Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/426 E. 2017/469 K. 14.11.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/426
KARAR NO : 2017/469
KARAR TARİHİ : 14.11.2017

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 03.03.2016
Sayısı : 397-106
Şikâyetçi : …
Sanık …’ın nitelikli dolandırıcılık suçundan TCK’nun 158/1-f, 62 ve 52/2. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis ve 6.880 Lira adli para cezası; resmi belgede sahtecilik suçundan aynı Kanunun 204/1 ve 62. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, her iki suç yönünden TCK’nun 53. maddesi uyarınca hak yoksunluğuna ilişkin Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.04.2011 gün ve 325-122 sayılı hükümlerin, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 23. Ceza Dairesince 05.10.2015 gün ve 2963-4615 sayı ile;
“1- Sanığın temyiz dilekçesinde suça konu çeki açık adres bilgilerini verdiği …’ndan almış olduğunu ifade etmesi karşısında; gerçeğin kuşkuya yer bırakmayacak şekilde tespiti bakımından, … isimli kişinin araştırılarak tanık sıfatıyla dinlenmesi, gerek sanığın gerekse bahse konu kişinin imza ve yazı örneklerinin temini ile çek üzerindeki imza ve yazılarla mukayesesini ve çekin orjinal olup olmadığının tespitini içeren bilirkişi raporu aldırılması ile toplanan tüm delillerin sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerektiği gözetilmeden eksik incelemeyle yazılı şekilde hüküm verilmesi,
2- Suça konu çekin iğfal kabiliyetinin olup olmadığının mahkemece değerlendirilmemesi karşısında; öncelikle belgede sahtecilik suçlarında aldatma yeteneğinin bulunup bulunmadığının takdirinin hakime ait olduğu cihetle, suça konu belge aslının duruşmaya getirtilip incelenmek suretiyle aldatıcı nitelikte olup olmadığının kararda tartışılması ve denetime imkan verecek şekilde dosya içine konulması gerekirken bu husus yerine getirilmeden çekin özelliklerini ifade eden izahatla yetinilmesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesi ise 03.03.2016 gün ve 397-106 sayı ile;
“Sanık hakkında açılan kamu davası üzerine yargılamaya başlayan mahkememiz tarafından bir türlü savunması alınamayan sanık hakkında yakalama emri çıkartılmış, uzun süre dinlenemeyen sanığın yakalama emrinin infaz edildiği sorgusunda suça konu çeki …. isimli kişiden ciro ile aldığını beyan etmiş, ….’ın kimlik bilgileri ve adresini bildireceğini beyan etmiş, ancak mahkememize herhangi bir bilgi sunmaması, ticari ilişkiye dair belge ibraz etmemesi nedeniyle kriminal rapor içeriği göz önüne alınarak diğer delillerle birlikte sanığın mahkûmiyetine karar verilmiş, yine yargılama aşamasında adli emanette kayıtlı çek 18.04.2011 tarihli duruşmada incelenerek çekin özellikleri zapta geçirilmiş ve çek üzerinde herhangi bir tahrifat ya da silinti bulunmadığı gözlemlenmiştir. Mahkememizin mahkûmiyet kararından sonra dosyayı temyiz eden sanık tarafından yargılamanın devamı sırasında hiç dile getirilmeyen … isimli bir şahsın ismi verilmiş ve bu şahıstan yapılan ticaret karşılığında suça konu çeki aldığı dile getirilmiştir. Öncelikle yargılama aşamasına kadar dile getirilmeyen böyle bir kişinin temyiz aşamasından sonra sanık tarafından bildirilmesi nedeniyle araştırılma imkanı mahkememizin tasarrufunda bulunan bir konu olarak değerlendirilmemiştir. Kaldı ki, sanık tarafından bu şahısla ticari ilişkisi olduğuna ilişkin bir belge temyiz dilekçesine dahi eklenmemiştir. Ayrıca bozma ilamında belirtildiği üzere suça konu çek duruşma aşamasında incelenmemiş de değildir. Dolayısıyla Yargıtayın ilgili dairesinin her iki bozma nedeni dosya kapsamı ile uyumlu gözükmemektedir.” gerekçesiyle ilk hükmünde direnmiştir.
Bu hükümlerin de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 27.05.2016 gün ve 211980 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 gün ve 856-1611 sayı ile; 6763 sayılı Kanunun 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanuna eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunun 22.12.2016 gün ve 398 sayılı kararı ile Yargıtay 23. Ceza Dairesinin kapatılması nedeniyle aynı karar uyarınca bu Daireye ait işlerin devredildiği Yargıtay 15. Ceza Dairesince yapılan inceleme sonucu 28.03.2017 gün ve 3852-8278 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı suçların sübutu bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanığa duruşma günü davetiyesinin usulüne uygun olarak çıkarılıp çıkarılmadığı, çıkarılmadığının kabulü halinde, bozma kararından haberdar olmayan sanığın yokluğunda direnme kararı verilmesinin olanaklı olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel mahkemece bozma kararından sonra yapılan yargılamada, bozma ilamı ve duruşma günü davetiyesinin, sanığın 18.05.2011 tarihli temyiz dilekçesinde bildirdiği en son adresi “Gazi Mahallesi 1421 Sokak No: 21 Sultangazi/ İstanbul” yerine MERNİS’de kayıtlı “Ali Kuşcu Mahalle …. İstanbul” adresine tebliğe çıkarıldığı, sanığın bu adreste oturmaması nedeniyle davetiyenin muhtarlığa tebliğ edildiği, mahkemece sanıktan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan, önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326/2. maddesinde,
“…(2) Sanık veya müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi duruşmaya devam edilerek dava gıyapta bitirilebilir. Ancak sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerekir.” hükmü yer almaktadır.
Bu hüküm gereğince, bozma kararı sanık lehine olsa dahi bozmadan sonra yapılan yargılamada yerel mahkemece sanık, katılan ve varsa müdafii ve vekillerine duruşma gününü bildirir davetiye tebliğ olunmalı, duruşma gününden haberdar edilmelidirler.
Yerleşmiş yargısal kararlarda da vurgulandığı üzere, tebligat yapılamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen sanığın duruşmaya gelmemesi halinde, verilecek cezanın bozmaya konu olan cezadan daha ağır olmaması halinde yargılamaya devam olunarak bir karar verilmelidir. Karar; lehine de bozulmuş olsa, sanığa duruşma gününü bildiren davetiye tebliğ olunmalı, buna rağmen duruşmaya gelmediği takdirde, bozmanın lehe olduğu dikkate alınarak, bir karar verilmelidir.
Bu aşamada ön sorunun sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için Tebligat Kanununun ilgili hükümleri üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
7201 sayılı Tebligat Kanununun 10. maddesi;
” Tebligat, tebliğ yapılacak şahsa bilinen en son adresinde yapılır.
Bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması hâlinde, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi, bilinen en son adresi olarak kabul edilir ve tebligat buraya yapılır…” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre tebligat, tebliğ edilecek şahsın bilinen en son adresinde yapılacak, bilinen en son adresin tebligata elverişli olmadığının anlaşılması veya tebligat yapılamaması halinde ise, muhatabın adres kayıt sisteminde bulunan yerleşim yeri adresi (MERNİS) bilinen en son adresi olarak kabul edilecek ve tebligat bu adrese yapılacaktır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Bozmadan sonra yapılan yargılamada, sanık adına çıkartılan duruşma günü ve Yargıtay bozma ilamını içeren davetiyenin, sanığın temyiz dilekçesinde bildirdiği en son adresi “Gazi Mahallesi, 1421 Sokak No: 21 Sultangazi/ İstanbul” yerine MERNİS’te kayıtlı “Ali Kuşcu Mahallesi, Haliç Caddesi No: 33 İç Kapı No: 1 İstanbul” adresine tebliğe çıkarıldığı ve bu şekilde yapılan tebligatın 7201 sayılı Tebligat Kanununun 10. maddesine uygun olmadığı göz önüne alındığında; yerel mahkemece sanığın bildirdiği en son adrese usulüne uygun tebligat yapılıp bozma ilamından haberdar edilmesi ve sanığa diyeceklerini bildirme olanağının sağlanması gerekirken, bu usulî zorunluluğa uyulmadan, yargılamaya devam edilerek yokluğunda karar verilmesi savunma hakkının kısıtlanması niteliğindedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, saptanan bu usuli nedenden dolayı sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 03.03.2016 gün ve 397-106 sayılı direnme hükmünün, duruşma günü ve Yargıtay bozma ilamını içeren davetiyenin sanığın bildirdiği en son adrese tebliğe çıkarılmadan ve buna bağlı olarak bozma kararından haberdar edilmeden, yokluğunda yargılamaya devam edilip hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 14.11.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.