Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2015/42 E. 2015/97 K. 07.04.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/42
KARAR NO : 2015/97
KARAR TARİHİ : 07.04.2015

İftira suçundan sanık Y.. A..’in 5237 sayılı TCK’nun 267/1, 62 ve 50/1-a maddeleri uyarınca 6.000 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Batman 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.10.2011 gün ve 536-825 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 09.04.2014 gün ve 14252-4388 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 23.05.2014 gün ve 397373 sayı ile;
“… Maddi olayda, sanık Y.. A..’in 21.10.2011 tarihli oturumda alınan savunmasında, ‘ihbarda bulundum pişmanım’ şeklinde beyanda bulunduğu ve müşteki A.. D.. hakkında herhangi yasal işlem yapılmadığının anlaşılması karşısında, sanık hakkında TCK’nun 269. maddesinde yazılı etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama olanağı tartışılmadan sanık hakkında hüküm kurulmasının usul ve yasaya aykırı görüldüğü” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna başvurarak Özel Daire onama kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Ceza Dairesince 20.11.2014 gün ve 5031-11736 sayı ile, itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI
Suçun sübutuna ilişkin bir uyuşmazlık ve bu kabulde dosya içeriği itibarıyla herhangi bir isabetsizlik bulunmayan somut olayda; Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanık hakkında 5237 sayılı TCK’nun 269. maddesinde düzenlenen etkin pişmanlık hükmünün uygulanıp uygulanmayacağının tartışılması gerektiğinden bahisle hükmün bozulmasının gerekip gerekmediğinin tespitine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay günü mağdurun Cumhuriyet savcılığına verdiği şikâyet dilekçesinde; kolluk görevlilerinin işyerine geldiğini, dükkanını basarcasına sert şekilde kendisini sorduklarını, bağırmamaları gerektiğini söyleyip kimliğini açıklayınca bu kez görevlilerin; “bugün iki kez 155 polis imdat hattını arayıp ihbarda bulunan bir şahsın kendisinin asker kaçağı olduğunu ve hemen gidilmezse kaçabileceğini” söylediğini açıklamaları üzerine, kolluk görevlileri ile askerlik şubesine gittiklerini ve üniversitede okuması nedeniyle askerliğinin tecilli olduğuna dair belgeyi aldıklarını, askerliği tecilli olmasına rağmen polisi arayıp asker kaçağı olduğunu söyleyen kişiler hakkında şikayetçi olduğunu belirttiği,
Muhabere Elektronik Şube Müdürlüğünce düzenlenen 07.02.2011 tarihli raporda, ihbarcı şahsın aradığı telefon numarası tespit edilip hattın mağdurun işyerinde 13 yıldır çalışan sanığa ait olduğunun belirlendiği,
Batman Askerlik Şubesi Başkanlığınca düzenlenen 06.01.2011 tarihli belgede; mağdurun son yoklama tarihinin 30.10.2009, erteleme bitim tarihinin 31.12.2011, muhtemel sevk tarihinin ise 21.02.2012 olduğu ve anılan tarihe kadar askerlik işlemleri yönünden bir sakıncasının olmadığı bilgilerine yer verildiği,
Mağdur hakkında sanığın ihbarı nedeniyle herhangi bir soruşturma evrakı düzenlenmediği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur; olay tarihinde işyerine gelen polislerin kendisinin asker kaçağı olduğunu bildirmesi üzerine birlikte askerlik şubesine gittiklerinde asker kaçağı olmadığı ortaya çıkınca serbest bırakıldığını, sonradan bir şahsın polis imdat hattını arayarak kendisinin asker kaçağı olduğunun ihbar edildiğini öğrendiği, arayan numaranın işyerinde çalışan sanığa ait olduğunu, böyle bir ihbarı neden yaptığını bilmediğini, sanıktan şikayetçi olmadığını belirttiği,
Sanık kollukta; polis imdat hattının arandığı numaranın kendisine ait olduğunu ve kendisi tarafından kullanıldığını, patronu olan mağdurun işyerinde 13 yıldır çalıştığını, aralarında herhangi bir problem olmadığını, sim kartının takılı olduğu telefonun dört kişi olarak çalıştıkları işyerindeki iletişim odasında çalışma masasının çekmecesinde durduğunu, ihbar eden şahsın kendisi olmadığını, ihbarı kimin yaptığını bilmediğini, işyerinde çalışan arkadaşlarının da böyle bir şey yapacaklarına inanmadığını beyan ettiği,
Duruşmada ise; atılı suçlamayı kabul ettiğini, pişman olduğunu, mağdurun yoğun bir şekilde kendisine iş vermesinden, mesai saatlerinden sonra bile çalıştırmasından dolayı ihbarı kendisinin yaptığını savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nun“Adliyeye Karşı Suçlar” bölümünde yer alan “iftira” başlıklı 267. maddesinin 1. fıkrası;
“(1) Yetkili makamlara ihbar veya şikâyette bulunarak ya da basın ve yayın yoluyla, işlemediğini bildiği hâlde, hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idarî bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat eden kişi, bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
“Etkin pişmanlık” başlıklı 269. maddesi ise;
“(1) İftira edenin, mağdur hakkında adlî veya idari soruşturma başlamadan önce, iftirasından dönmesi halinde, hakkında iftira suçundan dolayı verilecek cezanın beşte dördü indirilir.
(2) Mağdur hakkında kovuşturma başlamadan önce iftiradan dönme halinde, iftira suçundan dolayı verilecek cezanın dörtte üçü indirilir.
(3)Etkin pişmanlığın;
a) Mağdur hakkında hükümden önce gerçekleşmesi halinde, verilecek cezanın üçte ikisi,
b) Mağdurun mahkûmiyetinden sonra gerçekleşmesi halinde, verilecek cezanın yarısı,
c) Hükmolunan cezanın infazına başlanması halinde, verilecek cezanın üçte biri,
İndirilebilir.
(4) İftiranın konusunu oluşturan münhasıran idari yaptırım uygulanmasını gerektiren fiil dolayısıyla;
a) İdari yaptırıma karar verilmeden önce etkin pişmanlıkta bulunulması halinde, verilecek cezanın yarısı,
b) İdari yaptırım uygulandıktan sonra etkin pişmanlıkta bulunulması halinde, verilecek cezanın üçte biri,
İndirilebilir.
(5)İftira suçunun basın ve yayın yoluyla işlenmesi halinde, bu madde hükümleri uygulanmaz..” hükmünü içermekteyken maddenin 5. fıkrası 08.07.2005 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanunun 31. maddesiyle değiştirilerek
“(5)Basın ve yayın yoluyla yapılan iftiradan dolayı etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanılabilmesi için, bunun aynı yöntemle yayınlanması gerekir.” şekline dönüştürülmüştür.
Anılan maddenin 765 sayılı TCK’daki karşılığını oluşturan 285/son. maddesi ise; “Yukarıdaki fıkralarda yazılı olan suç faili mağdur hakkında takibat yapılmadan evvel bu isnadatından rücu eder veya uydurduğunu itiraf ederse yukarıda yazılı cezaların altıda biri hükmolunur ve ceza müebbed ağır hapis ise on sene ağır hapse indirilir ve isnaddan rücu veya tasniin itiraf olunması takibata başlandıktan sonra vaki olursa azıl cezanın üçte ikisi indirilir ve müebbet ağır hapis yerine 24 sene ağır hapis cezası tayin olunur. Tasni veya iftira, kabahat ef’aline taallük ederse bu madde ile 283. maddede tesbit olunan cezalar yarıya kadar indirilir.” biçimindedir.
Yargı organlarının yasal işleyiş düzenini sağlamayı, bireyin adil yargılanma hakkını güvence altına almayı ayrıca kişilerin şahsiyet haklarını korumayı amaçlayan iftira suçu; hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlamak için bir kimseye hukuka aykırı bir fiil isnat edilmesiyle oluşur.
765 sayılı TCK’nun 285/son. maddesinde “rücu” terimi ile 5237 sayılı TCK’nun 269. maddesinde de; “iftiradan dönme” şeklinde ifade edilen iftira suçunda etkin pişmanlık ise; failin gerçeği açıklaması başka bir deyişle mağdura yüklediği hukuka aykırı fiilin gerçekte olmadığını itiraf etmesi olarak tanımlanmakta ve her durumda suçu ikrarı gerektirmektedir. 21.01.1959 gün ve 12/3 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararında da vurgulandığı üzere; kanunun iftiradan dönme dolayısıyla cezadan indirim yapılmasını öngördüğü bir halde, inkarını sürdüren ve ahlaki kötülüğünde ısrar eden kişinin etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanması mümkün değildir.
İftiradan dönme olgusunun varlığı için mutlaka pişmanlığı ifade eden kelimelerin kullanılması şart olmamakla birlikte failin ifadesinin bu anlama gelecek biçimde açık ve anlaşılır olması, meramını anlatamadığı durumda gerçek iradesinin ortaya konması gereklidir. Diğer taraftan fail hangi amaç ve gerekçeyle olursa olsun kendi özgür iradesiyle iftirasından dönmelidir. (Yorumlu-Uygulamalı Türk Ceza Kanunu, Osman Yaşar, Hasan Tahsin Gökcan, Mustafa Artuç, Ankara 2010, s.7892)
Yerleşmiş yargısal kararlar ve öğretide yer alan baskın görüşlere göre, 5237 sayılı TCK’nun 269. maddesinde yer alan etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için iftiradan dönme istikrarlı olmalı, tekrar önceki isnada dönülmemelidir. İftiracı rücu ettikten sonra bunun istemeyerek gerçekleştiğini beyan edip rücuunu geri almış olursa ceza indiriminden yararlandırılamayacaktır. (Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Ayhan Önder, 3. Bası, s.234)
Burada belirtmek gerekir ki, iftira suçu nedeniyle ortaya çıkan etkin pişmanlık hali ile “yalan tanıklık” ve “şikayet hakkının kullanımını” birbirine karıştırmamak lazımdır. Kişi mahkemede tanık olarak yaptığı açıklamalardan dönmüş ise, eyleminin yalan tanıklık mı, tanık olarak dinlendiği sırada söylediklerinin şikayet hakkının kullanılması mı yoksa iftira suçu mu olduğu konusunda fiilin somut olayın koşullarına göre değerlendirilmesi ve tespit edilmesi gerektiği öğretide haklı olarak ileri sürülmüştür. (Adliyeye Karşı Suçlar, Yener Ünver, 3. Bası, s.109; Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Veli Özer Özbek, Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, 8. Bası, Ankara 2015, s.1092)
İftiradan dönme halini kanuni bir hafifletici sebep olarak görmeyen ancak temel cezanın tespitinde göz önüne alan hukuk düzenlemelerinin aksine Avusturya ve İsviçre Hukukunda olduğu gibi mevzuatımızda da failin gerçeğe dönmesi açıkça “etkin pişmanlık” olarak yerini bulmuş ve ortaya çıkma anına göre; 5237 sayılı TCK’nun 269. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında verilecek cezanın belirli oranlarda indirilmesi zorunluluğu getirilmişken anılan maddenin 3. ve 4. fıkralarında hakime takdir yetkisi tanınarak cezadan indirim yapılabileceği belirtilmiştir.
Bu açıklamaların sonucu olarak; kanun koyucunun amacının pişmanlığın gerçeğin ortaya çıkmasına katkı sağlaması olduğu, failin isnadından dönmeden önce maddi gerçeğin ortaya çıkması durumunda artık gerçek anlamda bir pişmanlığından söz edilemeyeceği dolayısıyla bu halde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanma şartlarının oluşmayacağının kabulü gerekmektedir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 08.07.1985 gün ve 141-435 sayılı kararında da aynı hususa işaret edilmiştir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Olay günü ismini belirtmeyen bir kişinin polis imdat hattını arayarak asker kaçağı olduğunu ve hemen gidilmezse kaçabileceğini belirttiği mağdurun işyerine emniyet görevlilerince gidilerek ihbar sebebinin açıklandığı ancak mağdurun askerliğinin tecilli olduğunu beyan ettiği, bunun üzerine emniyet görevlilerinin askerlik şubesi başkanlığından mağdurun eğitiminin devam etmesi nedeniyle askerliğinin erteli olduğunu tespit etmeleri ile ihbarın asılsız olduğunun anlaşıldığı, polis imdat hattını arayan numaranın adına kayıtlı olduğu belirlenen sanığın suçunu soruşturma aşamasında inkar ettiği, ancak suç tarihinden 9.5 ay sonra kovuşturma aşamasında alınan savunmasında; patronu olan mağdurun kendisine yoğun şekilde iş vermesinden dolayı ihbarı yaptığını ve pişman olduğunu beyan ettiği olayda; sanığın gerçekte böyle bir durum olmadığını bildiği halde asker kaçağı olduğunu söylemek suretiyle bakaya kalmak suçunu işlediğini iddia ederek mağdura iftira attığı, isnatta bulunduğu suçun işlenmediğinin ortaya çıkması yönünde bir katkısının olmadığı, kolluk görevlilerince askerlik şubesine gidilerek araştırma yapılmasıyla gerçeğin ortaya çıktığı, bu aşamadan sonra sanığın asılsız yere ihbarda bulunduğunu ve pişman olduğunu söyleyerek iftiradan dönmesinin etkin pişmanlık hükümleri gereği cezasından indirim yapılması için yeterli olmadığı, gerçek fiili durumun ortaya çıktığı ana kadar sanığın etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektirir çabasının bulunmadığı göz önüne alındığında; 5237 sayılı TCK’nun 269. maddesinin uygulama şartlarının oluşmadığı anlaşılmaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme hükmünün onanmasına ilişkin Özel Daire kararı isabetli olup Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri Y. H. Doğan ve N. Özsoy; “Anayasa’nın 38. maddesinde cezaların yasallığı düzenlenmiş, 5237 sayılı TCK’nın 2. maddesinde ‘kanunilik prensibine’ yer verilmiştir, aynı yasanın 2. maddesinin 3. fıkrasında kıyas yasağı ve kıyasa yol açacak yorum yasağı getirilmiştir.
5237 sayılı TCK’yı hazırlayan Adalet Komisyonu raporunda, keyfi biçimde hüküm verilmesine yol açabilecek kavram ve tanımlara ceza kanununda yer verilmemesi gerektiği yine aynı raporda, madde başlığı ve gerekçesinin madde metninin ayrılmaz bir parçasını oluşturduğu da belirtilmiştir.
Ceza hukukunda başvurulabilecek ilk ve en önemli yorum biçimi lafzi yorumdur. Bu yorumla kanunun anlam ve kapsamı tam olarak anlaşılamadığı takdirde TCK’nın 1. maddesinde belirtilen ceza kanunun amaçları doğrultusunda ‘amaçsal yorum’ yapılabilecektir. Ancak biraz önce değindiğimiz gibi bu yorum kıyasa yol açacak şekilde yani (kanun koyucu yerine geçecek nitelikte) yeni bir düzenleme getirme biçiminde olmamalıdır.
Kıyas yasağı suçta ve cezada kanunilik ilkesinin sonucudur ve bu ilke suç ve cezalarda belirsizlik yasağınıda kapsamaktadır.
Bu prensipler ışığında iftira suçunda, etkin pişmanlık hükmü olarak TCK’nın 269. maddesindeki düzenleme incelendiğinde; maddenin başlığı etkin pişmanlık olarak belirtilmiş ise de; madde metninde; iftiradan rücu (dönme) dışında artı bir eylem veya katkı(hizmet) beklenmemektedir. Başlık her ne kadar madde metninin ayrılmaz bir parçası ise de; bu durumu, cezayı arttırıcı bir sonuç doğuracak şekilde (ve bir nevi kanun koyucunun yerine geçerek) kıyasa varan bir yorumla genişletici biçimde yorumlamamak gerekir.
Her ne kadar olması gereken düzenlemenin TCK’da düzenlenen diğer etkin pişmanlık halleri gibi (madde 168, 193/2, 221 vb.) failin, suçun ya da suçlunun ortaya çıkmasını veya suçun işlenmesiyle ortaya çıkan zararın giderilmesi gibi bir hizmeti gerektirdiği, bu hususun kanun koyucu tarafından unutulduğunu ya da etkin pişmanlık kavramının başlı başına bu yorumu gerektirdiğini düşünmek ve ileri sürmek mümkün ise de; doktrinde birçok yazar tarafından bu maddede düzenlenen etkin pişmanlık kavramının, TCK’daki diğer etkin pişmanlık düzenlemelerindeki gibi etkin şekilde (bir yardım yada zarar giderme veya benzeri bir) davranış olarak yorumlandığı gibi iftiradan rucü etmenin de başlı başına bir etkin (pozitif davranış gerektiren) pişmanlık eylemi olduğu da ileri sürülmektedir. Bu düşüncedeki yazarlar, iftira failinin rücu eylemiyle karar mercilerinin hüküm verilmesi sırasında daha rahat ve kuşkusuz sonuca gittiklerini, adaletin yerine getirilmesi konusunda bu ikrarın da bir rahatlatıcı ve adaletin yerine geldiği düşüncesini pekiştirici özellik arzettiğini bu nedenle kanunkoyucunun diğer etkin pişmanlık düzenlemelerinde olduğu gibi aktif bir hizmet beklemediğini belirtmişlerdir. Bazı yazarlar maddedeki etkin pişmanlık deyiminin ‘iftiranın itirafı’ yerine kullanıldığını belirtmişlerdir. Prof. Dr Yener Ünver bu maddedeki düzenlemeyle ilgili olarak ‘Burada özellikle vurgulamak gerekir ki, TCK’nın diğer madde ve gerekçesinde olduğu gibi son 5 yıldır yapılan bütün kanuni düzenlemelerde kanun metni yazmada gösterilen özensizlik, yalnışlık, kayıtsızlık ve yanıltıcı tutum bu madde de görülmektedir. Örneğin, her ne kadar tüm fıkra veya bentlerde ‘iftiradan dönme’ kavramı kullanılmamış ise de, önceki fıkra ve bentlerde ‘iftiradan dönme’ kavramının kullanılması ve maddenin çeşitli olasılıkları içeren bir etkin pişmanlık maddesi olması nedeniyle, 3. ve 4. fıkralarda kullanılan ‘etkin pişmanlık’ kavramını, bu maddedeki ‘iftirada dönme’ biçiminde bir etkin pişmanlık olarak anlamak ve uygulamak gerekir. Bilindiği üzere birçok diğer suça ilişkin etkin pişmanlık hükümleri içerik, zaman ve davranış modeli açısından birbirinden çok farklı düzenlenmiştir. Bu madde metninde yer alan etkin pişmanlıkta, pişmanlık gösteren failin sadece iftiradan dönme eylemi etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanması için yeterli sayılmış ve fakat failin başkaca ilave bir davranışta bulunması yahut sübjektif olarak pişmanlık göstermesi gibi bir husus aranmamıştır. Maddenin 3. ve 4. fıkralarındaki ‘etkin pişmanlık’ ifadesini de, bu maddenin 1. ve 2. fıkralarında belirtilen ‘iftiradan dönme’ olarak yorumlamak gerekir.”(Ünver Yener Adliyeye Karşı Suçlar Ankara, 2012 -Sh.112) şeklinde yorumda bulunmuştur.
TCK 269. maddenin düzenlenme şekli, içeriği ve gerekçesi birlikte değerlendirildiğinde kanunkoyucunun amacı;
1- Mağdurun korunması; yani mağdur hakkında haksız yere başlatılan soruşturma ve kovuşturmanın engellenmesi veya bir an önce son bulması amaçlanmıştır.
İftira suçu bir tehlike suçudur. Suç isnadı altında bulunan mağdurun bir an önce bu tehlikeden kurtulması için sanığı iftiradan rücuya teşvik etmektir.
2- Sanığın adaletin gerçekleştirilmesinde katkıda bulunmasını sağlamak; sanığın ikrarı delil niteliğinde ve Hakimi rahatlatan bir durumdur. Sanığın iftiradan rücu eylemi adaletin gerçekleştirilmesine katkı sağlamaktadır. Bundan dolayıdır ki;
TCK’nın 269. maddesinde iftiradan rücu için bir şart aramamıştır. İftiradan dönmenin hangi saike ve nedene dayandığının önemi yoktur. Iftiradan dönme eylemi başlı başına bir etkin pişmanlık hali olarak değerlendirilmiştir.
Bu nedenle kıyasa varacak geniş bir yorumla, kanun maddesinde açıkca belirtilmeyen ‘maddi gerçeğin ortaya çıkmasından önce iftiradan dönme’ şartının bu yasa maddesinin uygulanması için koşul olarak belirlenmesi mümkün değildir. Bu nedenlerle sayın çoğunluk görüşüne katılmamaktayız” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan diğer dört Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.04.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.