Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/611 E. 2017/465 K. 07.11.2017 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/611
KARAR NO : 2017/465
KARAR TARİHİ : 07.11.2017

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 5. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 30.11.2010
Sayısı : 294 – 398

Görevi kötüye kullanma suçundan sanıklar … ve …’ın beraatlerine ilişkin Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.11.2010 gün ve 294-398 sayılı hükümlerin, katılan tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 13.01.2014 gün ve 7303-323 sayı ile onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 27.02.2014 gün ve 102128 sayı ile;
”… 5237 sayılı TCK ‘da görevi kötüye kullanma suçu;
‘Madde 257- (1) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan haller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir menfaat sağlayan kamu görevlisi, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’ şeklinde düzenlemiştir.
Görevi kötüye kullanma suçunda kamu görevlilerinin, görevlerinin gereklerine uygun olarak hareket etmelerinin sağlanması ve bu görevlerinden dolayı kendilerine tanınan yetkilerin hukuken belirlenmiş sınırlar içinde düzenli, etkili ve dürüst biçimde yerine getirilmesi suretiyle devletin yüksek menfaatleri ile toplumda kamusal görev yapılanlara duyulan güven duygusunun korunması amaçlanmaktadır.
Görevi kötüye kullanma suçunun oluşabilmesi için, failin görevinin gereklerine aykırı hareket etmesi ve fiilin kendi görev alanına giren bir hususla ilgili olması gerekmektedir.
Görevin varlığı, failin yürüttüğü görevle ilgili kanun, tüzük, yönetmelik, genelge, emir ve talimat gibi düzenleyici işlemler ile belirlenmektedir.
Görevin gereklerine aykırı hareketin ya da elverişli vasıtaların neler olduğu konusunda kanunda herhangi bir sınırlama yapılmamıştır.
Görevi kötüye kullanma suçu serbest hareketli bir suçtur. Bu durumda;
a) Herhangi bir şekilde kanuni yetkinin aşılması,
b) Kanunun koyduğu usul ve şekle uyulmaması,
c) Takdir yetkisinin maksadına aykırı ve oransız şekilde kullanılması,
d) Yargı kararlarına uyulmaması,
e) Görevin gerektirdiği ön koşullara uyulmaması,
f) Görevle ilgili emirlere uyulmaması veya emrin keyfi biçimde yerine getirilmemesi,
g) Görevin yapılmaması ya da yerine getirilmemesi biçiminde sayılabilecek hâller görevin gereklerine aykırı davranışlar olarak tanımlanmaktadır.
Failin görevinin gereklerine aykırı hakaret etmesiyle birlikte;
a) Kişilerin mağduriyeti
b) Kamunun zararı,
c) Kişilere haksız bir menfaat sağlanması koşullarından birinin gerçekleşmesi durumunda görevi kötüye kullanma ya da görevi ihmal suçunun oluşabileceği kabul edilmektedir.
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 34. maddesi gereğince, ‘Avukatlar, yüklendikleri görevleri bu görevin kutsallığına yakışır bir şekilde özen, doğruluk ve onur içinde yerine getirmek ve avukatlık unvanının gerektirdiği saygı ve güvene uygun biçimde davranmak ve Türkiye Barolar Birliğince belirlenen meslek kurallarına uymakla yükümlüdürler.’
1136 sayılı Avukatlık Kanununun 62. maddesi ise, ‘Bu Kanun ve diğer kanunlar gereğince avukat sıfatı ile veya Türkiye Barolar Birliğinin yahut baroların organlarında görevli olarak kendisine verilmiş bulunan görev ve yetkiyi kötüye kullanan avukat, Türk Ceza Kanununun 257. maddesi hükümlerine göre cezalandırılır.’ hükmünü içermektedir.
Sanıkların Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yaptıkları, katılanın davacısı olduğu Konya 1. İş Mahkemesinin 2005/998 Esas sayılı dosyasında, davacı vekilleri sıfatıyla Al-Çelik Yapı İnşaat Sanayi Tic. A.Ş. aleyhine alacak davası açtıkları ve yargılama sonrasında mahkemece alacağın kısmen kabulüne karar verildiği, 22.04.2008 tarih ve 2008/423 sayılı karar aynı tarihli duruşmada usulüne uygun olarak kendilerine tefhim edildiği halde kısmen aleyhe olan kararı temyiz etmeyerek kararın kesinleşmesine sebebiyet verdikleri ve bu suretle görevlerinin gereklerini yapmakta ihmal ve gecikme göstererek katılanın mağduriyetine yol açtıkları olayda;
Sanıkların TCK’nun 257/2. maddesinde yazılı görevi ihmal suçunu işledikleri sabit olduğu halde, yasal olmayan ve yetersiz gerekçeyle verilen beraat kararının onanmasının hukuka aykırılık oluşturduğu…” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 5. Ceza Dairesince 05.06.2014 gün ve 3217-6174 sayı ile itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanıklara atılı görevi kötüye kullanma suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Konya Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 10.02.2010 tarihli dosya inceleme tutanağına göre Konya 1. İş Mahkemesinin 2005/998 esas sayılı dosyasında; Ankara Barosuna kayıtlı avukat olan sanıklar … ve …’ın, Ankara 41. Noterliğinin 07.07.2004 tarih ve 32331 yevmiye nolu vekâletnamesi ile katılan …’in vekilliğini üstlendikleri, bu vekâletnameye istinaden Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin 07.03.2005 gün ve 822-7390 sayılı ilâmında belirtilen alacağın tahsili amacıyla 26.07.2005 tarihinde alacak davası açtıkları, açılan davanın Konya 1. İş Mahkemesinin 2005/998 esasına kaydedildiği, mahkemece 22.04.2008 gün ve 998-423 sayı ile davanın kısmen kabulüne kısmen reddine karar verildiği, yüze karşı verilen kararın temyiz edilmeden kesinleştiği anlaşılmaktadır.
Katılan …; Konya’daki…. Traktör Fabrikasının yemekhane bölümünde şef garson olarak çalıştığını, anılan firma özelleşince işten çıkarıldığını, İş Kanunundan doğan haklarının takibi için vekâlet verdiği sanık avukatların, bir kısmı aleyhine olan kararı temyiz etmemeleri nedeniyle hak kaybına uğradığını, sanıkların görevlerini eksik ve yanlış yaptığını, zira kendisi yaklaşık 9.500 Lira almaya hak kazandığı hâlde diğer arkadaşlarının çoğunun 15.000 Liranın üzerinde para aldığını, uğradığı hak kaybı nedeniyle sanıklardan şikâyetçi olduğunu beyan etmiştir.
Sanıklar … ve …; kayden…. işletmesi çalışanı olarak gösterilen, ancak söz konusu firmanın özelleştirilerek….. Yapı İnş. San. ve Tic. A.Ş.’ye intikali üzerine iş sözleşmesi kanunlara aykırı olarak feshedilen katılan …’in de aralarında bulunduğu 20 işçinin işe iadeleri talebiyle davalar açtıklarını, katılana vekâleten anılan şirket aleyhine 04.08.2004 tarihinde açtıkları davanın Ankara 6. İş Mahkemesinin 2004/998 esas sayılı dosyası üzerinden görüldüğünü, mahkemece verilen kararı temyizen inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesince 07.03.2005 tarih ve 822-7390 sayı ile….. A.Ş. tarafından yapılan feshin geçersizliğine ve katılanın işe iadesine karar verildiğini, bu karara istinaden katılanın işe iadesi için yasal süre içerisinde….. A.Ş’ye yazılı olarak başvurmalarına rağmen işe iadenin gerçekleşmediğini, bu nedenle çalışılmayan dört aylık sürenin ücreti ile işe başlatmama tazminatı olarak, fazlaya ilişkin haklar saklı kalmak üzere, toplam 8.337 Liranın işverenden tahsili talebiyle Konya İş Mahkemesinin 2005/998 esas sayılı dosyası üzerinden dava açtıklarını, bu dosya kapsamında yaptırılan bilirkişi incelemesi neticesinde düzenlenen raporda katılanın toplam alacağının 9.537 Lira olarak belirtilmesi nedeniyle 1.200 Liralık fark için, gerekli masrafları üstlenerek, ıslah talebinde bulunduklarını, Ankara 6. İş Mahkemesince işe iadelerine karar verildiği hâlde işe alınmayan on beş işçinin tazminat talepli davalarının Konya İş Mahkemesince biri sekiz, diğeri yedi kişilik olmak üzere iki grup halinde seri olarak görüldüğünü, ilk grup hakkında verilen kararı temyizen inceleyen Yargıtay 9. Hukuk Dairesince “…işe başlatılmayan işçiye verilecek dört aylık tazminat içerisinde diğer hakların bulunmadığı, hesaplamada sadece çıplak ücretin esas alınması gerektiği…” belirtilerek bozma kararı verildiğini, yerel mahkemece bu bozmaya uyularak verilen kararın Yargıtayca onanarak kesinleştiğini, katılanın da aralarında bulunduğu ikinci gruba ilişkin davalarda, anılan Yargıtay kararı gözetilerek, çıplak ücretlerin hesaplattırıldığını, buna göre düzenlenen ek bilirkişi raporu uyarınca daha önce belirlenen tutarın cüzi bir miktar azaldığını, mahkemece 22.04.2008 tarih ve 998-423 sayılı kararla davanın kısmen kabulüne kısmen reddine hükmedildiğini, bu kararın Yargıtayın bozma ilamına uygun olarak yapılmış hesap üzerinden verildiğini, dolayısıyla anılan kararın temyiz edilmesinde katılanın hukuki yararının bulunmadığını, ilgili kararı telefonla aramak suretiyle kendisine bildirdikleri hâlde katılanın temyiz talebinde bulunmadığını, yine tahsil edilen tutarın, aralarındaki sözleşmede belirtilen kesintiler yapıldıktan sonra katılana eksiksiz olarak teslim edildiğini, katılanca teslim tutanağına ihtirazı bir kayıt konulmadığını, yine katılanın da aralarında bulunduğu davacı işçilerin maddi açıdan sıkıntı yaşamaları nedeniyle kararın bir an önce kesinleşmesi için kendilerine baskı yaptıklarını, temyiz giderlerini karşılayabilecek durumda da olmadıklarını, haklarında şikâyetçi olan işçilerden İlknur Temur’un başvurusu ile ilgili olarak son soruşturmanın açılmasına yer olmadığına karar verildiğini, usule ilişkin olarak da katılan tarafından altı aylık yasal süre geçtikten sonra şikâyette bulunulduğunu, görevlerinin gereklerine aykırı hareket etmediklerini ve katılanın mağduriyetine sebebiyet vermediklerini savunmuşlardır.
UYAP üzerinden yapılan sorgulamada; sanıklar hakkında benzer gerekçelerle beş ayrı kamu davasının açıldığı, incelemeye konu dosya haricinde sanıklar hakkında; Gülay Günay Kutluel’in kısmen aleyhine verilen Konya 2. İş Mahkemesinin 25.06.2007 tarih ve 136-892 sayılı kararını temyiz etmeyerek kesinleşmesine sebebiyet vermek suretiyle görevlerini ihmal ettikleri iddiasıyla açılan kamu davası sonucunda Konya 2. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 23.12.2010 tarih ve 304-436 sayılı beraat hükümlerinin Yargıtay 4. Ceza Dairesinin 14.01.2013 tarih ve 18022-49 sayılı kararı ile onandığı, Adnan Menderes Başkara ve…..’e yönelik benzer nitelikteki eylemleri nedeniyle açılan kamu davalarının birleştirilmesi sonucunda, Konya 3. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 09.02.2011 tarih ve 286-11 sayılı beraat hükümlerinin Adnan Menderes Başkara’nın temyizi üzerine Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 27.05.2013 tarih ve 7457-5762 sayılı kararı ile onandığı, Canan Temirbaş’a yönelik benzer nitelikteki eylemleri nedeniyle açılan kamu davası sonucunda Konya 1. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.11.2010 tarih ve 295-399 sayılı beraat hükümlerinin ise Yargıtay 5. Ceza Dairesinin 09.09.2013 tarih ve 5585-8284 sayılı kararı ile onandığı tespit edilmiştir.
Suç tarihi itibarıyla 5237 sayılı TCK’nun “Görevi kötüye kullanma” başlıklı 257. maddesinin ikinci fıkrası, “Kanunda ayrıca suç olarak tanımlanan hâller dışında, görevinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstererek, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olan ya da kişilere haksız bir kazanç sağlayan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde iken, suç tarihinden sonra 19.12.2010 tarihinde yürürlüğe giren 6086 sayılı Kanun ile “kazanç” ibaresi “menfaat”, “altı aydan iki yıla kadar” ibaresi “üç aydan bir yıla kadar” biçiminde değiştirilmiştir.
Türk Dil Kurumunun Türkçe Sözlüğüne göre ihmal; “yapmama, savsama” anlamına gelmektedir. Gecikme ise; işin, yapılması gereken zaman geçtikten sonra yapılmasıdır. Bu suç bakımından ihmal ve gecikme, kamu görevlisinin, kanunun veya sair mevzuatın ya da amirinin hukuka uygun olarak yapmasını zorunlu kıldığı eylemleri bilerek ve isteyerek yapmaması veya geciktirmesi olarak anlaşılmalıdır.
Madde metninden de anlaşılacağı üzere, kamu görevlisinin, yapmakla görevli olduğu işi yapmaması veya kanuna göre yapılması gereken biçimde yerine getirmemesi ya da geciktirmesi suç sayılmıştır. Madde gerekçesinde belirtildiği gibi, öncelikle kamu görevlisinin hukuken yerine getirmek zorunda bulunduğu bir görevi bulunması gerekir. Kamu görevlisinin görevi kapsamında olmayan bir işi yapmamasından veya geciktirmesinden dolayı bu suçtan sorumlu tutulması mümkün değildir. Görevinin gerekleri kavramı, kamu görevlisinin yetki ve sorumluluğu kapsamına giren, hukuk düzeninin kamu görevlisinden yerine getirmesini istediği hususları ifade etmektedir. Bu suç kasten işlenebilen suçlardan olup, kamu görevlisinin görevini bilerek ve isteyerek ihmal etmesi veya geciktirmesi gerekir.
Bununla birlikte failin cezalandırılabilmesi için norma aykırı davranış yetmemekte; bu davranış nedeniyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız bir kazanç ya da suç tarihinden sonra yapılan değişiklik sonrası haksız bir menfaat sağlanması gerekmektedir. Nitekim bu husus madde gerekçesinde; “Kamu görevinin gereklerine aykırı olan her fiili cezai yaptırım altına almak, suç ve ceza siyasetinin esaslarıyla bağdaşmamaktadır. Bu nedenle, görevin gereklerine aykırı davranışın belli koşulları taşıması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçunu oluşturabileceği kabul edilmiştir. Buna göre, kamu görevinin gereklerine aykırı davranışın, kişilerin mağduriyetiyle sonuçlanmış olması veya kamunun ekonomik bakımdan zararına neden olması ya da kişilere haksız bir kazanç sağlamış olması hâlinde, görevi kötüye kullanma suçu oluşabilecektir” şeklinde, 6086 sayılı Kanunla yapılan değişikliğin gerekçesinde de; “bu suçun oluşabilmesi için, objektif cezalandırılabilme şartı olarak, görevin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine veya kamunun zararına neden olunması ya da kişilere haksız menfaat sağlanması gerekmektedir” biçiminde vurgulanmış, öğretide ise; “TCK’nun 257. maddesinde yer alan görevin gereklerine aykırı davranışın cezalandırılabilmesi, kişinin mağduriyetine, kamunun zararına neden olmasına ya da kişilere haksız bir menfaat sağlanmasına bağlı tutulmuştur. Bu hususlara yol açmayan bir hareket, görevin gereklerine aykırı ve suç olsa da bu hüküm kapsamında yaptırıma bağlanamaz.” (M. Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A. Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 14. Bası, s. 998) şeklinde açıklanmıştır.
Norma aykırı davranışın maddede belirtilen sonuçları doğurup doğurmadığının saptanabilmesi için öncelikle “mağduriyet”, “kamunun zarara uğraması” ve “haksız menfaat” kavramlarının açıklanması ve somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediklerinin belirlenmesi gerekmektedir.
Mağduriyet kavramının, sadece ekonomik bakımdan uğranılan zararla sınırlı olmayıp, bireysel hakların ihlali sonucunu doğuran her türlü davranışı ifade ettiği kabul edilmelidir. Öğretide de; mağduriyetin sadece ekonomik bakımdan ortaya çıkan zararı ifade etmeyeceği, mağduriyet kavramının ekonomik zarar kavramından daha geniş bir anlama sahip olduğu, bireyin, sosyal, siyasi, medeni her türlü haklarının ihlali sonucunu doğuran hareketlerin ve herhangi bir çıkarının zedelenmesine neden olmanın da bu kapsamda değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiştir. (Mahmut Koca – İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara, 2013, s.772; Veli Özer Özbek-Mehmet Nihat Kanbur-Koray Doğan-Pınar Bacaksız – İlker Tepe, Türk Ceza Hukuku Özel Hükümler, Seçkin Yayınevi, 2. Bası, Ankara, 2011, s. 974).
Kişilere haksız kazanç sağlanmasını da içine alan kişilere haksız menfaat sağlanması da, bir başkasına hukuka aykırı olarak maddi ya da manevi yarar sağlanması olarak ifade edilebilecektir.
Kamunun zarara uğraması hususuna gelince; madde gerekçesinde “ekonomik bir zarar olduğu” vurgulanan bu kavramla ilgili olarak yasal düzenleme içeren, 5018 sayılı Kamu Malî Yönetimi ve Kontrol Kanununun 71. maddesinde ise; kamu görevlilerinin kasıt, kusur veya ihmallerinden kaynaklanan mevzuata aykırı karar, işlem veya eylemleri sonucunda kamu kaynağında artışa engel veya eksilmeye neden olunması şeklinde tanımlanan kamu zararı, her somut olayda hâkim tarafından, iş, mal veya hizmetin rayiç bedelinden daha yüksek bir fiyatla alınıp alınmadığı veya aynı şekilde yaptırılıp yaptırılmadığı, somut olayın kendine özgü özellikleri de dikkate alınarak belirlenmelidir. Bu belirleme; uğranılan kamu zararının miktarının kesin bir biçimde saptanması anlamında olmayıp, miktarı saptanamasa dahi, işin veya hizmetin niteliği nazara alınarak, rayiç bedelden daha yüksek bir bedelle alım veya yapımın gerçekleştirildiğinin anlaşılması halinde de kamu zararının varlığı kabul edilmelidir. Ancak bu belirleme yapılırken, norma aykırı her davranışın, kamuya duyulan güveni sarstığı, dolayısıyla, kamu zararına yol açtığı veya zarara uğrama ihtimalini ortaya çıkardığı şeklindeki bir düşünceyle de hareket edilmemelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanıkların, vekilliğini üstlendikleri katılanın talebi doğrultusunda açtıkları davaların tüm duruşmalarına katıldıkları, Yargıtay 9. Hukuk Dairesinin,….. A.Ş. tarafından yapılan feshin geçersizliğine ve katılanın işe iadesine ilişkin kararına istinaden katılanın işe iadesi için ilgili şirkete yazılı olarak başvurdukları ve gerek işe iade gerekse tazminat taleplerini içeren tüm davaları yasal süresi içinde açtıkları, bilirkişi raporu doğrultusunda ıslah talebinde bulunarak gerekli masrafı üstlendikleri, seri olarak görülen aynı nitelikteki davalara ilişkin Yargıtayca verilen kararlar doğrultusunda çıplak ücretleri hesaplattırıp buna göre bilirkişi raporu düzenlenmesi talebinde bulundukları, telefonla aramak suretiyle dava sonucunu katılana bildirmelerine rağmen katılanın temyiz talebinde bulunmadığı, tahsil edilen tutarı, aralarındaki sözleşmede belirtilen kesintileri yaptıktan sonra katılana eksiksiz olarak teslim ettikleri, katılanca teslim tutanağına ihtirazı bir kayıt konulmadığı ve sanıkların, katılanın da aralarında bulunduğu işçilerin maddi sıkıntıda olmaları nedeniyle kararın bir an önce kesinleşmesi için kendilerine baskı yaptıklarına ilişkin savunmalarının aksinin kanıtlanamadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde, sanıkların görevlerinin gereklerini yapmakta ihmal veya gecikme göstermedikleri ve bu nedenle görevi kötüye kullanma suçunun kanuni unsurlarının gerçekleşmediği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, yerel mahkemece sanıklara atılı görevi kötüye kullanma suçunun yasal unsurlarının oluşmadığı gerekçesiyle verilen beraat hükümleri ile bu hükümlerin onanmasına ilişkin Özel Daire kararında bir isabetsizlik bulunmayıp, haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyesi …; “Sanıkların Ankara Barosuna kayıtlı avukat olarak görev yaptıkları, katılanın, davacı olduğu ve kendilerinin davacı vekilleri sıfatıyla A1-Çelik Yapı İnşaat Sanayi Tic. A.Ş. aleyhine Konya 1. İş Mahkemesinin 2005/998 Esas sayılı dosyasıyla alacak davası açtıkları ve yargılama sonrasında, mahkemece alacağın, kısmen kabulüne karar verildiği ve 22.04.2008 tarih ve 2008/423 sayılı karar, aynı tarihli duruşmada usulüne uygun olarak kendilerine tefhim edildiği halde kısmen aleyhe olan kararı temyizden feragat hususunda bilgilendirme yapıp muvafakat almadan temyiz etmeyerek kesinleşmesine sebebiyet vermek suretiyle katılanın mağduriyetine yol açacak şekilde görev gereklerine aykırı davranan sanık avukatların tüm unsurları oluşan TCK 257/2. maddesinde yazılı görevi ihmal suçunu işledikleri halde yasal olmayan yetersiz gerekçeyle verilen beraat kararının bozulmasına karar verilmesi gerektiği…” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 07.11.2017 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.