.105-106) Epilepsi hastaları nöbet sırasında yaptığı şeyleri hatırlayamaz. Kişinin epilepsi hastası olup olmadığının tespitinden sonra suçun nöbet sırasında, nöbetten önceki ve sonraki zihin bulanıklığı içerisinde işleyip işlemediğinin belirlenmesi gerekir. Şuur kaybı ile epilepsi nöbetleri sırasında işlenen suçlarda kişinin cezai sorumluluğu yoktur. Ceza hukuku açısından nöbetten kısa bir zaman önce, nöbet esnasında veya nöbetten sonra açılma evresinde işledikleri fiillerden sorumlu değillerdir. Bu hastalıkta eylem anı ile nöbet halinin çakışıp çakışmadığının somut olaya göre tespit edilmesi gerekir. (Dr. Sinan Bayındır, Türk Ceza Hukukunda Akıl Hastalığı, s.72-73; Hande Ulutürk, Türk Ceza Hukukunda Akıl Hastalığı ve Akıl Hastalığının Kusur Yeteneğine Etkisi, s.106-107)
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözümlenebilmesi için bilirkişilik kurumuna da değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Bilirkişinin Atanması” başlıklı 63. maddesinde;
“1) Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde bilirkişinin oy ve görüşünün alınmasına re’sen, Cumhuriyet savcısının, katılanın, vekilinin, şüphelinin veya sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcinin istemi üzerine karar verilebilir. Ancak hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukukî bilgi ile çözülmesi olanaklı konularda bilirkişi dinlenemez.
2) Bilirkişi atanması ve gerekçe gösterilerek sayısının birden çok olarak saptanması, hâkim veya mahkemeye aittir. Birden çok bilirkişi atanmasına ilişkin istemler reddedildiğinde de aynı biçimde karar verilir.
3) Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı da bu maddede gösterilen yetkileri kullanabilir.” şeklindeki düzenlemeye yer verilmiştir.
Ceza Muhakemesi Kanunu’na Göre İl Adlî Yargı Adalet Komisyonlarınca Bilirkişi Listelerinin Düzenlenmesi Hakkında Yönetmeliğin 3. maddesinde bilirkişi; “Çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hâllerde oy ve görüşünü sözlü ya da yazılı olarak vermesi için başvurulan gerçek veya tüzel kişi” şeklinde tanımlanmıştır. Bu tanımdan da hareketle denilebilir ki, sahip bulunduğu uzmanlık bilgisiyle mahkemeye bir ispat sorununda yardımcı olup, raporu delil değil, delil değerlendirmesi aracı olan bilirkişiye başvurmanın amacı, “çözümü uzmanlığı, özel veya teknik bilgiyi gerektiren hallerde görüş alınmasıdır.” Bununla birlikte ceza yargılamasında bilirkişi kendiliğinden bir rol üstlenemeyecektir. Bir sorunun ne zaman uzmanlığı ya da özel veya teknik bir bilgiyi gerektirip gerektirmediğine, bilirkişi görevlendirmekle yetkili olan Cumhuriyet savcısı veya hâkim karar verecektir.
Anılan düzenlemeler uyarınca hâkim, çözümü ancak özel veya teknik bir bilgi gerektiren hallerde bilirkişi dinleyebilecek veya rapor isteyebilecektir. Hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bir bilgi ile çözümü mümkün bulunan konularda ise bilirkişiye başvurmayacaktır. Kanun koyucunun uzmanlığa, özel veya teknik bir bilgiye ihtiyaç bulunduğunu baştan kabul ettiği akıl hastalığı, parada sahtecilik, moleküler genetik inceleme gibi hususlarda hâkimin bilirkişi raporu alması zorunludur.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Soruşturma aşamasında alınan beyanında, epilepsi hastası olduğunu ve olayı hatırlamakta güçlük çektiğini ifade eden sanığın, epilepsi hastası olup olmadığının, epilepsi hastası olduğunun tespiti hâlinde atılı suçu nöbeti sırasında, nöbetten önceki veya sonraki zihin bulanıklığı içerisinde işleyip işlemediğinin belirlenmesinin özel ve teknik bilgiyi gerektiren bir konu olduğu, bu hususun hâkimlik mesleğinin gerektirdiği genel ve hukuki bilgi ile çözümlenmesinin mümkün olmadığı, böyle bir değerlendirmenin ancak bilimsel verilere dayanan ve istikrar kazanmış adli tıp uygulamaları doğrultusunda yapılacak muayene sonucu düzenlenecek rapora göre yapılabileceği göz önüne alındığında, sanığın işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayıp algılayamadığı veya bu fiille ilgili olarak davranışlarını yönlendirme yeteneğinin azalıp azalmadığı, buna bağlı olarak da hakkında TCK’nın 32. maddesinin birinci veya ikinci fıkralarının uygulanmasının gerekip gerekmediği hususunda rapor alınarak sonucuna göre hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken eksik araştırma ile hüküm kurulduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurul Üyesi; “Sanık hakkında TCK’nın 32. maddesinin birinci veya ikinci fıkralarının uygulanması yönünden rapor alınmasına gerek olmadığı” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- İstanbul 48. Asliye Ceza Mahkemesinin direnme kararına konu 02.06.2016 tarihli ve 310-445 sayılı hükmünün, sanıkta TCK’nın 32. maddesi anlamında cezai sorumluluğunu ortadan kaldıracak yahut azaltacak biçimde akıl hastalığı olup olmadığı hususunda rapor alınması gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.11.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.