YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/464
KARAR NO : 2019/510
KARAR TARİHİ : 27.06.2019
Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 15. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Sayısı : 404
Nitelikli dolandırıcılık suçundan şüpheli … hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca verilen 26.11.2013 tarihli ve 89267-71471 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karara karşı şikâyetçiler …, … ve … vekilleri ile …, …, … ve … tarafından yapılan itiraz üzerine inceleme yapan Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesince 06.02.2014 tarih ve 404 değişik iş sayı ile itirazların reddine karar verilmiştir.
Bu karara yönelik olarak Adalet Bakanlığının 23.05.2014 tarihli ve 35683 sayılı kanun yararına bozma talebine istinaden Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10.06.2014 tarihli ve 203147 sayılı ihbarname ile dosyanın gönderildiği Yargıtay 15. Ceza Dairesince 10.11.2014 tarih ve 14038-18347 sayı ile;
“…Kanun yararına bozma isteyen tebliğnamede;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 160. maddesinde yer alan ‘Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez kamu davasını açmaya yer olup olmadığına karar vermek üzere hemen işin gerçeğini araştırmaya başlar. Cumhuriyet savcısı, maddî gerçeğin araştırılması ve adil bir yargılamanın yapılabilmesi için, emrindeki adlî kolluk görevlileri marifetiyle, şüphelinin lehine ve aleyhine olan delilleri toplayarak muhafaza altına almakla ve şüphelinin haklarını korumakla yükümlüdür.’ şeklindeki düzenleme karşısında, Cumhuriyet savcısının soruşturma yapmak zorunda olduğu, somut olayda, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında yapılan protokole göre Kosova’da hukuk eğitimi verileceği yönünde duyuru ve tanıtımlarla birçok öğrenci ile birlikte müşteki öğrencilerden de kayıt parası alınarak ilk bir yıl Kosova’da Ankara Hukuk Fakültesi’nden gelen şüpheli öğretim görevlileri tarafından dersler verildiği, ancak daha sonra aslında Yüksek Öğretim Kurulunun bu protokole onay vermediğinin ortaya çıktığı, bu şekilde onay verilmediğinin şüpheli tarafından bilindiği hâlde öğrencilerin kayıt işlemlerine ve derslere devam edildiği, Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Hukuk Müşavirliği’nin 12.12.2012 tarihli ve 5966 sayılı yazısından bu durumun anlaşıldığı, yine dosya kapsamında mevcut olan Yüksek Öğretim Kurulunun 29.03.2013 tarihli ve 4901 sayılı yazısında, şüpheli hakkında idari ve cezai yönden soruşturmaya devam edildiğinin bildirildiği, ancak Cumhuriyet başsavcılığı tarafından bu soruşturmanın sonucu beklenmeden şüphelinin dolandırıcılık kastı bulunmadığı gerekçesiyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği anlaşılmışsa da, müştekilerin kayıt paralarının şüpheli tarafından haksız kazanç olarak kullanıldığı şeklindeki iddiaları ve şüphelinin protokole onay verilmediğini bildiği hâlde kayıt işlemlerine ve derslere devam etmesi karşısında, müştekilerden alınan kayıt paralarının ne şekilde kullanıldığı ve iddia konusu sahte protokol oluşturulduğu yönündeki eylemler yönünden araştırma yapılmadığı, şüpheli hakkındaki idari soruşturmanın sonucunun beklenmeden eksik soruşturma ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği gözetilerek itirazın kabulü yerine, yazılı şekilde reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca anılan kararın bozulması lüzumu kanun yararına bozma talebine dayanılarak ihbar olunmuştur.
Gereği düşünüldü:
Kanun yararına bozmaya atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden, Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 06.02.2014 tarihli ve 2014/404 D. İş sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi gereğince bozulmasına, bozma nedenine göre müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yerine getirilmesine,” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 17.04.2015 tarih ve 105032 sayı ile;
“…Yargıtay 15. Ceza Dairesinin kararına itiraz eden şüpheli …’ın Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı olarak görev yaptığı, suça konu olayda Ankara Üniversitesi Rektörlüğü ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında çift diploma hukuk lisans programı başlatılmasına ilişkin görüşmelerin şüphelinin dekanlık görevini devraldığı 02.06.2011 tarihinden önce Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından başlatıldığı, ilk görüşmelerin önceki dekan tarafından yapıldığı, şüpheli dekan …’ın çift diploma programıyla ilgili işlemlerin yürütülmesi için Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanlığının teklifi, rektörlüğün oluruyla atanan koordinatör dışında hiçbir işlem ve öğrenci kaydı yapmadığı, yasal sürecin tamamlanmasını beklediği anlaşılmıştır. Şüpheli … ile diğer şüpheliler arasında bir bağın bulunmadığı, kayıt ücretleri hakkında ilgisinin olmadığı, öğrencilerden kayıt ücreti almadığı, herhangi bir kayıt işlemi gerçekleştirmediği, şüpheli dekanın bu gerçekleşen olay sırasında çift diploma programı ile yasal sürecin tamamlanmasını beklediği, bunun dışında bir olaya karışmadığı tüm soruşturma dosyası kapsamından açıkça anlaşıldığı, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 26.11.2013 tarihli, 2012/89267 soruşturma numaralı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararında da belirtildiği üzere müştekileri dolandırmak kastıyla hareket ettiğine delalet edecek delilin bulunmadığı, üniversite senatosu tarafından alınan karar da gözönüne alındığında şüphelinin proje kapsamında iyiniyetle hareket ettiği, bu nedenle şüphelinin atılı suçu işlemediği açıkça anlaşılmıştır. Şüpheli … hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı ve Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 06.02.2014 tarihli itirazın reddine ilişkin kararları yerinde olduğundan hükmün onanması gerektiği,” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 15. Ceza Dairesince 27.04.2015 tarih ve 8521-24251 sayı ile; itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Şüpheliler …, …, …, …, …, …, …, …, … ve … hakkında verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair karara itirazın reddine ilişkin merci kararının Özel Dairece kanun yararına bozulması üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 12.04.2016 tarihli ve 2014/203147 sayılı itirazı Ceza Genel Kurulunun 2019/9 esas sayılı dosyasında incelenmiş olup itirazın kapsamına göre inceleme Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesince 06.02.2014 tarih ve 404 değişik iş sayı ile şüpheli … hakkında verilen itirazın reddine ilişkin karar ile sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; şüpheli hakkında 5271 sayılı CMK’nın 172. maddesi uyarınca verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın eksik soruşturma sonucu verilip verilmediğinin ve bu bağlamda bir kısım şikâyetçilerin itirazının reddine yönelik merci kararının yerinde olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de Yargıtay İç Yönetmeliği’nin 27. maddesi uyarınca öncelikle, dekan olarak görev yapan şüpheli hakkında görevi ve sıfatı nedeniyle 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nda öngörülen özel soruşturma usulüne uyulmadığının ve bu hususun Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istem yazısında ileri sürülmediğinin anlaşılması karşısında, söz konusu hukuka aykırılığın kanun yararına bozmaya konu edilmesinin sağlanmasının gerekip gerekmediğinin değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya içeriğinden;
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığınca 26.11.2013 tarih ve 71471 sayı ile; 23 şikâyetçinin, Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına müracaat ederek Ankara Üniversitesinin internet sitesinde 15.09.2011 tarihinde yayınlanan duyuruda, Ankara Üniversitesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında imzalanan “Akademik İş Birliği Protokolü” ve “Ek Mali Protokol” gereğince, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin Kosova Cumhuriyeti’nin Prizren şehrinde sınavsız ve çift diploma verilmesi vaadiyle açılacak hukuk fakültesine dekan, öğretim üyesi, ders programı, ders geçme ve kredi sistemi programı desteği vermek suretiyle 2011-2012 öğrenim döneminde hukuk lisans programına ön kayıtla öğrenci alınacağının ilân edildiğini, merkezi Bulgaristan’da bulunan Balkan Üniversitesi Derneğinin İstanbul’daki irtibat bürosunda inceleme dışı şüpheli …’ın öğrenci kaydedilmesine aracılık ettiğini, Yükseköğretim Kurulu nezdinde denkliğin olmamasına rağmen öğrenci kaydedildiğini ve yapılan kayıtlar karşılığında para alındığını belirterek şikâyetçi olmaları üzerine başlatılan soruşturmada, toplanan deliller, beyan içerikleri ve çift diploma programlarına ilişkin olarak düzenlenen protokol kapsamından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında yapılan protokol çerçevesinde ortak yürütülen çalışmayla bir eğitim programı hazırlandığı, eğitim programı dilinin Türkçe olarak belirlendiği, müfredatta Türk hukuk sisteminin esas alındığı, programın Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanmış içerik doğrultusunda oluşturulduğu, derslerin ilk üç yılının Türkiye’den gidecek öğretim üyeleri tarafından Prizren’de verileceği, dördüncü sınıfa geçmeye hak kazanan öğrencilerin Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine transfer edileceği, öğrencilere Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi diplomalarının verileceği, Ankara Üniversitesi Senatosunca eğitim programının onay için Yükseköğretim Kuruluna arz edildiği, ancak bu süreçte Yükseköğretim Kurulunun öngörülen programa onay vermediği ve programın akamete uğradığı, şüpheli Hüseyin’in şikâyetçileri dolandırmak kastıyla hareket ettiğine delalet edecek delil bulunmadığı, Ankara Üniversitesi Senatosu tarafından alınan karar da göz önünde bulundurulduğunda, şüpheli Hüseyin’in proje kapsamında iyi niyetli hareket ettiğinin kabulünün gerektiği ve atılı suçu işlemediği kanaatinin oluştuğu gerekçeleriyle kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği,
Şikâyetçilerden …, … ve … vekilleri ile …, …, … ve …’in itirazları üzerine Sincan 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 06.02.2014 tarihli ve 2014/404 değişik iş sayılı kararı ile; şüpheli Hüseyin hakkındaki kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın usul ve kanuna, gösterilen gerekçelerin de dosya içeriğine uygun olduğu, ileri sürülen itiraz nedenlerinin ise yerinde olmadığı gerekçeleriyle adı geçen şikâyetçilerin itirazlarının reddedildiği,
Adalet Bakanlığının 23.05.2014 tarihli ve 35683 sayılı yazısı ile; şikâyetçilerden alınan kayıt paralarının ne şekilde kullanıldığına ve sahte protokol oluşturulduğuna ilişkin eylemler yönünden araştırma yapılmadığı, şüpheli Hüseyin hakkındaki idari soruşturmanın sonucu beklenmeden eksik soruşturma ile kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği gözetilerek itirazın kabulü yerine reddine karar verilmesinde isabet görülmediğinden merci kararının kanun yararına bozulmasına ilişkin isteminin Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.06.2014 tarihli ve 203147 sayılı tebliğnamesiyle ihbar edildiği Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 10.11.2014 tarihli ve 14038-18347 sayılı kararı ile; kanun yararına bozmaya atfen düzenlenen ihbarnamedeki düşünce yerinde görüldüğünden, merci kararının bozulmasına, bozma nedenine göre müteakip işlemlerin mahallinde mahkemesince yerine getirilmesine karar verildiği,
Şüpheli …’ın, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında yapılan iş birliği ile Kosova Cumhuriyeti’nin Prizren şehrinde açılacağı ileri sürülen hukuk fakültesine ilişkin olarak birtakım yazışmaları Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı sıfatıyla imzaladığı,
Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının 09.11.2012 tarihli ve 11065 sayılı yazısına göre; Ankara Üniversitesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında yapılan protokol ile Kosova’da hukuk fakültesi açıldığı iddiasına ilişkin olarak Yükseköğretim Denetleme Kurulunca inceleme ve soruşturma yapılmasının uygun bulunduğu,
Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Hukuk Müşavirliğinin 12.12.2012 tarihli ve 5966 sayılı yazısına göre; Yükseköğretim Kurulunca henüz akreditasyon ve denklik işlemleri tamamlanmadan önce 05.09.2011 tarihinde Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi internet sitesinde duyuru yapılarak Ankara Üniversitesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında Akademik İş Birliği Protokolü imzalandığı, buna göre Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesinin, Kosova Cumhuriyetinin Prizren şehrinde açılacak hukuk fakültesine koordinatör, dekan, öğretim üyesi, ders programı, ders geçme ve kredi sistemi desteği vereceği, 2011-2012 öğrenim yılında hukuk lisans programına ön kayıtla öğrenci alınacağı ve yine ayrıntılı açıklamanın internet sitesinde yapılacağı hususlarının duyurulduğu, akabinde çift diploma programının başlatılmasının Ankara Üniversitesi Senatosunca uygun olacağına dair bir karar alındığı, ancak bu kararın Yükseköğretim Kurulu’nun onayına sunulmadığı, Yükseköğretim Kurulunun da söz konusu programın uygulanmasına izin vermediği, bu programın Yükseköğretim Kurumlarının Yurtdışındaki Kapsama Dahil Yükseköğretim Kurumlarıyla Ortak Eğitim ve Öğretim Programları Tesisi Hakkında Yönetmeliğin 6. maddesine ve Yükseköğretim Kurulunun 10.06.2012 tarihli genel kurul kararına aykırı olarak Ankara Üniversitesi Senato kararından yaklaşık iki ay, Yükseköğretim Kurulu kararından da yaklaşık üç ay önce başlatıldığı ve bu programı yürütmek üzere Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı şüpheli Hüseyin tarafından hukuk fakültesi öğretim üyesi inceleme dışı şüpheli …’ın koordinatör olarak atandığı, yine bu programın yürütülmesi çerçevesinde bazı öğretim üyelerinin ders vermek üzere görevlendirildiği, Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının onayı olmadan bu tür bir program açılmasının yerinde olmadığı, bu konuda Ankara Üniversitesi Rektörlüğünce hazırlanan ön inceleme raporu doğrultusunda disiplin ve ceza soruşturması açılıp açılmayacağının değerlendirildiği,
19.10.2017 tarihinde inceleme dışı şüpheli … tarafından sunulan Danıştay 1. Dairesinin 11.07.2017 tarihli ve 531-1447 sayılı kararına göre; şüpheli Hüseyin hakkında Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında Kosova Cumhuriyetinin Prizren şehrinde açılacak hukuk fakültesiyle ilgili “Akademik İş Birliği Protokolüne Ek Mali Protokolü” imzalamak, bu protokolü Yükseköğretim Kurulu Başkanlığının onayına sunmamak, onaylanmadığı için yürürlüğe girmemesi gereken bu protokol uyarınca idari ve akademik personel görevlendirmek ve öğrenci kaydetmek suretiyle görevi kötüye kullanmak suçundan Yükseköğretim Kurulu Başkanlığınca oluşturulan kurulun 21.03.2016 tarihli ve 2016/21 sayılı lüzum-u muhakeme kararına itirazın reddine ve şüpheli Hüseyin’in eylemine uyan TCK’nın 257. maddesi uyarınca Ankara Asliye Ceza Mahkemesinde yargılanması gerektiğine karar verildiği,
Anlaşılmıştır.
Şüpheli … müdafisi 08.12.2014 havale tarihli dilekçesinde özetle; Ankara Üniversitesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında çift diploma hukuk lisans programı başlatılmasına ilişkin görüşmelerin şüpheli Hüseyin’in Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olduğu 02.06.2011 tarihinden önce Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından başlatıldığını, Avrupa Politeknik Üniversitesi yetkilisi olan inceleme dışı şüpheli …’ın her iki üniversite arasında akademik iş birliği yapmak istediklerini Ankara Üniversitesi Rektörlüğüne bildirip proje hakkında bilgi verdiğini, 2011 yılı Temmuz ayında Ankara Üniversitesinin Rektörü Cemal Taluğ ve Rektör Yardımcısı A. Argun Karacabey’in uygun görüşü ve yönlendirmesi sonucunda inceleme dışı şüpheli …’ın Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile irtibata geçtiğini, konu hakkında Ankara Üniversitesi Rektörlüğü tarafından Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesine bilgi de verildiğini, imzalanan protokolde çift diploma programına Yükseköğretim Kurulunun onayı ve Ölçme, Seçme ve Yerleştirme Merkezi Başkanlığı (ÖSYM) kanalıyla öğrenci alınacağının çok açık biçimde yazıldığını, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi internet sitesinde şüpheli Hüseyin’in bilgisi dışında 05.09.2011 tarihinde program ile ilgili bir duyurunun yayınlandığını, duyuru ile ilgili tüm işlemlerin koordinatör tarafından yürütüldüğünü, şüpheli Hüseyin’in koordinatöre talimat vererek duyuruyu kaldırttığını, program ile ilgili işlemlerin yürütülmesi için koordinatör atanmasını teklif etme dışında hiçbir işlem yapmadığını, programa öğrenci kaydetmediğini, yasal sürecin tamamlanmasını beklediğini, bununla birlikte Avrupa Politeknik Üniversitesinin Ankara Üniversitesinden tamamen bağımsız olarak tek diploma programına kayıtlı bulunan öğrenciler için eğitim desteği talebinde bulunduğunu, Ankara Üniversitesi Rektörlüğünün şifahi talebi ve teşviki ile sadece öğretim üyesi göndermek suretiyle Avrupa Politeknik Üniversitesine eğitim desteği verdiğini, bu desteğin kesinlikle çift diploma programı kapsamında olmadığını, çift ve tek diploma programlarının birbirine karıştırılmasında gerek Avrupa Politeknik Üniversitesinin gerekse koordinatörün eylemleri ve taahhütlerinin olup olmadığı hususlarının şüphelinin bilgisi dışında olduğunu, basına yansıyan haberlerde de Avrupa Politeknik Üniversitesinin tek diploma programına kayıtlı öğrencileri için verilen eğitim desteğinin, başlatılması planlanan çift diploma programı ile karıştırıldığını ifade etmiştir.
Anayasanın “Görev ve sorumlulukları, disiplin kovuşturulmasında güvence” başlıklı 129. maddesinin altıncı fıkrası “Memurlar ve diğer kamu görevlileri hakkında işledikleri iddia edilen suçlardan ötürü ceza kovuşturması açılması, kanunla belirlenen istisnalar dışında, kanunun gösterdiği idari merciin iznine bağlıdır.” şeklinde düzenlenmiştir.
Anayasanın bu hükmü ile memurlar ve diğer kamu görevlileri için özel bir soruşturma usulü (izin sistemi) getirilmesi öngörülmüş ve bu hüküm doğrultusunda 4483 sayılı Memurlar ve Diğer Kamu Görevlilerinin Yargılanması Hakkında Kanun’un “Amaç” başlıklı 1. maddesi “Bu Kanunun amacı, memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlardan dolayı yargılanabilmeleri için izin vermeye yetkili mercileri belirtmek ve izlenecek usulü düzenlemektir.”,
Aynı Kanun’un “Kapsam” başlıklı 2. maddesinin birinci ve ikinci fıkraları;
“Bu Kanun, Devletin ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürüttükleri kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevleri ifa eden memurlar ve diğer kamu görevlilerinin görevleri sebebiyle işledikleri suçlar hakkında uygulanır.
Görevleri ve sıfatları sebebiyle özel soruşturma ve kovuşturma usullerine tabi olanlara ilişkin kanun hükümleri ile suçun niteliği yönünden kanunlarda gösterilen soruşturma ve kovuşturma usullerine ilişkin hükümler saklıdır.” biçiminde düzenlenmiştir.
Aynı Kanun’un “Soruşturma izninin gönderileceği merci” başlıklı 11. maddesinde yer alan “Soruşturma izninin itiraz edilmeden veya itirazın reddi sonunda kesinleşmesi ya da soruşturma izni verilmemesine ilişkin karara karşı yapılan itirazın kabulü üzerine dosya, derhal yetkili ve görevli Cumhuriyet başsavcılığına gönderilir. İzin üzerine ilgili Cumhuriyet başsavcılığı, Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ve diğer kanunlardaki yetkilerini kullanmak suretiyle hazırlık soruşturmasını yürütür ve sonuçlandırır.” hükmü gereğince suçun soruşturulması yetkili mercinin iznine bağlı olarak Cumhuriyet savcısına aittir.
4483 sayılı Kanun’a göre özel bir kanun olan ve yükseköğretimle ilgili amaç ve ilkeleri belirlemek, bütün yükseköğretim kurumlarının ve üst kuruluşlarının teşkilatlanma, işleyiş, görev, yetki ve sorumlulukları ile eğitim-öğretim, araştırma, yayım, öğretim elemanları, öğrenciler ve diğer personel ile ilgili esasları bir bütünlük içinde düzenlemek amacıyla 06.11.1981 tarihli ve 17506 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun “Genel esaslar” başlıklı 53. maddesinin (c) fıkrası;
“Ceza soruşturması usulü:
Yükseköğretim üst kuruluşları başkan ve üyeleri ile yükseköğretim kurumları yöneticilerinin, kadrolu ve sözleşmeli öğretim elemanlarının ve bu kuruluş ve kurumların 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlarının görevleri dolayısıyla ya da görevlerini yaptıkları sırada işledikleri ileri sürülen suçlar hakkında yetkili makamlarca inceleme başlatılabilir, inceleme sonucunda soruşturma açılmasına karar verilmesi ya da doğrudan soruşturma başlatılması hâlinde aşağıdaki hükümler uygulanır:
(1) İlk soruşturma:
Yükseköğretim Kurulu Başkanı için, kendisinin katılmadığı, Milli Eğitim Bakanının başkanlığındaki bir toplantıda, Yükseköğretim Kurulu üyelerinden teşkil edilecek en az üç kişilik bir kurulca, diğerleri için, Yükseköğretim Kurulu Başkanınca veya diğer disiplin amirlerince doğrudan veya görevlendirecekleri uygun sayıda soruşturmacı tarafından yapılır. Öğretim elemanlarından soruşturmacı tayin edilmesi hâlinde, bunların, hakkında soruşturma yapılacak öğretim elemanının akademik unvanına veya daha üst akademik unvana sahip olmaları şarttır.
(2) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına;
a) Yükseköğretim Kurulu Başkan ve üyeleri ile Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri hakkında Danıştayın 2 nci Dairesi,
b) Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumu rektörleri, rektör yardımcıları ile üst kuruluş genel sekreterleri hakkında, Yükseköğretim Kurulu üyelerinden teşkil edilecek üç kişilik kurul,
c) Üniversite, fakülte, enstitü ve yüksekokul yönetim kurulu üyeleri, fakülte dekanları ve dekan yardımcıları, enstitü ve yüksekokul müdürleri ve yardımcıları ile üniversite genel sekreterleri hakkında, rektörün başkanlığında rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurul,
d) Öğretim elemanları, fakülte, enstitü ve yüksekokul sekreterleri hakkında üniversite yönetim kurulu üyeleri arasından oluşturulacak üç kişilik kurul,
e) 657 sayılı Devlet Memurları Kanununa tabi memurlar hakkında, mahal itibariyle yetkili il idare kurulu, Karar verir.
f) Yükseköğretim Kurulu ile üniversite yönetim kurullarınca oluşturulacak kurullarda görevlendirilecek asıl ve yedek üyeler bir yıl için seçilirler. Süresi sona erenlerin tekrar seçilmeleri mümkündür.
(3) Son soruşturmanın açılıp açılmamasına karar verecek kurullar üye tamsayısı ile toplanır. Kurullara ilk soruşturmayı yapmış olan üyeler ile haklarında karar verilecek üyeler katılamazlar. Noksanlar yedek üyelerle tamamlanır. Diğer hususlarda bu Kanunun 61 inci maddesi hükümleri uygulanır.
(4) Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri hakkında Danıştayın 2 nci Dairesinde verilen lüzum-u muhakeme kararına itiraz ile men-i muhakeme kararlarının kendiliğinden incelenmesi Danıştayın İdari İşler Kuruluna aittir. Diğer kurullarca verilen lüzum-u muhakeme kararına ilgililerce yapılacak itiraz ile men-i muhakeme kararları kendiliğinden Danıştay 2 nci Dairesince incelenerek karara bağlanır. Lüzum-u muhakemesi kesinleşen Yükseköğretim Kurulu ve Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyelerinin yargılanması Yargıtay ilgili ceza dairesine, temyiz incelemesi Ceza Genel Kuruluna, diğer görevlilerin yargılanmaları suçun işlendiği yer adliye mahkemelerine aittir.
(5) Değişik statüdeki kişilerin birlikte suç işlemeleri hâlinde soruşturma usulü ve yetkili yargılama mercii görev itibariyle üst dereceliye göre tayin olunur.
(6) Yükseköğretim Kurulu Başkanı ve rektörlerin 1609 sayılı Bazı Cürümlerden Dolayı Memurlar ve Şerikleri Hakkında Takip ve Muhakeme Usulüne Dair Kanun kapsamına giren suçlarından dolayı yapılacak ceza soruşturmasında yukarıda belirtilen ceza kovuşturması usulü tatbik edilir. Bunlar dışında kalan tüm görevliler için 1609 sayılı Bazı Cürümlerden Dolayı Memurlar ve Şerikleri Hakkında Takip ve Muhakeme Usulüne Dair Kanun hükümleri uygulanır.
1609 sayılı Bazı Cürümlerden Dolayı Memurlar ve Şerikleri Hakkında Takip ve Muhakeme Usulüne Dair Kanun kapsamına giren suçlarından dolayı kanuni kovuşturma için gereken izin, Yükseköğretim Kurulu üyeleri ile Yükseköğretim Denetleme Kurulu Başkan ve üyeleri ve bu kuruluşların memurları (Üniversitelerarası Kurul memurları dahil) hakkında Yükseköğretim Kurulu Başkanından, üniversite yöneticileri ve öğretim elemanları ile memurlar hakkında üniversite rektörlerinden alınır.
(7) İdeolojik amaçlarla Anayasada yer alan temel hak ve hürriyetleri, devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü veya dil, ırk, sınıf, din ve mezhep ayrılığına dayanılarak nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyeti ortadan kaldırmak maksadıyla işlenen suçlarla bunlara irtibatlı suçlar, öğrenme ve öğretme hürriyetini doğrudan veya dolaylı olarak kısıtlayan, kurumların sükün, huzur ve çalışma düzenini bozan boykot, işgal, engelleme, bunları teşvik ve tahrik, anarşik ve ideolojik olaylara ilişkin suçlar ile ağır cezayı gerektiren suçüstü hallerinde, yukarıda yazılı usuller uygulanmaz; bu hallerde kovuşturmayı Cumhuriyet Savcısı doğrudan yapar.
(8) Bu Kanunda yer almamış hususlarda 4 Şubat 1329 tarihli Memurin Muhakematı Hakkında Kanun hükümleri uygulanır.” biçiminde düzenlenmiş iken suç tarihinden sonra yürürlüğe giren 02.12.2016 tarihli ve 6764 sayılı Kanun’un 26. maddesi ile 2547 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (c) fıkrasının birinci paragrafında yer alan “ileri sürülen suçlar hakkında” ibaresi “ileri sürülen suçlar hakkında yetkili makamlarca inceleme başlatılabilir, inceleme sonucunda soruşturma açılmasına karar verilmesi ya da doğrudan soruşturma başlatılması hâlinde” şeklinde ve aynı fıkranın (2) numaralı bendinin (b) alt bendinde yer alan “Üniversite” ibaresi “Devlet ve vakıf yükseköğretim kurumu” şeklinde değiştirilmiştir.
Görüldüğü gibi 4483 sayılı Kanun’dan farklı olarak 2547 sayılı Kanun’a göre soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısının herhangi bir katılımı bulunmamakta ve soruşturma tamamen idarenin görevlendirdiği muhakkik tarafından tamamlanıp, dava da iddianame anlamındaki son soruşturmanın açılması (lüzum-u muhakeme) kararı ile açılmaktadır. Yargılama ise ceza mahkemelerinde yapılmaktadır.
Bu aşamada kovuşturmaya yer olmadığına dair karara ilişkin mevzuat hükümleri ile kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukuki niteliği üzerinde durulmalıdır.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar” başlıklı 172. maddesi karar tarihinde;
“(1) Cumhuriyet savcısı, soruşturma evresi sonunda, kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma olanağının bulunmaması hâllerinde kovuşturmaya yer olmadığına karar verir. Bu karar, suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilir. Kararda itiraz hakkı, süresi ve mercii gösterilir.
(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra yeni delil meydana çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz…” şeklinde düzenlenmiş iken söz konusu maddenin ikinci fıkrası 06.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile “(2) Kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak yeni delil elde edilmedikçe ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmedikçe, aynı fiilden dolayı kamu davası açılamaz.” biçiminde değiştirilmiştir.
Madde gerekçesinde; “1412 sayılı Kanun’un 164 üncü maddesinde, yeterli delil bulunmaması veya keyfiyetin takibe değer görülmemesi hâlinde, takipsizlik kararı verilmesine dair hüküm yer almaktadır. Tasarı ilk olarak bu işlemi belirlemek üzere ‘kovuşturmaya yer olmadığına dair karar’ terimini getirmiştir. Soruşturma evresinden kovuşturmaya geçip geçmeme söz konusu olduğundan bu terim değişikliği uygun görülmüştür. Madde ayrıca kamu davasının açılması için şüpheyi haklı kılacak yeterlikte ve kuvvette delil, iz, eser ve emarenin elde edilmemesi ölçütünü kullanmaktadır. Yeterli kuvvette makul şüphe bulunduğu anlaşılacak olursa, kovuşturma evresine geçilecektir.
Maddenin ikinci fıkrasında kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra, kamu davasının, aynı eylem ve aynı kişi hakkında açılabilmesi yeni delil, iz, eser ve emarenin meydana çıkmasına veya şüphe nedenlerinin takdirinde ağır hata olmasına bağlanmıştır. Böylece kovuşturmaya yer olmadığına dair kararların zamanaşımı süresince şüphelinin başında, tâbir yerinde ise Demoklesin Kılıcı gibi durması ve onun özgürlükler bakımından bir tehdit oluşturması önlenmek istenmektedir. Bazı usul kanunlarında mahkemelerin beraat kararlarının temyize tâbi tutulmadığı görülüyor.
Bu yeni düzenleme neticesinde, Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığına dair bir karar verdikten sonra yeni delil, iz, eser ve emare bulunmadıkça artık Adalet Bakanı da Cumhuriyet savcısından kamu davası açmasını isteyemeyecektir. Maddenin son fıkrasında yeni delil, iz, eser ve emarenin ne olduğu tanımlanarak uygulama açısından açıklık getirilmiştir.” açıklamalarına yer verilmiştir.
Aynı Kanun’un “Cumhuriyet savcısının kararına itiraz” başlıklı 173. maddesi;
“(1) Suçtan zarar gören, kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın kendisine tebliğ edildiği tarihten itibaren on beş gün içinde, bu kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki en yakın ağır ceza mahkemesi başkanına itiraz edebilir.
(2) İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını gerektirebilecek olaylar ve deliller belirtilir.
(3) Başkan, kararını vermek için soruşturmanın genişletilmesine gerek görür ise bu hususu açıkça belirtmek suretiyle, o yer sulh ceza hakimini görevlendirebilir; kamu davasının açılması için yeterli nedenler bulunmazsa, istemi gerekçeli olarak reddeder; itiraz edeni giderlere mahkum eder ve dosyayı Cumhuriyet savcısına gönderir. Cumhuriyet savcısı, kararı itiraz edene ve şüpheliye bildirir.
(4) Başkan istemi yerinde bulursa, Cumhuriyet savcısı iddianame düzenleyerek mahkemeye verir.
(5) Cumhuriyet savcısının kamu davasının açılmaması hususunda takdir yetkisini kullandığı hâllerde bu madde hükmü uygulanmaz.
(6) İtirazın reddedilmesi halinde; Cumhuriyet savcısının, yeni delil varlığı nedeniyle kamu davasını açabilmesi, önceden verilen dilekçe hakkında karar vermiş olan ağır ceza mahkemesi başkanının bu hususta karar vermesine bağlıdır.” şeklinde düzenlenmiş iken,
14.04.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanun’un 22. maddesiyle, bu maddenin birinci fıkrasında yer alan “ağır ceza mahkemesi başkanına” ibaresi “ağır ceza mahkemesine”, üçüncü ve dördüncü fıkralarında yer alan “Başkan” ibareleri “Mahkeme” ve altıncı fıkrasında yer alan “ağır ceza mahkemesi başkanının” ibaresi “ağır ceza mahkemesinin” şeklinde değiştirilmiş, daha sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun’un 71. maddesiyle de, maddenin birinci fıkrasında yer alan “ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesine” ibaresi “ağır ceza mahkemesinin bulunduğu yerdeki sulh ceza hâkimliğine” şeklinde; dördüncü fıkrasında yer alan “Mahkeme” ibaresi “Sulh ceza hâkimliği” şeklinde ve altıncı fıkrasında yer alan “ağır ceza mahkemesinin” ibaresi “sulh ceza hâkimliğinin” şeklinde, altıncı fıkrası ise 06.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 680 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Bazı Düzenlemeler Yapılması Hakkında Kanun Hükmünde Kararname ile “İtirazın reddedilmesi hâlinde aynı fiilden dolayı kamu davası açılabilmesi için 172’nci maddenin ikinci fıkrası uygulanır.” şeklinde değiştirilmek suretiyle son şeklini almıştır.
Madde gerekçesinde; “Madde, Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlarına karşı itirazı ve bunun incelenmesi ile görevli mercii ve usulü göstermektedir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara karşı maslahata uygunluk sistemini kabul eden ülkelerde de Cumhuriyet savcısının vereceği takipsizlik kararlarına karşı kanun yoluna başvurulabilmesi kabul edilmektedir. Tasarı 175 inci maddesinde kovuşturmaya yer olmadığı hakkındaki kararların, yeni delil, iz, eser ve emare olmadan değiştirilemeyeceğini kabul etmiş bulunduğundan, itiraz olanağı daha fazla önem taşımaktadır.
Madde, itiraz hakkını esasta suçtan zarar gören şikâyetçiye ve şikâyetçisi bulunmayan hâllerde karar veren Cumhuriyet savcısının bağlı olduğu ağır ceza mahkemesi neznindeki Cumhuriyet başsavcısına vermiş bulunmaktadır. İtiraz süresi, kararın tebliği tarihinden itibaren on beş gündür. İtiraz mercii, Cumhuriyet savcısının mensup olduğu ağır ceza işlerini gören mahkeme dairesine en yakın bulunan ağır ceza işlerini gören mahkemenin başkanıdır.
İtiraz dilekçesinde, kamu davasının açılmasını haklı gösterebilecek olaylar, delil, iz, eser ve emarelerin gösterilip açıklanması zorunludur. Aksi takdirde işlem hemen ret olunur. Usulüne uygun şekilde düzenlenerek süresi içinde verilmiş dilekçe veya yetkili Cumhuriyet başsavcısının yazısı üzerine başkan kararını vermek için şu işlemleri gerçekleştirebilir:
1- Cumhuriyet savcısından soruşturma dosyasını göndermesini isteyebilir.
2- Bir diyeceği varsa bildirmesi için, bir süre belirleyerek dilekçeyi şüpheliye tebliğ edebilir.
3- Gerekli görürse, soruşturmanın genişletilmesi için sulh ceza hâkimini görevlendirebilir. Ancak bu hâlde, hangi hususta soruşturma yapılacağını görevlendirme kararında göstermelidir.
Bu incelemesi sonunda başkan şu iki karardan birisini verecektir:
1- İstemin geçerli olduğu hususunda kanaat getirecek olursa, kamu davasının yani kovuşturmanın açılmasına karar verecektir.
2- Bu kanaate varamazsa, istemi gerekçeli olarak ret edecektir yani istemin dayandığı hususları neden dolayı geçerli görmediğini kararında belirtecektir. Bu hâlde, istemde bulunan suçtan zarar görmüş şikâyetçi ise adı geçeni giderleri ödemeye mahkûm edecek ve kararını Cumhuriyet savcısına ve şüpheliye bildirecektir.
Maddenin (3) numaralı fıkrasına göre, Cumhuriyet savcısının yeni delil, iz, eser ve emarelerin varlığı nedeniyle kamu davası açması ağır ceza mahkemesi başkanının bu hususta karar vermesi koşuluna bağlanmıştır. Bu düzenlemenin nedeni 175 inci maddede kovuşturma açılmaması kararına bağlanan otoritedir.” biçiminde açıklamalarda bulunulmuştur.
Soruşturma evresinin asıl yetkilisi olan Cumhuriyet savcısı, ihbar veya başka bir suretle bir suçun işlendiği izlenimini veren bir hâli öğrenir öğrenmez ceza muhakemesinin temel amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılması için soruşturmaya başlayacaktır. Cumhuriyet savcısının görevi maddi gerçeği ortaya çıkartmak ve adil bir yargılama yapılması için gerekli araştırmayı yaparak şüphelinin lehine veya aleyhine olan bütün delilleri toplamaktır.
Kamu davasını açma tekelini elinde bulunduran Cumhuriyet savcısı soruşturma evresinin sonunda toplanan delillere göre suçun işlendiği hususunda yeterli şüpheye ulaştığı takdirde iddianame düzenleyecek ve kamu davasını açacaktır. Buna karşın soruşturma işlemleri tamamlandıktan sonra, kamu davasının açılması için suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilememesi veya kovuşturma imkânını ortadan kaldıran şüphelinin ölümü, af, zamanaşımı, şikayet süresinin geçmesi, ön ödemenin yerine getirilmesi ve uzlaşmanın sağlanmış olması gibi durumlarda kovuşturmaya yer olmadığına karar verecektir. İddianame toplanan delillere göre suçun işlendiğini gösteren yeterli şüphe oluştuğunda hazırlanacağına göre, elde edilen deliller doğrultusunda hukuka uygunluk sebeplerinin varlığı ya da failin kusursuzluğu açıkça ortada ise Cumhuriyet savcısı yine kovuşturmaya yer olmadığına karar verebilecektir. Kovuşturmaya yer olmadığına dair kararda itiraz hakkı, süresi ve mercisi gösterilecek, karar suçtan zarar gören ile önceden ifadesi alınmış veya sorguya çekilmiş şüpheliye bildirilecektir.
1412 sayılı CMUK’da Cumhuriyet savcısının verdiği takipsizlik kararları, yargı otoritesi göstermeyen, idari bir karar niteliğinde düzenlendiğinden Cumhuriyet savcısı, bu kararını kendiliğinden, Adalet Bakanı ve adalet müfettişinin talebi ya da ilgilinin isteği üzerine geri alıp soruşturma yapabilmekte ve hiçbir şarta bağlı olmadan, takipsizlik kararından sonra, dava zamanaşımı süresi dolmadan kamu davası açabilmekteydi. Ancak bu düzenleme öğretide hukuk güvenliğine aykırı olduğu düşüncesiyle eleştirilmekte, takipsizlik kararından sonra yeni bir dava açılması için yeni delil şartı aranması gerektiği ileri sürülmekteydi.
Öğretinin bu eleştirileri göz önüne alınarak düzenlenen ve 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nın 172. maddesinin ikinci fıkrasıyla, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildikten sonra, yeni bir delil meydana çıkmadan Cumhuriyet savcısınca kendiliğinden kamu davası açılamayacağı hüküm altına alınmış, ancak 06.01.2017 tarihinde yürürlüğe giren 680 sayılı KHK ile ayrıca, elde edilen yeni delilin kamu davasının açılması için yeterli şüphe oluşturacak nitelikte olması ve sulh ceza hakimliğince bu konuda bir karar verilmesi şartlarına bağlanmıştır. Bu husus kanun koyucu tarafından ceza muhakemesi şartı olarak düzenlenmiştir. Yine 1412 sayılı CUMK’da yer verilen takipsizlik kararlarından farklı olarak CMK’nın 173. maddesinde kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara karşı suçtan zarar gören tarafından itiraz edilebileceği hükme bağlanmış, böylelikle bu kararlara yargısal bir nitelik kazandırılmıştır.
CMK’nın 173. maddesinin birinci fıkrasının ilk hâlinde suçtan zarar görenin, kovuşturmaya yer olmadığına dair karar kendisine tebliğ edildikten sonra on beş gün içinde, kararı veren Cumhuriyet savcısının yargı çevresinde görev yaptığı ağır ceza mahkemesine en yakın ağır ceza mahkemesi başkanına itiraz edebileceği hükme bağlanmış iken, 14.04.2011 tarihinde yürürlüğe giren 6217 sayılı Kanun ile itirazı incelemeye yetkili merci ağır ceza mahkemesi olarak belirlenmiş, 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren 6545 sayılı Kanun ile de bu incelemeyi yapma yetkisi sulh ceza hakimliğine verilmiştir. CMK’nın 173. maddesinin 680 sayılı KHK’nın 11. maddesiyle yapılan değişiklikten önceki altıncı fıkrası uyarınca itirazın reddedilmesi üzerine Cumhuriyet savcısının kamu davası açabilmesi, yeni delilin varlığı ve önceden verilen dilekçeyi değerlendiren merciin bu hususta karar vermesine bağlı iken, anılan değişiklikle kamu davası açılabilmesi CMK’nın 172. maddesinin ikinci fıkrasında belirtilen usule tabi tutulmuştur.
Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar, muhakeme faaliyeti sonunda, yargılama makamı tarafından verilmiş kararlar olmayıp, adli-idari nitelikte kararlardır. Ancak, bu kararlara itiraz yolunun açık olması nedeniyle itiraz üzerine kesinleşen kovuşturmaya yer olmadığına dair karar, mahkeme denetiminden geçerek yargısal karar hâlini alır ve yargı otoritesi özelliğini gösterir. Gerek itiraz üzerine kesinleşen, gerekse itiraz edilmeksizin kesinleşen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlar bakımından, kanunun aradığı anlamda yeni delil ortaya çıkmadıkça, aynı fiilden dolayı Cumhuriyet savcısı aynı işe tekrar el atamayacağından, kesin hüküm etkisine benzer bir hâl doğmaktadır.
Bu açıklamalardan sonra “kanun yararına bozma” kanun yoluna değinilmesi gerekmektedir.
Öğretide “olağanüstü temyiz” denilen, 5320 sayılı Kanun’un 18. maddesi ile yürürlükten kaldırılan 1412 sayılı CMUK’nda ise “yazılı emir” olarak adlandırılan bu olağanüstü kanun yolu, 5271 sayılı CMK’nın 309 ve 310. maddelerinde “kanun yararına bozma” olarak yeniden düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nın 309. maddesi uyarınca hâkim veya mahkemece verilip, istinaf veya temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddî hukuka veya yargılama hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması talebini, kanuni nedenlerini açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması talebini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay ilgili ceza dairesine verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtayca yerinde görülmesi hâlinde karar veya hüküm kanun yararına bozulacak, yerinde görülmezse talep reddedilecektir.
Böylece ülke genelinde uygulama birliğine ulaşılacak, hâkim ve mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıkların, toplum ve birey açısından hukuk yararına giderilmesi sağlanacaktır.
Kanun yararına bozma kanun yoluna, ancak istinaf ve temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşmiş hüküm ve kararlara karşı gidilebilmesi nedeniyle kesin hüküm otoritesinin zedelenmemesi amacıyla bu yola başvurabilmek için hukuka aykırılık hâlinin ciddi boyutlara ulaşması gerekmektedir. Delillerin takdir ve tercihinde hataya düşüldüğünden bahisle bu yola başvurulmasının, bu olağanüstü kanun yolunun amaç ve kapsamıyla bağdaşmayacağında kuşku yoktur.
Ceza Genel Kurulunun 17.07.2007 tarihli ve 145-172; 02.10.2007 tarihli ve 182-196; 07.07.2009 tarihli ve 155-192; 14.07.2009 tarihli ve 163-202; 10.05.2011 tarihli ve 80-90 ile 24.04.2012 tarihli 406-175 sayılı kararlarında vurgulandığı üzere, kanun yararına bozmada geçerli olan “istekle bağlılık kuralı” gereği, inceleme sırasında Adalet Bakanlığının istem yazısında ileri sürülmeyen ve sonuca etkili bulunan başkaca hukuka aykırılıkların saptanması durumunda, isteme konu edilmeyen bu hukuka aykırılıklar kanun yararına bozma konusu yapılamayacak, bu yönden de başvuruda bulunulmasının sağlanması için Adalet Bakanlığına veya koşulların varlığı hâlinde ise Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısına ihbarda bulunulması, başvuruda bulunulması hâlinde de tüm hukuka aykırılıkların bir defada giderilmesi sağlanacaktır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirildiğinde;
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olan şüpheli Hüseyin’in, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi ile Avrupa Politeknik Üniversitesi arasında yapılan protokol gereğince açılacak hukuk fakültesi ile ilgili olarak birtakım resmî kurumlarla yazışmalar yapmak suretiyle dekanlık görevini yaptığı sırada ve görevi dolayısıyla nitelikli dolandırıcılık suçunu işlediğinin iddia edildiği olayda;
Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi dekanı olan şüpheli Hüseyin hakkında 2547 sayılı Kanun’un 53. maddesinin (c) fıkrasının (1), (2) ve (4) numaralı alt bentleri hükümleri uyarınca, ilk soruşturmanın Yükseköğretim Kurulu Başkanınca veya diğer disiplin amirlerince doğrudan veya görevlendirecekleri soruşturmacı tarafından yapılması, son soruşturmanın açılıp açılmamasına rektörün başkanlığında rektörce görevlendirilen rektör yardımcılarından oluşacak üç kişilik kurulca karar verilmesi, lüzum-u muhakeme kararına yapılacak itirazın Danıştay 2. Dairesince incelenerek karara bağlanması ve lüzum-u muhakeme kararının kesinleşmesi hâlinde yargılamanın suçun işlendiği yer adliye mahkemesinde yapılması gerektiği ve yine atılı suçun aynı Kanun’un 53. maddesinin (c) fıkrasının (7) numaralı alt bendinde sayılan ve soruşturmayı doğrudan Cumhuriyet savcısının yapacağı belirtilen suçlar arasında sayılmadığı, şüpheli Hüseyin hakkında görevi ve sıfatı sebebiyle 2547 sayılı Kanun ile öngörülen özel soruşturma usulüne uyulmaması hususunun Adalet Bakanlığının kanun yararına bozma istem yazısında ileri sürülmediği ve sonuca etkili bu hukuka aykırılığın kanun yararına bozmaya konu edilmesinin olanaklı olduğu hususları birlikte değerlendirildiğinde, kanuna aykırı olduğu saptanan bu husus yönünden de kanun yararına bozma başvurusu sağlandıktan sonra sonucuna göre karar verilmek üzere dosyanın Özel Daireye gönderilmesi gerekmektedir.
Öte yandan, her ne kadar soruşturma yapma yetkisi ve görevi bulunmayan Cumhuriyet savcısının şüpheli hakkında atılı suçtan verdiği kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukuki değerden yoksun olduğu ileri sürülebilir ise de; Cumhuriyet savcısı tarafından verilen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararlara itiraz yolunun açık olması nedeniyle itiraz üzerine kesinleşen kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın mahkeme denetiminden geçerek yargısal bir karar hâlini almak suretiyle yargı otoritesi özelliğini göstermesi ve aynı fiile ilişkin olarak yeniden soruşturma yapılabilmesinin yeni delilin meydana çıkması ve bu hususta sulh ceza hâkimliğince bir karar verilmesi şartlarına bağlanmış olması nedenleriyle söz konusu kovuşturmaya yer olmadığına dair kararın hukuki değerden yoksun olmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile kabulüne karar verilmelidir.
Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Ankara Cumhuriyet Başsavcılığının 26.11.2013 tarihli ve 89267-71471 sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair kararı hukuki değerden yoksun olduğundan Özel Dairece kanun yararına bozma isteminin reddine karar verilmesi gerektiği,” düşüncesiyle itirazın değişik gerekçe ile kabulüne karar verilmesi gerektiği yönünde oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçe ile KABULÜNE,
2- Yargıtay 15. Ceza Dairesinin 10.11.2014 tarihli ve 14038-18347 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Saptanan hukuka aykırılığın kanun yararına bozma başvurusuna konu edilmesini sağlamak üzere dosyanın Yargıtay 15. Ceza Dairesine gönderilmesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 27.06.2019 tarihinde yapılan müzakerede oy çokluğuyla karar verildi.