Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/66 E. 2014/365 K. 11.07.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/66
KARAR NO : 2014/365
KARAR TARİHİ : 11.07.2014

Mahkemesi : İSTANBUL 54. Asliye Ceza
Günü : 13.09.2011
Sayısı: : 44-436

Hırsızlık suçundan sanık E.. K..’un 5237 sayılı TCK’nun 142/1-b, 39/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesi gereğince hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, suçta kullanılan aracın TCK’nun 54. maddesi gereğince müsaderesine, müsadere yönüyle hükmün temyize, diğer yönleriyle itiraza tabi olduğuna ilişkin, İstanbul 54. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 13.09.2011 gün ve 44-436 sayılı hükmün sanık tarafından yalnızca müsadere yönüyle temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 04.12.2013 gün ve 11151-25710 sayı ile;
“Sanığın temyiz talebinin açıkça müsadere kararına yönelik ve 34 UL 1… plakalı aracın bilenen değerine göre; HUMK’nun 427 ve CMK’nın 305. maddeleri uyarınca hükmün temyizinin olanaklı olduğunun kabulü ile yapılan incelemede;
1-İddianamede bir talep bulunmadığı halde .. plakalı aracın müsaderesine karar verilmesi,
2-Kabule ve uygulamaya göre de; suçta kullanıldığı iddia edilen .. plakalı aracın trafik tescil kayıtlarının denetime olanak verecek şekilde dosya içine getirtilmesi ve aracın değeri tespit edildikten sonra, çalınan mallar ile aracın değerinin orantılı olup olmadığı tespit edilip, müsadere kararının işlenen suça nazaran daha ağır ve hakkaniyete aykırı sonuçlar doğurup doğurmayacağı hususları, karar yerinde gösterilip tartışılarak sonucuna göre hüküm kurulması gerekirken, yazılı şekilde müsaderesine karar verilmesi” isabetsizliklerinden oy çokluğuyla bozulmasına karar verilmiş,
Daire üyeleri ..ve ..; “Hırsızlık suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve suçta kullanılan aracın müsaderesine karar verilen, ancak hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılan sanığın temyiz istemi, müsaderesine karar verilen otomobiline ilişkindir.
CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, hüküm niteliğinde değildir. Hüküm, askıdadır. Dolayısıyla müsadere kararı da askıdadır. Bu kararın hukuki sonuç doğurması için açıklanması gerekmektedir. Anılan Kanun’un 10. fıkrası gereğince, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması gereken hüküm ortadan kaldırılarak düşme kararı verilecek; aksi durumda 11. fıkra uyarınca, hüküm açıklanacaktır. Düşme kararı verildiğinde veya hüküm açıklandığında, ortada bir hüküm olacağından, bu aşamada hükme karşı temyiz başvurusunda bulunulabilecektir.
Henüz hukuki sonuç doğurmayan bu kararı bölerek, sadece müsadereye ilişkin bölümüne temyiz başvurusunda bulunmak mümkün değildir. Bunun kabul edilmesi, esasa dair karar hakkında da peşinen görüş bildirmek olacaktır.
Açıklanan nedenlerle, CMK’nın 231/12. maddesi uyarınca, temyiz kabiliyeti olmayan karara karşı itiraz yolu açık bulunduğundan, itiraz merciince karar verilmek üzere dosyanın tebliğname doğrultusunda incelenmeksizin mahalline iadesine karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 09.01.2014 gün ve 118465 sayı ile;
“Yerel mahkeme tarafından kurulan hüküm için temyiz incelemesi yapılıp yapılamayacağı, kurulan mahkumiyet hükmü yanında verilen zoralıma ilişkin kararın tek başına temyiz konusu olup olmayacağı noktasında toplanmaktadır.
Hırsızlık suçundan 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve suçta kullanılan aracın müsaderesine karar verilen, ancak hakkındaki hükmün açıklanması geri bırakılan sanığın temyiz istemi, müsaderesine karar verilen otomobiline ilişkindir.
CMK’nın 231/5. maddesi uyarınca, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı, hüküm niteliğinde değildir. Hüküm, askıdadır. Dolayısıyla müsadere kararı da askıdadır. Bu kararın hukuki sonuç doğurması için açıklanması gerekmektedir. Anılan Kanun’un 10. fıkrası gereğince, denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması gereken hüküm ortadan kaldırılarak düşme kararı verilecek; aksi durumda 11. fıkra uyarınca, hüküm açıklanacaktır. Düşme kararı verildiğinde veya hüküm açıklandığında, ortada bir hüküm olacağından, bu aşamada hükme karşı temyiz başvurusunda bulunulabilecektir.
Henüz hukuki sonuç doğurmayan bu kararı bölerek, sadece müsadereye ilişkin bölümüne temyiz başvurusunda bulunmak mümkün değildir. Bunun kabul edilmesi, esasa dair karar hakkında da peşinen görüş bildirmek olacaktır.
Ayrıca bu şekilde yapılacak bir inceleme sonucu infazda da ciddi sorunlar yaşanacak, infazı mümkün olmayan kararlar ortaya çıkacaktır,
Açıklanan nedenlerle, CMK’nın 231/12. maddesi uyarınca, temyiz kabiliyeti olmayan karara karşı itiraz yolu açık bulunduğundan, itiraz merciince karar verilmek üzere dosyanın incelenmeksizin mahalline iadesine karar verilmesi gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
5271 sayılı CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 6. Ceza Dairesince 21.01.2014 gün ve 1176-787 sayı ile, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Özel Daire çoğunluğu ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararının temyizen incelenmesinin mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Yerel mahkemece sanığın hırsızlık suçundan 5237 sayılı TCK’nun 142/1-b, 39/1 ve 62. maddeleri uyarınca 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına, 34 UL 1… plaka sayılı aracın suçta kullanılmış olduğu gerekçesiyle 5237 sayılı TCK’nun 54. maddesi gereğince müsaderesine, müsadere yönüyle hükmün temyize, diğer yönleriyle ise itiraza tabi olduğuna karar verildiği, sanığın hükmü yalnız müsadere kararı yönüyle temyiz ettiği anlaşılmaktadır.
Müsadere, 5237 sayılı TCK’nun “Genel Hükümler” başlıklı birinci kitabının, “Yaptırımlar” başlıklı üçüncü kısmının, “Güvenlik Tedbirleri” başlıklı ikinci bölümünün “Eşya müsaderesi” başlıklı 54 ve “Kazanç müsaderesi” başlıklı 55. maddelerinde düzenlenmiş olup, uyuşmazlığın konusunu oluşturan “Eşya müsaderesi” başlıklı 54. maddesi;
“(1) İyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak koşuluyla, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşyanın müsaderesine hükmolunur. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanan eşya, kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlâk açısından tehlikeli olması durumunda müsadere edilir.
(2) Birinci fıkra kapsamına giren eşyanın, ortadan kaldırılması, elden çıkarılması, tüketilmesi veya müsaderesinin başka bir surette imkânsız kılınması hâlinde; bu eşyanın değeri kadar para tutarının müsaderesine karar verilir.
(3) Suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağı ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağı anlaşıldığında, müsaderesine hükmedilmeyebilir.
(4) Üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşya, müsadere edilir.
(5) Bir şeyin sadece bazı kısımlarının müsaderesi gerektiğinde, tümüne zarar verilmeksizin bu kısmı ayırmak olanaklı ise, sadece bu kısmın müsaderesine karar verilir.
(6) Birden fazla kişinin paydaş olduğu eşya ile ilgili olarak, sadece suça iştirak eden kişinin payının müsaderesine hükmolunur” şeklindedir.
Müsadere, bir şeyin mülkiyetinin devlete geçmesi sonucunu doğurmakta olup, 5237 sayılı TCK’nda müsadere bir güvenlik tedbiri olarak kabul edilmiştir. Anılan kanunun 54. maddesinin birinci fıkrasına göre, kasıtlı bir suçun işlenmesinde kullanılan veya suçun işlenmesine tahsis edilen ya da suçtan meydana gelen eşya, iyiniyetli üçüncü kişilere ait olmamak şartıyla müsadere edilir. Suçun işlenmesinde kullanılmak üzere hazırlanmış olan eşya ise, suçun icra hareketlerine henüz başlanmamış ise, sadece bu nedenle müsadere edilemeyecek, ancak niteliği itibarıyla kamu güvenliği, kamu sağlığı veya genel ahlak açısından tehlikeli olması durumunda eşyanın müsaderesine hükmedilecektir.
Kural olarak müsadereye hükmedilmesi için kasıtlı bir suçun işlenmesi zorunlu olmakla birlikte, bu suçtan dolayı bir kimsenin mutlaka cezaya mahkûm edilmesi gerekmemektedir. Örneğin suçun işlenmesinde kullanılan eşyanın, bunu kullanan fail akıl hastası olması nedeniyle cezalandırılamasa dahi müsaderesine hükmedilebilecektir.
Üçüncü fıkrada, müsaderede orantılılık kuralı kabul edilmiş olup, buna göre, suçta kullanılan eşyanın müsadere edilmesinin işlenen suça nazaran daha ağır sonuçlar doğuracağının ve bu nedenle hakkaniyete aykırı olacağının anlaşıldığı durumlarda, eşyanın müsaderesine hükmedilmeyebilecektir.
Maddenin dördüncü fıkrasına göre, üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyanın, eylem suç oluşturmasa dahi her hâlde müsaderesine hükmolunacaktır.
Uyuşmazlık konusunda sağlıklı bir çözüme ulaşılabilmesi için hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının hukuki mahiyeti ve tabi olduğu kanun yolu üzerinde de durulması gerekmektedir.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, hukukumuzda ilk kez çocuklar hakkında 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 23. maddesi ile kabul edilmiş, 19.12.2006 günü yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunun 23. maddesiyle 5271 sayılı Kanunun 231. maddesine eklenen 5 ila 14. fıkralar ile büyükler için de uygulamaya konulmuş, aynı Kanunun 40. maddesiyle de 5395 sayılı Kanunun 23. maddesi değiştirilmek suretiyle, denetim süresindeki farklılık hariç olmak kaydıyla, çocuk suçlular ile yetişkin suçlular hükmün açıklanmasının geri bırakılması açısından aynı şartlara tabi kılınmıştır.
Başlangıçta yetişkin sanıklar yönünden şikâyete bağlı suçlarla sınırlı olarak, hükmolunan bir yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezası için kabul edilen hükmün açıklanmasının geri bırakılması, 5728 sayılı Kanunla 5271 sayılı Kanunun 231. maddesinin 5 ve 14. fıkralarında yapılan değişiklikle, Anayasa’nın 174. maddesinde güvence altına alınan inkılâp kanunlarında yer alan suçlar istisna olmak üzere, hükmolunan iki yıl veya daha az süreli hapis veya adli para cezalarına ilişkin tüm suçları kapsayacak şekilde düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nun “Hükmün açıklanması ve hükmün açıklanmasının geri bırakılması” başlıklı 231. maddesinin beşinci fıkrasının son cümlesi; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması, kurulan hükmün sanık hakkında bir hukukî sonuç doğurmamasını ifade eder”,
Onuncu fıkrası ise; “Denetim süresi içinde kasten yeni bir suç işlenmediği ve denetimli serbestlik tedbirine ilişkin yükümlülüklere uygun davranıldığı takdirde, açıklanması geri bırakılan hüküm ortadan kaldırılarak, davanın düşmesi kararı verilir” hükmünü içermektedir.
Bu hükümler birlikte değerlendirildiğinde, sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden ve doğurduğu sonuçlar itibarıyla karma bir özelliğe sahip bulunan hükmün açıklanmasının geri bırakılması, denetim süresi içinde kasten yeni bir suçun işlenmemesi ve yükümlülüklere uygun davranılması halinde, geri bırakılan hükmün ortadan kaldırılarak kamu davasının 5271 sayılı CMK’nun 223. maddesi uyarınca düşürülmesi sonucu doğurduğundan, bu niteliğiyle sanık ile devlet arasındaki cezai nitelikteki ilişkiyi sona erdiren düşme nedenlerinden birisini oluşturmaktadır.
Sanık hakkında kurulan mahkûmiyet hükmünün hukuki bir sonuç doğurmamasını ifade eden hükmün açıklanmasının geri bırakılması, esas itibariyle bünyesinde iki karar barındıran bir kurumdur. İlk karar teknik anlamda hüküm sayılan, ancak açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmesi nedeniyle hukuken varlık kazanamayan bu nedenle hüküm ifade etmeyen, şartlara uyulması halinde düşme hükmüne dönüşecek, şartlara uyulmaması halinde ise varlık kazanacak olan mahkûmiyet hükmü, ikinci karar ise, bu ön hükmün üzerine inşa edilen ve önceki hükmün varlık kazanmasını engelleyen hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararıdır. Bu ikinci kararın en temel ve belirgin özelliği, varlığı devam ettiği sürece, ön hükmün hukuken sonuç doğurma özelliği kazanamamasıdır.
Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu ise 5271 sayılı CMK’nun 231. maddesinin, “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına itiraz edilebilir” şeklinde hüküm altına alınan on ikinci fıkrasında açıkça “itiraz” olarak belirtilmiştir. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararının üzerine inşa edildiği hüküm ise, bilahare davanın düşmesi kararı verildiğinde veya hükmün açıklanması ya da yeni bir hüküm kurulması halinde varlık kazanacağından ve ancak bu halde 1412 sayılı CMUK’nun 305 ve 5271 sayılı CMK’nun 223. maddeleri uyarınca temyiz edilebilme imkanına kavuşabileceğinden, bu aşamadan önce henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan bu hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmamaktadır.
Müsadere kararı güvenlik tedbiri olmakla birlikte hükmün bir parçası olduğu için, hükmün tabi olduğu kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararına karşı da ancak itiraz kanun yoluna başvurulabilecektir. Zira açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle henüz hukuken varlık kazanmamış bulunan hükmün temyiz merciince denetlenebilme imkanı bulunmayan bir aşamada, hükmün bir parçasını oluşturan müsaderenin temyizen incelenebileceğini kabul etmek, bir bütün olan hükmün bir bölümünün itiraz, bir bölümünün ise temyiz kanun yoluna tabi olacağı gibi çelişkili bir halin ortaya çıkması sonucunu doğuracaktır.
Diğer taraftan, müsadere kararının doğru olup olmadığının belirlenmesi için öncelikle eylemin sabit olup olmadığının tespiti gerekmektedir. Bu itibarla itiraz kanun yoluna tabi bulunan açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükmün temyizen incelenmesi, dolayısıyla eylemin sabit olup olmadığının belirlenmesi mümkün olmayacak, bunun sonucu olarak eylemin sabit olduğu belirlenmeden eksik bir değerlendirmeyle müsadere kararının doğru olup olmadığının tespiti eksik bir değerlendirme olup, usul ve kanuna aykırı olacaktır.
Öğretide de; “Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararları içinde verilen müsadere kararları da, asıl hükmün tabi olduğu itiraz yasa yoluna tabidir”(Yener Ünver-Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 2. Cilt, 7. Baskı, Adalet Yayınevi, Ankara 2013, s.308) şeklinde, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararının itiraz kanun yoluna tabi olacağına ilişkin görüş mevcuttur.
Açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararının denetimini yapacak olan itiraz mercii, Ceza Genel Kurulunun 22.01.2013 gün ve 534-15 sayılı kararında ayrıntılarına yer verildiği üzere, 5271 sayılı CMK’nun 267-271. maddeleri uyarınca hem maddi olay hem de hukuki yönden inceleme yaparak, öncelikle eylemin sabit olup olmadığını, eşyanın iyiniyetli üçüncü kişiye ait bulunup bulunmadığını, eşyanın müsaderesine karar verilmesinin orantılılık kuralına uygun olup olmadığını değerlendirerek, sonuçta müsadere konusundaki kararın da isabetli bulunup bulunmadığını kapsayacak şekilde bir karar vermelidir.
Ceza Genel Kurulunun 15.11.2011 gün ve 213-227, 05.10.2010 gün ve 183-186 ile 09.03.2010 gün ve 237-51 sayılı kararlarında, güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların hüküm sayılması nedeniyle temyiz yeteneğinin bulunduğu ve gerek bir mahkûmiyete ek olarak gerekse bağımsız olarak verilen güvenlik tedbirlerine hükmedilmesine ilişkin kararların, diğer yönleri itibariyle kesin olan hükme her yönüyle temyiz edilebilirlik vasfı kazandırdığı, dolayısıyla açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümde yer alan müsadere kararlarının temyiz kanun yoluna tabi olması gerektiği ileri sürülebilir ise de, müsadere kararı ancak temyiz kanun yoluna tabi olmakla birlikte miktar yönünden kesin olan hükmün, şartlarının bulunması halinde temyizen incelenmesine imkan sağlamaktadır. Hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararı ise itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, açıklanması geri bırakılan hükmün bir parçası olan müsadere kararı da buna bağlı olarak itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.
Diğer taraftan, 5271 sayılı CMK’nun “Özel Yargılama Usulleri” başlıklı beşinci kitabının, “Uzlaşma ve Müsadere” başlıklı ikinci kısmının, ” Müsadere Usulü” başlıklı ikinci bölümünde yer alan 256 ila 259. maddelerinde, kamu davası açılmayan veya kamu davası açılmış olup da esasla beraber bir karar verilmeyen hallerde, müsadere kararının duruşma açılarak verileceği ve bu kararlara karşı başvurulacak kanun yolunun istinaf (istinafın henüz faaliyete geçirilmemiş olması nedeniyle temyiz) olduğu belirtilmiş olup, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen hükümlerde yer alan müsadere kararları için bu kanun yolunun kabulü mümkün değildir.
Zira ceza muhakemesinde kanun yolu, tarafların istemlerine göre değil, kanunun sistematiği ve normları dikkate alınarak belirlenmelidir. Kanunda, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararına karşı başvurulabilecek kanun yolu hiçbir istisnaya yer vermeksizin açıkça itiraz olarak belirtilmiş olduğundan, hükmün bir parçası olan müsadere kararı da itiraz kanun yoluna tabi olacaktır.
Bununla birlikte, açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olması nedeniyle hükmün henüz hukuken varlık kazanmaması ve beş yıllık denetim süresi göz önünde bulundurulduğununda, hak kayıplarına neden olunmasının önüne geçilebilmesi amacıyla, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilen durumlarda, TCK’nun 54/4. maddesinde belirtilen üretimi, bulundurulması, kullanılması, taşınması, alım ve satımı suç oluşturan eşyalar hariç olmak üzere, müsadereye konu eşyanın denetim süresi içerisinde ve gerektiğinde belirlenecek şartlar dahilinde yediemin sıfatıyla sanığa teslimine karar verilip verilemeyeceği hususu da ayrıca yerel mahkemelerce değerlendirilmelidir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Yerel mahkemece sanık hakkında hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilmiş olup, bu karar itiraz kanun yoluna tabi olduğundan, hükmün parçası olan müsadere kararının da itiraz kanun yoluna tabi olması gerekmektedir. Dolayısıyla yerel mahkemece müsadere kararının temyiz kanun yoluna tabi olduğuna karar verilmesi ve Özel Dairece de temyiz isteminin kabulü ile müsadere yönünden sınırlı inceleme yapılması usul ve kanuna aykırıdır.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, sanığın inceleme istemi itiraz mahiyetinde olduğundan, itiraz merciince gerekli incelemenin yapılması amacıyla dosyanın incelenmeksizin mahalline gönderilmesine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 04.12.2013 gün ve 11151-25710 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Dosyanın, itiraz mahiyetindeki istem konusunda bir karar verilmek üzere 5271 sayılı CMK’nın 268. maddesi uyarınca itiraz merciine gönderilmesi için mahalline iadesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 11.07.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.