Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/166 E. 2014/514 K. 25.11.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/166
KARAR NO : 2014/514
KARAR TARİHİ : 25.11.2014

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 8. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Günü : 02.04.2013
Sayısı : 63-124

6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan sanık …’ın 5271 sayılı CMK’nun 223/2-e maddesi gereğince beraatine ilişkin, Bozdoğan Sulh Ceza Mahkemesince verilen 17.03.2011 gün ve 387-51 sayılı hükmün o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 8. Ceza Dairesince 22.01.2013 gün ve 18938-2434 sayı ile;
“Cumhuriyet Başsavcılığınca gecikmesinde sakınca bulunan hal nedeniyle verilen yazılı emir sonucunda sanığın evinde yapılan aramada adli emanete kayıtlı kurusıkıdan çevrilme tabanca ve mermilerin bulunduğu olayda, arama ve el koyma işleminin aynı gün yetkili hakim tarafından yasal süresinde onaylandığı, kurusıkıdan çevrilme tabanca ve 4 adet ateşli silah fişeğinin alınan ekspertiz raporuyla da 6136 sayılı Kanunun 4. maddesi kapsamında yasak nitelikte olduğunun bildirilmesi karşısında; sanığın atılı suçtan mahkumiyeti yerine yasal olmayan gerekçeyle beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 02.04.2013 gün ve 63-124 sayı ile;
“… Anayasa’nın 20. maddesine göre aslolan özel hayatın ve aile hayatının gizliliğidir. İstisnai hallerde kişilerin bu gizliliklerine devlet tarafından dokunulabilir. Aksi halde bu alan devlet düzeni dışında ve dokunulamaz alandır.
Cumhuriyet Savcılığı’nın mahkememiz’den olağan şekilde arama talep etmesinin ve mahkemece suç işlendiğine dair makul şüphe içermediğinden bahisle talebin reddinin ertesi günü bu mahkeme kararı yokmuş gibi, gerekçesi açıklanmadan, sadece gecikmesinde sakınca bulunan hal olduğu kelimeleri kullanılarak istisnai yol olan Cumhuriyet Savcılığı kararı ile arama yapılmıştır. Bu nedenle Anayasa ile korunan özel hayata usule uygun olmayan şekilde müdahale edilmiştir.
Öncelikle belirtmek gerekir ki, mahkeme kararlarından hukuken memnun kalınmaması halinde kanun yolları işletilmelidir. Bunun aksi yorumla karara rağmen kararın aksi yönde hiçbir işlem yapılmamalıdır. Aksinin düşünülmesi, mahkeme kararlarının Anayasa’da belirtildiği gibi tüm kişi ve kurumları bağlayıcı olma özelliğini kabul etmemek anlamına gelmektedir. Usulen arama hatalı yapılmıştır. Mahkememizin ret kararı 05.11.2010 tarihinde verilmiş iken karardan sonra dosyaya ne zaman konulduğu belli olmayan aynı gün saat 16.15’te ihbarda bulunulduğunu gösteren ihbar tutanağı ve muhtemelen bundan dolayı yapılan sosyal ve ekonomik durum araştırmasına benzeyen araştırma tutanağı girmiştir. Uyap’tan yapılan incelemede ilk arama talebi savcılık katibince 17.03’te oluşturulmuştur. Mahkememiz demek oluyor ki bu ihbar ve araştırma tutanağına rağmen arama kararı vermemiştir. Ya da ihbar ve araştırma tutanağı mahkemeye sunulmadan sadece 04.11.2010 tarihili İlçe Jandarma Komutanlığı’nın soyut iddiayı içeren yazı ile talepte bulunulmuştur.
Mahkememizin bu ret kararının ardından ertesi gün 06.11.2010’da dosyaya başkaca bir bilgi ve belge girmeden Cumhuriyet Savcılığı’nca gecikmesinde sakınca bulunan hal bulunduğundan bahisle arama kararı verilmiştir. Oysa ki Cumhuriyet Savcılığı’nca yapılması gereken, eğer önceden var olmasına rağmen dosyaya eklenmediği için mahkemenin arama kararı vermemesine neden olan ihbar tutanağı vb. bilgiler sonradan kolluk tarafından Savcılığa teslim edilmiş ise bu belgeleri dosyaya ekleyerek yeniden arama talep etmek, sonucuna göre gerekirse itiraz kanun yoluna başvurmak olmalıdır. Eğer ilk reddedilen talep sırasında bu ihbar tutanağı ve araştırma tutanağı mahkemeye sunulmuş idiyse yine karar hukuken yanlış bulunuyorsa itiraz kanun yoluna başvurulmuş olmadır. Bu yapılması gereken usul işlemleri yapılmayıp, gecikmesinde sakınca bulunmayan hal olduğu mahkemeden talepte bulunulmasından da anlaşılan konuda mahkeme kararı alınamadığından dolayı Cumhuriyet Savcılığı’nın kanunda kendisine tanınan yetkiyi kullanması usule açıkça aykırılık oluşturmaktadır.
Mahkememizin ilk verdiği beraat kararındaki Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun içtihadında gecikmesinde sakınca bulunan hal olduğu açıklamasının gerçekten o halin bulunduğunu açıklamadığı ifade edilmiştir. Daha da hatalısı, mahkeme kararı ile yetinmeyen Cumhuriyet Savcılığı’nın kendi kararıyla mahkemenin kararını yok sayarak arama yapmasıdır.
Arama üzerine ihbar tutanağındaki ayrıntılı ihbara rağmen evde uyuşturucu madde bulunmamıştır. Sanığın eski bir silahı ele geçirilmiştir.
CMK’nun 138. madde hükmüne göre arama sırasında başka bir suçun işlendiğine dair şüphe uyandıracak bir delil elde edilirse bu delil muhafaza altına alınır ve bu durum derhal Cumhuriyet Savcısı’na bildirilir. Ardından bu muhafaza altına alınan delil usulüne göre el koymanın onanması talebiyle mahkemeye bildirilir. Mahkeme de bu tesadüfi delilin arama konusundan başka bir suç delili olabileceği şüphesi bulunuyorsa el koyma işlemini onaylar. Bu onama işlemi, eğer bulunan eşyanın varlığı dahi suç ise mahkemece zorunlu olarak yapılmaktadır ve soruşturma işlemidir. Zira bu eşya müsadere edilebilecektir. Bulundurulması suç olan eşyanın şüpheliye iadesi düşünülemez.
Anayasa’da ve Ceza Muhakemesi Kanunu’nda aramanın onaylanması usulü bulunmamaktadır. Cumhuriyet Savcılığı, mahkemedeki kanaate göre usulsüz yaptığı aramayı onaya sunmuştur ve bunun yanında tesadüfen elde edilen bir başka suç şüphesini uyandıran delil hakkında yapılan el koymanın onanmasını istemiştir.
Bu iki talep birbirinden bağımsız taleplerdir. İlki usulümüzde olmamakla birlikte mahkemenin de aramanın onaylanması kararı usule uygun bir karar olmamaktadır. İkincisi ise mahkemelerce, eğer uyuşturucu, silah gibi deliller söz konusu ise gerek müsaderesi için gerekse evi aranılan kişi ile ilgili olmayan bir suç delili olması nedeniyle kabul edilmek zorunda olan taleplerdir. Bu ikinci talebi kabul etmek, o aramanın usule uygun yapıldığı anlamına gelmemektedir.
Soruşturma aşamasında mahkeme tarafından olsa dahi yapılan işlemler o işlemlerin soruşturma işlemi olması sonucunu ortadan kaldırmadığı gibi kolluk, Cumhuriyet savcılığı, mahkemeler de soruşturma aşamasında hatalı işlemler yapabilirler. Bu işlemler kovuşturma yargılama yapan mahkemenin bu işlemleri incelemeyeceği, araştırmayacağı, usule riayet edilip edilmediğini değerlendirmeyeceği anlamına gelemez. Az önce değinildiği gibi iddia makamının verdiği hatalı bir arama kararının, yine hatalı şekilde, usulümüzde olmamasına rağmen, mahkemeye onaya sunulması ve mahkemenin de yanlış değerlendirme ile ya da usulen mecbur kaldığını düşünerek bunu kabul etmesi yapılan bu işlemlerin tamamının ya da bir kısmının usulsüz olmadığı sonucunu doğurmaz.
Usul kanunumuzun ayrıntılarına bakıldığında 4. kısımda koruma tedbirleri bulunmaktadır. Koruma tedbirleri yakalama, gözaltı, tutuklama, adli kontrol, arama, el koyma, iletişimin denetlenmesi, gizli soruşturmacı görevlendirilmesi, teknik araçla izleme olarak bölümlere ayrılmıştır. Bu tedbirler kural olarak ceza muhakemesinin soruşturma aşamasında yapılan işlemlerdir ve hakimin dahil olduğu işlemler de mahkeme tarafından verilen hüküm niteliğinde olmayıp, yani mahkeme kararı olmayıp hakim kararlarıdır. Her ne kadar bu tedbirlerle ilgili hakimin verdiği kararlar mahkeme kararı gibi algılansa da hakim de (Sulh Ceza Mahkemesi Hakimi) C.Savcısı gibi soruşturma süjesi olarak karar vermektedir. Nasıl ki, C.savcısının verdiği kararlar bazı durumlarda hatalı olabiliyorsa talep üzerine hakimin verdiği kararlar da hatalı olabilir ve kesinleşmiş mahkeme hükmü olmadıklarından doğruluğu soruşturma akabinde dava açılmışsa işte o zaman mahkeme tarafından değerlendirilecektir ve usullere riayet edilmemiş ise mahkemece davadaki ve dosyadaki gerekli yerini alacaktır. Örneğin, C.Savcılığı tarafından yapılan el koyma işlemi kanundaki hakim onayına sunulma süreleri geçtikten sonra onaya sunulması ve hakim kararı ile el koyma işleminin süre yönünden reddedilmesi gerekirken hatalı olarak onaylanması halinde gerek C.Savcılığı, gerekse soruşturma hakimi tarafından hukuka uygun olmayan şekilde delil elde edilmiş olacaktır. Mahkememiz de iddianamenin kabulü ile sonlanan soruşturma aşamasında C.Savcısı ve soruşturma işlemi yapan hakim tarafından verilen kararlar sonucu elde edilen delillerin hukuki yollarla elde edilen deliller olup olmadığını incelemiştir. Bunu yapma görevi mahkemeye Türk Milleti adına Anayasa ve kanunlar tarafından tanınmıştır. Bu nedenlerle beraat kararını bozan Yargıtay Dairesi’nin esasen bu noktada hatalı yorumda bulunduğu kanaati oluşmuştur.
Soruşturma aşamasında yapılan işlemlerin, yargılamasız şekilde hükme aktarılması yargılamadan infaz anlamına geleceği gibi mahkemeyi soruşturma sürecinin bir aracı haline getirir. Bu bağlamda olaya yaklaşıldığında usulsüz olduğu sabit olan arama kararı üzerine yapılan aramada bulunan tesadüfi deliller niteliğindeki eşya hakkındaki (CMK.m.138) elkoyma işleminin onanmasının arama işlemine de şamil kılınması düşünülmemelidir. Zira değinilen nitelikteki arama işlemi usule göre onaylanamayan işlemlerdendir. Bu nedenle bu işlemin akibeti kovuşturma aşamasında mahkemece değerlendirilecektir…” gerekçesi ile ilk hükümde direnilmesine karar vermiştir.
Bu hükmün de o yer Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının “bozma” istekli 14.03.2014 gün ve 230254 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Sanığın 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan beraatine karar verilen olayda, Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar;
1- Cumhuriyet savcısının yazılı arama emri uyarınca sanığın evinde yapılan adli aramanın hukuka uygun olup olmadığı,
2- Hukuka uygun olmadığının belirlenmesi halinde, aramada elde edilen maddi delil dışında dosyada yer alan diğer delillerin somut olayda mahkûmiyet için yeterli olup olmadığı,
Noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Bozdoğan Jandarma Komutanlığınca sanık …’ın evinde esrar bulundurduğu yönünde ihbar olduğunun belirtilmesi üzerine Cumhuriyet Savcılığının arama kararı verilmesi yönündeki talebiyle evrakın gönderildiği Bozdoğan Sulh Ceza Mahkemesince 05.11.2010 tarihinde Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 5, 6 ve 7. maddelerine göre mâkul şüpheyi içermediği gerekçesiyle arama, muhafaza altına alma ve elkoyma talebinin reddine karar verildiği,
Cumhuriyet savcısı tarafından bu karara karşı itiraz kanun yoluna başvurulmaksızın, bir gün sonra 06.11.2010 tarihinde uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti suçları nedeniyle gecikmesinde sakınca bulunduğundan bahisle yazılı arama emri verildiği, arama emrinin ekinde sanıkla ilgili ihbar tutanağı ile ekonomik ve sosyal durum araştırma tutanağının yer aldığı,
05.11.2010 tarihli araştırma tutanağında; sanığın maddi durumunun geçmiş yıllara nazaran zayıf olduğu, kendi halinde fidan satarak ve balıkçılık yaparak geçimini sağladığı, fakat son 6-7 aydır durumunda gözle görülür değişmeler olduğu, oğlu Yılmaz Gülhan isimli şahsa Fort Transit marka kapalı kasa kamyonet aldığı, oğlunun balıkçılık yapmaya başladığı, giyim kuşamının eskisine nazaran daha temiz ve yeni olduğu, ayrıca haftanın 3-4 gecesi alkollü yerlerde içki içip yemek yediği, böylelikle hal ve hareketlerinde değişmeler fark edildiğinin belirtildiği,
İhbar tutanağında; 05.11.2010 günü saat 16.00 sıralarında görevlileri arayan bir erkek şahsın Kemer Köyünden Fidancı Hasan ismindeki şahsın eski evinin girişinde sağ tarafta bulunan döşeme tahtalarının altında çuval içinde ve toprağa gömülü bir şekilde esrar bulundurduğu ve adı geçenden bir şahsın 250 gram esrar aldığını bildirmesi üzerine telefon görüşmesinin sonlandırıldığı bilgilerinin yer aldığı,
Sulh Ceza Mahkemesince bir gün önce arama talebi reddedilmiş olduğu halde, 05.11.2010 tarihli ihbar ve araştırma tutanakları esas alınarak Cumhuriyet savcısınca verilen yazılı arama emri uyarınca sanığın evinde arama yapıldığı,
Olay yeri görgü ve tespit tutanağında, 05.11.2010 günü saat 16.00 sıralarında Jandarma Komutanlığını arayan erkek bir şahsın …’ın evinde kubar esrar olduğu bilgisini vermesi üzerine, 06.11.2010 günü Cumhuriyet Başsavcılığının 2010/990 soruşturma sayılı yazılı arama emrine dayanılarak saat 12.00 de sanığın evine gidildiği, sanığın zeytin toplamaya gitmiş olduğu ve evinde 24 yaşındaki oğlu Yılmaz Gülhan’ın bulunduğu, oğlunun arama yapabileceklerini beyan etmesi üzerine yapılan aramada esrar ya da başka bir uyuşturucu veya uyarıcı maddeye rastlanmadığı, 6136 sayılı Kanuna göre yasak niteliği haiz kurusıkıdan çevrilme tabanca ve şarjörü ile 25 adet ses fişeği ve 4 adet MKE marka fişeğin ele geçtiği açıklamalarının bulunduğu,
Aynı gün Bozdoğan Sulh Ceza Mahkemesince 2010/169 Değişik iş sayı ile arama ve elkoyma işlemlerinin onaylanmasına karar verildiği,
Sanığın 6136 sayılı Kanunun 13/3. maddesi uyarınca cezalandırılması talebiyle açılan kamu davasının yargılaması sonucunda, yerel mahkemece arama kararının usulüne uygun bulunmadığı kabul edilerek, hukuka uygun delil mevcut olmadığından bahisle beraat kararı verildiği,
Anlaşılmaktadır.
1953 doğumlu ve sabıkasız olan sanık soruşturma aşamasında; arama sonucunda ele geçen tabancanın babasından kaldığını, düğünlerde kullanıldığını ve gerçek olmadığını söylerken, yargılama aşamasında; bir komşusunun aralarındaki husumet nedeniyle kendisi ile ilgili ihbarda bulunmuş olabileceğini, gereksiz yere şikâyet edilmesi sonucunda evinde esrar bulundurma iddiasıyla arama yapıldığını, babasından kalma av tüfeği ile oğlu tarafından satın alınan ve bozuk olan kurusıkıdan çevrilme tabancanın bulunduğunu, hayatı boyunca hiç esrar kullanmadığını ve evinde de bulundurmadığını savunmuştur.
1-) Cumhuriyet savcısının yazılı arama emri uyarınca sanığın evinde yapılan adli aramanın hukuka uygun olup olmadığı:
Esas itibarıyla soruşturma ve kovuşturma işlemleri, gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan usul kurallarına uygun olmalıdır. Bu bakımdan, somut olaydaki aramanın hukuka uygun olup olmadığı hususu, işlemin gerçekleştirildiği tarihte yürürlükte bulunan hükümler gözetilmek suretiyle belirlenmelidir.
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın “Cumhuriyetin nitelikleri” başlıklı 2. maddesinde; “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzuru, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk Devletidir”,
“Temel hak ve hürriyetlerin niteliği” başlıklı 12. maddesinde; “Herkes, kişiliğine bağlı, dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve hürriyetlere sahiptir”,
“Temel hak ve hürriyetlerin sınırlanması” başlıklı 13. maddesinde; “Temel hak ve hürriyetler, özlerine dokunulmaksızın yalnızca Anayasanın ilgili maddelerinde belirtilen sebeplere bağlı olarak ve ancak kanunla sınırlanabilir. Bu sınırlamalar, Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin ve laik Cumhuriyetin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırı olamaz”,
“Özel Hayatın Gizliliği” başlıklı 20. maddesinde;
“Herkes, özel hayatına ve aile hayatına saygı gösterilmesini isteme hakkına sahiptir. Özel hayatın ve aile hayatının gizliliğine dokunulamaz.
Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak, usulüne göre verilmiş hâkim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları ve eşyası aranamaz ve bunlara el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar.
Herkes, kendisiyle ilgili kişisel verilerin korunmasını isteme hakkına sahiptir. Bu hak; kişinin kendisiyle ilgili kişisel veriler hakkında bilgilendirilme, bu verilere erişme, bunların düzeltilmesini veya silinmesini talep etme ve amaçları doğrultusunda kullanılıp kullanılmadığını öğrenmeyi de kapsar. Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir”,
“Konut dokunulmazlığı” başlıklı 21. maddesinde de; “Kimsenin konutuna dokunulamaz. Milli güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi, genel sağlık ve genel ahlakın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak usulüne göre verilmiş hakim kararı olmadıkça; yine bu sebeplere bağlı olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde de kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin konutuna girilemez, arama yapılamaz ve buradaki eşyaya el konulamaz. Yetkili merciin kararı yirmidört saat içinde görevli hakimin onayına sunulur. Hakim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi halde, el koyma kendiliğinden kalkar”,
“Suç ve cezalara ilişkin esaslar” başlıklı 38. maddesinin 6. fıkrasında ise; “Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular, delil olarak kabul edilemez”,
Hükümlerine yer verilmiştir.
Anayasa’nın 90. maddesine 07.5.2004 tarih ve 5170 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle “Usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalarla kanunların aynı konuda farklı hükümler içermesi nedeniyle çıkabilecek uyuşmazlıklarda milletlerarası antlaşma hükümleri esas alınır” cümlesi eklendiğinden, aramaya ilişkin olup ülkemiz yönünden de geçerliliği bulunan uluslararası sözleşmelerin de gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin “Özel hayatın ve aile hayatının korunması” başlıklı 8. maddesinde;
“1. Her şahıs hususi ve ailevi hayatına, meskenine ve muhaberatına hürmet edilmesi hakkına maliktir.
2. Bu hakların kullanılmasına resmi bir makamın müdahalesi demokratik bir cemiyette ancak milli güvenlik, amme emniyeti, memleketin iktisadi refahı, nizamın muhafazası, suçların önlenmesi, sağlığın veya ahlâkın ve başkasının hak ve hürriyetlerinin korunması için zaruri bulunduğu derecede ve kanunla derpiş edilmesi şartıyla vuku bulabilir”,
Birleşmiş Milletler Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesinin “Mahremiyet hakkı” başlıklı 17. maddesinde;
“1. Hiç kimsenin özel ve aile yaşamına, konutuna veya haberleşmesine keyfi veya hukuka aykırı olarak müdahale edilemez; onuru veya itibarı hukuka aykırı saldırılara maruz bırakılamaz.
2. Herkes bu tür saldırılarak veya müdahalelere karşı hukuk tarafından korunma hakkına sahiptir”,
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Bildirgesinin 12. maddesinde ise;
“Hiç kimse özel hayatı, ailesi meskeni veya yazışması hususlarında keyfi karışmalara şeref ve şöhretine karşı tecavüzlere maruz kalamaz. Herkesin bu karışma ve tecavüzlere karşı kanun ile korunmaya hakkı vardır” hükümleri yer almaktadır.
Bu düzenlemeler ile herkesin özel – aile hayatı, konutu ve haberleşmesi koruma altına alınarak, bu haklara getirilecek sınırlamaların sebep ve ölçülerinin de kanunla düzenleneceği belirtilmiştir.
Ceza muhakemesi, Anayasa ve sözleşmelerle koruma altına alınan yukarıda yer verilen hak ve hürriyetlere müdahaleyi haklı kılan bir amaç olarak kabul edilmektedir. Ancak ceza muhakemesinde maddî gerçek araştırılırken Anayasa ve Sözleşmedeki ilkeler ışığında öngörülmüş hukuk kurallarına uygun davranılacak, kanunla yapılacak sınırlamalar Anayasanın sözüne ve ruhuna, demokratik toplum düzeninin gereklerine ve ölçülülük ilkesine aykırılık oluşturulmayacaktır.
Bu genel açıklamalardan sonra uyuşmazlık konusu muhakeme işlemi olan arama kavramı üzerinde durulması ve adli aramaya ilişkin hükümlerin gözden geçirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Gizli, saklı olan bir şeyin ortaya çıkarılması için yürütülen bir faaliyet olan arama, Türk Dil Kurumu Türkçe Sözlüğünde, “arama işi, taharri” ve “sanığın yakalanması ve suç belgelerinin elde edilmesi için bir kimsenin evinde, işyerinde, üzerinde veya eşyasında yapılan araştırma işlemi” şeklinde tanımlanmıştır. (Türkçe Sözlük, Türk Dil Kurumu Yayınları, Ankara, 2009, s.113)
Hukukumuzda da arama genel olarak; suç delillerinin elde edilmesi, suçların işlenmesinin önüne geçilmesi, şüpheli, sanık ya da hükümlünün yakalanması amacıyla belirli yerlerde, şüpheli, sanık ya da üçüncü kişinin konutunda, işyerinde, ona ait diğer yerlerde, eşyasında ya da üzerinde yapılan araştırma işlemi olarak tanımlanmaktadır.
Amacına göre ise; suçların önlenmesine yönelik yapılan ve suç şüphesi altında olmayan kişilerle ilgili olan önleme araması, ceza muhakemesinin gayesine erişilmesi maksadıyla suç delillerinin elde edilmesi ya da suçlunun tespitine yönelik olarak suç işlediğinden şüphelenilen kişinin ya da üçüncü bir kişinin planlı bir şekilde aranması olan adli arama olmak üzere iki farklı kategoride mütalaa edilmektedir.
5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun Birinci Kitap, “Koruma Tedbirleri” başlıklı Dördüncü Kısımda, “Arama ve elkoyma” başlıklı Dördüncü Bölümde düzenlenen “Şüpheli veya sanıkla ilgili arama” başlıklı 116. maddesi arama işleminin yapıldığı tarihte; “Yakalanabileceği veya suç delillerinin elde edilebileceği hususunda makul şüphe varsa; şüphelinin veya sanığın üstü, eşyası, konutu, işyeri veya ona ait diğer yerler aranabilir”,
“Arama kararı” başlıklı 119. maddesi ise; “(1) Hâkim kararı üzerine veya gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlileri arama yapabilirler. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda arama, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabilir. Kolluk amirinin yazılı emri ile yapılan arama sonuçları Cumhuriyet Başsavcılığına derhal bildirilir.
(2) Arama karar veya emrinde;
a) Aramanın nedenini oluşturan fiil,
b) Aranılacak kişi, aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresi ya da eşya,
c) Karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi,
Açıkça gösterilir.
(3) Arama tutanağına işlemi yapanların açık kimlikleri yazılır.
(4) Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya diğer kapalı yerlerde arama yapabilmek için o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulur.
(5) Askerî mahallerde yapılacak arama, Cumhuriyet savcısının istem ve katılımıyla askerî makamlar tarafından yerine getirilir” hükümlerini içermektedir.
Aynı kanunun 138. maddesinde de; arama sırasında yapılmakta olan soruşturma ya da kovuşturma ile ilgisi olmayan ancak bir diğer suçun işlendiği şüphesi uyandırabilecek bir delil elde edilirse, tesadüfen elde edilen bu delilin koruma altına alınarak durumun derhal Cumhuriyet savcılığına bildirileceği hüküm altına alınmıştır.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 5. maddesinde adli arama; “bir suç işlemek veya buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin, saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalan­ması ve suçun iz, eser, emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin, özel hayatının ve aile hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, etrafı çevrili diğer mahallerinde, üzerinde, özel kâğıtlarında, eşyasında, aracında Ceza Muhakemeleri Usulü Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir” şeklinde tanımlanmış, “Adli aramalara karar ve emir verme yetkisi” başlıklı 7. maddesinde ise; “Adlî aramaya karar vermek yetkisi hâkimindir. Kolluk, arama kararı alınması için makul şüphe sebeplerini belirten ayrıntılı ve gerekçeli bir rapor hazırlar ve Cumhuriyet savcısına başvurur.
Gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri veya bu emrin alınamadığı hâllerde ise kolluk amirinin yazılı emri bulunmadıkça; kimsenin üstü, özel kâğıtları, eşyası ve aracı aranamaz, konutuna girilemez ve buradaki eşyaya el konulamaz.
Cumhuriyet başsavcılıklarınca, arama ile ilgili kararları vermek üzere, yirmidört saat süreyle bir nöbetçi Cumhuriyet savcısı görevlendirilir.
Yetkili merciin yazılı emri yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına sunulur.
Hâkim, kararını el koymadan itibaren kırksekiz saat içinde açıklar; aksi hâlde, el koyma kendiliğinden kalkar” hükmüne yer verilmiştir.
Ceza muhakemesinde suç ve suçlunun belirlenmesi ve delillerin toplanmasına yönelik olarak başvurulan bir koruma tedbiri olan adli arama kural olarak hakim kararıyla mümkündür. Cumhuriyet savcıları ile onun yardımcısı sıfatıyla emirlerini yerine getirmekle görevli kolluğun arama emri yetkisi istisnai olup, bu yetkinin doğması için bir ön şart olarak, gecikmesinde sakınca bulunan halin gerçekleşmesi gerekir. Gecikmede sakınca bulunduğundan söz edebilmek için de, ilgilinin hâkime başvurup karar aldıktan sonra tedbiri uygulamak istemesi halinde o tedbirin uygulanamaz duruma düşmesi ya da uygulanması halinde dahi beklenen faydayı vermemesi söz konusu olmalıdır.
Görüldüğü gibi, temel hak ve özgürlükleri ihlal etme keyfiyeti nedeniyle adli aramaya karar verme yetkisi esasen hakime ait olup, bu durum hukuk devleti olmanın bir gereğidir. Hâkim arama işleminin hem kanuna hem de amacına uygunluğunu gözeterek karar verecektir. Bununla birlikte istisnai olarak gecikmesinde sakınca bulunan hallerde hâkim kararı olmaksızın Cumhuriyet savcısının, Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile kolluk görevlilerinin arama yapabilecekleri, fakat konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı alanlarda aramanın, hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile yapılabileceği kabul edilmiştir.
Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 4. maddesinde gecikmesinde sakınca bulunan hâl adli aramalar bakımından; “derhâl işlem yapılmadığı takdirde suçun iz, eser, emare ve delillerinin kaybolması veya şüphelinin kaçması veya kimliğinin tespit edilememesi ihtimâlinin ortaya çıkması ve gerektiğinde hâkimden karar almak için vakit bulunmaması hâlini”, önleme aramaları bakımından ise; “derhâl işlem yapılmadığı takdirde, millî güvenlik ve kamu düzeninin, genel sağlık ve genel ahlâkın veya başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunmasının tehlikeye girmesi veya zarar görmesi, suç işlenmesinin önlenememesi, taşınması veya bulundurulması yasak olan her türlü silâh, patlayıcı madde veya eşyanın tespit edilememesi ihtimâlinin ortaya çıkması ve gerektiğinde hâkimden karar almak için vakit bulunmaması hâlini ifade eder” şeklinde tanımlanmıştır.
Gecikmede sakınca bulunmasından, delillerin karartılması endişesi, şüpheli ya da sanığın kaçma tehlikesi veya aramanın amaçları açısından bir zarar doğması riskinin bulunması nedeniyle, hâkime gidilmekle meydana gelebilecek zaman kaybının aramayı güçleştirmesi ya da imkansız hale getirmesi anlaşılmalıdır. Başka bir ifadeyle, bu halde hâkimden karar alınmasının beklenemeyeceği acele bir durum söz konusu olmalıdır.
Bu konuda öğretide; “Gecikmesinde sakınca bulunmayan bir halde Cumhuriyet savcısının emriyle arama yapılması hukuka aykırıdır” (Nur Centel – Hamide Zafer, Ceza Muhakemesi Hukuku, 11. Bası, Beta Yayınevi, İstanbul, 2014, s.390); “Arama kural olarak hakim kararıyla yapılabilir… Ancak kanunumuz kademeli olarak başka mercilere de bu yetkiyi vermiştir. Buna göre gecikmesinde sakınca bulunan hallerde savcının yazılı emri ile de yapılabilir” (Yener Ünver – Hakan Hakeri, Ceza Muhakemesi Hukuku, 3. Bası, Adalet Yayınevi, Ankara, 2010, s.385,); “Gecikmesinde sakıncalı durum, derhal işlem yapılmadığı takdirde, suçun delillerinin ortadan kaybolması olasılığının ortaya çıkması halini ifade etmektedir” (Osman Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, 4. Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara, 2009, s.908); “Hakimden karar almadan evde adli arama ve elkoyma yapılamaz. Hakimden karar almaya vakit yoksa Cumhuriyet savcısının yazılı emri istenir” (Nurullah Kunter – Feridun Yenisey – Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi Hukuku, 16. Bası, Beta Yayınevi, İstanbul, 2007, s.1002); “Gecikmede tehlike umulan hallerde savcı ve kolluğa arama yapabilme yetkisi tanıyan hüküm, her ne kadar belli bir ihtiyacı karşılasa da son derece dikkatli ve titiz kullanılmalıdır. Aksi halde yasanın getirdiği bu düzenleme hukuk devleti ilkesini ihlal edebilir. Zira arama bir yargı kararından önce temel hak ve hürriyetleri askıya alan bir koruma tedbiridir. Gecikmede sakınca terimi son derece geniş ve müphem ifadesiyle her zaman kötüye kullanmaya elverişlidir. Esasen her arama için gecikmede tehlike olduğu söylenebilir. Bu bakımdan hakimlere bu tür kararların denetlenmesi bakımından büyük iş düşmektedir” (Veli Özer Özbek, Ceza Muhakemesi Hukukunda Koruma Tedbiri Olarak Arama, Seçkin Yayınevi, Ankara, 1999, s. 74-75) şeklinde görüşler ileri sürülmüştür.
Görüldüğü üzere, arama işlemi derhal yapılmadığında sonradan yapılması imkansız veya anlamsız hale gelecekse ya da işlemle hedeflenen amaçlara ulaşılması fazlasıyla zorlaşacaksa gecikmesinde sakınca bulunan halin varlığı kabul edilmelidir. Şüphelinin saklandığı yerin belli olmasına karşın kısa süre içinde oradan ayrılacağına ilişkin ek bilgi edinilmesi ya da delil araştırması yapılacak yerde delillerin yok edilmeye başlanacağına ilişkin duyum alınması gibi gecikmesinde sakınca bulunan hallerde, Cumhuriyet savcısı tarafından verilen arama emri hukuka uygun iken, aksi halde, yani gecikmesinde sakınca bulunan halin söz konusu olmadığı durumlarda ise Cumhuriyet savcısının arama emri vermesine ilişkin şartlar oluşmadığından, arama emri hukuka aykırı olacağı gibi arama sonucunda elde edilen delil ya da deliller de hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delil olacaktır. Bu şekildeki arama işleminden sonra ele geçen ve ispat aracı olarak yararlı görülen değerlere ilişkin elkoyma işleminin sulh ceza hakimi tarafından onaylanması da arama işlemini geriye dönük olarak hukuka uygun hale getirmeyecektir.
Öte yandan, ceza muhakemesi hukukumuzda delillerle ilgili geçerli ilke, “delil serbestisi” olduğundan, herşey delil olarak kabul edilebilmektedir. 5271 sayılı CMK’nun 217. maddesinde; “1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir” şeklindeki hükme yer verilerek, toplanan delillerin hakim tarafından serbestçe ve vicdani kanaate göre tekdir edileceği belirtilmiştir. Ancak hem “delil serbestisi” hem de “delillerin hâkimlerin kanaatine göre takdir edilmesi” ilkelerinin belli sınırları bulunmaktadır. Bunlardan biri, mahkemenin, ancak hukukun izin verdiği yöntemlerle elde edilen delilleri dikkate alabilecek olmasıdır.
Anılan kanunun 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde; ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması halinde reddolunacağı ifade edilerek, hukuka uygun olarak elde edilmeyen delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı açıklanmıştır. Kaldı ki, aynı kanunun 230. maddenin birinci fıkrası uyarınca, mahkûmiyet hükmünün gerekçesinde, delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi, hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi; bu kapsamda dosya içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve açıkça gösterilmesi de zorunludur.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Suç tarihinde sanığın esrar bulundurduğu yönünde ihbar olduğu belirtilerek arama talebinde bulunulması üzerine sulh ceza mahkemesince mâkul şüphe bulunmadığından bahisle talebin reddine karar verilmesine rağmen, bu karara karşı kanun yoluna müracaat edilmeksizin ertesi gün Cumhuriyet savcısı tarafından yazılı arama emri verilmesi üzerine sanığın evinde yapılan arama sonucunda ihbara konu uyuşturucu maddeye rastlanmayan, ancak kuru sıkıdan çevrilme tabanca ve fişekleri ele geçirilen olayda; sanığın esrar bulundurduğu yönünde gelen ihbar üzerine Cumhuriyet savcısı tarafından verilen arama emrinde uyuşturucu madde imal ve ticareti suçlaması nedeniyle gecikmesinde sakınca bulunduğu belirtilmiş ise de; ihbar içeriği ya da araştırma tutanağına göre, şüphelinin kısa bir süre içinde ikametinden ayrılacağı, bulundurduğu iddia edilen esrarı elinden çıkaracağı ya da yok edeceği yönünde ek bilgi edinilmediği gibi, gecikmesinde sakınca bulunan halin kabulü için hakime başvurulup arama kararı talep edilmesi halinde delillerin kaybolacağı veya bu tedbirin uygulanamaz hale geleceği hususunda başkaca somut olgular da ortaya konulmamış ve ilçe merkezindeki hakimden karar alınması halinde ne gibi telafisi mümkün olmayan sonuçların ortaya çıkacağını gösteren ve aciliyeti haklı kılan herhangi bir halden söz edilmemiştir.
Esrar bulundurduğu yönünde gelen ihbar üzerine, hakim kararı alınmaksızın yapılan aramada ele geçen suça konu kurusıkıdan çevrilme tabancaya elkonulmuş ise de, arama emrinin verilmesinden bir gün önce arama kararı verilmesi talebinin sulh ceza hakimi tarafından reddedildiği ve bu karara karşı kanun yoluna başvurulmadığı gibi, gerçekleştirilen arama için hakim kararı alınmasının ya da hakim tarafından verilen ret kararına karşı kanun yoluna başvurulmasının gecikmeye neden olacağı ve bunun da telafisi mümkün olmayan sonuçlar doğuracağını düşündürecek bir belge ve bilgi de dosyada mevcut değildir. Dolayısıyla, Cumhuriyet savcısının arama konusundaki istisnai yetkisinin doğabilmesi için gereken kanuni şartlar oluşmadan, verilen arama emri ile buna dayalı olarak gerçekleştirilen arama işleminin hukuka aykırı olduğu ve arama sonucu elde edilen suça konu tabanca ve eklerinin de hukuka aykırı yöntemlerle elde edilmiş delil olduğunun kabulünde zorunluluk bulunmaktadır.
Bu itibarla; sanığın evinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işlemi sonucu elde edilen maddi delil ile buna ilişkin düzenlenen tutanağın, yerel mahkemece hükme esas alınmaması isabetlidir.
Bu konuda çoğunluk görüşüne katılmayan bir Genel Kurul Üyesi; “Cumhuriyet savcısı tarafından gecikmesinde sakınca bulunduğundan bahisle verilen yazılı arama emri uyarınca yapılan arama işleminin hukuka uygun olduğu” düşüncesiyle karşı oy kullanmıştır.
2-) Hukuka aykırı olarak yapıldığı kabul edilen aramada elde edilen maddi delil dışındaki diğer delillerin somut olayda mahkûmiyet için yeterli olup olmadığına gelince;
Amacı isnada konu maddi gerçeği ortaya çıkarmak olan ceza muhakemesinde, somut olaya münhasır delillerden biri de “beyan” delilidir. Beyan, tanığa, sanığa veya sanığın dışındaki taraflardan birine ait olabilir. Sanığın isnat bakımından önemli görülen olayları beyanıyla kabul etmesi şeklinde tanımlanabilecek olan ikrar; eylem hakkında en çok bilgisi bulunanın beyanı olması, soruşturmayı esaslı surette kolaylaştırması, özgür iradeyle verilip gerçeğe de uygun olduğunun saptanması halinde hâkimin vicdani kanaatinin oluşumunda olumlu katkısının bulunması itibariyle önemli bir sübut vasıtasıdır.
1412 sayılı Ceza Muhakemeleri Usulü Kanununda öngörülen sistemde, ikrarın delil oluşturması bakımından, hakim huzurunda olup olmaması arasında fark öngörülmüş ve bunlardan sadece hakim huzurunda yapılanına delil değeri tanınmıştır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 213. maddesinde ise; sanığın hakim veya mahkeme huzurunda yaptığı açıklamalar ile Cumhuriyet savcıları tarafından alınan ifadelerin duruşmada okunabilmesi kabul edilerek, savcı tarafından alınan ifadelere de delil olma değeri tanınmıştır. Buna karşılık, şüphelinin kollukça alınan ifadesine ilişkin tutanağın duruşmada okunabilmesi için, kollukta ifade alındığı sırada müdafiin hazır bulunması şartı aranmıştır. Görüldüğü gibi, her iki kanuni düzenlemede de, hâkim önündeki ikrarın delil değeri kabul edilmiştir.
Ancak, vicdani kanıt sisteminin geçerli bulunduğu ceza muhakemesi hukukumuzda, özgür iradeye dayalı olan ikrarın da, dosyada varlığını koruyan diğer tüm deliller gibi hâkim tarafından serbestçe takdir edilip değerlendirilmesi gerekecektir.
Gerçekten de, bir kimsenin suçlu olmadığı halde kendisini suçlu sayması veya bir başkasının suçunu kabullenmesi mümkündür. O halde, ikrarın hangi aşamada gerçekleştiği ve özgür iradeye dayalı olup olmadığı, ikrarda bulunanın beyanın ciddiyetini ve bundan doğacak sonuçları bilip bilmediği, ikrarın başkaca deliller veya emarelerle desteklenip desteklenmediği, hayatın olağan akışına uygun düşüp düşmediği, şüpheden arınmışlığını ve belirliliğini zayıflatacak biçimde ikrardan dönülüp dönülmediği gibi hususlar da gözönünde bulundurulmak suretiyle, somut olaydaki ikrarın delil değeri ortaya konulmalı ve ispat sorunu bu şekilde çözümlenmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Hukuka uygun olmayan arama işlemi sonucunda ele geçen delillerin hükme esas alınamayacağının belirlendiği olayda; 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçunda, ruhsatsız tabanca suçun maddî konusu olup, arama işleminin hukuka aykırı yapılması nedeniyle ele geçirilen ruhsatsız tabancanın hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olmasından dolayı hükme esas alınmayacağının kabulü karşısında, başkaca maddi delillerle desteklenmeyen ikrara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması usul ve kanuna aykırıdır. Zira söz konusu tabanca elde edilip atışa elverişliliği ve kanuna aykırılığı uzman bilirkişi raporu ile belirlenmeden 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçunun oluştuğu kabul edilemeyecektir.
Kaldı ki evinde suç konusu tabanca ile av tüfeği ele geçen sanığın, soruşturma aşamasında tabancanın babasından kaldığını belirtmesine karşın, kovuşturma aşamasında av tüfeğinin babasından kaldığını, ancak tabancanın aynı evde birlikte yaşadığı oğlu tarafından satın alındığını savunarak önceki beyanından döndüğü sabit olup, ruhsatsız tabanca bulundurma suçuna ilişkin olarak sanığın istikrarlı bir kabulünün bulunduğu da söylenemeyecektir.
Bu nedenle, dosyadaki hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutulması halinde, kovuşturma aşamasında döndüğü, başkaca maddi delille desteklenmeyen soruşturma aşamasındaki ikrara dayalı olarak sanığın mahkûmiyetine karar verilmesine imkan bulunmamaktadır.
Bu itibarla, sanığın beraatine ilişkin yerel mahkeme direnme hükmü isabetli olup onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …; “Sayın çoğunluk arama kararının hukuka uygun olmadığı gerekçesi ile yerel mahkemenin beraat kararını oyçokluğu ile onamış ise de verilen onama kararına katılmıyorum.
Öncelikle arama kararının reddine dair karar 05.11.2010 cuma günü verilmiş, önceki arama talebinden farklı olarak bir ihbar tutanağı ekiyle Cumhuriyet Savcısının tatil günü olan 06.11.2010 tarihinde verdiği arama kararına istinaden bir arama yapılmış, aramanın reddine karar veren Hakim Mehmet Kara tarafından arama kararının onaylanmasına karar verilmiş yapılan arama sonucu da sanığın evinde ruhsatsız silah bulunmuş, sanık hem hazırlıkta, hem de bozma sonrası mahkemede tabancanın babasından kaldığını söylemiştir. Hazırlıkta alınan ifadenin müdafii huzurunda alınmaması nedeniyle geçerli olmasa dahi bozma sonrası sanık silahın babasında kaldığını söyleyerek suçunu ikrar etmiştir. Dolayısıyla yeni bir durum ortaya çıktığından dosyanın dairesine gönderilmesi gerekirdi. Kaldı ki sanığın hazırlıktaki ikrarı da hukuka aykırı değildir. Zira, müdafii hazır olmaksızın kollukça alınan ifadenin mahkeme huzurunda doğrulanmadıkçı hükme esas alınmayacağına dair CMUK’nun 148/4. fıkra müdafii zorunluluğu olan haller içindir. Somut olayda CMK’nun 150. maddesinde belirtilen şartlar mevcut olmadığından sanığa müdafii tayini zorunlu değildir. Müdafii zorunluluğu olmayan hallerde sanık talebi olmadığı müddetçe yasal hakkı hatırlatırılarak müdafii olmaksızın ifadesi alınır. Olayımızda da hazırlıkta sanığın yasal hakları hatırlatılarak ifadesi alınmıştır.
İzah edilen nedenlerle beraate ilişkin direnme kararının bozulması gerektiği düşüncesiyle çoğunluğun onama kararına katılmıyorum” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul Üyesi de; “Sanığın ikrarının mahkûmiyetine yeterli delil olması nedeniyle yerel mahkeme hükmünün bozulmasına karar verilmesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Usul ve kanuna uygun bulunan Bozdoğan Sulh Ceza Mahkemesinin 02.04.2013 gün ve 63-124 sayılı direnme hükmünün ONANMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmesi amacıyla Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 25.11.2014 tarihinde yapılan müzakerede her iki uyuşmazlık yönüyle de oyçokluğuyla karar verildi.