Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/729 E. 2016/151 K. 29.03.2016 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/729
KARAR NO : 2016/151
KARAR TARİHİ : 29.03.2016

Mahkemesi : … Asliye Ceza
İşyeri dokunulmazlığının ihlali, mala zarar verme ve hırsızlık suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması neticesinde sanığın, işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan beraatına, mala zarar verme suçundan açılan kamu davasının şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşmesine, hırsızlık suçuna teşebbüsten ise TCK’nun 142/1, 143/1, 35/2, 62/1, 54. maddeleri gereğince bir yıl sekiz ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve müsadereye ilişkin, … Asliye Ceza Mahkemesince verilen … gün ve … sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay …. Ceza Dairesince … gün ve …-… sayı ile;
“1- İşyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan hükmün temyiz incelemesinde;
Olay yeri inceleme ile keşif tutanağı, kroki ve bilirkişi raporu göz önüne alındığında, TCK’nın 44. maddesi delaletiyle sanığın eylemlerinin bir bütün olarak bina içinde hırsızlığa teşebbüs suçunu oluşturduğu değerlendirilmekle tebliğnamede bozma isteyen görüşe iştirak edilmemiştir.
Dosya ve duruşma tutanağı içeriğine, kararın dayandığı gerekçeye ve takdire göre, temyiz itirazları yerinde görülmediğinden usul ve kanuna uygun olan hükmün onanmasına,
2- Hırsızlık ve mala zarar verme suçlarından kurulan hükümlere gelince;
Dosya ve duruşma tutanağı içeriğine, toplanıp karar yerinde incelenerek tartışılan hukuken geçerli ve elverişli kanıtlara, gerekçeye ve hâkimin takdirine göre; bu suçların sanık tarafından işlendiğini kabul ve nitelendirmede usul ve yasaya aykırılık olmadığı anlaşılmış ve diğer temyiz itirazları da yerinde görülmemiştir.
Ancak;
a- 19.01.2006 günü yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanun ile değişik TCK’nın 142/4. maddesi uyarınca suç tarihi itibarıyla hırsızlık suçuyla birlikte işlenen mala zarar verme suçu şikâyete bağlı olmadığı halde atılı suçtan şikâyet yokluğu nedeniyle düşme kararı verilmesi,
b- TCK’nın 143. maddesi uyarınca yeterli gerekçe gösterilmeden üst hadden artırım, 35. maddesi uyarınca ise alt hadden indirim yapılması,
c- Sanığın adli sicil kaydındaki ilamda hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildiği hırsızlık suçunun teşebbüs aşamasında kaldığının anlaşılması karşısında yasal ve yeterli gerekçe gösterilmeden hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmesi,
d- Kasten işlediği suçtan hapis cezasına mahkûmiyetin yasal sonucu olarak hakkında TCK’nın 53. maddesindeki haklardan yoksun kılınma kararı verilmemesi” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise … gün ve … sayı ile;
“Uyuşmazlık, sanığın üzerine atılı işyeri dokunulmazlığını ihlale teşebbüs suçunun yasal unsurlarının oluşup oluşmayacağına ilişkindir.
Mağdurun akşam lokantasını kapattığı, saat yirmidört sularında cam kırılma sesleri duyulması üzerine işyerinin mutfak camının kırıldığı, ancak içeri girilemediğinin belirlendiği, yapılan araştırmada yakındaki kundura tamir dükkânına girilerek bazı eşyaların çalındığının tespit edildiği, parmak izi incelemesi sonucu sanığa ulaşıldığı anlaşılmaktadır. …
Sanık almak istediği eşyaların içeride bulunduğunu ve bunları alabilmek için camın kırılıp içeriye girilmesinin gerekli olduğunu suça karar verirken bilmekte ve neticeyi öngörüp istemektedir. Bu nedenle, işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna teşebbüsten sorumlu olması ve mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiği” düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Dairenin işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna ilişkin onama ilamının kaldırılmasına ve yerel mahkemenin bu suça yönelik beraat hükmünün bozulmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, … gün ve …-… sayı ile itirazın yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık hakkında işyeri dokunulmazlığının ihlali ve bu suçla bağlantılı olarak hırsızlık suçundan kurulan hükümlerle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin mala zarar verme ve hırsızlık suçlarının yanında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçunu da oluşturup oluşturmayacağının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya muhtevasından;
Olay gecesi mağdurun işletmekte olduğu lokantanın mutfak camının kırıldığı, sesin duyulması üzerine görevli polislerin olay mahalline geldikleri, iki şahsın kaçarken görüldüğü, ancak yakalanamadığı, kolluk görevlilerince lokantanın yakınındaki ayakkabı tamiri yapılan baraka niteliğindeki işyerinin kapısının açık, asma kilidinin kapının önünde yerde olduğunun tespit edildiği,
Mağdur …’ya ait lokantanın mutfak kısmının kırılan camı üzerinden alınan parmak izleri ile sanığa ait parmak izlerinin aynı olduğunun belirlendiği,
Mahalli mahkemece yapılan keşifte hazır bulunan polis memuru bilirkişinin; olayın mağdura ait işyerinin dışında sokak üzerinde meydana geldiğini, dükkanın içine girilmediğini, bu nedenle konut dokunulmazlığının ihlali suçunun unsurlarının oluşmadığını beyan ettiği,
Daha önce ruhsatsız silah bulundurmak suçundan hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş bulunan sanığın; bir ay önce suçun işlendiği lokantaya gidip çorba içtiğini, ancak mutfak kısmının yanından veya önünden geçmediğini, mutfaktaki cama dokunmuş bulunmasının mümkün olmadığını, suçlamaları kabul etmediğini savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılabilmesi bakımından; “suça teşebbüs, suçların içtimaı ve bileşik suç” kavramları üzerinde durulması gerekmektedir.
Türk Ceza Kanununun hazırlanmasında esas alınan kural “gerçek içtima” olup, bu ilke uyarınca “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza” söz konusudur. Nitekim Türkiye Büyük Millet Meclisi Adalet Komisyonu Raporunda; “Ceza hukukunun temel kurallarından birisi, ‘kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır’ şeklinde ifade edilmektedir. Bunun istisnaları, suçların içtimaı bölümünde belirlenmiştir. Bu istisnalar dışında işlenen her bir suçla ilgili olarak ayrı ayrı cezaya hükmedilecektir. Böylece verilen her bir ceza, bağımsızlığını koruyacaktır” denilmektedir. Anılan kuralın istisnaları “suçların içtimaı” bölümünde bileşik suç, zincirleme suç ve fikri içtima maddelerinde düzenlenmiştir. 765 sayılı Türk Ceza Kanununda aynı neviden fikri içtima ile farklı neviden fikri içtima 79. maddede tek madde halinde düzenlenmişken, 5237 sayılı Kanunda bu iki durum birbirinden ayrılarak aynı neviden fikri içtima, zincirleme suçun düzenlendiği 43. maddenin ikinci fıkrasında, farklı neviden fikri içtima ise kanunun 44. maddesinde hüküm altına alınmıştır.
TCK’nun 44. maddesinde farklı neviden fikri içtima; “işlediği bir fiil ile birden fazla farklı suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren suçtan dolayı cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, bu hükmün uygulanabilmesi için işlenen bir fiille birden fazla farklı suçun oluşması gerekmektedir.
Kanun koyucu, gerçekleştirdiği bir fiille birden fazla farklı suçu işleyen failin, fiilinin tek olması nedeniyle en ağır ceza ile cezalandırılmasını yeterli görmüş, bu şekilde “non bis in idem” kuralı gereğince bir fiilden dolayı birden fazla cezalandırılmasının önüne geçilmesini amaçlamış, “erime sistemi”ni benimsemek suretiyle, bu suçlardan en ağır yaptırımı gerektiren suçtan dolayı ceza verilmesi ile yetinilmesini tercih etmiştir.
Bu bağlamda tek fiil veya bir fiilden ne anlaşılması gerektiğinin de değerlendirilmesi gerekmektedir.
Doğal anlamda gerçekleştirilen her bedensel eylem ayrı bir hareketi oluşturmakta ise de, hukuki manada hareketin tek olması ile ifade edilmek istenen husus, doğal anlamda birden fazla hareket bulunsa dahi, bu hareketlerin, hukuki nedenlerden dolayı değerlendirmede birlik oluşturması suretiyle tek hareket olarak kabulüdür. Fikri içtimada da, fiil ya da hareketin tek olması, doğal anlamda değil hukuksal anlamda tekliği ifade etmektedir. Bir kısım suçların işlenmesi sırasında doğal olarak birden fazla hareket yapılmakta ise de, ortaya konulan bu davranışlar, suçun kanuni tanımında yer alan hukuki anlamdaki tek bir fiili oluşturmaktadır. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, s. 484)
TCK’nun genel hükümleri arasında yer alan “fikri içtima,” şartlarının varlığı halinde kural olarak her suç için uygulanabilir ise de, kanun koyucunun açıkça istisna öngördüğü bazı durumlarda ve suç tiplerinde uygulanma imkânı bulunmamaktadır. Örneğin anılan kanunun 212. maddesinde sahte resmi veya özel belgelerin fail tarafından bir başka suçun işlenmesi sırasında kullanılması halinde hem resmi veya özel belgede sahtecilik, hem de ilgili diğer suçtan cezaya hükmolunacağı belirtilerek, açıkça “farklı neviden fikri içtima” hükümlerinin uygulanması engellenmiştir.
Bu anlatımlara göre, farklı neviden fikri içtimanın şartları, hareket ya da fiilin hukuki anlamda tek olması, tek fiille birden fazla farklı suçun işlenmiş olması, işlenen suçlarla ilgili kanunda açıkça fikri içtima hükümlerinin uygulanmasının engellenmemiş bulunması şeklinde belirlenebilecektir.
TCK’nun 42. maddesinde de gerçek içtima kuralının istisnalarından olan bileşik suç; “biri diğerinin unsurunu veya ağırlaştırıcı nedenini oluşturması dolayısıyla tek fiil sayılan suça bileşik suç denir” şeklinde tanımlanmış, kanun koyucu bununla da yetinmeyerek; “bu tür suçlarda içtima hükümleri uygulanmaz” düzenlemesini getirmiştir.
Anılan maddenin gerekçesinde; “maddede biri diğerinin unsurunu veya ağırlaştırıcı nedenini oluşturması nedeniyle tek fiil sayılan ve doktrinde bileşik suç ya da mürekkep suç olarak adlandırılan fiilin tanımı yapılmakta ve bu tür suçlarda, suçu oluşturan araç suçtan dolayı ayrıca ceza verilmeyeceği dolayısıyla cezaların içtimaı hükümlerinin uygulanmayacağı açıkça belirtilerek bu konuda meydana gelen bir kısım yanlış uygulamaların bundan böyle giderilmesi amacı güdülmektedir” açıklamalarına yer verilmiştir.
Bileşik suçta tek başlarına suç teşkil eden iki ayrı eylem birleşmekte, ancak suçlardan biri diğerinin içinde eridiğinden, faile iki ayrı suçtan değil, yalnızca en ağır neticenin karşılığı olan suçtan ceza verilmektedir. Bir başka anlatımla, farklı suç olarak düzenlenen birden fazla sonuç bir araya gelip, kendisini oluşturan suçlardan tamamen ayrı isim ve özellikte bağımsız bir suç oluşturmaktadır. İki suçun bir araya gelip birleşerek, bileşik suç oluşturma durumu iki şekilde meydana gelebilmektedir. Bunlardan ilki, bir suçun diğerinin unsuru; ikincisi ise, bir suçun diğer suçun ağırlaştırıcı nedeni olması halidir. Bileşik suçun birinci halinin tipik örneği, yağma suçudur. Gerçekten de yağma, hırsızlık ve cebir şiddet suçlarından ibarettir. Fakat bu iki suç, bağımsız kimliklerini, hatta isimlerini kaybetmek suretiyle başka bir suç şekline, yani yağmaya vücut vermektedir. Bir suçun diğerinin ağırlaştırıcı nedeni olduğu bileşik suç tipine, konutta, işyerinde veya bunların eklentilerinde işlenen yağmayı örnek göstermek mümkündür. Bu durumda aslında bağımsız bir suç olan konut dokunulmazlığının ihlali yağmanın nitelikli halini meydana getirmekte, bu nedenle faile yalnızca nitelikli yağma suçunun cezası tatbik edilmekte, ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçundan ceza verilememektedir. İki suç arasında bağlantı olsa bile, bu bağlantı suçlardan birinin diğer suçun unsuru ya da ağırlaştırıcı nedeni olmadığı sürece “bileşik suç” veya “suçların içtimaı” söz konusu olmayacaktır. Bileşik suçtan bahsedilebilmesi için, bir suçun diğerinin unsuru veyahut da ağırlaştırıcı nedeni olduğu hallerde iki suçun kaynaşarak tek suç haline gelmesi gerekmektedir. Bileşik suçun varlığından sözedebilmek için, bu suretle kaynaşan suçlardan birinin, kanundaki açık hüküm gereğince diğerinin unsurunu ya da ağırlaştırıcı sebebini teşkil etmesi şarttır. (Sulhi Dönmezer-Sahir Erman, Nazari Ve Tatbiki Ceza Hukuku, Beta Yayınevi, İstanbul 1999, 14. Baskı, C. 1, s. 406)
Bir suçun diğerinin işlenmesinde yalnızca araç olması, bileşik suçun varlığını kabul bakımından yeterli değildir. Örneğin konutta, işyerinde ya da bunların eklentilerinde işlenen yağma suçunda unsur olan ve bağımsızlığını kaybeden konut dokunulmazlığının ihlali, cinsel saldırı veya kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçlarının unsuru ya da ağırlaştırıcı nedeni olmadığından, konut dokunulmazlığının ihlali, cinsel saldırı ya da kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçuyla birlikte işlenmesi halinde müstakil suç olma özelliğini korumaktadır. Ancak yağma suçunun konutta ya da işyerinde gerçekleştirilmiş olması suçun nitelikli halini teşkil edeceğinden, konutta ya da işyerinde yağma halinde bileşik suç hükümleri nazara alınarak, yalnızca nitelikli yağma suçundan ceza tayin edilecek, ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçlarından mahkûmiyet hükmü kurulmayacaktır. Aksinin kabulü durumunda, failin işlemiş olduğu konut dokunulmazlığının ihlali eylemi, “non bis in idem” başka bir anlatımla “aynı fiilden dolayı ikinci kez yargılama olmaz” kuralına aykırı olarak ikinci kez cezalandırılmış olacaktır.
Bu aşamada suça teşebbüs hükümleri üzerinde de kısaca durulmalıdır.
TCK’nun 35. maddesinin birinci fıkrasında; “kişi, işlemeyi kastettiği bir suçu elverişli hareketlerle doğrudan doğruya icraya başlayıp da elinde olmayan nedenlerle tamamlayamaz ise teşebbüsten dolayı sorumlu tutulur” şeklinde tanımlanan suça teşebbüsün varlığından söz edilebilmesi için;
1- Fail ya da faillerde kasıtlı bir suç işleme kararı olmalı,
2- Elverişli hareketlerle suçun doğrudan doğruya icrasına başlanmalı,
3- Failin elinde bulunmayan nedenlerle suç tamamlanamamalı veya amaçlanan sonuç gerçekleşmemelidir.
Suça teşebbüste fail, eylemini tamamlamak amacıyla hareket etmesine karşın, elinde olmayan nedenlerden dolayı fiilini gerçekleştirememekte, bu durumda kişiye tamamlanmış suça oranla daha az ceza verilmektedir.
Teşebbüs halinde hâkim, önce cezanın belirlenmesindeki ölçütlere göre temel cezayı belirleyecek, ardından da kanundaki sırayı takip ederek teşebbüs hükümlerini uygulayacaktır. Teşebbüs hükümleri tatbik edilirken, somut olayda ortaya çıkan zarar veya tehlikenin ağırlığı göz önünde bulundurularak teşebbüse ilişkin kanun maddesinde belirtilen sınırlar arasında bir ceza tayin edilecektir.
Maddenin gerekçesinde; “Suça teşebbüste fail suçu tamamlamak amacıyla hareket etmesine rağmen, elinde bulunmayan nedenlerden dolayı bunu gerçekleştirememektedir. Bu durumda kişiye tamamlanmış suça oranla daha az ceza verilmektedir. …
Teşebbüs düzenlemesinde getirilen diğer bir yenilik, icra hareketlerinin başlangıcına ilişkindir. Bilindiği üzere icra hareketlerinin ne zaman başladığının belirlenmesi kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasıyla yakından ilgilidir. Failin kastının şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkmasıyla icranın başlayacağı yolundaki sübjektif ölçüt kabul edilirse, kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına varabilecek bir uygulamaya yol açılacaktır. Çünkü hazırlık hareketleri aşamasında kastın varlığının şüpheye yer vermeyecek biçimde tespit edilebilmesi mümkün olup, böyle bir ölçüt hazırlık ve icra hareketleri ayrımı konusunu bir kanıtlama sorunu haline getirmektedir. Diğer bir deyişle, suçun icrasıyla ilgisiz davranışlar dahi, suç kastını ortaya koyduğu gerekçesiyle cezalandırılabilecektir.
Açıklanan bu nedenlerle, tasarıdaki kastı şüpheye yer bırakmayacak ölçütü madde metninden çıkartılmış ve yerine ise doğrudan doğruya icraya başlama ölçütü kabul edilmiştir. Böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içerisindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanılmış sayılacaktır.
Ayrıca belirtilmelidir ki, anayasal düzeni zorla değiştirmeye teşebbüs gibi, teşebbüs hareketlerinin bağımsız suç tipi olarak düzenlendiği suçlara teşebbüs mümkün değildir.
Suça teşebbüste kullanılan araç suçun kanuni tanımında öngörülen fiili meydana getirmeye elverişli olmalıdır. Ancak elverişlilik sadece kullanılan araç bakımından değil, suçun konusu da dâhil olmak üzere bütün fiil yönünden bulunmalıdır. Nitekim uygulamada da elverişlilik bu şekilde anlaşılmaktadır. Bu nedenle maddeye suça teşebbüsün bu unsurunu tam anlamıyla ifade eden ‘uygun hareketler’ kavramı dâhil edilmiştir.” denilmektedir.
Madde gerekçesinde önceki kanunda yer alan eksik teşebbüs-tam teşebbüs ayırımına son verildiği, bu ayırımın objektif ölçütünün bulunmaması nedeniyle uygulamada tereddütlere yol açtığı belirtildikten sonra, getirilen bir başka yeniliğin de icra hareketlerinin başlangıcına ilişkin olduğu, “failin kastının şüpheye yer bırakmayacak şekilde ortaya çıkması ile icranın başlayacağı” yolundaki sübjektif ölçütün kabul edilmesi halinde kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına imkân verebilecek uygulamalara yol açılabileceği, çünkü hazırlık hareketleri aşamasında kastın varlığının şüpheye mahal bırakmayacak biçimde tespit edilebilmesinin mümkün olduğu, suçun icrasıyla ilgisiz davranışların dahi suç kastını ortaya koyduğu gerekçesiyle cezalandırılabileceği, bu nedenle hükümet tasarısındaki “kastı şüpheye yer bırakmayacak” kriterinin madde metninden çıkartılarak yerine; “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütünün kabul edildiği, böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içerisindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanılmış sayılacağı açıklanmış; ayrıca kullanılan aracın suçun yasal tanımında öngörülen fiili meydana getirmeye elverişli olması gerektiği, ancak elverişliliğin sadece kullanılan araç bakımından değil, suçun konusu da dâhil olmak üzere bütün fiil yönünden bulunması gerektiği, bu nedenle maddeye, suça teşebbüsün bu unsurunu tam anlamıyla ifade eden “uygun hareketler” kavramının dâhil edildiği belirtilmiştir.
765 sayılı Türk Ceza Kanununda icra hareketlerinin başlangıcı konusunda açık bir düzenlemeye yer verilmezken, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütü kabul edilmiştir. Ancak soyut olan bu kavramın nasıl anlaşılması gerektiği konusu açık bulunmayıp, cezalandırılabilen davranışın ne zaman başladığını belirleyebilmek her zaman kolay değildir.
Genel olarak suçun dış dünyada oluşmaya başladığı süreç, “hazırlık hareketleri” ve “icra hareketleri” olmak üzere birbirinden farklı iki evreye ayrılmaktadır. Suçu işlemek için kullanılacak âletlerin üretilmesi ya da temini, eylem yerinin araştırılması veya gözetlenmesi, eylemle ilgili çeşitli bilgilerin toplanması, suç işlendikten sonra sorumlu tutulmayı önleyici tedbirler alınması, suçtan elde edilecek eşyalar için güvenli bir yer ayarlanması gibi fiiller de hazırlık hareketleri olup, suç tipini oluşturan icra hareketlerinden önce gerçekleştirilen ve cezalandırılmayan davranışlardır. Teşebbüs ise, suçun tamamlanmasından önce, fakat hazırlık hareketleri aşamasından sonra gelen, başlanmış ancak bitirilememiş bir eylemli evreyi ifade etmektedir. Bu kapsamda cezalandırılabilir davranışların, yani suça teşebbüsün sınırlarının belirlenmesi, diğer bir ifadeyle suç yolunda ilerleyen sanık ile ilgili olarak, ceza hukukunun hangi andan itibaren devreye gireceği sorununun çözülmesi gerekmektedir.
Öğretide; teşebbüs açısından “doğrudan doğruya icraya başlama” ölçütünün kabul edilmesiyle “objektif teori”nin benimsendiği, suçun kanuni tanımında unsur veya nitelikli hal olarak belirtilmiş hareketlerin gerçekleştirilmesi halinde icra hareketlerinin başladığının kabul edilmesi, örneğin öldürmek için silahını hasmına doğrultarak nişan alınmasının icra hareketi sayılması gerektiği, ancak öldürmek için elverişli silah veya zehir satın alınmasının belirleyici bir niteliğe sahip olmaması nedeniyle hazırlık hareketi sayılabileceği belirtilmiştir. (Mahmut Koca–İlhan Üzülmez; Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara 2015, s. 393)
Öte yandan, suça teşebbüsle ilgili bir değerlendirme yapılabilmesi, failin hangi suçu işlemeyi kastettiğinin belirlenmesini gerektirir ki buna sübjektif unsur denir. Failin davranışı ile bir suçu işlemeye teşebbüs edip etmediğini, eğer etmişse hangi suça teşebbüs ettiğini tespit edebilmek için öncelikle kastın varlığının belirlenmesi gerekmektedir. Başka bir deyişle, tıpkı tamamlanmış suçta olduğu gibi, teşebbüs aşamasında kalan suçlarda da, işlenmek istenen suç tipindeki tüm unsurlar fail tarafından bilinmelidir. (Kayıhan İçel-Füsun Sokullu Akıncı-İzzet Özgenç-Adem Sözüer-Fatih Selami Mahmutoğlu-Yener Ünver, İçel Suç Teorisi, 2. Kitap, 2. Baskı, Sebat Yayınevi, İstanbul 2000, s. 315)
Özetlemek gerekirse; bir kimsenin suça teşebbüsten dolayı cezalandırılabilmesi için, hareketlerinin objektif olarak suçun kanuni tanımında öngörülen sonucu meydana getirmeye elverişli olması ile birlikte, aracın fail tarafından bu neticeyi gerçekleştirmeye uygun biçimde kullanılması, ancak failin elinde olmayan nedenlerle icra hareketlerinin tamamlanamaması ya da tamamlanmasına karşın, istenilen sonucun gerçekleşmemesi gerekir.
Gelinen aşamada işyeri dokunulmazlığının ihlali ve nitelikli hırsızlık suçları üzerinde de kısaca durulmasında fayda bulunmaktadır.
Türk Ceza Kanununun “konut dokunulmazlığının ihlali” başlıklı 116. maddesinin birinci fıkrası; “bir kimsenin konutuna, konutunun eklentilerine rızasına aykırı olarak giren veya rıza ile girdikten sonra buradan çıkmayan kişi, mağdurun şikâyeti üzerine, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır,” ikinci fıkrası ise; “birinci fıkra kapsamına giren fiillerin açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyerleri ve eklentileri hakkında işlenmesi halinde, mağdurun şikâyeti üzerine altı aydan bir yıla kadar hapis veya adli para cezasına hükmolunur” şeklinde düzenlenmiştir.
Konut dokunulmazlığının ihlali suçunun tanımlandığı birinci fıkranın gerekçesinde; “Konut dokunulmazlığının ihlali, kişinin kendisine özgü barış ve sükûnunu ve yuvasındaki yaşamın sulh ve selametle cereyanı için var olması gerekli güvenlik duygusunun sarsılmasını ifade etmektedir. Bireylere karşı işlenen ve aynı zamanda onların muhtaç oldukları güvenlik ve sükûnu ihlal eyleyen bu fiillerin, hürriyete karşı işlenen suçlar arasında bir suç olarak tanımlanması uygun görülmüştür.”
Maddenin işyeri dokunulmazlığını ihlali düzenleyen ikinci fıkrasının gerekçesinde; “Birinci fıkrada tanımlanan fiillerin açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi mutat olan yerler dışında kalan işyeri ve eklentileri hakkında işlenmesi ayrı suç olarak tanımlanmıştır. Bu fıkranın uygulanmasında, birinci fıkrada sözkonusu olan koşullar aranacaktır. Niteliği itibarıyla açık bir rızaya gerek duyulmaksızın girilmesi alışılmış, mutat olan yerler dışında kalan yerlere rıza bulunmaksızın girilmesi bu suçu oluşturacaktır. Avukatlık bürosu ve özel muayenehane gibi izinle girilmesi gereken yerlere örnek olarak gösterilebilir. Keza herkesin herhangi bir koşulu yerine getirmeksizin girebileceği yerlere, söz gelimi süpermarketlere, dükkânlara, mağazalara, halka açık olmadıkları zamanlarda, mesela mesai saatleri dışında rıza hilafına girilmesi halinde de bu suç oluşacaktır. Zira hak sahipleri bu gibi yerlere isteyenin girmesi hususunda daha başlangıçta rızalarını örtülü olarak açıklamış sayılırlar” biçimindeki açıklamalara yer verilmiştir.
Madde gerekçesinde de özenle vurgulandığı üzere, konut dokunulmazlığının ihlali ile mülkiyet ve zilyetlik hakkı değil, kişi hürriyeti korunmaktadır. Kanunda mülkiyet ve zilyetliği koruyan başka hükümler bulunmakta olup bu suçla kişilerin konutlarındaki güvenlik duygusu, sükûn ve huzurlarının korunması amaçlanmaktadır.
Gerek kanun, gerekse gerekçesinde suçun maddi konusunu oluşturan “konut, işyeri ve eklenti” kavramlarının tanımı yapılmamış, bu kavramlardan ne anlaşılması gerektiği öğreti ve uygulamaya bırakılmıştır.
Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde işyeri; “bir görevin yapıldığı yer, işçinin iş sözleşmesine göre çalıştığı yer” olarak tanımlanmış, öğretide; “esas olarak belirli bir zaman dilimi içinde ya da sürekli, sınaî, sanatsal, bilimsel ve benzeri amaçlara hizmet eden, sabit ya da sabit olmayan kapalı işletme veya satış yerleri” şeklinde açıklanmıştır. (Serap Keskin Kiziroğlu, Konut Dokunulmazlığının İhlali Suçu, Birinci Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2010, s. 68)
Türk Ceza Kanununun nitelikli hırsızlık başlıklı 142. maddesinin birinci fıkrasının suç tarihi itibarıyla yürürlükte bulunan, ancak hüküm tarihinden sonra yürürlükten kaldırılan (b) bendinde; sanıkların işlemeye kalkıştıkları bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkındaki hırsızlık suçu;
“Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, …
İşlenmesi hâlinde, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur” biçiminde düzenlenmiş, yerel mahkemenin hüküm tarihinden sonra yürürlüğe giren 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunun 62. maddesiyle TCK’nun 142. maddesinin birinci fıkrasının (b) bendi yürürlükten kaldırılmış ve maddeye;
“Herkesin girebileceği bir yerde bırakılmakla birlikte kilitlenmek suretiyle ya da bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış olan eşya hakkında, …” şeklindeki (h) bendi eklenmiştir.
İlk bakışta bu düzenlemenin “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza vardır” kuralının istisnası olduğu, yani bileşik suç tanımına uyduğu söylenebilir ise de, kanun koyucu bu madde ile hırsızlık suçunun “bina veya eklentileri içinde muhafaza altına alınmış eşya” hakkında işlenmiş olmasını nitelikli hal olarak düzenlemiş, bina veya eklentiye girmeyi suçun oluşumu açısından unsur olarak aramamıştır. Buna göre, hırsızlık suçunun bu nitelikli halinin, “bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış eşya” hakkında, bina ya da eklentilerine girilerek işlenmesi mümkün bulunduğu gibi, bina veyahut eklentiye girilmeden işlenebilmesi mümkün olup, her iki durumda da anılan maddenin uygulanması gerekecektir. Bir başka ifadeyle, maddedeki düzenleme ile bina veya eklentilerine girilip girilmemesi değil, çalınan eşyanın bina veya eklentileri içerisinde muhafaza altına alınmış olması bu nitelikli hal açısından önemsenmiştir. Kanun koyucu bu suç tipini bileşik suç olarak hüküm altına almak isteseydi, maddeyi 765 sayılı Kanunda olduğu gibi “bina veya eklentilerine girilmek suretiyle işlenirse” şeklinde düzenlerdi. Bu nedenle hırsızlık suçunun bu nitelikli halinin işlenmesi sırasında bina veya işyerine ya da eklentilerine girilmesi halinde hırsızlık suçunun yanında ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçu da oluşmakta, buna bağlı olarak failin bu suçtan da cezalandırılması gerekmektedir.
Diğer taraftan kanun koyucu hırsızlık suçunun bina veya eklentilerine ya da işyerine girilerek işlenmesi halinde hırsızlık suçunun yanında ayrıca konut dokunulmazlığının ihlali suçunun da oluşacağına dair iradesini pekiştirecek şekilde 5560 sayılı Kanunun 6. maddesiyle TCK’nun 142. maddesine; “hırsızlık suçunun işlenmesi amacıyla konut dokunulmazlığının ihlali veya mala zarar verme suçunun işlenmesi halinde, bu suçlardan dolayı soruşturma ve kovuşturma yapılabilmesi için şikâyet aranmaz” biçimindeki dördüncü fıkrayı ilave etmiştir. Eklenen fıkranın gerekçesinde de; “kaç fiil varsa o kadar suç, kaç suç varsa o kadar ceza kuralı gereği, hırsızlık suçunu işlemek için başkasının konutuna girilmesi veya malvarlığına zarar verilmesi halinde, ayrıca bu suçlardan dolayı da cezaya hükmetmek gerekir” denilmek suretiyle, kanun koyucunun amacının, hırsızlık suçunun işlenmesi sırasında gerçekleştirilen diğer suçların da ayrıca cezalandırılması olduğu açıkça ortaya konulmuştur.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Olay tarihinde sanığın mağdurun lokantasının mutfak camını kırarak içeriye girmeye çalıştığı sırada, sesleri duyarak gelen polisleri fark ederek kaçtığı, olay yerinden alınan parmak izlerinden kendisine ulaşıldığı sabit bulunan olayda, kanunun benimsediği objektif teori esas alındığında, mağdura ait lokantanın mutfak kapı camını kıran, ancak polislerin olay yerine gelmeleri üzerine içeriye giremeden kaçan sanığın, mağdurun taşınır malını koruduğu egemenlik ve tasarruf alanına müdahale ederek, hırsızlık ve işyeri dokunulmazlığının ihlali suçlarının kanuni tanımında belirtilen elverişli hareketlere başladığı, ancak polislerin gelmesi üzerine içeriye giremeden ve hırsızlık suçunu tamamlayamadan kaçtığı, bu durumda polisleri görüp kaçtığı ana kadarki eylemin, kişi hürriyetini koruyan işyeri dokunulmazlığının ihlali ile mülkiyet ve zilyetlik hakkını koruma altına alan nitelikli hırsızlık suçunun kanuni tanımında öngörülen neticeyi meydana getirmeye elverişli olması hususları birlikte değerlendirildiğinde, eyleminin; mala zarar verme suçunun yanında, nitelikli hırsızlık ve işyeri dokunulmazlığının ihlali suçlarına teşebbüsü de oluşturacağının kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulunun … gün ve …–… ile aynı gün ve …–.. sayılı kararında da aynı sonuca ulaşılmıştır.
Bu itibarla, sanığın eyleminin mala zarar verme ve nitelikli hırsızlık suçunun yanında ayrıca işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna teşebbüsü de oluşturacağından itirazın kabulüne Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkemenin işyeri dokunulmazlığının ihlali suçundan kurulan beraat hükmünün, sanığın eyleminin mala zarar verme ve nitelikli hırsızlık suçlarının yanında işyeri dokunulmazlığının ihlali suçunu da oluşturacağının gözetilmemesi isabetsizliğinden de bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk Görüşüne Katılmayan Genel Kurul Üyesi …;
“20.10.2009 günü müştekinin belediyenin yanında bulunan küçükev isimli lokantasını 21.00 sıralarında kapattıktan sonra geceleyin saat yirmidört sularında cam kırılma seslerinin duyulması üzerine yapılan araştırmada işyerinin mutfak kısmının camının kırıldığının, ancak içeriye girilemediğinin belirlendiği,çevrede yapılan araştırmada yakındaki diğer müştekiye ait kundura tamir dükkanına girilerek bir kısım eşyaların çalındığının tesbit edildiği ve parmak izi incelemesi neticesinde sanığa ulaşılmış olup;
Müşteki…’a yönelik eylemden işyeri dokunulmazlığını ihlale teşebbüs suçunun oluşmayacağından bahisle beraat, geceleyin bina dahilinde hırsızlığa teşebbüs eyleminden mahkûmiyet, mala zarar verme fiilinden şikâyetten vazgeçme nedeniyle düşme kararı verilmiş Yüksek 13. Ceza Dairesi tarafından, işyeri dokunulmazlığını bozmaya teşebbüs suçundan kurulan hüküm TCK’nın 44. maddesini gerekçe göstererek onanmış, hırsızlık ve mala zarar verme suçları yönünden ise verilen kararlar bozulmuştur.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı vaki itirazı ile sanığın işyeri içerisindeki eşyaları almak için eşyaların içeride olduğunu, bunları almak için camın kırılıp içeriye girilmesinin gerekli olduğunu suça karar verirken bilmektedir ve neticeleri ayrı ayrı öngörüp istemektedir. Bu sebeplerle müştekiye yönelik işyeri dokunulmazlığını ihlale teşebbüs suçundan da sorumlu tutulup mahkûmiyet kararı verilmesi gerektiğinden bahisle verilen onama kararı kaldırılarak yerel mahkemece verilen işyeri dokunulmazlığından verilen beraat hükmünün bozulması talep edilmiştir.
Sanığın müşktekiye ait işyerinin camını içeri girmek ve hırsızlık yapmak için kırdığı konusunda bir tereddüt bulunmamaktadır. Zira sanık yakındaki başka bir işyerine girmek ve bir kısım eşyaları çalmak suçundan aynı yargılamada mahkûm edilmiştir. …’ya yönelik eylemi işyerinin camının kırılması sırasında oluşan gürültüye polis memurlarının gelmesi sebebiyle olay yerinden uzaklaşmışlar, bilahare de yakalanmışlardır. Bu oluşa göre mala zarar verme suçu tamamlanmış, tek icra hareketi bulunduğundan hırsızlık suçu teşebbüs aşamasında kalmıştır.
TCK’nın 141. maddesinde hırsızlık suçunun maddi unsurlarından olan fiil, başkasına ait taşınır bir malı bulunduğu yerden almaktır.
Bu durum madde gerekçesinde; ‘almak fiilinden maksat, suçun konusunu oluşturan mal üzerinde mağdurun zilyetliğine son verilmesi, mağdurun suç konusu eşya üzerinde zilyetlikten doğan tasarruf haklarını kullanmasının olanaksız hâle gelmesidir, bu tasarruf olanağı ortadan kalkınca suç da tamamlanır’ denilmek suretiyle açıklanmıştır.
Yeni Türk Ceza Kanunu sisteminde teşebbüs bahsinde hazırlık ve icra hareketleri arasındaki ayırımın objektif bir ölçüye dayandırılması amacıyla otuzbeşincin maddesinde, ‘doğrudan doğruya icraya başlama’ ifadesine yer verilmiştir.
Madde gerekçesinde bu husus aşağıdaki şekilde izah edilmiştir: ‘Suça teşebbüs düzenlemesinde getirilen diğer bir yenilik icra hareketlerinin başlangıcına ilişkindir. Bilindiği üzere icra hareketlerinin ne zaman başladığının belirlenmesi kişi hak ve özgürlüklerinin korunmasıyla yakından ilgilidir. Eğer failin kastının şüpheye yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkmasıyla icranın başlayacağı yolundaki subjektif ölçüt kabul edilirse, kişinin düşüncesi ve yaşam tarzı dolayısıyla cezalandırılmasına varabilecek bir uygulamaya yol açılacaktır. Çünkü hazırlık hareketleri aşamasında da kastın varlığının şüpheye yer vermeyecek biçimde tespit edilmesi mümkün olup, böyle bir ölçüt hazırlık-icra hareketleri ayrımı konusunu bir kanıtlama sorunu hâline getirmektedir. Diğer bir deyişle suçun icrasıyla ilgisiz davranışlar dahi, suç kastını ortaya koyduğu gerekçesiyle cezalandırılabilecektir.
Açıklanan bu nedenlerle, tasarıdaki ‘kastı şüpheye yer bırakmayacak ölçütü madde metninden çıkartılmış ve bunun yerine ‘doğrudan doğruya icraya başlama’ ölçütü kabul edilmiştir. Böylece işlenmek istenen suç tipiyle belirli bir yakınlık ve bağlantı içindeki hareketlerin yapılması durumunda suçun icrasına başlanmış sayılacaktır.’
765 sayılı TCK’da hırsızlık suçunu işlemek amacıyla gerçekleştirilen mala zarar verme veya konut ya da işyeri dokunulmazlığını bozma suçları ‘bileşik suç’ olarak düzenlenmiş iken (491/4, 492/1, 493/1) 5237 sayılı TCK’da böyle bir uygulamaya yer verilmemiştir. Bu husus, 5560 sayılı Kanunla TCK’nın 142. maddesine eklenen dördüncü fıkrasının âmir hükmü ve gerekçesinde açıkça belirtilmiştir.
‘Kaç tane fiil varsa o kadar suç, kaç tane suç varsa o kadar ceza’ kuralı uyarınca tamamlanmış suç bakımından failin örneğin, kilidi kırmışsa; mala zarar verme, konuta girmişse; konut dokunulmazlığını bozma, taşınır bir malı bulunduğu yerden almışsa; hırsızlık suçlarından sorumlu tutulacağında kuşku bulunmamaktadır.
Sorun; hırsızlık fiilinin tamamlanmaması halinde, örneğin somut olayımızdaki gibi işlenen fiilin, yâni mala zarar verme suçunu oluşturan hareketlerin ayrıca hırsızlık suçunun icra hareketi sayılıp sayılmayacağı veya TCK’nın 142/4 maddesinin teşebbüste uygulanarak tamamlanan tek mala zarar verme eylemi yanında teşbüsten dolayı iş yeri dokunulmazlığına teşebbüsten ve hırsızlığa teşebbüsten ayrıca sanığa ceza verilip verilmeyeceği hususundadır.
Fail, mala zarar verme fiilinden sonra elinde olmayan nedenlerle (polislerin gelmesi sebebiyle) olay yerinden uzaklamış böylece icra hareketlerini mala zarar verme suçunu tamamlayarak bırakmıştır. Olayımzda failin iki hareketi vardır oda mala zarar verme ve iş yerine girmek için hazırlanma fiilleridir. Hırsızlık suçunu tamamlayabilmesi için araç suç olan mala zarar verme suçunu tamamlamasından sonra, iş yeri dokunulmazlık suçunuda tamamlaması gerekirdi; fail çamı kırmış, iş yerine girmek için hazırlandığı aşamada fiilini elinde olmayan nedenle sonlandırmıştır suç yolunda alınan mesefe itibariyle eylemin mala zarar verme ve iş yeri dokunulmazlığına teşebbüs suçunu oluşturduğu gelinen aşamanın hırsızlık suçunun icrai hareketlerini oluşturmayacagı yönünde görüşler var isede Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 22.05.2012 tarih, 340-209 sayılı kararında; ‘kanunun benimsediği objektif teori esas alındığında, müştekiye ait işyerinin önüne gelen ve işyeri kapı kilidini açmak için uğraşan sanığın, müştekinin taşınır malını koruduğu egemenlik ve tasarruf alanına bizzat müdahale ederek, işlemek istediği hırsızlık suçunu gerçekleştirmeye elverişli hareketleri yaptığı, gece sayılan zaman dilimi içinde işyeri binasına hırsızlık amacıyla girmek için kapı kilidini açmaya çalışmak suretiyle suçun kanuni tanımında, unsur ve nitelikli hal olarak belirtilmiş davranışları gerçekleştirerek elverişli hareketlerle doğrudan icraya başladığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, açıklanan olayda hırsızlık suçuna teşebbüs şartlarının oluştuğuna ilişkin Özel Daire bozma kararı isabetli olup, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir’ diyerek yerel mahkeme direnme kararı bozulmuştur.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.07.2014 tarihli 507-340 sayılı kararlarında da ‘yasanın benimsediği objektif teori esas alındığında, mağdura ait işyerinin önüne gelen ve işyeri kepenginin altı adet asma kilidinden iki tanesini kırarak açan, diğerlerini de açmak için uğraşırken yakalanan sanığın, mağdurun taşınır malını koruduğu egemenlik ve tasarruf alanına bizzat müdahale ederek, işlemek istediği hırsızlık suçunu gerçekleştirmeye elverişli hareketleri yaptığı, gece sayılan zaman dilimi içinde işyeri binasına hırsızlık amacıyla girmek için kepenk kilitlerini kırmak suretiyle suçun yasal tanımında, unsur ve nitelikli hal olarak belirtilmiş davranışları gerçekleştirerek elverişli hareketlerle doğrudan icraya başladığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, açıklanan olayda hırsızlık suçuna teşebbüs koşullarının oluştuğuna ilişkin Özel Daire bozma kararı isabetli olup, yerel mahkeme direnme hükmünün bozulmasına karar verilmelidir’ şeklinde karar vererek mala zarar verme ve konut dokunulmazlığına teşebbüs fiillerini bina dahilinde hırsızlık suçunun icrai hareketi kabul etmiştir.
Somut olayda cam kırma şeklinde gerçekleşen fiil ve iş yerine girmek için hazırlanma fiilinin hırsızlık suçunun icrai hareketi olduğundan kuşku duyulmamalıdır. Sanığın bu birinci fiili ile mala zarar verme suçu tamamlanmış olup, iş yerine girmek için hazırlanma fiili ile işyeri dukunulmazlığı suçu teşebbüs aşamasında kalmıştır. İş yeri dokunulmazlığına teşebbüs fiili bina dahilinde hırsızlık suçunun icrai hareketi olduğundan TCK’nın 44 maddesin de ‘tek bir fiille birden fazla suçun oluşmasına sebebiyet veren kişi, bunlardan en ağır cezayı gerektiren fiilden cezalandırılır’ hükmü gereğince bina dahilinde hırsızlığa teşebbüsten de cezalandırılmalı, yani var olan eylem sayısı kadar suç oluştuğu failin de oluşan suç sayısı kadar cezalandırılması gerektiğinden işyeri dokunulmazlığını bozmaya teşebbüs fiilinden cezalandırılamayacağı, cazalandırılmasının ceza adaletine uygun olmadığı gibi TCK’nın 2, 44, 142/4. maddeleri düzenlemesine uygun olmayacaktır. TCK’nın 142/4. madde düzenlemesi bütün halinde yanı araç suçlarla birlikte bina dahilinde hırsızlık suçunun tamamlanmasında failin üç fiili bulunduğu yani mala zarar verme suçuna ilişkin kırma bozma fiili tamamlandığı, iş yeri veya konut dokunulmazlığında girme fiili tamamlandığı, hırsızlık suçunda alma veya mağdurun hakimiyet alanından çıkarma fiili tamamlandığı için failin üç ayrı suçtan cezalandırılmasını düzenlemiş olup yukarıda belirtildiği gibi olayda failin cezalandırılması gereken iki fiili vardır. Bu nedenle tamamlanan mala zarar verme fiili ile bina dahilinde hırsızlığa teşebbüsten cezalandırılması gerektiği yerel mahkemece iş yeri dokunulmazlığını ihlale teşebbüsten verilen beraat kararı yerinde olup, bu nedenle itirazın reddi gerektiği,”
Bir Genel Kurul Üyesi; “Sanığın fiilinin yalnızca tamamlanmış mala zarar verme ve teşebbüs aşamasında kalan hırsızlık suçunu oluşturacağı, bu nedenle itirazın reddi gerektiği,”
Bir Genel Kurul Üyesi ise; “Sanığın eyleminin yalnızca mala zarar verme ve işyeri dokunulmazlığının ihlali suçlarını oluşturacağı, ayrıca hırsızlık suçunu teşkil etmeyeceği, bu nedenle itirazın değişik gerekçeyle kabulü gerektiği” düşüncesiyle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay … Ceza Dairesinin … gün ve …-… sayılı onama kararının, işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna ilişkin olarak KALDIRILMASINA,
3- … Asliye Ceza Mahkemesinin … gün ve … sayılı sanığın mağdur …’ya karşı işlediği işyeri dokunulmazlığının ihlali suçuna ilişkin beraat hükmünün; sanığın eylemlerinin mala zarar verme ve nitelikli hırsızlık suçuna teşebbüsün yanında ayrıca işyeri dokunulmazlığının ihlali suçunu da oluşturacağının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 29.03.2016 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.