Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2015/1179 E. 2019/515 K. 02.07.2019 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/1179
KARAR NO : 2019/515
KARAR TARİHİ : 02.07.2019

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 1. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza (CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli)

Sanıklar …, … ve … hakkında nitelikli yağma suçundan açılan kamu davasında yapılan yargılama sırasında, Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesince 20.12.2006 tarih ve 211-350 sayı ile sanıkların eylemlerinin haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlardan olduğu gerekçesiyle ve 5271 sayılı CMK’nın 3, 4 ve 5. maddeleri uyarınca görevsizlik kararı verilerek dosyanın gönderildiği CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesince 26.05.2008 tarih ve 240-153 sayı ile sanıklar … ve …’ın nitelikli yağma suçundan lehe olduğu kabul edilen 5237 sayılı TCK’nın 149/1-a-c-f-g, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına ve mahsuba, sanık …’nun ise nitelikli yağma suçuna yardımdan aynı Kanun’un 149/1-a-c-f-g, 39, 62, 53 ve 63. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluklarına ve mahsuba karar verilmiştir.
Hükümlerin sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 09.06.2010 tarih ve 7383-4286 sayı ile;
“…Aynı olay nedeniyle aynı suçlama ve aynı sevk maddeleri uyarınca yargılanan ve aşamalarda değişiklik gösteren savunmalarda inkâra yönelen, bu nedenle de aralarında menfaat çatışması bulunan ve ayrıca getirtilen nüfus kayıtlarına göre kardeş oldukları anlaşılan sanıklar… ve…ile sanık …’in aynı avukatla, sanıklar …, …ve …’ın aynı avukatla, sanık … ile sanık …’nın aynı avukatla temsil ettirilmeleri suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 152/1 ve Avukatlık Yasası’nın 38. maddelerine aykırı davranılması;” isabetsizliğinden hukuki ve fiili irtibat nedeniyle diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesince 26.12.2012 tarih ve 237-395 sayı ile sanıkların lehe olduğu kabul edilen 5237 sayılı TCK’nın 149/1-a-c-f-g, 62, 53, 58/9 ve 63. maddelere uyarınca 10 yıl hapis cezası ile cezalandırılmalarına, hak yoksunluklarına, cezalarının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba hükmedilmiştir.
Bu hükümlerin de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 04.03.2015 tarih ve 4007-1208 sayı ile;
“…a) Mahkemenin 26.05.2008 tarihli ve 240/153 sayılı kararının sanık … müdafisi ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edildiği, Cumhuriyet savcısının ‘Sanığın mağdur …’a karşı yağmaya teşebbüs suçundan da cezalandırılması’ istemiyle sadece bu suç yönünden aleyhe temyiz ettiği, mağdur …’a karşı yağma suçundan kurulan hüküm yönünden aleyhe temyiz bulunmadığı, sanık … hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünde CMUK’nın 326/son maddesinin gözetilmesinin gerektiği anlaşılmakla, sanık … hakkında mağdur …’a karşı yağma suçundan kurulan hükümde 5237 sayılı TCK’nın 149/1-a-c-f-g ve 62. maddelerinden sonra gelmek üzere ‘Sanığın ceza miktarı yönünden kazanılmış hakkı göz önüne alınarak, CMUK’nın 326/son maddesi uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına’ ibaresinin eklenmesine,
b) Suç tarihinin 19.04.2005 ve öncesi olması nedeniyle sanıklar hakkında mağdur…’e karşı nitelikli yağma suçundan kurulan hükümlerde 5237 sayılı TCK’nın 58/9. maddesinin uygulanmasına karar verilemeyeceğinden, sanıklar …, … ve … hakkında mağdur…’e karşı nitelikli yağma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümlerinden TCK’nın 58/9. maddesinin uygulandığı bentlerin çıkartılmasına,
c) Hüküm fıkrasının (J) bendinde adli emanetin 2005/1950 sırasında kayıtlı bıçağın müsaderesine karar verilmiş ise de, bıçağın suçta kullanılmadığı ve bulundurulmasının bizahiti suç teşkil etmediği anlaşıldığından, ilgili bentteki ‘Yine aynı emanette kayıtlı 9 mm’lik… seri numaralı tabanca, şarjör, 10 adet fişek, 1 adet şarjör, 9 adet fişek ve bıçağın suçta kullanıldıkları anlaşıldığından ve bulundurulmaları suç olduğundan TCK’nın 54/1 maddesi gereğince müsaderesine’ ibaresinin, ‘Yine aynı emanette kayıtlı 9 mm’lik… seri numaralı tabanca, şarjör, 10 adet fişek, 1 adet şarjör ve 9 adet fişeğin bulundurulması bizahiti suç teşkil ettiğinden 5237 sayılı TCK’nın 54/4. maddesi gereğince müsaderesine, bıçağın suçta kullanılmadığı ve bulundurulmasının bizahiti suç teşkil etmediği anlaşıldığından sahibine iadesine’ olarak değiştirilmesine,” karar verilmesi suretiyle düzeltilerek onanmasına hükmedilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 29.09.2015 tarih ve 152259 sayı ile;
“…Hükümlü … vekili Av. … 29.03.2015 tarihli, Av. M. … ise 22.06.2015 tarihli, hükümlü … vekili Av. … 29.03.2015 tarihli, hükümlü … vekili Av. … ise 25.03.2015 tarihli dilekçesinde, Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde dinlenen … ve tanıklar…, …, …, … ve …’ün görevli 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından dinlenilmeyerek sadece ifadelerinin okunulması ile yetinilmesinin CMK’nın 7. maddesine aykırı olduğunu, gerekçeli kararda sanığa verilen mahkûmiyet kararının gerekçesinin belirtilmediğini, mağdur …’ın daha sonra geri aldığı ilk ifadesi dışında hükümlü aleyhine herhangi bir delil bulunmadığını ileri sürerek itiraz olağanüstü kanun yoluna başvurulmasını talep etmişlerdir.
Dosya Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına gelmekle karara karşı, aşağıda arz ve izah olunan nedenle itiraz edilmesi gerektiği düşünülmüştür.
İtiraz Nedenleri : İtirazın konusunu oluşturan uyuşmazlık;
1) Görevsizlik kararı veren mahkemece yapılan işlemlerin, görevli mahkemece tekrarlanmasında zorunluluk bulunup bulunmadığının,
2) Yerel Mahkeme hükmünün gerekçesinin Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yeterli olup olmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
1) Görevsizlik kararı veren mahkemece yapılan işlemlerin, görevli mahkemece tekrarlanmasında zorunluluk bulunup bulunmadığı;
İtiraz konusu uyuşmazlığın çözümü için konuya ilişkin yasal düzenlemeye bakıldığında;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘Görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemleri’ başlıklı 7. maddesi;
‘Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür.’,
Hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemeden de anlaşılacağı üzere, görevsiz mahkemece yapılan işlemlerin, tekrarlanması olanağı bulunmayanlar dışındakilerin, görevli mahkemece yeniden usulüne uygun olarak yapılması zorunludur. Bir başka deyişle kural, görevsiz mahkemede yapılan işlemlerin tamamının yenilenmesidir. Kuralın istisnası ise, işlemin yenilenmesi mümkün değilse bu işlemin geçerliliğini muhafaza etmesidir. Örneğin; görevsiz mahkemede dinlenilen tanığın görevli mahkemede tekrar dinlenilmesi zorunludur. Ancak, bu tanığın ölmesi hâlinde, yeniden dinlenilmesi mümkün olmadığından önceki beyanı ile yetinilecektir.
Bu düzenlemenin diğer bir sonucu olarak, yeterli bir vicdani kanaatin oluşması için duruşmada edinilen izlenimi dikkate alması gereken görevli mahkemenin, yenilenmesi mümkün olduğu hâlde görevli olmayan mahkemede yapılan işlemlere dayanarak hüküm kuramayacağı da söylenebilir.
Bu açıklamalar doğrultusunda ve 5271 sayılı CMK’nın 7. maddesi hükmü karşısında, görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2005/211 esas ve 2006/350 karar sayılı dava dosyasında dinlenen ve yargılamaya konu olayların restoranda geçen kısmıyla ilgili görgüsü bulunan mağdur …, olay sırasında iş yerinin dışında bulunan tanıklar… ve …, olayın öncesine ait bilgileri bulunan tanıklar … ve … ile mağdur …’ın kollukta verdiği ilk ifadeden sonra şikâyetten vazgeçmesiyle ilgili bilgisi bulunan tanık …’ün, görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde hazır edilip usulüne uygun şekilde yeniden dinlenildikten ve tanık beyanları diğer delillerle birlikte tartışıldıktan sonra sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının belirlenmesi gerekirken, adı geçen kişiler dinlenilmeden ve görevsizlik kararı veren mahkemedeki ifadeleri de okunmadan eksik soruşturmayla hüküm kurulmasının isabetli olmadığı kanaatine varılmıştır.
2) Yerel Mahkeme hükmünün gerekçesinin yeterli olup olmadığı;
İtiraz konusu uyuşmazlığın çözümü için konuya ilişkin yasal düzenlemelere bakıldığında;
1982 Anayasası’nın ‘Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması’ başlıklı 141. maddesinin 3. fıkrası;
‘Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır.’,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘Kararların gerekçeli olması’ başlıklı 34. maddesinin 1. fıkrası;
‘Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230 uncu madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir.’,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar’ başlıklı 230. maddesinin 1. fıkrası;
‘Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62 nci maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.’,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun ‘Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar’ başlıklı 232. maddesinin 3. fıkrası;
‘Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.’
Hükmünü içermektedir.
Bu düzenlemelerden de anlaşılacağı üzere, mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunludur. Gerekçede, mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmelidir. Gerekçede, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, bunun nitelendirmesinin yapılması ve hüküm bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkân sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır. Ayrıca, hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca hâlen yürürlükte bulunan 308/7 ve 5271 sayılı CMK’nın 289/1-g maddeleri uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturacaktır. Bu hususlar Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.10.2014 tarihli, E.2014/1-441 ve K.2014/421 sayılı ve 18.11.2014 tarihli, E.2013/8-830 ve K.2014/502 sayılı kararlarında açıkça vurgulanmıştır.
Öte yandan, kararların gerekçeli olması, ülkemizin de taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde düzenlenen ‘Adil yargılanma hakkı’nın somut görünümlerinden birisi olarak da karşımıza çıkmaktadır. Gerekçeli karar hakkı olarak adlandırılan bu hak, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvuru yoluyla önüne gelen olaylarla ilgili verdiği bazı ihlal kararlarında da koruma altına alınmıştır (AYM, B. No: 2012/603, 20.02.2014; B. No: 2013/988, 10.03.2015; B. No: 2013/1213, 04.12.2013; B. No: 2013/4186, 15.10.2014; B. No: 2013/5459, 16.10.2014).
Mahkeme kararlarının gerekçeli olması adil yargılanma hakkının unsurlarından birisi olmakla beraber, bu hak yargılamada ileri sürülen her türlü iddia ve savunmaya ayrıntılı şekilde yanıt verilmesi şeklinde anlaşılamaz. Bu nedenle, gerekçe gösterme zorunluluğunun kapsamı kararın niteliğine göre değişebilir. Bununla birlikte ayrı ve açık bir yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olacaktır (AYM, B. No: 2013/1213, 04.12.2013, § 26).
Anayasa Mahkemesi, … ve diğerlerinin yaptığı bireysel başvuruyla ilgili olarak verdiği 15.10.2014 tarihli ve B. No:2013/4186 sayılı kararında;
‘…
60. Bir muhakemede usule ilişkin koruma sağlayan adil yargılanma hakkının önemli unsurlarından biri olan gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamaktadır (B. No: 2013/7800, 18.06.2014, § 31).

62. Mahkemeler, ‘kararlarını hangi temele dayandırdıklarını yeterince açık olarak belirtme’ yükümlülüğü altındadırlar. Bu yükümlülük, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olmasının yanı sıra (bkz. Hadjianastassiou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16.12.1992, § 33), tarafların, muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun bir biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, toplumun kendi adına verilen yargı kararlarının sebeplerini öğrenmelerinin sağlanması için de gereklidir (B. No: 2013/7800, 18.06.2014, § 34).

64. Ayrıca, … mahkemelerin ileri sürülen iddia ve savunmalara şeklen cevap vermiş olmaları yeterli olmayıp, iddia ve savunmalara verilen cevapların dayanaksız olmaması, mantıklı ve tutarlı olması da gerekir. Diğer bir ifadeyle mahkemelerce belirtilen gerekçeler, davanın şartları dikkate alındığında makul olmalıdır (B. No: 2013/7800, 18.06.2014, § 36).
65. Makul gerekçe, davaya konu olay ve olguların mahkemece nasıl nitelendirildiğini, kurulan hükmün hangi nedenlere ve hukuksal düzenlemelere dayandırıldığını ortaya koyacak, olay ve olgular ile hüküm arasındaki bağlantıyı gösterecek nitelikte olmalıdır (bkz. B. No: 2013/1235, 13.06.2013, § 24). Gerekçelendirme, davanın sonucuna etkili olay, olgu ve kanıtları açıklamak yükümlülüğü olmakla birlikte, bu şekildeki gerekçelendirmenin mutlaka detaylı olması şart değildir. Ancak gerekçelendirmenin, iddia ve savunmadan birinin diğerine üstün tutulma sebebinin ve bu kapsamda davanın taraflarınca gösterilen delillerden karara dayanak olarak alınanların mahkemelerce kabul edilme ve diğerlerinin reddedilmesi hususunda, makul dayanakları olan bir bilgilendirmeyi sağlayacak ölçü ve özene sahip olması gerekmektedir (B. No: 2013/7800, 18.06.2014, § 37).
66. Zira bir davada tarafların, hukuk düzenince hangi nedenle haklı veya haksız görüldüklerini anlayıp değerlendirebilmeleri için usulüne uygun şekilde oluşturulmuş, hükmün içerik ve kapsamı ile bu hükme varılırken mahkemenin neleri dikkate aldığı ya da almadığını gösteren, ifadeleri özenle seçilmiş ve kuşkuya yer vermeyecek açıklıktaki bir gerekçe bölümünün ve buna uyumlu hüküm fıkralarının bulunması ‘gerekçeli karar hakkı’ yönünden zorunludur (B. No: 2013/7800, 18.06.2014, § 38).
67. Aksi bir tutumla, mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında ‘ilgili ve yeterli bir yanıt’ vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması bir hak ihlaline neden olabilecektir (B. No: 2013/7800, 18.06.2014, § 39).70. Buna karşın tarafsızlığı, keyfiliği, denetimden kaçmayı ve perdelemeyi önlemek için mahkemeler, kararın verilmesine neden olan temelleri yeterince açık olarak belirtmekle yükümlüdürler. Mahkemelerin yargılama süresince kendilerine iletilen her iddia ve talebi gözetme zorunda olmadıkları biçimindeki serbesti, kararın verilmesine neden olan temellere asgari açıklıkta değinilmesi görevini ortadan kaldıracak şekilde yorumlanamaz (B. No: 2013/7800, 18.06.2014, § 58).’
Şeklindeki tespitlerinden sonra, gerekçeli karar hakkı ve çelişmeli yargılama ilkesi açısından Anayasa’nın 36. maddesinde güvence altına alınan adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sanıkların nitelikli yağma suçlarından mahkûmiyetlerine ilişkin hükmün gerekçesinde, Yerel Mahkemece öncelikle iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlerin gösterildiği, ‘deliller’ bölümünde dosya arasında mevcut bilgi ve belgelerin listesi belirtildikten sonra tanıklar…, … ve …’in anlatımlarına yer verildiği, ‘Delillerin değerlendirilmesi ve gerekçe’ olarak belirtilen bölümde ise, ‘Müşteki ve tanık beyanları, sanık savunmaları, ekpertiz raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde’ denildikten sonra delillerin tartışılmadığı, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirlenmediği, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durulmadığı ve niçin bu sonuca ulaşıldığının anlatılmadığı, bu kapsamda; hangi tanıkların beyanlarına üstünlük tanındığı, mağdur … ile babası …’ın sonradan değiştirdikleri ifadelerinden hangisine neden itibar edildiği yasal gerekçeleriyle tartışılıp açıklanmadan kabul edilen oluşa göre suç nitelendirilmesi yapılarak cezaların belirlendiği anlaşıldığından, hükümlerin Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde ve yukarıda belirtilen Anayasa Mahkemesi kararlarında öngörülen şekilde kanuni ve yeterli gerekçeyi içermediği hâlde, söz konusu yasaya aykırılık nedenlerinden dolayı hükümlerin bozulmasına karar vermesi gerekirken, yukarıda yazılı şekilde düzeltilerek onanmasına karar vermesinin isabetli olmadığı kanaatine varılmıştır.
Sonuç ve İstem : Yukarıda açıklanan nedenle;
Dairenizin, 04.03.2015 tarihli ve 2014/4007 Esas, 2015/1208 Karar sayılı …, … ve … ile ilgili hükümlerin düzeltilerek onanmasına dair kararının kaldırılması,
İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 26.12.2012 tarih, 2012/237 esas ve 2012/395 sayılı kararının, görevsizlik kararı veren mahkemece yapılan işlemlerin, görevli mahkemece tekrarlanması zorunluluğuna uyulmaması ve mahkeme hükmünün gerekçesinin Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şartları taşımaması nedenlerinden dolayı bozulmasına karar verilmesi,
İtirazın, Dairece yerinde görülmemesi hâlinde ise de, dosyanın, Yargıtay Ceza Genel Kuruluna gönderilmesi,” düşüncesi ile itiraz kanun yoluna başvurulmuştur.
CMK’nın 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Dairesince 10.11.2015 tarih ve 4776-5350 sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme sanıklar …, … ve … hakkında mağdur …’a yönelik nitelikli yağma suçundan kurulan mahkûmiyet hükümleri ile sınırlı olarak, hukuki ve fiili bağlantı nedeniyle sanıklar … ve …hakkında aynı mağdura yönelik nitelikli yağma suçundan kurulan hükümlere ilişkin Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 2015/1150 esas sayılı dosyası ile birlikte yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Yerel Mahkeme hükümlerinin Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediğinin,
2- Görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan işlemlerin CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesince tekrarlanmasında zorunluluk bulunup bulunmadığının,
Belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yakalama ve zapt etme, araç arama başlıklı tutanaklarda; Organize Suçlar Şube Müdürlüğüne 19.04.2005 tarihinde 93 numara ile kayıtlı olarak yapılan ihbarda “Drej Ali lakaplı çete liderinin adamlarının… isimli bir şahsı rehin aldıkları ve Bakırköy deniz otobüsleri karşısında bulunan … Restoran isimli iş yeri içerisinde darbettikleri, burada tutarak 500.000 Amerikan doları ile üzerine kayıtlı mal varlığını vermediği takdirde şahsı öldürüleceklerinin,” bildirilmesi üzerine nöbetçi Cumhuriyet savcısı ile görüşüldüğü, şahısların yakalanması, iş yerinde ve varsa otomobillerinde arama yapılması talimatının alındığı, Sahil Kennedy Caddesi üzerinde bulunan … Türkü Evine gidildiği, girişe göre sağ tarafta bulunan ve canlı müzik yapılan yerde sol köşedeki masada oturan üç şahsa kimliklerinin sorulduğu, Şanlıurfa ili, Merkez ilçesi nüfusuna kayıtlı Halil oğlu 1974 doğumlu …; Şanlıurfa ili, Merkez ilçesi nüfusuna kayıtlı, Nazif oğlu 1958 doğumlu … ile birlikte ihbarda sözü edilen İstanbul ili, Şişli ilçesi nüfusuna kayıtlı … oğlu 1974 doğumlu … isimli şahıslar olduklarının öğrenildiği, iş yerinin diğer bölümünde bulunan ve Adana ili, Seyhan ilçesi nüfusuna kayıtlı… oğlu 1980 doğumlu …isimli şahsın da bu kişilerle beraber olduğu düşünülerek bu şahsın üzerinin arandığı, şahsın nereden aldığını beyan edemediği 65 adet 100’lük, 50 adet 50’lik banknotlar hâlinde toplam 9.000 YTL nakit para ile Tekfen Banka ait 20.04.2005 keşide tarihli hamiline düzenlenmiş 17.000 YTL, Asya Finans Banka ait 30.06.2005 keşide tarihli 14.864 Amerikan doları tutarında iki adet çek bulunduğu, iş yerinin girişe göre sol tarafındaki bölümde, sandalye üzerinde, şarjöründe 14 adet, namlusunda 1 adet olmak üzere toplam 15 adet 9 mm çaplı mermi bulunan Glock marka bir tabanca görülmesi üzerine tabancanın muhafaza altına alındığı, tabancayı sahiplenenin olmadığı, ancak görevliler gelmeden önce tabancanın bulunduğu sandalyede sanık …’ın oturduğunun öğrenildiği, yine bu kişinin kullandığı tespit edilen… plaka sayılı Toyota marka cip içerisinde, aracın şoför koltuğunun yanında bulunan gözde, içinde 14 adet 9 mm çaplı fişek bulunan şarjör ve kılıfı içerisinde bir adet çelik avcı bıçağının bulunarak muhafaza altına alındığı bilgilerine yer verildiği,
Mağdur … hakkında Adli Tıp Kurumu Başkanlığı Fatih Şube Müdürlüğünce düzenlenen 20.04.2005 tarihli raporda; kafatası sol tarafta kulak arkası bölgesinde 10×10 cm ebadında ödem, sol tarafta skapula altı bölgede 1×2 cm ebadında abrazyon, alın orta bölgesinde ekimotik alan bulunduğu bildirilen mağdurdaki yaralanmanın şahsın yaşamını tehlikeye maruz kılmadığı, 7 gün mutat iştigaline engel teşkil ettiğinin bildirildiği,
Anlaşılmaktadır.
Mağdur … 20.04.2005 tarihinde İstanbul Organize Şube Müdürlüğünde verdiği ilk ifadesinde; oto galericisi olduğunu, ortaokulu ve liseyi Drej Ali olarak bilinen …’ın kardeşi … ile birlikte okuduğunu, okuldan sonra da … ile arkadaşlığının sürdüğünü, bu sırada Yasak ailesinin diğer fertleri ile de tanıştığını, ifade tarihinden 10 gün kadar önce Boğaziçi Köprüsünde aracıyla seyir hâlinde iken polislerin kendisini durdurduğunu, aracının plaka problemi nedeniyle karakola götürüldüğünü, açık kimliğini bilmediği Ramazan isimli bir kişiden para karşılığı aldığı polis muhabiri gazetesi kimliğinin yapılan üst araması sırasında üzerinde bulunduğunu, savcılık tarafından tutuklanması talebiyle Mahkemeye sevk edildiğini ancak serbest bırakıldığını, serbest bırakıldığı gün …’ın kendisini telefonla arayıp …, kat 1, Şişli adresindeki yazıhanesine çağırdığını, yazıhaneye gittiğinde …’ın kendisine “…, senin bu olayınla ilgili rezillik oldu, bu iş bizim aileye dokundu, bunun diyeti olarak 250.000 Amerikan doları getireceksin” dediğini, kendisinin ise …’a neden kendisinden para istediklerini, yaptığı işin Yasak ailesi ile hiçbir ilgisinin bulunmadığını söylemesi üzerine …’un “Bu iş benden çıktı, Ali Ağabeyim bu şekilde istiyor, sen parayı nasıl hazırlayacaksın, onu söyle” dediğini, Yasak ailesinin içinde büyüdüğü ve aileyi tanıdığı için korktuğunu, itiraz edemediğini, hiç nakit parasının olmadığını, otomobilini ve hissedarı olduğu telefon dükkânındaki hissesini satarak parayı ödeyebileceğini söylediğini, bu tarihten önce de Yasak ailesine borç para verdiğini ancak borç verdiği bu paraları geri alamadığı gibi isteyemediğini, …’ın yazıhanesinden ayrıldıktan bir saat kadar sonra bu kez …’ın kendisini telefonla arayıp bürosuna çağırdığını, …’ın bürosunun …’ın yazıhanesi ile aynı binada 5. katta olduğunu, …’ın yanına gitmeden önce binanın 1. katında yazıhanesi bulunan …’un yanına tekrar uğradığını, …’un kendisine “…’ın kendisini Boğaziçi Köprüsündeki olayla ilgili çağırdığını ve çok sinirli olduğunu” söylediğini, …’ın bürosuna gittiğinde …’ın kendisine “… bak, … bundan sonra senin muhatabın değil, senin muhatabın bundan sonra benim, oturmuş olduğun evin tapusunu benim istediğim şahsa devredeceksin, istediğim parayı getirdiğin takdirde, evi geri alacaksın” dediğini, …’a evin eşinin üzerine kayıtlı olduğunu söyleyince, …’ın “O vakit gidip hanımınla görüşeceksin, tapuyu benim istediğim kişinin üzerine devredecek” dediğini, bu sırada, silahlı olduklarını bildiği …’ın korumalığını yapan sanıklar … ve …’nun sağına ve soluna geçerek kendisini …’a ait Seat marka, lacivert renkli bir otomobile bindirmeye çalıştıklarını, karşı koyunca …’nun belinden beyaz renkli bir tabanca çıkararak kendisine doğrulttuğunu ve araca binmesini istediğini, …’ın kullandığı aracın arka koltuğuna bu şekilde binmek zorunda kaldığını, yanına …’nun oturduğunu, evine gittiğini, şahısların dışarıda beklediklerini, durumu eşine anlattığını, eşinin evi kimseye devretmeyeceğini söylemesi üzerine telefonla …’ı aradığını ve eşinin evi devretmeye yanaşmadığını söylediğini, bunun üzerine …’ın ikametine geldiğini, eşinin çocuklarla beraber üst kata çıktığını, …’un kendisine “Bu evi muhakkak vermeniz lazım, yoksa benim de yapacak bir şeyim yok, sen ve ailenden de zarar gören olur” dediğini, evin eşinin üzerine kayıtlı olduğunu, ev alınırken kayınpederinin de katkısının bulunduğunu söylemesine karşın …’un anlayış göstermediğini, ailesine ve kendisine zarar gelebileceğini ihtar ederek, eşini ikna etmesi gerektiğini, bir gün sonrası için … plaka sayılı Toyota marka, Land Cruiser model cipi ile ortağı olduğu telefon dükkânındaki hissesinin satılmasını, teminat olarak da tapu verilmesini istediğini, söylenenleri kabul ettiğini, …’un kapıda … ve …’nun bekleyeceklerini söylemesi üzerine, çevredekilerin rahatsız olacağını, …ve …’nın da kendisi ile birlikte gitmesini …’tan istediğini, …’un kabul etmesi ile tüm bu şahısların gittiklerini, ertesi gün ortağı olduğu telefon dükkânına gittiğini, hissesine karşılık gelen telefon cihazlarını almak istediğini ortağına söylediğini, ortağının şaşırdığını, ancak kendisi için önemli bir durum olduğunu söyleyince telefonları aldığını, aracın bagajına koyduğu telefonlarla Toyata marka cipini, aracın satışına ilişkin vekâletname ile birlikte Kadıköy’de …’a teslim ettiğini, bu olaydan bir gün sonra …’ın kendisi telefonla arayarak Mecidiyeköy’deki bürosuna çağırdığını, yanına gittiğinde …’ın kendisine hakaret ederek tokat atmaya başladığını, aracın kredi ile alındığı için satışının yapılamadığını söyleyerek telefon cihazlarını satıp bir gün sonrası için bulabildiği kadar para getirmesini kendisinden istediğini, aracı ve telefonları alarak …’ın yanından ayrıldığını, eniştesi…’dan 17.000 YTL ve 14.864 Amerikan doları tutarında iki adet çek aldığını, ortaklıktan ayrılırken aldığı telefon cihazlarını KVK ve GENPA bayilerine satarak 9.000 YTL nakit para temin ettiğini, tüm bunları toparlayarak …’ın bürosuna gittiğini, …’ın umduğu parayı göremeyince bürosunda bulunan sopalarla kafasına ve vücudunun çeşitli yerlerine vurarak kendisini darbettiğini, aldığı darbeler sonucu yere yığıldığını, dövüldüğü sırada büroda …’ın kardeşi …’ın da bulunduğunu, …’ın adamlarının ise büronun kapısında beklediklerini, …’ın kendisine “…, artık 250.000 Amerikan doları vermeyeceksin, bu saatten sonra borcun 500.000 Amerikan doları oldu, babanın dükkânını, evini, çeklerini, her şeyini bana vereceksin” dediğini, …’a verdiği talimat doğrultusunda …’ın adamlarından …, …ve …’la beraber iki araca binerek babasına ait … Restoran isimli iş yerine gittiklerini, …’ın kendisinin …’ın yanına gelirken kullandığı araçla, …, …’nun ise kendisi ile birlikte… plaka sayılı Toyota marka siyah renkli araçla restorana gittiklerini, hep beraber restorana girdiklerini, Volkan’ın ayrı bir masaya oturduğunu, …, … ve kendisinin ise başka bir masaya oturduklarını, …’un telefon ederek babası …’ı restorana çağırdığını, restorana gelen babasına, kendisinden 500.000 Amerikan doları alacakları olduğunu, bu paranın ödenmemesi hâlinde kendisine ve ailesine zarar verileceğini söylediğini, babasının Yasak ailesi ile herhangi bir iş ilişkilerini olmadığını söyleyip borcun neden kaynaklandığını sorması üzerine …’ın “Sen orasını karıştırma amca” dediğini, babasının hisselerin eşinin üzerine kayıtlı olduğunu, mesai saatinin geçmesi nedeniyle bir gün sonra hisseleri devredeceğini söylediğini, kendisinin ise “Hisseleri vermeyelim para bulalım” diye karşı çıkması üzerine …’un kendisine “Bu saatten sonra artık para olmaz, restorandaki hisseyi vereceksiniz” dediğini, bu sırada eniştesinden aldığı 14.684 Amerikan doları ve 17.000 YTL bedelli çekler ile 50 ve 100 YTL’lik banknotlardan oluşan 9.000 YTL’yi …’a verdiğini, …’un da bunları yan masada oturan…’a verdiğini, bir süre sonra sivil kıyafetli polislerin gelerek ihbar olduğunu, kimlik kontrolü yapacaklarını söyleyip kimliklerine baktıkları …, … ve…’ı gözaltına aldıklarını, …’ın oturduğu sandalyenin altında bir tabanca bulunduğunu, herhangi bir ticari ilişkisi bulunmayan, işlediği başka bir suçu bahane ederek kendisinden tehditle para isteyen, kendisini darbeden ve zorla alıkoyan sanıklar …, …, …, … ve…’dan şikâyetçi olduğunu,
Beyan etmiştir.
Bu ifade tarihinden iki gün sonra mağdur …, vekili Av. …’ün imzasını da taşıyan 22.04.2005 havale tarihli dilekçesinde; …’ı 15 yıldır tanıdığını, ailece dost olduklarını, dilekçe tarihinden yaklaşık 10 gün kadar önce Boğaziçi Köprüsünde emniyet şeridinde seyir hâlinde iken polisler tarafından yakalandığını, bu olayın basında ve televizyonlarda “Drej Ali’nin adamı yakalandı” şeklinde haberleştirildiğini, bu olaydan birkaç gün sonra …’la buluştuklarını, Ömer’in kendisine “Hiç ilgimiz yokken senin yüzünden gazete ve televizyonlarda adımız çıktı” şeklinde sözlerle kızdığını, Ömer ile bu durumu konuşmak maksadıyla yine birkaç gün sonra … Restoranda buluşmak için sözleştiklerini, …’ın yanında … olduğu hâlde restoranın otoparkına geldiğini, basında çıkan haberler nedeniyle kendisine yeniden kızarak birkaç kez vurduğunu, korktuğu için restorana geçmeyi teklif ettiğini, bu sırada kendi şoförü olan Volkan Yağız’ın yanlarına geldiğini, Volkan’a arabasının anahtarını ve arabanın torpido gözünde bulunan çeklerle parayı verdiğini, restorana geçip oturduktan bir süre sonra polislerin geldiğini, …’tan korktuğu için olayı büyüttüğünü, …’un kendisinden para istediği, …’ın kendisini dövdüğü, zorla evini, dükkânının hisselerini istediği şeklinde ifade verdiğini, ancak bunları korkusundan uydurduğunu, babasına da kendisini yalancı çıkarmayacak şekilde ifade vermesini tembihlediğini, …’ın üzerinden çıkan çek ve paranın kendisine ait olduğunu, olayları sakin şekilde düşününce yaptığının yanlış olduğunu anladığını ve avukatı ile gelerek bu dilekçeyi sunduğunu belirttiği,
Komiserler İbrahim Emre ve Şenol İleri ile polis memuru Atalay Olgun’un imzalarını taşıyan ancak mağdur …’ın imzası bulunmayan 22.04.2005 tarihli tutanakta; şikâyetten vazgeçme dilekçesi sunan mağdur … ile yapılan şifahi görüşmede, sanıklardan ve Yasak ailesinden korktuğu, ailesine bir zarar verilmemesi için şikâyetini geri aldığını beyan ettiğine ilişkin ibarelerin bulunduğu,
Görülmüştür.
Mağdur …, sanıkların tutuklanmaları talebiyle sevk edildikleri Sulh Ceza Mahkemesindeki sorgu sırasında müşteki olarak verdiği beyanında; emniyette verdiği ifadenin gerçeği yansıtmadığını, dilekçesinin doğru olduğunu, dilekçesini verirken Emniyet görevlileri ile görüşmediğini, polis tarafından tutulan 22.04.2005 tarihli tutanak içeriğini kabul etmediğini,
Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde ve dosyanın görevsizlikle gönderildiği CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde benzer şekilde; Boğaziçi Köprüsünde seyir hâlinde iken polisler tarafından yakalandığını, araçtan telsiz, üzerinden de sahte polis kimliği çıkması üzerine polislerin hakkında işlem yaptıklarını, polislere …’ın adamı olduğunu söylemediğini, basına olayın farklı yansıtıldığını, bu olaydan sonra …’ın kendisini Mecidiyeköy’deki bürosuna çağırıp birkaç kez kendisine vurduğunu ancak kendisinden herhangi bir maddi talepte bulunulmadığını, silah çekilmediğini, söz konusu çekleri ve 9.000 YTL’yi eşine Zülfü isimli bir galericiden araba almak için denkleştirdiğini, …’ın kendisinin şoförü olduğunu, bu çek ve paraları Volkan’a muhafaza etmesi için verdiğini, olay günü de eşi ile olan sorunlarında yardımcı olmadığı için ve yine kendisine vurması nedeniyle …’la tartıştığını, …’un… plakalı araç içerisinde kendisine kızarak vurduğunu, başını araca çarptığını, … ve … ile diğer sanıkların kendisini tehdit etmediğini, parasını almadıklarını, restoranda bulunan tabancanın şoförü olan…’a ait olduğunu düşündüğünü,
İnceleme dışı davanın mağduru … 20.04.2005 tarihinde Kollukta; mağdur …’ın babası olduğunu, İstanbul ili, Bakırköy ilçesi, Sahil Kennedy Caddesinde bulunan … Restoran isimli iş yerini 27 yıldır işlettiğini, olay günü oğlu …’ın kendisini telefonla arayarak telefonu …’a verdiğini, bu şahsın da kendisine iş yerinde buluşmak istediğini söylediğini, bunun üzerine iş yerine gittiğini, oğlu …, … ve isminin sonradan … olduğunu öğrendiği şahsın bir masada oturduğunu yine …’ın şoförü olarak bildiği ancak soyadını bilmediği Volkan isimli şahsın da ayrı bir masada tek başına oturduğunu gördüğünü, oğlu…, … ve …’nın bulunduğu masaya giderek yanlarına oturduktan sonra …’ın kendisine, restoranın hisselerini devretmesini söylediğini, nedenini sorduğunda …’un kendisine “… Amca, bunları soracak durumda değilsin, böyle bir şansın yok, benim dediğim şahısların üzerine hisseni devredeceksin” dediğini, iş yerindeki hisselerin eşinin üzerine olduğunu, ayrıca iş yerinde çalışan Halis Bal ve Murat isimli şahısların da hissesinin olduğunu, bu şahısların hisselerinin de kendilerine güvenmelerinden dolayı eşinin üzerine kayıtlı olduğunu söylediğini, …’ın da, bu şahısları mağdur etmeyeceğini, hisseleri gösterecekleri şahsın üzerine devretmesini söylediğini, …’nun telefon numarası vererek bir gün sonra bu telefondan arayıp noterde buluşmalarını söylediğini, …’un bu arada kendisine muhasebeciyi arattığını ancak saatin geç olması nedeniyle muhasebecisine ulaşamadığını, oğlu…’in o sırada masadan uzaklaşarak telefon görüşmesi yaptığını, …’un bu telefon görüşmesinden şüphelenip, biraz telaşlanarak belinden siyah renkli bir tabanca çıkartarak oturduğu sandalyenin kılıfının altına koyduğunu ve yerinden kalkarak lavabonun olduğu yere doğru gittiğini, bu sırada iş yerine gelen sivil polislerin kimlik kontrolü yaparak …, … ve Volkan isimli şahısları gözaltına aldıklarını,
20.04.2005 tarihli ifadeli teşhis tutanağında; birinci sırada bulunan ve isminin … olduğunu öğrendiği şahsı, iş yerinde … ve oğlu… ile aynı masada oturan, kendisine cep telefonu numarası yazdırtan ve bir gün sonra kendisine telefon açıp iş yeri hisselerinin devri için noterde buluşacağını söyleyen kişi olarak teşhis ettiğini, ikinci sırada bulunan …isimli şahsı, …’ın şoförü olarak ve iş yerine geldiğinde ayrı bir masada oturan şahıs olarak teşhis ettiğini, altıncı sırada bulunan …’ı da kendisini cep telefonu ile arayarak iş yerine çağıran ve hisselerini devretmesini isteyen, tabancasını sandalyenin kılıfının altına bırakan kişi olarak teşhis ettiğini,
Görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde, 18.07.2005 tarihinde; oğlu…’in kendisini iş yerine çağırdığını, iş yerine gittiğinde …, … ve oğlunu bir masada, oğlu…’in şoförlüğünü yapan…’ı da başka bir masada gördüğünü, kendisinin bu sırada… ile … arasında gergin bir durum olduğunu sezdiğini, oğlu ve …’un dışarıya çıkıp tartıştıktan sonra yeniden masaya oturduklarını, geldiğinde oğlunun kafasında hafif bir çizik gördüğünü, …’ın … Restoranın mülkiyetini kendisinden istemediğini, …’nun kendisine telefon numarası vermediğini ve noterde buluşmak için çağırmadığını, sandalyenin kılıfının altında bulunan tabancanın kime ait olduğunu bilmediğini, emniyetteki ifadesinin doğru olmadığını, oğlu…’in yönlendirmesi ile bu şekilde beyanda bulunduğunu, Mahkemedeki ifadesinin doğru olduğunu,
Tanık … Kollukta; mağdur …’ın avukatı olduğunu, müvekkilinin Boğaziçi Köprüsündeki olay nedeniyle gözaltına alınmasından sonra tahliye olması için …’ın yardımcı olduğunu; sanıkların sorgusunda müşteki vekili olarak verdiği beyanında; mağdur… ile kendisinin imzalarını içeren 22.04.2005 tarihli dilekçeyi kendisinin Cumhuriyet savcısına havale ettirdiğini, mağdurla beraber Organize Suçlar Şube Müdürlüğüne giderek dilekçeyi birlikte verdiklerini, mağdurun polis memurları ile tutanakta belirtildiği şekilde bir görüşmesinin olmadığını; Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde 14.09.2005 tarihinde; …’ın kefaletle tahliye edilmesine …’ın yardımcı olduğunu, …’ın …’ın şoförü olduğunu, …’in kendisini telefonla arayarak “Ben … ve arkadaşları hakkında şikâyette bulundum, yanlış ifadeler kullandım, şimdi vicdanen rahatsızım, şikâyetimden vazgeçmek istiyorum” demesi üzerine…’in yazdığı şikâyetten vazgeçme dilekçesini gözden geçirip imzaladığını ve mağdur…’le birlikte dilekçeyi Cumhuriyet savcısına havale ettirip emniyete verdiklerini, polis tutanağında belirtildiği gibi bir görüşmenin gerçekleşmediğini,
Tanık … Kollukta ve 14.09.2005 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde benzer şekilde; … Türkü Evi Restoran isimli iş yerinde otopark görevlisi olarak çalıştığını, olay akşamı Toyota marka, siyah renkli bir cipten mağdur … ile bir kişinin inerek restorana girdiklerini, bir kişiyi de aracın sürücü koltuğunda gördüğünü, …’i daha önceden bu aracı kullanırken gördüğünü; 20.04.2005 tarihli teşhis tutanağında birinci sırada bulunan ve ismini … olarak öğrendiği şahsın olay akşamı siyah renkli Toyota marka cipin arka koltuğundan inen şahıs olduğunu, …’ın bu aracın sağ ön koltuğundan inerek restorana girdiğini, …ve …’u ise daha önceden görmediğini ve tanımadığını; Mahkemede; kolluktaki beyanından farklı olarak Volkan isimli şahsın…’in şoförü olduğunu, teşhis tutanağındaki beyanlarını kabul etmediğini, tutanağı polislerin imzalattığını,
Tanık… Kollukta; olay tarihinde … Restoranın otoparkında çalıştığını, siyah renkli arazi taşıtının mağdur …’a ait olduğunu, 20.04.2005 tarihli teşhis tutanağında beşinci sırada bulunan ve ismini …olarak öğrendiği şahsın olay sırasında restoranda cam kenarındaki masada oturan şahıs olduğunu; 14.09.2005 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde ise; …’ın …’ın şöförü olduğunu, teşhis tutanağındaki beyanlarını kabul etmediğini, tutanağı polislerin imzalattığını,
Tanık … Kollukta; İstanbul ili, Kadıköy ilçesinde 13 yıldır cep telefonu alım satım işi yaptığını, mağdur … ile 4-5 yıldır arkadaş olduklarını, ifade tarihinden iki ay kadar önce…’e ortaklık teklif ettiğini, …’in kendisine verdiği 30.000 YTL ile kâr ortağı olduğunu, yaklaşık bir hafta önce ise…’in özel bir neden dolayısıyla paraya ihtiyacı olduğunu söyleyerek verdiği parayı geri istediğini, bu miktarda nakit parası olmadığı için…’e 30.000 YTL değerinde cep telefonu cihazı verdiğini; 29.05.2006 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde; mağdurun paraya neden ihtiyaç duyduğunu sorduğunda, mağdurun eşine araba almak için paraya ihtiyacı olduğunu söylediğini, bu hususu polisteki ifadesinde de belirttiğini ancak ifadesinin ayrıntılı alınmadığını,
Tanık … Bakırköy 14.09.2005 tarihinde 3. Ağır Ceza Mahkemesinde; …plaka sayılı aracın kendisine ait olduğunu, bu aracı satmak için mağdur …’ın Bostancı’daki galerisine götürdüğünü, … galeride olmadığı için kendisini telefonla aradığını, …’in telefonda aracı çalışanı olan…’a teslim etmesini söylemesi üzerine aracı Volkan’a teslim ettiğini,
Tanık … 14.09.2005 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde; Kadıköy’de oto galerisinin bulunduğunu, mağdur…’i aynı işi yapması nedeniyle tanıdığını, ifade tarihinden 4-5 ay kadar önce mağdurla … marka bir aracın 35.000-40.000 YTL bedel karşılığında satışı için anlaştıklarını, mağdurun aracın bedelini kısmen çek, kısmen de nakit olarak ödeyeceğini söylediğini,
Tanık … 28.12.2007 tarihinde, CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde; mağdur …’ın boşandığı eşi olduğunu, mağdurun olay tarihinde …’la aralarında sorun olduğunu, bu nedenle …’un evin devrini istediği yönünde polise giderek ifade vermesini kendisinden istediğini, her şeyin ayarlandığını söylediğini, mağdurun bu isteğini kabul etmediğini ve polise ifade vermeye de gitmediğini, kimsenin kendisine gelerek evin devri konusunda kendisinden talepte bulunmadığını, …’ı mağdurun şoförü olması nedeniyle tanıdığını,
Tanık… Kollukta; demir çelik ticareti ile uğraştığını, mağdur …’ın, eşinin yeğeni olduğunu, mağdurun 14.04.2005 tarihinde iş yerine gelerek, maddi yönden çok sıkışık ve yardıma ihtiyacı olduğunu söylediğini, neden paraya ihtiyaç duyduğunu mağdura sorduğunda, mağdurun, bunun çok özel ve hayati bir mesele olduğunu söylediğini, bunun üzerine fazla üstelemediğini, mağdurun bu görüşmeden sonra sık sık telefon ederek maddi yardım talep ettiğini, 19.04.2005 tarihinde tekrar iş yerine gelen mağdura müşterilerinden aldığı 14.864 Amerikan doları ve 17.000 YTL tutarında iki adet çek verdiğini, çekleri alan mağdurun iş yerinden ayrıldığını; 28.12.2007 tarihinde CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde; mağdurun eşi ile sorunları olduğunu, eşine araba alarak arasını düzeltmeyi planladığını söylemesi üzerine, mağdura iki adet çek ile bir miktar nakit para verdiğini,
İfade etmişlerdir.
Birlikte incelenen dosyanın sanığı …Kollukta; mağdur …’ın yaklaşık 2 yıldır özel şoförlüğünü yaptığını, …’la… vasıtasıyla tanıştığını, …’ı ve …’yu tanımadığını, olay tarihinde …’ı… plaka sayılı araçla Kadıköy’den … Restorana getirdiğini, restoranın önüne geldiklerinde otodan indikleri sırada …’ın torpido gözünden bir zarf çıkarıp kendisine verdiğini ancak bu zarfın içerisinde ne olduğunu bilmediğini, zarfı alarak montunun sağ cebine koyduğunu daha sonra bu zarfın içerisinden çek ve paraların çıktığını, …’ın iddia ettiği şekilde kendisinden para istenme olayının olmadığını, … ile …’ın kendisine iftira attığını, sanığın ifadesini alan görevlilerce sanığı tanımadığını savunduğu …’nun telefonunda kullandığını söylediği telefon hat numarasının kayıtlı olduğunun belirtilmesi üzerine…’in numarayı vermiş olabileceğini, restoranda bulunan silahla ilgili bilgisinin olmadığını; 30.09.2005 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde; olay tarihinde … ile birlikte …’in restoranına gittiklerini, …’ın şoförlüğünü yaptığını, bu restorana vardıklarında diğer kısımda …’ın oturduğunu gördüğünü, bir süre oturduktan sonra…’in kendisine bir zarf içinde para verdiğini, restoranda bulunan tabancanın kendisine ait olduğunu, arama sırasında para, çekler ve tabancanın üzerinden çıktığını, polisten korktuğu için kollukta silahın kendisine ait olduğunu söyleyemediğini, …’ın ağabeyi olduğunu ancak suç işlemek için herhangi bir örgüt kurmadıklarını kimseye karşı yağma suçunu işlemediklerini; 28.12.2007 tarihinde CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde, görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde verdiği ifadesini aynen tekrar ettiğini,
Birlikte incelenen dosyanın sanığı … 30.09.2005 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde; …’ın kardeşi olduğunu, olay yerinde bulunmadığını, …, … ve …’yu tanıdığını, gasp suçunu işlemediğini, para almak için ve cipini teslim etmesi için … ile birlikte …’ı arabaya bindirip silah tehdidi ile eve götürmediklerini, suçsuz olduğunu; 14.09.2007 tarihinde CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde verdiği ifadesini aynen tekrar ettiğini,
Sanık … 08.10.2005 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde ve 14.09.2007 tarihinde CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde benzer şekilde; …’ı kardeşi …’ın arkadaşı olması nedeniyle tanıdığını, …’nun kardeşi …’un iş ortağı, …’ın mağdur …’ın şoförü, …’ın ise kendi şirketlerinde şoför olduğunu, ancak bu sanıklarla suç işlemek için örgüt kurmadığını, …’a karşı gasp suçunu işlemediğini, …’ın, kardeşi … ile aralarında zaman zaman para alış verişi olduğunu, yine …’ın kardeşi ile olan 15 yıllık arkadaşlığından yararlanarak isimlerini kullandığını, en son Boğaziçi Köprüsünde polislerce yakalandığında üzerinden sahte polis muhabiri kimliğinin çıkması olayında da…’in isimlerini kullandığını, bu nedenle kardeşi … ile…’in tartıştığını ve …’un…’e birkaç tokat attığını duyduğunu, bu nedenle …’ın kendilerini mağdur etmek için böyle bir şikâyette bulunduğunu, suçlamayı kabul etmediğini,
Sanık … Kollukta, 18.07.2005 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde ve 28.12.2007 tarihinde CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde benzer şekilde; Şanlıurfa ili, Merkez ilçesi, Taşlıca köyü nüfusuna kayıtlı olduğunu, ithalat ve ihracat işiyle uğraştığını, sanık …’ın kardeşi olduğunu, mağdur … ile 15 yıllık arkadaşlıklarının bulunduğunu, sanık … ile iş ortağı olduğunu, …’ı ise …’ın şoförü olması nedeniyle tanıdığını, …’ın Boğaziçi Köprüsünde sahte komiser kimliği ile yakalanıp gözaltına alınması üzerine…’in serbest kalması için gerekli 5.000 YTL kefalet bedelini kendisinin yatırdığını, …’in serbest kalmasından sonra arayarak kendisini Mecidiyeköy’deki yazıhanesine çağırdığını, basında ve televizyonlarda…’in …’ın adamı olduğu yönünde çıkan haberlerden duyduğu rahatsızlığı…’e söylediğini, kızarak…’e bir iki tokat attığını, …’i kimsenin telkiniyle çağırmadığını ve kendisinden herhangi bir maddi talepte bulunmadığını, olay günü …’ın çağırması üzerine … ile birlikte…’in babası …’ın işlettiği restorana gittiğini, …’i otoparkta siyah renkli bir aracın sürücü koltuğunda gördüğünü, gidip sağ ön koltuğa oturduğunu, …’in eşi ile olan sorunlardan ve yazıhanede kendisine vurulmasından bahsederek yüksek sesle ve dik dik konuşması üzerine sinirlenerek araç içerisinde…’in başına bir kez vurduğunu, vurmanın tesiri ile mağdurun başının aracın kapısına çarptığını, silahı olması durumunda…’i sinirinden silahla vurabileceğini, daha sonra restorana geçtiklerini, …, babası … ve … ile birlikte bir süre masada oturduklarını, bu sırada…’in telefonla konuşarak yanlarından uzaklaştığını, bir süre sonra gelen polislerin kendilerini karakola götürdüğünü, mağdurdan para veya çek almadığını, bulunan silahın kendisine ait olmadığını, …plaka sayılı aracın vaktiyle ortağı olan …’ya ait olduğunu ama bir süredir bu aracı mağdurun kullandığını, kendisinin bu aracı hiç kullanmadığını, araçta yapılan aramada 09.03.2005 tarihinde Marmaris’te kendi adına kesilmiş trafik cezası tutanağının bulunduğunun bildirilmesi üzerine, mağdurla Marmaris’e gittiklerinde aracı kullanan…’in sürücü belgesi olmadığı için cezanın kendi ehliyetine kesildiğini, suçlamayı kabul etmediğini,
Sanık … Kollukta; Şanlıurfa ili, Merkez ilçesi, … köyü nüfusuna kayıtlı olduğunu, ithalat ve ihracat işleriyle uğraştığını, …’ı 15 yıldır tanıdığını, iş ortaklıkları bulunduğunu, mağdur…’i ise … vasıtası ile tanıdığını, …’i …’un Mecidiyeköy’deki yazıhanesinde gördüğünü, merhabalaştıklarını, …..’in darbedilip, kendisinden para talep edildiğine ilişkin bilgisinin bulunmadığını, böyle bir olaya tanık olmadığını, …’in evine evin tapusunu almak için gitmediğini, olay günü saat 18.00 sıralarında …’un, … ile … Restorana gideceğini söylemesi üzerine kendisinin de gelmek istediğini söylediğini, bunun üzerine ticari taksiye binerek …’la Bakırköy’deki … Restoranın otoparkına gittiklerini, …..’in siyah bir cipin sürücü koltuğunda oturduğunu, …’un da mağdurun yanına oturduğunu, bir süre sonra …’un mağdura bağırarak “Bizi rezil ettin, televizyonlara çıktın” diyerek bağırdığını, mağdura tokat atmaya başladığını, …’in “Beni adamlarımın yanında rezil etme, sonra konuşuruz” diyerek birlikte restorana girdiklerini, …, babası ve … ile birlikte bir masada oturduklarını, bir süre sonra polisin gelerek kendilerini masadan kaldırıp arama yaptığını, para ve çek alışverişine tanık olmadığını, tabanca görmediğini, tabancanın kime ait olduğunu da bilmediğini, restoranın devri için …’a telefon numarasını vermediğini; 30.09.2006 tarihinde Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde; olay günü …’la beraber mağdurun babasına ait restorana gittiğini, …’in kendilerini kapıda karşıladığını, … ve mağdur…’in dışarı çıktıklarını, …’un…’e tokat attığını, …’in başını kapıya vurduğunu, gasp suçunu işlemediklerini, herhangi bir suç örgütüne üye olmadığını; 14.09.2007 tarihinde CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde verdiği ifadesini aynen tekrar ettiğini,
Savunmuşlardır.
Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararından sonra dosyanın gönderildiği CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde sanıklar …, …, … ile birlikte incelenen dosyanın sanıkları … ve…’ın yeniden sorgularının yapıldığı, mağdur …’ın beyanının tekrar tespit edildiği, 28.12.2007 tarihli celsede inceleme dışı davanın mağduru …’ın önceki beyanları ile yakalama ve zapt etme tutanağı, doktor ve ekspertiz raporlarının okunduğu,
28.12.2007 tarihli oturumda mağdur …’ın eşi…..’ın tanık olarak ilk kez ifadesinin alındığı, Kollukta dinlenilen tanık…’ın beyanlarının Mahkemede tespit edildiği,
CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde sanıklar …, …, … hakkında verilen 26.12.2012 tarihli kararda…, … ve …’in beyanlarına yer verildiği ancak….., …, … ve …’ün beyanlarına gerekçede yer verilmediği,
Anlaşılmaktadır.
Yerel Mahkemece, sanıklar …, … ve …’nun nitelikli yağma suçundan mahkûmiyetlerine ilişkin 26.12.2012 tarihli ve 237-395 sayılı kararda;
“Müşteki ve tanık beyanları, sanık savunmaları, ekpertiz raporları ve tüm dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde;
…Müşteki sanık …’ın Boğaz Köprüsü girişinde trafik polisleri tarafından durdurulduğunda, üzerinde sahte polis kimlik kartının çıkması ve bu olayın yazılı ve görsel basında …’in daha önceden Drej Ali lakaplı … ile çıkar amaçlı organize suç örgütüne üye olmak suçundan gözaltına alındığı ve haklarında işlem yapıldığı haberi ile birlikte verilmesi üzerine, sanık …’ın kardeşi sanık …’ın aynı gün müştekiyi telefonla arayarak Şişli, Kuştepe, … Sokak, …, Kat: 1’deki iş yerlerine çağırdığı, müşteki sanığın belirtilen yere gittiğinde, sanık …’ın bu olaydan bahsederek, bu olayın kendi ailesine de dokunduğunu, bunun diyeti olarak 250 bin dolar getirmesi gerektiğini ağabeyi …’ın söylediğini belirttiği, sonra sanık …’ın da müştekiyi bürosuna çağırdığı, müşteki sanığın belirtilen yere gittiğinde sanık …’ın bundan sonra muhatabın kendisi olduğunu söyleyerek, müştekiden 250 bin dolar para ve bu parayı verinceye kadar güvence olarak oturmakta olduğu evin tapusunu, kendisinin göstereceği bir şahsa devretmesini istediği, müştekinin evin eşine ait olduğunu söylemesi üzerine, yanına adamları olan sanıklar … ve …’yu vererek müştekiyi eşini ikna etmesi için evine gönderdiği, sanıklar … ve …’nun müştekiyi sanık …’a ait bir otoya bindirmek istedikleri, müşteki sanığın itiraz etmesi üzerine sanık …’nun silahını çıkartarak…’e doğrultmak suretiyle arabaya bindirerek evine götürdükleri ve evin dışında…’i bekledikleri, …’in evde eşini ikna edemeyince, telefonla durumu sanık …’a bildirdiği, eve gelen sanık …’ın müştekiye evi muhakkak vermesi gerektiğini, yoksa kendisinin ve ailesinin zarar göreceğini söyleyip cipini ve ortağı olduğu telefon dükkânındaki hissesini istediği, …’ın kabul etmesi üzerine sanık …’ın dışarıda bekleyen sanıklar … ve … ile buradan ayrıldıkları,
Müşteki sanığın, ertesi gün … plakalı cipini ve ortağı olduğu dükkândan aldığı 30.000 TL tutarındaki hissesine karşılık gelen telefonları sanık …’a verdiği, bir gün sonra bu kez sanık …’ın müştekiyi iş yerine çağırıp gelen müştekiyi tokatlayarak, otosunun kredili olduğundan satılamadığını, vermiş olduğu cep telefonlarının da satılarak parasının ve başka nakit paraların getirilmesini isteyerek müştekiye bu malzemeleri geri verdiği, bunun üzerine müştekinin nakit arayışına girerek eniştesi…’dan temin ettiği 14.684 USD ve 17 milyar lira tutarında iki adet çek ile telefonların satışından elde ettiği 9 milyar lira nakit parayı sanık …’ın yazıhanesine götürdüğü sanık …’ın para miktarını beğenmediği için sanık …’ın da olduğu ortamda müştekiyi darbettiği, bu olay üzerine sanık …’ın müştekiden talep ettiği parayı 500 bin dolara yükselttiğini, babasının dükkânını, evini, çekleri kendisine vermesi gerektiğini söyleyip müştekiyi sanıklar …, … ve …ile birlikte müştekinin babası …’ın işlettiği Bakırköy’deki … Restorana gönderdiği, sanık …’ın, müştekinin babası …’ı da restorana çağırdığı ve restorana gelen …’a müştekiden 500 bin dolar alacakları olduğunu, bu para ödenmediği takdirde ailesine zarar vereceklerini, bu nedenle restorandaki hissesini devretmesini istediklerini söylediği, bu arada müşteki …’ın dosyada fotokopileri bulunan 9 bin TL ile keşidecisi… olan hamiline yazılı 17.000 TL bedelli 20.04.2005 tarihli çeki ve keşidecisi BBS Genel Taahhüt Makine Sanayi Tic. AŞ olan Karsan Taahhüt Reklam İnş. San. Tic. Ltd. Şti. lehine düzenlenmiş 14.864 USD bedelli 30.04.2005 tarihli çekleri sanık …’a verdiği, sanık …’in de bunları yan masada güvenlik amacı ile bekleyen sanık…’a verdiği, bu sırada sanık …’nun …’a cep telefon numarasını verip bir gün sonra aramasını ve iş yerinin devri konusunda noterde buluşmalarını söylediği, müşteki …’ın sanıklardan biraz uzaklaşarak telefon ile polisi aradığı, bu telefon konuşmasından tedirgin olan sanık …’ın oturduğu masadaki sandalyenin örtüsünün altına üzerinden çıkardığı tabancasını koyduğu ve masadan kalktığı sırada olay yerine gelen polislerce yakalandıkları, sanık…’ın üzerinde müştekiden tehdit ile alınan para ve çeklerin ele geçtiği, sanık …’ın bıraktığı Glock marka ruhsatsız tabanca, şarjör ve 15 adet mermisinin ve sanık …’ın kullandığı… plakalı Toyota marka cip içinde şoför koltuğunun yanında bulunan göz içinde 14 adet mermi ve şarjörünün ele geçtiği (her ne kadar yargılama sonunda 6136 sayılı Yasa kapsamında kalan mermiler ve ruhsatsız tabancadan dolayı zamanaşımı süresi dolduğundan düşme kararı vermek gerekmiş ise de şekli bir suç görünümünde olan ruhsatsız silah ve mermi bulundurma suçlarının sübutunu etkilemediği, sözü edilen suçların sabit olduğu) anlaşılmış olmakla,
Sanıklar … ve …’ın, yukarda ayrıntılı olarak açıklandığı üzere, olay tarihinde müştekiye ait malvarlığına konu nakit para, cip ve cep telefonlarını suç örgütünün korkutucu gücünü kullanmak suretiyle vücut bütünlüğüne zarar verileceği tehtidi ile rızası dışında aldıkları,
Sanık …’nun ise; sanık …’ın talimatı ile müştekinin eşinin üzerine olan evinin tapusunu müştekinin eşini ikna etmek suretiyle almak üzere … ile birlikte yanlarına (müştekinin gitmek istememesi üzerine sanık …’nın silahını çıkartarak müştekiye doğrultup yaşamıyla tehdit etmek suretiyle otomobile bindirerek) müştekiyi alarak evine götürülmesi, müştekinin evinin önünde beklenmesi eylemlerini gerçekleştirdikten sonra müştekinin evin tapusunun sanık …’ın üzerine devri için eşini ikna edemediğini …’a bildirmesi üzerine de …’un müştekinin evine gelip ‘müştekiye evi muhakkak vermesi gerektiğini, yoksa kendisinin ve ailesinin zarar göreceğini’ söylemesi ve daha sonra da müştekiden cipini ve ortağı olduğu telefon dükkânındaki hissesini istemesine karşılık, müştekinin bunu kabul etmek zorunda kalması sürecinde sanığın müştekinin evinin önünde sanık …’tan aldığı talimat ve dolayısıyla kardeşi …’ın da bilgisi ve istemi doğrultusunda müştekinin mal varlığına ait belirtilen değerleri devretmesi hususunda ikna edilmesi eyleminde etkin bir şekilde rol alarak üzerine atılı yağma suçunu işlediği,

Kanaatine varılarak mahkûmiyetlerine yönelik aşağıdaki şekilde hüküm kurmak gerekmiştir.” şeklinde gerekçe gösterilmiştir.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla değerlendirilmesinde fayda bulunmaktadır.
1- Yerel Mahkeme hükümlerinin Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içerip içermediği;
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Duruşmaların açık ve kararların gerekçeli olması” başlıklı 141. maddesinin üçüncü fıkrası; “Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli olarak yazılır” şeklinde düzenlenmiştir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Kararların gerekçeli olması” başlıklı 34. maddesinin birinci fıkrasında; “Hâkim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil, gerekçeli olarak yazılır. Gerekçenin yazımında 230. madde göz önünde bulundurulur. Kararların örneklerinde karşı oylar da gösterilir”,
“Hükmün gerekçesinde gösterilmesi gereken hususlar” başlıklı 230. maddesinde de;
“(1) Mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde aşağıdaki hususlar gösterilir:
a) İddia ve savunmada ileri sürülen görüşler.
b) Delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi.
c) Ulaşılan kanaat, sanığın suç oluşturduğu sabit görülen fiili ve bunun nitelendirilmesi; bu hususta ileri sürülen istemleri de dikkate alarak, Türk Ceza Kanununun 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre cezanın belirlenmesi; yine aynı Kanunun 53 ve devamı maddelerine göre, cezaya mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbirinin belirlenmesi.
d) Cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adlî para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin istemlerin kabul veya reddine ait dayanaklar.
(2) Beraat hükmünün gerekçesinde, 223. maddenin ikinci fıkrasında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(3) Ceza verilmesine yer olmadığına dair kararın gerekçesinde, 223. maddenin üçüncü ve dördüncü fıkralarında belirtilen hallerden hangisine dayanıldığının gösterilmesi gerekir.
(4) Yukarıdaki fıkralarda belirtilen hükümlerin dışında başka bir karar veya hükmün verilmesi hâlinde bunun nedenleri gerekçede gösterilir”,
“Hükmün gerekçesi ve hüküm fıkrasının içereceği hususlar” başlıklı 232. maddesinde ise;
“(1) Hükmün başına, ‘Türk Milleti adına’ verildiği yazılır.
(2) Hükmün başında;
a) Hükmü veren mahkemenin adı,
b) Hükmü veren mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının ve zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, vekilinin, kanunî temsilcisinin ve müdafiin adı ve soyadı ile sanığın açık kimliği,
c) Beraat kararı dışında, suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi,
d) Sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile halen tutuklu olup olmadığı,
Yazılır.
(3) Hükmün gerekçesi, tümüyle tutanağa geçirilmemişse açıklanmasından itibaren en geç onbeş gün içinde dava dosyasına konulur.
(4) Karar ve hükümler bunlara katılan hâkimler tarafından imzalanır.
(5) Hâkimlerden biri hükmü imza edemeyecek hâle gelirse, bunun nedeni mahkeme başkanı veya hükümde bulunan hâkimlerin en kıdemlisi tarafından hükmün altına yazılır.
(6) Hüküm fıkrasında, 223. maddeye göre verilen kararın ne olduğunun, uygulanan kanun Maddelerinin, verilen ceza miktarının, kanun yollarına başvurma ve tazminat isteme olanağının bulunup bulunmadığının, başvuru olanağı varsa süresi ve merciinin tereddüde yer vermeyecek şekilde açıkça gösterilmesi gerekir.
(7) Hükümlerin nüshaları ve özetleri mahkeme başkanı veya hâkim ile zabıt kâtibi tarafından imzalanır ve mühürlenir”,
Hükümlerine yer verilmiştir.
Buna göre, Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca mahkeme kararlarının karşı oy da dâhil olmak üzere gerekçeli olarak yazılması zorunlu olup, hüküm; başlık, sorun, gerekçe ve sonuç (hüküm) bölümlerinden oluşmalıdır. “Başlık” bölümünde; hükmü veren mahkemenin adı, mahkeme başkanının ve üyelerinin veya hâkimin, Cumhuriyet savcısının, zabıt kâtibinin, katılanın, mağdurun, varsa vekilinin ve kanuni temsilcisinin adı ve soyadı, sanığın açık kimliği ile varsa müdafisinin adı ve soyadı, beraat kararı dışında suçun işlendiği yer, tarih ve zaman dilimi, sanığın gözaltında veya tutuklu kaldığı tarih ve süre ile hâlen tutuklu olup olmadığı belirtilmeli, “sorun” bölümünde; iddia ve savunmada ileri sürülen görüşler ortaya konulmalı, “gerekçe” kısmında; mevcut deliller tartışılıp değerlendirildikten sonra, hükme esas alınan ve reddedilen deliller belirlenmeli, delillerle sonuç arasındaki bağ üzerinde durularak, niçin bu sonuca ulaşıldığı anlatılmak suretiyle hukuki nitelendirmeye yer verilmeli ve sonuç bölümünde açıklanan uygulamaların dayanaklarına değinilmeli, “sonuç (hüküm)” kısmında ise; CMK’nın 230 ve 232. maddeleri uyarınca aynı Kanun’un 223. maddesine göre verilen kararın ne olduğu, TCK’nın 61 ve 62. maddelerinde belirlenen sıra ve esaslara göre uygulanan kanun maddeleri ve hükmolunan ceza miktarı, yine aynı Kanun’un 53 ve devamı maddelerine göre, mahkûmiyet yerine veya cezanın yanı sıra uygulanacak güvenlik tedbiri, cezanın ertelenmesine, hapis cezasının adli para cezasına veya tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirlerinin uygulanmasına veya bu hususlara ilişkin taleplerin kabul veya reddine ait dayanaklar, kanun yollarına başvurma ve tazminat talep etme imkânının bulunup bulunmadığı, kanun yoluna başvurma mümkün ise kanun yolunun ne olduğu, şekli, süresi ve mercisi tereddüde yer vermeyecek biçimde açıkça gösterilmelidir.
Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun yerleşmiş uygulamalarına göre, bir karar bozulmakla tamamen ortadan kalkacağından, bozma sonrası yerel mahkeme tarafından CMK’nın 34, 230 ve 232. maddeleri uyarınca yeniden usulüne uygun olarak hüküm kurulması, bunun yanında direnmeye ilişkin gerekçenin de gösterilmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir şekilde çözüme kavuşturulabilmesi açısından mahkeme kararlarının “gerekçe” bölümü üzerinde ayrıca durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nın 230. maddesi uyarınca, hükmün gerekçe bölümünde, suç oluşturduğu kabul edilen fiilin gösterilmesi, nitelendirilmesi ve sonuç (hüküm) bölümünde yer alan uygulamaların dayanaklarının gösterilmesi zorunludur. Gerekçe, hükmün dayanaklarının, akla, hukuka ve dosya muhtevasına uygun açıklamasıdır. Bu nedenle, gerekçe bölümünde hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin belirtilmesi ve bunun dayanaklarının gösterilmesi, bu dayanakların da, geçerli, yeterli ve kanuni olması gerekmektedir. Kanuni, yeterli ve geçerli bir gerekçeye dayanılmadan karar verilmesi, kanun koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi, uygulamada da keyfiliğe yol açacaktır. Bu itibarla keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek, sağlıklı bir denetime imkân sağlamak bakımından, hükmün gerekçeli olmasında zorunluluk bulunmaktadır.
Hükmün gerekçeyi ihtiva etmemesi, 5271 sayılı CMK’nın 289/1-g ve 1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 308/7. maddeleri uyarınca hukuka kesin aykırılık hâllerinden birini oluşturacaktır.
Diğer taraftan, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM); bir yargılamada hak ve özgürlüklerin gerçek anlamda korunabilmesi için davaya bakan mahkemelerin, tarafların dayanaklarını, iddialarını ve delillerini etkili bir biçimde inceleme görevi olduğunu belirtmektedir (Dulaurans/Fransa, B. No: 34553/97, 21/3/2000, § 33). AİHM; mahkemelerin davaya yaklaşma yönteminin, başvurucuların iddialarına yanıt vermekten ve temel şikâyetlerini incelemekten kaçınmaya neden olduğunu tespit ettiği durumları, davanın hakkaniyete uygun bir biçimde incelenme hakkı yönünden Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin (AİHS) 6. maddesinin ihlali olarak nitelendirmektedir (Kuznetsov/Rusya, B. No: 184/02, 11/4/2007, §§ 84, 85).
AİHM ayrıca, derece mahkemelerinin, kararların yapısı ve içeriği ile ilgili olarak özellikle delillerin kabulü ve değerlendirilmesinde geniş bir takdir yetkisine sahip olduğunu pek çok kararında yinelemiştir (Van Mechelen ve diğerleri/Hollanda, B. No: 21363/93, 21364/93, 21427/93 ve 22056/93, 23/4/1997, § 50; Barbera Messegue ve Jabardo/İspanya, B. No: 10590/83, 6/12/1988, § 68). Bu bağlamda, temel hak ve özgürlüklerin ihlali sonucunu doğuracak derecede ve keyfi olmadıkça belirli bir kanıt türünün (tanık beyanı, bilirkişi raporu veya uzman mütalaası) kabul edilebilir olup olmadığına, değerlendirme şekline veya aslında başvurucunun suçlu olup olmadığına karar vermenin ilk derece mahkemelerinin görevi olduğunu vurgulamaktadır (Garcia Ruiz/İspanya, B. No: 30544/96, 21/1/1996, § 28; S.N./İsveç, B. No: 34209/96, 2/7/2002, § 44).
Bunun yanı sıra AİHM; derece mahkemelerinin kendilerine sunulan tüm iddialara yanıt vermek zorunda olmamakla birlikte somut davanın özelliğine göre esas sorunları incelemiş olduğunun, açık ya da zımni anlaşılabilir bir şekilde gerekçeli kararında yer almasına önem vermektedir (Boldea/Romanya, B. No: 19997/02, 15/2/2007, § 30; Hiro Balani/İspanya, B. No: 18064/91, 9/12/1994, § 27). Zira mahkemelerin, tarafların temyiz hakkını kullanabilmeleri için gerekli olan “kararlarını hukuken geçerli hangi temele dayandırdıklarını yeterince açıklama” yükümlülüğü altında bulunduklarını belirtmektedir (Hadjianastassiou/Yunanistan, B. No: 12945/87, 16/12/1992, § 33).
Gerekçeli karar hakkı, kişilerin adil bir şekilde yargılanmalarını sağlamayı ve denetlemeyi amaçlamakta; tarafların muhakeme sırasında ileri sürdükleri iddialarının kurallara uygun biçimde incelenip incelenmediğini bilmeleri ve ayrıca demokratik bir toplumda, kendi adlarına verilen yargı kararlarının sebeplerini toplumun öğrenmesinin sağlanması için de gerekli olmaktadır (Sencer Başat ve diğerleri [GK], B. No: 2013/7800, 18/6/2014, §§ 31, 34).
Bir kararda tam olarak hangi unsurların bulunması gerektiği davanın niteliğine ve koşullarına bağlıdır. Muhakeme sırasında açık ve somut bir biçimde öne sürülen iddia ve savunmaların davanın sonucuna etkili olması, başka bir deyişle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte bulunması hâlinde, davayla doğrudan ilgili olan bu hususlara mahkemelerce makul bir gerekçe ile yanıt verilmesi gerekir (Sencer Başat ve diğerleri, § 35).
Aksi bir tutumla mahkemenin, davanın sonucuna etkili olduğunu kabul ettiği bir husus hakkında “ilgili ve yeterli bir yanıt” vermemesi veya yanıt verilmesini gerektiren usul veya esasa dair iddiaların cevapsız bırakılmış olması hak ihlaline neden olabilecektir (Sencer Başat ve diğerleri, § 39).
Nitekim Anayasa Mahkemesinin 25.05.2017 gün ve 11798 sayılı kararında da aynı hususlar vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel Mahkemece, sanıklar …, …, … ile birlikte incelenen dosyanın sanıkları … ve…’ın mağdur …’a yönelik nitelikli yağma suçunu işledikleri kabul edilerek kurulan mahkûmiyet hükümleri ile ilgili olarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 29.09.2015 tarihli ve 152259 sayılı itiraznamesinde, Yerel Mahkeme hükümlerinin gerekçesinde kimi tanık ifadelerine yer verilmediği, buna ilişkin delillerin tartışılmadığı, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirlenmediği bu şekilde hükümlerin Anayasa’nın 141 ve CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörüldüğü şekilde kanuni ve yeterli gerekçe içermediği itirazen ileri sürülmüş ise de;
CMK’nın 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesince sanıklar …, … ve … hakkında nitelikli yağma suçundan mahkûmiyetlerine dair 26.12.2012 tarihli ve 237-395 sayılı hükümlere ilişkin gösterilen gerekçede;
Mağdur … ile …’ın Kolluktaki ilk beyanları, bu beyanları doğrulayan adli tıp raporu içeriği ile sanık…’ın yapılan üst aramasında üzerinde 65 adet 100’lük, 50 adet 50’lik banknotlar hâlinde toplam 9.000 YTL nakit para ile Tekfen Banka ait 20.04.2005 keşide tarihli hamiline düzenlenmiş 17.000 YTL, Asya Finans Banka ait 30.06.2005 keşide tarihli 14.864 Amerikan doları tutarında iki adet çek ile yine iş yerinde girişe göre sol tarafındaki bölümde, sandalye üzerinde, şarjöründe 14 adet, namlusunda 1 adet olmak üzere toplam 15 adet 9 mm çaplı mermi bulunan Glock marka bir tabanca bulunduğuna ilişkin 19.04.2005 tarihli yakalama ve zapt etme tutanağının hep birlikte değerlendirilip ilişkilendirilmiş olması, 5271 sayılı CMK’nın 230/1-b maddesinde açıklandığı gibi Yerel Mahkemece, hükmün gerekçe kısmında hükme esas alınan veya reddedilen bilgi ve belgelerin neler olduğunun belirtilmesi ve bunun dayanaklarının geçerli, yeterli ve kanuni olacak şekilde gösterilmesinin gerektiği, fakat söz konusu leh ve aleyhe delillere makul bir gerekçe ile cevap verilmesi zorunluluğundan bahsedebilmek için bu delillerin öncelikle davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olmasının gerektiği, soruşturma aşamasındaki ilk beyanlara ve soruşturma aşamasında elde edilen delil ve raporlara dayanarak mahkûmiyet hükmünü temellendirip gerekçe oluşturan Yerel Mahkeme hükmüne yönelik itirazda, kovuşturma aşamasında var olduğu belirtilen ” kimi tanık ifadelerine yer verilmediği, buna ilişkin delillerin tartışılmadığı, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirlenmediği” şeklindeki eksikliklerin ise davanın sonucunu değiştirebilecek nitelikte olmadığı, dolayısıyla Yerel Mahkemece bu delillere neden itibar edilmediğinin belirtilmemesinin CMK’nın 230. maddesine aykırılık teşkil etmeyeceğinin,
Yerel Mahkemece kurulan hükümlerde, 5271 sayılı CMK’nın 230. maddesinde (a) bendinde gerekçeli kararda gösterilmesi gerektiği belirtilen iddia ve savunmada ileri sürülen görüşlere yer verilmiş olması, Kanun’un 230. maddesinin (b) bendinde belirtildiği şekilde 26.12.2012 tarihli ve 237-395 sayılı hükme esas alındığı kabul edilen olay yeri tutanağı, ev ve oto arama tutanakları, mağdur … ve tanıklar …, … ve inceleme dışı davanın mağduru …’ın ifadeli teşhis tutanaklarının tek tek ve açıkça sayılması, reddedilen veya hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesinin ancak dosyada bu nitelikte delil bulunduğunda gündeme gelebileceği ve böyle bir delilin dosyada bulunması hâlinde gerekli olduğu, yine hükümlerde Kanun’un 230. maddesinin (c) bendinde hüküm altına alındığı şekilde ulaşılan kanaatin, sanıkların suç oluşturduğu sabit görülen fiilleri ve bunun nitelendirilmesinin yapıldığının,
Anlaşılması karşısında Yerel Mahkemenin sanıkların mahkûmiyetlerine ilişkin gerekçesinin Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli olduğu kabul edilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Yerel Mahkeme hükümlerinin Anayasa’nın 141 ve 5271 sayılı CMK’nın 34, 230 ve 232. maddelerinde öngörülen şekilde yasal ve yeterli gerekçe içermediği, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.

2- Görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan işlemlerin, CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesince tekrarlanmasında zorunluluk bulunup bulunmadığı;
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun “Görev” başlıklı 3. maddesinde “Mahkemelerin görevleri kanunla belirlenir” hükmü getirilmiştir. Madde yönünden yetki olarak da tanımlanan görev ilişkisi, mahkemelerin hangi ağırlıktaki suçları yargılama yetkisine sahip oldukları anlamına gelmektedir.
Karar tarihi itibarıyla yürürlükteki hâli ile 5235 sayılı Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri ile Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev ve Yetkileri Hakkında Kanun’un 8. maddesinde ceza mahkemelerinin sulh ceza, asliye ceza, ağır ceza ve özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemeleri olduğu belirtilmiştir. 5235 sayılı Kanun’un 9. maddesinin 1. fıkrasında ceza mahkemelerinin, her il merkezi ile bölgelerin coğrafi durumları ve iş yoğunluğu göz önünde tutularak belirlenen ilçelerde Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunun olumlu görüşü alınarak Adalet Bakanlığınca kurulacağı, 4. fıkrada özel kanunlarla kurulan diğer ceza mahkemelerinin kuruluşuna ilişkin hükümlerin saklı olduğu belirtilmiştir. Yine aynı Kanun’un 12. maddesinde ağır ceza mahkemelerinin görevleri belirtildikten sonra 13. maddede, “Diğer ceza mahkemeleri, özel kanunlarla belirlenen dava ve işleri görür” hükmüne yer verilmiştir. Bu düzenlemeler karşısında, 5235 sayılı Kanun’un 9 vd. ile 12. maddelerinde belirtilen ağır ceza mahkemelerinin genel yetkili, 9. maddenin 4. fıkrası ile 13. maddede belirtilen ceza mahkemelerinin ise özel yetkili mahkeme niteliğine sahip olduğunu söylemek mümkündür. Söz konusu bu hükümler ve CMK’nın mülga 250. maddesindeki düzenlemeden hareketle bu mahkemelerin özel düzenlemelere dayanılarak kurulmuş “özel yetkili” mahkemeler olduğu sonucu çıkmaktadır. İlgili mevzuatta özel yetki ve özel yetkili mahkemeden bahsedilmese de uygulamada bu hükümlerden hareketle, bu mahkemeler “özel yetkili ağır ceza mahkemeleri” olarak tanımlanmış, doktrin ve uygulamada da bu şekilde ifade edilegelmiştir. (Prof. Dr. Faruk Turhan / Arş. Gör. Meliha Akgül Altıkat / Arş. Gör. Abdurrahim Altıkat / Öğr. Gör. Tarık Söylemiş, 6352 Sayılı Kanunla Kurulan Özel Yetkili Bölge Ağır Ceza Mahkemelerinin Yapısı, Yetkileri ve Uygulanacak Olan Soruşturma ve Kovuşturma Usulleri.)
Bu aşamada 5271 sayılı CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli Ağır Ceza Mahkemeleri hakkında detaylı bilgi verilmesi faydalı olacaktır.
1961 Anayasası’nın “Mahkemelerin kuruluş, görev ve yetkileri ile işleyiş ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir” hükmünü içeren 136. maddesine, 15.3.1973 tarihli ve 1699 sayılı Kanun ile “Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü, hür demokratik düzen ve nitelikleri Anayasada belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve doğrudan doğruya devlet güvenliğini ilgilendiren suçlara bakmakla görevli Devlet güvenlik mahkemeleri kurulur. Ancak sıkıyönetim ve savaş haline ilişkin hükümler saklıdır.” hükmü eklenmiş, maddenin daha sonraki fıkralarında bu mahkemelerin yapısı belirtilmiştir. Anayasa’nın bu maddesinde yapılan değişiklikle, Devlet güvenlik mahkemeleri anayasal bir kurum hâline getirilmişti. Anayasa’nın 136. maddesine eklenen hüküm doğrultusunda, 11.7.1973 tarihli ve 1773 sayılı “Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun”la Devlet güvenlik mahkemeleri kurulmuş ve göreve başlamıştır. Bu Kanun’un 1 ve 6. maddelerinin Anayasa’nın eşitlik ve doğal hâkim ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle, Anayasa Mahkemesinde iptal davası açılmış ve Anayasa Mahkemesi, 06.05.1975 tarihli ve 35-126 sayılı kararı ile Kanun’u şekil yönünden iptal etmiştir. (Hamide Zafer, Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemelerinin Görevine Giren Suçlarda Muhakeme Usulü, Marmara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Hukuk Araştırmaları Dergisi Mehmet Somer’in Anısına Armağan Özel Sayısı, s.1078.)
1982 Anayasası’nın 143. maddesinde DGM’lerin kurulmasına yönelik yeniden düzenleme yapılmış ve buna istinaden 16 Haziran 1983 tarihli ve 2845 sayılı Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kuruluş ve Yargılama Usulleri Hakkında Kanun (2845 sayılı DGM Kanunu) yürürlüğe girmiştir. 1982 Anayasası’nın 143. maddesi ve 2845 sayılı DGM Kanunu’nun 1. maddesinde ülkenin bölünmez bütünlüğü, demokratik düzen ve Anayasa’da belirtilen Cumhuriyet aleyhine işlenen ve devletin iç ve dış güvenliğini ilgilendiren suçları yargılamak amacıyla DGM’lerin kurulduğu belirtilmiştir.
1982 Anayasası’nın 143. maddesi ve 2845 sayılı DGM Kanunu’nun 5. maddesine göre, bu mahkemelerin bir asıl ve bir yedek üyesi birinci sınıf askeri hâkimler arasından, Cumhuriyet savcı yardımcıları ise, askeri hâkimler arasından atanabilmekteydi. Ancak, DGM’de yargılanan bir sanığın Türkiye aleyhine yaptığı başvuruda AİHM, DGM’lerin askeri mahkemeler olmamalarına rağmen, askeri hâkimin üye olarak bu mahkemelerde görev almasına ve bir sivilin kısmen de olsa silahlı kuvvetler üyelerinden oluşan bir mahkemede yargılanmasına dikkat çekerek, DGM’lerin bağımsız ve tarafsızlığından kuşku duyulacak haklı nedenlerinin bulunduğunu belirtmiş, DGM’lerde askeri hâkimlerin görev yapmasını, AİHS’nin 6. maddesinin 1. fıkrasında güvence altına alınmış olan bağımsız ve tarafsız mahkeme önünde yargılanma hakkının ihlali olduğuna karar vermiştir.
AİHM’nin bu kararları üzerine devam eden süreçte, 18 Haziran 1999 tarihli ve 4388 sayılı Kanunla Anayasa’nın 143. maddesinde ve 22 Haziran 1999 tarihli ve 4390 sayılı Kanun’la 2845 sayılı DGM Kanunu’nun 5. maddesinde yapılan değişiklikle askeri hâkim ve savcıların DGM’lerde görev yapmalarına son verilerek, bu mahkemelerin sivilleştirilmesi sağlanmıştır. Nihayet DGM’lerin kurulmasına yönelik anayasal düzenlemeyi içeren Anayasa’nın 143. maddesi, 5170 sayılı Kanun’la 07 Mayıs 2004 tarihinde yürürlükten kaldırılmıştır. Bu düzenleme sonrasında, 5190 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda Değişiklik Yapılması ve Devlet Güvenlik Mahkemelerinin Kaldırılmasına Dair Kanun’la (5190 sayılı Kanun) DGM’ler, 30 Haziran 2004 tarihinde kaldırılmıştır. 5190 sayılı Kanun’la sadece DGM’lerin kaldırılmasına yönelik düzenlemeler yapılmamıştır. Özellikle, gelişen teknolojiye bağlı olarak terör ve organize suçlardaki artış ve bu suçların işleniş şekillerindeki karmaşık yapı nedeniyle, bu suçların hızlı bir şekilde soruşturularak yargılanabilmesi amacıyla, bu suç alanlarında uzmanlaşmış hâkim ve savcıların görev yaptığı ihtisas mahkemelerine ihtiyaç olduğundan hareketle, 1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu’na (CMUK) 394. maddeden sonra gelmek üzere “Bazı Suçlara İlişkin Muhakeme Usulü” başlığı altında 394/a-394/d maddeleri eklenerek, kaldırılan DGM’lerin yerine Ağır Ceza Mahkemelerinin kurulmasına yönelik düzenlemeler yapılmıştır. Bu yeni düzenleme ile “yargı çevresi birden çok ili kapsayacak şekilde” ağır ceza mahkemelerinin kurulması kabul edilmiştir.
Kurulan bu yeni ağır ceza mahkemelerinin görevine giren suçlar da büyük oranda kaldırılan DGM’lerin görevine giren suçlarla aynı tutulmuş, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar İle Diğer Aletler Hakkında Kanun’da düzenlenen suçlar, yeni mahkemenin görevi kapsamı dışına çıkarılmıştır. 2004 yılında yapılan bu düzenlemeyi kısaca belirtmek gerekirse; CMUK’ya eklenen md. 394/a’da, katalog hâlinde düzenlenen ve genel olarak Terörle Mücadele Kanunu ve Çıkar Amaçlı Suç Örgütleriyle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçların yargılanmasında yeni kurulan ağır ceza mahkemelerinin görevli olduğu belirtilmiştir.
CMUK’nın, 5320 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanun ile 01 Haziran 2005 tarihinde yürürlükten kaldırılması üzerine de 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda (CMK), CMUK’nın 394/a- 394/d. maddesi hükümlerinde önemli bir değişiklik yapılmadan bu maddeler CMK’nın 250 vd. maddelerinde yeniden düzenlenmiştir. CMK’nın 250. maddesinde, CMUK’nın 394/a fıkrasında ise düzenlenen ağır ceza mahkemelerinin kuruluşuna tekrar yer verilmiştir. CMK’nın 250. maddesinde bu ağır ceza mahkemelerinin görev ve yargı çevresinin belirlenmesine yer verilmiş, 251. maddede bu mahkemelerin görev alanına giren suçların soruşturulması ve 252. maddesinde ise kovuşturma usulleri düzenlenmiştir. CMUK’da, ağır ceza mahkemeleri için 394/a-394/d maddelerinde yapılan düzenlemelere, CMK’nın 250-252. maddelerinde benzer şekilde yer verilmiş, yeni düzenlemede bu mahkemelerin özel yetkileri korunmuş ve mahkemenin görevine giren suçlar bakımından herhangi bir değişiklik yapılmamıştır. Mahkemenin yapısı bakımından da CMUK ve CMK’daki düzenlemeler büyük oranda benzerlik taşımaktadır.
02 Temmuz 2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 105. maddesinin 6. fıkrası ile CMK’nın 250-252. madde hükümleri, 05 Temmuz 2012 tarihi itibarıyla yürürlükten kaldırılmıştır.
6352 sayılı Kanun’un Geçici 2. maddesinde;
“…(4) Ceza Muhakemesi Kanununun yürürlükten kaldırılan 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunur. Bu davalarda, yetkisizlik veya görevsizlik kararı verilemez. 12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu maddesinin kovuşturmaya ilişkin hükümleri bu davalarda da uygulanır.
(5) Ceza Muhakemesi Kanununun 251 inci maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen Cumhuriyet savcıları yürütmekte oldukları soruşturmalara, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca Terörle Mücadele Kanununun l0 uncu maddesi uyarınca görevlendirilen Cumhuriyet savcıları göreve başlayıncaya kadar devam ederler.

(7) Mevzuatta Ceza Muhakemesi Kanununun 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre kurulan ağır ceza mahkemelerine yapılmış olan atıflar, Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasında belirtilen ağır ceza mahkemelerine yapılmış sayılır.” hükmü getirilmiştir.
6352 sayılı Kanun’un 75. maddesi ile TMK’nın 10. maddesi hükmü de yeniden düzenlenmiştir. Yeniden düzenlenen TMK’nın 10/1. maddesinde; TMK kapsamına giren suçlar dolayısıyla açılan davaların, Adalet Bakanlığının teklifi üzerine HSYK tarafından, yargı çevresi birden çok ili kapsayabilecek şekilde belirlenecek illerde görevlendirilecek ağır ceza mahkemelerinde görüleceği belirtilmiştir. Buna göre, 6352 sayılı Kanun ile daha önce görevde olan özel yetkili ağır ceza mahkemelerinin özel yetkileri kaldırılırken, aynı zamanda yeni bir düzenleme ile yeni ağır ceza mahkemeleri kurulmuştur. (Prof. Dr. Faruk Turhan / Arş. Gör. Meliha Akgül Altıkat / Arş. Gör. Abdurrahim Altıkat / Öğr. Gör. Tarık Söylemiş, 6352 Sayılı Kanunla Kurulan Özel Yetkili Bölge Ağır Ceza Mahkemelerinin Yapısı, Yetkileri ve Uygulanacak Olan Soruşturma ve Kovuşturma Usulleri.)
21.02.2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesinde;
“12/4/1991 tarihli ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununa aşağıdaki geçici madde eklenmiştir.
‘GEÇİCİ MADDE 14- Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemeleri ile bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri kaldırılmıştır.
Kaldırılan bu ağır ceza mahkemelerinde görev yapan başkan ve üyeler ile Terörle Mücadele Kanunu kapsamındaki suçların soruşturmasında görevlendirilen hâkim ve Cumhuriyet savcıları, Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca, beşinci fıkra uyarınca devirlerin tamamlanmasından itibaren on gün içinde müktesepleri dikkate alınarak uygun görülecek bir göreve atanırlar.
Bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca görevlendirilen Cumhuriyet savcılarınca yürütülen soruşturma dosyaları, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, yetkili Cumhuriyet başsavcılıklarına devredilir.
6352 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemelerinde ve bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemelerinde derdest bulunan dosyalar, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte bulundukları aşamadan itibaren kovuşturmaya devam edilmek üzere yetkili ve görevli mahkemelere devredilir. Bu mahkemelerce verilip Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığında veya Yargıtayın dairelerinde bulunan dosyaların incelenmesine devam olunur.
Üçüncü ve dördüncü fıkralar uyarınca yapılacak devir işlemleri, bu Kanunla kaldırılan ağır ceza mahkemelerinde görevlendirilen hâkimler ile Cumhuriyet savcıları tarafından bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren on beş gün içinde sonuçlandırılır. Dosyaların devir işlemleri sonuçlandırılıncaya kadar, gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde, devredilen dosyalarla ilgili koruma tedbirleri hakkında karar vermeye bu mahkemelerin bulunduğu yer hâkim ve mahkemeleri yetkilidir. Ayrıca, bu Kanunla kaldırılan ağır ceza mahkemelerince verilip henüz gerekçesi yazılmamış olan hükümlerin gerekçeleri, bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren en geç on beş gün içinde yazılır. Kaldırılan mahkemelerde bulunan ve kesinleşen dosyalara ait arşiv ve emanetler ile diğer evrak ve dokümanlar Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu tarafından belirlenecek mahkeme veya mahkemelere devredilir ve müteakip işlem ve talepler bu mahkemelerce yerine getirilir veya karara bağlanır.
Mevzuatta Ceza Muhakemesi Kanununun mülga 250 nci maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri ile Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen ağır ceza mahkemelerine yapılmış atıflar ağır ceza mahkemelerine; bu mahkemelerin üyelerine yapılmış atıflar Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca belirlenen Ankara Ağır Ceza Mahkemesine yapılmış sayılır. Mevzuatta Ceza Muhakemesi Kanununun mülga 250 nci maddesinin birinci fıkrası kapsamına giren suçlar ile Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesinin dördüncü fıkrası kapsamına giren suçlara yapılan atıflar, Türk Ceza Kanununda yer alan;
a) Örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenen uyuşturucu ve uyarıcı madde imal ve ticareti suçu veya suçtan kaynaklanan malvarlığı değerini aklama suçuna,
b) Haksız ekonomik çıkar sağlamak amacıyla kurulmuş bir örgütün faaliyeti çerçevesinde cebir ve tehdit uygulanarak işlenen suçlara,
c) İkinci Kitap Dördüncü Kısmın Dört, Beş, Altı ve Yedinci Bölümünde tanımlanan suçlara (305, 318, 319, 323, 324, 325 ve 332 nci maddeler hariç),
yapılmış sayılır.
Bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesi kapsamına giren suçlarla ilgili olarak bu maddenin yürürlüğe girdiği tarih itibarıyla açılmış olan davalarda, sanığın taşıdığı kamu görevlisi sıfatı dolayısıyla hakkında soruşturma yapılabilmesi için izin veya karar alınması gerektiğinden bahisle durma veya düşme kararı verilemez.” düzenlemeleri yapılmıştır.
Bahsedilen son yasal düzenleme ile; T.C. Anayasası’nın 37. maddesinde düzenlenen ve teminat altına alınan “Kanuni hâkim güvencesi” ilkesine uygun olarak, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda düzenlenen usul ve esaslarla yargılama yapan ihtisas mahkemelerinin oluşturulduğu; bu mahkemelerin görev ve yetkilerinin 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nda belirtilen kurallara tabi olacağı, özel yetkili yeni mahkemelerin kurulmasının söz konusu olmadığı, aksine ceza mahkemelerinde ihtisaslaşmanın sağlanmasının amaçlandığı, bu bağlamda; ihtisaslaşma ile mahkemelerin kanunla belirlenmiş görevlerinin değiştirilmesi söz konusu olmadan mahkemeler arasında sadece “iş bölümü” esasının getirildiği, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun mülga 250 ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu’nun mülga 10. maddesiyle görevlendirilen, bilahare (02.07.2012 tarihli ve 6352 ile 21.02.2014 tarihli ve 6526 sayılı Kanun’larla) kaldırılan ağır ceza mahkemelerinde olduğu gibi birden fazla mahallin tek bir mahallin yargı alanına bağlanmasının söz konusu olmadığı, bir başka ifadeyle yargı çevresiyle ilgili bir değişikliğin yapılmadığı, keza usûl hükümleri bakımından da özel bir düzenlemenin getirilmediği, genel hükümlerin uygulanmasına devam edileceği kabul edilmiştir. (Hâkimler ve Savcılar Kurulu Birinci Dairesinin 12.02.2015 tarihli ve 224 sayılı kararı.)
Öte yandan 5271 sayılı CMK’nın; Görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemleri, başlığını taşıyan 7. maddesindeki, “Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür.” kuralının üzerinde durulmasında fayda bulunmaktadır.
Anılan hüküm, tasarıda olmamasına rağmen, Adalet Komisyonunca yasaya eklenmiş olup eklenme gerekçesi şu şekildedir;
“Tasarıya 6 ncı maddeden sonra gelmek üzere “Görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemleri” başlığı altında; görevli olmayan hâkim veya mahkemenin işlemlerinin akıbetinin doktrin ve uygulamada tartışmaya yol açmasının önüne geçmek amacıyla tasarıya yeni bir 7 nci madde eklenmiştir.”
Konu öğretide tartışılmış olup, konuyla ilgili şu görüşler ileri sürülmüştür;
“Madde bakımından yetkisiz hâkimin yaptığı işlemler geçersizdir. Böyle bir durumda, yetkisiz mahkemece tüm işlemler yenilenecek, o iş yargılama makamının önüne yeni gelen bir iş gibi görülerek, yeni bir yargılama yapılacak, sadece tekrarlanması mümkün olmayan işlemler varlığını sürdürecektir.” (Öztürk-Erdem; Uygulamalı Ceza Muhakemesi, 11. Baskı, sh.256),
“Öğretide, madde bakımından yetkisiz mahkemenin yaptığı işlemler bakımından kural olarak bu işlemlerin geçersiz olduğu kabul edilmekte, tekrarlanması mümkün olanların yok hükmünde sayılacağı ileri sürülmekteydi, yeni düzenleme yasada var olan boşluğu öğretideki baskın görüşe uygun şekilde doldurmuştur.” ( Özbek; Ceza Muhakemesi Hukuku, 1. Baskı, sh. 540),
“Duruşmanın sözlülüğü ve doğrudan doğruyalığı ilkeleri madde yönünden yetkisiz hâkimin yaptığı işlemlerin yenilenmesini zorunlu kılar. Ancak, yetkisiz (madde yönünden) mahkemenin tanık ve bilirkişi dinleme tutanaklarını erken dinleme tutanağı olarak kabul etmek, tanıkları ve bilirkişiyi bir daha dinleme olanağı yoksa, yetkisiz mahkemenin işlemleriyle yetinmek gerekir.
Bu bağlamda, bir tanık hastalığı veya oturduğu yerin uzaklığı nedeniyle istinabe yoluyla dinlenmiş ise bu tutanaklar geçerli sayılmalıdır. Çünkü, yetkili mahkeme kendisi de doğrudan doğruya tanığı dinleyemeyecek istinabe olunan hâkime başvurmak zorunda kalacaktır. Aynı şekilde, sanık vareste tutulmayı talep etmiş veya sanık hazır bulunmadan yapılabilecek bir istisnai duruşma söz konusu ise yetkili mahkeme, yetkisiz mahkemenin işlemlerine dayanabilmeli ve onları geçerli saymalıdır.” (Centel-Zafer; Ceza Muhakemesi Hukuku, 5. Baskı, sh. 514),
“Biz, işlemin ‘yenilenmesi mümkün olan ve mümkün olmayan’ ayrımından ziyade, işlemin madde yönünden yetki kavramına, yani asıl ceza davasının kovuşturma evresi bakımından yargılama yetkisinin bölüşülmesine sıkı sıkıya bağlı olup olmamasına göre bir ayrım yapılmasını öneriyoruz. Birinciler, ancak madde yönünden yetkili mahkemece yapılabilecek işlemlerdir. Bunlar, madde yönünden yetkili sayılan ikinci mahkemece mümkünse yeniden yapılabilmeli, bunun için onların ortadan kaldırılmasına (iptaline) ihtiyaç duyulmamalı, yani kaide müeyyidenin hukuk bakımından yok sayılması olmalıdır.
Bu kaideye (mesela birinci mahkemece dinlenmiş olan tanığın ölmesinde olduğu gibi) yeniden yapmanın mümkün olmaması veya (birinci mahkemece dinlenmiş olan tanığın istinabe ile dinlenmiş tanık gibi sayılabilmesinde olduğu gibi) yeniden yapmağa ihtiyaç duyulmaması hâllerinde gerektikçe diğer hâllerde istisnalar elbet kabul edilebilecektir.
Keza işlemin bir başka makam tarafından ortadan kaldırılması için kanunyolu tanınmış olan hâllerde, yokluk müeyyidesinin sözkonusu olamayacağı da açıktır. Bu da kaidenin bir istinasını oluşturacaktır. Buna karşılık (mesela tali bir davanın çözülmesinde olduğu gibi) madde yönünden yetki kavramının da dışında kalan ikinci grupta işlemlerin, sırf mahkeme madde yönünden yetkisiz diye, yeniden yapılması elbet gerekmez.
Bu nedenle mesela birinci mahkemenin verdiği tutuklama veya ihtiyati tedbir kararı, soruşturma evresinde verilen tutuklama kararının kovuşturma evresinde de hükmünü sürdürmesinde olduğu gibi, geçerliğini korumalıdır.” (Kunter-Yenisey-Nuhoğlu; Ceza Muhakemesi Hukuku, sh.384,385).
Görüldüğü gibi, kanunla görevsiz mahkemece yapılan işlemlerin, tekrarlanması olanağı bulunmayanlar dışındakilerin, görevli mahkemece yeniden usulüne uygun olarak yapılması zorunluğu getirilmiştir. Bu zorunluluk duruşmanın sözlülüğü, kanıtların doğrudan doğruyalığı ve adil yargılanma ilkesinin doğal sonucudur. Ancak CMK’nın 7. maddesindeki “Yenilenmesi mümkün olmayanlar dışında, görevli olmayan hâkim veya mahkemece yapılan işlemler hükümsüzdür.” ifadesini, işlemin yokluğu anlamında değil, adil bir yargılama için tekrarlanma olanağı var ise yenilenmelidir şeklinde anlamak ve yapılan işlemlerin bizzat o mahkeme huzurunda yapılmasının zorunlu olup olmadığı ölçüsüyle değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda görevsiz mahkemenin verdiği tutuklama kararının geçerliğini sürdürdüğü, görevsizlik kararı vermiş olan mahkemece dinlenmiş olan tanığın beyanlarının şartlar gerektiriyorsa istinabe yoluyla dinlenmiş tanık gibi beyanının değerlendirilmesi suretiyle hükme esas alınabileceği kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
İncelemeye konu olayda her ne kadar Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca, Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararından sonra dosyanın gönderildiği CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde; inceleme dışı davanın mağduru … ile tanıklar…, …, …, … ve …’ün, CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde hazır edilip yeniden dinlenilmeden ve görevsizlik kararı veren mahkemedeki ifadeleri de okunmadan hüküm kurulması itiraza konu edilmiş ise de;
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazında, işlemlerin tekrarlanması istenen CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli ağır ceza mahkemelerini düzenleyen CMK’nın mülga 250-252. madde hükümlerinin, 02.07.2012 tarihli ve 6352 sayılı Yargı Hizmetlerinin Etkinleştirilmesi Amacıyla Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması ve Basın Yayın Yoluyla İşlenen Suçlara İlişkin Dava ve Cezaların Ertelenmesi Hakkında Kanun’un 105. maddesinin 6. fıkrası ile 05.07.2012 tarihi itibarıyla yürürlükten kaldırılmış olması, Kanun’un Geçici 2. maddesi ile, “…yürürlükten kaldırılan 250. maddesinin birinci fıkrasına göre görevlendirilen mahkemelerde açılmış olan davalara, kesin hükümle sonuçlandırılıncaya kadar bu mahkemelerce bakmaya devam olunacağına” ilişkin hükmün de 21.02.2014 tarihli ve 6526 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Ceza Muhakemesi Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un 1. maddesiyle getirilen “…Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihte, 2/7/2012 tarihli ve 6352 sayılı Kanunun geçici 2 nci maddesi uyarınca görevlerine devam eden ağır ceza mahkemeleri ile bu Kanunla yürürlükten kaldırılan Terörle Mücadele Kanununun 10 uncu maddesi uyarınca görevlendirilen ağır ceza mahkemeleri kaldırılmıştır.” hükmüyle tamamen son verilmiş olması,
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun yürürlükteki şekline göre artık tüm ağır ceza mahkemeleri arasında sadece “iş bölümü” esasının getirilmiş olması, usul hükümleri bakımından da bu mahkemeler arasında özel bir düzenlemenin mevcut olmaması, genel hükümlerin uygulanacağının anlaşılması,
Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinin görevsizlik kararından sonra dosyanın gönderildiği CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesince 14.09.2007 tarihli oturumda sanıklar …, … ve birlikte incelenen dosyanın sanığı …’ın savunmalarının yeniden tespit edilmesi, sanıklara önceki savunmaları, adli sicil ve nüfus kayıtları ile mağdur … ve inceleme dışı davanın mağduru …’ın soruşturma aşamasında ve görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde verdikleri ifadeleri ile dosyada bulunan dilekçeler, yakalama tutanağı, mağdur … hakkında düzenlenen doktor raporu ve ele geçirilen tabancaya ilişkin uzman raporunun okunarak ayrı ayrı diyeceklerinin sorulması, mağdur …’ın beyanının yeniden tespit edilmesi; 28.12.2007 tarihli oturumda ise sanık … ve birlikte incelenen dosyanın sanığı…’ın savunmalarının yeniden tespit edilip, bu sanıklara da önceki ifadeleri ile nüfus ve adli sicil kayıtları ile diğer sanıkların aşamalardaki ifadeleri, iş yeri arama tutanağı, ev arama tutanağı, trafik cezası zabıtları, zapt etme tutanağı, para ve geçici zapt etme tutanağı, yakalama ve zapt etme tutanağı, oto görgü ve zapt etme tutanağı, mağdur …’a ilişkin haberin bulunduğu gazete küpürü, mağdur … hakkında düzenlenen adli raporun okunarak sanıklardan diyeceklerinin sorulması suretiyle bu beyan ve delillere karşı savunma olanaklarının sağlanmış olması,
Karşısında;
Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesinde beyanları tespit edilen inceleme dışı davanın mağduru … ile beyanları hükme de esas alınmayan tanıklar…, …, …, … ile …’ün, çözümsüzlük önermesi düşünülemeyecek olan kanun koyucunun yasal düzenlemesi ile kapatılmış olan CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesinde hazır edilip yeniden dinlenilmesinin mümkün olmadığı gibi, hükme dayanak gösterilen deliller de gözetildiğinde buna gerek de bulunmadığı, yenilenmesi mümkün ve telafisi olanaksız bu husus nedeniyle Yerel Mahkeme hükümlerinin bozulması gerektiği yönündeki itirazda isabet bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Ceza Genel Kurulu Üyesi; “Görevsizlik kararı veren Bakırköy 3. Ağır Ceza Mahkemesince yapılan işlemlerin, CMK’nın mülga 250. maddesi ile görevli İstanbul (Kapatılan) 11. Ağır Ceza Mahkemesince tekrarlanmasında zorunluluk bulunduğu, bu nedenle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazın kabulüne karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Öte yandan sanıklar müdafileri tarafından dosyaya sunulan dilekçelerde, bozma öncesi verilen hükümlerin temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince bozulmasına karar verilmesinden sonra sanıkların beyanları alınmadan bozmaya uyularak yeniden mahkûmiyet hükümleri kurulmasının kanuna aykırı olduğu savunulmuş ise de;
Aleyhe bozmadan sonra sanığın beyanın alınması zorunluluğuna ilişkin olarak kısa bir açıklamada bulunulması faydalı olacaktır.
1412 sayılı CMUK’nın 5320 sayılı Kanun’un 8. maddesi uyarınca uygulanması gereken 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması hâlinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup aynı kurala 5271 sayılı CMK’nın 307/2. maddesinde de yer verilmiştir. Anılan bu Kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhine sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkânı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.
İnceleme konusu olayda ise; Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itiraza konu etttiği sanıklar …, … ve … ile birlikte incelenen dosyanın sanıkları … ve …hakkında mağdur …’a yönelik işledikleri iddia olunan nitelikli yağma suçundan kurulan ilk mahkûmiyet hükümlerine yönelik Cumhuriyet savcısı … tarafından düzenlenen 27.05.2008 havale tarihli dilekçede herhangi bir temyiz talebinde bulunulmadığı, Yargıtay 1. Ceza Dairesince sadece sanık müdafilerinin temyiz talepleri ile sınırlı olarak incelenen hükümlerin “…Aralarında menfaat çatışması bulunan sanıkların aynı avukatla temsil ettirilmeleri suretiyle 5271 sayılı CMK’nın 152/1 ve Avukatlık Yasası’nın 38. maddelerine aykırı davranılması,” nedeniyle diğer yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verildiğinin anlaşılması karşısında, mâhkûmiyet hükümlerinin diğer yönleri incelenmeksizin sadece sanık müdafilerinin temyiz talepleri ile sınırlı olarak incelenmesi sonucu Yargıtay 1. Ceza Dairesince verilen 09.06.2010 tarihli ve 7383-4286 sayılı bozma kararının aleyhe bozma olarak nitelendirilmesine olanak bulunmamaktadır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİ EDİLMESİNE, 02.07.2019 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönünden oy çokluğuyla karar verildi.