Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/1121 E. 2020/519 K. 15.12.2020 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1121
KARAR NO : 2020/519
KARAR TARİHİ : 15.12.2020

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 58-574

Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçundan sanık …’ın TCK’nın 292/1, 293/1, 53 ve 58. maddeleri uyarınca 5 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna ve cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ilişkin Mersin 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 07.06.2016 tarihli ve 58-574 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 19.06.2017 tarih ve 9210-7691 sayı ile;
“Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun oluşabilmesi için, hakkında tutuklama veya kesinleşmiş mahkûmiyet kararı bulunan kişinin, tutukevinden, ceza infaz kurumundan ya da gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması gerektiği; somut olayda, sanık … hakkında, Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 3 aya kadar tazyik hapsi cezası verildiği ve tazyik hapsi cezasını infaz etmekte olan sanığın infaz kurumundan firar etmesi şeklinde gerçekleşen eylemi nedeni ile TCK’nın 292/1. maddesinde düzenlenen suçun yasal unsurlarının oluşmayacağı” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.07.2017 tarih ve 279421 sayı ile;
“Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçu; TCK’nın 292. maddesinde düzenlenmiş olup hükümlü veya tutuklu sıfatını taşıyan kişinin, tutukevinden, ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması hâlinde cezalandırılacağı hüküm altına alınmıştır.
TCK’da cürüm-kabahat ayrımına son verilmesi üzerine, bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanun’a uyarlanması amacıyla 5252 sayılı Kanun’un 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak İcra ve İflas Kanunu’nda yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezasını gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak, bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu’nun 16. babı kapsamındaki fiilleri ikili bir ayrıma tâbi tutarak, bir kısım eylemleri suç olarak düzenleyip, hapis ve adlî para cezası şeklinde yaptırıma bağlamış, diğer bir kısım eylemleri ise, kabahat olarak düzenlemek suretiyle, yaptırımlarını disiplin veya tazyik hapsi şeklinde belirlemiştir. Bir kısım suçların resen takibi öngörülmüş, diğer bir kısım suçların takibi ise şikâyet şartına bağlanmıştır.
Sanığın tazyik hapsi ile cezalandırıldığı İİK’nın 340. maddesi de takibi şikâyete bağlı ve kabahat nevinden tazyik hapsi gerektiren bir eylemdir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir. Tazyik hapsine İcra Ceza Mahkemesi tarafından hükmedilir. Tazyik hapsine ilişkin kararlara karşı başvurulacak kanun yolu İİK’nın 353. maddesi gereğince itiraz kanun yoludur. Tazyik hapsinin infazı 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak çıkarılan Tüzük’e göre yapılmaktadır. Tazyik hapsi cezaları adli sicile kaydedilmez, tekerrüre esas alınamaz ve bu cezalar hakkında şartlı tahliye hükümleri uygulanmaz. Tazyik hapsinin infazı açık ceza infaz kurumlarında yapılır.
Buna göre;
İcra Ceza Mahkemeleri tarafından yargısal bir faaliyet sonucu hükmedilen, infazı 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak çıkarılan Tüzük’e göre yapılan tazyik hapisinin muhatabı olan sanığın, bu hapsin infazı müddetince ‘hükümlü’ sıfatını taşıdığı kabul edilerek, infazın yapıldığı açık ceza infaz kurumundan kaçması şeklinde gerçekleşen eyleminde, ‘hükümlü veya tutuklunun kaçması’ suçunun yasal unsurlarının bulunduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince, 31.10.2017 tarih ve 17558-12159 sayı ile itiraz nedeni yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; borçlunun ödeme şartını ihlal eylemi nedeniyle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi uyarınca hakkında üç aya kadar tazyik hapsine karar verilen ve bu kararın infazı sırasında 26.12.2015 tarihinde Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumundan firar eden sanığa atılı hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun yasal unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Borçlunun ödeme şartını ihlal eylemi nedeniyle Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 08.10.2015 tarih ve 56-566 sayı ile sanığın 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi uyarınca üç aya kadar tazyik hapsine karar verildiği, bu kararın itiraz edilmeksizin 10.12.2015 tarihinde kesinleştiği,
Mersin Cumhuriyet Başsavcığınca sanık hakkında düzenlenen 25.12.2015 tarihli müddetnameye göre; sanık …’ın Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 08.10.2015 tarih ve 56-566 sayı ile verilen kararın infazına ilişkin olarak 25.12.2015 tarihinde cezaevine girdiği,
İnfaz Koruma Memurları tarafından düzenlenen 26.12.2015 tarihli tutanakta; Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumunda hükümlü olarak bulunan sanık …’ın 26.12.2015 tarihinde saat 19.25’te personel araçlarının çıkışı sırasında nizamiye kapısından firar ettiğinin belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Soruşturma aşamasında ifadesi alınamayan sanık … Mahkemede; Mersin Açık Cezaevinde hükümlü olduğu sırada firar ettiğini, yüz yirmi gün kadar dışarıda kaldığını, daha sonra teslim olduğunu savunmuştur.
Uyuşmazlığın isabetli bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nda suç veya kabahat teşkil eden eylemlere ve bu eylemler için öngörülen yaptırımlara, tazyik hapsi kararı verebilecek olan mahkemeye ve bu karara yönelik başvurulacak kanun yoluna değinilmesi, “Disiplin hapsi” ve “Tazyik hapsi” kavramlarının açıklanması ile İİK’nın “Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza” başlıklı 340. maddesinde düzenlenen eylemin niteliğinin belirlenmesi gerekmektedir.
765 sayılı TCK’dan farklı olarak 5237 sayılı TCK’da cürüm-kabahat ayrımı ve buna bağlı olarak da yaptırım sisteminde yer alan ağır hapis-hafif hapis ayrımına son verilmesi üzerine, Kanun’da kabahat olarak öngörülen bir kısım eylemler 5326 sayılı Kabahatler Kanunu ile idari yaptırımı gerektiren eylemler olarak düzenlenmiş, bir kısım eylemler ise suç hâline getirilmiştir. Bu sistem ve yaptırım değişikliğinin zorunlu sonucu olarak, özel kanunlardaki yaptırım sisteminin de 5237 sayılı Kanun’a uyarlanması amacıyla 13.11.2004 tarihli ve 25642 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanun’un 7. maddesi ile kanunlarda, yaptırımı hafif hapis ve hafif para cezası olarak öngörülen eylemler ve buna bağlı olarak, İcra ve İflas Kanunu’nda, yaptırımı hafif hapis olarak öngörülen eylemler idari para cezası gerektiren kabahatlere dönüştürülmüştür.
Ancak bu genel uyarlama hükmünün yetersiz olduğunu gören kanun koyucu, 01.06.2005 tarihli ve 25832 sayılı mükerrer Resmî Gazete’de yayımlanarak aynı gün yürürlüğe giren, 31.05.2005 tarihli ve 5358 sayılı Kanun ile İcra ve İflas Kanunu’nda yer alan eylemler ve yaptırımları yeniden düzenlemiş, bu kapsamda bir aydan üç aya kadar hafif hapis cezasını gerektiren İcra ve İflas Kanunu’nun “Borçlunun ödeme şartını ihlali halinde ceza” başlıklı 340. maddesi de; “111 inci madde mucibince veya alacaklının muvafakati ile icra dairesinde kararlaştırılan borcu ödeme şartını, makbul bir sebep olmaksızın ihlal eden borçlunun, alacaklının şikâyeti üzerine, üç aya kadar tazyik hapsine karar verilir. Hapsin tatbikine başlandıktan sonra borçlu borcun tamamını veya o tarihe kadar icra veznesine yatırmak zorunda olduğu meblağı öderse tahliye edilir; ödemelerini tekrar keserse, hakkında tazyik hapsine yeniden karar verilir. Ancak, bir borçtan dolayı tazyik hapsinin süresi üç ayı geçemez.” şeklinde değiştirilmiş, bu madde ile birlikte ayrıca 338/2, 339, 341, 343 ve 344. maddelerdeki eylemler de kabahat olarak düzenlenip, disiplin hapsi veya tazyik hapsi şeklinde; 331, 332, 333, 333/a, 334, 335, 336, 337/a, 338/1, 342, 345/a ve 345/b. maddelerindeki eylemler ise suç olarak düzenlenip, hapis cezası veya adli para cezası biçiminde yaptırımlara bağlanmıştır.
Anılan Kanun’un 5358 sayılı Kanun ile değişik 346. maddesi;
“Bu Kanun hükümlerine göre disiplin veya tazyik hapsine icra mahkemesi karar verir.
İcra mahkemesinin görevine giren bu işler, diğer mahkemelerde görülen ceza davaları ile birleştirilemez.
Bu Bapta yer alan suçlarla ilgili davalara, icra mahkemesinde bakılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
“İtiraz” başlıklı 353. maddesi ise;
“İcra mahkemesinin bu Bap hükümlerine göre verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde, yargı çevresinde bulunduğu ağır ceza mahkemesine itiraz edilebilir. İtiraz üzerine verilen karar kesindir.
İcra mahkemesinin bu Bapta yer alan suçlardan dolayı verdiği hükümlerle ilgili olarak 4.12.2004 tarihli ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun kanun yollarına ilişkin hükümleri uygulanır.” şeklinde hüküm altına alınmış iken anılan maddenin birinci fıkrası 14.04.2011 tarihli ve 27905 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanun’un 5. maddesi ile; “İcra mahkemesinin verdiği tazyik ve disiplin hapsine ilişkin kararlara karşı, tefhim veya tebliğ tarihinden itibaren yedi gün içinde itiraz edilebilir. Mahkeme itirazı incelemesi için dosyayı o yerde icra mahkemesinin birden fazla dairesinin bulunması hâlinde, numara olarak kendisini izleyen daireye, son numaralı daire için birinci daireye, o yerde icra mahkemesinin tek dairesi bulunması hâlinde asliye ceza mahkemesine, icra mahkemesi hâkimi ile asliye ceza mahkemesi hâkiminin aynı hâkim olması hâlinde ise en yakın asliye ceza mahkemesine gönderir. İtiraz incelemesi neticesinde verilen karar kesindir.” şeklinde yeniden düzenlenmiş ve madde son hâlini almıştır. Görüldüğü gibi kabahat niteliğinde olduğu kabul edilip disiplin veya tazyik hapsi şeklinde yaptırımlar öngörülen eylemler nedeniyle icra mahkemeleri tarafından verilen kararlar itiraz yasa yoluna tabi kılınmıştır.
Öte yandan 17.12.2004 tarihli ve 25673 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 2. maddesinde disiplin hapsinin tanımı; “Kısmî bir düzeni korumak amacıyla yaptırım altına alınmış olan fiil dolayısıyla verilen, seçenek yaptırımlara çevrilemeyen, önödeme uygulanamayan, tekerrüre esas olmayan, şartla salıverilme hükümleri uygulanamayan, ertelenemeyen ve adlî sicil kayıtlarına geçirilmeyen hapsi ifade eder.” şeklinde yapılmış olup disiplin hapsi için yapılan bu tanım, hapsen tazyik yaptırımını da kapsar niteliktedir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 14.11.2006 tarihli ve 220-231 sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Öğretide de tazyik hapsinin niteliği; “Kişinin yükümlülüğe aykırı davranmamak konusunda mecburiyeti bulunmamaktadır. Ancak, kişi bazı durumlarda bir yükümlülüğe uygun davranmaya belli ölçüde icbar edilebilmektedir. Başka bir deyişle, kişi, bazı durumlarda yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmesini sağlamak için, belli ölçüde icbar edilebilmekte ve bu amaçla bir süreye kadar hürriyetinden yoksun bırakılabilmektedir. Bu hürriyetten yoksun bırakma olgusu, bir disiplin hapsi niteliği taşımaktadır. Ancak, yükümlülüğün yerine getirilmesi hâlinde, bu yaptırımın uygulanmasına derhal son verilmektedir. Bu bakımdan söz konusu disiplin hapsine ilişkin olarak kanunda sadece azami bir süre belirlenmektedir. Kişi kendisine terettüp eden yükümlülüğün gereğini yerine getirmeye zorlanmak amacıyla ancak belli bir süreye kadar hürriyetinden yoksun bırakılabilecektir. Bu sürenin dolması hâlinde; kişi, yükümlülüğün gereğini yerine getirmemiş olsa bile, hürriyetinden yoksun bırakılmasına ilişkin yaptırım uygulamasına son verilerek, serbest bırakılacaktır. Bu nedenle, söz konusu disiplin hapsine, Kanun’da tazyik hapsi veya zorlama hapsi denmiştir.” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Hukuk, 15. Bası, Ankara, 2019, s. 812-813.) şeklinde açıklanmıştır.
Bu aşamada “Hükümlü veya tutuklunun kaçması” suçuna ilişkin 765 sayılı Kanun’da yer alan düzenlemeler ile 5237 sayılı TCK’nın 292. maddesinin kanunlaşma sürecine değinilmesinde fayda bulunmaktadır.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 298. maddesi;
“Bir kimse bir suçtan dolayı kanun dairesinde tutuklandıktan sonra kaçarsa iki aydan altı aya kadar hapsolunur.
Bu suç şahıslara karşı şiddet veya tehdit kullanarak veyahut kapı veya pencere kırarak veya duvar delerek veya kaçmaya mani olacak vasıtaları bozarak işlenmiş olursa ceza bir yıldan üç yıla kadar hapistir.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen şekillerdeki kaçma eyleminin birden ziyade kimseler tarafından bir arada işlenmesi ya da tehdit veya şiddet kullanmanın bir kişi tarafından olsa bile silahla yapılması hallerinde ceza dört yıldan sekiz yıla kadar ağır hapistir.”,
299. maddesi ise;
“Bir kimse bir suçtan dolayı kanun dairesinde hapsedildikten sonra kaçarsa aşağıda yazılı şekillerde ceza görür:
1. Müebbet ağır hapis hükümlüsü ise cezasının bir yılı geceli gündüzlü bir hücrede yalnız başına bırakılmak suretiyle çektirilir.
2. Muvakkat şahsi hürriyeti bağlayıcı bir ceza hükümlüsü ise geri kalan müddetlerine bu müddetlerin altıda birden üçte birine eşit bir müddet zammedilir. Ancak zammedilecek bu müddetler dört aydan eksik ve iki yıldan fazla olamaz.
Bu suç, şahıslara karşı şiddet veya tehdit kullanarak veyahut kapı ve pencere kırarak veya duvar delerek veya kaçmaya mani olacak vasıtaları bozarak işlenmiş olursa birinci bentte yazılı hücre müddeti bir yıl altı ay, ikinci bentte yazılı nispet üçte birden yarıya kadar olarak tatbik olunur. Ancak zammedilecek bu müddetler bir yıldan eksik, dört yıldan fazla olamaz.
Yukarıdaki fıkrada belirtilen şekillerdeki kaçma eyleminin birden ziyade kimseler tarafından bir arada işlenmesi ya da tehdit veya şiddet kullanmanın bir kişi tarafından olsa bile silahla yapılması hallerinde birinci bentte yazılı hücre müddeti iki yıl, ikinci bentte yazılı nisbet yarıdan üçte ikiye kadar olarak tatbik olunur. Ancak zammedilecek bu müddetler beş yıldan eksik, sekiz yıldan fazla olamaz.
Bu maddede yazılı hükümler cezaevi dışında çalıştırılan hükümlüler hakkında da tatbik olunur.” şeklinde hüküm altına alınarak hükümlü veya tutuklunun kaçması suçu iki ayrı maddede düzenlenmiştir.
765 sayılı Türk Ceza Kanunu’ndaki düzenlemelere paralel olarak 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’na yönelik olarak yapılan çalışmalar sırasında Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen Türk Ceza Kanunu Tasarısı’nın “Gözaltına alınanın veya tutuklunun kaçması” başlıklı 292. maddesi;
“(1) Bir suçtan dolayı gözaltına alındıktan veya tutuklandıktan sonra kaçan kimseye altı aydan bir yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) Bu suçun, cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun, silâhlı olarak ya da gözaltına alınan veya tutuklu bulunan birden çok kimse tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, yukandaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.
(4) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, aynca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.” şeklinde düzenip gerekçesi; “Madde, kanun dairesinde gözaltına alındıktan veya tutuklandıktan sonra kaçan kimseleri cezalandırmaktadır. Kanunen gözaltına alındıktan sonra kaçan kimseler de maddenin kapsamına alınmış, böylece, örneğin, karakol nezarethanesinden kaçan kimse hakkında da maddenin uygulanması sağlanmıştır.
Maddenin ikinci fıkrasında, suçun kişilere karşı cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi, daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir neden olarak kabul edilmiştir.
Üçüncü fıkrada ise, bu suçun silâhlı olarak ya da gözaltına alınan veya tutuklu bulunan birden çok kimse tarafından birlikte işlenmesi, bir ve ikinci fıkralara göre daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir neden olarak kabul edilmiştir.
Dördüncü fıkraya göre; kaçma suçunun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunacaktır.” şeklinde açıklanmış,
“Hükümlünün kaçması” başlıklı 293. maddesi ise;
“(1) Bir suçtan dolayı mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlandıktan veya bu maksatla yakalandıktan sonra kaçan hükümlü, aşağıdaki şekilde cezalandınlır:
a) Ağırlaştırılmış müebbet hapis veya müebbet hapis hükümlüsü ise, cezasının bir yılı bir hücrede yalnız başına bırakılmak suretiyle çektirilir ve hakkında sıkı güvenlik rejimi uygulanır.
b) Süreli hapis cezası hükümlüsü ise, infaz edilecek olan hapis cezası altıda biri oranında artırılır. Ancak, bu durumda artırma altı aydan az ve iki yıldan fazla olamaz.
(2) Bu suçun, cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi hâlinde, birinci fıkranın (a) bendinde yazılı hücre süresi bir yıl altı aydır. Hükümlü hakkında aynca sıkı güvenlik rejimi uygulanır. Aynı fıkranın (b) bendinde yazılı oran üçte bir olarak uygulanır. Ancak, bu durumda artırma iki yıldan az dört yıldan fazla olamaz.
(3) Bu suçun, silâhlı olarak ya da birden çok hükümlü tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, yukandaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artınlır.
(4) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, aynca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.
(5) Bu maddede yazılı hükümler, ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adli para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.
(6) Kısa süreli hapis cezasının özel infaz şekillerinin gereklerine uymayan hükümlü hakkında bir aydan iki aya kadar hapis cezasına hükmolunur; geriye kalan ceza da ayrıca çektirilir.” şeklinde hüküm altına alınarak madde gerekçesi; “Madde metninde, bir suçtan dolayı mahkûm olduğu hapis cezasının infazına başlandıktan veya bu maksatla yakalandıktan sonra kaçan hükümlünün ne suretle cezalandırılacağı belirlenmiştir.
Bu maddeye göre, hükümlünün hapis cezasının infazı sürecinde veya infazı amacıyla yakalandıktan sonra kaçması, suç oluşturmaktadır. Böylece, yakalandıktan sonra ceza infaz kurumuna konulmak üzere götürülürken kaçan hükümlü de aynı yaptırımlara tâbi tutulacaktır.
Birinci fıkranın bentlerinde, kaçan hükümlü hakkında cezanın ne suretle tertip edileceği gösterilmiştir.
İkinci ve üçüncü fıkralarda ise, bu suçun daha ağır ceza ile cezalandırılmayı gerektiren nitelikli unsurları belirlenmiştir. Bu unsurlara ilişkin açıklama için yukarıdaki maddenin gerekçesine bakılmalıdır.
Dördüncü fıkra hükmüne ilişkin açıklama için de, yukarıdaki maddenin gerekçesine bakılmalıdır.
Beşinci fıkrada, bu madde hükümlerinin, ceza infaz kurumlan dışında çalıştırılırken kaçan hükümlüler ile, adli para cezasının infazına ilişkin yükümlülüklere aykırı davranması dolayısıyla çevrilen hapis cezasının infazı sürecinde kaçan hükümlüler hakkında da uygulanacağı açıklanmıştır. Aslında bu hüküm, uygulamadaki duraksamaları gidermek amacıyla madde metnine konulmuştur.
Maddenin son fıkrasında, kısa süreli hapis cezasının özel infaz şekillerinin gereklerine uymayan hükümlü hakkında, ayrıca hükmolunacak ceza gösterilmiştir.” şeklinde belirtilmiştir.
Türkiye Büyük Millet Meclisi Genel Kurulunda yapılan görüşmeler sırasında “Gözaltına alınanın veya tutuklunun kaçması” başlıklı 292. madde ile “Hükümlünün kaçması” başlıklı 293. maddenin “Hükümlü veya tutuklunun kaçması” başlığı altında 292. madde olarak;
“(1) Tutukevinden, ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçan tutuklu veya hükümlü hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(2) Bu suçun, cebir veya tehdit kullanılarak işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) Bu suçun, silâhlı olarak ya da birden çok tutuklu veya hükümlü tarafından birlikte işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir katına kadar artırılır.
(4) Bu suçun işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hâllerinin veya kasten öldürme suçunun gerçekleşmesi ya da eşyaya zarar verilmesi durumunda, ayrıca bu suçlara ilişkin hükümlere göre cezaya hükmolunur.
(5) Bu maddede yazılı hükümler, ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.
(6) Kısa süreli hapis cezasının özel infaz şekillerinin gereklerine uymayan hükümlü hakkında bir aydan iki aya kadar hapis cezasına hükmolunur; geriye kalan ceza da ayrıca çektirilir.” şeklinde birleştirilip değiştirilmesine ilişkin önerge verilmiş ve gerekçesi de;
“Tasarının Adalet Komisyonunda kabul edilen metninin ‘Hükümlünün kaçması’ başlıklı 293 üncü maddesine göre, hükümlünün mahkûm olduğu hapis cezasının bir kısmını hücrede çekmesi gerekmektedir. Bu hücre süresi, hükümlünün bir yıl altı aya kadar yalnız başına bırakılmasını gerektirmektedir. Hatta, bu süre, söz konusu suçun nitelikli hallerinde, maddenin üçüncü fıkrasına göre bir kat artırılacaktır. Böylece kişi, üç yıl süreyle yalnız başına bir hücrede bırakılabilecektir.
Bu şekildeki bir düzenleme, insan onuruyla ve cezalandırmakla güdülen amaçla bağdaşmamaktadır. Üç yıl süreyle yalnız başına bırakılan bir kişinin yeniden topluma kazandırılması imkânından söz etmek, hayalden başka bir şey değildir.
Aslında bu düzenlemeyle, kişinin belli bir süre yalnız başına hücrede kalmaya mahkûm edilmesi şeklinde ayrı bir hürriyeti bağlayıcı ceza türü ihdas edilmiş olmaktadır. Bu bakımdan, söz konusu düzenleme biçimi, tasarının ‘Genel Hükümler Kitabında’ kabul edilmiş olan yaptırım türleriyle de bağdaşmamaktadır.
Ayrıca, tasarının ‘Gözaltına alınanın veya tutuklunun kaçması’ başlıklı 292 nci maddesine göre, hakkında verilmiş bir tutuklama veya mahkûmiyet kararı olmamasına rağmen, güvenlik görevlileri tarafından yakalanarak gözaltına alınan bir kişinin kaçması halinde, bir yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılabilecektir. Hatta, kaçma olgusunun, güvenlik görevlilerine karşı herhangi bir şekilde şiddet kullanmamalarına rağmen, örneğin iki kişi tarafından gerçekleşmesi hâlinde, ceza bir kat artırılacaktır. Yani, bu kişiler, sadece güvenlik görevlilerinin elinden kaçtığı için iki yıl hapis cezasıyla cezalandırılabileceklerdir. Böylece örneğin, izinsiz yapılan gösteri yürüyüşüne katıldığı için güvenlik görevlileri tarafından yakalanarak gözaltına alınan birden fazla kişi, güvenlik görevlilerinin dalgınlığından yararlanarak kaçmaları hâlinde, iki yıl süreyle hapis cezasıyla cezalandırılabilecektir. Bu bakımdan, söz konusu madde, ölçüsüz bir cezalandırmaya imkân sağlayan bir hüküm niteliği taşımaktadır.” şeklinde açıklanmıştır. Bahse konu önergenin Genel Kurulca da kabul edilmesi üzerine 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun İkinci Kitap, Dördüncü Kısımının, “Adliyeye Karşı Suçlar” başlıklı İkinci Bölümde yer alan “Hükümlü veya tutuklunun kaçması” başlıklı 292. maddesi 12.10.2004 tarihli ve 25611 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanmış ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Anılan maddenin altıncı fıkrasının 08.07.2005 tarihli ve 25869 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan 5377 sayılı Kanun’un 33. maddesi ile yürürlükten kaldırılması üzerine de madde son hâlini almıştır. Görüldüğü üzere gerek 765 sayılı TCK’nın 299. maddesinde gerekse Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen Türk Ceza Kanunu Tasarısı’nın 293. maddesinde “Hükümlünün kaçması” suçunun yasal unsuru olarak gösterilen “Bir suçtan dolayı” ibaresi Meclis Genel Kurulu’na verilen değişiklik önergesi üzerine madde metninden çıkartılmıştır.
Hükümlünün veya tutuklunun kaçması suçunda korunan hukuki yarara ilişkin olarak öğretide de; “Bu suç ile, bir suç dolayısıyla koruma tedbiri niteliğinde tutuklanan veya mahkûmiyet kararı infaz edilen kişinin kaçmasını önlenmek ve dolayısıyla adil yargılanma hakkı ile yargılama ve infaza ilişkin adliyeye dair çıkarlar korunmak istenilmiştir.” (Osman Yaşar – Hasan Tahsin Gökcan – Mustafa Artuç, Yorumlu – Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Adalet Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2014, s. 8541.), “Fiilin suç olarak kabulüyle korunan hukuki menfaat, genel manada devlet otoritesinin özel olarak ise adliyenin korunmasıdır.” (Çetin Arslan – Bahattin Azizağaoğlu, Yeni Türk Ceza Kanunu Şerhi, Ankara, 2004, 1. Baskı, s. 1185.) şeklinde görüşler ileri sürüldüğü gibi Anayasa Mahkemesinin 27.12.2018 tarihli ve 153-119 sayılı kararında da anılan suçun öngördüğü ceza yaptırımının “…devletin adli yargı fonksiyonlarını, cezaların infazı ile ulaşılmak istenen amaçlar çerçevesinde yerine getirebilmesini, ceza infaz sisteminin etkin bir biçimde işlemesini, suçların ve suçluların takibinin temin edilmesini sağlamayı amaçladığı” belirtilmiştir. Bu anlamda kanun koyucunun anılan suçu düzenlemesindeki amacının devletin adli yargı fonksiyonlarını yerine getirebilmesinin ve bu bağlamda ceza infaz sisteminin etkin bir biçimde işlemesinin sağlanması olduğu anlaşılmaktadır.
Suçun temel şeklinin açıklandığı maddenin birinci fıkrası uyarınca, cezasını infaz etmekte bulunan hükümlünün ya da hakkında tutuklama kararı verilmiş olan tutuklunun tutukevinden, ceza infaz kurumundan ya da gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması ile suç oluşacak ve sanık hakkında altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına hükmedilecektir. Suçun hareket öğesini oluşturan kaçma, bulunduğu kurumun sınırlarını terk etmek ya da gözetimi altında bulunduğu görevlinin fiili egemenlik alanından kurtulmak anlamına gelmekte olup bu durum görevlilerce tutulan tutanak ve resmi kurum yazıları ile ispat edilebilecektir.
Hükümlü veya tutuklunun kaçması suçu faili bakımından özgü bir suç olup fiil anında kişinin tutuklu veya hükümlü statüsünde olması gerekmektedir. Tutuklama CMK’nın 100 vd. maddeleri gereğince uygulanan bir koruma tedbiridir. Tutuklama kararı ister soruşturma evresinde sulh ceza hâkimi tarafından isterse kovuşturma evresinde mahkeme tarafından verilmiş olsun infazı için kesinleşmesi veya bu karara karşı kanun yolu süresinin geçmesi ya da kanun yoluna başvurulması gerekmeksizin tutuklanan kişiyi bu statüye sokar (Yener Ünver, TCK’da Düzenlenen Adliyeye Karşı Suçlar, Seçkin Hukuk, Ankara, 2019, 5. Baskı, s. 596.). Anılan suçun madde metninde yer alan “Hükümlü” deyiminden ne anlaşılması gerektiği ise gerek TCK’nın “Tanımlar” başlıklı 6. maddesinde gerekse bahse konu suça ilişkin gerekçede belirtilmemiştir. Bu anlamda TCK’nın 292. maddesinde belirtilen “Hükümlü” deyiminden ne anlaşılması gerektiği hususu üzerinde durulması gerekmektedir.
Genel olarak hükümlü kavramı; Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde; “Ceza hükmü verilmiş, hüküm giymiş, mahkûm.” şeklinde tanımlanmış, öğretide de; “yargılama sonucu hakkında mahkemece verilen mahkûmiyet kararı kesinleşen kişidir.” (Ahmet Gündel, Yeni Türk Ceza Kanunu Açıklaması, Ankara, 2009, 4. Cilt, s. 5305.), “bir kişinin bir suç dolayısıyla kesin hükümle mahkûmiyeti anlamındadır.” (Hasan Gerçeker, Yorumlu & Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2020, 5. Baskı, 2. Cilt, s. 2586), “Hapis veya adli para cezasına ilişkin mahkûmiyet hükmünün kesinleşmesiyle kişi hükümlü statüsünü kazanmaktadır.” (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Hukuk, Ankara 2019, 15. Bası, s. 823-824) biçiminde açıklamalara yer verilmiş ise de TCK’nın 292. maddesinin birinci fıkrasında yer alan “Hükümlü” deyiminin kapsamının belirlenmesi için aynı maddenin “Bu maddede yazılı hükümler, ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.” şeklinde hüküm altına alınan beşinci fıkrasının gözden kaçırılmaması gerekmektedir. Bu düzenlemeye göre ceza infaz kurumu dışında çalıştırılan hükümlüler ile hapis cezası adli para cezasına çevrilenler de bu suçun faili olabileceklerdir.
Bu aşamada adli para cezasından çevrilen hapsin niteliği ile TCK’nın 292. maddesinin beşinci fıkrasının fail bakımından istisnai diğer bir ifade ile sınırlayıcı bir hüküm olarak düzenlenip düzenlenmediğinin belirlenmesi gerekmektedir.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un “Adli para cezasının infazı” başlıklı 106. maddesinin üçüncü fıkrası; “Hükümlü, tebliğ olunan ödeme emri üzerine belli süre içinde adli para cezasını ödemezse, Cumhuriyet savcısının kararı ile ödenmeyen kısma karşılık gelen gün miktarı hapis cezasına çevrilerek, hükümlünün iki saat çalışması karşılığı bir gün olmak üzere kamuya yararlı bir işte çalıştırılmasına karar verilir. Günlük çalışma süresi, en az iki saat ve en fazla sekiz saat olacak şekilde denetimli serbestlik müdürlüğünce belirlenir. Hükümlünün, hakkında hazırlanan programa ve denetimli serbestlik görevlilerinin bu kapsamdaki uyarı ve önerilerine uymaması hâlinde, çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan kısmın tamamı açık ceza infaz kurumunda yerine getirilir.” şeklinde düzenlenmiştir. Bu anlamda adli para cezasının ödenmemesi durumunda hükümlü hakkında kamuya yararlı işte çalıştırılmasına karar verilmekte ve bu yükümlülüğe aykırı davranılması hâlinde ise çalıştığı günler hapis cezasından mahsup edilerek kalan cezası infaz kurumunda yerine getirilmektedir. Ancak bu hapis suç karşılığında uygulanan yaptırım olarak düzenlenen hapis cezası değildir; tazyik hapsi niteliğindedir. Nitekim 5275 sayılı CGTİHK’nın “Adlî para cezalarının infazı” başlıklı 106. maddesinin dokuzuncu fıkrası uyarınca 16. madde hükümleri saklı kalmak üzere, adlî para cezasından çevrilen hapsin infazının ertelenemeyeceği ve bunun infazında koşullu salıverilme hükümlerinin uygulanmayacağı, hapse çevrilmiş olmasına rağmen hak yoksunlukları bakımından esas alınacak olanın adlî para cezası olduğu belirtilmiştir (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Hukuk, Ankara 2019, 15. Bası, s. 848; Berrin Akbulut, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, 4. Baskı, s. 804; Murat Aksan, Başkası Yerine Ceza İnfaz Kurumuna veya Tututevine Girme Suçu, Hakemli Makale.). Ayrıca Adlî Sicil Kanunu’nun “Adlî sicile kaydedilecek bilgiler” başlıklı 4. maddesi de;
“(1) Türk mahkemeleri tarafından vatandaş veya yabancı hakkında verilmiş ve kesinleşmiş mahkûmiyet hükümleri adlî sicile kaydedilir. Bu bağlamda;

c) Adlî para cezası ile ilgili olarak;

3. Adlî para cezasının tazyik hapsi suretiyle kısmen veya tamamen infaz edildiği hususu,
4. Adlî para cezasının tazyik hapsinden sonra kalan kısmının ödenmek suretiyle infaz edildiği hususu,

Adlî sicile kaydedilir.” şeklinde hüküm altına alınarak adli para cezasından çevrilen hapsin de tazyik hapsi niteliğinde olduğu ifade edilmiştir. Bu anlamda adli para cezasını ödemeyen ve kamuya yararlı işte çalışma yükümlülüğüne de aykırı hareket eden kişi, yükümlülüklerinin gereğini yerine getirmesini sağlamak için, belli ölçüde icbar edilebilmekte ve bu amaçla bir süreye kadar hürriyetinden yoksun bırakılmakta, ancak, yükümlülüğün yerine getirilmesi hâlinde, bu yaptırımın uygulanmasına derhal son verilmektedir.

Öte yandan, TCK’nın “Bu maddede yazılı hükümler…hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.” şeklinde düzenlenen 292. maddesinin beşinci fıkrasında, adli para cezasından çevrilen tazyik hapsinin infazı sırasında ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlinin elinden kaçan kişilerin de bu suçun faili olabilecekleri ayrıca belirtilmiş ise de, anılan fıkranın aynı şekilde yer aldığı Türk Ceza Kanunu Tasarısı’nın 293. maddesinin gerekçesinde, bu hükmün uygulamadaki duraksamaları gidermek amacıyla madde metnine konulduğunun açıklanması karşısında; söz konusu fıkranın fail bakımından istisnai, diğer bir ifade ile sınırlayıcı bir hüküm olarak düzenlenmediği kabul edilmelidir.
Diğer taraftan tazyik hapsi kararının infazına ilişkin mevzuat hükümlerinin de incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 3. maddesinde; ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amacın öncelikle genel ve özel önlemeyi sağlamak, bu maksatla hükümlünün yeniden suç işlemesini engelleyici etkenleri güçlendirmek, toplumu suça karşı korumak, hükümlünün; yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak olduğu belirtilmiştir.
Aynı Kanun’un “Açık ceza infaz kurumları” başlıklı 14. maddesinin birinci fıkrasında açık ceza infaz kurumları “…hükümlülerin iyileştirilmelerinde, çalıştırılmaları ve meslek edindirilmelerine öncelik verilen, firara karşı engelleri ve dış güvenlik görevlisi bulunmayan, güvenlik bakımından kurum görevlilerinin gözetim ve denetimi ile yetinilen kurumlardır.” şeklinde tanımlanmıştır. Anılan maddenin suç tarihinde yürürlükte olan ikinci fıkrası ise; “Hükümlülerin açık cezaevlerine ayrılmalarına ilişkin esas ve usûller yönetmelikte gösterilir.” şeklinde düzenlenmiş, bu maddeye dayanılarak çıkartılan Açık Ceza İnfaz Kurumlarına Ayrılma Yönetmeliği’nin “Doğrudan açık kuruma alınacak hükümlüler” başlıklı 5. maddesinin birinci fıkrasının (ç) bendinde; İcra ve İflas Kanunu gereğince tazyik hapsine tabi tutulanların cezalarının doğrudan açık kurumlarda yerine getirileceği, “Açık kuruma ayrılamayacak hükümlüler” başlıklı 8. maddesinin ikinci fıkrasının (ç) bendinde; İcra ve İflas Kanunu gereğince verilen hapsen tazyik veya tazyik hapisleri dışında, diğer kanunlarda düzenlenen tazyik, disiplin veya zorlama hapislerinin tamamının kapalı kurumlarda infaz edileceği belirtilmiştir.
5275 sayılı CGTİHK’nın “Hükümlünün istemiyle infazın ertelenmesi” başlıklı 17. maddesinin altıncı fıkrasında; disiplin veya tazyik hapsine mahkûm olanların bu madde hükümlerinden yararlanamayacakları düzenlenmiştir.
Suç tarihinde yürürlükte olan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Tüzük’ün “Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararlarının infazı” başlıklı 193. maddesi;
“(1) Disiplin hapsinin Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır;
a) Mahkemece verilen disiplin hapsi kararları, disiplin hapsine mahsus deftere kaydedilir,
b) Disiplin hapsi cezasının infazı amacıyla, on gün içinde Cumhuriyet başsavcılığına gelmesi için hükümlüye çağrı belgesi gönderilir. Bu süre içinde hükümlünün gelmemesi veya kaçması halinde yakalama emri düzenlenir. İlgilinin bu adreste bulunamaması halinde karar, yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir,
c) Kanun hükümlerine göre disiplin hapsi, kaldırılmadığı veya düşürülmediği takdirde kurumda yerine getirilir.
(2) Tazyik hapsi kararlarının Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır;
a) Mahkemece verilen tazyik hapsi kararları, bu kararlara mahsus deftere kaydedilir,
b) Bu kararlar, hükümlünün kararda belirtilen adresinde bulunan mahalli kolluk kuvvetlerine veya ilgilinin bu adreste bulunamaması halinde yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir,
c) Kanun hükümlerine göre tazyik hapsi kararı kaldırılmadığı sürece, kurumda yerine getirilir.
(3) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları için kurumda ayrı bir kayıt tutulur.
(4) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları, tekerrüre esas olmaz, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz ve adlî sicil kayıtlarına işlenmez.”,
29.03.2020 tarihli ve 31083 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanan Ceza İnfaz Kurumlarının Yönetimi ile Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Yönetmelik’in “Hükümlünün istemiyle infazın ertelenmesi” başlıklı 43. maddesinin 6. fıkrası;
“Bu madde hükümleri;

c) Disiplin veya tazyik hapsine mahkûm olanlar,
hakkında uygulanmaz.”,
Aynı Yönetmelik’in “Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararlarının infazı” başlıklı 145. maddesi ise;
“(1) Disiplin hapsinin Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır:
a) Mahkemece verilen disiplin hapsi kararları, disiplin hapsine mahsus deftere kaydedilir.
b) Disiplin hapsi cezasının infazı amacıyla, on gün içinde Cumhuriyet başsavcılığına gelmesi için hükümlüye çağrı belgesi gönderilir. Bu süre içinde hükümlünün gelmemesi veya kaçması hâlinde yakalama emri düzenlenir. İlgilinin bu adreste bulunamaması hâlinde karar, yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.
c) Kanun hükümlerine göre disiplin hapsi, kaldırılmadığı veya düşürülmediği takdirde kurumda yerine getirilir.
(2) Tazyik hapsi kararlarının Cumhuriyet başsavcılığınca infazında aşağıdaki esas ve usuller uygulanır:
a) Mahkemece verilen tazyik hapsi kararları, bu kararlara mahsus deftere kaydedilir.
b) Bu kararlar, hükümlünün kararda belirtilen adresinde bulunan mahalli kolluk kuvvetlerine veya ilgilinin bu adreste bulunamaması hâlinde yargı çevresi dışındaki o yer Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir.
c) Kanun hükümlerine göre tazyik hapsi kararı kaldırılmadığı sürece, kurumda yerine getirilir.
(3) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları için kurumda ayrı bir kayıt tutulur.
(4) Disiplin hapsi ve tazyik hapsi kararları, tekerrüre esas olmaz, koşullu salıverilme hükümleri uygulanmaz ve adli sicil kayıtlarına işlenmez.”
Şeklinde hüküm altına alınmıştır.
5275 sayılı CGTİHK’nın 14. maddesinin ikinci fıkrası suç tarihinden sonra 15.04.2020 tarihli ve 31100 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 7242 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile değiştirilerek;
“Aşağıdaki hâllerde hükümlüler hakkında verilen cezalar doğrudan açık ceza infaz kurumlarında yerine getirilir:

d) 9/6/1932 tarihli ve 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu gereğince tazyik hapsine tabi tutulanlar.” şeklinde yeniden düzenlenmiş ve madde son hâlini almıştır.
Görüldüğü üzere tazyik hapsi kararının infazının 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan Yönetmelik ile suç tarihinde yürürlükte olan Tüzük hükümlerine göre yapıldığı ve ilgili mevzuat hükümlerinde haklarında tazyik hapsi kararı verilen kişilerin de hükümlü olarak ifade edildikleri anlaşılmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Borçlunun ödeme şartını ihlal eylemi nedeniyle Adana 1. İcra Ceza Mahkemesince 08.10.2015 tarih ve 56-566 sayı ile sanık …’ın 2004 sayılı İcra ve İflas Kanunu’nun 340. maddesi uyarınca üç aya kadar tazyik hapsine karar verildiği, bu kararın itiraz edilmeksizin 10.12.2015 tarihinde kesinleştiği, söz konusu kararın infazına ilişkin olarak 25.12.2015 tarihinde Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumuna giriş yapan sanığın 26.12.2015 tarihinde saat 19.25’te personel araçlarının çıkışı sırasında nizamiye kapısından firar ettiği olayda; “Hükümlünün kaçması” suçunun kanun koyucu tarafından devletin adli yargı fonksiyonlarını yerine getirebilmesi ve bu bağlamda ceza infaz sisteminin etkin bir biçimde işlemesinin sağlanması amacıyla düzenlenmesi, gerek 765 sayılı TCK’nın 299. maddesinde gerekse Meclis Adalet Komisyonu tarafından kabul edilen Türk Ceza Kanunu Tasarısı’nın 293. maddesinde anılan suçun yasal unsuru olarak gösterilen “Bir suçtan dolayı” ibaresinin Meclis Genel Kurulu’na verilen değişiklik önergesi üzerine madde metninden çıkartılması, bu maddenin “Bu maddede yazılı hükümler,…hapis cezası adlî para cezasından çevrilmiş olanlar hakkında da uygulanır.” şeklinde düzenlenen beşinci fıkrasında anılan madde hükümlerinin adli para cezasından çevrilen tazyik hapsinin infazı sırasında ceza infaz kurumundan veya gözetimi altında bulunduğu görevlinin elinden kaçan kişiler hakkında da uygulanacağı ayrıca belirtilse de bu düzenlemenin suçun failine ilişkin istisnai diğer bir ifade ile sınırlayıcı bir hüküm olarak getirilmeyip sadece uygulamadaki duraksamaları gidermek amacıyla madde metnine konulması, yine tazyik hapsi kararlarının infazının 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun ve bu Kanun’a dayanılarak hazırlanan Yönetmelik ve suç tarihinde yürürlükte olan Tüzük hükümlerine göre yapılması ve ilgili mevzuat hükümlerinde haklarında tazyik hapsi kararı verilen kişilerin de hükümlü olarak kabul edilmesi hususları birlikte değerlendirildiğinde, kabahat niteliğindeki “Borçlunun ödeme şartını ihlal” eylemi nedeniyle İİK’nın 340. maddesi uyarınca hakkında üç aya kadar tazyik hapsine karar verilen ve cezasının infazı sırasında 26.12.2015 tarihinde Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumundan firar eden sanık …’ın TCK’nın 292. maddesinin birinci fıkrasında düzenlenen hükümlünün kaçması suçu bakımından “Hükümlü” statüsünde bulunduğu ve sanığa atılı suçun yasal unsurlarının oluştuğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının haklı nedene dayanan itirazının kabulüne, Özel Daire bozma ilamının kaldırılmasına ve dosyanın uygulamanın denetlenmesi için Özel Daireye gönderilmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …;
“Borçlunun ödeme şartının ihlali suçundan sanık … hakkında yapılan yargılama sonucunda Adana 1. İcra Ceza Mahkemesinin 08.10.2015 tarihli ve 2015/56-566 sayılı kararıyla sanık hakkında İİK’nın 340. maddesi uyarınca verilen üç aya kadar tazyik hapsi cezasının 10.12.2015 tarihinde kesinleştiği ve 25.12.2015 tarihi itibarıyla bu cezanın infazına başlandığı, sanığın ise 26.12.2015 tarihinde cezasının infaz edildiği Mersin Açık Ceza İnfaz Kurumundan firar ettiği hususunda bir ihtilaf bulunmayan inceleme konusu dosyada, Ceza Genel Kurulunun sayın çoğunluğu ile aramızda oluşan görüş farklılığının temelini, borçlunun ödeme şartını ihlali suçundan hakkında verilen tazyik hapsinin infazı kapsamında bulunduğu ceza infaz kurumundan firar eden sanığa yüklenen hükümlü veya tutuklunun kaçması suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı yönündeki düşüncemiz oluşturmaktadır.
Buna göre;
5237 sayılı TCK’nın 292/1. maddesinde düzenlenen tutuklu veya hükümlünün kaçması suçu, diğer bir deyişle firar suçu; hakkında tutuklama kararı veya kesinleşmiş mahkûmiyet hükmü bulunan kişinin kamu görevlilerince yakalandıktan sonra tutukevinden, kapalı veya açık cezaevinden veya gözetimi altında bulunduğu görevlilerin elinden kaçması ile vücut bulur. Buna göre, firar suçunun oluşabilmesi için öncelikle sanığın tutuklu veya hükümlü statüsünde olması gerektiği anlaşılmaktadır. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’a göre tazyik hapsi ya da disiplin hapsi olanlar, hükümlü kapsamında değerlendirilmiş ise de, bu hususun söz konusu kişilerin infazının ne şekilde yapılacağına ilişkin bir düzenleme olması yanında, gerek bu Kanun’da, gerekse diğer kanunlarda hükümlünün yasal bir tanımına da yer verilmediği gözden uzak tutulmamalıdır.
Öte yandan, tazyik hapsi ya da disiplin hapsine mahkûm olan kişilerin bu cezalarının infazı kapsamında 5275 sayılı Kanun’da hükümlülere tanınan izin, koşullu salıverme, açık cezaevine ayrılma gibi pek çok haktan yararlanmaları da söz konusu olmadığı gibi, ancak diğer hükümlüler tarafından işlenebilmesi mümkün nitelikteki 5275 sayılı Kanun’un 97 ve 105/A-8 maddelerinde tanımlanan fiilleri işlediklerinden bahisle TCK’nın 292. maddesi uyarınca cezalandırılamazlar.
Bu açıklamalar ışığında;
Ceza hukukunun temel prensipleri arasında kıyas ve genişletici yorum yasağı yer alır. Bu bağlamda, TCK’nın 292. maddesinde belirtilen hükümlü kavramına hangi saikle olursa olsun bir suçtan hükümlü olanlar dışında cezaevinde kalması gerekenlerin de ‘kıyas-benzetme suretiyle’ dahil edilmesi ‘kanunsuz suç ve ceza olmaz ilkesine’ aykırılık oluşturacağı gibi, dilediği takdirde tazyik hapsini de aynı statüye tabi olarak düzenleme imkânı bulunan kanun koyucunun iradesine de uygun düşmeyecektir. Dolayısıyla itiraza konu olayda, sanığa atılı suçun yasal unsurlarının oluşmadığı,” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer düşüncelerle,
Karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 19.06.2017 tarihli ve 9210-7691 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, uygulamanın denetlenmesi için Yargıtay 8. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 15.12.2020 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.