Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/809 E. 2015/205 K. 09.06.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/809
KARAR NO : 2015/205
KARAR TARİHİ : 09.06.2015

Kasten öldürme suçundan sanık Y.. Ç..’ın 5237 sayılı TCK’nun 81/1, 53, 58 ve 63. maddeleri uyarınca müebbet hapis cezasıyla cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, hapis cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin, Afyonkarahisar 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.05.2012 gün ve 84-89 sayılı resen temyize tâbi olan hükmün, sanık müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 17.09.2013 gün ve 1831-4956 sayı ile;
“…Yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle,
Oluşa ve dosyada bulunan HTS kayıtları, sanığın aşamalarda tutarlılık gösteren savunmaları ve savunmayı doğrulayan tanık K. A.’ın yeminli beyanına göre; olaydan önce telefon ile görüşmeleri sırasında maktul C.t’in, sanığa tehdit ve hakaretlerde bulunduğu, olay günü maktul ile karşılaşan sanığın, bıçakla maktulü öldürdüğü olayda; sanık lehine asgari düzeyde haksız tahrik hükmünün uygulanması gerektiğinin düşünülmemesi” isabetsizliğinden oyçokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,
Daire üyeleri M. N. Ö. ve M. Ü.; “Yerel mahkemenin gösterdiği gerekçeye göre; sanık hakkında maktul C.t’i kasten öldürme suçundan TCK’nun 81, 58. maddelerine göre kurmuş olduğu hükümde haksız tahrik hükmünü uygulamamasında bir isabetsizlik olmadığı ve hükmün onanması gerektiği kanaatinde olduğumuzdan sayın çoğunluğun olayda TCK’nun 29. maddesine göre haksız tahrik olgusunun mevcut olduğuna ilişkin düşüncesine katılmıyoruz” görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
Afyonkarahisar 1. Ağır Ceza Mahkemesi ise 03.12.2013 gün ve 250-276 sayı ile;
“…Tartışılması gereken sorunlardan birincisi sanığın bu eylemini işlerken eşi olan katılan H.’ın ahlaksız bir yaşantı sürmesi, kendisini bir başka erkek veya erkeklerle aldatması gibi bir durumun olup olmadığı, var ise bundan duyduğu öfke ve üzüntünün etkisi altında olup olmadığıdır. Yani sanık hakkında tahrik hükümlerinin uygulanması gerekip gerekmediği tartışılması gereken sorunların başında gelmektedir.
Sanık Y.. Ç..’ın 1994 yılından bu yana mağdur katılan H. Ç.ile gayri resmi ilişki içinde oldukları ve karı-koca hayatı yaşadıkları, bu ilişkiden 18.08.1994 doğumlu A., 19.08.1996 doğumlu M. ve 13.04.1999 doğumlu Ş. isimli çocuklarının olduğu, 03.08.1999 tarihinde resmen evlendikleri ve bu evlilikten sonra 01.12.2002 tarihinde F. isimli bir çocuklarının daha olduğu nüfus kayıtlarının incelenmesinden anlaşılmaktadır.
Sanık ile katılan H. arasında resmi evlilik öncesi ve sonrasında sürekli sorunlar yaşandığı soruşturma evrakından ve bu evrakta ifadelerine başvurulan tüm anlatım ve ifadelerden anlaşılmaktadır. Bir bakıma taraflar arasında mutlu bir evlilik bağı olmadığı görülmektedir. Zira boşanma davasından önce evi terk etmiş ancak sanığın 19.07.2010 tarihinde kolluğa müracaat ederek eşinin kaybolduğunu belirterek bulunması talebiyle 31.08.2010 tarihinde kolluğa müracaat etmesi üzerine ortaya çıkarak karakola gelen mağdur katılan H.Ç.kendi kararı ile evden ayrıldığını zira eşi sanık Y.. Ç..’ın kendisine karşı kötü davrandığını söylemiştir. Bu beyanı üzerine mağdur katılan Adli Tıp Kurumu Afyonkarahisar Şube Müdürlüğüne sevk edilmiş ve muayene ettirilmiş, alınan raporda kasten yaralanmasına ilişkin patolojik bulguya rastanılmaması ve tehdide ilişkin de kamu davası açılmasına yeterli delil elde edilmemesi nedeni ile Afyonkarahisar Cumhuriyet Başsavcılığının 20.01.2011 gün 2011/8492 soruşturma, 2011/396 karar sayılı kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verilmiştir. Ancak bu durum katılanın yalan söylediğini göstermemektedir. Sorunlu pek çok ailede her zaman özellikle olayın sıcağı sıcağına rapor alınmadığında bulgular kalmamaktadır.
Kısaca mağdur katılan H. Ç. olaydan yaklaşık 1-1,5 yıl önce evliliğini fiilen sonlandırarak çobanlar ilçesindeki müşterek evi terk ederek ayrılmış ve boşanma davası açmıştır. Açtığı boşanma davası Aile Mahkemesinin 2010/527 E. Sayılı dosyasında görülmüştür. Mahkemenin 10.03.2011 tarih ve 2010/527 E. 2011/214 K.sayılı kararı ile tarafların anlaşmalı olarak boşanmalarına karar verilmiştir. Ancak karar taraflara tebliğ edilmediği için kesinleşmemiştir.
Dava dosyası incelendiğinde sanığın da bu boşanma davasından haberdar olduğu, olay tarihinden önceki 12.10.2010 ve 10.03.2011 tarihlerdeki oturumlarda eşi tarafından açılan boşanma davasına cevap verdiği anlaşılmaktadır. Mağdur .H. Ç.ş’ın bu davada eşi olan sanık Y.. Ç.. hakkında birtakım iddialarda bulunduğu görülmektedir. Örneğin; sanığın evle yeterince ilgilenmediği, herhangi bir iş yapmayarak sürekli kendisini çalıştırdığı, eve getirdiği bir takım arkadaşlarının alkol alarak kendisine ahlaksızca davrandıklarını ileri sürmüştür. Sanık ise bu iddiaları reddetmekle beraber artık evlilik birliğinin tamir edilemez bir biçimde yıkıldığını anlamış olacak ki boşanmayı kabul etmiştir.
Katılan cahil bir kadındır ve kendisini boşanmış kabul etmektedir. Zira aklının erdiğince müşterek evi terk ederek sanıkla olan birlikteliğini fiilen sona erdirmiş, ardından yasal işlem başlatmış, Aile Mahkemesinde boşanma davası açmış, dava boşanmayla sonuçlanmıştır. Kendince üzerine düşeni yaptığına ve boşandığına inanmaktadır. Tebligat ve kararın kesinleşmesi gibi daha teknik prosedürlerden haberi bulunmamaktadır. Bu nedenle artık sanıktan boşandığını düşünmekte haklıdır….
Haksız Tahrik Sorunu;
Sanık ile mağdur katılan H..’ın ilişkilerinin resmi olarak halen devam ediyor görünmesine rağmen evlilik birlikleri fiilen ve (kesinleşmemiş olsa da) mahkeme kararı ile son bulmasına rağmen sanık katılanı rahat bırakmamıştır. Sanık savunmalarında da belirttiği gibi onun telefonunu bularak sürekli evine dönmesini istemiştir. Dönmemesi üzerine başka erkeklerle ilişkisi olabileceği endişesi ile takip etmeye başlamıştır. Katılanın kendi hayatını yaşamasına izin vermemiştir. Buna hakkı bulunmamaktadır.
1.İhtimal; katılan başka erkeklerle ilişkisi olmadığını söylemektedir. Sanıktan önce maktülle gayri resmi evli olduklarını, onunla dini nikah kıyıp karı koca hayatı yaşadıklarını, bir zaman sonra abisinin kendisini maktül C.’in elinden alıp 11 milyar karşılığında sanığa verdiğini, maktül Cevdet amcasının kızı ile evli olduğu için onunla herhangi bir gönül ilişkilerinin veya başka türlü bir ilişkilerinin olmadığını söylemektedir. Bu beyanlara kimse karşı çıkmamıştır. Her ne kadar müşterek çocuklar anneleri olan katılan H..’ın gayri ahlaki bir yaşam içinde olduğuna dair bir takım imâlı şeyler söylemişler ise de çocukların bu ifadelerine şüphe ile yaklaşılmıştır. Zira babalarının çok ceza almasını istememeleri gayet doğaldır. Kaldı ki belki de olanlardan gerçekten annelerini sorumlu tutmaktadırlar. Daha tarafsız görünen ancak sanığın da borç alıp verecek kadar yakın arkadaşı olduğu anlaşılan tanık K..A.. 15/09/2011 tarihli mahkememizdeki beyanında dükkanda oturdukları sırada sanığa bir telefon geldiğini, karşı taraftan tehdit vari sözler geldiğini kötü birşeyler söylendiğinin anlaşıldığını, sanık Yusuf’un da bak bana ne diyor diye telefonun sesini açtığını, o andan itibaren de karşı tarafın seslerini duymaya başladıklarını, bu şahsın ‘…kellen gövdene ağır mı geliyor. Hanımını arama…” gibi şeyler söylediğini duyduğunu ifade etmiş ise de ifade pek doyurucu gelmemiştir. Böyle bir durumda şahit yaratmak ister gibi ‘…bak bana ne diyorlar…’ diyerek arkadaşına dinletmek yerine polise müracaat ederek kayıt altına aldırmak daha inandırıcı olurdu. Bu nedenle katılanın ahlaksız bir yaşam sürdüğünü kabul etmek doğru ve vicdani bir sonuç olmayacaktır.
2.İhtimal; Katılan ahlaksız bir yaşantı sürmese de önceki gayri resmi kocası olan maktül ile ilişkisi olması ihtimaline gelince; sanık ile katılanın evlilik birlikleri devam ederken aynı zamanda katılanan maktülle ilişkilerinin devam ettiği, bir başka anlatımla katılanın sanığı önceki gayri resmi eşi ile aldattığı yönünde hiç bir delil yoktur. Kaldı ki böyle bir iddia da zaten ortaya atılmamıştır. Savunmanın odaklandığı nokta katılanın evi terk etmesiyle başlayıp boşanmayla sonuçlanan süreçten sonra maktülle bir ilişkisi olduğudur. Katılan bunu kabul etmemektedir ancak eşinden ayrılmasından sonra eski gayri resmi eşi maktülden yardım istemiş olması hatta onunla tekrar ilişkiye girmiş olması mümkündür. Evlilik dışı ilişkiler toplumda rahat rahat kabul görmese de yasa önünde bir suç değildir. Sanığın da bu ilişkiye müdahale etme hakkı yoktur. Eğer aksi kabul edilirse yani sanığın karışma hakkı var, bu nedenle maktülü tahrik altında öldürmüştür, boşanmış olsa da, evlilik birliği fiilen bitmiş olsa da katılan onun eski karısıdır, hâlâ onun namusu sayılır, bu yüzden karışma hakkı vardır dersek o zaman bunun bir sonraki adımı erkek arkadaşını terk eden bir kıza erkeğin yapacağı her türlü saldırıyı hukuka uygun kabul etmek zorunda kalırız ki çağdaş hukukun ve insan uygarlığının varmak istediği nokta bu değildir. …
Kaldı ki bu durum objektif olarak ortaya konulamamıştır. Etrafta böyle bir dedikodu olduğuna dair hiç bir delil yoktur. Sanığın anlatımlarını katılanın anlatımlarına üstün tutmak için bir neden bulunmamaktadır. Olay katılanın babasının evinin önünde gerçekleşmiştir, katılanın değil. Yani maktül katılanın evinden çıkarken bile yakalanmamıştır. Kaldı ki sanık eşi ile artık mahkeme kararı ile boşandığının farkındadır. Katılan artık sanığın hayatından çıktığını düşünmektedir. Boşanma davasından önce katılanın maktülle ilişkisi olduğu ve sanığı aldattığı yönünde doğru dürüst bir iddia, objektif deliller ortaya konulamamıştır. Sanığın bile böyle bir inancı yoktur. Boşanma davasının sonuçlanmasından sonra sanığın ruhsal durumu veya pişmanlığı katılanı ilgilendirmemektedir. Bu nedenle sanık hakkında haksız tahrik hükümleri uygulanmamıştır.” gerekçesiyle direnerek sanığın ilk hükümde olduğu gibi cezalandırılmasına karar vermiştir.
Resen temyize tâbi olan bu hükmün, sanık ve müdafii tarafından da temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 09.12.2014 gün ve 401827 sayılı “onama” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Yargıtay Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Ceza Genel Kurulunda duruşmalı inceleme yapılabileceğine dair bir düzenleme olmadığından, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 318. maddesi uyarınca, sanık Y.. Ç.. müdafiinin duruşma isteminin reddine karar verilmiş, sanık hakkında katılan H.. Ç..’a yönelik kasten yaralama ve hakaret suçlarından verilen mahkumiyet hükümleri Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleştiğinden inceleme sanık hakkında maktul C.. Y..’e yönelik kasten öldürme suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Suçun sübutu ile fiilin nitelendirilmesine ilişkin bir uyuşmazlık bulunmayan somut olayda, Özel Daire çoğunluğu ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; kasten öldürme suçundan mahkûmiyetine karar verilen sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanma şartlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamına göre;
Sanığın kendisine karşı kasten yaralama ve hakaret suçlarından verilen hapis cezaları Özel Dairece onanmak suretiyle kesinleşen H. Ç. ile suç tarihi öncesindeki 17 yıllık birlikteliklerinin ilk 5,5 yılında 3 çocukları olduktan sonra 03.08.1999 yılında resmi nikahla evlendikleri, 22.07.2010 tarihinde H.. tarafından açılan ve Afyonkarahisar Aile Mahkemesi’nin 2010/527 Esas 2011/214 Karar sayılı dosyasıyla görülen boşanma davasında; 10.03.2011 tarihinde anlaşmalı olarak boşanmalarına ve tarafların müşterek çocuklarının velayetinin babaya verilmesine dair kararın 12.10.2011 tarihinde kesinleştiği, direnme hükmüne konu suçun ise boşanmaya ilişkin mahkeme karar tarihi ile kesinleşme tarihi arasında 02.04.2011 tarihinde gerçekleştiği,
Anılan boşanma davasında davacı H.l’ın; sanığın sürekli kendisini dövdüğünü, sinkaflı sözler söylediğini, “seni asarım, keserim, vururum, linç ederim” dediğini, çalışmayan, evin ihtiyaçlarını karşılamayan, kendisinin gündeliğe giderek kazandığı parayı elinden alarak içki ve sigaraya veren sanığın canına kast etmesinden korktuğunu, sanığın eve getirip birlikte alkol aldığı arkadaşlarının kendisine tecavüz etmeye çalıştığını anlattığında umursamadığını, birkaç kez intihara teşebbüs ettiğini, bu nedenlerle hiçbir nafaka ve eşya talebi olmadan boşanmayı ve çocukların velayetinin de babaya verilmesini istediğini belirttiği, sanığın ise; iddiaların doğru olmadığını, eşinin boşanma davası açmayı alışkanlık haline getirdiğini, kendisinin de boşanmak istediğini beyan ettiği,
Maktulün,H ..’ın amcasının kızı B..Ş.. ile 8-10 yıldır imam nikahlı birliktelik yaşadığı ve 5 yaşında müşterek bir çocuklarının bulunduğu,
Sanığın 17.08.2010 tarihinde kolluğa müracaatta bulunarak eşi H..’ın kaybolduğunu belirttikten 14 gün sonra 104 yaşındaki yatalak ve konuşamayan babasının evinde bulunan H.. aralarında boşanma davası devam eden sanığın sürekli kendisini dövüp tehdit ettiği için kendi isteği ile evden ayrıldığını beyan etmesi ve yapılan adli muayenesinde vücudunda patolojik herhangi bir bulguya rastlanmaması üzerine sanık hakkında 20.01.2011 tarihinde kovuşturmaya yer olmadığına dair karar verildiği,
Olay günü 20.40 sıralarında H..’ın babasının evine giden sanığın dışarıdan baktığında cama erkek gölgesi düştüğünü görüp “H.. çabuk ol, geç kalıyoruz” sesini duyunca evde eşinin yanında bir erkek şahıs bulunduğunu ve bu kişinin eşi ile ilişkisi olduğunu düşündüğü maktul olduğunu anlayıp kapıya yaklaşarak sessizce beklemeye başladığı, dışarı çıkan H..’a eliyle “sus” işareti yapıp H..’ın arkasından dışarı çıkan ve kendisini görünce kaçmaya başlayan maktulü kovalayıp 3 ayrı yerinden bıçakladıktan sonra H..’a “Hani Cevdet ile görüşmüyordun, şerefsiz” diyerek tekme attığı, Adli Tıp Kurum Başkanlığınca düzenlenen rapora göre yüzünde bıçakla sabit eser oluşturacak şekilde yaralayıp kaçtığı, sanığın H..’ı tekmelediğini gören komşu tanık S..’in polisi aradığı, olay yerine gelen sağlık görevlilerince maktulün olay yerinde öldüğünün tespit edildiği, bu sırada H..’ın kanlar içine polis merkezine giderek olayı anlatıp yardım istediği,
Olay yerine gelen kolluk görevlilerince yerde yatan maktul çevrildiğinde sol kalçasının alt kısmında bulunan tabancanın kriminal inceleme raporunda; kuru sıkıdan çevrilme 6136 sayılı Kanuna göre, yasak niteliği haiz ateşli bir silah olduğu, mermi yatağında fişek bulunmadığı, şarjöründeki 6 adet kuru sıkı fişeğin yasak niteliği haiz olmadığı, namlusunun temiz olmadığı, ancak son atışın ne zaman yapıldığının tespitinin de mümkün bulunmadığının belirtildiği,
Ölü muayene ve otopsi tutanağına göre; maktuldeki 3 adet yaradan boyun sağda 10×3 cm ebadındaki derinlere uzanan kesici ve delici alet yarası ile sırtta sağda 5.5×2 cm ebadındaki kesici ve delici alet yarasının müstakilen ve müştereken öldürücü mahiyette olduğu, sol dirsek arkadaki 5×5 cm ebadındaki derine inmeyen kesici ve delici alet yarasının ise; öldürücü nitelikte olmadığı, ölümün kesici ve delici alet yaralanmasına bağlı iç organ harabiyeti ve büyük damar kesisi sonucu gerçekleştiği açıklamalarına yer verildiği,
Olaydan 3 gün sonra yakalanan sanığın suçta kullandığını ve sapıyla birlikte toplam uzunluğunun 20 cm olduğunu belirttiği bıçağın ele geçirilemediği,
Dosya içerisinde bulunan sanık ile H.’ın kullanımındaki telefon numaralarının suç tarihinden geriye dönük 2 aylık arayan ve aranan numaraları gösterir HTS kayıtlarına göre; sanığın maktulü 06.02.2011, 17.02.2011, 20.02.2011 tarihlerinde birer kez; 24.03.2011 tarihinde 3 kez, 26.03.2011 tarihinde iki kez olmak üzere toplam 8 kez; sanığın H..’ı 43 kez, H..’ın sanığı 21.03.2011 de 1 kez, maktulün ise sanığı 12.03.2011 tarihinde saat 04.39’da ve 24.03.2011 tarihinde saat 17.24’te birer defa olmak üzere toplam iki kez, H..’ın da maktulü 87 kez aradığı ya da maktul tarafından arandığı, ayrıca suç tarihinde başka kişilerle 14 kez görüşme yapan sanığın maktul ya da H..’ı aramadığı,
Anlaşılmaktadır.
Katılan H.. Çakıltaş kollukta; olay tarihinden 25 yıl kadar önce yaklaşık bir ay maktul ile dost hayatı yaşadığını, babası bu ilişkiye müsaade etmeyince önce 60 yaşında biriyle, onun da ölmesi üzerine sanıkla evlendirildiğini, 16 yıl evli kaldıklarını ve 3 çocuklarının olduğunu, suç tarihinden 1 ay kadar önce mahkemece resmi olarak boşandıklarını, babasının evinde yaşamaya başladığını, sanığın kendisini sık sık rahatsız ettiğini, bu durumu amcasının kızı B..’ın imam nikahlı eşi olan maktule de anlattığını, maktul “gel bizim evde kal başına bir şey gelmesin” dediği için akşamları babasının evinde kaldığını ancak gündüzleri B.. ve maktulün evine gittiğini, maddi durumlarını ve evde kömür olmadığını bilen maktulün “akşam gel babana bir torba kömür götürelim” dediği için olay günü yine maktulün evine gittiğini, maktulle birlikte kömür alıp babasının evine götürdüklerini sobayı yaktıktan sonra sanığın kendisini rahatsız etmemesi amacıyla akşam geç saatlere kadar kalmak üzere arkadaşı F..’ye gitmek üzere maktulün evi de F..’nin evine yakın olduğundan babasının evinden birlikte çıktıkları sırada sanığı gördüğünü, sanığın belinden çıkardığı 30 cm uzunluğundaki bıçakla maktule saldırdığını, kaçan maktulün peşinden gittiği sırada arkasından bıçağı kafa kısmına salladığını, sokağın köşesini dönünce gözden kaybolduklarını, kendilerine doğru gittiği esnada sanığın geri geldiğini, elindeki bıçakla yüz kısmına saldırdığını, tekme tokat dövdüğünü, yere düşünce karnına ayağını koyup birkaç dakika bekledikten sonra elindeki kol çantasını alıp gittiğini, kendisinin de karakola sığındığını belirtmiş,
Savcılıkta benzer şekilde anlatımda bulunmakla birlikte farklı olarak; sanıktan boşanmadan 6 ay önce evi terk ettiğini, maktulle; sanıkla evlenmeden önce tanıştığını, maktulden bir kızı olduğunu fakat resmi nikah yapmadıklarını, olay günü sanıktan kaçarken maktulün belinde silah gördüğünü ancak sanığa doğrultmadığını, maktulün sanığa bir saldırısının olmadığını, sanığın babasının evine öncesinde de defalarca gelip kendisini eve götürmek istediğini, birkaç kez telefonlarını değiştirmesine rağmen sanığın telefonlarını bulup kendisini rahatsız etmeye devam ettiğini, olay günü de kendisini döverken “hani kız görüşmüyordun şerefsiz” dediğini fakat maktulle bir ilişkisinin olmadığını sanığa söylediğini anlatmış,
Duruşmada ise farklı olarak; evliliklerinin sorunlu olduğunu, babası hastalanınca ona bakmak üzere evden ayrıldığını, boşanma davası açtıklarını, kendisinin boşandığını bildiğini, babasına bakabilmesi için aylık bağlanabilmesi amacıyla eşinden boşanmasının gerektiğini, bu şekilde sanıkla ayrı yaşamaya başladıklarını, olay günü evde yakacak bitince maktulün evine giderek eşi olan amcasının kızı B..’dan kömür istediğini, yardım etmek için kendisi ile gelmek isteyen maktule “benimle gelme eşim ters ve sorunlu bir insandır, seni yanımda görürse öldürür” demesine rağmen maktulün yanında geldiğini, sobayı yaktıktan sonra C.t evine, kendisi de arkadaşı F.’ya gideceği için önce kapıdan kendisinin çıktığını, dışarıda kendilerini bekleyen sanığın eliyle sus işareti yaptığını, maktul evden çıkarken sanığın elindeki bıçakla maktule saldırdığını, maktulün elinde silah görmediğini, sonrasında da panikten sanığa silah çekip çekmediğinin farkında olmadığını, sanıkla evlenmeden önce maktul ile dini nikah kıyıp karı koca olduklarını, ancak o zamanlar abisinin kendisini 11 milyar karşılığında sanığa verdiğini, maktul amcasının kızı ile evli olduğu için onunla herhangi bir gönül ilişkisi olmadığını beyan etmiş,
Maktulün kardeşi tanık H.. K..; kardeşi ile H.. arasında bir ilişki olup olmadığını bilmediğini, kardeşini 15 yıldır görmediğini açıklamış,
Tanık S.. B.. kollukta; zaman zaman mahalleye gelen sanığın olay günü de birkaç kez sokağa geldiğini, kimseyi göremeyince gittiğini, maktulün nasıl bıçaklandığını görmediğini, ancak sanığın H.l’ı tekmelediğini yerde sürüklediğini gördüğünü belirtmiş,
Duruşmada ise, maktulün iki üç günde ya da haftada bir mağdur ile beraber babasının evine geldiğini gördüğünü, ancak birliktelikleri konusunda bilgi sahibi olmadığını söylemiş,
Sanık ile H..’ın müşterek çocukları tanık M.; tarihini hatırlayamadığı bir gün annesi H.. ile birlikte evin arkasında bulunan kahvehaneye gittiklerini, orada bir adamla sarılan annesine “bu adam kim” diye sorduğunda, “eniştem olur, C. dayın” diyen annesinin kendisini dedesinin evine bırakıp Cevdet ile gittiğini ve akşam sekize doğru yine o şahısla eve geldiğini, buna benzer olaya bununla beraber iki kez şahit olduğunu açıklamış,
Sanık ile H..’ın müşterek çocukları tanık A.l; anneleri H.’ın bir yıl önce evden ayrılması üzerine babasıyla birlikte yaşadıklarını, evi terk etmeden birkaç ay önce dedelerinin emekli aylığını alabilmesi için boşanmaları gerektiğini söyleyip duran, okuma yazma bilmeyen, telefon kullanmayı beceremeyen annesinin telefonda E. dediği biriyle görüştüğünü, olay günü babasının dedesinin evine rahatsızlığı nedeniyle para vermek için gittiği hususunda bilgisinin olmadığını belirtmiş,
Sanık ile H..’ın müşterek çocukları tanık Şerife; yaklaşık iki yıl önce dedesinin evine gittiklerinde annesinin aşağı inip konuştuğu adamın kim olduğunu sorduğunda kendisine kızıp eve gönderdiğini, camdan bakınca daha önce görmediği bu adamın annesinin elini tuttuğunu, sarıldığını gördüğünü söylemiş,
Kovuşturma aşamasında bulunamadığı için sadece soruşturma aşamasında dinlenen maktulün imam nikahlı eşi ve H..’ın amcasının kızı B..; maktul ile 8-10 yıldır imam nikahlı olarak yaşadıklarını, 5 yaşında bir çocuklarının olduğunu, olay günü akşam saatlerinde H..’ın evlerine geldiğini, kömür alarak maktulle birlikte evden çıktıklarını, bir süre sonra maktulü aradığında cevap alamayıp aradığı H..’ın; “Yusuf, Cevdet’i ve beni yaraladı, hastaneye gel” demesi üzerine hastaneye gittiğini beyan etmiş,
Tanık K.. A..; işlettiği bakkal dükkanına zaman zaman yardıma gelmesi nedeniyle tanıdığı sanıkla olaydan yaklaşık bir iki ay önce yanlarında H..’ın akrabası Semih de olduğu halde otururken sanığa gelen telefonda tehditvari sözler, kötü birşeyler söylendiği anlaşılınca “bak bana ne diyor” diye sanığın hoparlörü açması üzerine sesini duyduğu şahsın; “kellen gövdene ağır mı geliyor, hanımını arama” gibi şeyler söylediğini, telefon görüşmesinden sonra bu şahısı tanıyıp tanımadığını sorduğu sanığın şahsen tanımadığını söylediğini, kendisine “sen garibansın başını derde sokarsın, emniyete bildirelim” dediklerini, olaydan bir gün önce de sanığın H..’ın babasını rapor almak için hastaneye götürdüğünü öğrendiğini, hatta “başın derde girer, ilgilenme” diye uyardığını, ancak onun “bir şey olmaz” diyerek gittiğini, hanımının da sanığa telefon edip yardım istediğini, olayın olduğu gün parayı eşine verip geleceğini söyleyerek sanığın 400 Lira istediğini, kendisinin de verdiğini, akşama da olayın olduğunu belirtmiş,
Sanık kollukta; annesinin rahatsızlığı dolayısıyla İzmir’e gidip döndüğünde H..’ın sebepsiz yere evi terk ettiğini gördüğünü, kendi çabasıyla bulamayınca kolluğa kayıp müracaatında bulunduğunu, H.’ın evde bıraktığı çantasını karıştırdığında bulduğu isimsiz telefon numarasını defalarca aradığını, numaranın maktule ait olduğunu öğrendikten sonra bir kez daha aradığında telefona çıkan erkek şahsın “kapat lan şerefsiz” demesi üzerine şüphelenmeye ve maktulü araştırmaya başladığını, kadın pazarladığını öğrendiğini, bu sırada eşi H.’ın boşanma davası açtığını haber alınca Turkcellin müşteri hizmetleri servisinden eşine ait bir numara tespit edip görüştüğü H.’ın kendisine artık birleşmeyeceğini söylediğini, 3-4 kez telefon hattını değiştiren H..’ı defalarca aradığını fakat eşinin telefonlarına cevap vermediğini, babasının evine gittiğini öğrendiği H..’la bir kez buluşup birlikte alışveriş yaptıktan sonra eşini babasının evine bıraktığını, olay günü de H.al’ı 5-6 kez arayıp ulaşamayınca babasının evine gittiğini ancak evde bulamayınca biraz dolaşıp tekrar gelip baktığında H..’ın eve geldiğini gördüğünü, pencereye bir erkek gölgesi düşünce evin giriş kapısına dikildiğini ve sesinden maktul olduğunu anladığı şahsın “H. çabuk aşağı in geç kalıyoruz” dediğini duyduğunu, kapıdan çıkan H..’a eliyle “sus” işareti yaptığını, bu sırada dışarı çıkarak kendisini gören maktulün elini beline atarak silahını çıkarması üzerine kendisinin de yanında taşıdığı bıçağı eline alıp üzerine atladığını, bıçağı bir kere salladığını, fakat maktulün kendisinin elinden kurtulup kaçtığını, bunun üzerine kendisinin H..’ı saçlarından tutarak yere yatırdığını, “hani görüşmüyordun şerefsiz” dediğini, tekme attığını sonra bırakıp gittiğini, bıçağı bir araziye attığını, iki gün boyunca da arazide kaldığını ve teslim olmak üzere kardeşinin evine gittiğinde polisin kendisini yakaladığını ifade etmiş,
Savcılıkta benzer şekilde anlatımda bulunmakla birlikte farklı olarak; eşinin görüştüğünü öğrendiği maktulü araştırdığını, olay günü önce maktulün belindeki silahı kendisine doğrulttuğunu, kendisinin alkollü olmadığını ancak eşi ile maktulü beraber görünce sinirlendiğini, maktule bir kez bıçak salladığını hatırladığını belirtmiş,
Duruşmada ise farklı olarak; resmi nikahlı eşinin yaklaşık 1,5 yıldır kendisini maktul ile aldattığını öğrendiğini, olay gününden önce rahatsız olan eşinin babasını hastaneye götürdüğünü, bakıma muhtaç olduğuna dair rapor almak için gereken 350 Lira parayı bulunca eşi H..’a vermek için gittiğinde olayın gerçekleştiğini, maktulün kendisine silah çektiğini, iki kez tetiğe bastığını ancak silahın ateş almadığını, o panik haliyle belinden çıkardığı bıçağı maktule salladığını savunmuştur.
5237 sayılı Türk Ceza Kanununun Birinci Kitap, İkinci Kısımda, “Ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler” başlıklı İkinci Bölümde yer alan “Haksız tahrik” 29. maddede;
“Haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işleyen kimseye, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine onsekiz yıldan yirmidört yıla ve müebbet hapis cezası yerine oniki yıldan onsekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Diğer hâllerde verilecek cezanın dörtte birinden dörtte üçüne kadarı indirilir” şeklinde, ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak hüküm altına alınmıştır.
5237 sayılı TCK’nda tahrikle ilgili olarak, 765 sayılı TCK’nda yer alan ağır tahrik-hafif tahrik ayırımına son verilmiş ve tahriki oluşturan fiilin, somut olayın özelliklerine göre hâkim tarafından değerlendirilmesi ve sanığın iradesi üzerindeki etkisi göz önüne alınarak maddede gösterilen iki sınır arasında belirlenen oranda indirim yapılması şeklinde bir düzenlemeye gidilmiştir.
Ceza sorumluluğunu azaltan bir neden olarak düzenlenen haksız tahrik; kişinin haksız bir fiilin kendisinde meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altında suç işlemesi durumunda kusur yeteneğindeki azalmayı ifade etmektedir. Bu halde fail suç işleme yönünde önceden bir karar vermeksizin, dışarıdan gelen etkinin ruhsal yapısında meydana getirdiği karışıklığın bir sonucu olarak suç işlemeye yönelmektedir. Bu yönüyle haksız tahrik, kusurun irade unsuru üzerinde etkili olan bir nedendir. Başka bir anlatımla haksız tahrik halinde failin iradesi üzerinde bir zayıflama meydana gelmekte, böylece haksız bir fiilin meydana getirdiği hiddet veya şiddetli elemin etkisi altındaki kişinin suç işlemekten kendisini alıkoyma yeteneği önemli ölçüde azalmış bulunmaktadır. (İzzet Özgenç, Türk Ceza Kanunu Gazi Şerhi, Genel Hükümler, s. 412)
Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi için;
a) Tahriki oluşturan haksız bir fiil bulunmalı,
b) Fail öfke veya şiddetli elemin etkisi altında kalmalı,
c) Failin işlediği suç bu ruhsal durumun tepkisi olmalı,
d) Haksız tahrik teşkil eden eylem, mağdurdan sadır olmalıdır.
Haksız fiilin doğrudan failin kendisine karşı gerçekleştirilmesi zorunlu değildir. Failin yakını veya değer verdiği diğer kişilere ya da faile tamamıyla yabancı kimselere karşı işlenmiş haksız fiillerin de belli şartlarda haksız tahriki oluşturacağı gerek öğretide, gerekse yargısal kararlarda kabul edilegelmiştir. Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 13.10.2009 gün ve 141-229 ile 06.06.1983 gün ve 43-275 sayılı kararları da benzer niteliktedir.
Haksız tahrik hükümlerinin uygulanabilmesi açısından, failin suçu ilk haksız fiilin doğurduğu öfke veya şiddetli elemin etkisiyle işleyip işlememesi önemlidir. Mağdur ya da maktulden gelen haksız hareketin psikolojik etkisinin devam ettiğinin kabulünde zorunluluk bulunan hallerde, haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gereklidir. Öte yandan eylemin tahrik nedeni sayılabilmesi için haksız olması yeterlidir. Ayrıca ceza kanunlarında öngörülen bir suç kalıbına uyması, başka bir deyişle suç oluşturması gerekli değildir. Bu nedenle, tahrik teşkil eden fiilin faili, bu eylemi nedeniyle yargılanarak mahkum olmuş ve cezası infaz edilmiş olsa bile, haksız fiilin doğurduğu öfke ve şiddetli elemin etkisi altında kalıp bu ruhi durumun tepkisi ile suç işleyen kimse hakkında haksız tahrik hükümleri uygulanmalıdır. Nitekim Ceza Genel Kurulunun 11.05.2004 gün ve 74-118 ile 10.06.2003 gün ve 143-183 sayılı kararlarında, üzerinden uzun zaman geçmesi, taraflar arasında önceden gerçekleşmiş bulunan olayın yargılamaya konu edilmesi ve hatta mahkumiyetle sonuçlanıp cezanın infaz edilmesi ya da fiilin suç oluşturmaması nedeniyle kişinin beraat etmesi, dava veya cezanın afla ortadan kalkması gibi durumların, haksız tahrik hükümlerinin uygulanmasını engellemeyeceği vurgulanmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
H..’ın sanıkla tanışmadan önce maktulle aynı evi paylaşmak suretiyle birliktelik yaşadığı ve kendisinden bir çocuğu olduğu, bu birlikteliğe müsaade etmeyen ailesinin baskısıyla maktulden ayrılan H..’ın tanıştırılarak dini nikahının kıyıldığı sanıkla gayrı resmi olarak birlikte yaşamaya başladıkları, müşterek çocukları A., M. ve Ş.’nin doğmasından sonra resmi nikah kıydıkları, ancak suç tarihine yakın zamanlarda evliliklerinde sorunlar belirmeye başlayınca H..’ın zaman zaman müşterek konutu terk ettiği, olaydan yaklaşık 1 yıl önce de evden ayrılarak boşanma davası açtığı, boşanmalarına dair kararın kesinleşmesinden önce H..’ın yaklaşık 1,5 yıldır maktul ile yeniden ilişkisi olduğundan şüphelenen sanığın olay günü evde H.. ile birlikte gördüğü maktulü öldürdüğü somut olayda, sanığın H..’ın evi terk ettiği dönemde çantasında maktulün telefon numarasını bulmasıyla eşinin kendisini aldattığından şüphelenmeye başlaması, sanık ile H.’ın müşterek çocuklarının annelerinin maktulle ilişkisi olduğuna yönelik beyanları, henüz boşanmalarına ilişkin karar kesinleşmeden H.’ın sanığın düşüncesini destekleyecek şekilde, her ne kadar aralarında cinsel ilişki bulunduğu konusunda dosyaya yansıyan bir delil bulunmasa da evlilik birliğinin gerektirdiği sadakat yükümlülüğüne aykırı davranarak maktulle görüşmesi, tanık K.A’ın maktulün sanığı arayarak tehdit ettiği beyanını doğrular nitelikteki arama kaydı ve sanığın olay günü eşi ile maktulü aynı evden çıkarken görmesi birlikte değerlendirildiğinde; sanığın maktulden kaynaklanan haksız fiillerin oluşturduğu hiddet ve şiddetli elemin etkisi altında atılı suçun işlendiğinin, dolayısıyla hakkında haksız tahrik hükümlerinin uygulanması gerektiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, şartları oluştuğu halde sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanmaması isabetsiz olup, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan dokuz Genel Kurul Üyesi; “sanık hakkında haksız tahrik hükümlerini uygulamayan yerel mahkeme direnme hükmünün onanması gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Afyonkarahisar 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 03.12.2013 gün ve 250-276 sayılı direnme kararının, uygulanma şartları oluştuğu halde sanık hakkında haksız tahrik hükmünün uygulanmaması isabetsizliğinde BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 09.06.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.