Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/234 E. 2019/418 K. 14.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/234
KARAR NO : 2019/418
KARAR TARİHİ : 14.05.2019

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 3. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 749-926

Kasten yaralama suçundan sanık …’nun beraatine ilişkin Ankara (Kapatılan) 13. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 11.06.2014 tarihli ve 282-664 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 3. Ceza Dairesince 10.09.2015 tarih ve 9867-25151 sayı ile;
“…Mağdurun soruşturma aşamasındaki beyanı, anlatımı ile uyumlu doktor raporu karşısında yetersiz gerekçe ile sanığın üzerine atılı suçla ilgili mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
6545 sayılı Kanun’un 84. maddesiyle 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 6. maddenin 1. fıkrası uyarınca sulh ceza mahkemelerinin kaldırılması nedeniyle bozmadan sonra yargılama yapan Ankara 38. Asliye Ceza Mahkemesi ise 08.12.2015 tarih ve 749-926 sayı ile;
“…Hukukun amacı konusundaki görüşleri, iki ana grupta özetlemek mümkündür.
1) Hukukun amacı objektif nitelikteki mutlak idedir.
2) Hukukun amacı değişik bireylerin sayısız farklı amaçlarına hizmettir.
Belirli bir yer ve zamanda uygulanmakta olan değil de uyuşmazlık ve sosyal gereksinimleri adalete en uygun şekilde karşılayacağı düşünülen hukuka ideal hukuk veya doğal hukuk adı verilmektedir.
Doğal hukukun düşüncesi hukuk felsefesi literatürünün ağırlıklı kısmında varlığını sürdürmekte ise de bu düzenin kesin biçimde formüle edilmesi çok güçtür. Hukukun bazı olgusal durumları hedeflediği veya bazı olgusal durumların yalnızca eğer bazı davranış kurallarını genel olarak itaat edilirse belireceği fikrini, özellikle yakın dönem bilim adamlarının ‘şeylerin tabiatı’ tarafından belirlenmiş hukuk kavramında açıklanmış buluruz. Bu, hukukun ‘ampirik’ veya tecrübi bir bilim oluşu temel varsayımı üzerindeki ısrardan kaynaklanmaktadır. Fakat özgül hâlini hiç kimsenin tahmin edemeyeceği ve hiç kimsenin kesin olarak tanımlanamayacağı özellikler tarafından belirlenen böylesi bir soyut düzeni bir gaye olarak tasavvur etmek çoğu kişinin uygun ve rasyonel eylem hedefi olarak düşündüğü şey ile uyumsuzdu. İnsanlar arası ilişkilerin soyut olduğu veya sürekli değiştiği böylesi bir kozmos düzeninin idamesi, insanların tasarımlı eyleminin amacı, hedefi veya sonucundan anladıkları şeye uymadı.
Amaç kavramından; hukukun değişik bireylerin sayısız amaçlarına hizmet ettiğini anlıyoruz. O, önceden öngörülemeyen çok sayıda farklı amaçlar için araçlar sağlar. Hukuk herhangi bir amacın aracı değildir. Sadece çok sayıdaki amacın başarıyla izlenmesinin bir şartıdır. O, muhtemelen lisanın ardından, en çok sayıdaki farklı amaca hizmet eden ikinci araçtır. Hukuk kesinlikle bilinen bir amaç için yapılmamıştır. Ona göre hareket eden insanları amaçlarının takibini daha başarılı kılması sayesinde gelişmiştir.
Bu durumda; yargıçtan muhafaza etmesi beklenen, faaliyet hâlindeki bireylerin kimi beklentilerinin, başkalarının müdahalesinden korunuyor olmasına dayanan bir düzenin varlığıdır.
Yargıcın genellikle insanların adil olarak düşündüğü şeye karşılık gelecek şekilde karar vermesi beklenir. Fakat o bazen Prima Facie (görünüşte) adil olanın meşru beklentileri hayal kırıklığına uğratması yüzünden, adil olmayabildiğine de karar vermek zorunda kalabilir.
Bu durumda o hükümlerini münhasıran ifade edilmiş kaziyelere değil, sosyal düzenin gereklerine dayanan ve toplum tarafından genel kabul görmüş adalet anlayışının sonucu olan bir tür ‘durumsal mantığa’ dayandırmak zorundadır.
Yargıcın başlama noktası hâlihazırda yerleşik kurallara dayalı beklentiler olacakken, çoğu defa aynı derecede iyi niyetle benimsenen ve kabul edilen, kurallar tarafından eşit derecede tavsif edilmiş, çatışma hâlindeki beklentilerden hangilerinin meşru telakki edileceklerine karar vermek mecburiyetinde olacaktır.
Ancak bu gibi durumlarda ona yol gösterecek hiçbir bilinen kural olmayacak olmasına rağmen yargıç yine de istediği tarzda karar vermekte serbest olmayacaktır. Karar, kabul edilmiş kurallardan mantıki olarak çıkarılmasa dahi yine de mevcut yerleşik kurallar heyeti ile bu kuralların hizmet ettiği düzenin aynısına hizmet etme anlamında tutarlı olmalıdır.
Eğer yargıç bir davacının bir kuralın o kural yaygın bir şekilde kabul edilmiş ve hatta ifade edildi ise, cihanşümul olarak tasdik edilmiş olsa da kendisinin beklentilerini şekillendirmekte yanlış olduğunu düşündüğünü görürse bu, yargıcın o kuralın bazı durumlarda diğer kurallara dayanan beklentilerle çatıştığını keşfetmesi sayesinde olacaktır.
‘Biz hepimiz bunun adil bir kural olduğunu düşünmüştük fakat şimdi gayriadil olduğu ortaya çıkmaktadır’ ifadesi için de bizim bir kuralın adilliği veya gayriadilliği mefhumumuzun sadece bir kanaat ya da hissediş meselesinden ibaret olmadığını fakat bağlı olduğumuz bir var olan düzeni icaplarına bağlı olduğunu açıkça ortaya çıktığı bir tecrübeyi tasvir eder anlamında bir ifadedir.
Böyle bir durumda davacıların güvendiği kurallarının birinin veya hatta her ikisinin tadil edilmesinin gerekecek olmasının sebebi onların belirli bir durumda uygulanmasının meşakkatli olması veya belirli bir durumda başka bir sonucun daha arzuya şayan olması değildir, fakat kuralların çatışmayı önlemeye yetersiz olduğunun ispatlanmasıdır. (Friedrich A. Hayek, Hukuk, Yasama ve Özgürlük, İş Bankası Kültür Yayınları s. 146 vd.)
Burada tadil edilmesi gereken kural hukuk sistemimizde şüphesiz emredici hukuk normları olmayacaktır. Çünkü altyapısı itibarıyla Kıta Avrupası hukuk sistemine dayalı kodifike edilmiş hukuk sistemimiz buna uygun değildir.
Türk Yargıcının yapması gereken buyurucu normun çerçevesinde kalmak kaydı ile uyuşmazlığı ‘adil’ olana en uygun şekilde çözmektir.
Maalesef hukuk sistemimizde biz yargıçlar; mahkemelerin üzerinde bulunan aşırı iş yoğunluğu, görülecek dosya sayısının fazlalığı ve zaman darlığı gibi nedenlerden dolayı mahkemeler ve Yüksek mahkemede, önüne gelen işi oluşturulmuş bir takım şablonların içerisine hapsedip karşımızda bulunanların insan olduğunu ve bizim verip akşama unuttuğumuz kararların karşımızdaki bireyler üzerinde derin sonuçları olabileceğini zaman zaman gözden kaçırabiliyoruz.
Oysa Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin dediği gibi ‘Hâkim, insana, tabiata, gerçeğe, olağana sırt çevirmeden ve katı kalıplar içerisine sıkışıp kalmadan uyuşmazlığa insan kokusu taşıyan bir çözüm getirmek zorunluluğundadır’ (Yargıtay 1. Hukuk Dairesinin 31.12.1976 tarihli ve 9370-13138 sayılı ilamı.)
Somut olayımıza gelirsek;
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından 19.01.2014 tarihinde meydana gelen eşe karşı kasten yaralama olayı nedeni ile mahkememizde sanık hakkında bir dava açılmıştır.
Müşteki … 19.01.2014 tarihinde poliste vermiş olduğu ifadesinde sanık …’ndan şikâyetçi olmuş ise de 23.01.2014 tarihinde poliste vermiş olduğu ek ifadesinde sanık …’nun kendisi hakkında yapmış olduğu şikâyete istinaden kendisinin de şikâyette bulunduğunu eski beyanlarına ek olarak sanık … ile daha sonra aralarında bir yanlış anlaşılma olduğunu anlayarak anlaştıklarını ve şikâyetçi olmadığını beyan etmiştir.
Müşteki Mahkememizde 11.06.2014 tarihinde verdiği ifadesinde ‘Olay tarihinde eşim ile aramızda boşanma davası vardı. İkimiz de birbirimize karşı öfkeli ve tavırlı idik. Olayın olduğu gün eşim ile boşanma konusunu konuşurken yüzümü tuttu ve ‘Ne yapıyorsun, yuvamız yıkılıyor’ dedi ve bu sırada kuvvetlice sıktığı için yüzümde tırnak izleri oluştu. Her ne kadar eski ifademde bana saldırdığını söylemiş isem de eşim bana saldırmamıştır. Bir araya geldik boşanma süreci sona ermiştir. Eşim ile mutluyum şikâyetçi değilim’ şeklinde beyanda bulunmuştur.
Müşteki … ve sanık … on üç yıldır evlidirler ve iki tane de çocukları bulunmaktadır.
Olay tarihinde aralarında boşanma davası bulunmaktadır. Hayatın olağan akışı içerisinde boşanma aşamasında bulunan eşlerin arasında birtakım tartışmaların ve gerginliklerin olması kaçınılmazdır. Bu durumda muhatap olan çiftlerin normal zamanlardaki gibi olaylar karşısında soğukkanlı davranmaları ve hareket etmeleri her zaman mümkün olmayabilir. Bu zaviyeden yaklaşarak somut olayımızı ele alacak olursak müşteki eşi olan sanığın kendisinden şikâyetçi olması hasebiyle eşinden şikâyetçi olduğunu ve konuşma esnasında eşinin yüzünü kuvvetlice sıktığı için tırnak izlerinin oluştuğunu ve eşinin kendisine saldırmadığını beyan etmiştir.
Sanık ve müşteki arasında daha önceye dayanan bir husumet veya sürekli kavga ettiklerine dair herhangi bir delil bulunmamaktadır.
Mahkememizce Kaderoğlu ailesinin temelinde bulunan evlilik ‘kurtarılamaz evlilik’ ya da ‘müdahale edilmesi gereken evlilik’ statüsünde değildir.
Ailenin toplumun temeli olduğu gerçeği ve Mahkememizce sıkça da gözlendiği gibi bölünmüş ailelerden geriye kalan çocukların üzerinde meydana gelen psikolojik travma, suça yatkınlıkları ve giderek topluma monte olamamış birey hâline gelme potansiyelleri de dikkate alınarak mahkememiz kurtarılamaz ya da müdahale edilmesi gereken evlilik niteliği kazanmamış ailelerin bütünlüğünün sağlanması için sanığın lehine olan bütün hukuksal düzenlemelerin göze alınması gerektiği düşüncesindedir.
Keza hâkim önüne gelen olay ile ilgili bazen yerleşik uygulamaların aksine adil olanı saptayıp karar vermekle yükümlüdür.
Onarıcı adalet ilkesi gereği yargılama sadece geçmişe yönelik olarak değil geleceğe de yönelik olmalıdır.
Somut olayımızda da müşteki …’nun Mahkememizde ifade ettiği ‘Ben eşim ile barıştım, sanık eşim yuvamız yıkılıyor, kendine gel diyerek yüzümü sıkmıştı, ben de yüzümü aniden geriye çekince çizikler oluştu, sanıkta yaralama kastı yoktu, bir anlık kızgınlıkla şikâyetçi oldum. Barıştık, iki tane de çocuğumuz vardır, birbirimizi seviyoruz, tekrar huzurumuzun kaçmasını ve yuvamızın bozulmasını istemiyoruz.’ söylemindeki kasıt olmadığı ibaresi sanık lehine yorumlanmış ve sanığın müştekiyi taksirle yaraladığı hususundaki kabulün gerek olayın içeriğine gerek ailenin geleceğine ve gerekse adil olana yakın olduğu düşünülmüştür.
Mahkememiz hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ile sonuçlanmış bir karar verse dahi bunun yani sanığın üzerinde mahkeme kararına bağlanmış ve olumsuz neticelenmiş bir uyuşmazlığın oluşturacağı potansiyel baskı ve tekrar ailenin yapısının bozulması yönünde oluşturabileceği tehdide yönelik öngörü birlikte değerlendirildiğinde,
Yargıtay bozma ilamına direnilerek önceki kararın tekrarı yönünde karar vermek gerektiği düşünülmüştür,” şeklindeki gerekçeyle bozma kararına direnerek sanığın önceki hüküm gibi beraatine karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 15.03.2016 tarihli ve 87128 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 436-726 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen Daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 3. Ceza Dairesince 23.02.2017 tarih ve 536-1811 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı kasten yaralama suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.

İncelenen dosya kapsamından;
Sanık …’nun tehdit edildiğini iddia ederek mağdurdan şikâyetçi olması üzerine, mağdur …’nun şüpheli sıfatı ile Demirlibahçe Polis Merkezinde ifade verdiği sırada, boşanma davası açtığı eşi sanık …’nun kendisine saldırdığını, kendisinin de eşi …’ndan şikâyetçi olduğunu belirtmesi üzerine sanık hakkında soruşturmaya başlandığı,
Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliğince mağdur … hakkında düzenlenen 27.01.2014 tarihli raporda; darp nedeniyle başvuran mağdurun yüzünde, her iki yanakta, çok sayıda çizik tarzında tırnak iziyle uyumlu dermabrazyon izlendiği, mağdurdaki mevcut yaralanmanın yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit bir tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğunun belirtildiği,
Mağdur … hakkında sanık …’na yönelik tehdit suçundan Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 17.02.2014 tarihinde ek kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur … 19.01.2014 tarihinde Kollukta; öğretmen olduğunu, sanıkla evli olduklarını, müşterek iki çocuklarının bulunduğunu, eşinin son zamanlarda evde bira içmeye başladığını, çocuklarına ilgi göstermediğini, bunun üzerine sanığı bira içmemesi, çocuklarına şefkât göstermesi, davranışlarını değiştirmesi hususunda uyardığını, sanığın bu tavırlarını sürdürmesi nedeniyle boşanma davası açtığını, davayı öğrenen sanığın yirmi gün kadar önce müşterek evlerini terk ederek annesinin evine yerleştiğini, olay günü küçük çocuğunu sanığa bırakmaya gittiği sırada, sanığın kendisine hakaret ederek saldırdığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu, uzlaşmak istemediğini,
23.01.2014 tarihli ek ifadesinde; sanık ile aralarında yaşananların yanlış anlaşılmadan kaynaklandığını, sanıkla anlaştığını, şikâyetinin bulunmadığını,
Mahkemede; olay tarihinde sanığa karşı açtığı boşanma davasının derdest olduğunu, bu nedenle birbirlerine karşı öfkeli olduklarını, olay günü sanıkla boşanma konusunu konuşurken sanığın yüzünü tutarak “Ne yapıyorsun, yuvamız yıkılıyor” dediğini, sanık kuvvetlice sıktığı için yüzünde tırnak izleri oluştuğunu, ancak ilk ifadesinin aksine sanığın kendisine saldırmadığını, barıştıklarını, yeniden bir araya geldiklerini, sanıkla yaşamaktan mutlu olduğunu, şikâyetçi olmadığını,
İfade etmiştir.
Sanık … 19.01.2014 tarihinde Kollukta şikâyetçi sıfatıyla alınan ifadesinde; öğretmen olarak görev yaptığını, mağdurla 13 yıldır evli olduğunu, müşterek iki çocuklarının bulunduğunu, Aralık ayının son günlerinden beri mağdurla ayrı yaşadıklarını, mağdurla aralarında çeşitli sorunlar bulunduğunu, mağduru terk ederek annesinin evine gittiğini, mağdurun kendisini tehdit ettiğini, mağdurdan şikâyetçi olduğunu,
23.01.2014 tarihli ek ifadesinde; mağdur hakkındaki şikâyetinden vazgeçtiğini, aralarındaki anlaşmazlıkları çözdüklerini, karşılıklı olarak anlaştıklarını,
Mahkemede; olay tarihinde mağdurla aralarında derdest boşanma davası bulunduğunu, bu nedenle gergin olduklarını, mağdurla yaşanan tartışma sırasında mağduru yüzünden tutarak “Ne yapıyorsun, yuvamız yıkılıyor” dediğini, mağdurun yüzündeki tırnak izlerinin bu sırada meydana gelmiş olabileceğini, duygusal tepki gösterdiğini, mağduru kasten yaralamadığını, suçsuz olduğunu,
Savunmuştur.
Kasten yaralama suçu 5237 sayılı TCK’nın 86. maddesinde;
“(1) Kasten başkasının vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan kişi, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kasten yaralama fiilinin kişi üzerindeki etkisinin basit bir tıbbî müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif olması hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine, dört aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur
(3) Kasten yaralama suçunun;
a) Üstsoya, altsoya, eşe veya kardeşe karşı,
b) Beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
c) Kişinin yerine getirdiği kamu görevi nedeniyle,
d) Kamu görevlisinin sahip bulunduğu nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
e) Silâhla,
İşlenmesi hâlinde, şikâyet aranmaksızın, verilecek ceza yarı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında kasten yaralama suçunun tanımı yapılmış, kişinin vücuduna acı veren veya sağlığının ya da algılama yeteneğinin bozulmasına neden olan her davranış, yaralama olarak kabul edilmiş, madde gerekçesinde bu husus açıkça vurgulanmıştır.
Kasten yaralama suçunda korunan hukuki yarar, kişinin vücut dokunulmazlığı ve beden bütünlüğüdür. Suçun konusu, mağdurun acı verilen veya bozulan bedeni veya ruhsal varlığıdır. Failin yaptığı hareket sonucu, maddede belirtilen sonuçlardan biri meydana gelirse, kasten yaralama suçunun oluşacağında tereddüt bulunmayıp, bu sonuçları doğurmaya elverişli her türlü hareketle kasten yaralama suçunun işlenmesi mümkündür.
Öte yandan; T.C. Anayasası’nın “Mahkemelerin bağımsızlığı” başlıklı 138. maddesinin birinci fıkrasında;
“Hakimler, görevlerinde bağımsızdırlar; Anayasaya, kanuna ve hukuka uygun olarak vicdanı kanaatlerine göre hüküm verirler.” hükmü getirilmiştir.
Hâkimler kanuna göre adalet dağıtırlar, hâkim kanunu beğendiği veya adil bulduğu için değil, içinde bulunduğu ceza hukuku düzeninde var olan çıkar çatışmalarını ve dolayısıyla irade uyuşmazlıklarını çözmek üzere usulüne uygun olarak konulmuş ve yürürlükte olan beşeri davranış kuralı olan ceza normunu, salt bu niteliğinden dolayı yani usulüne uygun olarak konulmuş “Kanun” olma niteliğinden dolayı uygulamak zorundadır. Normun adalet duygusunu incittiği durumda bile hâkim kanunu uygulamaktan kaçınamaz zira kanun emreder, tartışmaz. (Lex iubeat, non disputet.)
Adaletsizlik olmasaydı insanlar adaletin ne olduğunu bilemeyeceklerdi düşüncesinden hareketle adaletsizlik olgusu üzerinden tanımlanmaya çalışılan adalet mefhumu ile ilgili olarak hukuk felsefecisi Hans Kelsen, hiçbir sorunun “Adalet nedir?” sorusu kadar tutkulu bir şekilde tartışılmadığını, Eflatun’dan Kant’a kadar en ünlü düşünürlerin yoğun ilgisine konu olmadığını savunmaktadır. Kelsen’e göre “Adalet nedir” sorusu insanın kesin bir yanıt bulamayacağı, ancak onu geliştirebileceği sorulardan biridir. (Hans Kelsen, “Was is Gerechtigkeit” Erste Kapitel von Was ist Gerechtigkeit (Verlag Reclam, 1953, Zweite Neuauflage; çeviren Ali Acar, http://tbbdergisi.barobirlik.org.tr/m2013-107-1301) Gerçekten neyin âdil olduğunu, neyin âdil olmadığını bilmek gerektiğinde karar, kişilerin değer yargılarının temeli olarak kabul ettiği adalet normlarının seçimine bağlıdır. Dolayısıyla adalet nedir sorusunun cevabının da soruya muhatap olanlar kadar çok ve değişik olacağı bunun ise “total anarşi tehdidi” oluşturacağı kaçınılmazdır. (Kelsen, “La justice et droit naturel”, s.120; nakleden Kemal Gözler, Tabiî Hukuk ve Hukukî Pozitivizme Göre Adalet Kavramı, http://www.anayasa.gen.tr/adalet.htm#_ftnref30).
Adaleti gerçekleştirmenin ön şartının pozitif hukuk kurallarının düzenli şekilde uygulanması olduğu söylenebilir. Pozitif hukukun olmadığı, hukukun uygulanmadığı bir toplum yaşamında adaletle ilgili hiçbir unsurun bulunmadığı açıktır. Çünkü düzenli hukuk uygulamasının olmadığı bir hayatta, ne haktan, ne haklılıktan, ne de eşitlikten söz edilebilir. Şu hâlde hukuk uygulaması adaletin zorunlu şartıdır. Soyut ve genel olarak geçerli bir adalet kavramına ulaşmak yolundaki çabaların olumlu sonuçlar yaratmaktan uzak kaldığı da bir gerçektir. (Adnan Güriz, Adalet Kavramının Belirsizliği, Türkiye Felsefe Kurumu, Ankara 2008, s. 31-32.)
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanık … ile mağdur …’nun öğretmen olarak görev yaptıkları, 13 yıldır evli oldukları ve iki çocuklarının bulunduğu, sanığın bazı tutum ve davranışlarını hoş karşılamayan mağdurun, sanığı davranış tarzını değiştirmesi için sık sık uyardığı, ancak aralarındaki uyuşmazlığın giderilememesi üzerine mağdurun sanık aleyhine boşanma davası açtığı, davadan haberdar olan sanığın mağdurla birlikte yaşadığı konuttan ayrılarak annesinin evinde kalmaya başladığı, olay günü küçük çocuklarını sanığa getiren mağdurla sanık arasında boşanma davası nedeniyle tartışma çıktığı, tartışma sırasında sanığın tırnakları ile mağdurun yüzünü çizerek mağduru yaraladığı, olayla ilgili olarak polis merkezinde ifade veren mağdurun sanıktan şikâyetçi olduğu, Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesince mağdur hakkında düzenlenen 27.01.2014 tarihli adli raporda darp nedeniyle başvuran mağdurun yüzünde, her iki yanakta, çok sayıda çizik tarzında tırnak iziyle uyumlu dermabrazyon izlendiği, mevcut yaralanmanın yaşamını tehlikeye sokmadığı, basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğunun belirtildiği olayda; mağdurun olaydan bir gün sonra Kollukta verdiği ifadesinde sanığın kendisine saldırdığı yönündeki beyanı, mağdurun bu iddiasını doğrulayan, mağdurun yüzünde, her iki yanakta, çok sayıda çizik tarzında tırnak iziyle uyumlu dermabrazyon izlendiği yönündeki Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesince düzenlenen 27.01.2014 tarihli adli rapor içeriği, sanığın olay günü mağdurla yaşanan tartışma sırasında mağdurun yüzünü sıkıca tuttuğunu kabul etmesi, mağdurun bu sırada yaralanmış olabileceğine dair savunması bir bütün hâlinde değerlendirildiğinde, sanığın üzerine atılı kasten yaralama suçunun sübuta erdiği; Yerel Mahkemece mahkûmiyet hükmü kurulması durumunda sanıkla mağdurun evliliklerinin ve aile yapılarının bozulabileceği ihtimalinden hareketle ve açık kanun hükmünü dışlayarak adil olanı saptama iddiasıyla sanığın beraatine karar verilmesinde isabet bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün, sanığın kasten yaralama suçunun sabit olduğu gözetilmeden beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ankara 38. Asliye Ceza Mahkemesinin 08.12.2015 tarihli ve 749-926 sayılı direnme kararına konu hükmünün, sanığa atılı kasten yaralama suçunun sabit olduğu gözetilmeden sanığın beraatine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.