Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/227 E. 2015/119 K. 21.04.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/227
KARAR NO : 2015/119
KARAR TARİHİ : 21.04.2015

Kasten öldürme suçuna teşebbüsten sanık M.. Y..’nın 5237 sayılı TCK’nun 82/1-d, 35/2, 62, 53, 58 ve 63. maddeleri uyarınca mağdur sayısınca uygulama yapılmak suretiyle 2 kez 10 yıl 10 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, hak yoksunluğuna, cezasının mükerrirlere özgü infaz rejimine göre çektirilmesine ve mahsuba ilişkin, İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesince verilen 07.11.2012 gün ve 229-362 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 1. Ceza Dairesince 06.02.2014 gün ve 4276-545 sayı ile;
“Toplanan deliller karar yerinde incelenip, sanık M.. Y..’nın anne ve babası olan mağdurlar K.. ve S..’ı kasten öldürmeye teşebbüs suçlarının sübutu kabul, oluşa ve soruşturma sonuçlarına uygun şekilde suç nitelikleri tayin, takdire ilişen cezayı azaltıcı sebebin niteliği takdir kılınmış, savunması inandırıcı gerekçelerle değerlendirilerek reddedilmiş, incelenen dosyaya göre verilen hükümlerde bozma nedenleri dışında isabetsizlik görülmemiş olduğundan, sanık ve müdafiinin sübuta, suç vasfına yönelen ve yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddine,
Ancak;
1-Sanığın anne ve babası olan mağdurların içeceği çorbaya öldürmeye elverişli miktarda methomyl etken maddesini içeren tarım ilacı koyduğu, mağdurların ilk kaşıkta çorbanın tadından şüphelenerek içmeyi bıraktıkları ve eylem nedeniyle basit tıbbi müdahale ile iyileşebilecek derecede zarar gördükleri olayda, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı birlikte dikkate alınarak, 9 yıldan 15 yıla kadar hapis cezası öngören 5237 sayılı TCK’nun 35. maddesi uyarınca yapılan uygulama sırasında, 9 ile 12 yıl arasında makul bir ceza tayini yerine 13 yıl hapis cezasına hükmolunarak fazla ceza tayini,
2-Sanığın dava dosyası ile birlikte Adli Tıp Kurumu’na sevki sağlanarak, Gözlem İhtisas Dairesi’nde müşahadeye tabi tutulup, karar vermeye yetkili 4. İhtisas Kurumundan rapor alınması, raporlar arasında çelişki oluşması halinde Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınacak rapor sonucuna göre sanığın kusurluluk durumunun tayininde zorunluluk bulunması” isabetsizliklerinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 06.03.2014 gün ve 319589 sayı ile;
“Yüksek Yargıtay 1. Ceza Dairesinin, (1) numaralı bozma sebebinde belirtildiği üzere sanığın öz anne ve babasını zehirlemek suretiyle kasten öldürmeye teşebbüs etmek suçunu işlediği görülmektedir. Bu suç kasten öldürme suçunun nitelikli hali olup 5237 sayılı TCK’nun 82/1-d maddesinde düzenlenmiştir ve ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektirmektedir, yine suç teşebbüs aşamasında kaldığından TCK’nun 35/2. maddesi uyarınca ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası yerine 13 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası öngörülmüş olup yerel mahkemece en alt sınır olan 13 yıl üzerinden sanığa ceza tertip olunmuştur. Yerel mahkemenin bu uygulaması doğru olduğundan Yüksek Yargıtay’ın ilamında bahsettiği şekilde sanığa fazla ceza tayin edilmemiştir. Yüksek Yargıtay 1. Ceza Dairesinin (2) numaralı bozma sebebine gelince; sanık yerel mahkeme tarafından dosyaya yansıyan kişilik özellikleri itibariyle ceza ehliyetinin bulunup bulunmadığı yönünde rapor aldırılmak üzere Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesine sevk edilmiş, sanık bu hastanede 01.12.2011-13.12.2011 tarihleri arasında yatarak müşahede altında tutulmuş ve neticede ‘30.01.2011 tarihinde işlemiş olduğu yakın akrabayı öldürmeye teşebbüs suçuna karşı işlediği fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilir ve davranışlarını yönlendirme yeteneğini azaltacak veya kaldıracak düzeyde bir akıl hastalığı bulunmadığı cezai ehliyeti tamdır’ şeklinde rapor verilmiş olup, sanığın yeniden kusurluluk durumunun tayinine gerek bulunmamaktadır. Kaldı ki yargılama boyunca da sanık ve müdafisi tarafından bu hususta bir talepte gelmemiştir. Açıklanan sebeplerle yerel mahkeme hükmün onanması gerektiği anlaşılmaktadır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 1. Dairesince 20.03.2014 gün ve 1601-1758 sayı ile; ceza tayini ile ilgili uygulamanın doğru olduğuna ilişkin itiraz nedeninin kabulüne, 06.02.2014 gün ve 4276-545 sayılı bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün sadece “Sanığın dava dosyası ile birlikte Adli Tıp Kurumu’na sevki sağlanarak, Gözlem İhtisas Dairesi’nde müşahadeye tabi tutulup, karar vermeye yetkili 4. İhtisas Kurumundan rapor alınması, raporlar arasında çelişki oluşması halinde Adli Tıp Kurumu Genel Kurulundan alınacak rapor sonucuna göre sanığın kusurluluk durumunun tayininde zorunluluk bulunması” nedeniyle bozulmasına, sanığın ceza ehliyetine ilişkin raporun yeterli olduğuna ilişkin itiraz nedeni yerinde görülmediğinden dosyanın Ceza Genel Kuruluna gönderilmesine karar verilmiş, Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilerek açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın ceza sorumluluğunun tam olduğuna ilişkin Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinden alınan raporunun yeterli olup olmadığı, bu bağlamda Özel Dairece yerel mahkeme hükmünün Adli Tıp Kurumundan rapor alınması için bozulmasında isabet bulunup bulunmadığı noktasında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Sanığın 02.09.1980 doğumlu olup evli olduğu, Türk Silahlı Kuvvetlerinde Jandarma Uzman Çavuş olarak çalışmakta iken mağdur anne-babasının beyanlarına göre uyuşturucu müptelası olduğu için görevden uzaklaştırıldığı, olay tarihinde mağdur anne-babası ile aynı evde birlikte yaşadığı,
Sanık hakkında, içtikleri çorbaya öldürmeye elverişli miktarda methomyl etken maddesini içeren tarım ilacı koymak suretiyle öz anne ve babasını kasten öldürme suçuna teşebbüsten kamu davası açıldığı,
Soruşturması aşamasında sanığın akıl hastası olup olmadığı ile ilgili herhangi bir araştırma yapılmadığı, karakol ve savcılık ifadelerinde sanıkta akıl hastalığı veya zayıflığı bulunduğuna ilişkin bir gözleme yer verilmediği, ancak mağdurların sanığın uyuşturucu müptelası olduğunu, paralarını habersiz aldığını ve evdeki eşyaları sattığını, her ne kadar yanlarında eşi ve çocuğu ile birlikte kaldığını söylemiş ise de sanığın çocuğu olmadığını, eşinin daha önceki evliliğinden bir çocuğu olduğunu, sanığın eşinin iki ay kadar önce evden ayrılıp Çeşme ilçesine yaşlı bir kadına bakmaya gittiğini ifade ettikleri, sanığın nüfus kaydı incelendiğinde çocuğunun olmadığının görüldüğü,
Sanığın soruşturma sırasında alınan ifadesinde mağdurları zehirlemediğini, aynı yemekten kendisinin de yiyip rahatsızlandığını, annesinin buzdolabında beklemiş bozuk etlerden tavuk çorbası yaptığı için zehirlenme olayının gerçekleştiğini savunduğu,
Kovuşturma aşamasında sanığın “Ben küçükken beyin travması geçirmiştim. Ben sürekli olarak psikolojik ilaçlar kullanmaktayım. Akineton ve diazem niteliğinde bir iğne kullanıyorum. Bunların araştırılmasını istiyorum” şeklinde beyanda bulunması, sorgusunda çorbaya zehri eşi C..’ın attığını ve hatta bu durumu mağdur babasına itiraf ettiğini söylemesine karşın mağdurların sanığın savunmasının doğru olmadığını, olay anında sanığın eşinin evde bulunmadığını, C..’ın kendilerine böyle bir şey demediğini, oğullarının rahatsız olduğunu, sürekli senaryolar uydurduğunu beyan etmeleri ve mahkemece sanığın duruşmada sürekli tedirgin hareketlerde bulunduğu, sağa sola baktığı, sık sık oturup kalktığının gözlemlenmesi üzerine 5271 sayılı CMK’nun 74. maddesi uyarınca sanığın 3 haftayı geçmemek üzere Manisa Ruhsağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde gözlem altına alınmasına karar verildiği, tutuklu sanığın 01.12.2011-13.12.2011 tarihlerinde yatarak adı geçen hastanede müşahede altında tutulduğu, 13.12.2011 tarihli psikiyatri uzmanlarından oluşan sağlık kurulunca düzenlenen raporda oybirliği ile anti sosyal kişilik bozukluğu tanısı konulan sanıkta 30.01.2011 tarihinde işlediği iddia olunan fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilir ve davranışlarını yönlendirme yeteneğini azaltacak veya kaldıracak düzeyde bir akıl hastalığı bulunmadığı, cezai ehliyetinin tam olduğunun belirtildiği,
Sanığın, akıl sağlığı ile ilgili rapor okunduğunda bir diyeceğinin olmadığını beyan ettiği, müdafiinin rapora bir itirazda bulunmadığı, gerek savunma dilekçelerinde gerekse de temyiz dilekçesinde da rapora yönelik herhangi bir itirazın ileri sürülmediği,
Kovuşturma aşamasında ise; önce mutfakta hamam böceklerine zehir atarken çorbaya zehir zerreciklerinin düştüğünü, kasıtlı bir eyleminin olmadığını daha sonra ise çorbaya zehri eşi C..’ın kattığını savunduğu, son oturumda ve savunma dilekçelerinde pişman olduğunu, ceza verilecekse kasten yaralamadan ceza verilmesini talep ettiği,
Mahkemece sanığın akıl sağlığı ile ilgili düzenlenen rapordan sonra yapılan duruşmalarda rapora karşı şüphe duyulmasına neden olacak, ceza sorumluluğunu etkileyecek veya daha detaylı araştırılmasını gerektirecek bir gözlemin tutanaklara yansımadığı,
Sanığın adli sicil kaydında 30.01.2011 olan suç tarihinden kısa bir süre sonra ve öncesinde 15.07.2011, 14.07.2011, 04.06.2011, 13.04.2010, 20.04.2009, 02.09.2009, 26.08.2008, 30.04.2007 tarihlerinde işlenmiş iftira, hakaret, tehdit, kasten yaralama, resmi belgede sahtecilik, nitelikli dolandırıcılık ve 5809 sayılı Kanuna aykırılık suçlarından 17 adet ceza kaydının bulunduğu, bu kayıtlarda 5237 sayılı TCK’nun akıl hastalığına ilişkin 32 ve 57. maddelerine yer verilmediği,
Anlaşılmaktadır
Kusur yeteneği, 5237 sayılı TCK’nun 31/2 ve 32/1. maddelerinde dolaylı bir biçimde tanımlanmıştır. Bu hükümler uyarınca; fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılama ve davranışlarını buna göre yönlendirme yeteneğinin bulunması halinde kusur yeteneğinin varlığı kabul edilmiştir. Kusur yeteneğinin iki belirgin görünümü vardır. Bunlardan ilki; kişinin işlediği fiilin hukuki anlamını ve sonuçlarını anlayabilme yeteneği, diğeri ise; fiilin hukuki anlam ve sonucunu kavrayan kişinin davranışlarını bu algılaması doğrultusunda ve hukuk düzeninin gereklerine uygun olarak yönlendirme yeteneğinin bulunmasıdır. Algılama ve irade yeteneği de denilen bu iki öğenin kişide bir arada bulunmaması veya bu yeteneklerinde azalma meydana gelmesi durumunda ise kusur yeteneğinin tam olmadığı kabul edilmelidir.
Yeni ceza adalet sistemimizde akıl hastalığı; kusur yeteneğini etkilemesi nedeniyle, ceza sorumluluğunu ortadan kaldıran sebeplerden birisi olarak düzenlenmiştir. Buna göre, ortada tüm unsurlarıyla oluşmuş bir suç bulunmakta ise de; akıl hastası olduğu saptanan sanık, işlemiş bulunduğu fiilin anlam ve sonuçlarını algılayamayacak durumda olduğundan, bu suçun işlenmesinden dolayı hukuki anlamda “kınanamaz”, yani sorumlu tutulup cezalandırılamaz. Dolayısıyla, 5237 sayılı Kanunun 32/1. maddesi gereğince bu durumdaki sanığa ceza tayin edilmesi mümkün bulunmadığından, 5271 sayılı Kanunun 223/3-a maddesi uyarınca “ceza verilmesine yer olmadığı” hükmünün verilmesi gerekir. Ancak, sanığa ceza verilemiyor olması, sanık hakkında 5237 sayılı Kanunun 57. maddesi uyarınca güvenlik tedbiri uygulanmasına engel değildir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Yerel mahkeme tarafından sanığın akıl hastası olup olmadığı, akıl hastası ise ne zamandan beri hasta olduğu ve bunun davranışları üzerindeki etkilerini saptamak için 5271 sayılı CMK’nun 74. maddesi uyarınca 3 haftayı geçmemek üzere Manisa Ruhsağlığı ve Hastalıkları Hastanesinde gözlem altına alınmasına karar verildiği, sanığın adı geçen resmi sağlık kurumu olan hastanede 01.12.2011-13.12.2011 tarihlerinde yatarak müşahede altında tutulduğu, psikiyatri uzmanlarından oluşan sağlık kurulu tarafından oybirliği ile düzenlenen raporda sanıkta 30.01.2011 tarihinde işlediği iddia olunan fiilin hukuki anlam ve sonuçlarını algılayabilir ve davranışlarını yönlendirme yeteneğini azaltacak veya kaldıracak düzeyde bir akıl hastalığı bulunmadığının ve cezai ehliyetinin tam olduğunun belirtildiği, sanık ve müdafii tarafından rapora bir itirazda bulunmadığı, sanığın adli sicil kaydından dava konusu eylemden kısa bir süre önce ve sonra işlenmiş suçlardan dolayı akıl hastalığı ile ilgili hükümlerin uygulanmadığının anlaşıldığı, akıl hastalığı ile mutlaka Adli Tıp Kurumundan da rapor alınması gibi bir zorunluluğunun bulunmadığı hususları birlikte değerlendirildiğinde; sanığın ceza sorumluluğunun tam olduğuna ilişkin Manisa Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Hastanesinden alınan raporunun hükme esas alınmaya yeter nitelikte olduğu ayrıca Adli Tıp Kurumundan da rapor alınmasına gerek bulunmadığı kabul edilmelidir.
Bu itibarla, haklı nedene dayanan Yargıtay C.Başsavcılığı itirazının kabulü ile Özel Daire Bozma kararının kaldırılmasına ve usul ve kanuna uygun bulunan yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan on dokuz Genel Kurul Üyesi; “İtirazın reddi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 1. Ceza Dairesinin 20.03.2014 gün ve 1601-1758 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Usul ve kanuna uygun bulunan İzmir 6. Ağır Ceza Mahkemesinin 07.11.2012 gün ve 229-362 sayılı hükmünün ONANMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 14.04.2015 tarihinde yapılan ilk müzakerede yeterli çoğunluk sağlanamadığından, 21.04.2015 tarihinde yapılan ikinci müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.