Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/1147 E. 2018/519 K. 13.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1147
KARAR NO : 2018/519
KARAR TARİHİ : 13.11.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 6. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 58-104

Yağma suçundan sanık …’in beraatine ilişkin İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 28.12.2011 tarihli ve 328-320 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 17.12.2015 tarih ve 28360-46069 sayı ile;
“Oluş ve dosya içeriğine göre; olay tarihi öncesinde sanığı tanımayan ve asılsız isnatta bulunması için bir sebep bulunmayan katılanın, olayın başından itibaren özünde değişmeyen anlatımlarında, para bozdurma bahanesiyle yanına yaklaşan sanığın, cüzdanındaki 140 TL parayı aldıktan sonra, kendisini itekleyip yere düşürdüğünü, olay günü kaçan sanığı aynı yerde yeniden görmek ümidiyle olay yerine tekrar geldiğinde tombala oynatan sanığı görerek 155 Polis imdat telefonunu arayarak sanığı yakalattığını beyan ettiğinin anlaşılması karşısında; sanığın mahkumiyeti yerine yazılı biçimde beraatine karar verilmesi…” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesi ise 22.03.2016 tarih ve 58-104 sayı ile;
“…Yukarıda da açıklandığı üzere öncelikle ceza hukukunda temel hususun maddi gerçeğin yasal delillerle ortaya çıkarılması olduğu tartışmasızdır. Somut olayda bozma ilamında belirtildiği gibi mağdur olay tarihi öncesinde sanığı tanımamaktadır, ancak asılsız isnatta bulunması için bir sebep yoktur şeklindeki bir gerekçe tamamen varsayıma dayalı olarak sanığın yağma gibi ağır bir suçtan cezalandırılmasına yol açacaktır ki böyle bir gerekçenin kabul görmesi mümkün değildir, zira somut olayda sanığın asılsız isnatta bulunması için sebep de vardır, nasıl ki mağdurun asılsız isnatta bulunması için sebep yoktur gibi bir varsayıma gidiliyor ise kumar oynattığı anlaşılan sanığın bu sebeple mağdurun rızası ile ‘bul karoyu, al parayı’ şeklindeki oynanan oyun sonucunda mağdur parasını kaybetmiş, bu sırada olay yerine gelen kolluk görevlilerine de kendisinin sanık tarafından parasını geri alabilmek amacı ile zorla parasının alındığını söylemek yoluna gitmiş olabileceği de ihtimal dahilinde olup, görüldüğü üzere mağdurun sanığa isnatta bulunması için sebep vardır.
Bu husus karşısında bozma ilamında belirtildiği gibi herhangi bir delile dayanmayan üstelik isnatta bulunması için sebep olan, üstelik hazırlık ifadeleri ve kovuşturma ifadeleri birbiri ile çelişen, üstelik tutulan kolluk tutanağına göre hazırlık ifadesinin doğru olmadığı da anlaşılan mağdurun soyut bu yöndeki beyanı ile tüm aşamalarda suçlamayı inkar eden sanığın yağma gibi ağır bir suçtan mahkumiyetine karar verilmesi mahkeme heyetimizce doğru görülmemiş olup oluşan şüphe belirtilen gerekçelerle yenilemediğinden heyetimizde bu konuda vicdani kanaat oluşmadığından, bozma ilamına karşı ısrar edilerek sanığın beraatine yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurulmuştur…” gerekçesiyle bozmaya direnerek, sanığın önceki hüküm gibi beraatine karar vermiştir.
Direnme kararına konu hükmün de Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 18.08.2017 tarihli ve 215480 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanun’un 36. maddesiyle değişik CMK’nın 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 13.11.2017 tarih ve 2540-4373 sayı ile, direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı yağma suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
13.06.2010 tarihli tutanakta; olay günü saat 11.30 sıralarında Galata Köprüsü üzerinde “Bul karayı, al parayı” oynatan şahısların olduğunun anons edilmesi üzerine bölgenin kontrol edildiğinin, bölgede bilindik şahıslardan olan sanığın görüldüğünün, anonstaki kişilerden olabileceği düşünülerek sanığa yaklaşıldığı sırada katılanın koşarak yanlarına geldiğinin ve “Ağabey polis misiniz? Bu adam dün benim 140 TL’mi para bozdurma bahanesi ile zorla elimden aldı. İki gündür bu adamı arıyordum. 155’i de az önce ben aradım. Bu adam zorla paramı aldı. Hiçbir polis merkezine şu ana kadar şikâyette bulunmadım. Ben bu adamdan şikâyetçiyim.” dediğinin belirtildiği anlaşılmıştır.
Katılan … kollukta; 12.06.2010 tarihinde saat 14.00 sıralarında, Galata Köprüsü üzerinde yürürken adını olay nedeniyle öğrendiği ve şu an polis merkezinde bulunan sanığın bir anda karşısına çıkarak “50 TL bozuğun var mı birader” diye sorduğunu, teklifini kabul edip cüzdanındaki 50 TL’yi çıkartırken, sanığın bir anda elini cüzdanının içerisine atarak içerisindeki 140 TL’yi aldığını ve kendisini iterek kaçtığını, yere düştüğünden dolayı sanığın peşinden koşamadığını, yerden kalkıp sanığın arkasından gittiğini ancak köprünün altına kaçtığı için bulamadığını, bu olay nedeniyle polisi aramadığını ve resmi müracaatta bulunmadığını, sadece halası Hacer Aslan’a parasını çaldırdığını söylediğini ancak detaylı anlatmadığını, ertesi gün parayı alıp kaçan şahısları görebileceğini düşünerek tekrar Galata Köprüsü üzerine geldiğini, köprü üzerinde dolaştığı sırada parasını alan sanığı görüp hemen polisi aradığını, polisi beklerken yürümeye başlaması üzerine sanığı takip ettiğini ve yeniden polisi arayıp yerini söylediğini, bu sırada gelen sivil polislere sanığı gösterdiğini, parasını zorla alan kişinin kesin ve net olarak polis merkezinde bulunan sanık olduğunu,
Mahkemede farklı olarak; yanına gelen iki kişinin 100 TL bozup bozamayacağını sorduklarını, bozabileceğini söyleyip cüzdanını açtığında sanığın cüzdanda bulunan 140 TL’yi hızlı bir hareketle çekip aldığını, müdahale etmek istediğinde sanığın kendisini ittiğini, ardından sanık ile yanında bulunan kişinin kaçtıklarını, sanığın yanında bulunan kişinin elinde bir şeyler olduğunu ancak kendisine bir şey yapmadığını, olaydan 3-4 gün sonra yine aynı mahalleden geçerken sanığı ve yanında bulunan kişiyi köprü içerisinde tombala oynatırken gördüğünü, tombala oynayan çocuğu uyarıp, kendisinin parasını alarak kaçtıklarını söylediğini, bunun üzerine çocuğun ayrılıp gittiğini, sanığa ve yanındaki kişiye olayı hatırlatıp parasını istediğini, sanık ile yanındaki şahsın köprünün altına giderek kendisine “Gel gel” dediklerini, korkup polisleri aradığını, polislerin gelip kendisini bulduğunu, hep beraber köprünün altına indiklerinde, cüzdanından parayı alan sanığı yakaladıklarını, zararının giderilmediğini, sanığın bozdurmayı istediği paranın 50 TL mi 100 TL mi olduğunu tam olarak hatırlamadığını,
İfade etmiştir.
Sanık … aşamalarda; Galata Köprüsü üzerinde balıkçılık yaparak geçimini sağladığını, önceden tombala işi yaptığı için hakkında bir çok kez işlem yapıldığını ve bu nedenle polislerin kendisini tanıdığını, 13.06.2010 tarihinde köprü üzerinde dolaşırken kendisini tanıyan sivil polislerin durdurup kimlik istediklerini, polislerin yanında katılanın olduğunu, katılanın sivil polislere “Bu adam benim tombalada 40 TL’mi aldı” diyerek kendisinden şikâyetçi olduğunu, polislerin kendisini alıp katılanla birlikte polis merkezine götürdüklerini, katılanın polis merkezinde bu sefer de “140 TL’mi aldı” dediğini, katılanı tanımadığını, daha önce de hiç görmediğini, kendisinden neden şikâyetçi olduğunu bilmediğini, 12.06.2010 tarihinde Galata köprüsünde olduğunu ancak akşama kadar kimseyle konuşmadığını, katılandan para bozmasını istemediğini, zorla parasını almadığını ve atılı suçlamayı kabul etmediğini,
Bozma sonrasında ise önceki beyanlarından farklı olarak; suç tarihinde tombalacılık yaptığını ve rakamları bulan kişilere sigara verdiğini, katılanın kendisinden tombala çekmiş ve para kaybetmiş olabileceğini, bu sebeple kendisine iftira atabileceğini,
Savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nın 148. maddesinin 1. fıkrasında yağma suçunun temel şekli, 2. fıkrasında senedin yağması, 3. fıkrasında cebir karinesine yer verilmiş, 149. maddesinde nitelikli yağma, 150. maddesinde ise kişinin hukuki bir ilişkiye dayanan alacağı tahsil amacıyla yağma suçunu işlemesi ile yağmada değer azlığı düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın “Yağma” başlıklı 148. maddesinde; “Bir başkasını, kendisinin veya yakınının hayatına, vücut veya cinsel dokunulmazlığına yönelik bir saldırı gerçekleştireceğinden ya da malvarlığı itibarıyla büyük bir zarara uğratacağından bahisle tehdit ederek veya cebir kullanarak, bir malı teslime veya malın alınmasına karşı koymamaya mecbur kılan kişi, altı yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmeye yer verilmiştir.
Yağma; başkasının zilyetliğindeki taşınabilir malın, zilyedin rızası olmadan faydalanmak amacıyla cebir veya tehdit kullanmak suretiyle alınması olduğundan “zor yoluyla hırsızlık”, bir kişiye karşı kullanılan icbar araçlarıyla haksız bir menfaat elde etmek şeklinde de tanımlanmıştır. Hırsızlık ile yağma suçları aynı ortak unsurlara sahip olup, ayrıldıkları tek nokta ya da başka bir deyişle yağmanın, hırsızlığa oranla sahip olduğu ilave unsur, malı almak için cebir veya tehdit kullanılmasıdır.
149. maddede de yağma suçunun; “Silâhla, kişinin kendisini tanınmayacak bir hâle koyması suretiyle, birden fazla kişi tarafından birlikte, yol kesmek suretiyle ya da konut veya işyerinde, beden veya ruh bakımından kendisini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı, gece vakti, var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak, suç örgütüne yarar sağlamak maksadıyla” işlenmesi nitelikli hâl olarak kabul edilmiştir.
Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi hâlinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte ispat edilebilmesidir. Gerçekleşme şekli şüpheli veya tam olarak aydınlatılamamış olaylar ve iddialar sanığın aleyhine yorumlanarak mahkûmiyet hükmü kurulamaz. Ceza mahkûmiyeti; toplanan delillerin bir kısmına dayanılıp, diğer kısmı göz ardı edilerek ulaşılan kanaate ya da herhangi bir ihtimale değil, kesin ve açık bir ispata dayanmalı, bu ispat, hiçbir şüphe ya da başka türlü oluşa imkân vermemelidir. Yüksek de olsa bir ihtimale dayanılarak sanığı cezalandırmak, ceza muhakemesinin en önemli amacı olan gerçeğe ulaşmadan hüküm vermek anlamına gelecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın olay günü Galata Köprüsü üzerinde yürüyen katılanın yanına yaklaşarak para bozmasını istediği, katılanın da bunu kabul ederek cüzdanını çıkardığı sırada sanığın cüzdanda bulunan 140 TL’yi aldığı ve katılanı itip yere düşürerek kaçtığı iddia edilen olayda; kolluk tarafından düzenlenen 13.06.2010 tarihli tutanakta, Galata Köprüsü üzerinde “Bul karayı al parayı” oynatan şahısların olduğunun anons edilmesi üzerine gidildiğinde görevlilerce bilindik şahıslardan olan sanığın görüldüğünün, anonsta belirtilen kişilerden olabileceği düşünülerek sanığa yaklaşıldığı sırada katılanın koşarak görevlilerin yanına gelip sanık hakkında şikâyetçi olduğunu bildirdiğinin tespit edilmesi, katılanın kollukta, sanığın yanına gelerek 50 TL bozmasını istediğini, cüzdanından 50 TL çıkarırken sanığın 140 TL’sini alıp kendisini iterek kaçtığını, ertesi gün Galata Köprüsünde sanığı görünce hemen polisi aradığını beyan etmesine rağmen mahkemede, iki kişinin yanına gelerek 100 TL para bozmasını istediğini ve sanığın tutanak tarihinden 3-4 gün önce parasını alıp kendisini itmek suretiyle kaçtığını beyan ederek hem kendi beyanıyla hem de tutanakta yer alan bilgilerle çelişkili ifadeler vermesi, katılanın, parasının rızası dışında alındığına yönelik suçun işlendiği gün herhangi bir müracaatta bulunmaması ve parasının ne zaman alındığına yönelik net bir tarih verememesi, sanığın da atılı suçlamayı kabul etmeyip tombalacılık yaptığını ve rakamları bulan kişilere sigara verdiğini, katılanın da kendisinden tombala çekerek para kaybetmiş ve bundan dolayı kendisine iftira atmış olabileceğini savunması ve ceza yargılamasının en önemli ilkelerinden biri olan “in dubio pro reo” yani “kuşkudan sanık yararlanır” kuralı uyarınca, sanığın bir suçtan cezalandırılabilmesi için suçun kuşkuya yer vermeyen bir kesinlikle ispat edilmesinin gerekmesi karşısında; katılanın birbiriyle çelişen beyanları dışında, sanığın atılı suçu işlediğine ilişkin her türlü şüpheden uzak, kesin ve inandırıcı delil bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yerel Mahkeme hükmündeki direnme gerekçesinin isabetli olduğuna ve beraat hükmünün onanmasına karar verilmiştir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Sanığa atılı yağma suçunun sabit olduğu” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle,
1-) İstanbul 7. Ağır Ceza Mahkemesinin 22.03.2016 tarihli ve 58-104 sayılı direnme kararına konu olan beraat hükmünün ONANMASINA,
2-) Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 13.11.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.