YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/668
KARAR NO : 2015/108
KARAR TARİHİ : 14.04.2015
Çocuğun cinsel istismarı suçundan sanık Ö.. Y..’ın beraatine ilişkin, İzmir 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 25.10.2007 gün ve 391-468 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı ve katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 26.04.2012 gün ve 5158-4772 sayı ile;
“Kendi onur ve namusunu ilgilendiren bir konuda iftira atması için geçerli sebep bulunmayan mağdurenin aşamalarda değişmeyen tutarlı ve samimi anlatımlarına göre mağdurenin üvey babası olan sanığın yalnız kaldıkları zamanlarda mağdureye cinsel içerikli sözler söylediği sabit olduğu halde, cinsel taciz suçundan mahkûmiyeti yerine yazılı şekilde beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 20.12.2012 gün ve 1140-1475 sayı ile;
“Suç tarihinde müşteki S.. sanık ile resmi nikahlı olarak evlendikleri, S..önceki evliliğinden üç çocuğunun bulunduğu, katılan mağdure D.. İ..’nin de bunlardan biri olduğu, evliliğin devamı sırasında sanık ile müşteki S.. arasında tartışmaların olduğu, müşteki S.. sanığı sık sık eve almadığı, sanığın beyanına göre müştekinin boşanmak istediği, müşteki S.. hazırlık aşamasında sanık ile aralarında tartışma çıktığını beyan ettiği ve görgüye dayalı bir bilgisinin olmadığı anlaşıldığı, müşteki S.. mahkememize hitaben yazdığı 22/08/2007 tarihli dilekçesinde de sanığın müsnet suçu işlemediğini, mağdureyi kendi öz kızı gibi sevdiğini, kızının sanığı yanlış anladığını beyan ettiği ve hiçbir tesir ve baskı altında kalmadan davasından feragat ettiğini söylediği, ancak müştekinin mahkeme huzurundaki ifadesinde, sanık ile o dönemde barışma durumlarının söz konusu olduğunu, ancak daha sonra sanığın kendisini tehdit ettiğini ve bu nedenle şimdi ise sanıktan mağdure kızına karşı yaptığını iddia ettiği eylemler nedeni ile şikayetçi olduğunu beyan ettiği, katılan mağdure D.. İ..nin hazırlık ifadesi incelendiğinde görülebileceği gibi, üvey babası olan sanık Ö.. Y..’ın kendisi ile cinsel içerikli konuşmalar yaptığını, sadece sanığın annesi ile evlenmeden önce bir defa üvey babasının kendisinin dudağından öptüğünü, daha sonra da bunu art niyet ile yapmadığını beyan ettiğini, mağdurenin mahkeme huzurunda alınan ifadesinde de benzer beyanlarda bulunduğu, sanığın kendilerini tehdit ettiğini beyan ettiği nazara alındığında ve mağdurenin suç tarihinde 1993 doğumlu olduğu da nazara alındığında , annesi ile üvey babası olan sanık arasında boşanma düzeyine gelen geçimsizlik sırasında annesinin tesir ve telkini ile boşanma davasına boşanma sebebi hazırlamak ve tartışmalar nedeni ile annesinin tesiri ile kin ve husumet beslediği, üvey babası sanığa zarar vermek kastı ile hareket ettiği, sanığın müsnet suçu işlemediği …” görüşüyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 27.10.2014 gün ve 103794 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı cinsel taciz suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, aleyhe olan bozma kararına karşı sanığın beyanı alınmadan direnme hükmü verilip verilemeyeceğinin öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel mahkemece, sanığın aleyhine olan bozma kararından sonra yapılan yargılamada, sanık adına çıkarılan meşruhatlı davetiyenin adres kayıt sistemindeki adresine tebliğ edildiği, ancak sanığın duruşmaya katılmadığı, bu şekilde sanığın aleyhine olan bozma kararına karşı diyecekleri sorulmadan önceki hükümde direnilmesine karar verildiği anlaşılmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/2. maddesine göre, hükmün aleyhe bozulması halinde davaya yeniden bakacak mahkemece, sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunlu olup aynı kurala 5271 sayılı CMK’nun 307/2. maddesinde de yer verilmiştir. Anılan bu kanun hükümleri uyarınca sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhinde sonuç doğurabilecek olan hususlarda beyanda bulunma, kendisini savunma ve bu konudaki delillerini sunma imkanı tanınmalıdır. Bu düzenleme, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayandığından, uyulmasında zorunluluk bulunan emredici kurallardandır.
Bu zorunluluk beraat hükmünde direnilmesi halinde de geçerlidir. Zira Ceza Genel Kurulunca yapılacak inceleme sonucunda Özel Dairenin aleyhe bozması isabetli bulunup yerel mahkeme hükmünün bozulması mümkündür. 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/3. maddesi uyarınca ısrar üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca verilen kararlara uymak mecburidir. Bu durumda sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyeceği sorulmadan beraat hükmünde direnilebileceğinin kabulü savunma hakkının kısıtlanması sonucunu doğurabilecektir. Savunma hakkı sanığın vazgeçilmez ve en önemli hakkı olup bu hakkın sınırlanması 1412 sayılı CMUK’nun 308/8 maddesi uyarınca mutlak bozma nedenidir. Nitekim Ceza Genel Kurulunun duraksamasız uygulamalarda ısrar edilen önceki hüküm beraat dahi olsa sanıktan aleyhe bozmaya karşı diyecekleri sorulmadan direnme kararı verilemeyeceği yönünde bulunmaktadır.
Bu açıklamalar ışığında ön soruna ilişkin olarak yapılan değerlendirmede;
Yerel mahkeme hükmünün Özel Daire tarafından aleyhine bozulması nedeniyle bozmaya karşı sanığın beyanının alınması gerektiği gözetilmeden, yargılamaya devam olunarak yokluğunda direnme kararı verilmesi 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/2. maddesine aykırıdır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi M. A.;”… Aleyhe bozma kararlarına karşı sanığın dinlenmesinin getiriliş amacı, savunma hakkının kısıtlanmasının önüne geçmektir.
Davaya konu olayda mahkeme önceki beraat hükmünde direnmiştir, dolayısıyla sanık lehine bir uygulama yapmıştır. Bu aşamada direnmenin yerinde olup olmadığı hususu değerlendirilmeli idi. Sanığın durumunu ağırlaştıran bir durum mevcut değildir.
Sanığın aleyhine olan bozma kararına karşı bozmaya uyulsun demesi beklenemeyecek olduğuna göre sanığın diyeceklerinin tekrar sorulmasına gerek yoktur.
Kanunun lafzı yorumlanırken, konulan hükmün amacı da nazara alınarak uygulama yapılmalıdır. Buradaki amaç savunma hakkının kısıtlanmasının önüne geçmektir. Bundan sonraki işlemin ne olacak olduğunu söyleyebilecek durumdayız, mahkeme bozmaya karşı diyeceklerini sormak için sanığı çağıracak, sanık da “beraat hükmünde direnilsin” diyecektir. Dolayısıyla 26.04.2012 tarihinde görevli ceza dairesince bozulan hüküm 3 yıl sonra bugün itibariyle yüksek Genel Kurulunun gündemine gelebiliyorsa bugün verilen kararda en erken 2018 tarihinde tekrar bu Genel Kurula gelecektir. O zaman direnmenin yerinde mi değil mi tartışmasını yapacağız. Yani en iyimser bir tahminle 6 yıl sonra bir direnmenin yerinde olup olmadığı tartışılacaktır.
Kanunlar sorunları çözmez. Sorunların çözümü için uygun kurallar manzumesini ortaya koyarlar. Sorunları çözecek olanlar, bu kuralların uygulayıcıları, yani karar vericilerdir.
Öte yandan, 20.05.1957 gün ve 5-13 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında; “Bir hükmün bozulmasını istilzam eylemesi bakımından, sureti mutlaka da kanuna muhalefet kâfi olmayıp kanuna vuku bulan muhalefetin hükmün esasına ve neticesine tesir etmiş veya etmesi mümkün bulunmuş olması icap eylediği, duruşmada hazır bulunan hükümlüye TCK’nın 94. maddesinde yazılı ihtaratın yapılmamasının, esasa ve sonuca etkili olmaması bakımından hükmün bozulmasını gerektiren hallerden olmadığı” sonucuna ulaşılmış,
Öğretide de; “Haksız kararın kaldırılması demek olan bozmanın işe yaraması, yani sonunda başka ve haklı bir karar verilmesi lazımdır. Eğer önceki hükümden başka bir karar verilemeyecekse bozmanın manası yoktur. Onun için aykırılığın son karara tesirini araştırmak gerekir. Son karar doğru ve haklı bulunduğunda, ona tesir etmediği kabul olunan aykırılıklar bozma nedeni sayılmamalıdır” (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. bası, Beta, İstanbul, s. 1425) görüşlerine yer verilmiştir. (CGK, 12.2.2013/14-55)
Tüm açıkladığımız bu nedenlerden dolayı direnmenin yerinde olup olmadığı hususunun değerlendirilmesi gerekirken CMUK’nun 308.maddesine (5271 Sayılı CMK, m.289) mutlak bir aykırılık olmayan bir durumda bozma kararı verilmemesi gerektiği”,
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi N. Ö.;
“A) Genel olarak
Temyiz üzerine verilen bozma kararı sonrasında mahkemece yapılacak işlemleri düzenleyen kurallar yönünden 5271 sayılı CMK’nun 307. maddesi henüz yürürlükte bulunmayıp halen 5320 sayılı kanunun 8. maddesine göre 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesi yürürlükte bulunmaktadır. 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesinin 2. fıkrasında sanık yada müdahil ve vekillerine davetiye tebliğ olunamaması veya davetiye tebliğ olunmasına rağmen duruşmaya gelmemeleri nedeniyle bozmaya karşı beyanları tespit edilmemiş olsa dahi yargılamaya devam edilerek davanın gıyapta bitirilebileceği, ancak ‘Sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerektiği’ belirtilmiştir. Yani kural, davetiyeye rağmen duruşmaya katılma olmasa da yargılamaya devamla karar verilebileceği, istisnası ise, verilecek ceza bozma konusu olan cezadan daha ağır ise sanığın dinlenilmesi gerektiğidir.
İstisna olarak düzenlenen ve uygulamada aleyhe bozma olarak tanımlanan durum, kanunun lafzi yorumuna göre sadece ‘bozma konusu olan cezadan’ daha ağır bir ceza verilecek olmasıdır, yani sanık hakkında verilen ve ceza içeren bir kararın bozulması halinde bozma üzerine mahkeme bozmaya uyduğu takdirde vereceği ceza daha ağır olacağı için bu kural uygulanacaktır. Bu durumda kural, beraat kararının aleyhe bozulmasını da kapsamaktadır. Ancak yine kanunda belirtildiği gibi verilecek cezanın daha ağır olması yani beraat yerine cezaya hüküm olunması halinde bu kural uygulanacaktır. Bunun içinde mahkemenin aleyhe olan bozma kararına uyarak; Yargıtay bozma kararı doğrultusunda aleyhe bir karar verebileceğini belirtmesi gerekir. Aksine mahkeme bozma ilamını haklı bulmaz ve verdiği beraat kararının doğru olduğu kanaatiyle direnme kararı verirse mahkemeden sanığın mutlaka dinlenmesini beklemek, yasanın gerek lafzına gerekse düzenleme amacına aykırı düşecektir.
B) Yargıtay Genel Ceza Kurulu Kararları
Yargıtay Genel Ceza Kurulunun 1412 sayılı kanunun yürürlük zamanında ve 01/06/2005 tarihinden sonra konuyla ilgili vermiş olduğu istikrar kazanmış kararlarda özetle; ‘Hükmün aleyhe bozulması halinde davaya bakacak mahkemece CMUK’nun 326. maddesi uyarınca sanıktan bozmaya karşı diyeceğinin sorulması zorunludur. Böylece sanığa, bozmada belirtilen ve aleyhe sonuç doğuracak olan hususlarda beyanda bulunma; kendini savunma ve bu konudaki kanıtlarını sunma olanağı tanınmaktadır. Bu hüküm, savunma hakkının sınırlanamayacağı ilkesine dayanmakta olup uyulmasında zorunluluk bulunan buyurucu kurallardandır…’ (03/10/2010 tarih 3/168-178, 11/06/1996 tarih 1/122-129, 26/12/1994 tarih 2/345-363, 17/04/1989 tarih 5/94-148 sayılı…)
Ceza Genel Kurulunun belirtilen kararlarında bu kuralın savunma hakkının sınırlanmamasının sonucu olduğu, sonuç olarak sanığın lehine olan bir düzenleme olduğu belirtilmektedir. Genel kurulun istikrar kazanmış kararlarına göre aleyhe bozma üzerine, direnme (+ beraat) kararı verilmesi için mutlaka sanığın bozma kararına karşı beyanlarının alınması gerekecektir.
C) Yasal Düzenlemeler ve Sanığın Lehine olan Kararın Tespiti
Yargıtay Genel Ceza Kurulunun kararları karşısında beraat kararının mı yoksa zamanaşımı nedeniyle düşme kararının mı veya geçikmiş olarak verilen beraat kararının mı sanığın lehine olduğunun belirlenmesine ihtiyaç bulunmaktadır. Kanaatimizce hiç kuşkusuz en süratli şekilde verilen beraat kararı sanığın en lehine olan durumdur.
Anayasanın 141/4. maddesinde davaların en az giderle ve mümkün olan süratle sonuçlandırılmasının yargının görevi olduğu belirtilmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 290. maddesine göre ‘Sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık, sanığın aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet Savcısına bir hak vermez.’ Benzer hüküm 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte bulunan CMUK’nun 309. maddesinde de mevcuttur.
5271 sayılı CMK’nun 307. maddesinde ve yine 5320 sayılı yasanın 8. maddesine göre yürürlükte bulunan CMUK’nun 326. maddesinde ‘Sanık hakkında verilecek ceza, bozmaya konu olan cezadan daha ağır ise herhalde dinlenilmesi gerektiği’ hükme bağlanmıştır.
5271 sayılı CMK’nun 193/2. maddesine göre ‘Sanık hakkında, toplanan delillere göre mahkumiyet dışında bir karar verilmesi gerektiği kanısına varılırsa sorgusu yapılmamış olsa da dava yokluğunda bitirilebilir’.
Kanun koyucu Anayasanın 141/4 maddesi doğrultusunda; savunma hakkının kısıtlanmaması için yargılanma aşamasında uyulması gereken konulara ilişkin CMK’nun çeşitli maddelerinde düzenlemeler getirilmiş ve son olarak hükümden önce son sözün hazır olan sanığa verileceği (CMK’nun 216/3) belirtilmiştir.
Görüldüğü gibi yargılamanın en çabuk şekilde bitirilmesi amaçlandığı gibi bu amaca ulaşırken sanığın savunma hakkının kısıtlanmaması esas alınmıştır. Yargılama sonucunda ulaşılan sonucun sanığın lehine olması durumda sanığın savunma hakkını güvence altına alan usul kurallarına uyulmaması önemsenmemiş, amaca aykırı bir şekilcilik öngörülmemiştir.
Kanunun bu düzenleme biçimi ve amacı ve ceza yargılamasının temel hedefi gözetildiğinde süratle sonuçlanan bir davada sanığın lehine konulan bir yasa hükmünün ihlal edilmemesi mi yoksa sanığın beraat etmesi yani aklanması mı sanığın lehine değerlendirilecektir. Somut olaya geldiğimizde sanığın lehine (Suçu işlediği sabit olmadığından beraatine) karar verilmiş, karar temyiz incelemesi sonucunda sanığın suçu işlediği ve bu nedenle mahkumiyet kararı verilmesi gerektiği düşüncesiyle bozulmuştur. Burada bozma kararının sanığın aleyhine olduğu kuşkusuzdur.
Ancak Yargıtay ceza dairesinin vermiş olduğu aleyhe bozma kararı kesin bir sonuç değildir, yerel mahkemenin bu karara direnme yetkisi bulunmaktadır. CMUK’nun 326. maddesinde bozma kararı üzerine mahkemenin öncelikle taraflara davetiye göndererek bozma kararına karşı beyanlarını sorması gerektiği daveti uymadıkları takdirde yokluklarında karar verilebileceği ancak bozma konusu cezadan daha ağır bir ceza verilecek olması halinde savunma hakkının korunmasını teminen sanığın bozma kararına karşı beyanlarının mutlaka sorulması gerektiği, mahkemenin bozma kararına ısrar hakkı bulunduğu, daire kararına uyma zorunluluğu bulunmayıp ceza daire genel kurul kararına uymak zorunluluğu düzenlenmiştir.
Uyma Kararı; Yargıtay dairesinin verdiği bozma kararı üzerine işi yeniden ele alan mahkemenin Yargıtayın görüşüne uygun bulurak ve bozma kararı doğrultusunda yargılama yapmayı kabul etmesidir. Alt mahkeme uyma üzerine yaptığı yargılamada “uymadan sonraki serbestlik” ilkesinden yararlanarak serbestçe karar verebilirse de bunun istisnası CMUK’nun 326. md.sinde düzenlenmiş olup; bozmanın belirli bir eksiklik nedeni ile yapılması halinde uyma kararı verildikten sonra mahkeme bozma kararındaki eksikliği gidermek zorundadır. İkinci istisna ise aleyhe temyiz bulunmaması halinde sonuç cezayı ağırlaştırmamaktır ( aleyhe bozma ).
Sonuç olarak ve özetle yerel mahkeme bozma kararı üzerine yaptığı yargılamada sonuç kararını vermeden önce bozma kararına uyma ya da direnme yönünde bir karar verecek verdiği bu karar doğrultusunda işlem yapacak ya da yeni bir karar verecektir.
Mahkeme bozma kararından önce mahkumiyet kararı vermiş ve bozma kararı aleyhe olup bozmaya uyulması halinde mahkeme bu uyma kararının doğal sonucu olarak sanığa daha fazla ceza vermesi gerekiyorsa CMUK’un 326/2 md. uyarınca sanığın dinlenmesi zorunludur. Mahkemenin direnme kararı vermesi halinde ise bu direnme kararının doğal sonucu olarak sanığın önceki cezadan yani bozma kararına konu olan cezadan daha fazla ceza verilmesi mümkün olamayacağından sanığın aleyhine sonuç doğması ve hukuki durumunda bir değişiklik olmaması nedeniyle dinlenmesi zorunlu değildir. Zira sanık dinlenmeden aleyhine bir karar verilmesi söz konusu olmamaktadır.
Mahkemece bozma kararından önce beraat kararı verilmesi ve bozma kararının aleyhe olması durumlarında, bozmaya uyulması halinde mahkeme, bu uyma kararının doğal sonucu olarak sanığa bu kez ceza vermesi gerektiğinden CMUK.326/2 md. uyarınca sanığın dinlenmesi zorunludur. Direnme kararı verilmesi halinde ise bu direnme kararının doğal sonucu olarak önceki beraat kararından daha aleyhe bir karar verilmesi söz konusu olamayacağından sanığın aleyhine sonuç doğmaması ve hukuki durumunda bir değişiklik olmaması nedeniyle dinlenmesi zorunlu değildir. Dinlenmemesi verilecek kararın niteliğine göre aleyhe bir sonuç doğurmayacaktır.
D) Sonuç
Sonuç olarak yukarıda da belirtildiği üzere sanığın beraatine ilişkin kararın aleyhe bozulması halinde mahkemece direnme kararı verilmesi durumunda bu direnme kararının doğal sonucu mahkemenin önceki kararını tekrarlamasıdır yani yine beraat kararı vermesidir. Mahkeme beraat kararı verirken CMK’nun 223. md. de belirtilen beraat sebeplerinden birisine ve herhalde önceki gerekçeye göre hüküm kuracaktır. Bu durumda mahkemenin herhangi bir eksik araştırma ve soruşturmaya veya yeni bir kanıt tartışmasına girmemesi nedeniyle sanığın yokluğunda beraat kararı verilmesi sanığın aleyhine bir sonuç doğurmayıp aksine bir an önce aklanması sonucunu doğurması ve adil yargılanma hakkından yararlanmasını temin etmesi nedeni ile lehine sonuç doğuracaktır. Bu gerekçelerle sanığın savunma hakkının kısıtlanamayacağı ilkesinden bahisle beraat kararının aleyhe bozulması üzerine direnme kararının doğal sonucu olarak verilen beraat kararından önce sanığın mutlaka bozma kararına karşı diyeceklerinin sorulması gerektiğine dair sayın çoğunluk görüşüne katılmak mümkün olmamıştır” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-İzmir 13. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 20.12.2012 gün ve 1140-1475 sayılı direnme hükmünün, aleyhe olan bozmaya karşı sanığın beyanı alınmadan yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden sair yönleri incelenmeksizin BOZULMASINA,
2-Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 14.04.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.