Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/403 E. 2018/570 K. 27.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/403
KARAR NO : 2018/570
KARAR TARİHİ : 27.11.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 12-175

Nitelikli cinsel saldırı suçundan sanık …’in beraatine ilişkin Isparta Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13.09.2011 tarih ve 167-263 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 05.11.2014 tarih ve 1401-12199 sayı ile;
“Mağdurenin soruşturma aşamasındaki samimi beyanları, bu beyanları doğrulayıp mağdurenin basit tıbbi müdahale ile giderilemeyecek şekilde yaralandığına ilişkin Süleyman Demirel Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi Adli Tıp Anabilim Dalından alınan 04.03.2009 tarihli raporu, mağdurenin eşi Osman’ın çadıra geldiğinde mağdurenin ağladığına ilişkin anlatımları, olayın ortaya çıkış şekli ve tüm dosya içeriğine göre, sanığın çadırda tek başına bulunduğu sırada mağdurenin direncini cebir kullanmak suretiyle kırdıktan sonra ırzına geçtiğinin anlaşılması karşısında; sanığın eylemlerinin TCK.nın 102/2, 102/3-a-d, 102/5. maddelerinde tanımlanan nitelikli cinsel saldırı ve TCK.nın 102/4. maddesi delaletiyle aynı Kanunun 86/1. maddesinde düzenlenen kasten yaralama suçlarını oluşturduğu gözetilip, buna göre de hükümden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren ve cinsel dokunulmazlığa karşı suçlarda değişiklik yapan 6545 sayılı Kanun ile getirilen düzenlemeler de dikkate alınarak lehe kanun değerlendirmesi yapıldıktan sonra mahkûmiyetine karar verilmesi gerekirken oluşa uygun düşmeyen yazılı gerekçeyle beraatine hükmedilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Isparta 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 23.06.2015 tarih ve 12-175 sayı ile;
“Mağdurenin aşamalardaki çelişkili anlatımları özellikle 08/12/2009 tarihli celsedeki ‘sanığın kendisine hiçbirşey yapmadığına’ dair beyanı ile iddia konusu olaya mütaakiben çamaşırlarını yıkayıp duş aldığını ifade etmesi ve alınan örneklerde cinsel saldırının sanık tarafından gerçekleştiğine dair hiçbir bulguya rastlanılmaması, ATK raporunda belirtildiği üzere mağdurede zeka geriliği olduğu dosya kapsamında dinlenen tanık anlatımlarının da sanığın savunmalarını teyit etmesi, mağdureye ait adli raporun da tek başına mahkumiyet kararı vermeye yeterli olamayacağı, kaldı ki; mukavemete muktedirliği, beyanlarına itibar edilebilirliği gibi tıbbi tespitlere göre duruşmadaki hür anlatımlarının daha öncelikli olduğu cihetle; sanığın atılı suçu işlediğine dair mağdurenin çelişkili ve soyut iddiası dışında, mahkumiyetine yetecek ölçüde, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil elde edilemediğinden önceki kararda ısrar edilmesi gerekir.” şeklindeki gerekçe ile bozmaya direnerek önceki hüküm gibi sanığın beraatine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 08.12.2015 tarihli ve 291724 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 1175-1676 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesiyle 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 14.03.2017 tarih ve 389-1302 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık. sanığa atılı nitelikli cinsel saldırı suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1-Yokluğunda verilen hükmün katılan …’a tebliğinin gerekip gerekmediğinin,
2-Katılan vekillerinin vekillikten istifa dilekçesinin katılana usulünce tebliğ edilip edilmediğinin,
3-Vekillerinin istifa dilekçesinin katılana usulüne göre tebliğ edildiğinin kabulü halinde, duruşmada avukat istediğini beyan eden katılana 5271 sayılı CMK’nın 234/1-a-3 bendine göre vekil atanmasının gerekli olup olmadığının,
Değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanık hakkında katılana karşı nitelikli cinsel saldırı suçunu işlediği iddiası ile kamu davası açıldığı,
08.12.2009 tarihli oturumda sanıktan şikâyetçi olan katılanın kendisine avukat atanmasını talep ettiği, bu talep üzerine katılana baroca atanan Av. … Kaya’nın katılan ile birlikte 16.02.2010 tarihli oturuma iştirak ettiği, daha sonra katılanın 19.02.2010 tarihli vekâletname ile Av. Kerim Uysal ve yanında çalışan diğer avukatlara vekâlet verdiği, vekâletnameli avukatların davayı takip ederek Yerel Mahkemece kurulan 13.09.2011 tarih ve 167-263 sayılı ilk hükmü temyiz ettikleri, bu temyizden sonra vekâletnameli tüm avukatların hâkim havaleli 17.12.2012 tarihli dilekçeyle vekillik görevlerinden istifa ettikleri, bu istifa dilekçesinin katılana tebliğ edildiğine dair dosya içerisinde tebliğ mazbatasının bulunmadığı ancak Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede katılana gönderildiği anlaşılan tebligata ait numara ile PTT kayıtlarında yapılan sorgulamada istifa dilekçesinin katılana 07.02.2013 tarihinde tebliğ edildiğinin görüldüğü,
Yargıtay 14. Ceza Dairesince verilen bozma kararı sonrası yapılan yargılamanın 19.02.2015 tarihli oturumunda Av. Gülbin Demirbağ’ın yetki belgesini sunacağını beyan ederek katılan adına duruşmaya iştirak ettiği,
Av. … tarafından Yerel Mahkemeye sunulan 26.02.2015 tarihli dilekçe ile; 19.02.2015 tarihinde adliyede kendileri adına yapılan anons üzerine, mağduriyet yaşanmaması için Avukat Gülbin Demirbağ’ın daha sonra yetki belgesi sunacağını beyan ederek duruşmaya katıldığını, ancak katılanın vekilliğinden istifa etmeleri nedeniyle yetki belgesi veremeyeceklerini ve kendilerine tebligat yapılmamasını istediklerini belirttiği,
Mahkemece direnme kararı verilen 23.06.2015 tarihli oturumda duruşma başlığına duruşmaya sadece sanık müdafilerinin katıldıklarının belirtilmesine karşın, hüküm fıkrasının sonuna sehven hükmün katılan vekilinin yüzüne karşı verildiğinin yazıldığı,
Gerekçeli kararın katılana tebliğ edilmediği ve Cumhuriyet Savcısınca sunulan temyiz dilekçesinin ise istifa etmesi nedeniyle kendisine tebligat yapılmasını istemeyen Av. …’a tebliğ edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Yokluğunda verilen hükmün katılan …’a tebliğinin gerekip gerekmediği ile katılan vekillerinin vekillikten istifa dilekçesinin katılana usulünce tebliğ edilip edilmediğine ilişkin uyuşmazlık konularının birlikte değerlendirilmesinde;
Anayasanın “Hak Arama Hürriyeti” başlıklı 36. maddesi; “Herkes, meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahiptir”; “Temel hak ve hürriyetlerin korunması” başlıklı 40. maddesine 4709 sayılı Kanunun 16. maddesiyle eklenen ikinci fıkrasında da, “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır.” şeklinde hükümlere yer verilmiş, 40. maddenin ikinci fıkrasının gerekçesinde bireylerin yargı ya da idari makamlar önünde sonuna kadar haklarını arayabilmelerine kolaylık ve imkân sağlanmasının amaçlandığı, son derece dağınık mevzuat karşısında kanun yolu, mercii ve sürelerin belirtilmesinin hak arama, hak ve hürriyetlerin korunması açısından zorunluluk hâline geldiği belirtilmiştir.
5271 sayılı CMK’nın “Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesinin ikinci fıkrası;
“Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir”,
“Eski hâle getirme” başlıklı 40. maddesi ise;
“(1) Kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişi, eski hale getirme isteminde bulunabilir.
(2) Kanun yoluna başvuru hakkı kendisine bildirilmemesi halinde de, kişi kusursuz sayılır” ,
Biçiminde düzenlenmiş olup 5271 sayılı CMK’nın 34. maddesinde, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin; başvurulabilecek kanun yolu, mercii, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu vurgulanmıştır. Aynı Kanunun 40. maddesinin birinci fıkrasında, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, ikinci fıkrasında ise, kanun yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi hâlinde, kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.
Konumuzla ilgisi bakımından kararların açıklanması ve tebliği ile temyiz talebi üzerinde de durulmasında fayda bulunmaktadır.
Temyiz mahkemesince temyiz davasının görülebilmesi için, temyiz kanun yoluna başvuru hakkı olanların tamamının kararı tefhim veya tebliğ yoluyla öğrenmeleri kanuni bir zorunluluktur. Nitekim 5271 sayılı CMK’nın “Kararların açıklanması ve tebliği” başlıklı 35. maddesinin 2. fıkrasında; “Koruma tedbirlerine ilişkin olanlar hariç, aleyhine kanun yoluna başvurulabilecek hâkim veya mahkeme kararları, hazır bulunamayan ilgilisine tebliğ olunur” hükmü yer almaktadır.
Hâkim ve mahkeme kararlarına karşı kanun yollarına müracaat hakkı bulunanlar ise 5271 sayılı CMK’nın 260. maddesinde gösterilmiştir. Buna göre; Cumhuriyet savcısı, şüpheli, sanık ve katılan sıfatını almış olanlar ile katılma isteği karara bağlanmamış, reddedilmiş veya katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunanlar için kanun yolları açıktır.
Bu aşamada uyuşmazlıkların çözümünde sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşabilmek için 1136 sayılı Avukatlık Kanunu ile 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun ilgili hükümlerinin de incelenmesinde zorunluluk bulunmaktadır.
1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun “Avukatın vekâletten çekilmesi” başlıklı 41. maddesi;
“Belli bir işi takipten veya savunmadan isteği ile çekilen avukatın o işe ait vekalet görevi, durumu müvekkiline tebliğinden itibaren onbeş gün süre ile devam eder.
Şu kadar ki, adli müzaharet bürosu yahut baro başkanı tarafından tayin edilen avukat, kaçınılmaz bir sebep veya haklı bir özürü olmadıkça, görevi yerine getirmekten çekinemez. Kaçınılmaz sebebin veya haklı özürün takdiri avukatı tayin eden makama aittir” şeklinde olup buna göre vekillikten istifa eden avukatın görevi, istifanın vekâlet verene tebliğinden itibaren on beş gün süre ile devam edecektir.
7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun “Tebliğ evrakının nüshaları ve makbuz verilmesi” başlıklı 8. maddesinde;
“Tebliğ olunacak her nevi evrak, biri dosyasında konulmak ve diğeri tebliğ edilecek kimselere verilmek üzere lüzumu kadar nüshadan terekküp eder. Bu nüshalarda iş sahibi veya vekilinin imzası bulunur.
Tebliğ olunmak üzere salahiyetli mercilere verilecek evrakın her nüshasına bu mercilerce, verildiği tarih yazılır ve istenirse makbuz verilir.
Her nevi evrakın tebliğine ve davetiyelere ait tebliğ mazbataları dosyasına konur”,
Aynı Kanun’un “Tebliğ mazbatası” başlıklı 23. maddesinde;
“Tebliğ bir mazbata ile tevsik edilir. Bu mazbatanın:
1. Tebliği çıkaran merciin adını,
2. Tebliği istiyen tarafın adını, soyadını ve adresini,
3. Tebliğ olunacak şahsın adını, soyadını ve adresini,
4. Tebliğin mevzuunu,
5. Tebliğin kime yapıldığını ve tebliğ muhatabından başkasına yapılmış ise o kimsenin adını, soyadını, adresini ve 22 nci madde gereğince tebellüğe ehil olduğunu,
6. Tebliğin nerede ve ne zaman yapıldığını,
7. 21 inci maddedeki durumun tahaddüsü halinde bu hususlara mütaallik muamelenin yapıldığını, adreste bulunmama ve imtina için gösterilen sebebi,
8. Tebligatın adres kayıt sistemindeki adrese yapılması durumunda buna ilişkin kaydı,
9. Tebliğ evrakı kime verilmiş ise onun imzası ile tebliğ memurunun adı, soyadı ve imzasını,
İhtiva etmesi lazımdır”,
Hükümlerine yer verilmiştir.
Bu düzenlemelere göre tebliğ işlemi, Tebligat Kanunu’nun 23. maddesinde düzenlenen unsurları içeren bir mazbata ile belgelendirilmeli ve bu mazbatalar dosya içine alınmalıdır.
Dosya içerisine tebliğ mazbatasının olmaması durumunda mazbatanın 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 23. maddesinde sayılan unsurları içerip içermediğinin denetlenmesi mümkün olamayacak ve tebligatın usulüne göre yapılıp yapılmadığı da tespit edilemeyecektir. Bu nedenle PTT kayıtlarında yapılan sorgulama sonuçları yeterli olmayıp tebliğ mazbatasının denetime imkan verecek şekilde dosya içerisine konulmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konuları birlikte değerlendirildiğinde;
Kişilerin hak arama hürriyetlerinin Anayasa ve diğer kanunlarla güvence altına alındığı ve bu hakkın kullanılabilmesi için devlet işlemlerinin kişilere usulüne uygun olarak bildirilmesi gerektiği, bu bağlamda direnme hükmünün kurulduğu 23.06.2015 tarihli oturuma katılan veya vekilinin iştirak etmediği duruşma zaptı içeriğinden anlaşıldığı hâlde, hüküm bölümüne sehven hükmün, vekillikten istifa eden katılan vekilinin yüzüne karşı tefhim edildiği yazılarak, yokluğunda verilen kararın katılana tebliğ edilmediği anlaşıldığından 5271 sayılı CMK’nın 35 ve 260. maddelerine göre hükmün katılan tarafına usulünce tebliğ edilmesi gerekmektedir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında, Ulusal Yargı Ağı Bilişim Sistemi (UYAP) üzerinden yapılan incelemede katılana gönderildiği anlaşılan tebligata ait numara ile PTT kayıtlarında yapılan sorgulamada istifa dilekçesinin katılana 07.02.2013 tarihinde tebliğ edildiği anlaşılmış ise de, bu tebliğe dair mazbatanın dosya içerisinde bulunmadığı ve buna bağlı olarak mazbatanın 7201 sayılı Tebligat Kanunu’nun 23. maddesinde sayılan unsurları içerip içermediğinin denetlenemediği anlaşıldığından tebliğ mazbatasının dosya içerisine konulmasından sonra istifa dilekçesinin katılana tebliğ edilip edilmediğinin saptanmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 14.03.2017 tarih ve 389-1302 sayılı direnme kararının yerinde görülmediğine ilişkin ilamının kaldırılması, katılan vekillerinin istifa dilekçesinin katılana tebliğ edildiğine dair tebliğ mazbatasının temin edilmesi hâlinde dosya arasına konularak yokluğunda verilen kararın katılana usulünce tebliğ edilmesi, temin edilememesi durumunda ise istifa dilekçesi ile yokluğunda verilen kararın katılana usulüne göre tebliğ edilmesi amacıyla tevdii kararı verilmesinden sonra, kararın katılan veya vekili tarafından temyiz edilmemesi durumunda temyiz davasının sadece Cumhuriyet Savcısının temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; katılan veya vekili tarafından temyiz edilmesi durumunda ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca ek tebliğname düzenlenmesi sağlanıp, temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılması gerekmektedir.
Ulaşılan bu sonuç karşısında, duruşmada avukat istediğini beyan eden katılana 5271 sayılı CMK’nın 234/1-a-3 bendine göre vekil atanmasının gerekli olup olmadığınına dair uyuşmazlık konusu bu aşamada değerlendirilmemiştir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 14.03.2017 tarih ve 389-1302 sayılı direnme kararının yerinde görülmediğine ilişkin kararının KALDIRILMASINA,
2-Dosyanın, katılan vekillerinin istifa dilekçelerinin katılana tebliğ edildiğini gösterir tebliğ mazbatasının temin edilmesi durumunda gerekçeli kararın, temin edilememesi halinde ise gerekçeli karar ile birlikte vekillikten istifa dilekçesinin katılana tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.11.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.