YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/181
KARAR NO : 2015/131
KARAR TARİHİ : 28.04.2015
Sanık İ.. A..’ın resmi belgede sahtecilik suçundan 765 sayılı TCK’nun 342/1, 59/2. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay ağır hapis; dolandırıcılık suçundan aynı kanunun 503/1, 522, 59/2 ve 647 sayılı Kanunun 4 ve 5. maddeleri uyarınca 6.505.766.000 Lira ağır para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Elmalı Ağır Ceza Mahkemesince verilen 13.07.2004 gün ve 212-231 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığınca dosya 5320 sayılı Kanunun 8/2. maddesi uyarınca lehe kanun değerlendirmesi yapılması gerektiği görüşüyle 14.07.2005 gün 239177 sayılı yazı ile mahalline iade edilmiştir.
Duruşma açarak değerlendirme yapan Elmalı Ağır Ceza Mahkemesince 14.10.2005 gün ve 284-267 sayı ile; sanığın resmi belgede sahtecilik suçundan 765 sayılı TCK’nun 342/1, 59/2 ve 647 sayılı Kanunun 6. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının ertelenmesine, dolandırıcılık suçundan ise 5237 sayılı TCK’nun 157/1, 62, 51 ve 52. maddeleri uyarınca 10 ay hapis ve 83 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına, hapis cezasının ertelenmesine karar verilmiştir.
Hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 04.07.2008 gün ve 243-7430 sayı ile;
“5237 sayılı TCK’nun 7/2. maddesi gözetilerek; 08.02.2008 tarihinde yürürlüğe giren 5728 sayılı Kanunun 562. maddesi ile değişik CMK’nun 231. maddesi uyarınca hükmün açıklanmasının geri bırakılmasının takdir ve değerlendirilmesinde zorunluluk bulunması” nedeniyle bozulmasına karar verilmiştir.
Bozmaya uyan yerel mahkemece 28.04.2009 gün ve 191-84 sayı ile; dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasının gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle 765 sayılı TCK’nun 102/4 ve 104/2. maddeleri uyarınca ortadan kaldırılmasına, resmi belgede belgede sahtecilik suçundan ise sanığın 765 sayılı TCK’nun 342/1, 59/2 ve 647 sayılı Kanunun 6. maddeleri uyarınca 1 yıl 8 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına, cezasının ertelenmesine, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına yer olmadığına karar verilmiştir.
Hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 13.11.2012 gün ve 4025-19329 sayı ile;
“Sanık İ.. A..’ın kendisine ait önceden başkasına imzalatmış olduğu 3 adet çeki almış olduğu mal karşılığında katılana verdiğinin iddia ve kabul olunması karşısında, sanığın dolandırıcılık kastı ile hareket ettiği gözetilmeksizin, unsurları oluşmayan resmi belgede sahtecilik suçundan yazılı şekilde mahkumiyet kararı verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 07.11.2013 gün ve 194-259 sayı ile;
“…Belgede sahtecilik suçları genel olarak amaç suç değil, araç suçlardandır. Yani kişi işlemeyi kastettiği başka bir amaç suçu gerçekleştirmek için araç suç olan sahtecilik suçunu işlemektedir. Somut olayımızda sanık keşidecisi kendisi olan 3 adet çeki kendisi yerine başka bir kişiye imzalatmış ve bu şekilde oluşturduğu unsurları tam olan resmi belge niteliğindeki 3 adet çeki yaptığı alışveriş karşılığında müştekiye vermiştir. Sanığın bu şekilde 765 sayılı TCK uygulamasına göre başka bir kişiye senedi imzalatıp kullanması şeklindeki eylemi dolayısıyla, dolayısıyla fail konumunun bulunduğu şüphesizdir.
Sanığın baştan itibaren kastı bu şekilde oluşturduğu çeklerle müştekiyi dolandırmaktır. Ancak amaç suç olan dolandırıcılık suçunu işlemek için sahte belge düzenlediğinden sahtecilik suçunu işlediği konusunda da kuşku yoktur. Sanık çeklerle ilgili aleyhine takibat yapıldığında, imzasını inkar ederek takipten kurtulmayı amaçlamıştır. Çek, poliçe ve bono gibi belgelerde keşideci imzası belgenin zorunlu unsurudur. Zira bu tür kıymetli evraka imza atılması şart olup işaret, parmak izi, mühür konulması halinde kambiyo senedi geçerli olmayacaktır. Sanık kendisinin keşidecisi olduğu 3 adet çeki keşideci imzasını keşideci yerine (kendisi) başka birisine attırmak suretiyle belgenin içeriğini sahteleştirdiği ve böylelikle sahtecilik suçunu işlediği, bu belgeleri alışveriş sırasında kullanmak suretiyle de dolandırıcılık suçunu işlediği sabittir. Sahtecilik suçlarının oluşması için çıkar sağlamak gerekmeyip bir başkasına zarar verilmesi, zarar olasılığının bulunması, o belgeye olan güvenin sarsılmış olması yeterlidir.
Her ne kadar 765 sayılı TCK’nun 342/1 maddesine göre; resmi belgede sahtecilik suçunun oluşabilmesi için resmi evrakta sahtecilik dolayısıyla ‘umumi ve hususi bir mazarrat’ unsurunun da bulunması gerekmekteyse de; 765 sayılı TCK’nun uygulaması bakımından 05.11.1947 tarih ve 6-21 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararında ‘sahte makbuz tanzim edilmekle umumi veya hususi zarar doğabileceğinin tabii’ olduğunun belirtilmesi, yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun birçok kararında örneğin; 14.02.1983 tarih ve 4746 sayılı içtihadında ‘… topluma ilişkin hukuksal varlık veya yararlardan, değerlerden biri de kamu güvenidir ve hukuk düzeni bir olguyu kanıtlama yeteneği tanıdığı belgelerin … doğruluğuna beslenen toplum inancı kamu güveni kavramı içinde korumak ve o yüzden de bu soyut varlık ya da yararın somutlaştığı belgeleri ilişilmez ve dokunulmaz kılmak istemiştir… Ortak ve toplumsal yaşamın barış içinde ve olağan akışını sağlayabilmek için önlemlere başvurması, bunun sonucu olarak belgelerin gerçeklik ve doğruluklarının güvence altına alınmasındaki genel ve özel yararın korunması kaçınılamaz’ şeklindeki içtihadından, yine Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.07.2001 tarih, 6/144-147 sayılı kararında; ‘gerek yerleşmiş yargısal kararlarda, gerekse öğreti de genellikle kabul gören görüşe göre evrakta sahtekarlık suçlarının hukuki konusu, kamunun güvenidir. Belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç sayılıp yaptırıma bağlanmıştır. Bu nedenle de; fiilen bir zararın ortaya çıkmaması aranmamakta, zarar olasılığı yeterli görülmektedir’ şeklindeki örnek içtihatlarından da anlaşıldığı üzere 765 sayılı TCK’nunda resmi evrakta sahtecilik suçları uygulamasında da zarar, imkan ve ihtimalinin ispat edilmesine gerek bulunmadığı anlaşılmaktadır.
Öğretide failin keşide ettiği bono veya çekte kendi imzasını atmayıp benzer imza atması veya başka birisine imza attırdıktan sonra bu şekilde düzenlenen kambiyo senetlerini ciro yoluyla üçüncü kişilere vermesi halinde en son kendisine başvurulacağı ve bu parayı ödeyeceği için suçun oluşmadığı ileri sürülmekte ise de; resmi belge niteliğinde olan bu kambiyo senetlerinde keşideci imzasının sahte olarak başka bir kişiye attırılması suretiyle yani bu belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesiyle sahtecilik suçu oluşmuştur. Sahte olarak düzenlenmesi nedeniyle somut olaydaki çeke olan güven sarsılmış ve zarar doğmuştur. Failin sahte imza attırmakta çıkarı olmadığından suçun oluşmadığı söylenemez. Kaldı ki fail kendi yerine sahte imza atarak veya attırarak verdiği çek karşılığında bir çıkar sağlamış, yapılan takipte imzaya itiraz ederek borcunu ödememiş böylece maddi menfaat de sağlamıştır. Farklı tarihlerde düzenlendikleri saptanamayan bu 3 adet unsurları tam olan ve bu nedenle resmi belge niteliğinde olan çekin aynı ilişki nedeniyle aynı anda müştekinin huzurunda doldurulup tanzim edilmesi eyleminin hem 765 sayılı TCK açısından hem de 5237 sayılı TCK açısından resmi evrakta sahtecilik suçu kapsamında bulunmaktadır” gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının 24.03.2014 gün ve 90366 sayılı “zamanaşımı nedeniyle bozma ve düşme” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanık hakkında dolandırıcılık suçundan açılan kamu davasının vaki dava zamanaşımı nedeniyle ortadan kaldırılmasına ilişkin hüküm temyiz edilmeksizin kesinleşmiş olup direnme kararının kapsamına göre inceleme resmi belgede sahtecilik suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın üzerine atılı resmi belgede sahtecilik suçunun unsurlarının oluşup oluşmadığının belirlenmesine ilişkin ise de; dava zamanaşımının direnme kararından önce gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun Yargıtay İç Yönetmeliğinin 27. maddesi uyarınca öncelikle değerlendirilmesi gerekmektedir.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 31.10.2012 gün ve 655-1823 sayılı kararı başta olmak üzere bir çok kararında açıkça vurgulandığı gibi, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, resen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
İncelenen olayda;
Sahtecilik suçuna konu çeklerdeki keşide tarihi 27.03.2001, 05.04.2001 ve 25.04.2001’dir. Ancak sanık ve katılanın beyanlarından ve bu çekler karşılığı teslim edilen malların kamyona yüklenmesi sırasında düzenlenen kantar fişinden her üç çekin de 10.03.2001 tarihinde düzenlenip katılana verildiği anlaşılmaktadır. Bu nedenle suç tarihinin 10.03.2001 olduğunun kabulü gerekir.
Sanığa atılı sahte çek düzenlemek suçunun müeyyidesi suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 349/2. maddesi delaletiyle 342/1. maddesinde 2 seneden 8 seneye kadar ağır hapis cezasından ibaret olup 10.03.2001 tarihinde gerçekleştirilen eylemle ilgili olarak 765 sayılı TCK’nun 102/3 ve 104/2. maddelerinde öngörülen (15) yıllık kesintili dava zamanaşımı henüz dolmamıştır.
Ancak sanığa yüklenen fiil, hükümden sonra 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 210. maddesi aracılığı ile 204. maddesinin 1. fıkrasında da suç olarak düzenlenmiş, yaptırımı da 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezası olarak belirlenmiştir. Öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezanın üst sınırına göre bu suça ilişkin aslî dava zamanaşımı süresi de, aynı Kanunun 66. maddesinin 1. fıkrasının (e) bendine göre (8) yıldır.
Öte yandan, 5237 sayılı TCK’nun 67. maddesinin 2. fıkrasında dava zamanaşımını kesen nedenler sayılmış, 3. fıkrasında kesici işlemin varlığı halinde kesilme gününden itibaren birden çok nedenin bulunması halinde de en son kesilme gününden itibaren zamanaşımının yeniden işlemeye başlayacağı öngörülmüş, 4. fıkrasında ise kesici nedenlerin kanunda belirtilen zamanaşımı sürelerini yarıdan fazla uzatamayacağı hükme bağlanmıştır. Dolayısıyla somut olayda yüklenen suç bakımından, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda öngörülen kesintili zamanaşımının azamî süresi (12) yıl olup, yerel mahkemece direnme hükmünün verildiği 07.11.2013 tarihinden önce, bu süre 10.03.2013 tarihinde dolmuş bulunmaktadır.
Bu itibarla; yerel mahkeme direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesine rağmen yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının lehe olan 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e, 67/4 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca düşmesine karar verilmelidir
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Elmalı Ağır Ceza Mahkemesinin 07.11.2013 gün ve 194-259 sayılı direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesine rağmen yargılamaya devam edilerek hüküm kurulması isabetsizliğinden BOZULMASINA,
Ancak, yeniden yargılama gerektirmeyen bu konuda, 1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi gereğince halen yürürlükte bulunan 322. maddesi uyarınca karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının lehe olan 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e, 67/4 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay C. Başsavcılığına TEVDİİNE, 28.04.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.