Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2015/1002 E. 2017/197 K. 28.03.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2015/1002
KARAR NO : 2017/197
KARAR TARİHİ : 28.03.2017

Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza

Köy harman yerine tecavüz suçundan sanıklar …, …, …, …, …, … ve …’nin 5237 sayılı TCK’nun 154/2, 62, 51 ve 52. maddeleri uyarınca 5 ay hapis ve 80 Lira adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve hapis cezalarının ertelenmesine ilişkin, Çankırı 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 11.07.2007 gün ve 481-261 sayılı hükümlerin sanıklar müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 05.03.2009 gün ve 11915-3221 sayı ile;
“Hükümden sonra yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesiyle değişik 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 231. maddesindeki koşulların varlığı halinde, hükmün açıklanmasının geri bırakılması yönünde mahkemesince değerlendirme yapılması zorunluluğu” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda, yerel mahkemece 21.04.2010 gün ve 258-149 sayı ile; sanıkların 5237 sayılı TCK’nun 154/2, 62, 51 ve 52. maddeleri uyarınca 5 ay hapis ve 80 Lira adli para cezası ile cezalandırılmalarına ve hapis cezalarının ertelenmesine, CMK’nun 231. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verilmiş, bu hükümlerin de sanıklar müdafii tarafından temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 14.01.2014 gün ve 8466-694 sayı ile;
“Bozmaya uyularak; yapılan yargılamaya, dosya içeriğine, toplanıp karar yerinde gösterilen ve değerlendirilen delillere, oluşa ve mahkemenin soruşturma sonucunda oluşan inanç ve takdirine, suçun oluşumuna ve niteliğine uygun kabul ve uygulamasına, hukuka uygun, yasal ve yeterli olarak açıklanan gerekçeye göre sanıklar müdafiinin, suç kastının bulunmadığına ve hükmün açıklanmasının geri bırakılmamasına yönelik yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak:
Köye ait harman yeri vasıflı taşınmaza tecavüz suçundan doğrudan zarar görmeyen Maliye Hazinesinin davaya katılma hakkı bulunmadığı halde, katılan sıfatı ile davaya kabulüne karar verilip lehine vekalet ücreti tayini,
Yasaya aykırı ise de, yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu hususun, 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi uyarınca uygulanması gereken 1412 sayılı CMUK.nun 322. maddesi gereğince düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hükümden katılan lehine vekalet ücretine hükmedilmesine ilişkin bölümün çıkarılması suretiyle hükmün düzeltilerek onanmasına” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 03.02.2014 gün ve 127434 sayı ile;
“İtiraza konu husus, köye ait harman yeri vasıflı taşınmaza tecavüz suçunda Maliye Hazinesinin suçtan doğrudan zarar gören olup olmadığına ilişkindir.
Kamu davasına katılma, 5271 sayılı CMK’nun 237 ve devamı maddelerinde düzenlenmiştir.
Kimlerin kamu davasına katılabileceği 5271 sayılı CMK’nun 237/1. maddesinde düzenlenmiştir. Buna göre ‘Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilinceye kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler’
Tüm dosya kapsamından dava konusu yerin köylünün ortak kullanımındaki harman yeri olduğu anlaşılmaktadır. Bu anlamda dava konusu yer …’ne ait ancak kullanım hakkı köylüye ait bir yerdir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 14.01.2014 tarih ve 222-6 sayılı kararı da nazara alındığında, köylünün ortak kullanımındaki köy harman yerine tecavüz suçlarında Maliye Hazinesinin suçtan doğrudan zarar gören olarak davaya katılabileceği ve lehine vekalet ücretine hükmolunması gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurarak, Özel Daire düzelterek onama kararının kaldırılarak, hükümlerin onanması talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 8. Ceza Dairesince 30.09.2015 gün ve 2709-21883 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözülmesi gereken uyuşmazlık; Maliye Hazinesinin, köy harman yerine tecavüz suçundan açılan kamu davalarına katılma hakkının bulunup bulunmadığının, bu bağlamda; … lehine vekalet ücretine hükmolunmasının isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanıklar hakkında, 817 parsel numaralı Hacılar köyü tüzel kişiliğine ait toplam 100.000 m2 harman yerini sürüp ekerek sahiplendikleri ve kullandıkları iddialarıyla, köy harman yerine tecavüz suçundan cezalandırılmaları talebiyle kamu davalarının açıldığı,
Kovuşturma aşamasında, … vekilinin davaya katılma isteğinde bulunması üzerine yerel mahkemece, suçtan zarar görme ihtimali nedeniyle Maliye Hazinesinin katılan olarak davalara kabulüne karar verildiği,
Mahkemece yapılan keşfe istinaden teknik bilirkişiler tarafından düzenlenen 08.06.2007 tarihli raporda; suça konu yerin 126.750 m2 büyüklüğünde, harman yeri vasıflı, 817 parsel numaralı taşınmaz olduğunun, sanık …’ın krokide A harfi ile gösterilen 15.569,50 m2’lik alana, sanık …’nin krokide B harfi ile 19.692,50 m2’lik alana, sanık …’ın krokide C harfi ile gösterilen 25.889,50 m2’lik alana, sanık …’nin krokide D harfi ile gösterilen 7.310,50 m2’lik alana, sanık …’ın krokide E harfi ile gösterilen 4.318,60 m2’lik alana, sanık …’ın krokide F harfi ile gösterilen 11.911 m2’lik alana, sanık …’ın krokide G harfi ile gösterilen 7.136,44 m2’lik alana tecavüz ettiğinin bildirildiği,
Ziraat bilirkişisi tarafından düzenlenen 12.06.2007 tarihli raporda; 817 parsel sayılı taşınmaz üzerinde dava tarihi itibarıyla tarımsal faaliyette bulunulduğunun, dava tarihi itibarıyla sanık …’ın 15.569,50 m2’lik alanda kavun, sanık …’nin 19.692,50 m2’lik alanda kavun, sanık …’ın 25.889,50 m2’lik alanda arpa, sanık …’nin 7.310,50 m2’lik alanda kavun, sanık …’ın 4.318,60 m2’lik alanda kavun, sanık …’ın 11.911 m2’lik alanda kavun ve sanık …’ın 7.136,44 m2’lik alanda arpa yetiştiriciliği yaptıklarının, ancak keşif tarihi itibarıyla sanıkların herhangi bir tarımsal faaliyetlerinin ya da toprak hazırlıklarının bulunmadığının belirtildiği,
Mahkemece yapılan keşifte dinlenen mahalli bilirkişinin; söz konusu yerin eskiden beri köylünün genel olarak harman yeri olarak kullandığı bir yer olduğunu, bir önceki yıl muhtar tarafından söz konusu yerin Edirneli kişilere kiraya verildiğini, geçen yıl da sanıklar tarafından söz konusu yerin sürüldüğünü ancak tam olarak kimin kullandığını bilmediğini beyan ettiği,
Anlaşılmaktadır.
Sanık …; söz konusu taşınmazı Hazine yeri olarak bildiğini, tahminen 15 dönümlük kısmını ektiğini, bu yerlerin muhtar tarafından başkalarına da kiraya verildiğini, kendisinin de söz konusu yeri sürdüğünü,
Sanık …; askerden yeni geldiği zaman toprağı olmadığı için Hazine yeri olarak bildiği taşınmazı ektiğini, suça konu yeri muhtarın kendilerinden önce iki kişiye usulsüz olarak kiraya verdiğini, kendisinin de kiraya verilen yerin bir kısmını ektiğini,
Sanık …; suça konu taşınmazın Hazine yeri olduğunu, muhtarın söz konusu yeri 5 yıllığına kiraya verdiğini, kendisinin de ihtiyacı olduğu için ikinci yıl bu yeri kullandığını,
Sanık …; suça konu yeri muhtarın 5 yıllığına Edirneli kişilere kiraya verdiğini, ikinci yıl da kendisinin ektiğini,
Sanık …; toprağı olmadığı için Hazine arazisi olarak bildiği yeri arkadaşlarıyla beraber sürdüğünü,
Sanık …; suça konu yeri muhtarın başkalarına kiraya verdiğini, kendilerinin de toprakları olmadığı için arkadaşlarıyla beraber kısım kısım söz konusu yeri sürdüklerini,
Sanık …; söz konusu yeri 2005 yılında muhtarın kendilerine kiraladığını, kendilerinin de araziye ihtiyaçları olduğu için söz konusu yeri sürdüklerini,
Savunmuşlardır.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, harman yeri niteliği bulunan taşınmazların hukuki statüsü ile Hazine ve köy tüzel kişiliğinin bu taşınmazlar üzerinde sahip oldukları hakların niteliği üzerinde durulması gerekmektedir.
3402 sayılı Kadastro Kanununun “Kamu malları” başlıklı 16. maddesinde;
“Kamunun ortak kullanılmasına veya bir kamu hizmetinin görülmesine ayrılan yerlerle Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan sahipsiz yerlerden:
A) Kamu hizmetinde kullanılan, bütçelerinden ayrılan ödenek veya yardımlarla yapılan resmi bina ve tesisler, (Hükümet, belediye, karakol, okul binaları, köy odası, hastane veya diğer sağlık tesisleri, kütüphane, kitaplık, namazgah, cami genel mezarlık, çeşme, kuyular, yunak ile kapanmış olan yollar, meydanlar, pazar yerleri, parklar ve bahçeler ve boşluklar ve benzeri hizmet malları) kayıt, belge veya özel kanunlarına göre Hazine, kamu kurum ve kuruluşları, il, belediye köy veya mahalli idare birlikleri tüzelkişiliği, adlarına tespit olunur.
B) Mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi paralı veya parasız kamunun yararlanmasına tahsis edildiği veya kamunun kadimden beri yararlandığı belgelerle veya bilirkişi veya tanık beyanı ile ispat edilen orta malı taşınmaz mallar sınırlandırılır, parsel numarası verilerek yüzölçümü hesaplanır ve bu gibi taşınmaz mallar özel siciline yazılır.
Bu sınırlandırma tescil mahiyetinde olmadığı gibi bu suretle belirlenen taşınmaz mallar, özel kanunlarında yazılı hükümler saklı kalmak kaydıyla özel mülkiyete konu teşkil etmezler.
Yol, meydan, köprü gibi orta malları ise haritasında gösterilmekle yetinilir.
C) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan kayalar, tepeler, dağlar (bunlardan çıkan kaynaklar) gibi, tarıma elverişli olmayan sahipsiz yerler ile deniz, göl, nehir gibi genel sular tescil ve sınırlandırmaya tabi değildir, istisnalar saklıdır.
D) Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan ormanlar, bu Kanunda hüküm bulunmayan hallerde, özel kanunları hükümlerine tabidir” hükmü getirilmiş, Kanunun 16-B maddesinde mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi taşınmazların kamunun yararlanmasına tahsis edilmiş veya kamunun kadimden beri yararlandığı orta malı taşınmazlardan olup, tescile tâbi olmadıkları ve özel mülkiyete konu teşkil etmeyecekleri belirtilmiştir.
4721 sayılı Türk Medeni Kanununun “Sahipsiz yerler ve yararı kamuya ait mallar” başlıklı 715. maddesinde ise;
“Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait mallar, Devletin hüküm ve tasarrufu altındadır.
Aksi ispatlanmadıkça, yararı kamuya ait sular ile kayalar, tepeler, dağlar, buzullar gibi tarıma elverişli olmayan yerler ve bunlardan çıkan kaynaklar, kimsenin mülkiyetinde değildir ve hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamaz.
Sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılması özel kanun hükümlerine tâbidir.” hükmü ile sahipsiz yerler ile yararı kamuya ait malların Devletin hüküm ve tasarrufu altında olduğu, bu malların kazanılması, bakımı, korunması, işletilmesi ve kullanılmasının özel kanun hükümlerine tâbi olduğu belirlenmiştir.
Anılan kanuni düzenlemeler uyarınca mera, yaylak, kışlak, otlak, harman ve panayır yerleri gibi taşınmazlar kamu malı olup en genel tanımıyla kamu malları, Devletin özel mülkiyetindeki malları, kamunun yararlanmasına tahsis edilen hizmet malları ile kamunun ortak kullanımına ve yararlanmasına açık olan orta malları ve sahipsiz malları ifade eder. Yararlanma, tahsis şekli, mahiyet gibi ölçütler çerçevesinde kamu malları sahipsiz malları, hizmet malları, orta malı, vakıf malları, eski eserler gibi çeşitli sınıflandırmalara tâbi tutulmaktadır. Bu ayrım içerisinde harman yerleri de kamu orta malları kapsamında yer almaktadır. Orta mallarının bir kısmından yapılan tahsise göre toplumun belirli bir kesimi yararlanırken, bir kısmından ise yol ve meydanlar gibi mahiyetleri itibarıyla herkes yararlanmaktadır.
Öğretide, Devletin kamu malları üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki mahiyeti konusunda iki farklı görüş ileri sürülmüştür:
1) Birinci görüşü göre; Devlet kamu malları üzerinde mülkiyet değil, bir zabıta ve koruma hakkına sahiptir. Buna göre, kamu malları özel mülkiyete ve ferdi tasarrufa elverişli değildir. Çünkü mülkiyet hakkı bir şeyden mutlak şekilde faydalanmak ve tasarruf etmek yetkisini vermektedir. Devletin ise kamu malları üzerinde serbestçe tasarruf ve mutlak kullanma yetkisi olmadığından kamu malları üzerindeki yetkisi bir mülkiyet hakkı olarak tavsif edilemeyecektir. Devlet kamu malları üzerinde sadece kamu hukukundan kaynaklanan bir zabıta ve koruma hakkına sahiptir.
2) İkinci görüşe göre de; Devlet kamu malları üzerinde bir nevi idare hukuku mülkiyetine sahiptir. Ancak bu mallar umumun istifadesine bırakıldığından veya belli bir kamu hizmetine tahsis edildiğinden bu mülkiyet hakkı çok sınırlı ve idare hukuku kaidelerine bağlı bir haktır. (Halil Cin, Mehmet Handan Surlu, Türk Hukukunda Mera Yaylak ve Kışlaklar ve Mera Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2000, s.13 vd)
Belirtilen görüşler doğrultusunda Devletin köylünün ortak kullanımındaki harman yerleri üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki niteliğinin takdir ve tayininden önce mevzuatta Devlete ve onu temsilen Hazineye tanınan hak ve yükümlülüklerin neler olduğunun da gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.
442 sayılı Köy Kanununun 2. maddesinde; cami, mektep, otlak, yaylak, baltalık gibi orta malları bulunan ve toplu veya dağınık evlerde oturan insanların, bağ ve bahçe ve tarlalarıyla birlikte bir köy teşkil edecekleri, 8. maddesinde ise; harman yerlerinin de dâhil bulunduğu köy orta mallarının Devlet malı gibi korunacağı, bu türlü mallara el uzatanların Devlet malına el uzatanlar gibi cezalandırılacağı,
3091 sayılı Taşınmaz Mal Zilyedliğine Yapılan Tecavüzlerin Önlenmesi Hakkında Kanunun 3. maddesinde; köye ait taşınmaz mallara yapılan tecavüz veya müdahalelerde köy halkından herhangi birinin de yetkili makama başvuruda bulunabileceği, anılan Kanunun uygulama şekli ve esaslarına dair yönetmeliğin 46. maddesinde ise köy tüzel kişiliğine ait mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz mallara yapılan ilk tecavüz ve müdahaleler 3091 sayılı Kanuna göre önlenmekle birlikte, tecavüz veya müdahalede bulunanlar hakkında 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesi uyarınca cezai işlem yapılmak üzere durumun valilik ve kaymakamlıkça Cumhuriyet Başsavcılığına bildirileceği,
Düzenlenmiştir.
Görüldüğü üzere harman yerleri üzerinde Devletin ve köy tüzel kişiliğinin müşterek hak ve yükümlülükleri bulunmaktadır. Harman yerinin kullanma hakkının sahibi köyler, Devlet ise bu mülkün sahibidir. Ancak Devletin sahip olduğu mülkiyet hakkı, özel mülkiyetten farklı, çıplak veya kuru mülkiyet diyebileceğimiz sınırlı bir idari mülkiyettir.
Bu şekilde harman yerinin hukuki durumu, Hazine ve köy tüzel kişiliğinin bu yerler üzerinde sahip olduğu hakkın hukuki niteliği ortaya konulduktan sonra, harman yerine tecavüz suçu üzerinde de durulması gerekmektedir.
Harman yerine tecavüz suçu, hakkı olmayan yere tecavüz suçunun bir türü olarak 765 sayılı Kanunun 513. maddesi ile buna benzer biçimde 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 154. maddesinde düzenlenmiş olup maddenin 2. fıkrası; “Köy tüzel kişiliğine ait olduğunu veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilmiş bulunduğunu bilerek mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmaz malları kısmen veya tamamen zapt eden, bunlar üzerinde tasarrufta bulunan veya sürüp eken kimse hakkında birinci fıkrada yazılı cezalar uygulanır” hükmünü taşımaktadır.
Suçun maddi unsurunu oluşturan seçimlik hareketler; harman yerini kısmen veya tamamen zapt etme veya üzerinde tasarrufta bulunma ya da sürüp ekmektir. Zapt etme; taşınmazdan başkalarının kısmen veya tamamen yararlanmasını engellemek, taşınmazı fiilen el altında tutmaktır. Tasarruf etmek ise, taşınmazın devamlı bir biçimde kullanılması olup kısa süreli tasarruflar, kanunun aradığı anlamda tasarruf değildir. Öte yandan sürüp ekmek de, taşınmaz üzerinde tasarruf etme şekillerinden biridir.
Suçla korunan hukuki yarar harman yerinin mülkiyet ve ortak kullanım hakkının korunmasıdır. Bu suçla harman yerine vâki tecavüz eylemlerinin herhangi bir şikâyet ve başvuru şartına bağlı olmaksızın etkin bir biçimde yaptırım altına alınması ve bu suretle korunması amaçlanmıştır.
Suçun mağduru harman yerini kullanma hakkı olan herkestir. Harman yerinin kullanma hakkı sahibi köy tüzel kişiliği ve mülkiyet sahibi Hazine de suçtan zarar görendir.
Suçun maddi konusunu köy tüzel kişiliğine ait olan veya öteden beri köylünün ortak yararlanmasına terk edilmiş bulunan mera, harman yeri, yol ve sulak gibi taşınmazlar oluşturmaktadır. Burada sayılan mera, harman yeri, yol ve sulak gibi yerler sınırlayıcı olarak belirlenmemiş, örnekleyici olarak gösterilmiştir. Ancak köylünün ortak kullanımında olmayan köy adına tarla veya arsa vasfında kaydedilmiş yerler bu suçun konusunu oluşturmazlar.
Uyuşmazlığın sağlıklı bir çözüme kavuşturulabilmesi için “mağdur, suçtan zarar gören ve malen sorumlu” kavramları ile “kamu davasına katılma” kurumu üzerinde de durulması gerekmektedir.
5271 sayılı CMK’nun 237 maddesinin 1. fıkrasında; “Mağdur, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar…..şikayetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilirler” hükmü ile kamu davasına katılma hak ve yetkisi bulunanlar üç grup halinde belirtilmiştir. Anılan düzenleme, 1412 sayılı CMUK’nun 365. maddesindeki, “suçtan zarar görenler, soruşturmanın her aşamasında kamu davasına müdahale yolu ile katılabilirler” hükmü ile benzerlik arz etmekte olup, yeni hükme, önceki kanunda yer almayan malen sorumlu ve dar anlamda suçtan zarar göreni ifade eden mağdur eklenmiş, bu şekilde madde, öğreti ve uygulamadaki görüşlere uygun olarak, katılma hak ve yetkisi bulunduğu kabul edilenleri kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
Gerek 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununda, gerekse 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununda kamu davasına katılma konusunda suç bakımından bir sınırlama getirilmemiş, ilke olarak şartların varlığı halinde tüm suçlar yönünden kamu davasına katılma kabul edilmiştir. Öğreti ve uygulamada kamu davasına katılma yetkisi bulunan kişinin “suçtan zarar görmesi” şartı aranmış, ancak kanunda “suçtan zarar gören” ve “mağdur” kavramlarının tanımı yapılmadığı gibi, zararın maddi ya da manevi olduğu hususu bir ayrıma tâbi tutulmamış ve sınırlandırılmamıştır.
Malen sorumlu; işlenmiş olan suçun hükme bağlanması ve bunun kesinleşmesinden sonra, maddî ve malî sorumluluk taşıyarak hükmün sonuçlarından etkilenecek veya bunlara katlanacak kişidir.
Mağdur; Türk Dil Kurumu Büyük Türkçe Sözlüğünde, “haksızlığa uğramış kişi” olarak tanımlanmaktadır. Ceza hukukunda ise mağdur kavramı, suçun konusunun ait olduğu kişi ya da kişilerdir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde suçun maddi unsurları arasında yer alan mağdur, ancak gerçek bir kişi olabilecek, tüzel kişilerin suçtan zarar görmeleri mümkün ise de bunlar mağdur olamayacaklardır. Suçtan zarar gören ile mağdur kavramları da aynı şeyi ifade etmemektedir. Mağdur suçun işlenmesiyle her zaman zarar görmekte ise de, suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olmayabilecektir. Bazı suçlarda mağdur belirli bir kişi olmayıp; toplumu oluşturan herkes (geniş anlamda mağdur) olabilecektir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, 9. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara, 2015, s.289; İzzet Özgenç, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 11. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s. 214-217; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayıncılık, Ankara, 2015, s.106 – 107; Osman Yaşar-Hasan Tahsin Gökcan–Mustafa Artuç, Türk Ceza Kanunu, Ankara, 2010, 6. cilt, s.7702-7703)
Kamu davasına katılmak için aranan “suçtan zarar görme” kavramı kanunda açıkça tanımlanmamış, gerek Ceza Genel Kurulu, gerekse Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında bu kavram “suçtan doğrudan zarar görmüş bulunma hali” olarak anlaşılıp uygulanmıştır.
Öte yandan;
Yargılama giderleri 5271 sayılı CMK’nun 324 ila 330. maddeleri arasında düzenlenmiş olup, anılan Kanunun 324. maddesinin 1. fıkrasında yer alan “Harçlar ve tarifesine göre ödenmesi gereken avukatlık ücretleri ile soruşturma ve kovuşturma evrelerinde yargılamanın yürütülmesi amacıyla Devlet Hazinesinden yapılan her türlü harcamalar ve taraflarca yapılan ödemeler yargılama giderleridir” şeklindeki düzenleme ile yargılama giderlerinin kapsamı belirlenmiş; Kanunun “Sanığın Yükümlülüğü” başlıklı 325. maddesinin birinci fıkrasında yer alan; “Cezaya veya güvenlik tedbirine mahkûm edilmesi hâlinde, bütün yargılama giderleri sanığa yüklenir” şeklindeki düzenleme ile de hakkında cezaya veya güvenlik tedbirine hükmolunması halinde sanığın yargılama giderlerinden sorumlu olacağı hüküm altına alınmıştır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Medeni Kanunun 715. maddesinde vurgulandığı üzere; yararlanması kamuya bırakılmış mallardan olan harman yerleri devletin hüküm ve tasarrufu altında olup, hiçbir şekilde özel mülkiyete konu olamayacağı açıktır. Benzer hüküm 3402 sayılı Kadastro Kanununun 16/B maddesinde de yer almakta olup, orta malı taşınmazların özel mülkiyete konu teşkil etmeyeceği, belirtilmiştir.
Köy harman yerine tecavüz suçunda korunan hukuki yarar, harman yerinin mülkiyet ve ortak kullanım hakkı olup, suçun mağduru harman yerinden yararlanma hakkı olan herkestir. Köy tüzel kişiliği ile harman yerinin sahibi konumundaki Hazinenin suçtan zarar gören konumunda oldukları gözönüne alındığında, Devletin hüküm ve tasarrufu altında bulunan harman yeri niteliğindeki taşınmaza tecavüz suçlarında Hazinenin doğrudan zarar gördüğü, buna bağlı olarak davaya katılma hak ve yetkisinin bulunduğu kabul edilmelidir.
Bu nedenle yerel mahkemece Hazinenin davaya katılmasına karar verilmesinde, yine kendisini vekil ile temsil ettirmesi nedeniyle lehine vekalet ücretine hükmolunmasında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Dairenin sanıklar hakkındaki hükümlere yönelik düzeltilerek onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkemenin sanıklar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 14.01.2014 gün ve 8466-694 sayılı, sanıklar hakkındaki hükümlere yönelik düzeltilerek onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Usul ve kanuna uygun olan Çankırı 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 21.04.2010 gün ve 258-149 sayılı, sanıklar hakkındaki mahkûmiyet hükümlerinin ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.03.2017 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.