Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/1131 E. 2018/331 K. 03.07.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1131
KARAR NO : 2018/331
KARAR TARİHİ : 03.07.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 5. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 143-184

Tefecilik suçundan sanık …’ın TCK’nun 241/1, 43/2, 52/2-4, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 7 yıl hapis ve 17.500 TL adli para cezası ile cezalandırılmasına, adli para cezasının taksitlendirilmesine, hak yoksunluğuna ve mahsuba, sanık …’in ise beraatine ilişkin Kırşehir 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 01.10.2013 tarihli ve 250-418 sayılı hükümlerin, katılan vekili ve sanık … müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 19.03.2014 tarih ve 17058-3071 sayı ile;
“…Sanık … hakkında kurulan beraet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde;
Sanık hakkında iddianamede tefecilik suçlamasına ve TCK’nın 241/1. maddesine yer verildiği halde fiilin bölünmezliği ilkesine aykırı olacak şekilde eylem suç üstlenme olarak kabul edilip suç duyurusunda bulunulmasına, tefecilik suçundan ise beraetine karar verilerek çelişki oluşturulması,
Sanık … hakkında kurulan mahkumiyet hükmüne yönelik temyiz itirazlarının incelenmesinde ise;
Yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin soruşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
01/06/2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nın 241. maddesinde tefecilik suçunun; ‘Kazanç elde etmek amacıyla başkasına ödünç para veren kişi, …’ biçiminde tanımlandığı, bu düzenlemeye göre suçun oluşması için sanığın yalnızca bir kişiye ödünç para vermesi yeterli olup, bu işi meslek haline dönüştürüp dönüştürmemesinin öneminin bulunmadığı, bu nedenle suçun temadi ettiğinden ve birden fazla kişiye ödünç para verilmesinin tek suç oluşturduğundan bahsedilemeyeceği,
Ayrıca, kesintisiz suçlarda kesintinin gerçekleştiği anda suçun işlendiği kabul edilmekle birlikte 5237 sayılı TCK’nın 241. maddesinde düzenlenen tefecilik suçunun maddede yazılı tipik hareketin bir kez işlenmesiyle oluşan sırf hareket suçu niteliğinde bulunduğu, bu suçun ivaz karşılığında ödünç paranın borç alana verilmesiyle tamamlandığı, suçun tamamlanması için ivazın temin edilmiş olmasının şart olmadığı, hatta ödünç olarak alınan paranın vadesinde geri ödemesinin yapılmamış olmasının da suçun oluşması üzerinde bir etkisinin bulunmadığı, aralarında yakın akrabalık bağı veya iş ilişkisi bulunmayan kişiler arasında günün ekonomik koşulları nazara alındığında bu miktar paraların karşılıksız verilmesinin de hayatın olağan akışına ve genel hayat tecrübelerine uygun düşmediği nazara alındığında;
Sanık hakkında aynı dönem içerisinde meydana gelen tefecilik eylemleri nedeniyle daha önce açılan davalar bulunduğunun anlaşılması karşısında, tüm dava dosyalarının getirtilip, yargılaması sürenler varsa, şahsi ve fiili bağlantı nedeniyle bu dosya ile birleştirilmesinden, buna imkan yoksa denetime olanak sağlamak için dosya arasına konulup iddianame tarihlerine göre hukuki ve fiili kesintinin gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesinden sonra, sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden ‘müşteki ve eylemlerin farklı olduğu görülmüştür’ şeklindeki gerekçeyle yazılı şekilde hüküm kurulması,
Zincirleme suç nedeniyle TCK’nın 43. maddesi uyarınca arttırım yapılırken denetime imkan verecek şekilde yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden sadece takdiren ibaresine yer verilmek suretiyle 3/4 oranında ve en üst sınırdan uygulama yapılması,
Sanık tarafından, lehe hükümlerin uygulanması talep edilmesine rağmen, takdiri indirime ilişkin TCK’nın 62. maddesinin uygulanıp uygulanmaması konusunda herhangi bir karar verilmemesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 21.05.2014 tarih ve 143-184 sayı ile bozma kararına direnmiştir.
Direnme kararına konu bu hükümlerin de katılan vekili ve sanık … müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 11.07.2017 tarihli ve 294652 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesiyle dosya, 6763 sayılı Kanunun 36. maddesiyle değişik CMK’nun 307. maddesi uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 03.10.2017 tarih ve 4645-4182 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daireyle yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Sanık …’in fiilinin nitelik yönünden ikiye bölünerek tefecilik suçundan beraat, suç üstlenme suçundan ise suç duyurusunda bulunulması suretiyle hükmün karıştırılıp karıştırılmadığı,
2- Sanık … hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığı,
3- Sanık … hakkında TCK’nun 43. maddesi uyarınca artırım oranı belirlenirken gösterilen gerekçenin yasal ve yeterli olup olmadığı,
4- Sanık … hakkında TCK’nun 62. maddesinin uygulanmamasına ilişkin gerekçe gösterilmesinin gerekip gerekmediği,
Hususlarının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle hazır bulundukları oturumda son söz sanıklara verilmeden direnme hükmü kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından; bozmadan sonra yapılan yargılamada, direnme kararına konu hükümlerin verildiği 21.05.2014 tarihli oturumda, sanıklar ve müdafilerine bozmaya karşı diyecekleri sorulduğu, ardından Cumhuriyet savcısının görüşünün alındığı ve hazır bulunan sanıklara son söz hakkı tanınmadan duruşmanın bitirildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesine benzer hükümler içeren 5271 sayılı CMK’nun “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesinin üçüncü fıkrasında; “Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” düzenlemesi yer almaktadır. Bu hüküm uyarınca katılmış olduğu takdirde son söz mutlaka sanığa verilerek duruşma bitirilecektir. Ceza muhakemesinde sanığın en önemli haklarından biri de savunma hakkı olup, hazır bulunduğu oturumda son söz sanığa verilmeden hüküm kurulması, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuracaktır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun birçok kararında açıkça belirtildiği üzere, savunma hakkı ile yakından ilgili olan son sözün sanığa ait bulunduğuna ilişkin usul kuralı emredici nitelikte olup, bu kurala uyulmaması kanuna mutlak aykırılık oluşturmaktadır.
Bununla birlikte, yürürlükten kaldırılmış bulunan 1412 sayılı CMUK’nun 251. maddesinin son fıkrasındaki; “Sanık namına müdafii tarafından müdafaada bulunulsa dahi müdafaaya ilave edecek bir şeyi olup olmadığı sanığa sorulur” şeklindeki düzenlemenin yeni usul kanununda yer almamasının nedeni, aynı yöntemin yeni yasada kabul edilmemesi değil, 216. maddenin son fıkrasındaki “Hükümden önce son söz hazır bulunan sanığa verilir” ibaresinin bu anlamı da kapsamasıdır.
Temyiz merciince verilen bozma kararından sonra ilk derece mahkemeleri tarafından yargılamaya devam olunduğunda, dava henüz sonuçlanmamış bulunduğundan, ilk defa hüküm kurulurken “son sözün sanığa verilmesi” kuralı, bozmadan sonra başlayan yargılamalarda da “kamu davasının kesintisizliği ve sürekliliği” ilkesinin doğal bir sonucu olarak aynen geçerli olacaktır. Kovuşturmanın sona erdirilip hükmün tesis ve tefhimine geçilmesinden önce son söz alan tarafın sanık olması gerektiği şeklinde anlaşılması gereken “son sözün sanığa verilmesi” kuralına uyulmaması hâli, gerek “savunma hakkının sınırlandırılamayacağı” ilkesine, gerekse CMK’nun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına açık aykırılık teşkil edecek ve bu durum, temyiz incelemesi aşamasında hükmün esasına geçilmeden önce bozma nedeni kabul edilecektir.
Öğretide; “Son söz sanığındır. Son sözün sanığa verilmesi, müdafaa bakımından çok önemlidir. Bunun içindir ki son sözün hazır bulunan sanığa verilmemesi mutlak temyiz sebebi, hukuka kesin aykırılık ve dolayısıyla bozma sebebi sayılmaktadır.” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 18. Baskı, Beta Yayınları, İstanbul 2014, s. 1484); “Hüküm safhasına geçmeden önce son söz hazır olan sanığa verilmek zorundadır. Bu hüküm silahların eşitliği ve suçsuzluk karinesi ilkelerinin gereği olarak düzenlenmiş, uyulması zorunlu ve emredici bir hükümdür. Son sözün sanığa verilmesi bozmadan sonraki yargılamada da uyulması zorunlu bir usul kuralıdır.” (Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, cilt: 2, s. 146–149) şeklinde görüşler ileri sürülmek suretiyle, hükmün tesis ve tefhim edildiği oturumda hazır bulunan sanığa mutlaka son sözün verilmesi gerektiği düşüncesi ittifakla benimsenmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel mahkemece bozmadan sonra yapılan yargılamada, direnme kararına konu hükümlerin verildiği 21.05.2014 tarihli oturumda, sanıklar ve müdafilerine bozmaya karşı diyecekleri sorulduktan ve Cumhuriyet savcısının görüşü alındıktan sonra hazır bulunan sanıklara son sözleri sorulmadan yargılama bitirilmek suretiyle hükümlerin tesis ve tefhim edilmesi, CMK’nun 216/3. maddesine açıkça aykırılık oluşturduğundan, savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğuran bu usule aykırılık nedeniyle yerel mahkeme direnme kararına konu hükümlerinin diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Kırşehir 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 21.05.2014 tarihli ve 143-184 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, hükümlerden önce son sözün hazır bulunan sanıklara verilmemesi isabetsizliğinden diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 03.07.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.