Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2017/1061 E. 2019/426 K. 14.05.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2017/1061
KARAR NO : 2019/426
KARAR TARİHİ : 14.05.2019

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 130-265

Sanık … hakkında nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarından açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda, sanığın, nitelikli dolandırıcılık suçundan TCK’nın 158/1-e, 43, 62 ve 52. maddeleri uyarınca 3 yıl 1 ay 15 gün hapis ve 1.920 TL adli para cezası, değişen suç vasfına göre resmî belgede sahtecilik suçundan ise aynı Kanun’un 204/1, 43 ve 62. maddeleri uyarınca 2 yıl 1 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve anılan Kanun’un 53. maddesi uyarınca hak yoksunluklarına ilişkin Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 20.01.2011 tarihli ve 309-15 sayılı hükümlerin sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 15. Ceza Dairesince 10.03.2015 tarih ve 9327-22222 sayı ile;
“…Sanığın başvurusuna esas ada ve parsellerde, aynı ekim döneminde önceki ekim ürünü olarak pamuk ekimi yapılıp yapılamayacağı, meyve ağaçları bulunan arazilerde pamuk ekimi yapılıp yapılamayacağı, başvuruya esas arazilerden elde edilebilecek ürün miktarının belirlenmesi, yine 6968 sayılı Zirai Mücadele ve Zirai Karantina Kanunu Pamukta Pembe Kurt Yönetmeliğinin 11. maddesinde belirtilen pamuk eken ve ektiren çiftçilerin hasat sonunda pamuk saplarını tarladan temizlemeleri hususunda ilçe tarım müdürlüğü tarafından sanığın arazilerinin bulunduğu mahalleye, köy muhtarlıklarına ve belediyelere hoparlörlerden duyuru yapılıp yapılmadığı, buna ilişkin tutanak tutulup tutulmadığı, bu yönetmelik gereğince tarlaların temizlenmesi sonucu tarlalarda pamuk ekimi yapıldığını gösterir bulgu kalıp kalmayacağının belirlenmesi, ayrıca sanığın hangi parseller için fazladan mazot desteklemesi aldığı hususları ayrıntılı olarak belirlendikten sonra, sonucuna göre sanığın hukuki durumunun tayini gerekirken eksik inceleme ile yazılı şekilde mahkûmiyet kararı verilmesi,
Kabule göre de;
1-Sanığın destekleme primi almak için tüm parseller ile ilgili olarak aynı anda başvuruda bulunmuş olması karşısında hakkında TCK’nın 43. maddesinin uygulanamayacağının gözetilmemesi,
2-Sanığın, arazi bilgilerine ilişkin belge ve çiftçi kayıt formu düzenlendiği sırada yalan beyanda bulunması karşısında; eyleminin resmî belge tanzimi sırasında yalan beyan suçunu oluşturduğu gözetilmeden yazılı madde uyarıca hüküm kurulması,
3-Sanığın, sahte olarak düzenlediği ve kabul edilen birden fazla belgenin neler olduğunun kararda gösterilmemesi ve bu belgelerin hangi özellikleri dolayısıyla resmî belge niteliğinde olduğunun kabulüne ilişkin olarak da, ilgili belgeler duruşmada incelenip özellikleri zapta geçirilmeden 5237 sayılı TCK’nın 43. maddesi kapsamında zincirleme suç hükümlerinin uygulanması,” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesi ise 29.09.2015 tarih ve 130-265 sayı ile;
“…Soruşturma sırasında sanığın başvurusuna esas ada ve parsellerde suç tarihi itibarıyla ekim yapılıp yapılmadığı yönünde keşif yapılmış, düzenlenen bilirkişi raporunda ekimin yapılmadığı saptanmıştır, buna göre bozma ilamında belirtilen buna ilişkin hususların araştırılmasının sonuca etkili olmayacağı, soruşturma sırasında yapılan keşfin ve tespitlerin hüküm kurmaya yeterli olduğu anlaşıldığından buna ilişkin bozmaya bu nedenle direnilmesine,
Sanığın destekleme primi almak için aynı anda başvuru yapması nedeni ile TCK’nın 43. maddesinin uygulanıp uygulanamayacağının yersiz olduğu belirtilmişse de sanığın farklı bölgelerde ekim yapmış gibi destekleme primi almış olması, ayrıca bir kısmını alıp bir kısmı için de teşebbüste bulunmuş olması karşısında sanık hakkında TCK’nın 43. maddesinin uygulanmasının yerinde olduğu, yine sanığın söz konusu araziler için resmî belge düzenlemeye yetkili kurumlardan birden çok belge almış olması ve her bir belgenin düzenlenmesi ile birlikte resmî belgede sahtecilik suçunun oluşması karşısında resmî belgede sahtecilik suçu yönünden de TCK’nın 43. maddesinin de uygulanmasının yerinde olduğu, ayrıca muhtarlıklar tarafından düzenlenen arazi bilgileri formlarının muhtar tarafından onaylanmış olması ve söz konusu formun destekleme primi alımı sırasında kullanılmış olması, birden çok kira sözleşmesinin muhtar tarafından onaylanarak resmî belge niteliği kazandırılmış olması, her bir resmî belgenin düzenlendiğinde sahtecilik suçunun oluşması kanaatine varıldığından sanığın eyleminin resmî belgenin tanzimi sırasında yalan beyanda bulunmak olduğu yönündeki bozmanın yerinde olmadığı,” gerekçeleriyle bozma kararına direnmiştir.
Direnme kararına konu hükümlerin de sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 16.12.2015 tarihli ve 398362 sayılı “Bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gelen dosya, Ceza Genel Kurulunca 14.12.2016 tarih ve 1239-1577 sayı ile 6763 sayılı Kanun’un 38. maddesi ile 5320 sayılı Kanun’a eklenen geçici 10. madde uyarınca kararına direnilen daireye gönderilmiş, aynı madde uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 03.10.2017 tarih ve 3816-19360 sayı ile direnme kararının yerinde görülmemesi üzerine Yargıtay Birinci Başkanlığına iade edilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yerel Mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa atılı nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarının unsurları itibarıyla oluşup oluşmadığının tespiti bakımından eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Denizli Cumhuriyet Başsavcılığınca; sanık …’nın, Sarayköy ilçesi Turan Mahallesinde bulunan 274 ada ve 3 parsel, 4 ada ve 45 parsel, 50 ada ve 4 parsel ile 88 ada ve 4-7 parsel, Aşağımahallede bulunan 31 ada ve 2 parsel ve Karakıran Köyünde bulunan 0 ada ve 449-462 parsel sayılı arazilerinde 2009 yılı içerisinde pamuk ekimi yapmadığı hâlde katılan … İlçe Tarım Müdürlüğüne yazılı beyanda bulunup kütlü pamuk destekleme priminden yararlanmayı amaçlayarak mazot ve kimyevi gübre desteğinden faydalandığı ve bu amaçla düzenlediği gerçeğe uygun olmayan belgeleri ilgili kamu görevlilerine ibraz ettiği iddiasıyla hakkında nitelikli dolandırıcılık ve resmî belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarından kamu davası açılmıştır.
Sarayköy Ziraat Odası Başkanlığının 29.09.2009 tarihli ve 1322 sayılı çiftçi belgesine göre; sanığın Sarayköy ilçe merkezinde bulunan 2, 3, 4, 4, 7 ve 45 parsel numaralı arazileri ile Karakıran Köyünde bulunan 449 ve 462 parsel numaralı arazilerinde pamuk ekili olduğu, belgenin 2009 yılı için geçerli olduğu,
Sanık ile birlikte Merkez Köyü muhtarı ve azası tarafından imzalanan 30.09.2009 tarihli, “C-Arazi Bilgileri” formuna göre; sanığın 274 ada ve 3 parsel, 4 ada ve 45 parsel, 50 ada ve 4 parsel ile 88 ada ve 4 parsel numaralı arazilerde birinci ürün olarak pamuk ektiği,
Sanık ile birlikte Karakıran Köyü muhtarı ve azası tarafından imzalanan 30.09.2009 tarihli, “C-Arazi Bilgileri” formuna göre; sanığın 0 ada ve 449-462 parsel numaralı arazilerde birinci ürün olarak pamuk ektiği,
Sanığın, 10.03.2010 tarihli başvuru dilekçesi ile katılan kuruma müracaat ederek 2009 yılı ürünü kütlü pamuk primi ödemesinden yararlanmak istediği yönünde talepte bulunduğu,
Katılan kurumun 30.07.2010 tarihli ve 1018 sayılı yazısına göre; sanığın 2009 yılında çiftçi kayıt sisteminde beyan ettiği ürün karşılığında mazot ve kimyevi gübre desteği almak için dilekçe ile başvurduğu ve desteklemeden yararlandığı,
Ziraat Bankası Sarayköy Şubesinin 20.05.2010 tarihli ve 956 sayılı yazısına göre; 2009 yılı mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi desteklemesi olarak 26.02.2010 tarihinde sanığa 920,02 TL ödeme yapıldığı,
Sarayköy Vergi Dairesi Müdürlüğünün 21.01.2011 tarihli ve 232 sayılı yazısına göre; sanık adına 2009 yılı mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesinin geri ödemesi ile ilgili olarak 958,35 TL tahakkuk verildiği, ancak söz konusu bedelin henüz tahsil edilmediği,
Sarayköy Cumhuriyet Başsavcılığınca 03.04.2010 tarihinde yapılan keşifler sırasında tarım bilirkişisinin tespitlerine göre;
Suça konu olan ve Turan Mahallesinde bulunan 274 ada ve 3 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla buğday ekili olduğu, buğdayın 2009 yılı Ekim-Kasım aylarında ekildiği, buğday bitkisinin dip kısımlarında ve toprak üzerinde mısır bitkisine ait koçan kalıntılarının olduğu, arazide pamuk ekildiğine dair hiçbir kalıntı bulunmadığı, dolayısıyla buğday öncesi mısır ekildiği ve 2009 yılında pamuk ekimi yapılmadığı, 4 ada ve 45 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla mısır bitkisi kalıntılarının bulunduğu, en son mısır hasadı yapıldığı, mısır öncesinde buğday ekildiği, zira zeminde buğday kalıntıları olduğu, arazide pamuk ekildiğine dair hiçbir kalıntı bulunmadığı ve 2009 yılında pamuk ekimi yapılmadığı, 50 ada ve 4 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla ürün ekili olmadığı, ancak 2009 yılında ekilmiş ve hasat edilmiş buğday kalıntıları ve hasat edilen buğday tanelerinden çıkan buğday filizlerinin olduğu, arazide pamuk ekildiğine dair hiçbir kalıntı bulunmadığı ve 2009 yılında pamuk ekimi yapılmadığı, 88 ada ve 4-7 parsel numaralı arazilerde keşif tarihi itibarıyla 9-10 yaşlarında olduğu tahmin edilen erik ağaçlarının dikili olduğu, arazilerde pamuk ekildiğine dair hiçbir kalıntı bulunmadığı, Aşağımahallede bulunan 31 ada ve 2 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla 6-7 yaşlarında olduğu tahmin edilen erik ağaçlarının dikili olduğu, arazide pamuk ekildiğine dair hiçbir kalıntı bulunmadığı, mevcut hâlde bu arazide 2009 yılında pamuk ekimi yapılmasının mümkün olmadığı, Karakıran Köyünde bulunan 0 ada ve 449-462 parsel numaralı arazilerde keşif tarihi itibarıyla 5-6 yaşlarında olduğu tahmin edilen nar ağaçlarının dikili olduğu, arazilerde pamuk ekildiğine dair hiçbir kalıntı bulunmadığı, mevcut hâlde bu arazilerde 2009 yılında pamuk ekimi yapılmasının mümkün olmadığı,
Suça konu olmayan ve Turan Mahallesinde bulunan 233 ada ve 25 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla pamuk ürünün toplandığı, ancak arazinin sürülmediği, mevcut verilerin 2009 yılında pamuk ekimi yapıldığını gösterdiği, 247 ada ve 27 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla 2-3 yaşlarında olduğu tahmin edilen nar ağaçlarının dikili olduğu, toprak üzerinde pamuk kalıntılarının bulunduğu, nar ağaçlarının yaşı ve boyu gözetildiğinde arazide aynı anda pamuk ekimi yapılmasının da mümkün olduğu, 2009 yılında bu arazide pamuk ekimi yapılmış olmasının muhtemel bulunduğu, 237 ada ve 4 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla buğday ekili olduğu, arazide pamuk ekildiğine dair bulgu ve kalıntı bulunmadığı, fakat buğday ekim tarihi olan 2009 yılı Ekim-Kasım dönemi öncesi pamuk ekimi yapılmış olabileceği, halk arasında rotil olarak bilinen tarım makinaları kullanıldığında bir önceki ürünün kalıntılarının arazide bulunmayabileceği, mevcut verilerden 2009 yılı içerisinde arazide pamuk ekimi yapılıp yapılmadığına dair net bir kanaat belirtmenin mümkün olmadığı, 237 ada ve 5 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla pamuk ürünün toplandığı, ancak arazinin sürülmediği, mevcut verilerin 2009 yılında pamuk ekimi yapıldığını gösterdiği,
03.04.2010 tarihinde yapılan keşif tutanaklarına göre; keşif sırasında mahalli bilirkişi temin edilemediği,
Sarayköy Cumhuriyet Başsavcılığınca 05.04.2010 tarihinde yapılan keşif sırasında ziraat bilirkişisinin tespitleri ve 08.04.2010 tarihli ziraat bilirkişisi raporuna göre; suça konu olmayan Ada köyü Çerkez Yolu mevkiinde 0 ada 1685 parsel numaralı arazide keşif tarihi itibarıyla ürün ekili olmadığı, 2009 yılında pamuk ekildiği, hasattan sonra kalan pamuk çubuklarının hiçbir işlem yapılmadan bırakıldığı, pamuk bitki saplarının yaklaşık 1 metre uzunluğunda olduğu,
Keşif sırasında dinlenen mahalli bilirkişi Halim Çakal’ın çiftçi mallarını koruma başkanlığında yaklaşık 8 aydır bekçi olarak çalıştığını, 1685 parsel numaralı taşınmazın sanığa ait olduğunu, ancak 2009 yılı içerisinde pamuk ekildiğini bilmediğini ifade ettiği,
Sarayköy Kaymakamlığı İlçe Tahkim Komisyonu Başkanlığının 12.05.2010 tarihli ve 2 sayılı kararı ile; merkez çiftçilerinden olan sanığın, 2009 yılı Çiftçi Kayıt Sisteminde 13 adet parselde 82.710 metrekare alanda pamuk ekili olduğunu beyan ettiği, yapılan arazi tespitlerinde ise 2009 yılı üretim sezonunda 4 adet parselde 27.868 metrekare alanda pamuk ekili olduğunun, 9 adet parselde 63.400 metrekare alanda ise pamuk ekili olmadığının belirlendiği, sanığın beyanı gerçeğe aykırı olduğu için 2009 yılından itibaren 5 yıl süre ile hiçbir destekleme programından yararlandırılmamasına, 2009 yılı için almış olduğu mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesinin bankaya gönderildiği tarihten itibaren kanuni faizleri ile birlikte Sarayköy Vergi Dairesi Müdürlüğüne yatırmasına karar verildiği,
Gültekin Tarım Zirai İlaç, Gübre ve Tohum Bayiince düzenlenen, üzerlerinde “2009 yılı ürünü kütlü pamuk primi ödemesine esas alınmıştır” şeklinde kaşe basılı olan 08.08.2009 ve 930304 sayılı, 02.10.2009 tarihli ve 930422 sayılı faturalara göre; sanığın toplam 300 kg miktarında ve 1.200 TL tutarında sertifikalı pamuk tohumu satın aldığı,
TARİŞ S.S. 57 Numaralı Sarayköy Pamuk Tarım Satış Kooperatifince düzenlenen, üzerlerinde “2009 yılı ürünü kütlü pamuk primi ödemesine esas alınmıştır” şeklinde kaşe basılı olan 23.10.2009 tarihli ve 138422 sayılı müstahsil makbuzuna göre sanığın 3.850 kg pamuk karşılığında 2.638,40 TL; 23.10.2009 tarihli ve 138423 sayılı müstahsil makbuzuna göre ise 4.040 kg pamuk karşılığında 2.768,61 TL aldığı,
Güneğri Yerli Ürünler isimli iş yerince düzenlenen, üzerlerinde “2009 yılı ürünü kütlü pamuk primi ödemesine esas alınmıştır” şeklinde kaşe basılı olan 18.11.2009 tarihli ve 1429 sayılı müstahsil makbuzuna göre sanığın 7.550 kg pamuk karşılığında 7.251,02 TL; 08.01.2010 tarihli ve 1516 sayılı müstahsil makbuzuna göre 425 kg pamuk karşılığında 270,72 TL; 13.02.2010 tarihli ve 1545 sayılı müstahsil makbuzuna göre 7.040 kg pamuk karşılığında 4.691,46 TL; 18.02.2010 tarihli ve 1552 sayılı müstahsil makbuzuna göre ise 1.010 kg pamuk karşılığında 593,88 TL aldığı,
Uğur Tarım Ürünleri Tekstil Gıda San. ve Tic A.Ş’nce düzenlenen, üzerlerinde “2009 yılı ürünü kütlü pamuk primi ödemesine esas alınmıştır” şeklinde kaşe basılı olan 19.01.2010 tarihli ve 76292 sayılı müstahsil makbuzuna göre; sanığın 10.000 kg pamuk karşılığında 6.860 TL; 26.01.2010 tarihli ve 76350 sayılı müstahsil makbuzuna göre ise 9.000 kg pamuk karşılığında 6.174 TL aldığı,
Anlaşılmıştır.
Sanık … soruşturma evresinde; suça konu arazileri kendisinin ekip biçtiğini, 2009 yılında arazilerin tamamında pamuk ekili olduğunu, erik ve nar dikili olan arazileri için destekleme primi almadığını, bu arazilerinde de pamuk ektiğini, mısır ekili olduğu tespit edilen yerlerde 2009 yılı Eylül ayında pamuk hasadından sonra ikinci ürün olarak silajlık mısır ektiğini, yargılama evresinde ek olarak; 2009 yılı pamuk hasadından sonra araziler üzerinde üç defa işlem yapılmış olduğunu, hasattan yedi ay geçtikten sonra tarım ilçe müdürlüğü tarafından kontrol yapıldığını, ayrıca erik ve nar dikili arazilerde ağaçların yaşı küçük olduğu için aradaki masrafları karşılayabilmek bakımından bu arazilere de pamuk ektiğini, arazilerin bir kısmında pamuk hasadından sonra mısır ekimi yaptığını, mısır kalıntıları kalın olduğundan pamuk bitki artığı gibi kolay temizlenmediğini, bu nedenle de keşif sırasında mısır artıklarına rastlandığını, keşfin yokluğunda yapıldığını, biçerdöverden dökülen buğday tohumlarının daha sonraki yıllarda arazide çıkabildiğini, bahçedeki ağaç aralıklarının 7 metre olduğunu, almış olduğu destekleme primlerini iade etmediğini, pamuk ekimi öncesinde ürünü Tariş’e vereceğine dair taahhütname verdiğini, ancak dışarıya göre Tariş’te fiyatların düşük olması nedeniyle pamuğu tüccara vermek durumunda kaldığını savunmuştur.
Sanık müdafisinin 03.03.2011 havale tarihli temyiz dilekçesinde; pamuk hasadından çok kısa bir süre sonra arazide geniş ve derin sürgü işleri yapıldığını, kış suyunu alması için yapılan bu işlemden 6 ay sonra arazide pamuk kalıntısı bulunmasının imkânsız olduğunu, bazı arazilerde pamuk toplandıktan sonra ikinci ürün ekildiğini belirterek, dilekçe ekinde “Pamukta Pembekurt Yönetmeliği uyarınca pamuk üreticilerinin uymak zorunda olduğu hususlarla ilgili ilanın üreticilere duyurulmak üzere köy kahvelerine asılmasına, belediye ve köy hoparlöründen duyurularak duyuru tutanaklarının ilçe tarım müdürlüğüne gönderilmesine” ilişkin Sarayköy Kaymakamlığının 17.01.2011 tarihli ve 62 sayılı yazısını ibraz etmiştir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarının unsurlarının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
Dolandırıcılık suçu 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde;
“Hileli davranışlarla bir kimseyi aldatıp, onun veya başkasının zararına olarak, kendisine veya başkasına bir yarar sağlayan kişiye bir yıldan beş yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezası verilir.” şeklinde düzenlenmiştir.
5237 sayılı TCK’nın “Nitelikli dolandırıcılık” başlıklı 158. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi suç tarihi itibarıyla “Dolandırıcılık suçunun kamu kurum ve kuruluşlarının zararına olarak işlenmesi hâlinde, iki yıldan yedi yıla kadar hapis ve beşbin güne kadar adlî para cezasına hükmolunur.”, son cümlesi ise “Ancak, (e), … bentlerinde sayılan hâllerde hapis cezasının alt sınırı üç yıldan, adli para cezasının miktarı suçtan elde edilen menfaatin iki katından az olamaz.” biçiminde düzenlenmiş, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 24.11.2016 tarihli ve 6763 sayılı Kanun’un 14. maddesi ile son cümledeki “üç yıldan” ibaresi “dört yıldan” şeklinde değiştirilmiştir.
Dolandırıcılık suçunun maddi unsurunun hareket kısmı, 765 sayılı TCK’nın 503. maddesinde bir kimseyi kandırabilecek nitelikte hile ve desiseler yapma olarak düzenlenmiştir. “Desise” Arapça kökenli olup kişilerin iradesini sakatlamak, aldatmak, yanıltmak amacıyla yapılan düzen ve oyunlardır. 5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde hileli davranışlarla bir kimseyi aldatma şeklinde ifade edilmiş, 765 sayılı Kanun’da yer alan desise kavramına 5237 sayılı Kanun’da yer verilmemiş ve hileye desiseyi de kapsayacak şekilde geniş bir anlam yüklenmiştir.
Malvarlığının yanında irade özgürlüğünün de korunduğu dolandırıcılık suçunun oluşabilmesi için;
1) Failin bir takım hileli davranışlarda bulunması,
2) Hileli davranışların mağduru aldatabilecek nitelikte olması,
3) Failin hileli davranışlar sonucunda mağdurun veya başkasının aleyhine, kendisi veya başkası lehine haksız bir yarar sağlaması,
Şartlarının birlikte gerçekleşmesi gerekmektedir.
Fail kendisi veya başkasına yarar sağlamak amacıyla bilerek ve isteyerek hileli davranışlar yapmalı, bu davranışlarla bir başkasına zarar vermeli, verilen zarar ile eylem arasında uygun nedensellik bağı bulunmalı ve zarar da, nesnel ölçüler göz önünde bulundurularak belirlenecek ekonomik bir zarar olmalıdır.
Görüldüğü gibi, dolandırıcılık suçunu diğer malvarlığına karşı işlenen suç tiplerinden farklı kılan husus, aldatma temeline dayanan bir suç olmasıdır. Birden çok hukuki konusu olan bu suç işlenirken, sadece malvarlığı zarar görmemekte, mağdurun veya suçtan zarar görenin iradesi de hileli davranışlarla yanıltılmaktadır. Madde gerekçesinde de, aldatıcı nitelik taşıyan hareketlerle, kişiler arasındaki ilişkilerde var olması gereken iyiniyet ve güvenin bozulduğu, bu suretle kişinin irade serbestisinin etkilendiği ve irade özgürlüğünün ihlâl edildiği vurgulanmıştır.
5237 sayılı TCK’nın 157. maddesinde yalnızca hileli davranıştan söz edilmiş olmasına göre, her türlü hileli davranışın dolandırıcılık suçunu oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesi gerekmektedir.
Kanun koyucu anılan maddede hilenin tanımını yapmayarak suçun maddi konusunun hareket kısmını oluşturan hileli davranışların nelerden ibaret olduğunu belirtmemiş, bilinçli olarak bu hususu öğreti ve uygulamaya bırakmıştır.
“Hile”, Türk Dili Kurumu sözlüğünde; “birini aldatmak, yanıltmak için yapılan düzen, dolap, oyun, desise, entrika” (Türk Dil Kurumu, Türkçe Sözlük, s. 891) şeklinde, uygulamadaki yerleşmiş kabule göre ise; “Hile nitelikli yalandır. Yalan belli oranda ağır, yoğun ve ustaca olmalı, sergileniş açısından mağdurun denetleme olanağını ortadan kaldırmalıdır. Kullanılan hile ile mağdur yanılgıya düşürülmeli ve yanıltma sonucu kandırıcı davranışlarla yalanlara inanan mağdur tarafından sanık veya başkasına haksız çıkar sağlanmalıdır… hileli davranışın aldatacak nitelikte olması gerekir. Basit bir yalan hileli hareket olarak kabul edilemez.” biçiminde tanımlanmıştır.
Öğretide de hile ile ilgili olarak; “Olaylara ilişkin yalan açıklamaların ve sarf edilen sözlerin doğruluğunu kuvvetlendirecek ve böylece muhatabın inceleme eğilimini etkileyebilecek yoğunluk ve güçte olması ve bu bakımdan gerektiğinde bir takım dış hareketler ekleyerek veya böylece var olan halden ve koşullardan yararlanarak, almayacağı bir kararı bir kimseye verdirtmek suretiyle onu aldatması, bu suretle başkasının zihin, fikir ve eylemlerinde bir hata meydana getirmesidir.” (Sulhi Dönmezer, Kişilere ve Mala Karşı Cürümler 2004, s. 453), “Hile, oyun, aldatma, düzen demektir. Objektif olarak hataya düşürücü ve başkasının tasavvuru üzerinde etki doğurucu her davranış hiledir.” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Baskı, Cilt I, s. 456) biçiminde tanımlara yer verilmiştir.
Yerleşmiş uygulamalar ve öğretideki baskın görüşlere göre ortaya konulan ilkeler göz önünde bulundurulduğunda; hile, maddi olmayan yollarla karşısındakini aldatan, hataya düşüren, düzen, dolap, oyun, entrika ve bunun gibi her türlü eylem olarak kabul edilebilir. Bu eylemler bir gösteriş biçiminde olabileceği gibi, gizli davranışlar olarak da ortaya çıkabilir. Gösterişte, fail sahip bulunmadığı imkânlara ve sıfata sahip olduğunu bildirmekte, gizli davranışta ise kendi durum veya sıfatını gizlemektedir. Ancak sadece yalan söylemek, dolandırıcılık suçunun hile unsurunun gerçekleşmesi bakımından yeterli değildir. Kanun koyucu yalanı belirli bir takım şekiller altında yapıldığı ve kamu düzenini bozacak nitelikte bulunduğu hallerde cezalandırmaktadır. Böyle olunca hukuki işlemlerde, sözleşmelerde bir kişi mücerret yalan söyleyerek diğerini aldatmış bulunuyorsa bu basit şekildeki aldatma, dolandırıcılık suçunun oluşumuna yetmeyecektir. Yapılan yalan açıklamaların dolandırıcılık suçunun hileli davranış unsurunu oluşturabilmesi için, bu açıklamaların doğruluğunu kabul ettirebilecek, böylece muhatabın inceleme eğilimini etkisiz bırakabilecek yoğunluk ve güçte olması ve gerektiğinde yalana bir takım dış hareketlerin eklenmiş bulunması gerekir.
Failin davranışlarının hileli olup olmadığının belirlenmesi noktasında öğretide şu görüşlere de yer verilmiştir: “Hangi hareketin aldatmaya elverişli olduğu somut olaya göre ve mağdurun içinde bulunduğu duruma göre belirlenmelidir. Bu konuda önceden bir kriter oluşturmak olanaklı değildir.” (Veli Özer Özbek/Koray Doğan/Pınar Bacaksız/İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 4. Baskı, s. 650), “Hileli davranışın anlamı birtakım sahte, suni hareketler ile gerçeğin çarpıtılması, gizlenmesi ve saklanmasıdır.” (Doğan Soyaslan, Ceza Hukuku Özel Hükümler, 6. Baskı, s. 343), “Hilenin, mağduru hataya sürükleyecek nitelikte olması yeterlidir; ortalama bir insanı hataya sürükleyecek nitelikte olması aranmaz. Bu nedenle, davranışın hile teşkil edip etmediği muhataba ve olaya göre değerlendirilmelidir.” (Nur Centel/Hamide Zafer/Özlem Çakmut, Kişilere Karşı İşlenen Suçlar, İstanbul 2011, Beta Yayınevi, 2. Baskı, Cilt I, s. 462).
Esasen, hangi davranışların hileli olup olmadığı ve bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiği yolunda genel bir kural koymak oldukça zor olmakla birlikte, olaysal olarak değerlendirme yapılmalı, olayın özelliği, mağdurun durumu, fiille olan ilişkisi, kullanılmışsa gizlenen veya değiştirilen belgenin nitelikleri ayrı ayrı nazara alınmak suretiyle sonuca ulaşılmalıdır.
Resmî belgede sahtecilik suçu ise TCK’nın 204. maddesinde;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmî bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmî belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmî belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması hâlinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Suçun konusu resmî belge olup, resmî belgede bir kamu görevlisi tarafından görevi gereği düzenlenen yazıyı ifade etmektedir.
Maddenin birinci fıkrasında resmî belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olarak tanımlanmıştır. Birinci seçimlik hareket, resmî belgeyi sahte olarak düzenlemektir. Bu seçimlik hareketle, resmî belge esasında mevcut olmadığı halde, mevcutmuş gibi sahte olarak üretilmektedir. İkinci seçimlik hareket gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştirmektir. Bu seçimlik hareketle, esasında mevcut olan resmî belge üzerinde silmek veya ilaveler yapmak suretiyle değişiklik yapılmaktadır. Birinci ve ikinci seçimlik hareketle bağlantılı olarak belirtmek gerekir ki; sahteciliğin, belge üzerindeki bilgilerin bir kısmına veya tamamına ilişkin olmasının, suçun oluşması açısından bir önemi bulunmamaktadır. Üçüncü seçimlik hareket ise, sahte resmî belgeyi kullanmaktır. Kullanılan sahte belgenin kişinin kendisi veya başkası tarafından düzenlenmiş olmasının bir önemi yoktur. Kullanma mütemadi suç şeklinde de gerçekleşebilir.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmî belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak düzenlenmiş ve daha ağır bir yaptırıma bağlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olması gerekir. Kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş veya bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi hâlinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşmaktadır.
Maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmî belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması hâlinde cezanın yarı oranında artırılması hükme bağlanmıştır.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek, söz konusu eylemler suç olarak düzenlenmiş ve yaptırım altına alınmıştır.
Sahtelikten söz edebilmek için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) bulunup bulunmadığının ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığının şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gerekir.
Bu açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu ile ilgisi bakımından çiftçi kayıt sistemi ve çiftçilere destekleme ödemesi yapılması hususları ile pamuk üreticilerinin uymak zorunda oldukları hususlara ilişkin mevzuat hükümlerine değinilmesinde de fayda bulunmaktadır.
25.04.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 5488 sayılı Tarım Kanunu’nun “Tanımlar” başlıklı 3. maddesinin (d) bendi “Çiftçi kayıt sistemi: Bakanlık tarafından oluşturulan çiftçilerin kayıt altına alındığı tarımsal veri tabanını ifade eder”, (f) bendi “Doğrudan gelir desteği: Ürün ve girdi fiyatlarını doğrudan etkilemeden, üreticilere yapılan gelir transferlerini ifade eder”, “Tarımsal desteklemelerin amacı ve ilkeleri” başlıklı 18. maddesi ise “Tarımsal desteklemelerin amacı; tarım sektörünün öncelikli problemlerinin çözümüne katkıda bulunmak, uygulanan politikaların etkinliğini artırmak, sektörün bu politikalara uyumunu kolaylaştırmaktır. Tarımsal destekleme politikaları, ekonomik ve sosyal etkinlik ve verimlilik koşullarını sağlayacak programlarla uygulanır. Ödemeler bütçe imkânları çerçevesinde ve programların niteliğine bağlı olarak, gerekli denetim ve kontrollerin tamamlanmasından sonra ödenir.” şeklinde düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un “Tarımsal destekleme araçları” başlıklı 19. maddesinin (a) bendi “Doğrudan gelir desteği: Üreticilere, tarımsal üretim amacıyla işledikleri araziler için Kurulun teklifi üzerine, Bakanlar Kurulu tarafından belirlenen birim ödeme miktarı üzerinden, doğrudan ödeme yapılır. Ödeme miktarları, üreticilerin tarım politikaları amaçları ve çevre koruma koşullarına uyumunu kolaylaştırmak üzere farklı düzeylerde belirlenebilir. Doğrudan gelir desteği ödemelerine ilişkin esas ve usûller, bu Kanunun temel yapısıyla çelişmeyecek şekilde, her yıl Kurulun tavsiyesi ile Bakanlık tarafından çıkarılacak uygulama tebliğleri ile belirlenir. Uygulama tebliğleri, ilgili yılın ilk iki ayı içerisinde yayımlanır. Bakanlık, gerektiğinde ek tebliğler çıkarabilir.” şeklinde iken, 02.07.2018 tarihli ve 703 sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin 202. maddesiyle bu bentte yer alan “Kurulun teklifi üzerine, Bakanlar Kurulu” ibaresi “Cumhurbaşkanı” biçiminde değiştirilmiştir.
08.05.2009 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve suç tarihinde yürürlükte bulunan 2009/41 sayılı Çiftçi Kayıt Sistemine Dahil Olan Çiftçilere Mazot, Kimyevi Gübre ve Toprak Analizi Destekleme Ödemesi Yapılmasına Dair Tebliğ’in 7. maddesi “…Çiftçilere dekar başına mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesi yapılır.” şeklinde düzenlenmiş olup 11.11.2009 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2009/15537 sayılı Bakanlar Kurulu Kararında dekar başına hububat alanında mazot desteği 3,25 TL, kimyevi gübre desteği ise 4,25 TL iken, endüstri bitkileri alanında mazot ve kimyevi gübre desteğinin ayrı ayrı 5,5 TL olduğu belirtilmiştir.
Diğer taraftan, pamuk yetiştiriciliği yapılan yerlerde pembekurt zararını önlemek amacıyla hazırlanan, 05.08.2003 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren ve suç tarihinde yürürlükte bulunan Pamuk Ekilişlerinde Zararlı Olan Pembekurt Hakkında Yönetmeliğin “Tarla temizlik işleri” başlıklı 11. maddesi,
“Pamuk yetiştiren üreticiler aşağıda belirtilen hususlara uymak zorundadırlar.
a) Bizzat pamuk eken veya ektiren çiftçilerin hasat sonunda, gerek münferiden ve gerekse mıntıka olarak pamuk tarlalarındaki pamuk saplarını keserek toplayıp yakmaları veya sap keserlerle parçalayıp kör koza ve her türlü pamuk bitki aksamını 12-15 cm derinlikte sürerek toprağa gömmeleri mecburidir.
b) Pamuk saplarının tarla, yol kenarları ile hendek içlerine atılması veya pamuk tarlalarının sürmek veya münavebe yapmak maksadıyla hububat veya başka bir mahsul ekerek sapların toprak sathına bırakılması yasaktır.
c) Pamuk saplarını, yakacak ihtiyacını karşılamak üzere kullanacak çiftçiler, bunların kör kozalarını elle toplamak suretiyle, sapların temizlenmesinden sonra, Müdürlüklerden izin alarak, Ocak ayı sonuna kadar istedikleri mahallere nakledebilirler. Bunun dışında her ne şekilde olursa olsun kör kozalı veya kozasız pamuk saplarının tarladan başka yerlere nakli yasaktır.
d) Evlerde, avlularda, damlarda bulunan kör kozalı sapların ve yığın artıklarının 31 Mart’a kadar yakılarak tüketilmesi mecburidir.” biçiminde düzenlenmiştir.
Öte yandan ceza muhakemesinin amacı, her somut olayda, kanuna ve usulüne uygun olarak toplanan delilerle maddi gerçeğe ulaşıp adaleti sağlamak, suç işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasının önüne geçebilmek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmektir. Gerek 1412 sayılı CMUK gerekse 5271 sayılı CMK adil, etkin ve hukuka uygun bir yargılama yapılması suretiyle maddi gerçeğe ulaşmayı amaç edinmiştir. Bu nedenle ulaşılma imkânı bulunan bütün delillerin ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir. Diğer bir deyişle adaletin tam olarak gerçekleşebilmesi için, maddi gerçeğe ulaşma amacına hizmet edebilecek tüm kanuni delillerin toplanması ve tartışılması zorunludur.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, 2009 yılı üretim sezonunda çiftçi kayıt sistemine kaydettirdiği 8 adet arazisinde pamuk ekimi yaptığını ve hasat ettiği pamuğu sattığını gösterir belgelerle pamuk üreticilerine sağlanan mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi ile kütlü pamuk destekleme ödemelerinden yararlanmak amacıyla katılan kuruma müracaat ettiği, katılan kurumca sanığa 920,02 TL mazot, kimyevi gübre ve toprak analizi destekleme ödemesi yapıldığı, soruşturma evresinde yapılan keşiflerde suça konu arazilerde 2009 yılında pamuk ekimi yapılmadığının tespit edilmesi üzerine açılan kamu davasında yapılan yargılama sonucunda sanığın eylemlerinin kamu kurum ve kuruluşlarının zararına dolandırıcılık ve resmî belgede sahtecilik suçlarını oluşturduğu kabul edilerek mahkûmiyetine karar verildiği anlaşılmış ise de;
Sanığın, suça konu arazilerinde 2009 yılında pamuk ekili olduğunu, hasattan sonra ikinci ürün olarak silajlık mısır ektiğini, mısır kalıntılarının pamuk kalıntıları gibi kolay temizlenmediğini, pamuk hasadından çok kısa bir süre sonra arazide geniş ve derin sürgü işleri yapıldığını savunması, sanığa ait çiftçi kayıt sistemi dosyasında 2009 yılı üretim döneminde sanığın pamuk tohumu satın alıp pamuk ürünü sattığına dair fatura ve müstahsil makbuzlarının bulunması, tarım bilirkişisi tarafından düzenlenen raporlarda, suça konu edilmeyen 237 ada ve 4 parsel numaralı arazide pamuk ekildiğine dair kalıntı bulunmadığının, fakat 2009 yılı Ekim-Kasım ayları öncesi pamuk ekimi yapılmış olabileceğinin, rotil tabir edilen tarım makinası kullanıldığında bir önceki ürünün kalıntılarının bulunmayabileceğinin, yine suça konu edilmeyen 47 ada ve 27 parsel numaralı arazide nar ağaçlarının dikili olduğunun, pamuk kalıntılarının bulunduğunun, nar ağaçlarının yaşı ve boyu gözetildiğinde arazide aynı anda pamuk ekimi yapılmasının mümkün olduğunun belirtilmesi ve ilçe tahkim komisyonu kararında sanığın 4 adet arazide toplam 27.868 metrekarede pamuk ektiğinin, 9 adet arazide toplam 63.400 metrekarede ise pamuk ekmediğinin tespit edilmesi hususları birlikte nazara alındığında;
Sanığın, suça konu edilen arazileri 2009 yılı pamuk hasadı döneminden sonra rotil tabir edilen tarım makinası ile sürmek suretiyle temizlik işi yapıp yapmadığı, nar ve erik ağaçları dikili olan arazilerde hangi nedenle pamuk ekimi yapılmasının mümkün olmadığı hususlarında suça konu edilen ve edilmeyen arazilerde yapılan keşif neticesinde düzenlenen tutanaklardaki çelişkilerin keşifler sırasında dinlenilen tarım bilirkişisinin beyanı sorulmak suretiyle giderilmesi,
Üzerinde keşif yapılıp suça konu edilen ve edilmeyen arazilerin toplam alanlarının tespit edilip 2009 yılı üretim dönemi için sanığın satın aldığı pamuk tohumlarının ne kadar bir alanda ekim yapmaya yeteceğinin belirlenmesi, sanığın arazilerinin bulunduğu bölgelerde 2009 yılı için dekar başına ortalama pamuk verimi ile suça konu olan ve olmayan arazilerden elde edilebilecek pamuk miktarının belirlenerek sanığın müstahsil makbuzları karşılığında sattığını belirttiği toplam pamuk miktarı ile karşılaştırılması,
İlçe tarım müdürlüğünden sanığın arazilerinde 2009 yılına ilişkin olarak doğrudan gelir desteği kapsamında tarımsal faaliyette bulunup bulunmadığı yönünde yerinde tespit yapılıp yapılmadığının ve sanığa ödenen 920,20 TL mazot ve kimyevi gübre destekleme ödemesinin kaç metrekare arazi için olduğunun sorulması ve soruşturma evresinde yapılan keşif sonuçları ile ilçe tahkim kurulu kararında belirtilen tespitler arasında pamuk ekimi yapılan arazi sayısı ve alanına ilişkin çelişkinin giderilmesi,
Pamuk tohumu alımına ilişkin faturalar ve pamuk ürünü satımına ilişkin müstahsil makbuzları ile söz konusu evrakı düzenleyen iş yerleri ve Tariş’in defter ve belgeleri üzerinde bilirkişi incelemesi yaptırılarak, bu alım ve satımların gerçek durumu yansıtıp yansıtmadığının tespit edilmesi,
Toplanan tüm deliller birlikte değerlendirilip sonucuna göre sanığın hukuki durumunun belirlenmesi gerekirken, eksik araştırmayla hüküm kurulması usul ve kanuna aykırıdır.
Öte yandan Yerel Mahkeme, kabule göre yapılan bozmalara da direnmiştir. Kabule göre bozmalar dosyanın mevcut durumuna göre uyarıcı, öğretici ve yol gösterici nitelikte olup direnmeye konu olmaları mümkün değildir. Bu nedenle Ceza Genel Kurulunca kabule göre bozma nedenlerine ilişkin ayrıca bir değerlendirme yapılmamıştır.
Bu itibarla, Yerel Mahkemenin direnme kararına konu hükümlerinin eksik araştırmayla hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Denizli 2. Ağır Ceza Mahkemesinin 29.09.2015 tarihli ve 130-265 sayılı direnme kararına konu hükümlerinin, sanık hakkında eksik araştırma ile hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 14.05.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.