Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2015/35 E. 2015/516 K. 15.12.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/35
KARAR NO : 2015/516
KARAR TARİHİ : 15.12.2015

Mahkemesi : … Ağır Ceza
Taksirle ölüme ve yaralanmaya neden olma suçundan sanığın TCK’nun 85/2, 62, 63 ve 53/6. maddeleri uyarınca sekiz yıl dört ay hapis cezası ile mahkûmiyetine, sürücü belgesinin bir yıl süreyle geri alınmasına ve mahsuba ilişkin, … Ağır Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay …. Ceza Dairesince … gün ve …-… sayı ile;
“Sanığın bölünmüş yol iken, yol çalışması nedeniyle çift yönlü hale dönüştürülen yolda, önünde giden aracı sollamak için karşı yönden gelen trafiğin kullandığı şeride geçtiğinde, …’un sevk ve idaresindeki araçla çarpışması neticesi meydana gelen, beş kişinin ölümü, bir kişinin basit tıbbi müdahale ile giderilecek biçimde yaralanması ile sonuçlanan olayda; iki sınır arasında temel ceza belirlenirken suçun işleniş biçimi, failin taksire dayalı kusurunun yoğunluğu, meydana gelen zararın ağırlığı, maddede öngörülen cezanın alt sınırı, sanığın olayda asli kusurlu oluşu nazara alınmak suretiyle, adalet ve hakkaniyet kurallarına uygun olarak asgari hadden daha fazla uzaklaşılmak suretiyle ceza tayini gerektiğinin gözetilmemesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
… Ağır Ceza Mahkemesi ise … gün ve … sayı ile;
“5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen uygulanmakta olan 14… sayılı CMUK’nın 307 ve 308. maddeleri sarahatine göre temyiz merciinin, mahkemenin TCK’nun 61. maddesinde öngörülen şartlar müvacehesinde takdir ve tayin ettiği ceza miktarını, takdir yönünden inceleme yetkisi bulunmamaktadır.
Mahkememiz; ‘suçun işleniş şekli, kusur durumu, ölü ve yaralı sayısı, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı’nı teşdit sebebi olarak kabul ederek, beş kişinin ölümü ve bir kişinin de basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek biçimde yaralandığı ve sanığın tam kusurlu olduğu olayda temel cezayı on yıl hapis olarak belirlemiştir.
TCK’nun 85/2. maddesinde zikredilen suç için öngörülen ceza miktarının iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası olduğu gerçeği nazara alındığında, ülke çapında infiale sebep olan, daha yoğun kusurla işlenmiş ve yüzlerce kişinin ölümüne sebep olan olaylarda bile verilebilecek en fazla cezanın onbeş yıl hapis olması nedeniyle beş kişinin öldüğü kazada, sanık hakkında belirlenen on yıl hapis cezasının, ihlal edilen değerler, kusur durumu ve somut ceza bakımından orantılı olduğu düşünüldüğünden bozma ilamında isabet bulunmadığı sonucuna ulaşılmıştır.
Açıklanan nedenlerle yüz yüzelik ve doğrudanlık ilkesi gereği sanığı bizzat dinleyen, davranışını gözlemleyen mahkemenin objektif ve denetlenebilir kabul ve gerekçelerle tayin ettiği cezanın miktar olarak çokluğu ya da azlığı yönünde yapılan temyiz değerlendirmesinin hukuki olmadığı” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Direnme hükmünün de sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 06.01.2015 tarih, 407569 sayı ve “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle beş kişinin ölümüne, bir kişinin de yaralanmasına neden olma suçundan sanık hakkındaki temel cezanın on yıl olarak tayin edilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamına göre;
30.06.2013 günü, açık havada, sabah saat yedi kırk sıralarında meskûn mahal sınırları dışında, görüşe engel herhangi bir durumun bulunmadığı, orta refüjle bölünmüş iki gidiş ve iki gelişli iken yol çalışması nedeniyle bir şeridi kapatılarak bir yönü gidiş ve geliş olarak kullanılan, düz ve eğimsiz yolda sanığın sevk ve idaresindeki kamyonet ile seyri sırasında şerit ihlalinde bulunarak karşı istikametten gelen araçlar için ayrılan şeride girip kendi şeridinde seyreden ölen … yönetimindeki otomobil ile çarpıştığı, ardından savrularak aynı şeritte önünde seyreden bir başka aracın sol yan ve arkasına çarptığı, çarpma neticesinde ölenin aracında bulunan kendisi dahil beş kişinin öldüğü, bir kişinin ise basit bir tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralandığı,
… Başkanlığı raporu, soruşturma aşamasında tanzim olunan bilirkişi raporu ve trafik kazası tespit tutanağında; kazanın oluşumunda sanığın tam kusurlu olduğu, diğer sürücülerin ise kusurlarının bulunmadığı bilgilerine yer verildiği,
B sınıfı sürücü belgesine sahip olup öğrenci olan sanığın sabıkasının bulunmadığı, 02.07.2013 tarihinde tutuklandığı, halen tutuklu bulunduğu, dosyaya herhangi olumsuz bir tavır ve davranışının yansımadığı,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; babasının kullandığı aracın sol arka koltuğunda oturduğunu, babasının yaklaşık kırk kırkbeş kilometre hızla kendi şeridinde seyrettiğini, karşı istikametten gelen minibüsün kendi şeritlerine geçerek babasının kullandığı araca çarptığını, sanıktan şikâyetçi olduğunu ifade etmiş,
Tanık …; olay günü sevk ve idaresindeki aracıyla seyir halinde bulunduğu sırada aracının sol tarafında darbe hissedip aracını durdurduğunda, yaklaşık kırk metre ileride sanığın arabasını gördüğünü, kazanın nasıl olduğunu görmediğini, aracına sanığın çarptığını beyan etmiş,
Tanık … kollukta; olay tarihinde sanığın sevk ve idaresindeki minibüste bulunduğunu, olay mahalline geldiklerinde birden karşı istikamette seyreden aracın önündeki aracı solladığını ve kendi şeritlerine geçtiğini, sanığın sol şeride direksiyonu hafif bir şekilde kırdığını, karşı istikametten gelen aracın kendi şeritlerinde sanığın kullandığı aracın sağ ön tarafına çarpıp yirmibeş otuz metre sürüklediğini anlatmış, duruşmada ise; içerisinde bulunduğu aracın hız ibresini görmediğini, ancak yaklaşık seksen doksan kilometre hızla gittiklerini, kaza mahalline geldiklerinde kazaya karışan diğer aracın başka bir aracı solladığını gören sanığın selektör ve korna ile ikaz ettiğini, buna rağmen aracın üzerlerine geldiğini, sanığın son bir hamle ile hafifçe sola doğru manevra yapınca kazanın kendi şeritlerinde meydana geldiğini belirtmiş,
Sanık kollukta; olay günü sevk ve idaresindeki araçla kendi şeridinde ilerlerken karşı yönden gelen aracın şeridinden çıkıp önündeki aracı sollamaya çalıştığı sırada kendi şeridine geçmesi sonucu aracının sağ ön kısmına çarptığını, kaza esnasında şeridinde ilerlediğini, karşı istikametten gelen aracın şeridine girdiği esnada kaçacak yeri olmadığını, kurtarmak amacıyla manevralar yaptığını, ancak kazayı önleyemediğini, kazanın karşı yönden gelen aracın hatalı sollaması ve şeridine geçmesi sonucu meydana geldiğini ifade etmiş, duruşmada ise; kendi şeridinde yaklaşık seksenbeş kilometre hızla seyir halinde iken olay yerine geldiğinde ölenin sevk ve idaresindeki aracın önündeki aracı solladığını, selektörle ikaz etmesine rağmen kendi şeridine geçmediğini, üzerine geldiğini, solladığı aracın geride kaldığını, kendisinin de son bir hamle ile sol şeride doğru kırdığını, ancak aracının savrulduğunu savunmuştur.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç yalnızca kastla işlenebilir. Ancak yasada açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için, kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 22. maddesinin ikinci fıkrasında; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde açıklanmıştır.
Arapça “kusur” kökünden türetilmiş olan taksir; kısaltma, bir işi eksik yapma, bir şeyi yapabilirken çekinip yapmama, kusur etme, kabahat ve günah anlamlarına gelmektedir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, Cezaevi Matbaası, İstanbul 1967, s. 22) Hukuki anlamda ise; neticenin fail tarafından öngörülebilir olduğu halde öngörülmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, öngörüldüğü halde istenmemesi biçiminde de gerçekleşebileceği ifade edilmektedir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 2. Baskı, c. 1, s. 590)
Öğreti ve yargısal kararlarda da; “failin suç tipindeki neticeye yönelik kast içerisinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi mümkün bulunmayan hallerde, tespit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi; bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi” biçiminde tanımlanmıştır. (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 1992, c. 2, s. 336; Turan Tufan Yüce, Türk Ceza Hukuku Temel Kavramları, Turhan Kitapevi, Ankara 1984, s. 59; Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara 1993, c. 1, s. 508; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2015, 8. Baskı, s. 172-173; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2015, 9. Baskı, s. 325; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 2015, 4. Baskı, s. 254; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2015, 18. Baskı, s. 251)
Suçun manevi unsurlarından olan kast gibi taksirde de birlikte yaşamanın getirdiği kurallara uyulmaması söz konusudur. Toplumsal hayatta belli faaliyetlerde bulunan kişilerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar birlikte yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımı ile karşılaşır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle sebep olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun ….05.2015 gün ve 771-150; 18.11.2014 gün ve 179-499; 18.02.2014 gün ve 10-80; 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve …-68; 09.10.2001 gün ve 181-204 ile 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararlarında açıkça vurgulandığı ve öğreti ile uygulamada da kabul edildiği üzere taksirin unsurları;
1- Taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradiliği,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da gerek icrai, gerekse ihmali hareketlerin iradi ve meydana gelen sonucun öngörülebilir olması, bunun yanında hareketle netice arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Olayda iradi bir davranışın bulunmaması halinde taksirden sözedilemeyecek, öngörülemeyen neticenin gerçekleşmesi durumunda da failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Taksirli hareket ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmaması halinde fail bu sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır. Neticenin gerçekleşmesinde, mağdur veya başka bir kişinin taksirli davranışının da etkili olması durumunda diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda taksirle işlenebilen suçlarda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Bu açıklamalardan sonra, taksir ve taksirle ölüme neden olma suçuyla ilgili hükümler de gözden geçirilmelidir.
TCK’nun 22. maddesi;
1) Taksirle işlenen fiiller, kanunun açıkça belirttiği hâllerde cezalandırılır.
2) Taksir, dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla, bir davranışın suçun kanunî tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir.
3) Kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi hâlinde bilinçli taksir vardır; bu hâlde taksirli suça ilişkin ceza üçte birden yarısına kadar artırılır.
4) Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir.
5) Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda, herkes kendi kusurundan dolayı sorumlu olur. Her failin cezası kusuruna göre ayrı ayrı belirlenir.
6) Taksirli hareket sonucu neden olunan netice, münhasıran failin kişisel ve ailevî durumu bakımından, artık bir cezanın hükmedilmesini gereksiz kılacak derecede mağdur olmasına yol açmışsa ceza verilmez; bilinçli taksir hâlinde verilecek ceza yarıdan altıda bire kadar indirilebilir” şeklindedir.
Madde gerekçesinde de; “Taksirden dolayı kusurluluğun matematiksel olarak ifadesi mümkün değildir. Ancak, normatif değerlendirmeyle hâkim tarafından belirlenen kusurluluk göz önünde bulundurulmak suretiyle, suçun cezasında belli bir oranda indirim yapılabilir.
Taksir dolayısıyla kusurun belirlenmesi normatif değerlendirmeyle mümkün olmakla birlikte, somut olayda dikkat ve özen yükümlülüğünün ihlâl edilip edilmediğinin belirlenmesi açısından bilirkişi incelemesi yaptırılabilir. Örneğin ölümle sonuçlanan ameliyat sırasında hastaya yapılan tıbbi müdahalenin tekniğine uygun olarak yapılmış olup olmadığının tespiti açısından bilirkişi incelemesine gerek bulunduğu muhakkaktır. Keza, ölüm veya yaralanma ile sonuçlanan bir trafik kazasında, sürücülerin trafik kurallarına uyup uymadıklarının, hangi trafik kuralının ne suretle ihlâl edildiğinin, trafiğe çıkarılan aracın teknik bakımdan herhangi bir arızası olup olmadığının belirlenmesi açısından da bilirkişi incelemesi yapılabilir. Ancak, bu durumlarda bilirkişinin yapacağı inceleme, işin tekniği ile sınırlı olmalıdır. Bunun dışında, bilirkişi tarafından münhasıran hâkimin yetkisinde bulunan kusurluluk konusunda herhangi bir değerlendirme yapılmamalıdır. Aksi yöndeki tutum, bilirkişilik görevinin sınırını aşmayı ve hâkimin yerine geçmeyi ifade eder.
Hâkim, bu teknik veriler çerçevesinde somut olayda failin kusurlu olup olmadığını takdir edecektir. Failin kusurlu bulunması durumunda, kusurun ağırlığı ve diğer sebepleri de göz önünde bulundurmak suretiyle suçun kanuni tanımındaki cezanın alt ve üst sınırı arasında bir cezaya hükmedecektir.
Birden fazla kişinin taksirle işlediği suçlarda herkes kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle sorumlu tutulur. Taksirli suçun kanuni tanımında belirlenen netice birden fazla kişinin karşılıklı olarak işledikleri taksirli fiiller sonucunda gerçekleşmiş olabilir. Örneğin bir trafik kazasında sürücü ile yaya veya her iki sürücü de taksirle hareket etmiş olabilir. Bu gibi durumlarda neticenin oluşumu açısından her kişinin taksirli fiili dolayısıyla kusurluluğu bir diğerinden bağımsız olarak belirlenmelidir. Aynı şekilde birden fazla kişinin katılımıyla gerçekleştirilen bir ameliyatın ölüm veya sakatlıkla sonuçlanması durumunda, ameliyata katılan kişiler müştereken hareket etmektedirler. Ancak tıbbın gereklerine aykırılık dolayısıyla ölüm veya sakatlıkla sonuçlanan bu ameliyatta işlenen taksirli suçun işlenişi açısından suça iştirak kuralları uygulanamaz. Kanunun suça iştirake ilişkin hükümleri, kasten işlenen suçlarda suçun işlenişine iştirak eden kişilerin sorumluluk statülerini belirlemektedir. Birden fazla kişinin katılımıyla yapılan ameliyat sırasında meydana gelen ölüm veya sakatlık neticeleri bakımından her bir kişinin sorumluluğu kendi kusuru göz önünde bulundurulmak suretiyle belirlenmelidir. Bu tespitte diğer kişilerin kusurlu olup olmadığı hususu dikkate alınamaz” ifadelerine yer verilmiştir.
TCK’nun ikinci kısım birinci bölümünde ve hayata karşı suçlar arasında yer verilen 85. maddesi de;
“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu yaptırıma bağlanmıştır. Taksirli hareket sonucu birden fazla insanın ölümüne veya bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunmuş ise fail maddenin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılacaktır.
Bu aşamada cezaların belirlenmesi üzerinde de durulmalıdır.
Türk Ceza Kanununun üçüncü bölümünde yer alan “cezanın belirlenmesi” başlıklı 61. maddesinin birinci fıkrasında, temel cezanın belirlenmesinde göz önüne alınması gereken ilkeler; “suçun işleniş biçimi, suç işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saik” biçiminde düzenlenmiş, “adalet ve kanun önünde eşitlik ilkesi” başlıklı üçüncü maddesinin birinci fıkrasındaki; “suç işleyen kişi hakkında işlenen fiilin ağırlığıyla orantılı ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunur” şeklindeki hüküm ile de, gerçekleştirilen fiille hükmolunan ceza ve güvenlik tedbiri arasında “orantı” bulunması gerektiği vurgulanmıştır. Söz konusu ölçütler genel nitelikli olup bunların her biri tüm suçlara uymayabileceğinden, her suç için bütün kıstasların değil sadece ilgili suça uyan hükümlerin nazara alınması gerekmektedir. Sözgelimi, taksirli suçlar açısından “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütü uygulanamayacaktır.
Kanun koyucu, cezanın kişiselleştirilmesinin sağlanması bakımından hâkime somut olayın özellikleri ve fiilin ağırlığıyla orantılı bir biçimde gerekçelerini de göstererek, iki sınır arasında temel cezayı belirleme yetki ve görevi vermiştir. Ancak hâkimin temel cezayı tayin ederken dayandığı gerekçe, yukarıda belirtilen hükümlere uygun olarak; suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, güttüğü amaç ve saik ile dosya muhtevasına yansıyan bilgi ve belgelerin isabetli bir şekilde değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli olmalıdır.
Buna göre, herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında ceza belirlenirken göz önüne alınması gereken ölçütler, kanunda açıkça; “suçun işleniş biçimi, suç işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı, failin güttüğü amaç ve saik” şeklinde sıralanmıştır. Taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, 22. maddenin dördüncü fıkrası ile; “taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” şeklinde bir başka ölçüt daha ilave etmiştir. Bu durum karşısında, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, tüm bu hususların birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Anılan kanuni düzenlemelere göre, taksirle ölüme neden olma suçu açısından temel cezanın tayininde failin kusurunun yanında, suçun işleniş biçimi, suçun işlendiği zaman ve yer, suç konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığının da göz önüne alınacağında herhangi bir şüphe bulunmamaktadır.
Yeni Türk Ceza Kanununda daha önceden olduğu gibi taksirli suçlarda matematiksel kusur hesabına dayalı cezalandırma sisteminden vazgeçilmiş ise de, alt ve üst sınır arasındaki cezanın, suç konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar ya da tehlikenin ağırlığı gözetilerek, fakat ağırlıklı olarak kusura göre belirlenmesi hakkaniyete ve kanuna daha uygun olacaktır. Bunun dışında, cezanın kanunlarda yer alan objektif ölçütler terk edilerek, tamamen sübjektif olan hak ve nasafet gereğince tayin edilebileceğinin kabul edilmesi halinde, kişilere göre değişkenlik gösterecek olan adaletsiz uygulamalar ortaya çıkabilecektir.
Bu nedenlerle, taksire dayalı kusurun ağır olduğu ahvalde, alt sınırdan uzaklaşılarak, hafif bulunduğu durumlarda ise alt hadden veya asgari hadde yaklaşılarak temel cezanın tayin edilmesi isabetli bir uygulama olacak ise de, bundan herhalde ağır ya da tam kusurlu olan fail hakkında en üst veya azami hadde yakın, hafif veya tali kusurlu fail hakkında ise alt hadden ceza belirlenmesi gerektiği sonucu çıkarılmamalı, somut olaya uygun diğer ölçütlerle birlikte “orantılılık ilkesi” de göz önünde bulundurularak temel ceza belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde,
Olay tarihinde açık havada, sabah saat yedi kırk sıralarında meskûn mahal sınırları dışında, görüşe engel herhangi bir durumun bulunmadığı, orta refüjle bölünmüş iki gidiş ve gelişli iken yol çalışması nedeniyle bir şeridi kapatılarak bir yönü gidiş ve geliş olarak kullanılan, düz ve eğimsiz yolda, sanığın sevk ve idaresindeki kamyonet ile seyri sırasında şerit ihlalinde bulunarak karşı istikametten gelen araçlara ayrılan şeride girip kendi şeridinde seyreden ölen … yönetimindeki otomobil ile çarpıştığı, ardından savrularak aynı şeritte önünde seyreden bir başka aracın sol yan ve arkasına çarptığı, çarpma neticesinde ölenin aracında bulunan kendisi dahil beş kişinin öldüğü, bir kişinin basit bir tıbbi müdahale ile giderilecek şekilde yaralandığı sabit bulunan olayda, yargılama süreci boyunca maddi gerçeğe ulaşma ve adaleti sağlama yolunda çaba harcayan ve dosyaya herhangi bir olumsuz tavır ya da davranışı yansımayan sanığı da birebir gözlemleyen yerel mahkemece, cezanın alt ve üst sınırı, sanığın kusur durumu ile ölen ve yaralı sayısı gözetilerek, iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasını gerektiren taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçunda temel cezanın alt sınırdan makul bir oranda uzaklaşılarak on yıl olarak tayin ve takdir edilmesinde herhangi bir isabetsizlik bulunmamakta olup, bu uygulama TCK’nun 3/1. maddesinde düzenlenen “orantılılık” ilkesine de aykırılık oluşturmamaktadır.
Öte yandan gerekçeli karar başlığında karar tarihinin … yerine … olarak yazılması mahallinde düzeltilebilir yazım hatası olarak görülmüştür.
Bu itibarla, taksirle ölüme ve yaralamaya neden olma suçundan sanık hakkında temel cezayı on yıl olarak tayin eden yerel mahkeme direnme hükmü isabetli olup onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Genel Kurul Üyesi; “direnme hükmünün temel cezanın tayini sırasında alt hadden daha fazla uzaklaşılması gerektiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulması gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Usul ve kanuna uygun bulunan … Ağır Ceza Mahkemesinin … gün ve … sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 15.12.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.