Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2015/98 E. 2018/692 K. 25.12.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/98
KARAR NO : 2018/692
KARAR TARİHİ : 25.12.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 26-14

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanık …’ın TCK’nın 109/2, 109/3-e, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 3 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin Çemişgezek Asliye Ceza Mahkemesince verilen 24.03.2010 tarihli ve 26-14 sayılı hükmün sanık müdafisi tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 24.03.2014 tarih ve 4590-3825 sayı ile;
“Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 17.10.2006 gün, 2006/5-165 Esas, 2006/213 Karar sayılı ilamında belirtildiği üzere; soruşturmanın, bu sürecin asıl yetkilisi olan Cumhuriyet Savcısının suç öğrenmesiyle başlayacağı, dosya kapsamından mağdurenin ablası olan Neslihan’ın müracatı üzerine kollluğun somut herhangi bir soruşturma işleminin yapmayıp sanığı karakola davet ettiği, mağdurenin ve sanığın kendiliğinden karakola gelmeleri üzerine Cumhuriyet Savcısına bilgi verilip talimat alındığının anlaşılması ve ayrıca sanık tarafından mağdurenin şahsına bir zarar verilmediği anlaşıldığından, TCK.nın 110. maddesinin koşulları oluştuğu gözetilmeden anılan madde uygulanmayarak fazla ceza tayini” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 02.07.2014 tarih ve 287106 sayı ile;
“… İtirazlarımız TCK.nun 110. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükmünün olayda uygulama imkanının bulunmaması nedeniyle hükmün onanması gerektiğine yöneliktir. Şöyle ki;
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu düzenleyen, 5237 sayılı TCK.nun 109. maddesinde; ‘Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan…’ şeklinde tanımlanmıştır.
Aynı Kanunun etkin pişmanlık hükmünü düzenleyen 110. maddesinde de; ‘yukarıdaki maddede tanımlanan suçu işleyen kişi, bu suç nedeniyle soruşturmaya başlanmadan önce mağdurun şahsına zararı dokunmaksızın, onu kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakacak olursa cezanın üçte ikisine kadarı indirilir’ şeklindeki düzenlemeye yer verilmiştir.
TCK.nun 110. maddesinin gerekçesinde ise; ‘Madde metninde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu açısından etkin pişmanlık hâli düzenlenmiştir. Etkin pişmanlık için, suç tamamlandıktan sonra, mağdurun güvenli bir yerde serbest bırakılması gerekir. Bunun, kendiliğinden olması, yani herhangi bir zorlama olmadan gerçekleşmesi gerekir. Ayrıca, etkin pişmanlığın, bu suç nedeniyle soruşturmaya başlanmadan önce gerçekleşmesi gerekir. Soruşturma makamlarının işe el koymasından sonra serbest bırakma hâlinde, etkin pişmanlık hükmünden yararlanılamayacaktır…’ açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu düzenlemeler karşısında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunda etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanabilmesi için;
1) 5237 sayılı TCK’nun 109. madde kapsamında olan bir suç tamamlanmış olmalıdır. Zira eylem suç tamamlanmadan önce gerçekleşmesi halinde gönüllü vazgeçmeden bahsedilebilir.
2) Fail, hakkında henüz ‘soruşturma başlanmadan önce’ mağduru serbest bırakmış olmalıdır. Soruşturma makamlarının işe el koymasından sonra serbest bırakmada, bu koşul gerçekleşmiş sayılmaz. Pişmanlık suç yetkili makamlarca öğrenilmeden gerçekleşmelidir.
3) Fail, hürriyetinden mahrum ettiği kimseyi ‘kendiliğinden’ serbest bırakmalıdır. Serbest bırakma gerçek bir pişmanlık sonucu hür iradeyle gerçekleştirilmelidir.
4) Mağdurun güvenli bir yerde serbest bırakılması gerekir. Bunun için mağdur fiziksel ya da manevi olarak zarar görmeyeceği bir yere bırakılmalıdır. Kaçırılan mağdurun gece yarısı tenha bir yerde bırakılması durumunda cezanın azaltılmasını gerektiren şahsi sebepten istifade edilemez.
5) Son olarak fail, hürriyetinden mahrum ettiği kimsenin şahsına bir zarar vermemiş olmalı ve bu şartların birlikte gerçekleşmesi gerekir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 26.04.2011 gün ve 208–64 sayılı kararında da açıkça vurgulandığı üzere; TCY’nın 110. maddesinde geçen ‘mağdurun şahsına zarar’ kavramından, mağdurun vücut bütünlüğü ve cinsel dokunulmazlığına yönelik davranışlar kastedildiğinden, manevi ve ekonomik zararlar bu kapsamda değerlendirilemeyecektir
Somut olayda; suç tarihinde eşi ile tartışması nedeniyle evi terketmeye karar veren mağdure Özlem, evden çıkıp Akçapınar’a geldiği ancak araç bulamaması nedeniyle kızkardeşini telefon ile araması sonucu onun da teyzesini alarak, bir ticari araçla gelip Özlemi aldıkları, bir süre sonra olaydan haberdar olan sanık … yanında bir arkadaşı da olduğu halde mağdurenin bulunduğu aracın önünü keserek durdurduğu, ardından da aracın kapısını açarak mağdurelerden Neslihan’ın kolunu bükerek araçtan çıkarıp tekme tokat dövdüğü, sonra mağdure Özlem’i araçtan indirmek istediği sırada Neslihan’ın engel olmaya çalışması nedeniyle burnuna kafa atarak engellediği, bilahare mağdure Özlem’in kolunu bükerek araçtan çıkarmaya çalıştığı sırada 5-10 dakika kadar mücadele etmelerine rağmen sanığa engel olamadıkları ve sanığın Özlemin kolunu bükerek diğer araca götürdüğü, bu araç içerisinde de kendisine vurmak suretiyle darp edip evine götürmesi şeklinde gerçekleşen olayda; sanığın mağdure Özlem’e karşı kasten yaralama, suçunu işlediği gibi, ablasının götürülmesine engel olmak isteyen mağdure Neslihan Demir’e karşı da kasten yaralama ve hakaret suçlarını işlenmesi nedeniyle, mağdurun şahsına zararı dokunmaksızın, onu kendiliğinden güvenli bir yerde serbest bırakma şartının gerçekleşmediği görülmektedir. Bu itibarla sanık hakkında kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan verilen hükümle ilgili Yüksek 14. Ceza Dairesinin bozma kararı yerinde olmadığından hükmün onanması gerektiği” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Ceza Dairesince 02.12.2014 tarih ve 7388-13556 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme sanık … hakkında katılan …’e yönelik kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan kurulan mahkûmiyet hükmü ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında TCK’nın 110. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükmünün uygulanma koşullarının bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle, Yerel Mahkeme kararındaki kanun yolu bildiriminin yasal ve yeterli olup olmadığının ve buna bağlı olarak katılanın yüzüne karşı tefhim edilen hükmün katılana usulüne uygun şekilde tebliğ edilmesinin gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel Mahkemece, 24.03.2010 tarihli oturumda sanık ve müdafisi ile katlanın yüzüne karşı tefhim edilen kararın kanun yolu bildiriminin; “…Dair, C. Savcısı Ercan Erdoğan (95223)’ın huzurunda ve mütalaaya kısmen uygun, sanık … ve müdafii Av. …, katılan … Yıldırım, katılan sanık … Demir’in yüzüne karşı, tebliğden itibaren 7 gün içinde mahkememize verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek kaydıyla zabıt katibine bulunulacak beyanla kararın (D) kısmı Elazığ Nöbetçi Ağır Ceza Mahkemesince incelenmek üzere itiraz yolu açık, (A), (B), (C), (E), (F) kısmı Yargıtayca incelenmek üzere temyiz yolu açık olan karar açıkça okundu ana çizgileriyle anlatıldı” şeklinde olduğu, gerekçeli kararın katılana tebliğ edilmediği, hükmü sadece sanık müdafisinin temyiz ettiği,
Anlaşılmaktadır.
2709 sayılı Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 40/2. maddesininde; “Devlet, işlemlerinde, ilgili kişilerin hangi kanun yolları ve mercilere başvuracağını ve sürelerini belirtmek zorundadır” hükmüne yer verilmiş,
Bu düzenlemeye paralel olarak 5271 sayılı CMK’nın 34/2. maddesinde; “Kararlarda, başvurulabilecek kanun yolu, süresi, mercii ve şekilleri belirtilir”,
Aynı Kanun’un 232/6. maddesinde ise; “Hüküm fıkrasında, 223 üncü maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve mercinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir”,
Şeklindeki emredici düzenlemeler yer almıştır.
Öte yandan Yerel Mahkemece verilen karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesinde, genel kural olarak tarafların temyiz isteğinde bulunabilecekleri süre hükmün tefhiminden, tefhim edilmemişse tebliğinden başlamak üzere bir hafta olarak belirlenmiştir. Temyiz süresi 310. maddenin 3. fıkrasındaki farklı durum hariç olmak üzere, hükmün açıklanması sırasında hazır bulunanlar yönünden bu tarihte, yokluklarında hüküm verilenler yönünden ise gerekçeli kararın tebliği tarihinde başlayacaktır.
5271 sayılı CMK’nın 40. maddesinin 1. fıkrasında da, kusuru olmaksızın bir süreyi geçirmiş olan kişinin, eski hale getirme isteminde bulunabileceği, 2. fıkrasında ise, kanun yoluna başvuru hakkının kendisine bildirilmemesi halinde, kişinin kusursuz sayılacağı belirtilmiştir.
Anılan düzenlemelerden, hüküm ve kararlardaki kanun yolu bildiriminin; kanun yolu, mercii, şekli ve süresini de kapsaması zorunluluğu yanında, açıkça anlaşılabilir ve her türlü yanıltıcı ifadeden uzak olması gerektiği sonucuna varılmaktadır. Bu bildirimlerdeki temel amaç tarafların başvuru haklarını etkin bir biçimde kullanmalarının sağlanması ve bu eksiklik nedeniyle hak kayıplarına yol açılmamasıdır. Ancak burada dikkat edilmesi gereken husus eksik veya yanılgılı bildirim nedeniyle bir hakkın kullanılmasının engellenip engellenmediğinin belirlenmesidir. Bildirimdeki eksikliğin yol açtığı bir hak kaybı bulunmamakta ise, bu durum eski hale getirme nedeni oluşturmayacaktır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel Mahkemece katılana tefhim olunan hükümde, karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK’nın 310. maddesinin birinci fıkrası uyarınca temyiz süresi tefhimden itibaren başlamak üzere bir hafta olduğu hâlde, kanun yolu bildiriminin katılana “… tebliğden itibaren 7 gün içinde mahkememize verilecek bir dilekçe veya tutanağa geçirilmek kaydıyla zabıt katibine bulunulacak beyanla … temyiz yolu açık olan karar açıkça okundu ana çizgileriyle anlatıldı” şeklinde yapıldığı anlaşılmış olup, tefhim edilen hükümde temyiz süresinin tebliğden itibaren başlayacağının belirtilmesi nedeniyle temyiz süresinin başlangıcı yönünden kanun yolu bildirimi açıkça yanıltıcı niteliktedir. Bu nedenle hükmün katılana, kanun yolunu tam ve doğru şekilde gösterir açıklamalı şerh içeren tebligat evrakı ile usulünce tebliğ edilerek temyiz süresinin başlatılması, kararın katılan tarafından temyiz edilmemesi halinde sadece sanık müdafisinin temyiziyle sınırlı olarak sonuçlandırılması; katılan tarafından temyiz edilmesi durumunda ise ek tebliğname düzenlemesi sağlanıp temyiz istemlerinin birlikte ve tek seferde incelenerek temyiz davasının sonuçlandırılmasının gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 24.03.2014 tarih ve 4590-3825 sayılı bozma ilamının kaldırılmasına, Çemişgezek Asliye Ceza Mahkemesinin 24.03.2010 tarih ve 26-14 sayılı hükmünün, katılana kanun yolunu tam ve doğru şekilde gösterir açıklamalı şerh içeren tebligat evrakı ile usulünce tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere dosyanın Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 24.03.2014 tarih ve 4590-3825 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, Çemişgezek Asliye Ceza Mahkemesinin 24.03.2010 tarih ve 26-14 sayılı hükmünün katılan … Yıldırım’a usulünce tebliğinin sağlanması için tevdi kararı verilmesi amacıyla dosyanın Yargıtay 14. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 25.12.2018 tarihinde yapılan müzakerede oy birliğiyle karar verildi.