Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/441 E. 2018/345 K. 10.07.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/441
KARAR NO : 2018/345
KARAR TARİHİ : 10.07.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 34-37

Taksirle birden fazla kişinin ölümüne ve yaralanmasına neden olma suçundan sanık …’nun TCK’nun 85/2, 62 ve 53/6. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve 1 yıl süreyle sürücü belgesinin geri alınmasına ilişkin Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 05.07.2012 tarihli ve 247-273 sayılı hükmün, sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 14.10.2014 tarih ve 25634-19671 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca 29.09.2015 tarih ve 243883 sayı ile;
“Hükümlünün asli ve tamamen kusurlu olarak sebebiyet verdiği kazada ölen … mirasçıları ve yaralan kişilerin şikayetçi olmadıkları, ölen 2 kişiden biri olan …’in mirasçısı olan katılanların 09.10.2014 tarihli şikayetten vazgeçme beyanlarını içeren dilekçeyi, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’ne sunduklarını, söz konusu dilekçenin ilgili dairenin karar tarihi olan 14.10.2014 tarihinden önceki tarihe ilişkin olup bu hususun değerlendirme dışı bırakıldığı, Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin konuyla ilgili 11.11.2014 tarihli, Cumhuriyet Başsavcılığımıza hitaben yazdıkları yazıda, söz konusu dilekçenin ilam tarihinden önceye ilişkin olup inceleme tarihinden sonra dosya arasına sunulduğu, bu aşamada Dairece değerlendirme yapılamayacağı, CMK’nun 308. maddesi uyarınca değerlendirme yapılıp yapılmayacağının Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına ait olduğunun belirtildiği, hükümlü vekilinin Yargıtay 12. Ceza Dairesi’nin mezkur yazısına da dayanarak 2. kez karar düzeltme isteminde bulunduğu anlaşılmakla; Kazada ölen … mirasçıları ve yaralanan kişilerin hükümlüden şikayetçi olmadıkları, ölen … mirasçılarını da hükümden sonra Yargıtay ilam tarihinden önce verdikleri dilekçe ile hükümlü hakkındaki şikayetten vazgeçtikleri ancak dilekçenin Daireye ulaşmadan dosyanın karar bağlandığı dolayısıyla dilekçenin incelenme fırsatı olmadan hüküm verildiği anlaşılmıştır.
Yerel Mahkeme hükmünde ‘Sanığın eylemi nedeniyle meydana gelen zarar, tehlikenin ağırlığı, taksire dayalı olarak sanığın olaydaki kusur durumu’ gerekçeleriyle yerel mahkeme tarafından adli para cezasına çevrilmesine yer olmadığına’ karar verildiği görülmektedir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesi birçok kararında vurguladığı üzerine asli ve tam kusurlu olan sanığın karşı tarafın zararını gidermiş veya karşı tarafın şikayetinden vazgeçmesini sağlamış olması durumunda hükmedilen hapis cezasının uzun süreli de olsa, diğer koşulların varlığı halinde adli para cezasına çevrilebileceği, ölenin şikayetçi olmaması, dosyada bulunan adli sicil belgesine göre sabıkasının bulunmaması, yargılama aşamasındaki iyi hali nedeniyle hakkında TCK’nın 62/1. maddesi uygulanan sanık hakkında, TCK 50/1-a maddesinin uygulanması gerektiğine vurgu yapmaktadır. Dolayısıyla kaza nedeniyle hükümlünün ölen kişi … miraşçılarının zararın gidermiş olması nedeniyle gerekçedeki sanığın eylemi nedeniyle meydana gelen zarar giderilmiş olup gerekçenin bu açıdan tekrar değerlendirilmeye tabi tutulması gerekmektedir.
Yukarıda anılan sebeplerle ölen kişilerin mirasçılarının ve yaralanan kişileri şikayetten vazgeçirmesi nedeniyle hakkında şikayet bulunmayan,sabıkası olmayan ve iyi hali nedeniyle hakkında TCK 62. madde uygulanan hükümlü hakkında verilen hapis cezasının paraya çevrilmesi gerektiğinden yerel mahkeme hükmünün bu gerekçe ile hükümlü lehine bozulması gerektiği” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince, 03.11.2015 tarih ve 14057-16553 sayı ile;
“Dairemizce verilen 14.10.2014 tarih ve 2013/25634 Esas 2014/19671 Karar sayılı karara Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ‘olay sonucu ölen … mirasçılarının 14.10.2014 tarihli onama kararı öncesi, 9.10.2014 tarihinde şikâyetlerinden vazgeçtikleri, ancak vazgeçmeyi içerir bu beyanın onama kararından sonra, 28.10.2014 tarihinde dosyaya ibraz edilebildiği, söz konusu beyanın nazara alınması gerektiği, dolayısıyla tam kusurlu olsa bile hakkında şikâyet bulunmayan sanık hakkında tayin edilen hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi gerektiği’ gerekçesiyle itiraz edilmekle, 5271 sayılı CMK’nın 308. maddesine 02.07.2012 gün ve 6352 sayılı Kanunun 99. maddesiyle eklenen 3. fıkra uyarınca itiraz konusu değerlendirildi.
Gereği düşünüldü;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulüne;
2-14.10.2014 tarih ve 2013/25634 Esas 2014/19671 Karar sayılı onama kararının kaldırılmasına,
Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 05.07.2012 tarih ve 2011/247 Esas 2012/273 Karar sayılı hükmüne yönelik sanık müdafiinin temyiz itirazının incelenmesinde;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre sanık müdafiinin kusura, ceza miktarına ve lehe hükümlerin uygulanması gerektiğine ilişkin sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Sanığın saat 08:30 sıralarında idaresindeki, eşinin de ortak olduğu bildirilen diyaliz merkezine ait minibüs ile çift yönlü, 6.3 m genişliğindeki, ıslak, düz, asfalt yolda seyretmekte iken şerit ihlali yaparak karşı yönden seyreden … idaresindeki yarım otobüs ile sol ön kısımlarından çarpışmaları sonucu … ile sanığın aracındaki …’nin öldükleri, otobüs yolcularından şikayetçi olmayan 16 kişinin yaralandıkları olayın yargılaması sonunda sanık hakkında tayin edilen hapis cezasının ‘Sanığın eylemi nedeniyle meydana gelen zarar, tehlikenin ağırlığı, taksire dayalı olarak sanığın olaydaki kusur durumu’ gerekçesi ile adli para cezasına çevrilmesine yer olmadığına karar verilmiş ise de, olay nedeniyle yaralananlar ile ölen … mirasçılarının baştan beri sanık hakkında şikayetçi olmadıkları, ölen … mirasçılarının ise hükümden ve temyiz incelemesinden sonra 28.10.2014 tarihli dilekçe ekinde sunulan ve hükümden önceki tarihte düzenlenen 9.10.2014 tarihli, vaki şikayetlerinden vazgeçtiklerine ve zararlarının karşılandığına ilişkin vazgeçme dilekçesi nazara alındığında, hakkında şikayet bulunmayan sabıkasız sanığın hukuki durumunun değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması” gerekçesiyle bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 24.02.2016 tarih ve 34-37 sayı ile bozma kararına direnmiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 13.05.2016 tarihli ve 137919 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 gün ve 813-936 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 22.03.2017 tarih ve 153-2269 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; taksirle bir kişinin ölümüne ve birden fazla kişinin yaralanmasına neden olma suçundan yapılan yargılama sonucunda verilen hükmün temyiz incelemesi sırasında hakkındaki şikâyetten vazgeçildiği anlaşılan sanık hakkında hükmedilen hapis cezasının, TCK’nun 50. maddesi gereğince adli para cezasına çevrilmesinin gerekip gerekmediğinin belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden direnme kararı verilmesinin, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından; bozmadan sonra yapılan yargılamada, direnme kararına konu hükmün verildiği 24.02.2016 tarihli oturumda, yerel mahkemece sırasıyla katılanlar vekili, Cumhuriyet savcısı, sanık ve en son müdafiine bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan sonra hazır bulunan sanığa son söz verilmeden duruşmanın bitirildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nun “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun birçok kararında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği oturumda hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılamada sırasıyla katılanlar vekili, Cumhuriyet savcısı, sanık ve en son müdafiine bozmaya karşı diyecekleri sorulup, son olarak söz hakkı hazır bulunan sanığa tanınmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükmün tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkemenin direnme kararına konu hükmünün diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bursa 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 24.02.2016 tarihli ve 34-37 sayılı direnme kararına konu hükmünün, hükümden önce son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 10.07.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.