Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2015/7 E. 2018/480 K. 25.10.2018 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/7
KARAR NO : 2018/480
KARAR TARİHİ : 25.10.2018

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 4. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Sayısı : 275-403

Konut dokunulmazlığının ihlali suçundan sanıklar … ve … hakkında açılan kamu davasının şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşmesine ilişkin Ilgın Asliye Ceza Mahkemesince verilen 09.11.2010 tarihli ve 275-403 sayılı hükümlerin, Cumhuriyet Savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 4. Ceza Dairesince 19.03.2014 tarih ve 12141-8209 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 10.05.2014 tarih ve 101501 sayı ile;
”Konut dokunulmazlığını bozma suçu 5237 sayılı TCK’nın 116/1. maddesinde; ‘Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikayeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır’ şeklinde düzenlenmiş, maddenin 4. fıkrasında; ‘Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi’ cezayı ağırlaştırıcı bir neden olarak öngörülmüştür.
Konut dokunulmazlığını bozma suçu, bir kimsenin konutuna veya eklentilerine rızasına aykırı olarak girilmesi ya da rıza ile girildiği hâlde çıkılmamasıyla işlenmeye başlamakta ve konutun terk edilmesine, başka bir anlatımla hukuki ya da fiili kesintinin gerçekleşmesine kadar devam etmektedir.
5237 sayılı TCK’nın 116/1 ve 116/2. maddelerinde yazılı konut ve iş yeri dokunulmazlığını bozma suçu takibi şikâyete bağlı suçlardandır, ancak TCK’nın 116/4. maddesinde yazılı ‘Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi’ hâlinde, suçun takibi şikâyete bağlı olmadığı, ayrıca TCK’nın 119. maddesinde yazılı ortak hükümler başlıklı düzenlemede aynı Kanun’un 119/1. maddesi uyarınca konut dokunulmazlığını bozma suçunun nitelikli hâllerinin işlenmesi hâlinde, suçun takibi şikâyete bağlı olmaktan çıkarak resen takibi gereken nitelikte olacaktır.
5237 sayılı TCK’nın soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı suçlar başlıklı 73. maddesine göre,
‘(1) Soruşturulması ve kovuşturulması şikayete bağlı olan suç hakkında yetkili kimse altı ay içinde şikayette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamaz.
(2) Zamanaşımı süresini geçmemek koşuluyla bu süre, şikayet hakkı olan kişinin fiili ve failin kim olduğunu bildiği veya öğrendiği günden başlar.
(3) Şikayet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı aylık süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez.
(4) Kovuşturma yapılabilmesi şikayete bağlı suçlarda kanunda aksi yazılı olmadıkça suçtan zarar gören kişinin vazgeçmesi davayı düşürür ve hükmün kesinleşmesinden sonraki vazgeçme cezanın infazına engel olmaz.
(5) İştirak halinde suç işlemiş sanıklardan biri hakkındaki şikayetten vazgeçme, diğerlerini de kapsar.
(6) Kanunda aksi yazılı olmadıkça, vazgeçme onu kabul etmeyen sanığı etkilemez.
(7) Kamu davasının düşmesi, suçtan zarar gören kişinin şikayetten vazgeçmiş olmasından ileri gelmiş ve vazgeçtiği sırada şahsi haklarından da vazgeçtiğini ayrıca açıklamış ise artık hukuk mahkemesinde de dava açamaz.’ hükmünü içermektedir.
Türk Ceza Kanunu’nda ve diğer özel kanunlarda yer alan suçların büyük çoğunluğu resen soruşturma yapılan takibi şikâyete bağlı olmayan suçlardır.
Kanunda bir suçun ne şekilde takip edileceği konusunda kesin bir açıklık bulunmamakta ise bu suçun resen takip edilecek suçlardan olduğu kabul edilmektedir.
Bunun dışında, bir suçun takibinin şikâyete bağlı bulunabilmesi için, kanunda o suçla ilgili olarak açıkça soruşturmasının ve kovuşturmasının şikâyete bağlı olduğunun yazılı olması gerekir.
Aksi takdirde söz konusu suçun resen takibi gerekecektir. Bir suçun takibi şikâyete bağlı olduğu ya suçun düzenlendiği madde metni içinde yer alır ya da bir başka kanun maddesi içinde bulunabilir.
Bir suçun basit hâlinin şikâyete bağlı olması durumunda kural olarak o suçun artırım ve indirim maddeleri de takibi şikâyete bağlı suç niteliğindedir.
Ancak suçun nitelikli hâlleri olarak belirtilen ve cezanın alt ve üst sınırlarını belirleyen düzenleme maddelerin bulunduğu fıkralarda açıkça suçun takibi şikâyete bağlı bulunduğu belirtilmemişse söz konusu nitelikli hâlin artık takibi şikâyete bağlı olmadığı ve resen soruşturma ve kovuşturma yapılacağı kabul edilmektedir.
Maddi olayda, sanık …’ın şikâyetçi …’in kızı olan Hayrünnisa Savaş ile evli oldukları ve aralarında geçimsizlikten dolayı şikâyetçi …’in yanında kalmaya başladığı, sanık … ile annesi olan diğer sanık …’ın şikâyetçi ….’in ikametine gittikleri, Sanık …’ın apartmanın giriş kapısındaki zile basarak eşi ile görüşmek istediğini söylediği, ancak şikâyetçinin ‘Defol git sana karını göstermiyorum’ demesi üzerine sanık …’ın öfkeyle apartmanın giriş kapısının camını kırmak suretiyle binaya girdiği, arkasından diğer sanık …’ın da eve girdiği, her iki sanığın, apartman içine şikâyetçinin rızası dışında girmeleri üzerine şikâyetçilerin emniyeti telefonla arayarak haber verdikleri, emniyet görevlilerinin gelerek olaya müdahale etmesi sonucunda olayın sona erdiği şeklindeki eylemde,
Şikâyetçi …’in sanıklar hakkındaki şikâyetinden vazgeçtiği, ancak sanıkların birlikte fikir ve eylem birliği içinde işlediği suçun TCK’nın 116/1 ve 119/1-c maddeleri kapsamında bulunduğu, bu nitelikli hâlin cezasının alt ve üst sınır gösterilerek düzenlendiği ve suçun takibinin şikâyete bağlı olduğu konusunda bir açıklık bulunmadığı, bu nedenle TCK’nın 116/1 ve 119/1-c. maddeleri uyarınca resen takibi gerektiren suçlardan olduğunun kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, sanıklar … ve …’ın işlediği konut dokunulmazlığını bozma suçunun, TCK’nın 116/1 ve 119/1-c. maddeleri kapsamında bulunduğu ve atılı suçun takibi şikâyete bağlı suç niteliğinde olmayıp resen takibi yapılan suçlardan olduğu gözetilmeden sanık hakkında konut dokunulmazlığını bozma suçundan TCK’nın 73/4. maddesince verilen kamu davasının düşürülmesine ilişkin, Ilgın Asliye Ceza Mahkemesinin 09.11.2010 tarih ve 275-403 sayılı kararının hukuka aykırı olduğu” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 4. Ceza Dairesince 20.11.2014 tarih ve 25033-33696 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık … hakkında mala zarar verme suçundan açılan kamu davasının düşmesine ilişkin hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme, sanıklar … ve … hakkında konut dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıkların eylemlerinin TCK’nın 119/1-c bendi kapsamında kalıp kalmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
28.09.2010 tarihli görgü ve tespit tutanağına göre; olay günü saat 11.30 sıralarında Milli Egemenlik Mahallesi 357. Sokak No. 29 adresinde bulunan eve baskın yapıldığı ihbarı üzerine emniyet görevlilerince olay yerine gidilerek yapılan incelemede, binanın giriş kapısının sol üst camında 30×70 cm ebadında kırık bulunduğunun görüldüğü anlaşılmıştır.
Mağdur … soruşturma evresinde; sanık …’ın, kızı…. Savaş ile evli olduğunu, olay tarihinde saat 09.00 sıralarında çocuğu ile birlikte evine gelen kızı….’nın, eşiyle artık geçinemediklerini ve ayrılmak istediğini söylediğini, aynı gün saat 11.30 sıralarında sanık …’ın, evinin önüne gelerek kapıyı açmasını istediğini, sanığa daha sonra gelmesi hâlinde görüşebileceklerini söylemesi üzerine sanığın ayakkabısının tekini çıkarıp evinin bulunduğu apartmanın giriş kapısının camına vurarak kırdığını ve binaya girdiğini, kendisinin de dairesine ait çelik kapıyı kilitlediğini ve açmadığını, bu olayların gerçekleştiği sırada dünürleri olan sanık … ve tanık …’ın da olay yerinde bulunduğunu, evine gelip binanın camını kırarak içeri giren sanık … hakkında şikâyetçi olduğunu ve kendisiyle uzlaşmak istemediğini, kovuşturma evresinde ise; olayın iddianamede anlatıldığı gibi gerçekleştiğini, ancak kızı ve damadı olan sanık …’ın barışmaları nedeniyle şikâyetinden vazgeçtiğini,
Mağdur…. Savaş soruşturma evresinde; eşi olan sanık … ile aralarındaki geçimsizlik nedeniyle olay tarihinde saat 09.00 sıralarında evden ayrılarak babası olan mağdur …’in evine gittiğini, aynı gün saat 11.30 sıralarında sanık …’ın, annesi sanık … ve babası tanık … ile birlikte babasının evine geldiklerini, sanık …’ın, babasına seslenerek kapıyı açmasını istediğini, “Çocuğumu verin” diye bağırdığını, cam kırılma sesi duyduğunu, ancak dışarı çıkmadığı için camın nasıl kırıldığını görmediğini, sanık …’ın ailesiyle birlikte yukarı çıktığını duyduğunu, babasının evine gelmeden önce kendisini telefonla arayan ve nerede olduğunu soran sanık …’ın “Baban mezara girecek, ben hapse gireceğim” dediğini, şikâyetçi olmadığını,
Tanık … soruşturma evresinde; oğlu olan sanık … ile mağdur….’nın evli olduklarını ve bu evlilikten bir aylık bir çocuklarının bulunduğunu, olay günü Konya’ya gitmeden önce torununu görmek istediğini, mağdur….’nın, babasının evinde olduğunu öğrenmeleri üzerine sanıklar …. ve Mücella ile birlikte mağdur …’in evine gittiklerini, sanık …’ın zile bastığını ve ikinci katın penceresinden kendilerine neden geldiklerini soran mağdur …’e çocuğu görmek istediklerini söylediğini, ancak mağdur …’in “Çocuğunu, karını sana göstermiyorum, defol git evimden, kapıyı açmıyorum, istediğin yere, istediğin adli makama başvur, çocuğunu da karını da vermiyorum” dediğini, bunun üzerine sanık …’ın bir anlık öfkeyle ayakkabısını çıkartıp, apartmanın giriş kapısında bulunan kelebek camı kırarak içeri girdiğini, kendisinin dışarıda beklediğini, bir süre sonra polis memurlarının gelerek kendisini polis merkezine götürdüklerini,
Beyan etmişlerdir.
Sanık … soruşturma evresinde; oğlu olan sanık … ile mağdur….’nın evli olduklarını ve bu evlilikten bir aylık bir çocuklarının bulunduğunu, olay günü Konya’ya gitmeden önce torununu görmek istediğini, mağdur….’nın, babasının evinde olduğunu öğrenmeleri üzerine sanık … ve eşi olan tanık Adem ile birlikte mağdur …’in evine gittiklerini, sanık …’ın zile bastığını ve ikinci katın penceresinden kendilerine neden geldiklerini soran mağdur …’e çocuğu görmek istediklerini söylediğini, ancak mağdur …’in “Çocuğunu, karını sana göstermiyorum, defol git evimden, kapıyı açmıyorum, istediğin yere, istediğin adli makama başvur, çocuğunu da karını da vermiyorum” dediğini, bunun üzerine sanık …’ın bir anlık öfkeyle ayakkabısını çıkartıp, apartmanın giriş kapısında bulunan kelebek camı kırarak içeri girdiğini, kendisinin de sanık …’ın peşinden içeri girdiğini, sanık …’ın dairenin giriş kapısına hiç dokunmadığını, olay yerinde bulundukları sırada polis memurlarının geldiğini, kovuşturma evresinde ise; sanık … camı kırıp apartmanın içerisine girdikten sonra onu engellemek amacıyla kendisinin de içeri girdiğini,
Sanık … soruşturma evresinde; mağdur…. ile evli olup bu evlilikten bir aylık bir çocuklarının olduğunu, olay günü annesi sanık … ve babası tanık Adem’in Konya’ya gitmeden önce torunlarını görmek istediklerini söylemeleri üzerine kendi evine gittiklerini, evde kimsenin olmadığını görünce mağdur….’yı cep telefonu ile aradığını, mağdur….’nın, babasının evinde olduğunu söylediğini, çocuğuna bir şey olabileceği endişesiyle sanık … ve tanık Adem ile birlikte mağdur …’in evine gittiklerini, zile bastığını ve ikinci katın penceresinden kendilerine neden geldiklerini soran mağdur …’e çocuğu görmek istediklerini söylediğini, ancak mağdur …’in “Çocuğunu, karını sana göstermiyorum, defol git evimden, kapıyı açmıyorum, istediğin yere, istediğin adli makama başvur, çocuğunu da karını da vermiyorum” dediğini, bunun üzerine bir anlık öfkeyle ayakkabısını çıkartıp, apartmanın giriş kapısında bulunan kelebek camı kırarak içeri girdiğini, dairenin giriş kapısına hiç dokunmadığını, yalnızca dışarıdan seslendiğini, kapının açılmadığını ve bir süre sonra polis memurlarının olay yerine geldiğini, camı kötü niyetle kırmadığını, amacının eşini ve çocuğunu görmek olduğunu, kovuşturma evresinde ise; camı kırıp apartmanın içerisine girdikten sonra annesi sanık …’nın da kendisini engellemek amacıyla içeri girdiğini,
Savunmuşlardır.
Konut dokunulmazlığının ihlali suçu 5237 sayılı TCK’nın “Kişilere Karşı Suçlar” kısmının “Hürriyete Karşı Suçlar” bölümündeki 116. maddesinde;
“1) Bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Birinci fıkra kapsamına giren fiillerin, açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi hâlinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adlî para cezasına hükmolunur.
3) Evlilik birliğinde aile bireylerinden ya da konutun veya işyerinin birden fazla kişi tarafından ortak kullanılması durumunda, bu kişilerden birinin rızası varsa, yukarıdaki fıkralar hükümleri uygulanmaz. Ancak bunun için rıza açıklamasının meşru bir amaca yönelik olması gerekir.
4) Fiilin, cebir veya tehdit kullanılmak suretiyle ya da gece vakti işlenmesi hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiş,
Madde gerekçesinde; “Madde, Anayasanın 21 inci maddesinde güvence altına alınan konut dokunulmazlığını ihlâl fiillerini suç olarak tanımlamaktadır. Konut dokunulmazlığının ihlâli, kişinin kendisine özgü barış ve sükûnunu ve yuvasındaki yaşamının sulh ve selametle cereyanı için var olması gerekli güvenlik duygusunun sarsılmasını ifade etmektedir.
Bireylere karşı işlenen ve aynı zamanda onların muhtaç oldukları güvenlik ve sükûnu ihlâl eyleyen bu fiillerin, hürriyete karşı işlenen suçlar arasında bir suç olarak tanımlanması uygun görülmüştür” biçiminde açıklamalara yer verilmiştir.
Madde gerekçesinde de özenle vurgulandığı üzere konut dokunulmazlığının ihlali ile mülkiyet ve zilyetlik hakkı değil, kişi hürriyeti korunmaktadır. Kanunda mülkiyet ve zilyetliği koruyan başka hükümler bulunmakta olup, bu suçla kişilerin konutlarındaki güvenlik duygusu, sükûn ve huzurlarının korunması amaçlanmaktadır.
Konut dokunulmazlığının ihlâli kasten işlenebilen bir suçtur. Failin, başkasının konut dokunulmazlığını bilerek ve isteyerek ihlâl etme iradesi suçun manevi unsurudur. Bu suçun manevi unsuru bakımından doğrudan ve genel kastın bulunması yeterli olup failin suçu işleme nedeninin, maksadının veya saikinin bir önemi bulunmamaktadır. Dolayısıyla bu suçta özel kast aranmamaktadır.
TCK’nın “Ortak hüküm” başlıklı 119. maddesinde de;
“(1) Eğitim ve öğretimin engellenmesi, kamu kurumu veya kamu kurumu niteliğindeki meslek kuruluşlarının faaliyetlerinin engellenmesi, siyasi hakların kullanılmasının engellenmesi, inanç, düşünce ve kanaat hürriyetinin kullanılmasını engelleme, konut dokunulmazlığının ihlali ile iş ve çalışma hürriyetinin ihlali suçlarının;
a) Silahla,
b) Kişinin kendisini tanınmayacak bir hale koyması suretiyle, imzasız mektupla veya özel işaretlerle,
c) Birden fazla kişi tarafından birlikte,
d) Var olan veya var sayılan suç örgütlerinin oluşturdukları korkutucu güçten yararlanılarak,
e) Kamu görevinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle,
İşlenmesi halinde, verilecek ceza bir kat artırılır.
(2) Bu suçların işlenmesi sırasında kasten yaralama suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hallerinin gerçekleşmesi durumunda, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.” şeklindeki hüküm ile konut dokunulmazlığının ihlali suçunun daha ağır cezayı gerektiren nitelikli hâllerine yer verilmiştir.
Uyuşmazlığın çözümü için konut dokunulmazlığının ihlali suçunun; TCK’nın 30. maddesinin dördüncü fıkrasındaki “Haksızlık yanılgısı” kavramıyla birlikte irdelenerek 5237 sayılı TCK’da benimsenen “Kusur” ilkesiyle ilişkilendirilmesi, buna göre de TCK’nın 119. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendindeki koşulların gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesinden sonra soruşturma ve kovuşturma usulleri de dikkate alınarak CMK’nın 223. maddesinde açıklanan hükümlerden hangisine öncelik tanınması gerektiğinin yasal düzenlemeler, yargı kararları ve öğretideki görüşlerden yararlanılarak ortaya konması gerekmektedir.
TCK’nın 116. maddesinin birinci ve ikinci fıkralarında ve madde gerekçesinde açıkça belirtildiği üzere konut dokunulmazlığının ihlali suçunun soruşturma ve kovuşturması şikâyete bağlıdır. Şikâyet hakkı, yalnızca rıza beyan etmeye yetkili kişiye değil, aynı zamanda konuta girildiği sırada konutta bulunan herhangi bir kişiye aittir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu da 19.02.1973 tarihli ve 299-155 sayılı kararında aynı çatı altında barınan kişilerden her birinin şikâyet hakkı bulunduğu sonucuna varmıştır. Bununla birlikte 06.12.2006 tarihli ve 5560 sayılı Kanun’un 6. maddesiyle TCK’nın 142. maddesine eklenen dördüncü fıkra uyarınca hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlali suçunun işlenmesi hâlinde bu suçtan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikâyet aranmaz. Yine TCK’nın 116. maddesinin dördüncü fıkrasında ve 119. maddesinin birinci fıkrasında belirtilen nitelikli hâllerin varlığı hâlinde bu suçun soruşturma ve kovuşturması resen yapılır. TCK’nın 119. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendinde yer verilen nitelikli hâlin uygulanması için faillerin en az iki kişi olması ve suçun icra hareketlerinin müşterek fail olarak sorumluluğu gerektirecek şekilde gerçekleştirilmesi gerekmektedir. Dolayısıyla konut dokunulmazlığının ihlali suçunun, bir başkasının azmettirilmesi veya yardım eden sıfatıyla iştirak edilerek işlenmesi hâlinde, bu nitelikli hâl gereğince cezada artırım yapılmayacaktır. Maddede yer verilen “birlikte” teriminin ifade ettiği anlam ise birden fazla kişinin suçu işlerken beraberce hareket etmeleri, birlikte bulunmalarıdır. Ancak, bu kişilerin suçun işlenmesinden önce aralarında anlaşmış olmaları şart değildir (M. Emin Artuk – Ahmet Gökcen – M. Emin Alşahin – Kerim Çakır, Ceza Hukuku Özel Hükümler, On Altıncı Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2017, s. 252, 320; Ali Rıza Çınar, Konut Dokunulmazlığını İhlal Cürümleri, Yargıtay Dergisi, Ekim-1991, s. 488; Güneş Okuyucu, Türk Hukukunda Konut Dokunulmazlığını İhlal Suçları, Yüksek Lisans Tezi, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Ankara, 2003, s. 132). Bu durumun nitelikli hâl sayılmasının nedeni, tehlikenin artması ve mağdurun kendini savunma olanağının azalmasıdır (Durmuş Tezcan – Mustafa Ruhan Erdem – R. Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Dokuzuncu Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2013, s. 444; Çınar, s. 488; Okuyucu, s. 132-133).
765 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esasına dayanan düzenlemelere yer verilmiş iken, 5237 sayılı TCK’da objektif sorumluluk esası benimsenmemiştir. Suçu, “Kanunda tanımlanmış bir haksızlık” olarak öngören yeni suç teorisinde, bir hareketi yapan kişi, bu hareketin tüm sonuçlarından her şartta sorumlu tutulmamakta, bir başka anlatımla “kusursuz sorumluluk” terkedilmiş olmaktadır (İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Bası, s.161).
Ayrıntıları Anayasa Mahkemesinin 19.02.2009 tarihli ve 72-24 sayılı kararında da açıklandığı üzere, çağdaş ceza hukukunun önde gelen özelliklerinden birinin kusurlu sorumluluğu benimsemiş bulunmasıdır. Ceza hukukçularının büyük bir çoğunluğuna göre, bir insan davranışı olmadan suç olmaz, ancak onun bu davranışı nedeniyle ortaya çıkan sonuçtan sorumlu tutulabilmesi için de, o davranışının en azından kusurlu bulunması gerekir. Böylece modern ceza hukuku, objektif sorumluluğu terk ederek “kusursuz suç olmaz” anlayışını çağdaş ceza hukukunun temel bir ilkesi olarak kabul etmiştir.
TCK’nın “Kast” başlıklı 21. maddesinin birinci fıkrasında;
“Suçun oluşması kastın varlığına bağlıdır. Kast, suçun kanuni tanımındaki unsurların bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir.” açıklamalarına yer verilerek, kastın unsurlarının bilme ve isteme olduğu vurgulanmıştır. Bu kapsamda, kişinin ceza hukuku bakımından sorumlu tutulabilmesi için gerçekleştirdiği fiilin haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerekmektedir.
TCK’nın “Kanunun bağlayıcılığı” başlığını taşıyan 4. maddesinde yer alan “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” kuralıyla, islenen fiilin suç olduğunun bilinmemesinin failin cezai sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı ifade edilmektedir. Buna göre, kanunda suç olarak düzenlenen bir fiilin suç teşkil etmediği inancıyla gerçekleştirilmesi hâlinde de failin cezai sorumluluğu bulunmaktadır.
Bu aşamada, TCK’nın 30. maddesinde düzenlenen “hata” hükmüne ilişkin açıklamalarda da bulunulması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nın “Hata” başlıklı 30. maddesi üç fıkra hâlinde;
“Fiilin icrası sırasında suçun kanunî tanımındaki maddî unsurları bilmeyen bir kimse, kasten hareket etmiş olmaz. Bu hata dolayısıyla taksirli sorumluluk hâli saklıdır.
Bir suçun daha ağır veya daha az cezayı gerektiren nitelikli hâllerinin gerçekleştiği hususunda hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.
Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenlere ait koşulların gerçekleştiği hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, bu hatasından yararlanır.” şeklinde düzenlenmiş iken, 08.07.2005 tarih ve 25869 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun’un 4. maddesi ile eklenen; “İşlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, cezalandırılmaz” biçimindeki dördüncü fıkra ile son hâlini almıştır.
Maddede çeşitli hata hâlleri düzenlenmiş olup, uyuşmazlık konusu itibarıyla TCK’nın 30. maddesinin dördüncü fıkrasında düzenlenen “Haksızlık yanılgısı” kavramı üzerinde durulacaktır.
TCK’nın 30. Maddesine 5377 sayılı Kanun ile eklenen dördüncü fıkrada, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişinin cezalandırılmayacağı hüküm altına alınmıştır.
Anılan fıkranın gerekçesinde;
“Kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre, kişi işlediği fiilin hukuken kabul görmez bir davranış olduğunun bilincinde olmalıdır. Kişinin, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğunu bilmesine rağmen, bunun kanunda suç olarak tanımlandığını bilmemesinin bir önemi bulunmamaktadır. Ceza hukuku bakımından sorumluluk için önemli olan, işlenen fiilin haksızlık oluşturduğunun bilinmesidir.
Ancak, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususundaki hatasının kaçınılmaz olması hâlinde, kişi kusurlu sayılamaz. Hatanın kaçınılamaz olduğunun belirlenmesinde ise kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre koşulları göz önünde bulundurulur.
Hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak ve bu husus, temel cezanın belirlenmesinde göz önünde bulundurulacaktır” açıklamalarına yer verilmiştir.
Bu fıkrada, kişinin işlediği fiilden dolayı kusurlu ve sorumlu tutulabilmesi için, bu fiilin bir haksızlık oluşturduğunu bilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Buna göre, kanuni tanımda yer alan tüm şartların bilgisi içinde hareket eden ve kastı bulunan fail, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu konusunda kaçınılmaz bir hataya düşmüşse, diğer bir ifadeyle, eyleminin haksızlık oluşturmadığı, meşru olduğu düşüncesiyle hareket etmişse ve bu yanılgısı içinde bulunduğu şartlar bakımından kaçınılmaz nitelikte ise artık cezalandırılmayacaktır. Hatanın kaçınılmaz olduğunun belirlenmesinde, kişinin bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre şartları göz önünde bulundurulacaktır. Hatanın kaçınılabilir olması durumunda kişi kusurlu sayılacak, diğer bir ifadeyle fiilden dolayı sorumlu tutulacak, ancak bu hata temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınacaktır.
Ancak, “Haksızlık yanılgısı” ilkesinin, TCK’nın “Kanunun bağlayıcılığı” başlığını taşıyan 4. maddesinde yer alan “Ceza kanunlarını bilmemek mazeret sayılmaz” hükmü ile çatışmayacak şekilde yorumlanması gerekmektedir (Adem Sözüer, Hukuki Hata, Yargıtay Dergisi, C. 21, S. 4, Ekim 1995, s. 489). Zira bu ilke, kişilerin suç işledikten sonra cezadan kurtulmak amacıyla sığınabilecekleri bir düzenleme niteliğinde değildir. Esasen, işlediği fiilin haksızlık oluşturduğu hususunda kaçınılmaz bir hataya düşen kişi, hukuk düzenince tasvip edilmeyen ve izin verilmeyen, hukuku ihlal eden bir hareket yaptığının farkında olmadığından “Kanunu bilmemek mazeret sayılmaz” kuralına da aykırı hareket etmemiş olacaktır. Bu anlamda failin, yetkili bir organ ya da resmî bir makamın açıklamasına güvenerek hataya düşmesi hâlinde kural olarak kendisine kusur isnat edilemeyecekken, töre cinayeti örneğinde olduğu gibi kişisel, siyasi, dini veya ahlaki düşüncelerine göre yaptığı hareketi doğru kabul etmesi durumunda, davranışının toplumsal normlara ve hukuk düzenine aykırı olduğunu bilmesi nedeniyle sorumluluktan kurtulamayacağı kabul edilmelidir.
Öte yandan, 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinde hükümler “beraat, ceza verilmesine yer olmadığı, mahkûmiyet, güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi, davanın düşmesi kararı” olarak sayılmış, aynı maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında hangi hâllerde ceza verilmesine yer olmadığına; sekizinci fıkrasında da TCK’da öngörülen düşme sebeplerinin varlığı ya da soruşturma veya kovuşturma şartının gerçekleşmeyeceğinin anlaşılması hâllerinde davanın düşmesine karar verileceği belirtilmiştir. Maddenin dokuzuncu fıkrasında ise; “Derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemeyeceği” hüküm altına alınmıştır. Görüldüğü gibi dokuzuncu fıkrada derhal beraat kararından söz edilmesine rağmen derhal ceza verilmesine yer olmadığı kararına yer verilmemiş olması nedeniyle anılan düzenleme sınırlayıcı niteliktedir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Eşi ile aralarındaki geçimsizlikten dolayı olay günü çocuğunu da alarak babası …’in evine giden Hayrunisa Savaş’ı evde bulamayan sanık …’ın telefonla eşinin yerini öğrendikten sonra annesi olan diğer sanık … ve babası olan tanık … ile birlikte çocuğunu görmek amacıyla kayın pederinin evinin bulunduğu apartmanının önüne geldikten sonra dış kapıdaki zili çalarak eşi ile görüşmek istediğini söylemesi üzerine; pencereye çıkan kayın pederinin “Çocuğunu, karını sana göstermiyorum, defol git evimden, kapıyı açmıyorum, istediğin yere, istediğin adli makama başvur, çocuğunu da karını da vermiyorum” demesine sinirlenip, ani bir öfkeyle ayakkabısını çıkararak apartman kapısının camını kırdıktan sonra kilidi açarak içeri girdiği, arkasından annesi olan diğer sanık …’ın da apartmanın içerisine girdiği; ancak daire kapısını kilitleyen mağdur …’in emniyet görevlilerini telefonla araması üzerine, her iki sanığın mağdura ait daireye girmeksizin yakalandıkları, her iki sanığın bina içerisinde yarım saatten az bir süre kaldıklarının dosya içerisindeki tutanaklardan anlaşılmasına karşın, görevliler tarafından yakalandıkları yerin belirtilmemesi nedeniyle bina içerisinde kaldıkları sürenin kesin olarak belirlenemediği gibi bu aşamadan sonra belirlenmesinin de mümkün olmadığı olayda;
Oğlunu engellemek için apartmanın içerisine girdiğini beyan eden sanık …’ın savunmasının aksini ispatlayacak hiçbir delil bulunmadığı gibi bir annenin hayatın olağan akışına uygun olan bu davranışının da savunmayı destekler nitelikte olması, olaydan hemen sonraki ifadesinde dahi sadece damadından şikâyetçi olduğunu beyan eden mağdurun, resmen devam eden bir evliliğin fiilen devamını sağlamak yada torununu görmek için evinin kapısına gelen ve sırf oğluna engel olmak amacıyla apartmanın içerisine giren sanık …’ın bina içerisine girmesine açıkça karşı çıktığına dair herhangi bir beyanının mevcut olmaması nedeniyle haksızlık bilinci içerisinde hareket etmediği dosya içeriğinden anlaşılan sanık …’ın bilgi düzeyi, gördüğü eğitim, içinde bulunduğu sosyal ve kültürel çevre koşulları, oğlu olan diğer sanık … ile mağdur …’in olay öncesi ve olay sırasındaki davranışları dikkate alındığında, kastı bulunsa dahi kaçınılmaz nitelikte ki hatasından dolayı kusurlu sayılamayacağı için yeni ceza kanununun benimsediği kusur ilkesine göre kusursuz suç olsa dahi kusursuz ceza verilemeyeceği hususunda herhangi bir duraksamanın mevcut olmaması nedeniyle TCK’nın 37. maddesi anlamında müşterek faillikten söz edilemeyeceğinden TCK’nın 119/1-c maddesindeki koşulların oluşmadığının anlaşılması karşısında; uyuşmazlığa konu olayda CMK’nın 223/9 maddesi uyarınca sanık … hakkında derhal beraat kararı verilecek bir hal bulunmasa dahi adı geçen sanığın haksızlık yanılgısının kusurunu kaldıracağı dikkate alındığında; sonuç itibariyle düşme kararının; sanıklardan … hakkında verilmesi gereken “ceza verilmesine yer olmadığına” dair karar ile diğer sanık … hakkında verilmesi gereken “TCK’nın 116/1 maddesi uyarınca mahkumiyetine” ilişkin hükümden daha lehe olduğu konusunda kuşku bulunmadığından, her iki sanık hakkında da şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Başkanı …;
“Sanık … ile evli olan mağdur….’nın, olay günü sanık … ile aralarındaki geçimsizlik nedeniyle ortak çocuklarını alarak babası olan mağdur …’in evine gittiği, mağdur….’nın, mağdur …’in evinde olduğunu öğrenen sanık …’ın annesi olan sanık … ve babası olan tanık … ile birlikte çocuğunu görmek amacıyla mağdur …’in evinin bulunduğu apartmanın önüne gittiği, sanık …’ın apartmanın giriş kapısındaki zile basarak eşi ile görüşmek istediğini söylediği, ancak pencereye çıkan mağdur …’in ‘Çocuğunu, karını sana göstermiyorum, defol git evimden, kapıyı açmıyorum, istediğin yere, istediğin adli makama başvur, çocuğunu da karını da vermiyorum’ şeklinde cevap vermesi üzerine sanık …’ın apartmanın giriş kapısının camını ayakkabısı ile kırmak suretiyle mağdurların bulunduğu apartmana girdiği, sanık …’nın da sanık …’ı takiben apartmana girmesinin ardından mağdur …’in telefonla arayarak olayı haber verdiği emniyet görevlilerince duruma müdahale edildiği olayda;
Konut dokunulmazlığının ihlâli suçunun temadi eden bir suç olduğu, sanıkların konut eklentilerine art arda girseler bile eklenti içine girdikten sonra konut dokunulmazlığının ihlâli suçunu birlikte işleyip sürdürdükleri, sanıkların suç saiklerinin, amaçlarının farklı olmasının sonuca etkili olmadığı, her iki sanığın aynı anda konut dokunulmazlığını ihlâl ettiklerinin farkında olmalarının suçun birlikte işlendiğinin kabulü için yeterli olduğu, kanun koyucunun birden fazla kişinin birlikte konut dokunulmazlığını ihlâl etmeleri hâlinde mağdurun iç huzurunun daha fazla etkileneceğini gözeterek ceza artırımını tercih ettiği birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların konut dokunulmazlığının ihlali suçunu birlikte gerçekleştirdikleri ve eylemlerinin TCK’nın 119. maddesinin birinci fıkrasının (c) bendi kapsamında kaldığı” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer gerekçelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.09.2018 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 25.10.2018 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.