Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/77 E. 2014/510 K. 25.11.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/77
KARAR NO : 2014/510
KARAR TARİHİ : 25.11.2014

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : Ceza Genel Kurulu
Mahkemesi :Ceza Dairesi
Günü : 18.12.2013
Sayısı : 3-15

İcbar suretiyle irtikap suçundan sanık …’nın 5237 sayılı TCK’nun 250/1, 62 ve 53. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, ilk derece mahkemesi sıfatıyla yargılama yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince verilen 18.12.2013 gün ve 3-15 sayılı hükmün sanık müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 03.02.2014 gün ve 15 sayılı “onama” istemli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Yargıtay Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık, sanığa atılı icbar suretiyle irtikap suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Adana Cumhuriyet Başsavcılığına 2011 yılı içerisinde ulaşan isimsiz ve imzasız ihbar mektubu sonrasında adliyede görevli bazı Hakim ve Cumhuriyet savcıları hakkında işlem yapılmasına … tarafından izin verildiği, 28.11.2011 tarihinde ise soruşturmayı yürüten … Başmüfettişine isimsiz ancak imzalı bir ihbar mektubu gönderildiği ve Cumhuriyet savcısı … hakkında bazı suç isnatlarında bulunulması üzerine ihbarların birleştirilerek soruşturmaya başlandığı,
Sanığın suç tarihinde Adana Cumhuriyet savcısı olarak görev yaptığı, iş bölümü gereği Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesinin duruşmalarına çıktığı, bu mahkemenin 2008/512 esas sayılı dosyasında kasten öldürmeye teşebbüs suçuna azmettirdiği iddiasıyla yargılanan katılanın savunmasının alındığı 14.01.2009 tarihli oturumda sanık tarafından tutuklanmasının talep edildiği, mahkeme heyetinin bu talebi reddettiği, daha sonraki duruşmalarda delil durumunda herhangi bir değişiklik olmadığı halde sanığın yeniden tutuklama talebinde bulunmadığı, 19.10.2009 tarihinde verdiği mütalaa ile adı geçen kişinin beraatına karar verilmesini talep ettiği, mahkemece talebe uygun şekilde beraat kararı verildiği ve Yargıtay 1. Ceza Dairesince 03.04.2012 tarihinde bu kararın onanarak kesinleştiği,
Katılanın 14.01.2009 tarihli oturumdan bir süre sonra gizli bir numaradan aranarak sanığın kendisiyle görüşme talebinin bir başka kişi tarafından iletilmesi üzerine Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesine gittiği, burada sanıkla karşılaştığı, sanığın; “hakkında adam öldürmeye tam teşebbüsten dava var, bunun cezası çok ağır, en az 12-13 yıl ceza alırsın, her ne kadar bu celse mahkeme tutuklamadıysa da daha sonra kesin tutuklanırsın” şeklinde sözlerle katılanı korkutttuğu, bu durumdan etkilenen ve ne yapabileceğini soran katılana; “paraya ihtiyacım var, borçlarım ve ikinci bir eşim söz konusu, ev aldım, istediğim parayı verirsen hakkında artık tutuklama talebinde bulunmayacağım ve mahkeme nezdinde yardımcı olacağım” diyerek 175.000 Lira para istediği, bu kadar parayı bulamayacağını söyleyen katılan üzerinde ısrarcı olduğu, bu baskı sonucu katılanın işyerine giderek 125.000 Lira parayı nakit olarak temin ettiği, kalan kısım için 15.03.2009 tarihli 50.000 Liralık bir çek düzenlediği, iki saat sonra aynı yere gelerek poşete koyduğu para ve çeki sanığa teslim ettiği,
17.03.2009 tarihinde sanığın tanık …’un İlahiyat Fakültesinde bulunan genel sekreter makam odasına gittiği, burada sohbet sırasında ablasına ait bir çek olduğunu ve tahsil etmesi gerektiğini, hastanede işi olduğunu söyleyip çekin tahsilini yapabilecek güvenilir bir kişi olup olmadığını sorduğu, Cengiz’in de maiyetinde çalışan tanık …’ı çağırdığı, çekin bu tanığa verildiği, Suat’ın aldığı çek ile parayı tahsil etmek üzere bankaya gittiği ancak para olmadığı cevabının verilmesi üzerine Cengiz’i aradığı, Cengiz’in de İş Bankası Balcalı şube müdürünü arayarak yardımcı olunmasını istediği, daha sonra çek bedelinin Atatürk Caddesi şubesinde Suat’a ödendiği, bu durumun….tarafından sanığa iletildiği, sanığın talebi üzerine Suat’ın Toros Caddesi ile Gazi Bulvarının kesiştiği yerde beklediği ve buraya 33 plakalı siyah bir araçla gelen erkek kişiye parayı teslim ettiği,
Dosya içerisinde onaylı örneği bulunan çek ve ödeme makbuzunun incelenmesinde, çekin keşide yerinin Adana, keşide tarihinin ise 15.03.2009 olup hamiline düzenlendiği, hesap sahibinin ise katılan … olduğu, 17.03.2009 saat 17.02 de 50.000 Liralık çek bedelinin …’a ödendiği,
Çekin tahsil edildiği gün olan 17.03.2009 tarihinde tanıklar ile sanık arasındaki telefon görüşmeleri incelendiğinde;
17.03.2009 günü çeki alarak bankaya giden ve para olmadığı cevabını alan …’ın, saat 16.11 sıralarında …’un kullandığı 0505 818 .. .. nolu telefonu arayarak durumu bildirdiği, bunun üzerine …’un aynı numaradan sanığı 16.21 sıralarında arayarak aktarımda bulunduğu, …’un sabit bir telefondan İş Bankası Balcalı şubesini aradığı, saat 16.33 sıralarında bu şubenin sabit telefonundan …’un cep telefonunun arandığı, saat 17.16 sıralarında …’ın …’u arayarak parayı çektiğini bildirdiği, 17.28 sıralarında …’un durumu mesaj yoluyla sanığa ilettiği, 17.30’da sanığın …’un kullandığı numarayı aradığı, 17.31’de …’un …’ı aradığı, 17.39’da sanığın …’u aradığı, 17.43’de … ile sanık arasında bir telefon görüşmesi daha bulunduğu,
Adana Emniyet Müdürlüğünün 03.01.2012 tarihli yazısı ile 33 SV 893 plakalı siyah Kia Sorento marka arazi taşıtının 01.06.2007 ila 29.09.2009 tarihleri arasında sanığın mülkiyetinde olduğunun bildirildiği,
Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/512 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; … hakkında adam ölüdürmeye teşebbüs suçuna azmettirmeden kamu davası açıldığı, soruşturma aşamasında gözaltına alınmadığı ve tutuklamaya sevk edilmediği, 14.01.2009 tarihli ilk duruşmada sanık Cumhuriyet savcısının katılanın ve Hakan İşlek’in tutuklanması talebinde bulunduğu, ancak mahkemece talebin kabul edilmediği, sanığın sonraki duruşmalarda yeniden tutuklama talebinde bulunmadığı, 19.10.2009 günlü duruşmada ise delil yetersizliğinden katılanın beraatını talep ettiği, 31.12.2009 tarihinde de katılanın beraatına karar verildiği,
Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/120 esas sayılı dosyasının incelenmesinde; katılan hakkında dolandırıcılık suçundan kamu davası açıldığı, 06.05.2009 günlü duruşmada mahkemece tutuksuz sanıklar … ve Bilgin Kış’ın tutuklanmasına karar verildiği, 18.06.2009 tarihli duruşmada ise sanık Cumhuriyet savcısının tutuklu sanıklar … ve Bilgin Kış’ın tahliyelerine, diğer tutuklu sanıkların tutukluluk hallerinin devamına karar verilmesini talep ettiği ve mahkemece oyçokluğu ile tutuklu sanıklar … ve Bilgi Kış’ın tahliyesine karar verildiği, yargılama sonucu esas hakkındaki mütalaada sanık …’nin dolandırıcılık suçundan üç kez cezalandırılması talep edildiği, ancak mahkemece zincirleme suç hükümleri uygulanmak suretiyle dolandırıcılık suçundan mahkumiyet kararı verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılan …; …’u tanıdığını, ara sıra kendisiyle görüştüğünü, ancak ticari bir faaliyetinin olmadığını, kendisine gösterilen çeki hatırladığını, çekin ve altındaki imzanın kendisine ait olduğunu, bankadaki hesabından …’a ödeme yapıldığını, bankadan parayı çeken … ismindeki şahsı tanımadığını, bu kişiyle ticari bir ilişkisinin olmadığını, Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/512 esas sayılı dosyasında kasten öldürmeye azmettirmeden dolayı hakkında dava açıldığını, ilk duruşmanın 2009 yılı Ocak ayının ilk günlerinde olduğunu, tutuksuz yargılandığı bu celsede duruşma savcısı …’nın kendisinin tutuklanması yönünde karar verilmesini talep ettiğini, ancak mahkemenin dosya kapsamına göre bu aşamada talebin reddine karar verdiğini, ilk duruşmanın yapıldığı tarihten 10 gün kadar sonra 2009 yılı Ocak ayının son günlerinde öğlen saatlerinde o tarihte kullanmış olduğu adına kayıtlı telefonlardan birisine numarası gizlenmiş şekilde özel bir numaradan çağrı geldiğini, sanık savcı …’nın kendisiyle görüşmek istediğini, Çukurova Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin otoparkına gelmesini söylediğini, otoparka gittiğinde 33 plakalı koyu renkli bir jeep olduğunu, araçtan inen şahsın duruşma savcısı … olduğunu gördüğünü, İlahiyat Fakültesinin birinci katında boş bir odaya gittiklerini, odada kendilerinden başka kimse bulunmadığını, biraz konuştuktan sonra yargılamanın devam ettiği dosyadan konu açıldığını, savcının kendisine; “Hakkında adam öldürmeye teşebbüsten dava var, bunun cezası çok ağır, en az 12-13 yıl ceza alırsın, her ne kadar bu celse mahkeme tutuklamadıysa da daha sonra kesin tutuklanırsın” diyerek korkuttuğunu, ne yapabileceğini sorduğunda, borçları ve ikinci bir hanımı olduğunu, ev aldığını ve 175.000 Liraya ihtiyacı olduğunu, bu parayı vermesi halinde hakkında tutuklama talebinde bulunmayacağını, mahkemede yardımcı olacağını söylediğini, o anda çok korktuğunu, bu kadar parayı bulamayacağını söylediğini, ancak yine de ısrar ederek kendisini fakültede bekleyeceğini, öğle vakti olduğunu, yemek yiyip geleceğini, bu arada kendisinin de parayı bulup getirmesini istediğini, iş yerine dönerek kasada nakit olan 125.000 Lirayı aldığını, kalan 50.000 Lira için ise çek yazarak parayı ve çeki bir poşetin içine koyduğunu, iki saat sonra tekrar fakülteye gittiğinde aynı odada getirdiği parayı ve çeki sanık savcıya teslim ettiğini, sanığın ise çek verdiğinden dolayı kendisine kızarak neden tamamını nakit olarak getirmediğini söylediğini, kendisinin de zaten 125.000 Lirayı zor denkleştirdiğini, dükkânındaki nakit paranın ancak bu kadar olduğunu, bu yüzden geri kalan miktar için çek yazmak durumunda kaldığını söylediğini, daha sonra ayrıldıklarını, bu olaydan dolayı çok korktuğunu, çeki öderken maddi açıdan biraz sıkıntılı olduğunu, keşide tarihi 15.03.2009 olmasına rağmen çeki iki gün sonra ödeyebildiğini, o tarihten sonra sanık savcı ile duruşma haricinde karşılaşmadığını, kendisini daha önceden tanımadığını ve hiçbir husumetinin olmadığını ifade etmiş,
Tanık …; 10 yıldır Çukurova Üniversitesinde yönetici olarak çalıştığını, …’ı İlahiyat Fakültesi Genel Sekreterliği görevini yapmaya başladığı 2006 yılından beri tanıdığını, fakültede memur olarak idari işlere baktığını, adliyede tanıdığı çok hakim ve savcı olduğunu, savcı …’yı da 2006 yılından beri tanıdığını, … isimli şahsı şahsen bildiğini, kendisiyle ticari ilişkisinin olmadığını, çek olayını hatırladığını, o tarihte sanığın yanında erkek bir şahısla İlahiyat Fakültesindeki odasına geldiğini, biraz muhabbet ettikten sonra Mersin’de bulunan ablasının müteahhitten ev satın aldığını, ablasına ait bir çek olduğunu, bu çeki tahsil edip ablasına vereceğini, onun da müteahhite olan borcunu ödeyeceğini, çeki banka kapanmadan tahsil etmesi gerektiğini, ancak hastanede işinin olduğunu, bu yüzden kendisinin tahsil edemeyeceğini, … birisinin olup olmadığını sorduğunu, idari işlere bakan …’ı çağırdığını, sanığın yanındaki arkadaşından çeki alarak Suat’a verdiğini, bir müddet sonra Suat’ın bankadan arayarak bankanın ödeme yapamayacağını, paralarının olmadığını söylemesi üzerine İş Bankası Balcalı Şube Müdürünü arayarak Atatürk Caddesi Şubesinin çeki ödemediğini, bu konuda yardımcı olmasını istediğini, daha sonra çekin Suat’a ödendiğini, Suat’ın da kendisini arayarak parayı aldığını söylediğini, kendisinin de sanığı aradığını, Suat’ın bir müddet sonra arayarak parayı teslim ettiğini ifade ettiğini, kısa bir süre sonra sanığın arayarak parayı ablasının teslim aldığını ve ablası adına teşekkür ettiğini söylediğini belirtmiş,
Tanık …; İlahiyat Fakültesinde bilgisayar işletmeni olarak çalıştığını, sanığı tanımadığını, 15.03.2009 tarihli …’ye ait çeki o tarihte İlahiyat Fakültesinin sekreteri olan Cengiz’in verdiğini ve tahsil etmesini istediğini, kendisinin de bu çeki İş Bankasına götürdüğünü ve tahsil ettiğini, söz konusu çekin arkasındaki imza ile 17.03.2009 tarihli banka dekontunda bulunan isminin altındaki imzanın kendisine ait olduğunu, Cengiz’in söz konusu çeki verdiğinde … ile ilgili bir şey söylemediğini, sadece parayı tahsil ettikten sonra birisinin gelip alacağını, zira vaktin geç olduğunu, o kişinin bankaya yetişemeyeceğini, kendisinin parayı tahsil etmesini söylediğini, parayı tahsil ettikten sonra Cengiz’i arayarak parayı aldığını bildirdiğini, onun da “parayı alan kişi Mersin’den gelecek, orada bekle ve parayı ona teslim et” dediğini, yaklaşık yarım saat kadar sonra 33 plakalı siyah renkli bir jeeple birisinin geldiğini, bankadan çektiği 50.000 Lirayı gelen şahsa teslim ettiğini beyan etmiş,
Tanık …; sanık ile 2006 yılı eylül ayında bir arkadaşının doğum gününde tanıştığını, o zamanlarda eşi ile boşanmak üzere olduklarını, 2006 yılı Ekim ayından bu yana sanıkla hemen hergün görüştüklerini, aralarında ciddi bir gönül ilişkisi olduğunu, emekli olduktan sonra eşinden boşanıp kendisiyle evleneceğini söylediğini, iki yıl kadar önce tahminen 2009 yılının son aylarında kavga ettiklerini ve yaklaşık on ay kadar ayrı kaldıktan sonra 2010 yılı yaz aylarında barıştıklarını, 1,5 yıldır arkadaşlığının ve ilişkisinin devam ettiğini, gönderilen şikayet dilekçesi ve ekinde yer alan belgeleri kendisinin göndermediğini, bu belgeleri kimin gönderdiğini de bilmediğini dile getirmiş,
Sanık; 20 yıllık Cumhuriyet savcısı olduğunu, Suat’ı tanımadığını,….isimli şahsı tanıdığını, haftanın her günü aralarında bu şahsın da olduğu kişilerle kağıt oyunu oynadığını, …’yi ise sadece duruşma sebebi ile tanıdığını, daha önceden hiçbir tanışıklığının olmadığını, Adana 3. Ağır Ceza Mahkemesinin 2008/512 esas sayılı dosyasında katılanın kasten öldürmeye teşebbüs suçundan yargılandığını, kendisinin de mevcut delilleri dikkate alarak ilk celse tutuklanmasını, 19.12.2009 tarihinde ise C.Savcısı olarak katılanın beraatını talep ettiğini, bu sırada 2009/120 esas sayılı başka bir dosyada yargılanmasının devam ettiğini, bu dosyayla ilgili olarak üç ayrı suçtan dolayı bu şahsın cezalandırılmasını istediğini, mahkemenin ise tek suç olarak eylemleri değerlendirerek teşdit uyguladığını, olayın bir komplo olduğunu, …, … ve katılan …’nin bu işin organizatörleri olduğunu, hiçbir şekilde katılanın kendisine verdiğini iddia ettiği parayı almadığını, eşinin avukat olduğunu, malvarlığının yeterli düzeyde olduğunu, verilen çekin işleme tâbi tutulmasının zincirleme olarak nerelere ulaşacağını iyi bildiği için böyle bir çeki almasının söz konusu olmayacağını savunmuştur.
Uyuşmazlığın çözümünde sağlıklı bir sonuca ulaşılabilmesi için, irtikap suçunun hukuki niteliği ve bu suçla ilgili yasal değişikliklerin ortaya konulmasında zorunluluk bulunmaktadır.
İrtikap suçu, 765 sayılı Türk Ceza Kanununun “Devlet İdaresi Aleyhinde İşlenen Cürümler” başlığını taşıyan Üçüncü Babının İkinci Faslında 209. maddede hüküm altına alınmış, maddenin birinci fıkrasında “icbar suretiyle irtikap”, ikinci fıkrasında “ikna suretiyle irtikap”, üçüncü fıkrasında ise, “hatadan yaralanmak suretiyle irtikap” eylemleri suç olarak düzenlenip yaptırıma bağlanmış olup, bu düzenlemeye göre irtikap suçunun, memurun memuriyet sıfatını veya görevini kötüye kullanarak, kendisine veya başkasına haksız çıkar sağlaması veya bu yolda vaatte bulunulması için, bir kimseyi icbar etmesi veya ikna etmesi ya da kanunen almaması gereken bir şeyi diğerinin hatasından yararlanmak suretiyle alması ile oluşacağı kabul edilmiştir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Millete ve Devlete Karşı Suçlar ve Son Hükümler” başlığını taşıyan Dördüncü Kısmının, “Kamu İdaresinin Güvenilirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı Birinci Bölümünde yer alan “İrtikap” başlıklı 250. maddesi; “(1) Görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanmak suretiyle kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi icbar eden kamu görevlisi, beş yıldan on yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevinin sağladığı güveni kötüye kullanmak suretiyle gerçekleştirdiği hileli davranışlarla, kendisine veya başkasına yarar sağlanmasına veya bu yolda vaatte bulunulmasına bir kimseyi ikna eden kamu görevlisi, üç yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) İkinci fıkrada tanımlanan suçun kişinin hatasından yararlanarak işlenmiş olması hâlinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” şeklinde iken, 02.07.2012 gün ve 6352 sayılı Kanun ile maddede değişiklik yapılarak, 1. fıkrasına “Kamu görevlisinin haksız tutum ve davranışları karşısında, kişinin haklı bir işinin gereği gibi, hiç veya en azından vaktinde görülmeyeceği endişesiyle, kendini mecbur hissederek, kamu görevlisine veya yönlendireceği kişiye menfaat temin etmiş olması halinde, icbarın varlığı kabul edilir” şeklindeki cümle eklenmiş, ayrıca maddeye “irtikap edilen menfaatin değeri ve mağdurun ekonomik durumu göz önünde bulundurularak, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarısına kadar indirilebilir” şeklinde 4. fıkra ilave edilmiştir.
İrtikap suçu, kamu görevlisinin, kamu görevinin sağladığı nüfuzu kötüye kullanarak, kendisine veya başkasına yarar sağlamaya veya vaatte bulunmaya bir kimseyi icbar ya da ikna etmesi veya kanunen almaması gereken şeyi, muhatabının hatasından yararlanarak alması ile oluşmakta olup, uyuşmazlık konusu ile ilgili olarak icbar suretiyle irtikap (cebri irtikap) suçunun incelenmesi gerekmektedir.
İcbar sözcüğünün anlamı Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde, “zor, zorlayış, bir işi yaptırmak için zora başvurmak” şeklinde açıklanmıştır. Ceza Genel Kurulunun 30.03.2010 gün ve 167-70 sayılı kararı ile yerleşmiş önceki kararlarında da vurgulandığı üzere, icbar kelimesi manevi cebir anlamında olup cebir unsuru manevi tazyikle gerçekleşecektir. Mağdurda meydana getirilen korkunun etkisi altında suçun işlenmesi halinde icbar gerçekleşmiş sayılacak, maddi cebir kullanılması halinde ise, eylem yağma suçunu oluşturacaktır. Nitekim, gerek 765 sayılı TCK’nun 209. maddesinin, gerekse 5237 sayılı TCK’nun 250. maddesinin madde gerekçelerinde de bu husus açıkça belirtilmiştir. Yine Ceza Genel Kurulunun ve Özel Dairelerin yerleşmiş kararlarında belirtildiği üzere, manevi cebirin, belli bir şiddete ulaşması, ciddi olması, mağdurun baskının etkisinden kolaylıkla kurtulma imkanının bulunmaması gerekir. Mağdurun iradesini baskı altında tutmaya elverişli olmak şartıyla, doğrudan doğruya veya dolaylı biçimde yapılan her türlü zorlayıcı hareket de icbar kavramına dahildir. Yapılan hareketlerin mağdurun iradesini manevi baskı altında tutmaya uygun ve elverişli olması, vaat edilmesi veya sağlanması istenilen menfaatin hukuka aykırı olduğunun mağdurca bilinmesi icbar için yeterlidir. Bu nedenle de icbarın manevi baskı oluşturmaya elverişli olup olmadığı, somut olayın özellikleri ve nesnel şartlar nazara alınarak, hakim tarafından takdir edilmelidir.
İcbar suretiyle irtikap suçunun düzenlendiği TCK’nun 250. maddesinin 1. fıkrasında 6352 sayılı Kanun ile yapılan değişikliği, aynı kanunla TCK’nun 257. maddesinin 3. fıkrasının yürürlükten kaldırılmasıyla birlikte değerlendirmek gerekmektedir. Öğretide sözkonusu düzenlemenin, kamu görevlisinin görevi gereği yerine getirmesi gereken bir işi yerine getirmesi için yarar sağlamış olmasının uygulamada genellikle görevi kötüye kullanma suçu çerçevesinde ele alınmasının ortaya çıkardığı sakıncaları giderme amacını güttüğü belirtilmektedir. ( Durmuş Tezcan, Mustafa Ruhan Erdem, Murat Önok, Teorik ve Pratik Ceza Özel Hukuku, Ankara 2012, Seçkin Yayınevi, 8. Baskı, s. 838) Bu değişiklikten sonra kamu görevlisinin görevi nedeniyle bir yarar sağlaması durumunda oluşan suç, ya rüşvet ya da irtikap olabilecektir. Eğer kamu görevlisi, haksız tutum ve davranışlara başvurarak karşı tarafın, kendisine ya da yönlendireceği kişilere yarar sağlaması konusunda kendini mecbur hissetmesine yol açmış ise, eylemi icbar suretiyle irtikap suçunu oluşturabilecektir. İrtikap suçundan söz edebilmek için mağdurun iradesinin baskı altına alınması gerektiği göz önünde tutulacak, icbar boyutuna varan bir baskı sözkonusu olmayıp görevlinin yalnızca telkin, öneri ve teşvik niteliğindeki davranışlarına dayanarak yarar sağlanması durumunda da rüşvet suçu gündeme gelecektir.
Öte yandan, icbar suretiyle irtikap suçunun gerçekleşmesi kamu görevlisinin nüfuzunu kötüye kullanmasını gerektirmektedir. Nüfuz, kamu görevlisinin görevinin vermiş olduğu yetki ve imkanlar nedeniyle sahip olduğu güç ve etkinlik; bunun kötüye kullanılması ise yetki ve imkanların sağladığı ayrıcalıklı üstün konumdan yararlanarak görevlinin kendisi ya da başkasına yarar sağlaması olup, bu suçta kamu görevlisi görevi gereği sahip olduğu gücü haksız yarar elde etme amacıyla kullanmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kasten öldürme suçuna teşebbüse azmettirmeden katılanın tutuksuz olarak yargılandığı davada duruşma savcısı olarak görev yapan sanığın 14.01.2009 günlü duruşmada, katılanın tutuklanması talebinde bulunduğu, ancak mahkemece bu talebin kabul edilmediği, bunun üzerine sanığın katılana ulaşarak yargılandığı suçun cezasının çok ağır olduğunu, 12-13 yıl hapis cezası alabileceğini, 14.01.2009 günlü duruşmada mahkeme tutuklamadıysa da daha sonra kesin tutuklanacağını söyleyip katılanı korkutarak, 175.000 Lira paraya ihtiyacı olduğunu, bu parayı vermesi halinde hakkında tutuklama talebinde bulunmayacağını, mahkemede yardımcı olacağını söylediği, o anda çok korkan ve bu kadar parayı bulamayacağını beyan eden katılana ısrar ettiği, katılanın iş yerine dönerek nakit 125.000 Lira tedarik ettiği, kalan 50.000 Lira için ise çek yazarak tedarik ettiği 125.000 Lira ile birlikte sanığa verdiği, 50.000 Liralık çekin de tanık….aracılığıyla tanık Suat tarafından tahsil edilerek sanığa ödendiği sabit olan olayda; suç tarihinde Adana Cumhuriyet savcısı olarak görev yapan, iş bölümüne göre ağır ceza mahkemesi duruşmalarına katılan ve yargılamada yetkili kişi konumunda bulunan sanığın, katılana yargılandığı suçun cezasının çok ağır olduğunu, bir sonraki celse kesin tutuklanacağını söyleyerek kendisine menfaat sağlaması şeklindeki eylemi, katılandan manevi baskı ve zorlamayla menfaat temin etme olup icbarı oluşturduğundan, eylemin Özel Dairece 5237 sayılı TCK’nun 250/1. maddesinde yer alan icbar suretiyle irtikap suçu olarak nitelendirilmesi isabetlidir.
Bu itibarla, sanığın üzerine atılı icbar suretiyle irtikap suçu sabit olduğundan, sanığın cezalandırılmasına ilişkin usul ve yasaya uygun bulunan Özel Daire hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ :
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 18.12.2013 gün ve 3-15 sayılı hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın, Yargıtay 5. Ceza Dairesine gönderilmek üzere Yargıtay C.Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede tebliğnamedeki isteme uygun olarak oybirliğiyle karar verildi.