Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/1196 E. 2019/415 K. 09.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1196
KARAR NO : 2019/415
KARAR TARİHİ : 09.05.2019

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 213-274

Taksirle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık …’in TCK’nın 85/2, 62, 53/6 ve 63. maddeleri gereğince 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, sürücü belgesinin 2 yıl süre ile geri alınmasına ve mahsuba ilişkin Üsküdar 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.12.2011 tarihli ve 92-706 sayılı hükmün, sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 14.02.2014 tarih ve 8150-3672 sayı ile;
“Sanığın meskûn mahal dışı, bölünmüş, tek yönlü, iki şeritli, ıslak, dik eğimli, kaygan yol ve viraj levhası bulunan yolda sevk ve idaresindeki çekici tırla mahal şartlarına göre yüksek hızda seyretmesi sonucu direksiyon hâkimiyetini kaybedip yol ayırıcı orta kanal bölümünü de aşıp karşı yönden gelen araç trafiğine ait bölüme geçerek, kendi yolunda seyreden araçla çarpışması sonucu tam kusurlu olarak bir kişinin ölümüne, bir kişinin ise vücudunda hayat fonksiyonlarını 6. derecede etkileyecek kemik kırıkları oluşacak ve hayati tehlike geçirecek şekilde nitelikli olarak yaralanmasına neden olduğu olayda, temel ceza belirlenirken suçun işleniş şekli, meydana gelen zararın ağırlığı, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu ve 5237 sayılı TCK’nın 85/2. maddesinde atılı suçun cezasının 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası olduğu da nazara alındığında alt sınırdan çok az uzaklaşılarak temel cezanın 3 yıl hapis cezası olarak tayini,” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesi ise 16.09.2014 tarih ve 213-274 sayı ile;
“…Olayın oluş şekli, sanığın açıklanabilir ve kabul edilebilir bir neden olmaksızın direksiyon hâkimiyetini kaybederek yolun karşı şeridine geçmesi ve karşıdan gelen …’ün kullandığı otoya çarparak söz konusu olayın oluşuna neden olmasından dolayı, Mahkememizce de uygun ve yeterli bulunan Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen 12.09.2011 tarihli raporda da belirtildiği üzere asli kusurlu olduğu kabul edilerek TCK’nın 85/2. maddesi uyarınca temel ceza 3 yıl olarak belirlenmiştir.
Yargıtay 12. Ceza Dairesinin bozma kararında; temel cezanın alt sınırdan daha fazla uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiği belirtilmiş ise de ölüm ve yaralanma nedeni ile sanık hakkında zaten TCK’nın 85/2. maddesi uyarınca mahkûmiyet kararı verilmiş olup sanığın trafikte öngörülen kuralların aksine aşırı hızlı seyrettiğine ilişkin bir kanıt da bulunmamaktadır. Dosyada mevcut aksi kanıtlanamayan takograf örneğinden de anlaşıldığı üzere hızı 79,90 kilometre/saattir. Bunun yanısıra 1982 tarihinden itibaren E sınıfı sürücü belgesi sahibi olan sanığın adli sicil kaydında, bu olay dışında benzer şekilde suç işlediğine dair bir bilgi de yoktur. Ölüm ve yaralanma tek başına alt sınırdan daha fazla uzaklaşılarak ceza tayini gerektiren bir neden olmadığı gibi 2 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngörülen TCK’nın 85/2. maddesinde, temel cezanın ne miktar belirlenmesi hâlinde somut olaya, adalete ve hakkaniyete uygun düşeceğine ilişkin somut ve objektif bir ölçüt yoktur. Bu nedenle Mahkememizce önceki kararda ısrar edilmesi somut olaya ve yasal düzenlemelere uygun düşecektir.” gerekçesiyle bozma kararına direnerek sanığın önceki hüküm gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
Direnme kararına konu bu hükmün de sanık müdafisi ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03.07.2015 tarihli ve 355757 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ve Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 31.05.2016 tarihli ve 12939-9166 sayılı tevdi kararıyla Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 07.12.2016 tarih ve 968-950 sayı ile; 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 15.11.2017 tarih ve 99-8901 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık hakkında temel cezanın üç yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, sanık hakkında TCK’nın 85. maddesinin birinci fıkrası uyarınca mı yoksa aynı maddenin ikinci fıkrası uyarınca mı uygulama yapılması gerektiğinin tespiti yönünden katılan … adına süresinde yapılmış geçerli bir şikâyet bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
1- Katılan … adına süresinde yapılmış geçerli bir şikâyet bulunup bulunmadığının değerlendirilmesi:
İncelenen dosya kapsamından;
19.12.2010 tarihinde meydana gelen trafik kazası sonucunda yaralanan katılan … hakkında aynı tarihte kolluk görevlileri ve doktor tarafından düzenlenen tutanağa göre; …’ün sağlık problemleri nedeniyle ifadesinin alınamadığı,
Av. …’ün 27.12.2010 tarihli dilekçesi ekinde, katılanlar …, …, … ve … adına düzenlenmiş 24.12.2010 tarihli vekâletnameyi ibraz ettiği,
27.12.2010 tarihinde Cumhuriyet savcısınca katılan …’ün ifadesinin alınması için Çekmeköy İlçe Jandarma Komutanlığına yazı yazılması üzerine kolluk görevlilerince düzenlenen 01.02.2011 tarihli tutanakta; …’ün ifadesinin alınması için kızı olan … ile 01.02.2011 tarihinde telefonla yapılan görüşmede …’ün; babasının bilincinin gelip gittiği, bir saat öncesinde konuştuğu şeyleri sonrasında hatırlamadığı, beyin cerrahı tarafından bu durumun ne kadar süreceğinin bilinmediğinin söylendiği, kazadan sadece uyku hâlindeyken söz ettiği, hastaneden bir hafta önce taburcu olduğu ve hâlen vücudundaki kırıklardan dolayı yatmakta olduğu yönünde bilgi verdiğinin belirtildiği,
Kovuşturma evresinde;
Katılan … adına çıkarılan duruşma davetiyesinin, birlikte oturduğu oğlu …’e 21.03.2011 tarihinde tebliğ edildiği,
24.05.2011 tarihli oturuma katılanlar … ve … ile Av. …’ün katıldığı, katılan …’ün; babası olan Nusrettin’in her iki kalça kemiği kırıldığı için hâlen ayağa kalkabilecek durumda olmadığını belirttiği, Av. …’ün; “Sanığın tutukluluk hâlinin devamı ile müdahilliğimize karar verilsin.” dediği,
26.07.2011 tarihli oturumda; katılanlar vekili olarak Av. …’ün; “…’ün tedavisi halen devam etmekte olduğu için duruşmaya gelemedi. Önümüzdeki oturum duruşmaya katılabileceğini düşünüyorum. Bu aşamada sanığın tutukluluk halinin devamına karar verilmesini talep ediyoruz.” dediği, Yerel Mahkemece “Müdahil …’ün duruşmaya gelebilecek durumda olması hâlinde aynı zamanda olayı tanığı da olduğundan beyanının alınmasına,” şeklinde ara kararı verildiği,
14.10.2011 tarihli oturumda; katılanlar vekili olarak Av. …’ün; “Müvekkilim önümüzdeki oturum hazır olmaya çalışacaktır. Sanığın olayda kasta yakın bir durumunun söz konusu olması nedeniyle yeniden tutuklanmasına karar verilsin.” dediği, Yerel Mahkemece “Müdahil ve aynı zamanda olayın tanığı olan …’ün hazır edilmesi hâlinde beyanının alınmasına,” şeklinde ara kararı verildiği,
13.12.2011 tarihli oturumda; katılanlar vekili olarak Av. …’ün; “Müvekkilim … beyanda bulunabilecek durumda değildir. Dinlenmesinden vazgeçilsin. Sanığın olası kast hükümleri dikkate alınarak cezalandırılmasına karar verilsin.” dediği, Yerel Mahkemece “Olayda yaralanan …’ün, müdahil vekilinin beyanları da dikkate alınarak dinlenmesine yer olmadığına,” şeklinde karar verildiği,
23.12.2011 tarihli oturumda; katılanlar vekili olarak Av. …’ün; “Sanık hakkında olası kast hükümleri de dikkate alınarak üst sınırdan ceza tayin edilmesini talep ediyoruz.” dediği ve aynı oturumda Yerel Mahkemece sanığın mahkûmiyetine ilişkin hüküm kurulduğu,
Katılanlar vekili Av. …’ün, 23.12.2011 tarihli ilk hükmü ve bozma sonrası verilen direnme kararına konu hükmü katılan … adına da temyiz ettiği,
Ceza Genel Kurulunda dosyanın incelenmesi sırasında, katılan … adına işlemler yapan Av. …’ün bu kişi adına düzenlenmiş vekâletnamesinin bulunmadığının görülmesi üzerine Anayasa’nın 141. maddesindeki “davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılması” ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde belirtilen “davaların makul bir süre içinde görülmesi” ilkeleri gözetilerek incelemenin daha fazla uzamaması için katılan … tarafından Av. … adına verilmiş bir vekâletname bulunup bulunmadığının araştırılıp varsa gönderilmesinin Yerel Mahkemeden istendiği, Av. …’ün dosyaya konulmak üzere 17.04.2019 tarihli dilekçesi ekinde sunduğu katılan … tarafından yetkilendirildiğine ilişkin vekâletnamenin Yerel Mahkemece UYAP ortamında gönderildiği, Kartal 2. Noterliğince düzenlenen 08.02.2011 tarihli iş bu vekâletnameye göre; katılan …’ün aynı tarihte Av. …’ü vekil olarak tayin ettiği, vekâletnamenin alt kısmında noter vekilince “Onaylama işlemi altındaki imzanın … adlı kişiye ait olduğu ve rahatsızlığı nedeniyle mahallinde imzalandığı” hususunun belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK’nın “Taksirle öldürme” başlıklı 85. maddesi;
“(1) Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Maddenin birinci fıkrasında, taksirle bir insanın ölümüne neden olmak suçu yaptırıma bağlanmıştır. Fiil, birden fazla insanın ölümüne veya bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise fail, maddenin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılacaktır.
Taksirle ölüme neden olma suçu soruşturma ve kovuşturması şikâyete tabi olmayan, resen takibi gereken suçlardandır. Ancak, ölümle birlikte yaralanmalar da mevcut ise o takdirde yaralanmaların 19.12.2006 tarihinde yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun ile değişik 5237 sayılı TCK’nın 89. maddesinin beşinci fıkrası uyarınca şikâyete bağlı olup olmadıklarının belirlenmesi gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın 5560 sayılı Kanun’la değişik 89. maddesinin beşinci fıkrası “Taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak, birinci fıkra kapsamına giren yaralama hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi halinde şikâyet aranmaz.” şeklinde düzenlenmiştir. Maddenin beşinci fıkrasına göre taksirle yaralama suçunun soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlıdır. Ancak 89. maddenin birinci fıkrası kapsamına giren yaralamalar hariç, suçun bilinçli taksirle işlenmesi hâlinde şikâyet aranmayacaktır. Anılan değişiklikle birinci fıkrada yazılı taksirle basit yaralama suçu bilinçli taksirle işlenmiş olsa bile şikâyete tâbi hale getirilmiş olup fiil, bir kişinin ölümü ile birlikte yaralanmaya da neden olmuş ise yaralılar yönünden şikâyet önem taşımaktadır. Bu durumda; bir kişinin ölümü ile birlikte şikâyete tabi olan bir veya birden fazla yaralanma meydana gelmiş ve yaralananlar da şikâyetçi değiller ise eylem 5237 sayılı TCK’nın 85. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen suçu oluşturacaktır.
5237 sayılı TCK’nın “Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar” başlıklı 73. maddesi;
“(1) Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.
(2) Zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla bu süre, şikâyet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar.
(3) Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez.
(4) Kovuşturma yapılabilmesi şikâyete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür ve hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz.
(5) İştirak halinde suç işlemiş sanıklardan biri hakkındaki şikâyetten vazgeçme, diğerlerini de kapsar.
(6) Kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez.
(7) Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin şikâyetten vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada şahsi haklarından da vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açamaz.” şeklindedir.
Şikâyet hakkı kural olarak suçtan zarar görene ait olup kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardandır. TCK’nın 73. maddesi uyarınca şikâyetin, hak sahibi kişi tarafından altı ay içerisinde yapılmış olması da zorunludur. Aksi halde takibi şikâyete bağlı suçtan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi mümkün olmayacaktır.
5271 sayılı CMK’nın “Kamu davasına katılma” başlıklı 237. maddesi;
“(1) Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler.
(2) Kanun yolu muhakemesinde davaya katılma isteğinde bulunulamaz. Ancak, ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma istekleri, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmişse incelenip karara bağlanır.”,
“Katılma usulü” başlıklı 238. maddesi ise;
“(1) Katılma, kamu davasının açılmasından sonra mahkemeye dilekçe verilmesi veya katılma istemini içeren sözlü başvurunun duruşma tutanağına geçirilmesi suretiyle olur.
(2) Duruşma sırasında şikâyeti belirten ifade üzerine, suçtan zarar görenden davaya katılmak isteyip istemediği sorulur.
(3) Cumhuriyet savcısının, sanık ve varsa müdafiinin dinlenmesinden sonra davaya katılma isteminin uygun olup olmadığına karar verilir.
(4) Sulh ceza mahkemesinde açılmış olan davalarda katılma hususunda Cumhuriyet savcısının görüşü alınmaz.” şeklinde düzenlenmişken 6545 sayılı Kanun’un 103. maddesiyle CMK’nın 238. maddesinin dördüncü fıkrası yürürlükten kaldırılmıştır.
5271 sayılı CMK’nın 237. maddesinde, mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanların, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek davaya katılabilecekleri hüküm altına alınmış, ancak kanun yolu muhakemesinde bu hakkın kullanılamayacağı esası benimsenmiştir. Bununla birlikte, istisnai olarak ilk derece mahkemesinde ileri sürülüp reddolunan veya karara bağlanmayan katılma isteklerinin, kanun yolu başvurusunda açıkça belirtilmesi hâlinde inceleme mercisince incelenip karara bağlanacağı kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılan …’ün trafik kazası sonucu ağır nitelikte yaralanması nedeniyle kaza sonrasında olayla ilgili beyanının alınamadığı ancak 08.02.2011 tarihinde diğer katılanların da vekili olan Av. …’e vekaletname verdiği, Av. …’ün de kovuşturma evresinde 24.05.2011 tarihli oturumda vekili olduğu kişiler yönünden herhangi bir sınırlama yapmaksızın katılma talebinde bulunduğu, sonraki oturumlarda da sanığın cezalandırılmasını talep ettiği ve gerek Yerel Mahkemece verilen ilk hükmü, gerekse direnme kararına konu hükmü katılan … adına ve sanığın aleyhine temyiz ettiği anlaşılmakla; takibi şikâyete bağlı taksirle yaralama suçuna ilişkin olarak … adına vekili tarafından süresinde yapılmış geçerli bir şikâyetin bulunduğu ve bu bağlamda sanığın eyleminin TCK’nın 85. maddesinin ikinci fıkrası kapsamında değerlendirilmesi gerektiği kabul edilmelidir.
2- Katılan … adına süresinde yapılmış geçerli bir şikâyetin bulunduğu sonucuna ulaşılması nedeniyle, iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık hakkında temel cezanın üç yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olup olmadığının değerlendirilmesine gelince:
İncelenen dosya kapsamından;
19.12.2010 tarihli trafik kazası tespit tutanağında; kazanın gündüz vakti, yağmurlu havada, yerleşim yeri dışında, orta refüjle bölünmüş, tek yönlü, çift şeritli, asfalt kaplama, ıslak, korkuluksuz sert virajlı ve dik eğimli yolda meydana geldiği, kaza noktasına 16,7 metre uzaklıkta kaygan yol levhasının bulunduğu, sürücü …’in sevk ve idaresindeki çekiciyle Şile istikametinden Çekmeköy istikametine seyir hâlindeyken havanın yağmurlu ve yol yüzeyinin ıslak olması nedeniyle bölünmüş yolda karşı yönden gelen trafiğin kullanığı şerit ve yol bölümüne girip …’ün yönetimindeki otomobile çarparak yolun dışarısına sürüklediği, meydana gelen kaza sonucu …’ün otomobilinin tamamen yandığı ve adı geçenin yaralandığı, otomobilde bulunan …’ün ise öldüğü bilgilerine yer verilerek kazanın oluşumunda; sürücü …’in, 2918 sayılı Kanun’un 84. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer alan asli kusurlardan “İkiden fazla şeritli taşıt yollarında, karşı yönden gelen trafiğin kullandığı şerit veya yol bölümüne girme” kusurunu işlediği, diğer araç sürücüsünün ise kusurunun bulunmadığı yönünde düşünce bildirildiği,
Trafik uzmanı bilirkişi tarafından düzenlenen 08.02.2011 tarihli raporda; sürücü …’in, havanın yağmurlu, zeminin ıslak olduğunu göz önüne alarak yönetimindeki araçla yolun şartlarına uygun süratle seyretmesi, dikkatli olması, görüşün açık olduğu bir yerde viraja girmeden süratini azaltması gerekirken bunlara uymadığı, virajda yavaşlamak için fren yaptığı, sürati sebebiyle ıslak zeminde aracın sola savrulduğu, kontrolü kaybederek geliş yoluna girdiği ve aksi istikamette seyreden otomobile çarparak kazanın meydana gelmesine sebebiyet verdiği, bu itibarla adı geçenin 2918 sayılı Kanun’un 47/d, 52/b ve 56. maddelerini ihlal ettiği ve asli tam kusurlu olduğu, Şile istikametinde kendi yolunda seyreden diğer sürücü …’ün kural ihlali yapmadığı gibi bu şartlar altında kazayı önlemesinin de mümkün olmadığından kusursuz olduğunun belirtildiği,
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığının 12.09.2011 tarihli raporunda; sanığın idaresindeki çekiciyle yağmurlu havada, ıslak zeminde, virajlı yolda hızını yol ve trafik şartlarına göre ayarlamadan tehlike arz edecek tarzda seyretmesinden mütevellit aracının hâkimiyetini kaybederek seyir yolundan çıkıp yolun karşı yön bölümüne geçmesiyle sebebiyet verdiği olayda asli kusurlu olduğu, katılan …’ün ise idaresindeki otomobille yolun kendine ait bölümünde seyrederken karşıdan gelen çekicinin kontrolsüzce yoluna girip aracına çarpmasıyla meydana gelen olayda hatası olmadığından kusurunun bulunmadığı kanaatine yer verildiği,
Üsküdar Adli Tıp Şube Müdürlüğünce düzenlenen rapora göre; katılan …’de sol femur, sağ acetabulum, sol klavikula kırığı, multiple kot kırığı, travmatik sak ve ac kontüzyonu tespit edildiği, mevcut yaralanmasının yaşamını tehlikeye soktuğu, basit bir tıbbi müdahaleyle giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı ve vücuttaki kemik kırığının hayat fonksiyonlarını ağır (6) derecede etkileyecek nitelikte olduğu,
Sanığın E sınıfı sürücü belgesinin bulunduğu ve kaza sonrası düzenlenen adli muayene raporuna göre alkolsüz olduğu,
Yerel Mahkemece, sanık hakkında temel cezanın belirlenmesi sırasında gerekçe olarak; “dosya kapsamı ve kusur durumu” hususlarının gösterildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılanlar …, …, … ve …; kazada ölen …’ün anneleri olduğunu, olayı görmediklerini, sanıktan şikâyetçi olduklarını beyan etmişler,
Sanık soruşturma evresinde; olay günü sevk ve idaresindeki çekiciyle Şile ilçesinden Çekmeköy ilçesi Ömerli Mahallesinde bulunan iş yerine gitmek üzere yola çıktığını, havanın yağışlı, zeminin ıslak ve kullandığı aracın da ağır vasıta olması nedeniyle yaklaşık 70 km/sa hızla seyrettiğini, yolun sağ şeridinde gitmekteyken olayın meydana geldiği mevkiye yaklaştığında plakasını göremediği bir aracın virajda kendisini geçip hızını epeyce azalttığını, kendisinin de frene bastığını, ancak virajda bulunması ve yolun kaygan olması nedeniyle direksiyon hâkimiyetini kaybettiğini, aracının sağa sola dönmeye başladığını, aracının durmasıyla yolun karşısına geçtiğini ve karşı yönden gelen başka bir araca çarptığını fark ettiğini, Mahkemede; olay günü sevk ve idaresindeki çekiciyle Şile’den yola çıktığını, kazanın meydana geldiği Ömerli Mahallesinde yağmur çiselediği için yolun kaygan olduğunu, kendisini sollayıp önüne geçen bir otomobile çarpmamak için frene bastığını, sonrasını hatırlamadığını, Şile ilçesine ayda iki üç kez gittiğini savunmuştur.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) Hâkim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler.” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı Kanun’un 22. maddesinin dördüncü fıkrası ile “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.” şeklinde bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrası ile 22. maddesinin dördüncü fıkrasında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Ancak, TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrasındaki bu ölçütler genel nitelikli olup her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Bu açıdan taksirli suçlarda ancak kasıtlı suçlarda uygulanması mümkün olan 61. maddenin birinci fıkrasının (b) bendinde yer alan “suçun işlenmesinde kullanılan araçlar”, (f) bendinde yer alan “failin kasta dayalı kusurunun ağırlığı” ve (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütleri uygulanamayacaktır.
Tüm bu kanuni düzenlemeler karşısında taksirli suçlarda temel cezanın belirlenmesinde öncelikle failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu, ancak kusurluluğun yanında “suçun işleniş biçimi”, “suçun işlendiği zaman ve yer”, “suç konusunun önem ve değeri” ile “meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı” ölçütlerinin de dikkate alınacağı sonucuna varılmaktadır.
Öte yandan, 5237 sayılı TCK’nın “Adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı 3. maddesi uyarınca işlenen fiil ile hükmolunan ceza ve güvenlik tedbirleri arasında “orantı” bulunması, böylelikle suç işlenmesiyle bozulan toplum düzeninde adaletin sağlanması için suç işleyen kimseye uygulanacak yaptırımın haklı ve ölçülü olması gerektiği de göz önünde bulundurulacaktır.
Bu nedenlerle taksire dayalı kusurun ağır olduğu durumlarda, alt sınırdan uzaklaşılarak, hafif olduğu durumlarda ise alt sınırdan veya alt sınıra yaklaşılarak temel ceza tayin edilmesi isabetli bir uygulama olacak ise de bundan herhâlde ağır kusurlu fail hakkında en üst hadden, hafif kusurlu fail hakkında ise alt hadden ceza tayin edilmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı, TCK’nın 61. maddesinin birinci fıkrasındaki olaya uyan diğer ölçütler ve “orantılılık” ilkesi bir bütün hâlinde değerlendirilerek haklı ve ölçülü bir ceza belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanığın 19.12.2010 tarihinde gündüz vakti, yağmurlu havada, yerleşim yeri dışında, orta refüjle bölünmüş, tek yönlü, çift şeritli, asfalt kaplama, ıslak, korkuluksuz sert virajlı ve dik eğimli yolda sevk ve idaresindeki çekiciyle seyir hâlinde iken virajda yavaşlamak için fren yapması üzerine kullandığı çekicinin sola savrulduğu ve sanığın çekicinin kontrolünü kaybederek bölünmüş yolun karşı yönünden gelen trafiğin kullandığı tarafa girmesi sonucu aksi istikamette seyreden katılan …’ün kullandığı otomobile çarptığı, kaza sonucu otomobilde bulunan …’ün öldüğü, katılan …’ün de yaşamını tehlikeye sokacak ve hayat fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte kemik kırığı oluşacak şekilde yaralandığı, 08.02.2011 tarihli bilirkişi raporu ile Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığınca düzenlenen 12.09.2011 tarihli bilirkişi raporunda da belirtildiği şekilde kazanın meydana gelmesinde sanığın asli ve tam kusurlu olduğu, diğer araç sürücüsü katılan …’ün ise herhangi bir kusurunun bulunmadığı, Yerel Mahkemece TCK’nın 85. maddesinin ikinci fıkrası uyarınca temel cezanın 3 yıl hapis olarak belirlendiği ve buna ilişkin gerekçenin “dosya kapsamı ve kusur durumu” şeklinde gösterildiği anlaşılmakla; sanığın havanın yağmurlu, zeminin ıslak ve yolun virajlı olmasını göz önünde bulundurup idaresindeki çekicinin hızını yol ve trafik şartlarına göre ayarlaması gerekirken tehlike oluşturacak şekilde seyretmesinden dolayı aracın hâkimiyetini kaybederek seyir yolundan çıkıp yolun karşı yön bölümüne geçmesiyle meydana gelen kazada asli ve tam kusurlu olup diğer araç sürücüsünün kusurunun bulunmaması ve kaza sonucu bir kişinin ölümü ile bir kişinin de yaşamını tehlikeye sokacak ve hayat fonksiyonlarını ağır derecede etkileyecek nitelikte kemik kırığı oluşacak şekilde yaralanmasına sebebiyet vermesi hususları göz önüne alındığında, temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak belirlenmesi doğru bir uygulama ise de suçun işleniş biçimi, meydana gelen zararın ağırlığı ve failin taksire dayalı kusurunun ağırlığına göre özellikle somut olay ile bir kişinin ölümü ve bir kişinin hafif nitelikte yaralanması ile sonuçlanan ve failin kusurunun çok daha az olduğu olaylar mukayese edildiğinde, iki yıldan on beş yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle bir kişinin ölümü ile bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan dolayı temel cezanın TCK’nın 22. maddesinin dördüncü fıkrası ve 61. maddesinin birinci fıkrasındaki ölçütler ve “orantılılık” ilkesi bir bütün halinde değerlendirilip alt hadden daha fazla uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, üç yıl olarak belirlenmesinde isabet bulunmamaktadır.
Bu itibarla, dosya muhtevası ile adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun bulunmayan Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- İstanbul Anadolu 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 16.09.2014 tarihli ve 213-274 sayılı direnme kararına konu hükmünün, taksirle bir kişinin ölümüne ve bir kişinin yaralanmasına neden olma suçundan sanık hakkında temel cezanın, TCK’nın 22/4 ve 61/1. maddesindeki ölçütler ve “orantılılık” ilkesi bir bütün hâlinde değerlendirilip alt hadden daha fazla uzaklaşılarak belirlenmesi gerektiği gözetilmeden, üç yıl olarak belirlenmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 09.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık konusu yönünden oy birliğiyle karar verildi.