YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/492
KARAR NO : 2017/534
KARAR TARİHİ : 12.12.2017
Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Günü : 01.03.2011
Sayısı : 1554-194
Trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan sanık …’ın TCK’nun 179/2-3, 21/2, 62 ve 51/1-3. maddeleri uyarınca 16 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, ertelemeye ve sanığın 2 yıl denetim süresine tabi tutulmasına ilişkin, Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 01.03.2011 gün ve 1554-194 sayılı hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiştir.
Bu hükme yönelik Adalet Bakanlığının 24.07.2013 gün ve 47672 sayılı kanun yararına bozma talebi ve bu talep üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca düzenlenen 09.09.2013 gün ve 258073 sayılı ihbarnamede;
“Dosya kapsamına göre,
1) Suç tarihinden önce hapis cezasına mahkûm edilmediği anlaşılan sanık hakkında tayin olunan kısa süreli hapis cezasının 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50/3. maddesi uyarınca aynı maddenin 1. fıkrasındaki tedbirlerden birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesinde,
2) Somut tehlike suçu olan ‘Trafik Güvenliğini Tehlikeye Sokma’ suçunun olası kastla işlenemez olması karşısında somut olayda uygulanmasında,
İsabet görülmediği” gerekçesiyle hükmün kanun yararına bozulmasının istenmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 10.10.2013 gün ve 24011-23317 sayı ile;
“Sanığın trafik güvenliğini tehlikeye sokma olarak tespit edilen eyleminden dolayı 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 179/3, 21/2, 62/1, 51/1-3. maddeleri gereğince erteli 16 gün hapis ve 2 yıl denetim süresi belirlenmesine karar verilmiş ise de; TCK’nun 21/2. maddesinde düzenlenen ‘Olası kast’ hükümlerinin somut olayda uygulama yeri olmadığı halde sanığa verilen cezadan TCK’nun 21/2. maddesi uyarınca 1/3 oranında indirim yapılarak eksik ceza tayin edilmesinde; ayrıca, evvelce hapis cezasına ilişkin hükümlülüğü bulunmayan sanık hakkında tayin olunan kısa süreli hapis cezasının, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 50/3. maddesindeki ‘Daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilir’ hükmü uyarınca aynı maddenin 1. fıkrasında yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesinde isabet görülmediğinden;
Kanun yararına bozma talebine atfen düzenlenen tebliğnamedeki bozma isteği incelenen dosya kapsamına göre yerinde görüldüğünden, Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesinin 01.03.2011 tarih ve 1554-1194 sayılı kararının 5271 sayılı CMK’nun 309/4-d maddesi uyarınca kanun yararına bozulmasına, bozma nedenine göre uygulama yapılarak, ‘Sanığın TCK’nun 179/2. maddesi uyarınca mahkemenin taktiri de gözetilerek bir ay hapis cezasıyla cezalandırılmasına, TCK’nun 62. maddesi uyarınca 1/6 oranında indirim yapılarak tayin olunan 25 gün hapis cezasının 5237 sayılı TCK’nun 50/3. maddesindeki amir hükme göre, takdiren aynı Kanunun 50/1-a ve 52/2. maddelerine göre günlüğü 20 Liradan paraya çevrilerek sanığın neticeten 500 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına’ ve bu uygulamanın yasal sonucu olarak sanık hakkında TCK’nun 51. maddesine göre erteleme hükümlerinin uygulandığı beşinci, altıncı, yedinci ve sekizinci paragraflarının hükümden çıkartılması ile diğer hususların aynen bırakılmasına, infazın buna göre yapılmasına” karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 31.03.2014 gün ve 258073 sayı ile;
“İtirazın konusunu oluşturan uyuşmazlık; mahkûmiyet hükmünün, kanun yararına bozma yasa yoluyla hükümlü aleyhine sonuç doğuracak şekilde bozulmasına karar verilmesinin mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309 ve 310. maddelerinde düzenlenmiş bulunan ve olağanüstü bir yasa yolu olan kanun yararına bozma kurumundaki, bozma nedenleri ve bozma kararı verilmesinden sonra izlenecek yol aynı Kanunun 309. maddesinin dördüncü fıkrasında dört bent halinde sırasıyla gösterilmiştir.
Bozma nedenleri;
5271 sayılı Kanunun 223. maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (a) bendi uyarınca; kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma sonucunda yeniden karar verilecektir. Bu halde yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar bulunmadığı için, verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne veya savunma hakkını kaldırma veya kısıtlama sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması halinde ise, anılan fıkranın (b) bendi uyarınca kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu halde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulmasında ise (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, ‘tekriri muhakeme’ yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
Dördüncü fıkranın (d) bendi gereğince bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi halinde, cezanın kaldırılmasına, daha hafif bir cezanın verilmesini gerektirmesi halinde ise bu hafif cezaya Yargıtay ceza dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu halde yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gereken kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Görüldüğü gibi kanun yararına bozma isteminin kabulünden sonra Özel Dairece işin esası hakkında karar verilecek haller ya hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektiren ya da hükümlü hakkında daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiren hallerdir. Bozma nedeni, mahkûmiyet hükmünde davanın esasını çözmeyen yönüne ya da savunma hakkının kısıtlanmasına ilişkin ise mahallinde yeniden yargılama yapılacak ve önceki cezayı geçmeyecek şekilde yeniden mahkûmiyet hükmü kurulabilecektir.
Mahkûmiyet hükmünde, davanın esasını çözmeyen, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (b) bendi kapsamında kalan bozma nedenlerine, hükmün gerekçe içermemesi, görevsiz mahkemece hüküm kurulması, hâkimin davaya bakamayacağı hal mevcut olduğu halde bu hâkim tarafından karar verilmesi, Cumhuriyet savcısının duruşmada hazır bulunması gerektiği halde yokluğunda yapılan duruşmada mahkûmiyet hükmü kurulması, uzlaştırma işlemine tabi bir suçta bu işleminin yapılmaması ve ön ödemeye tabi bir suçta ön ödeme önerisinde bulunulmaması gibi; bozma nedeninin, savunma hakkının kaldırılması yada kısıtlanması sonucunu doğurması hallerine ise de, sanığın sorgusunun, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 147. maddesine uygun şekilde yapılmaması, aynı Kanunun 226. maddesi gereğince sanığa ek savunma hakkı verilmemesi, alt dereceli mahkemece karar verilmesi, son sözün duruşmada hazır bulunan sanığa hatırlatılmaması, müdafii tayin edilmesi zorunlu olduğu halde müdafii atanmadan yapılan duruşma neticesinde mahkûmiyet hükmü kurulması ve duruşma yapılması zorunlu olduğu halde duruşma yapılmadan yapılan yargılama sonucunda mahkûmiyet hükmü kurulması gibi örnekleri göstermek mümkündür.
Bozma nedeni, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309. maddesinin dördüncü fıkrasında sayılan hallerden hiç birisine girmiyorsa bu taktirde Yargıtayca hükmün aynı Kanunun 309. maddesinin üçüncü fıkrası gereğince ‘aleyhe sonuç doğurmamak’ üzere bozulmasına karar verilmesi ile yetinilmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 14.06.2005 gün ve 55-64, 04.07.2006 gün ve 185-175 sayılı kararlarında da açıkça belirtildiği üzere, mahkûmiyet hükmünde, davanın esasına ilişkin olarak sanık aleyhine kanun yararına bozma yasa yoluna başvurulması mümkün olmakla birlikte, bu halde kanun yararına bozma yasa yoluna konu olan hükmün aleyhe sonuç doğurmamak üzere bozulmasına karar verilmesi gerekmektedir.
Nitekim, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 21.11.2006 tarih ve 246-261 sayılı, ‘Olayımızda, yasa yararına bozmaya konu edilen hukuka aykırılık, mahkûmiyet hükmünün esasına dahil olan bir hususla ilgilidir. Dolayısıyla, söz konusu hukuka aykırılığın 5271 sayılı Yasanın 309. maddesinin dördüncü fıkrasında sayılan dört halden birisi içerisinde mütalaa edilebilmesi mümkün değildir. Şu halde; 5271 sayılı Yasanın 309. maddesinin dördüncü fıkrasındaki kararlardan birisi verilemeyeceğine göre, Özel Dairece; hükmün, 5271 sayılı Yasanın 309. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca, ‘para cezalarının ertelenemeyeceği yönüyle aleyhe sonuç doğurmayacak biçimde bozulması’ ile yetinilmesi, bunun yanında başka bir karar verilmemesi gerekirken’ şeklindeki kararında da, kanun yararına bozma nedeninin, mahkûmiyet hükmünde hükmün esasına ilişkin olup hükümlü aleyhine ise Özel Dairece, hükmün sadece aleyhe sonuç doğurmamak üzere bozulmasına karar verilip, hukuka aykırılığa işaret edilmekle yetinilmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Gene, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 02.02.2010 gün ve 236-12 karar sayılı ilamında da, mahkûmiyet hükmünde hem sanık aleyhine hem de lehine birden fazla kanun yararına bozma nedeninin mevcut olduğu halde, mahkûmiyet hükmünün sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde kanun yararına bozulması mümkün görülmediğinden, sanığın aleyhine bulunan hukuka aykırılıklar yönünden kararın ‘aleyhe sonuç doğurmamak’ üzere bozulmasına, hükümlünün cezasının kaldırılmasını yada daha hafif bir cezanın verilmesini gerektiren bozma nedeni yönünden ise 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309/4-d. maddesi gereğince Özel Dairece işlem yapılması gerektiği sonucuna ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar karşısında, somut olaya bakıldığında;
Hükümlü …’ın, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 179/3, 21/2 ve 62/1. maddeleri gereğince 16 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının, aynı Kanunun 51. maddesi uyarınca ertelenmesine ilişkin olan hükümde, tehlike suçu olan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunda olası kast hükmünün uygulanamayacağının ve hapis cezası cinsinden geçmiş mahkûmiyeti olmayan sanık hakkındaki 16 gün hapis cezasının, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 50/3. maddesi uyarınca aynı maddenin 1. fıkrasında yazılı bulunan seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesinden dolayı yerel mahkemece hukuka aykırı davranılmıştır. Bu nedenle, Özel Dairece, kanun yararına bozma isteminin kabulüne karar verilmesi yerindedir. Ancak, olası kast hükmünün sanık lehine uygulanamayacağına ilişkin hukuka aykırılık, hükümlü aleyhine ve mahkûmiyet hükmünün esasına dahil olan bir hususla ilgili olduğundan hükmün, trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunda olası kast hükmünün uygulanamayacağının gözetilmediğinden bahisle ve aleyhe sonuç doğurmayacak şekilde bozulmasına, kısa süreli hapis cezasının, 5237 sayılı Kanunun 50/3. maddesi gereğince aynı maddenin birinci fıkrasındaki seçenek tedbirlerden birine çevrilmesi gerektiğinin gözetilmemesi yönünden ise, 5271 sayılı Kanunun 309. maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendi uyarınca bozulmasına karar verilerek, 16 gün hapis cezasının, Özel Dairece seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi yerine yazılı şekilde sanık lehine bulunan 5237 sayılı Kanunun 21/2. maddesinin uygulanmasına ilişkin düzenleme hükümden çıkartılarak, kanun yararına bozma yasa yolunda sanık aleyhine sonuç doğuracak şekilde uygulama yapılmasının isabetli olmadığı” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Ceza Dairesince 14.05.2014 gün ve 9446-11856 sayı ile; itiraz nedeninin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın TCK’nun 179/3, 21/2, 62/1 ve 51/1-3. maddeleri gereğince 16 gün erteli hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin kanun yararına bozma konusu yapılan kararda; uygulama yeri bulunmayan TCK’nun 21/2. maddesi gereğince temel cezada indirim yapılarak eksik ceza tayin edilmesi ve aynı Kanunun 50/3. maddesine aykırı olarak hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilmemesi şeklindeki hukuka aykırılıkların, TCK’nun 21/2. maddesi gereğince yapılan uygulamanın aleyhe sonuç doğurmayacak şekilde bozulması ve 16 gün hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi şeklinde mi, yoksa sonuç itibarıyla doğru uygulama yapılsaydı tayini gereken 25 gün hapis cezasının adli para cezasına çevrilmesi şeklinde mi giderilmesi gerektiğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
400 promil alkollü olan sanığın, sevk ve idaresindeki araç ile seyir halinde iken direksiyon hâkimiyetini kaybedip yol kenarında park halinde bulunan araca çarptığı olayda, yerel mahkemece olası kastın koşullarının oluştuğu kabul edilerek sanığın, TCK’nun 179/2-3, 21/2 ve 62. maddeleri uyarınca 16 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, hükmolunan hapis cezasının aynı Kanunun 51. maddesi uyarınca ertelenmesine karar verildiği,
Adli sicil kaydına göre sabıkası bulunmayan sanığın suç tarihinde 46 yaşında, memur ve aylık gelirinin 1600 Lira olduğu,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın isabetli bir çözüme kavuşturulabilmesi için öncelikle “kanun yararına bozma” kanun yolu, kanun yararına bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri konularının açıklanmasında yarar bulunmaktadır.
1412 sayılı CMUK’nda “yazılı emir”, öğretide ise “olağanüstü temyiz” olarak adlandırılan bu olağanüstü kanun yolu, 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 309 ve 310. maddelerinde “kanun yararına bozma” olarak yeniden düzenlenmiştir.
5271 sayılı CMK’nun 309. maddesi uyarınca hâkim veya mahkemelerce verilip istinaf ya da temyiz incelemesinden geçmeksizin kesinleşen karar veya hükümlerde, maddî hukuka veya muhakeme hukukuna ilişkin hukuka aykırılık bulunduğunu öğrenen Adalet Bakanlığı, o karar veya hükmün Yargıtayca bozulması istemini, kanuni nedenlerini de açıklayarak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına yazılı olarak bildirecektir. Bunun üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı da hükmün veya kararın bozulması istemini içeren yazısına bu nedenleri aynen yazarak Yargıtay ilgili ceza dairesine verecek, ileri sürülen nedenlerin Yargıtayca yerinde görülmesi durumunda karar veya hüküm kanun yararına bozulacak, yerinde görülmemesi halinde ise istem reddedilecektir.
Böylece ülke genelinde uygulama birliği sağlanacak, hâkim ya da mahkemelerce verilen cezaya ilişkin karar veya hükümlerdeki hukuka aykırılıklar, toplum ve kişiler açısından hukuk yararına giderilmiş olacaktır.
Bozma sonrası yapılacak işlemler ve bu işlemleri gerçekleştirecek merciler ile bozma kararının etkileri ise, bozulan hüküm veya kararın türü ve bozma nedenlerine göre ayrıma tabi tutularak maddenin dördüncü fıkrasında ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.
Buna göre bozma nedenleri;
5271 sayılı CMK’nun 223. maddesinde tanımlanan ve davanın esasını çözmeyen bir karara ilişkin ise, 309. maddenin dördüncü fıkrasının (a) bendi uyarınca kararı veren hâkim veya mahkemece gerekli inceleme ve araştırma neticesinde yeniden karar verilecektir. Bu halde, yargılamanın tekrarlanması yasağına ilişkin kurallar uygulanamayacağı gibi, davanın esasını çözen bir karar da bulunmadığından verilecek hüküm veya kararda, lehe ve aleyhe sonuçtan da söz edilemeyecektir.
Mahkûmiyete ilişkin hükmün, davanın esasını çözmeyen yönüne ya da savunma hakkını kısıtlama veya kaldırma sonucunu doğuran usul işlemlerine ilişkin olması durumunda, anılan fıkranın (b) bendi uyarınca, kararı veren hâkim veya mahkemece yeniden yapılacak yargılama sonucuna göre gereken hüküm verilecek, ancak bu halde verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamayacaktır.
Davanın esasını çözen mahkûmiyet dışındaki diğer hükümlerin bozulması halinde ise, aynı fıkranın (c) bendi uyarınca aleyhte sonuç doğurucu herhangi bir işlem yapılamayacağı gibi, yeniden yargılama yapılması yasağı nedeniyle kanun yararına bozma kapsamında yeniden yargılama da gerekmeyecektir.
Aynı kanun maddesinin dördüncü fıkrasının (d) bendi uyarınca, bozma nedeninin hükümlünün cezasının kaldırılmasını gerektirmesi durumunda cezanın kaldırılmasına, daha hafif cezanın verilmesini gerektirmesi halinde ise bu hafif cezaya Yargıtay ilgili ceza dairesince doğrudan hükmedilecektir. Bu halde yargılamanın tekrarlanması yasağı bulunduğundan, Yargıtay ceza dairesince hükmün bozulması ile yetinilmeyip gerekli kararın doğrudan ilgili daire tarafından verilmesi gerekmektedir.
Görüldüğü üzere, bir karar veya hükmün kanun yararına bozulmasının, ilgili aleyhine sonuç doğurup doğurmayacağı, bozma sonrasında kararı veren hâkim veya mahkemede yeniden inceleme, araştırma ve yargılama yapılıp yapılamayacağı, hangi hallerde Yargıtayın doğrudan hükmetme yetkisinin bulunduğu, 5271 sayılı CMK’nun 309. maddesinde sıralı ve ayırıcı biçimde düzenlenmiştir. Bu düzenlemede, kanun yararına bozmanın sonuçları ve bozma sonrasındaki uygulama saptanırken “karar” ve “hüküm” ayrımı gözetilmiş, ayrıca mahkûmiyet hükmü ile davanın esasını çözen veya çözmeyen diğer hükümler bakımından farklı uygulama ve sonuçlar öngörülmüştür.
Bu aşamada aleyhe bozma yasağı ilkesine de değinilmelidir.
Aleyhe bozma yasağı; “temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması” şeklinde tanımlanmaktadır.
Latince “reformatio in pejus” olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, “lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe ya da ağırlaştıramama kuralı” olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca karar tarihi itibarıyla uygulanması gereken 326. maddesinin 4. fıkrasında; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz” şeklinde kanuni düzenlemeye kavuşturulmuştur. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK’nun 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir “cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi” veya “aleyhte düzeltme yasağı”nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde de; “Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz” düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.
Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlı olacak, sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen ceza ve sonuç önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olamayacaktır.
Sonra kurulan hükümde yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağına bir aykırılığın söz konusu olup olmadığı, önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılması suretiyle belirlenecektir.
Kişi hürriyetini kısıtlaması nedeni ile hapis cezasının, malvarlığına yönelik olan adli para cezasından daha ağır nitelikte olduğu hususunda bir şüphe bulunmamaktadır. Ancak bu tespitten hareketle hemen bir sonuca varılmamalı, açıklandığı üzere önceki ve sonraki hükümlerde yer alan ceza ve yaptırımların tüm yönleri ile karşılaştırılmak ve bu kapsamda sanığın sosyal ve ekonomik durumu da göz önüne alınmak suretiyle kazanılmış hakkın ihlal edilip edilmediği belirlenmelidir.
Bu açıklamalardan sonra TCK’nun 51. maddesinde düzenlenen hapis cezasının ertelenmesi ile aynı Kanunun 50. maddesinin üçüncü fıkrasında düzenlenen kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilme zorunluluğuna ilişkin hükümlerinde incelenmesinde fayda bulunmaktadır.
Erteleme, TCK’nun 51. maddesinde düzenlenmiş, koşullu bir af olmaktan çıkarılıp ceza infaz kurumu hâline getirilmiş ve sadece hapis cezası bakımından öngörülmüştür. Cezası ertelenen hükümlü hakkında, mahkûm olunan ceza süresinden az olmamak kaydı ile bir yıl ila üç yıl arasında bir denetim süresi belirlenecektir. Cezası ertelenen hükümlü denetim süresini yükümlülüklere uygun veya iyi hâlli olarak geçirdiği takdirde cezasını infaz etmiş sayılacak, ancak denetim süresi içinde kasıtlı bir suç işlemesi veya kendisine yüklenen yükümlülüklere, hâkimin uyarısına rağmen uymamakta ısrar etmesi hâlinde; ertelenen cezasının kısmen veya tamamen infaz kurumunda çektirilmesine karar verilecektir.
TCK’nun 50. maddesinin üçüncü fıkrasına göre ise daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası ile fiili işlediği tarihte onsekiz yaşını doldurmamış veya altmışbeş yaşını bitirmiş bulunanların mahkûm edildiği bir yıl veya daha az süreli hapis cezası, birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilecektir. Burada önemli olan nokta uygulamanın takdire bağlı olmamasıdır.
Erteleme de hapis cezasının seçenek yaptırım olarak adli para cezasına çevrilmesi de cezanın suçlunun kişiliğine uydurulması, yani bireyselleştirilmesinin yollarından biridir. Dolayısıyla mutlak olarak birinin diğerinden daha lehe olduğundan söz edilemez. Ödeme gücü bulunmayan bir sanık için ertelemenin, ödeme gücü yerinde olan ve bu yönde talepte bulunan bir sanık için ise adli para cezasına çevirmenin daha lehe olduğu kabul edilebilir. Her somut olayda sanığın sosyal ve ekonomik durumu ile kişiliğine göre bir belirleme yapmak gerekir.
Öte yandan, Ceza Genel Kurulunun 17.11.1998 gün ve 282-348, 23.03.2004 gün ve 41-70 ile 04.03.2008 gün ve 47-43 sayılı kararlarında da ayrıntılı olarak açıklandığı üzere; lehe kanun yolu davası üzerine aleyhe değiştirememe kuralı uyarınca hakkında ağır sonuç ceza uygulanmayan, diğer bir deyişle bu kuraldan yararlanmış olan bir sanığın, önceki yanılgılı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezadan ötürü ikinci kez avantajlı bir uygulamadan yararlandırılması adalet ve hakkaniyet ilkeleriyle bağdaşmaz.
Aksi halin kabulü; haksız ve hatalı uygulama ile “aleyhe değiştirmeme” kuralı uyarınca kanun gereği ceza türü yönünden sanığa bir kez tanınan atıfete, sonuç olarak adli para cezasına çevrilecek olan hapis cezasının miktarını da eklemek suretiyle eşitlik, hak ve adalet ilkelerinin zedelenmesine yol açar. Aleyhe değiştirmeme kuralı ile kanun koyucunun amacı hatalı uygulama nedeniyle ortaya çıkan hafif sonuç cezanın, sanığın eyleminin karşılığı olduğunu göstermek değil infaz edilebilecek cezanın tür ve miktarını belirlemektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
400 promil alkollü olan sanığın, sevk ve idaresindeki araç ile seyir halinde iken direksiyon hâkimiyetini kaybederek yol kenarında park halinde bulunan araca çarptığı olayda, olası kast hükmünün uygulanma koşullarının oluşmaması nedeniyle yerel mahkemece sanık hakkında TCK’nun 179/2 ve 62. maddeleri uyarınca 25 gün hapis cezası tayin edilmesi gerekirken, aynı Kanunun 21/2. maddesinin de uygulanıp sonuç cezanın 16 gün hapis cezası olarak belirlenmesi suretiyle eksik cezaya hükmolunması isabetsizdir.
Ayrıca, daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olan sanık hakkında hükmolunan otuz günden az süreli hapis cezasının, TCK’nun 50. maddesinin üçüncü fıkrası uyarınca aynı maddenin birinci fıkrasında yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesi gerekirken, bu zorunluluğa uyulmadan hatalı uygulama sonucu belirlenen 16 gün hapis cezasının ertelenmesine karar verilmesi de hukuka aykırılık oluşturmaktadır.
Memur olan ve aylık 1600 Lira sabit geliri bulunan sanığın, sosyal ve ekonomik durum itibarıyla malvarlığına yönelik 500 Lira adli para cezasını ödeyebilecek durumda olması ve erteli 16 gün hapis cezasının iki yıl denetim süresi içerip hürriyeti kısıtlama ihtimalini taşıması karşısında, kanun hükümlerinin doğru uygulanması sonucu belirlenen 500 Lira adli para cezasının sanık lehine olduğu, lehe olan sonuç belirlenirken yanlış hesaplanan sonuç ceza ile doğru hesaplanan sonuç cezanın karşılaştırılması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu kabul doğrultusunda, mahkemece yapılan iki ayrı hukuka aykırılığın hükmün CMK’nun 309/4-d maddesi uyarınca bozularak sanık hakkında TCK’nun 179/2 ve 62. maddeleri uyarınca tayin edilen 25 gün hapis cezasının TCK’nun 50/3, 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca 500 Lira adli para cezasına çevrilmesi ve hükümden ertelemeye ilişkin bölümlerin çıkarılması suretiyle giderilmesi, tayin olunan sonuç cezanın adli para cezası olması nedeniyle aleyhe değiştirmeme kuralına aykırılık oluşturmayacağından Özel Daire kararı hukuka uygundur.
Bu itibarla haklı nedene dayanmayan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurulu Üyeleri …, … ve …; “Ankara 3. Sulh Ceza Mahkemesince 01.03.2011 gün ve 1554-194 sayılı karar ile, 400 promil alkollü olarak aracını sevk ve idare ederken maddi hasarlı kaza yapan sanık hakkında trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçundan TCK’nın 179/2, 21/2 ve 62. maddeleri tatbik edilerek 16 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ve cezanın aynı Kanunun 51. maddesi uyarınca ertelenmesine karar verilmiş, temyiz edilmeksizin kesinleşen hüküm Adalet Bakanlığınca tayin olunan kısa süreli hapis cezasının TCK’nın 50/3. maddesi gereğince seçenek yaptırıma çevrilmesinin zorunlu olduğu ve somut tehlike suçu olan trafik güvenliğini tehlikeye sokma suçunda olası kast hükmünün uygulanma imkanı bulunmadığının gözetilmemesi isabetsizliklerinden kanun yararına bozulması talebinde bulunulmuştur.
Özel Dairece kanun yararına bozma talebi kabul edilmiş, yerel mahkeme hükmünün CMK’nın 309. maddesinin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca bozulmasına ve sanığın TCK’nın 179/2 ve 62. maddeleri uyarınca 25 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına, aynı Kanunun 50/3, 50/1-a ve 52/2. maddeleri gereğince günlüğü 20 Liradan 500 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ve hükümdeki ertelemenin uygulanmasına ilişkin bölümlerin çıkarılmasına karar verilmiş, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise yerel mahkemece yapılan hukuka aykırılığın olası kast hükmünün uygulanmamasına ilişkin bozma nedeni yönünden “aleyhe sonuç doğurmamak” üzere bozulmasına, 16 gün hapis cezasının seçenek yaptırımlardan birine çevrilmesine karar verilmesi suretiyle giderilmesi gerektiği düşüncesiyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.
Bu şekilde önümüze gelen uyuşmazlığın çözümü için öncelikle aleyhe değiştirme yasağı kuralı üzerinde durulmalıdır.
Aleyhe bozma yasağı; ‘temyiz davası yalnızca sanık veya müdafii ya da sanık lehine Cumhuriyet savcısı veya sanığın eşi ya da yasal temsilcisi tarafından açıldığında, hükümde, yaptırımın türü ve ağırlığı bakımından sonucu sanığın aleyhine ağırlaştırıcı, diğer bir deyişle, aleyhe sonuç verici düzeltmelerin yapılamaması veya kurulacak yeni hükümdeki cezanın, sanığın aleyhine olarak ilk hükümden daha ağır olamaması’ şeklinde tanımlanmaktadır.
Latince ‘reformatio in peius’ olarak adlandırılan, öğreti ve uygulamada ise, ‘lehe kanun yolu davası üzerine hükmü aleyhe değiştirmeme zorunluluğu, aleyhe düzeltme yasağı, aleyhe bozma yasağı, aleyhe bozmama zorunluluğu, yaptırımı ve sonuçlarını aleyhe kötüleştirememe yasağı, yaptırımı ve sonuçlarını ağırlaştıramama kuralı’ olarak ifade edilen bu ilkenin amacı; hükmün aleyhine de bozulabileceğini düşünen sanığın, bazı davalarda istinaf ya da temyiz kanun yoluna başvurmaktan çekinmesinin önüne geçmek ve kanun yoluna başvurma hakkını daha özgürce kullanabilmesini sağlamaktır.
Anılan kural, 1412 sayılı Ceza Muhakemesi Usulü Kanununun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326. maddesinin 4. fıkrasında; ‘Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 291. maddede gösterilen kimseler tarafından temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, evvelki hükümle tayin edilmiş olan cezadan daha ağır olamaz’ şeklinde kanuni düzenlemeye kavuşturulmuştur. Ceza muhakeme hukukumuzda bu madde dışında yaptırım ve cezayı aleyhe değiştirmeme yasağını düzenleyen başka bir hüküm de bulunmamaktadır. Buna göre ceza hukukunda genel anlamda kazanılmış hak kavramından bahsedilemeyeceği, yalnızca 1412 sayılı CMUK’nın 326. maddesinin son fıkrası uyarınca sınırlı biçimde uygulanabilecek bir ‘cezayı aleyhe değiştirememe ilkesi’ veya ‘aleyhte düzeltme yasağı’nın söz konusu olduğunun kabulü gerekmektedir.
01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 307/4. maddesinde de; ‘Hüküm yalnız sanık tarafından veya onun lehine Cumhuriyet savcısı veya 262. maddede gösterilen kimselerce temyiz edilmişse, yeniden verilen hüküm, önceki hükümle belirlenmiş olan cezadan daha ağır olamaz’ düzenlemesine yer verilmek suretiyle, aleyhe bozmama ilkesi korunmuştur.
Kanunun açık düzenlemesinden de anlaşılacağı üzere; yaptırım ve sonuçlarını aleyhe değiştirme yasağının kapsamı yalnızca ceza ve yaptırım miktarı ile sınırlıdır. Kanun koyucu suçun niteliği veya adı yönünden sanık yararına kazanılmış bir hak tanımamıştır.
Ceza miktarı yönünden kazanılmış hak ise; sanık veya onun lehine ilgililer tarafından temyiz davası açıldığında, bozma üzerine yeniden kurulan hükümle belirlenen cezanın ve sonucun önceki hükümle belirlenen cezadan ve sonuçtan daha ağır olmamasıdır.
Nitekim Ceza Genel Kurulunun 15.03.1971 gün ve 4-84 sayılı kararında CMUK’nın 326/2. maddesindeki ‘hüküm’ sözünü sadece kapsadığı ceza miktarı yönünden değil, ilk hükümdeki uygulamalar yönünden düşünerek geniş anlamak gerekeceği vurgulanmış, yine 31.01.1949 tarih ve 171-35 sayılı kararında temyiz incelemesinde öncelikle temyizin lehe veya aleyhe mi olduğu tespit edilerek, incelemenin buna göre yapılması gerektiğini, sanık lehine tecelli edecek bir hatanın tazammun edeceği hukuki neticelerin aleyhte tevessülatta bulunmadıkça değiştirilemeyeceği belirtilmiştir.
Kaldı ki istinaf veya temyiz yasa yoluna başvuru halinde sonucun aleyhe değişebileceği ihtimalini kabul etmek, genel olarak hak arama hakkının ve özel olarak da AİHS’nin Ek-7. Protokolünde kabul edilen yasal çarelere başvurma hakkının sınırlanması anlamına gelir. (Nur Centel’e Armağan, Seydi Kaymaz, Ceza Muhakemesinde Aleyhte Değiştirme Yasağı, Beta-2013, cilt 19, sayı 2, s.1405)
Adli para cezasının esas gün sayısı, özgürlüğü bağlayıcı ceza olan hapis cezasının süresini aşamaz. Aştığı takdirde aleyhe değiştirme yasağı ihlal edilmiş olur. (JOECKS, § 331, Rn. 14 (ileten: ÖZTÜRK/ERDEM, 12.Bası, s.865).
Diğer taraftan TCK’nın 50/3. maddesine göre daha önce hapis cezasına mahkûm edilmemiş olmak koşuluyla, mahkûm olunan otuz gün ve daha az süreli hapis cezası birinci fıkrada yazılı seçenek yaptırımlardan birine çevrilecektir. Burada önemli olan nokta uygulamanın takdire bağlı olmamasıdır. Başka bir anlatımla maddede yazılı koşulların oluşması halinde başka herhangi bir değerlendirme yapılmadan özgürlüğü bağlayıcı ceza seçenek yaptırımlardan birisine dönüştürülmesi zorunludur.
Somut olayda, yerel mahkemece uygulanma koşulları bulunmayan TCK’nın 21/2. maddesi uygulanarak sanık hakkında eksik cezaya hükmolunmuş, bu suretle lehe olarak bir tane hukuka aykırı uygulama yapılmıştır. Mahkemece sanık hakkında doğru uygulama yapılmış olsaydı, başka bir anlatımla TCK’nın 21/2. maddesi uyarınca indirim yapılmasaydı dahi tayin olunan cezanın seçenek yaptırıma çevrilmesi zorunludur. Bu nedenle sanık hakkında mahkemece tayin olunan sonuç 16 gün hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilmesi halinde eşitlik, hak ve adalet ilkesini zedeleyecek şekilde sanığa bir kez daha atıfet tanındığından söz edilemez.
Ceza Genel Kurulunun 09.02.2016 gün ve 71-42 sayılı kararında ‘ilk hükümdeki kısa süreli hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilmesi hatalı bir uygulamaya dayanmamakta ise, açıklanması geri bırakılan hükmün açıklanması sırasında ilk hükümdeki seçenek yaptırımların ‘aleyhe değiştirme yasağı’ ilkesi gereğince gözetilmesi, atıfetin genişletilmesi olarak da nitelendirilemez’ denilerek benzer sonuca ulaşılmıştır.
Sonuç olarak; sanık hakkında hapis cezasının seçenek yaptırıma çevrilmesi sırasında yanlış uygulama sonucu bulunan ’16 gün hapis cezası’ ile doğru uygulama yapılsaydı tayin olunacak 25 gün hapis cezasının karşılaştırılması ve sanık lehine olan 16 gün hapis cezasının TCK’nın 50. maddesindeki seçenek yaptırımlara çevrilmesi gerekmektedir.
Açıklanan nedenlerle, Yargıtay 12. Ceza Dairesinin kararının isabetsiz olduğu ve Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının kabulü ile yerel mahkeme hükmünün sanık hakkında TCK’nın 179/2, 21/2 ve 62. maddeleri uyarınca 25 gün hapis cezası tayini yerine olası kastın unsurlarının oluştuğu kabul edilerek TCK’nın 179/2, 21/2 ve 62. maddeleri uyarınca 16 gün hapis cezası olarak eksik ceza tayini nedeniyle CMK’nın 309/3. maddesi uyarınca aleyhe sonuç doğurmayacak şekilde kanun yararına bozulmasına ve aynı maddenin 4. fıkrasının (d) bendi uyarınca ‘Sanık hakkında tayin olunan 16 gün hapis cezasının TCK’nın 50/3, 50/1-a ve 52/2. maddeleri gereğince günlüğü 20 Liradan hesaplanarak 320 Lira adli para cezasına çevrilmesine’ ibaresinin eklenmesi ile ertelemeye ilişkin bölümlerin çıkarılması suretiyle diğer hususların aynen bırakılmasına, infazın buna göre yapılmasına karar verilmesi gerektiği düşüncesiyle çoğunluk görüşüne katılmıyoruz” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan dört Ceza Genel Kurulu Üyesi de; benzer düşüncelerle karşıoy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın mahalline iade edilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 05.12.2017 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından 12.12.2017 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.