Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/259 E. 2018/383 K. 27.09.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/259
KARAR NO : 2018/383
KARAR TARİHİ : 27.09.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 113-133

Sanıklar … (Bağlan) ve….hakkında kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanıkların eylemlerinin inceleme dışı diğer sanıkları TCK’nın 86/2. maddesi kapsamında kasten yaralama suçuna teşvik niteliğinde olduğu ve maktulün şikâyet hakkını kullanmadan öldüğü gerekçeleriyle TCK’nın 73/1 ve CMK’nın 223/8. maddeleri uyarınca kamu davalarının düşmesine ilişkin Bafra Ağır Ceza Mahkemesince verilen 17.11.2011 tarihli ve 134-167 sayılı hükümlerin katılanlar vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.04.2013 tarih ve 4716-3244 sayı ile;
“Oluşa ve dosya kapsamına göre; maktul …’in uzun süreden beri sanık …’yı rahatsız ettiği, yine olay günü sanık …’yı otobüs durağında gören maktulün seslenmesi üzerine sanığın ‘Ne istiyorsun, git başımdan’ dediği, bu sırada iş arkadaşı sanık …’in yanında sanıklar…. ve ….’nin otomobil ile sanık …’yı almak için geldikleri,….’nın otomobilin arka koltuğuna bindiği, burada ‘şerefsiz’ gibi kelimeler kullanarak kendisini rahatsız eden kişinin maktul olduğunu söylediği, sanık …’in idaresindeki araçla maktulün yanından geçerken sanıklar…. ve ….’ye ‘İnip baksanıza şu adama’ dediği, sanık …’nın da ses çıkartmayarak durumu kabullendiği, daha sonra sanıklar…. ve …. ile maktul arasında çıkan kavgada sanık …’in tarafları ayırmaya çalıştığı, darbedilmesi sonucu sert zemine düşen maktulün beyin kanamasına bağlı gelişen komplikasyonlar sonucu öldüğü olayda; sanık …’in sözlerinin sanık …’nın rahatsız edilmesine tepki niteliğinde olup sanıklar…. ve ….’yi maktulü yaralamaya azmettirme ve teşvik niteliğinde olmadığı gözetilerek sanıklar…. ve….’nın atılı suçlardan beraati yerine yazılı şekilde şikâyet yokluğundan düşme kararı verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bafra Ağır Ceza Mahkemesi ise 12.06.2013 tarih ve 113-133 sayı ile bozma kararına direnerek sanıklar hakkında açılan kamu davalarının düşmesine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de sanıklar müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.09.2014 tarihli ve 295655 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 557-1179 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Ceza Dairesince 28.02.2017 tarih ve 11-598 sayı ile; direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanıklar…. Yılmaz ve …. Şenal hakkında kasten yaralama sonucu ölüme neden olma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşmiş olup direnmenin kapsamına göre inceleme, sanıklar … (Bağlan) ve….hakkında verilen kamu davalarının düşmesine ilişkin hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; sanıkların eyleminin kasten yaralama suçuna teşvik etmeyi oluşturup oluşturmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle;
1- Kasten öldürme suçundan açılan davada sanıklar müdafisi hazır olmaksızın hüküm kurulmasının savunma hakkını kısıtlayıp kısıtlamadığının,
2- Duruşma tutanağının başında sanık …’in hazır olduğu belirtilmesine rağmen, bozmaya karşı diyeceklerinin sorulmaması, son sözün verilmemesi ve tutanağın sonunda hükmün sanık …’in yokluğunda verildiğinin belirtilmesi suretiyle karışıklığa yol açılıp açılmadığının,
Değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Kasten öldürme suçundan açılan kamu davasında bozma üzerine yapılan yargılamada, sanıklar müdafisine Yargıtay bozma ilamı ile birlikte duruşma günü ve saatini bildirir çağrı kâğıdı tebliğ edildiği, sanıklar müdafisinin Yargıtay bozma ilamına uyulması ve karar verilecekse yokluklarında sanıkların beraatine karar verilmesi talebini içeren dilekçe ibraz ettiği, 12.06.2013 tarihli oturumda sanıklar müdafisi hazır olmaksızın direnme kararı verildiği,
12.06.2013 tarihli oturumda taraf yoklaması yapıldıktan sonra tutanağın başına “sanık … Bağlan geldi” yazıldığı, ancak sanık …’e bozma ilamına karşı diyecekleri sorulmadığı gibi son söz hakkının da verilmediği, tutanakta sanığın duruşma salonundan ayrıldığına dair herhangi bir ibare de geçmediği, tutanağın sonunda ise hükmün sanığın yokluğunda verildiğinin belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Savunma, Anayasa’nın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır.
Savunma hakkı, uluslararası belgelerde de değerine uygun yerini almıştır. Bunlardan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 11/I, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Antlaşma’nın 14/3-b-d, Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi’nin 6/3-b-c maddeleri sanığın müdafiden yararlanması konusunda açık düzenlemeler getirmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150/3. maddesinde, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanığın müdafisinin bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine müdafi atanacağı hüküm altına alınmış iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinde değişiklik yapılarak bu zorunluluk, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara şamil kılınmış, bu şekilde daha önce üst sınırı en az 5 yıl hapis cezası gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması sistemi, alt sınırı 5 yıldan daha fazla hapis cezası gerektiren suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
5271 sayılı CMK’nın “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir” düzenlemesi yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’da savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranılmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hâllerde zorunlu müdafilik benimsenmiştir. Aynı Kanun’un 2. maddesindeki tanıma bakıldığında, Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında zorunlu (veya istek üzerine atanan) müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
“Duruşmada hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrası;
“Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır” şeklinde düzenlenmiş olup, Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin karar oturumu dâhil tüm oturumlarda hazır bulunması şart koşulmuş; 29.10.2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 5. maddesi ile bu fıkraya “Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebilir” cümlesi eklenmiştir.
5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi ise;
“(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez” cümlesi eklenmiştir.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin 5. fıkrası ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması durumunda da hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir.
Ceza yargılaması işlemlerinin belgelendirilebilmesi ve bu işlemlere belge delili değeri tanınabilmesi amacıyla düzenlenen ve yargılamanın, kanunun aradığı şekilde oluşturulan heyet tarafından ve yine kanunun belirlediği ölçüler içerisinde yapılıp yapılmadığı hususunda yegâne delil olan ve sahteliği ya da gerçeğe aykırı olarak düzenlendiği yine aynı değerdeki bir delil ile ispatlanana kadar resmî belge niteliği taşıyan duruşma tutanaklarının şekli ve içerikleri, 5271 sayılı CMK’nın “Duruşma Tutanağı” başlıklı 219. maddesinde; “Duruşma için tutanak tutulur. Tutanak, mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır. Duruşmada yapılan işlemlerin teknik araçlarla kayda alınması halinde, bu kayıtlar vakit geçirilmeksizin yazılı tutanağa dönüştürülerek mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır. Mahkeme başkanının mazereti bulunursa tutanak, üyelerin en kıdemlisi tarafından imzalanır” şeklinde düzenlenmiş,
CMK’nın 220. maddesinde, duruşma tutanağının başlığında; duruşmanın yapıldığı mahkemenin adı, oturum tarihi, hâkim, Cumhuriyet savcısı ve zabıt kâtibinin adı ve soyadının belirtileceği hüküm altına alınmıştır.
CMK’nın 221. maddesi uyarınca duruşma tutanağında; “Oturuma katılan sanığın, müdafiinin, katılanın, vekilinin, kanunî temsilcisinin, bilirkişinin, tercümanın, teknik danışmanın adı ve soyadı, duruşmanın seyrini ve sonuçlarını yansıtan ve yargılama usulünün bütün temel kurallarına uyulduğunu gösteren unsurlar, sanık açıklamaları, tanık ifadeleri, bilirkişi ve teknik danışman açıklamaları, okunan veya okunmasından vazgeçilen belge ve yazılar, istemler, reddi halinde gerekçesi, verilen kararlar ile hüküm” yer alır,
CMK’nın 222. maddesinde ise; “Duruşmanın nasıl yapıldığı, kanunda belirtilen usul ve esaslara uygun olarak yapılıp yapılmadığı ancak tutanakla ispat olunabilir. Tutanağa karşı yalnız sahtecilik iddiası yöneltilebilir” hükmüne yer verilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun yerleşik kararlarında belirtildiği üzere; yargılama işlemleri, onlara belge delili değeri tanınması için duruşmada okunarak tutanaklara yansıtılmakta ve duruşmaya katılan mahkeme başkanı, hâkim ve zabıt kâtibi tarafından imzalanarak resmi belge niteliğine kavuşturulmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön sorunlara ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yüklenen suçun alt sınırı itibarıyla Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği kasten öldürme suçundan yapılan yargılamada, CMK’nın 289/1-e maddesindeki emredici hüküm uyarınca duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar müdafisinin yokluğunda direnme hükmünün tesis ve tefhim edilmesi usul ve kanuna aykırıdır.
Öte yandan, 12.06.2013 tarihli duruşma tutanağının başında sanık …’in hazır olduğundan bahsedilip, tutanağın sonunda sanığın yokluğunda karar verildiği belirtilerek çelişkiye neden olunduğu, buna bağlı olarak Yargıtay tarafından sanığın duruşmaya gelip gelmediği, geldiyse bozmaya karşı diyeceklerinin sorulması ve son söz hakkının verilmesi gibi doğrudan savunma hakkını ilgilendiren ve hukuka kesin aykırılık hâllerini oluşturan kurallara uyulup uyulmadığı, temyiz süresinin başlayıp başlamadığı gibi hususların denetlenebilmesine imkân tanınmayıp CMK’nın 219 vd. maddelerine aykırı davranılmak suretiyle karışıklığa yok açılmıştır.
Bu itibarla, yerel mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin, saptanan bu usuli nedenlerden dolayı diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Bafra Ağır Ceza Mahkemesinin 12.06.2013 tarihli ve 113-133 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanıklar müdafisinin yokluğunda hüküm tesisi ve sanık …’in duruşmada hazır bulunup bulunmadığı hususunda karışıklığa neden olunması isabetsizliklerinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın mahalline gönderilmesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.09.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.