Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2016/1107 E. 2018/560 K. 22.11.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2016/1107
KARAR NO : 2018/560
KARAR TARİHİ : 22.11.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 20. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 391-49

Uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan sanıklar …, … ve …’ın TCK’nın 188/3, 62, 52/2-4, 53, 54 ve 63. maddeleri gereğince 11 yıl 8 ay hapis ve 10.000 TL adli para cezası ile cezalandırılmalarına, taksitlendirmeye, hak yoksunluklarına, müsadereye ve mahsuba ilişkin Elazığ 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.02.2015 tarihli ve 391-49 sayılı hükümlerin, sanıklar ve müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 20. Ceza Dairesince 05.05.2016 tarih ve 14026-2764 sayı ile;
“1-Sanık … hakkındaki hükme yönelik temyiz isteğinin incelenmesinde:
Sanık …’in, eşi olan diğer sanık … hakkında, 18.02.2015 tarihinde yüze karşı verilen hükmü, yasal süresi geçtikten sonra 26.03.2015 tarihli dilekçe ile temyiz ettiği anlaşıldığından; 5320 sayılı Kanun’un 8/1. ve 1412 sayılı CMUK’nın 317. maddesi uyarınca temyiz isteğinin REDDİNE,
2-Sanıklar …, … ve … hakkında kurulan mahkûmiyet hükümlerinin incelenmesinde:
Oluşa ve dosya kapsamına göre; yürütülen istihbari çalışmalarda, ‘sanıklar …, … ve … isimli kişilerin, 30.10.2014 tarihinde, Diyarbakır ili kırsalından alacakları yüklü miktarda uyuşturucu maddeyi 66 .. … plaka sayılı gri renkli Renault Kango marka araç ile İstanbul iline nakledecekleri’ bilgisinin alınması üzerine, olay günü oluşturulan uygulama noktasına gelen sözkonusu aracın durdurulduğu, dosya içerisinde bulunmadığı anlaşılan Sulh Ceza Hakîmliği’nin 23.10.2014 tarihli, 2014/1019 değişik iş sayılı arama kararına dayanılarak yapılan aramada, aracın bagajında iki valiz içinde 56 paket halinde net 46.444 gram toz esrarın ele geçirildiği olayda; olay tutanağında belirtilen Sulh Ceza Hakîmliği’nin 23.10.2014 tarihli, 2014/1019 değişik iş sayılı kararı getirtilerek, bu kararın, CMK’nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde alınmış ‘adlî arama kararı’ olup olmadığının tespit edilmesi, sözkonusu kararın adlî arama kararı olmadığının anlaşılması halinde, soruşturma kapsamında CMK’nın 116, 117 ve 119. maddelerine uygun şekilde alınmış ‘adlî arama kararı’ veya ‘yazılı adlî arama emri’ bulunup bulunmadığı araştırılarak sonucuna göre, sanıkların hukuki durumlarının takdir ve tayini gerekirken eksik araştırma ile yazılı şekilde hüküm kurulması…” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 14.06.2016 tarih ve 107597 sayı ile;
“…Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ile Yüksek Yargıtay 20. Ceza Dairesi arasındaki uyuşmazlık; somut olayda önleme araması kararına istinaden yapılan araç aramasında ele geçirilen suç konusu net 46.444 gram toz esrar maddelerinin, hukuka uygun yöntemle elde edilip edilmediği, buna bağlı olarak hükme esas alınıp alınmayacağı ve suçun unsurlarının oluşup oluşmadığı noktalarında toplanmaktadır.
Olay tutanağı ve dosya içeriğine göre somut olay şu şekilde meydana gelmiştir. Kolluk görevlilerince yapılmış istihbari çalışmalarda; ‘…, … ve … isimli kişilerin, Diyarbakır ili kırsalından alacakları yüklü miktarda uyuşturucu maddeyi …. plaka sayılı gri renkli Renault Kango marka araç ile İstanbul iline nakledecekleri’ bilgisinin alınması üzerine, 31.10.2014 tarihinde saat 11.00 sıralarında oluşturulan uygulama noktasına gelen sözkonusu aracın durdurulduğu, sonradan getirtilip dosyaya eklenen Elazığ Sulh Ceza Hakîmliği’nin 23.10.2014 tarihli, 2014/1019 değişik iş sayılı arama kararına dayanılarak yapılan aramada, aracın bagajında iki valiz içinde 56 paket halinde net 46.444 gram toz esrarın ele geçirildiği anlaşılmıştır.
Ceza muhakemesinin amacı; sosyal düzenin korunması ile kişilerin hak ve özgürlüklerine saygı arasında bir denge kurulması suretiyle hukuken geçerli kanıtlarla hiçbir duraksamaya yer vermeden maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır.
Ceza muhakemesi hukukumuz ‘delil serbestliği’ ilkesini benimsemiş, delilleri değerlendirmede de hâkime tam bir serbestlik tanımıştır. Delillerin hukuka uygun yöntemlerle toplanması zorunludur. Anayasa’nın 38. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendi, 217. maddesinin 2. fıkrası, 230. maddesinin 1. fıkrasının (b) bendi ve 289. maddesinin 1. fıkrasının (i) bendi uyarınca, hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delillerin hükme esas alınamayacağında şüphe yoktur. Ancak, somut olayda olduğu gibi istihbari bilgi elde eden kolluk görevlilerinin, emrinde çalıştıkları Cumhuriyet savcısına derhal bilgi vermesi ve CMK’nın 116-117 ve 119.maddelerine uygun ‘adli arama kararı’ veya ‘yazılı adli arama emri’ alması gerekli midir?
Aşağıda arzetmeye çalıştığımız nedenlerle suç konusu ve delili olan uyuşturucu maddelerin hukuka uygun yöntemlerle elde edildiği, buna bağlı olarak hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmadığı ve suçun unusurlarının oluştuğu değerlendirilmiştir.
1- CMK’ya uygun olarak düzenlenmiş ve 01.06.2005 tarihinde CMK ile birlikte yürülüğe girmiş Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği, esas olarak iki işlemi düzenlemektedir. Bunlardan biri arama diğeri ise durdurma işlemleridir. Arama işlemleri de kendi içinde ikiye ayrılır. Adli aramalar, önleme aramaları. Olayımızda yer alan arama eylemi bir arama işlemi değildir. Durdurma işlemidir. Durdurma işleminin niçin ve ne şekilde yapılacağı ve durdurulan kişiye yönelik nelerin yapılabileceği yönetmeliğin 27. maddesinde ayrıntısı ile sayılmıştır. Buna göre;
Kolluk görevlisi, tecrübesine dayanarak, izlediği davranışlarından, o kişinin bir suç işleyeceği veya işlediği hususunda kanaat elde eder veya kişinin silahlı olduğu ve hâlen tehlike yarattığı kanaatine varırsa kişiyi durdurabilir. Durdurma yetkisinin kullanılabilmesi için, ‘umma’ derecesinde makul şüphe bulunmalıdır. Denetim için araçların durdurulması da mümkündür. Sebebin oluşmasına veya şüpheye yol açan davranışları hakkında, durdurulan kişiye sorular yöneltilebilir. Kişi bu sorulara cevap vermekle yükümlü değildir. Durdurma yetkisinin kullanılmasına neden olan şüphe, yapılan açıklama ile ortadan kalkarsa, kişinin gitmesine engel olunmaz.
Durdurma üzerine aşağıdaki işlemler yapılır:
a) Durdurulan kişi üzerinde giysilerinden herhangi birisi çıkarılmaksızın, yoklama biçiminde bir kontrol yapılır. Bu işlem sonucunda, kişide silah bulunduğu sonucunu çıkarmaya yeterli şüphe meydana gelirse, memur kendiliğinden silah ve diğer suç eşyası araması yapabilir.
d) Bir kişinin veya aracın durdurulma süresinin, şartlara göre makul olması ve kontrol için ayrılan süreyi aşmaması gerekir.
f) Yapılan kontrolün neticesinde suça ilişkin iz, eser, emare ve delil elde edilirse, kişi yakalanır.
g) Uyuşturucu gibi belirli bir şeyin, kişinin herhangi bir yerinde gizlendiği düşünülüyorsa, daha geniş çaplı kontrol yapılabilir.
h) Yoklama suretiyle kontrol, kişinin veya aracın ilk durdurulduğu yerde veya o yerin yakınında, mümkün olduğu kadar başkalarının göremeyeceği tarzda yapılır. Başka yere götürülerek kontrol yapılamaz.
i) Makul sebebi oluştuğu takdirde, daha geniş kapsamlı kontrol yapılması için, kolluk aracından veya yakındaki kapalı bir yerden yararlanılabilir.
Bu maddede yazılı işlemler gece de yapılabilir.
Bir kişiyi geçici olarak durdurmak, yakalama sayılmaz; yakalama sayılması için kişinin fiilen denetim altına alınması gerekir.
Açıklandığı üzere, kolluk görevlilerinin sanıkların içinde bulunduğu aracı denetim için durdurmaları ve suç eşyasını ele geçirmeleri, yönetmeliğin 27. maddesine uygundur ve yasak yöntemle ele geçirilen delil sayılamaz. Mahkumiyet hükmüne esas alınması usul ve yasalara uygundur.
2- Bilindiği üzere, istihbarı bilgi; duyum, söylenti, tahmin ve varsayıma dayanan, doğruluğu şüpheli bilgidir. Kaynağı somut bir olguya ve belli bir kişiye dayanmadığı için, istihbarı bilginin tek başına delil değeri yoktur. Somut olaylara dayanmayan, soyut iddia, bilgi ve tahminler, adli soruşturmanın başlatılması için yeterli görülemez. Olay tutanağında alındığı belirtilen istihbari bilgi, başlangıç şüphesi oluşturacak nitelikte olmayıp ‘tehlike’ boyutunda değerlendirilmesi gereken bir bilgi olduğu için, olayımızda yer alan arama eyleminin, durdurma işlemi olmayıp bir arama işlemi olduğu kabul edilse dahi, önleme araması kararı ile yapılan sözkonusu aramanın hukuka uygun olduğu düşünülmektedir.
3-Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinde, sunulan kanıtların kabul edilebilir olup olmadığına karar verme usulünü gösteren ve hangi kanıtların kabul edilebilir olduğunu, hangilerinin kabul edilemez olduğunu belirleyen bir kural olmadığı gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de ‘İç hukukta yeterli hukuki temeli bulunmadan veya hukuka aykırı vasıtalar kullanılarak elde edilmiş materyallerin yargılamada kanıt olarak kullanılması kural olarak, başvurucuya gerekli usulü güvencelerin sağlanmış olması ve materyelin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek nitelikli ve kaynaklı olmaması şartıyla, sözleşmenin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasındaki adil yargılanma standartlarına aykırılık oluşturmaz’ (Chalkley/ Birleşik Krallık [kk] B.No: 6383/100, 26.09.2002) ve ‘Bir delilin, diğer yan delillerle desteklenmemiş olması, mutlak suretle adil yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturmaz. Mahkemece hükme esas alınan bir delilin çok kuvvetli olması ve güvenilirliği konusunda herhangi bir risk bulunmaması, destekleyici delillere olan ihtiyacın yoğunluğunu azaltır. Buna karşılık gücü ve güvenilirliği konusunda birtakım şüpheler bulunan bir delilin, suçun sübutu konusunda ulaşılan vicdani kanaat bakımından belirleyici olması halinde, bu durum hakkaniyete uygun yargılanma hakkı bakımından sorun oluşturabilir’ (Güllüzar Erman, B. No: 2012/542 04.11.2014) şeklinde kararlar vermiştir.
Bu kararlar ışığında somut olaya baktığımızda; suç konusu uyuşturucu maddelerin baskı, zorlama ve tuzak gibi yargılamayı lekeleyebilecek nitelikli ve kaynaklı yöntemlerle elde edilmediği ve güvenilirliği konusunda herhangi bir risk ve şüphe bulunmadığından, hükme esas alınmasında herhangi bir isabetsizlik görülmemiştir.
Açıklanan nedenlerle, somut olayda ele geçirilen suç konusu uyuşturucu maddelerin hukuka uygun yöntemle elde edildiği, buna bağlı olarak hükme esas alınmasında bir isabetsizlik bulunmadığı ve suçun sübutuna ilişkin yerel mahkeme kararında bir isabetsizlik görülmediği, bu itibarla sanıkların aracının aranması için ‘adli arama kararı’ veya ‘yazılı arama emri’ bulunup bulunmadığının araştırılmasına gerek bulunmadığı…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 20. Ceza Dairesince 23.06.2016 tarih ve 2390-4226 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; uyuşturucu madde ticareti yapma suçuna ilişkin olarak yapılan arama işleminin hukuka uygun olup olmadığının, bu bağlamda eksik araştırma ile hüküm kurulup kurulmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan yargılanan sanıklardan …’ın, hüküm tarihi itibarıyla zorunlu müdafisi hazır bulundurulmaksızın hüküm kurulmasının, savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde olup olmadığının bu nedenle her üç sanık yönünden hükümlerin bozulmasının gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıklar …, … ve … hakkında uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan açılan kamu davasında, Yerel Mahkemece 27.11.2014 tarihli tensip zaptı ile “Sanıklara CMK’nın 150/3. maddesi gereğince ayrı ayrı müdafii tayini için Baro Başkanlığına yazı yazılmasına,” karar verilip Elazığ Barosu Başkanlığından müdafii görevlendirilmesinin istendiği,
Elazığ Barosu Başkanlığınca sanık …’e Av. …, sanık …’e Av. …, sanık …’a ise Av. …’ın müdafi olarak görevlendirildiği,
Sanıkların ve müdafilerinin hazır bulunduğu 31.12.2014 tarihli oturumda bütün sanıkların savunmalarının alındığı,
Karar oturumundan bir önceki oturum olan 28.01.2015 tarihli celsede iddia makamının esas hakkında mütalaada bulunduğu, sanıklar ve müdafilerinin mütalaaya karşı beyanda bulunmak üzere süre talebinde bulundukları,
Sanık … müdafisi Av. …’ın, 29.01.2015 havale tarihli dilekçe ile esas hakkındaki mütalaya karşı beyan ve savunmalarını bildirdiği,
Hükmün tefhim edildiği 18.02.2015 tarihli oturuma sanıklar ile sanıklar…ve ….. müdafilerinin katıldığı, sanıklar…ve ….. ile müdafilerinin mütalaya karşı beyanda bulunup esas hakkındaki savunmalarını yaptıkları, bu oturuma katılmayan sanık … müdafisi Av. …’ın dosyaya sunduğu 17.02.2015 havale tarihli “…Yazılı savunmalarda bulunmuştuk. Diyarbakır 6. Ağır Ceza Mahkemesindeki dosyamın ilk duruşması sebebiyle Mahkemenizdeki dosyanın duruşmasına katılamayacağım. Yokluğumuzda karar verilmesine muvafakatimiz vardır…” şeklindeki açıklamalarını içeren dilekçesinin okunduğu, ardından sanıkların son sözlerinin sorulup sanık … müdafisinin yokluğunda sanıkların mâhkumiyetlerine karar verildiği,
Anlaşılmıştır.
Oldukça geniş bir kavram olan savunma hakkı, şüpheliyi ve sanığı ilgilendirdiği kadar, bir gün şüpheli veya sanık konumuna düşebilecek toplumda yaşayan herhangi bir ferdi, dolayısıyla da toplumu ve yine adaleti sağlama yükümlülüğü bulunan Devleti ilgilendirmektedir. Çünkü; ceza yargılamasında savunma, yargılamanın sonucunda verilen ve iddia ile savunmanın değerlendirilmesinden ibaret olan, hükmün doğru olmasını sağlar. Bu yönüyle, geniş bir bakış açısı ile değerlendirilmesi gereken savunma hakkı, susma, soru sorma, kendi aleyhine işlemlere katılmama, tercümandan yararlanma, kanıtların toplanmasını isteme, duruşmada hazır bulunma gibi hakların yanında müdafiden yararlanma hakkını da içerir.
Savunma, Anayasa’nın 36. maddesiyle anayasal güvence altına alınan meşru bir yol, müdafi de savunmanın meşru bir aracıdır. Dolayısıyla söz konusu hüküm, müdafi aracılığı ile savunulmayı da anayasal güvence altına almaktadır.
Savunma hakkı, uluslararası belgelerde de değerine uygun yerini almıştır. Bunlardan, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin 11/I, Medeni ve Siyasi Haklara İlişkin Milletlerarası Antlaşma’nın 14/3-b-d, Avrupa İnsan Hakları ve Ana Hürriyetleri Koruma Sözleşmesi’nin 6/3-b-c maddeleri sanığın müdafiden yararlanması konusunda açık düzenlemeler getirmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinin 3. fıkrasında, üst sınırı en az beş yıl hapis cezasını gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada, şüpheli veya sanığın müdafisinin bulunmaması hâlinde talebi aranmaksızın kendisine müdafi atanacağı hüküm altına alınmış iken, 19.12.2006 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun’un 21. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nın 150. maddesinde değişiklik yapılarak bu zorunluluk, alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlara şamil kılınmış, bu şekilde daha önce üst sınırı en az 5 yıl hapis cezası gerektiren suçlarda sanıklar için zorunlu müdafi atanması sistemi, alt sınırı 5 yıldan daha fazla hapis cezası gerektiren suçlardan yargılanan sanıklarla sınırlandırılmıştır.
5271 sayılı CMK’nın “Müdafi görevini yerine getirmediğinde yapılacak işlem ve müdafilik görevinden yasaklanma” başlıklı 151. maddesinin birinci fıkrasında;
“(1) 150 nci madde hükmüne göre görevlendirilen müdafi, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir veya görevini yerine getirmekten kaçınırsa, hâkim veya mahkeme derhâl başka bir müdafi görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir” düzenlemesi yer almaktadır.
5271 sayılı CMK’da savunma hakkı konusunda oldukça hassas davranılmış, bunun bir sonucu olarak da isteğe bağlı müdafiliğin yanında, bazı hâllerde zorunlu müdafilik benimsenmiştir. Aynı Kanun’un 2. maddesindeki tanıma bakıldığında, Ceza Muhakemesi Kanunu anlamında zorunlu (veya istek üzerine atanan) müdafi ile vekâletnameli müdafi arasında herhangi bir fark bulunmamaktadır.
5271 sayılı CMK’nın “Duruşmada hazır bulunacaklar” başlıklı 188. maddesinin birinci fıkrası;
“Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt kâtibinin ve Kanunun zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır bulunması şarttır” şeklinde düzenlenmiş olup, Kanun’un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafinin karar oturumu dâhil tüm oturumlarda hazır bulunması şart koşulmuş; 29.10.2016 tarihli ve 29872 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 676 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname’nin 5. maddesi ile bu fıkraya “Müdafiin mazeretsiz olarak duruşmayı terk etmesi hâlinde duruşmaya devam edilebilir” cümlesi, 24.12.2017 tarihli ve 30280 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 696 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararnamenin 96. maddesi ile de “mazeretsiz olarak” ibaresinden sonra gelmek üzere “duruşmaya gelmemesi veya” ibaresi eklenmiştir.
Ceza muhakemesinde “derhal uygulama” kuralı geçerlidir. Bu ilke gereğince, bir usül işlemine o sırada yürürlükte bulunan hukuk kuralı uygulanır. Usul Kanunlarında yapılan değişiklikler, yasa yürürlüğe girdikten sonra yapılacak işlemler hakkında uygulanacak olup maddi ceza hukuku kurallarının aksine geçmişe yürümezler.
5271 sayılı CMK’nın “Delillerin tartışılması” başlıklı 216. maddesi;
“(1) Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir.
(2) Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanunî temsilcisinin açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanunî temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir.
(3) Hükümden önce son söz, hazır bulunan sanığa verilir” şeklinde düzenlenmiş iken, 25.08.2017 tarihli ve 30165 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 694 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmündeki Kararname’nin 148. maddesi ile üçüncü fıkraya “Bu aşamada zorunlu müdafiin hazır bulunmaması hükmün açıklanmasına engel teşkil etmez” cümlesi eklenmiştir.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308. maddesinin 5. fıkrası ile 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın hukuka kesin aykırılık hâllerini düzenleyen 289. maddesinin birinci fıkrasının (e) bendi uyarınca, Cumhuriyet savcısı veya duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken diğer kişilerin yokluğunda duruşma yapılması durumunda da hukuka kesin aykırılık hâli bulunduğu kabul edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında ön sorunlara ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
5237 sayılı TCK’nın 188. maddesinin 3. fıkrası uyarınca cezasının alt sınırı 10 yıl olan ve 5271 sayılı CMK’nın zorunlu müdafiliği kabul ettiği uyuşturucu madde ticareti yapma suçundan yapılan yargılamada, hüküm tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan CMK’nın 150. maddesinin 3. fıkrası, 151. maddesinin 1. fıkrası ve 188. maddesinin 1. fıkrası hükümleri uyarınca, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanık … müdafisinin yokluğunda, adı geçen sanık hakkında yeni bir müdafii görevlendirilmeden ya da oturum ertelenmeden yargılamaya devam edilerek hükmün tesis ve tefhim edilmesinin savunma hakkının kısıtlanması niteliğinde bulunduğu ve bu durumun CMK’nın 289/1-e maddesi uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden biri olduğu, bu usule aykırılıklar nedeniyle Yerel Mahkemece verilen hükümlerinin, incelemeye konu her üç sanık bakımından diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazın değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 20. Ceza Dairesinin 05.05.2016 tarihli ve 14026-2764 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Elazığ 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 18.02.2015 tarihli ve 391-49 sayılı hükümlerin, duruşmada kanunen mutlaka hazır bulunması gereken sanık … müdafisi hazır bulundurulmaksızın hükümler tesis ve tefhim edilmesi isabetsizliğinden, incelemeye konu her üç sanık bakımından diğer yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 22.11.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.