Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/601 E. 2016/314 K. 20.09.2016 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/601
KARAR NO : 2016/314
KARAR TARİHİ : 20.09.2016

Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza

Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçundan sanığın TCK’nun 109/1, 109/3-f, 109/5, 62/1 ve 53/1. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna ilişkin, Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 21.02.2011 gün ve 785-173 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 28.04.2014 gün ve 8278-5679 sayı ile;
“Yapılan yargılamaya toplanıp karar yerinde gösterilen delillere mahkemenin soruşturma ve kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine incelenen dosya içeriğine göre yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
Mağdurenin cebir, tehdit veya hile kullanılmaksızın sanıkla gönüllü olarak birlikte kaçması, sanığın mağdureye yönelik hukuka aykırı herhangi bir eyleminin bulunmaması ve soruşturmanın mağdurenin annesi müşteki ….’nin ihbarı üzerine başladığının anlaşılması karşısında, kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunun unsurları oluşmayıp, eylemin TCK’nun 234/3. maddesinde düzenlenen çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 20.06.2014 gün ve 180835 sayı ile;
“Yüksek Yargıtay 14. Ceza Dairesi bozma ilamında; mağdurenin cebir, tehdit veya hile kullanılmaksızın sanıkla gönüllü olarak birlikte kaçtığı, sanığın mağdureye yönelik hukuka aykırı herhangi bir eyleminin bulunmadığı ve soruşturmanın velisinin ihbarı üzerine başladığı gerekçesiyle sanığın eyleminin çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu oluşturduğunu kabul etmekte ise de, suç tarihi itibarıyla mağdure 15 yaşı içerisinde olup henüz bitirmemiştir. Bu nedenle sanığın eylemi kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturur. Diğer taraftan çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçu TCK’nun 234/3. maddesinde düzenlenmekte olup, bu suçun mağduru velayet hakkına sahip anne ve babadır. Sanık hakkında düzenlenen iddianamede ise bu suça ilişkin bir anlatım söz konusu olmadığından açılmış bir davanın bulunduğunun kabulüne de imkan yoktur” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat ederek, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına ve yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmesi talebinde bulunmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Daire tarafından 07.07.2014 gün ve 7048-9256 sayı ile itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçe ile karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; yaşı küçük mağdureyi cebir, tehdit veya hile olmaksızın kaçırıp alıkoyan ve bu süre içinde suç teşkil edecek herhangi bir fiil gerçekleştirmeyen sanığın eyleminin “kişiyi hürriyetinden yoksun kılma” suçunu mu, yoksa “çocuğun kaçırılması ve alıkonulması” suçunu mu oluşturduğunun belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Suç tarihi itibarıyla on dört yaş on ay yirmi iki günlük olan mağdurenin, annesi ve tanık…. ile abisini ziyaret etmek üzere cezaevine gittiği, annesinin görüş için cezaevine girdiği, mağdurenin ise kendisi ile dışarıda bekleyen tanık….’un yanından tuvalete gideceği bahanesi ile ayrıldığı, önceden anlaştıkları üzere cezaevi önüne gelen ve yaklaşık 2-3 aydır duygusal arkadaşlık yaptığı sanıkla kendi isteği ile kaçtığı, aynı gün katılanın polis merkezine müracaatta bulunduğu, sanığın mağdureyi ailesinin evinde 6 gün alıkoyduktan sonra birlikte polis merkezine geldikleri,
Katılanın aşamalarda; mağdurenin annesi olduğunu, olayı görmediğini, sanıktan şikayetçi olduğunu,
Mağdurenin kollukta; sanık ile 2010 yılının Temmuz ayında tanıştığını ve arkadaşlık yaptığını, telefon ile konuştuklarını, aralarında o sıralar ciddi bir ilişki bulunmadığını, Emin Erdem isimli bir şahıs ile Eylül ayında nişanlandığını fakat sonrasında ayrılmak istediğini, annesi ve nişanlısının ayrılmasını kabul etmediklerini, olanları sanığa anlattığını, sanığın kendisini sevdiğini ve evlenmek istediğini söylemesi üzerine sanıkla evlenmeyi kabul ettiğini, kaçmaya karar verdiklerini, olay günü annesi ile birlikte abisini ziyaret için cezaevine gittiklerini, annesini dışarıda beklerken tanık….’un yanından “küpe almaya gidiyorum” diyerek ayrıldığını, sanık ile daha önceden anlaştıkları gibi cezaevinin arkasında buluşarak annesine haber vermeden oradan ayrılıp sanığın ikametinde kaldığını,
Mahkemede ise; olay günü cezaevindeki görüş için annesinin içeriye girdiğini, dışarıda tanık…. ile beklediği sırada sanığın arabası ile gelip kendisini yanına çağırdığını, tanık….’un “git bakalım ne istiyormuş” demesi üzerine tanığın da görüp müdahale edebileceği bir mesafede sanığın yanına gittiğini, konuşurken sanık ve yanındaki şahsın “gel arabaya otur” dediklerini, binmek istemeyince kollarından çekip araca zorla bindirdiklerini, daha sonra sanığın bir akrabasının evine götürerek orada kapısı kilitli bir odada tuttuklarını,
Tanık…. Öztürk’ün mahkemede; mağdurenin küpelerini tuvalette unuttuğunu söyleyerek yanından ayrıldığını, dönmeyince çevredekilerden soruşturduğunda bir erkekle el ele tutuşup gittiğini söylediklerini,
Beyan ettikleri,
Sanık aşamalarda; mağdurenin rızası ile evlenmek amacıyla kaçtıklarını, mağdureye karşı herhangi bir cinsel davranışta bulunmadığını savunduğu,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK’nun “Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması” suçunu düzenleyen 234. maddesine 06.12.2006 tarih ve 5560 sayılı Kanunla eklenen 3. fıkra ile “Kanunî temsilcisinin bilgisi veya rızası dışında evi terk eden çocuğu, rızasıyla da olsa, ailesini veya yetkili makamları durumdan haberdar etmeksizin yanında tutan kişi, şikâyet üzerine… cezalandırılır” hükmü getirilmiş, fıkranın gerekçesinde, “5237 sayılı Kanunun 234 üncü maddesine üçüncü fıkra olarak yeni bir fıkra eklenmiştir. 22.11.2001 tarih ve 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 339 uncu maddesinin dördüncü fıkrasına göre, ‘Çocuk, ana ve babasının rızası dışında evi terk edemez ve yasal sebep olmaksızın onlardan alınamaz.’ Bu hükümle, yaşı ne olursa olsun, çocuğa ana ve babasının bilgisi veya rızası dışında evi terk etmeme hususunda bir yükümlülük yüklenmiştir. Bu hükmü, ana ve babasının bilgisi ve rızası dışında evi terk eden çocuğu yanında bulunduran kişiye çocuğun ana ve babasını veya yetkili makamları durumdan haberdar etmek yönünde bir yükümlülük yüklemek suretiyle tamamlamak gerekir. Çocuğun evi terk etmesinin ana ve babada büyük bir tedirginlik oluşturduğu herkes tarafından bilinen bir gerçektir. Belirtilen gerekçelerle, Türk Ceza Kanununun, ‘Çocuğun kaçırılması ve alıkonulması’ başlıklı 234 üncü maddesine, kanuni temsilcisinin bilgisi veya rızası dışında evi terk eden çocuğu rızasıyla da olsa yanında tutan kişiye çocuğun ailesini veya yetkili makamları durumdan haberdar etmek yönünde bir yükümlülük yükleyen ve bu yükümlülüğe aykırı davranışı suç olarak tanımlayan bir fıkra eklendiği” ifade edilmiştir.
Madde gerekçesinden de anlaşılacağı üzere bu suçla korunan hukuki değer, veli ya da vasinin çocuk üzerinde sahip olduğu velayet veya vesayet hakkıdır. Kanuni temsilcisinin bilgisi veya rızası dışında evini terk eden çocuğu, ailesini veya yetkili makamları durumdan haberdar etmeden, rızasıyla da olsa yanında tutan kişi şikâyet üzerine cezalandırılacaktır. Çocuğun, kanuni temsilcisinin bilgisi ve rızası olmadan fakat kendi istek ve arzusuyla evi terk edip rızasıyla failin yanına gitmesi veya onun yanında rızasıyla kalması bu suçun oluşması bakımından önşart niteliğindedir. Kanuni temsilcinin rızasının bulunması suçun oluşmasına engel olacaktır. Fail, çocuğun ailesine veya yetkililere bildirme yükümlülüğünü somut olaya göre belirlenebilecek makul bir süre içerisinde yerine getirdiği takdirde, çocuğu yanında tutsa bile eylemi suç teşkil etmeyecektir.
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu ise 5237 sayılı TCK’nun 109. maddesinde;
“(1) Bir kimseyi hukuka aykırı olarak bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakan kişiye, bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilir.
(2) …
(3)…
f) Çocuğa ya da beden veya ruh bakımından kendini savunamayacak durumda bulunan kişiye karşı,
İşlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza bir kat artırılır.
(4)…
(5) Suçun cinsel amaçla işlenmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek cezalar yarı oranında artırılır.
(6)…” şeklinde düzenlenmiştir.
Kişilerin isteklerini ve serbest iradeleriyle hareket edebilme özgürlüğünü koruyan kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu, bir kimsenin bir yere gitmek veya bir yerde kalmak hürriyetinden yoksun bırakılması hareketlerinden herhangi birisinin veya her ikisinin birlikte gerçekleştirilmesiyle oluşan seçimlik hareketli bir suçtur. Suç konusu eylemle, kişinin kendi arzusuna göre bulunduğu yerde kalma ya da oradan ayrılma, yer değiştirme ve istediği yere gidebilme yani serbestçe hareket etme veya kendi iradesiyle hareket etmeme hakları ihlâl edilmektedir. Maddenin birinci fıkrasında suçun temel şekli düzenlenmiş, üçüncü fıkrasında diğer bazı artırım nedenleri yanında, suçun çocuğa karşı işlenmesi halinde, beşinci fıkrasında ise cinsel amaçla işlenmesi durumunda failin cezasından artırım yapılması öngörülmüştür.
Uyuşmazlığın çözümlenmesi açısından, mağdurenin rızası hilafına işlenmesi halinde kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturacağında tereddüt bulunmayan sanığın eyleminin, yaşı küçük mağdurenin rızasıyla yapılması halinde, gösterilen bu rızanın kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçu bakımından sanığın ceza sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı üzerinde durulmalıdır.
5237 sayılı TCK’nun esas aldığı ve suçun bir haksızlık olarak adlandırıldığı suç teorisinde suçun unsurları; maddi unsurlar, manevi unsurlar ve hukuka aykırılık unsuru olmak üzere üç başlık altında toplanmaktadır.
Uyuşmazlıkla yakından ilgili olan hukuka aykırılık, suçu oluşturan haksızlığın niteliği olup hukuka aykırılık ile kastedilen husus, fiilin hukuk sistemiyle çatışması ve hukuk sistemine aykırı olmasıdır. 5237 sayılı Kanunda bazı suç tanımlarında “hukuka aykırı olarak”, “hukuka aykırı başka bir davranışla”, “hukuka aykırı diğer davranışlarla”, “hukuka aykırı yolla”, “hukuka aykırı yollarla” gibi ifadelere yer verilmiştir. Suçun unsurlarından birisi olması hasebiyle “hukuka aykırılık” kavramına madde metninde ayrıca yer verilmesiyle, failin olayda haksızlık bilinciyle hareket etmesi gerektiği vurgulanmaktadır.
5237 sayılı TCK’da ceza sorumluluğunu kaldıran veya azaltan nedenler;
a- Kanunun hükmü ve amirin emri,
b- Meşru savunma ve zorunluluk hali,
c- Hakkın kullanılması ve ilgilinin rızası,
d- Cebir ve şiddet, korkutma ve tehdit
e- Haksız tahrik
f- Hata
g- Yaş küçüklüğü
h- Akıl hastalığı
i- Sağır ve dilsizlik
j- Geçici nedenler, alkol veya uyuşturucu madde etkisinde olma
Olarak kabul edilmiştir.
İlgilinin rızası TCK’nun 26/2. maddesinde, “kişinin üzerinde mutlak surette tasarruf edebileceği bir hakkına ilişkin olmak üzere, açıkladığı rızası çerçevesinde işlenen fiilden dolayı kimseye ceza verilmez” şeklinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemeye göre, suçla korunan hukuki yararın sahibinin ihlale rıza göstermesi durumunda, bu rıza failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldıracaktır.
Ceza sorumluluğunu ortadan kaldırabilmesi için rızanın, üzerinde serbestçe tasarruf edilebilir bir hukuki menfaate ilişkin olması, kişinin rıza açıklamasına ehil olması ve tasarrufun kanuna, adaba ve genel ahlaka aykırı şekilde yapılmamış olması gerekir. Bu noktada bir hakkın üzerinde serbestçe tasarruf edilip edilemeyeceği hukuk düzenine hakim genel ilkelere göre belirlenecektir.
Kişinin rıza ehliyetinin varlığından söz edebilmek için o kişinin mutlaka reşit olması gerekmez. Ancak Kanunun özel olarak mağdurun yaşı konusunda belirlemeye gittiği durumlarda, mağdurun rızası failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Örneğin kişiler cinsel hakları üzerinde mutlak surette tasarruf hakkına sahip olsa da Türk Ceza Kanunu 103 ve 104. maddelerinde çocukların bu konudaki rıza açıklamalarını kabul etmemiştir. (Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, 8. Baskı, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2015, s. 279)
Kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu düzenleyen TCK’nun 109. maddesinde ise mağdurun rıza açıklama ehliyetini belirleme noktasında bir yaş sınırı getirilmemiştir. Bu halde yaşı küçük mağdurun rızasının failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı, failin amacının toplumda kabul gören bir davranış ya da genel ahlak kurallarına uygun olup olmadığı nazara alınarak belirlenmelidir. Bu anlamda küçük yaştaki çocuğun gideceği yere bırakılması ya da çocuğun ailesini evde bulamadığı için komşularına gitmesi örneklerinde olduğu gibi kişinin meşru amaçla hareket ettiği durumlarda yaşı küçük çocuğun rızası geçerli olacak, kişinin haksızlık bilinciyle hareket ettiği hallerde ise yaşı küçük çocuğun rızası geçerli olmayacaktır. Bu sebeple yaşı küçük mağdurun rızasının failin ceza sorumluluğunu ortadan kaldırıp kaldırmayacağı her olayın özelliğine göre değerlendirilip belirlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın, evlenmek amacıyla yaşı küçük mağdureyi rızasıyla kendi evine götürerek bir süre alıkoyduğu sabit bulunan olayda, mağdurenin rızası, haksızlık bilinciyle hareket eden sanığın ceza sorumluluğunu ortadan kaldırmayacaktır. Dolayısıyla yaşı küçük mağdurenin hukuken geçerli sayılan rızası bulunmadan gerçekleşen bu eylem kişiyi hürriyetinden yoksun kılma suçunu oluşturmaktadır.
Bu itibarla yerel mahkeme hükmünün, Özel Dairece mağdurenin sanıkla gönüllü olarak kaçması ve sanığın mağdureye yönelik hukuka aykırı herhangi bir eyleminin olmaması gerekçeleriyle eylemin çocuğun kaçırılması ve alıkonulması suçunu oluşturduğundan bahisle bozulmasına karar verilmesi isabetli değildir.
Diğer taraftan, sanık hakkında TCK’nun 53. maddesi uygulanırken, TCK’nun 53. maddesinin 3. fıkrası uyarınca 53/1-c bendindeki “Velayet hakkından; vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksunluğun” sadece sanığın kendi altsoyu yönünden koşullu salıverme tarihine kadar süreceği, altsoy haricindekiler yönünden ise yoksunluğun hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar devam edeceği gözetilmeden “altsoy ayrımı yapılmaksızın” diğer kişiler açısından da koşullu salıverme tarihine kadar sürmesine karar verilmesi kanuna aykırı ise de, bu aykırılığın hükümden sonra 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün ve 140-85 sayılı kararı da gözetilerek 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından hak yoksunluğuna ilişkin bendin çıkarılması ve yerine “Kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetine karar verilen sanık hakkında 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün ve 140-85 sayılı iptal kararı da gözetilerek TCK’nun 53/1-2-3. maddesinin uygulanmasına” ibaresinin yazılması suretiyle, hükmün düzeltilerek onanmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 14. Ceza Dairesinin 28.04.2014 gün ve 8278-5679 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Diğer yönleri usul ve kanuna uygun bulunan Kayseri 1. Asliye Ceza Mahkemesinin 21.02.2011 gün ve 785-173 sayılı hükmünün, sanık hakkında TCK’nun 53. maddesi uygulanırken TCK’nun 53. maddesinin 3. fıkrası uyarınca 53/1-c bendindeki “Velayet hakkından; vesayet ve kayyımlığa ait bir hizmette bulunmaktan yoksunluğun” sadece sanığın kendi altsoyu yönünden koşullu salıverme tarihine kadar süreceği, altsoy haricindekiler yönünden ise yoksunluğun hapis cezasının infazı tamamlanıncaya kadar devam edeceği gözetilmeden “altsoy ayrımı yapılmaksızın” diğer kişiler açısından da koşullu salıverme tarihine kadar sürmesine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA, ancak bu aykırılığın yeniden yargılama yapılmaksızın 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 322. maddesi uyarınca düzeltilmesi mümkün bulunduğundan, hüküm fıkrasından hak yoksunluğuna ilişkin bendin çıkarılması ve yerine “Kasıtlı bir suçtan mahkûmiyetine karar verilen sanık hakkında 24.11.2015 gün ve 29542 sayılı Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren Anayasa Mahkemesinin 08.10.2015 gün ve 140-85 sayılı iptal kararı da gözetilerek TCK’nun 53/1-2-3. maddesinin uygulanmasına” ibaresinin yazılması suretiyle, hükmün DÜZELTİLEREK ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 20.09.2016 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.