Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2014/126 E. 2016/207 K. 26.04.2016 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2014/126
KARAR NO : 2016/207
KARAR TARİHİ : 26.04.2016

Mahkemesi : …. Çocuk Ağır Ceza
Sanık hakkında tasarlayarak kasten öldürme suçundan açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda eyleminin kasten yaralama suçunu oluşturduğu kabul edilerek TCK’nun 86/1, 86/3-e, 87/3, 31/3. maddeleri uyarınca 2 yıl 6 ay hapis; 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan ise aynı kanunun 13/1 ve TCK’nun 31/3. maddeleri uyarınca 1 yıl 4 ay hapis ve 300 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, … Çocuk Ağır Ceza Mahkemesince verilen … gün ve …-…. sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı, katılan vekili ve sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay … Ceza Dairesince …. gün ve …-… sayı ile;
“Katılanın olay günü olan 21.11.2006 tarihinde aracına bindiği, ancak henüz aracını çalıştırıp hareket etmeden önce tabanca ile aracın sol tarafından dört el ateş edilmek suretiyle yaralandığı, katılanın faili görmediği, bir kısım tanıkların da faili arkasından görmesi nedeniyle teşhiste bulunamadıkları, bu nedenle olayın bir süre faili meçhul olarak kaldığı, olaydan yaklaşık 20 gün sonra katılanın kardeşi tanık …’in karakola giderek, ‘yaptığı araştırmada yaralı katılanı hastaneye götürenlerden tanık … ile konuştuğu sırada, tanık …’ın suçu işleyeni gördüğünü, kendisinin de yaklaşık bir buçuk yıl önce kavga etmeleri nedeniyle olayı yapmasından şüphelendiği sanığın da içinde bulunduğu akrabalarını tanığa gösterdiğinde, tanığın sanığı göstererek bu kişi ateş edene benziyor dediğini’ söylediği, bunun üzerine ilk kez 10.12.2006 tarihinde tanık olarak dinlenen …, karakol ve Cumhuriyet savcılığı beyanlarında olay günü silah sesinden sonra baktığında, elinde tabanca ile kaçan kişinin sanık olduğunu gördüğünü söylediği, ancak usulüne uygun bir teşhisin bulunmadığı, daha sonra yargılama aşamasında, karakol ve savcılık beyanlarını inkâr ederek, olaydan sonra elinde tabanca ile kaçan kişinin mahkemede gördüğü sanık olmadığını ifade ettiği, sanığın ise istikrarlı şekilde suçu inkâr ederek, olay günü tanık … …’a ait işyerinde çalıştığını beyan ettiği, savunma tanığı … …’ın da sanığı doğruladığı olayda; tanık …’ın çelişkili anlatımından başka sanığın üzerine atılı suçu işlediğine ilişkin cezalandırılmasına yeter kesin kanıt bulunmadığı, suçu sanığın işlediği hususundaki şüphenin yenilemediği, bu nedenle, şüpheden sanık yararlanır ilkesi uyarınca sanığın beraatına karar verilmesi yerine, delillerin hatalı takdir edilmesi suretiyle mahkûmiyetine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına oy çokluğu ile karar verilmiş,
Daire Üyesi …;
“Katılan mağdur … 21.11.2006 tarihinde, aracına bindiği, ancak henüz hareket etmeden önce tabancayla aracın sol tarafından dört el ateş edilmek suretiyle yaralandığı, katılanın faili görmediği, olayın tanığı olduğu anlaşılan … adlı kişinin sanığı kaçarken gördüğü, ayrıntılı eşkâl verdiği, kendisine gösterilen sanık için ‘işte bu kişi’ dediği, ancak sonradan etki altında açıklamalarını geri aldığı anlaşılmıştır.
Olaydan iki yıl kadar önce gerçekleşen olayda katılan ile sanık tarafın aileleri arasında çıkan kavgada sanığın babasının ciddi bir biçimde yaralandığı anlaşılmıştır. Bu nedenle ortada bir husumet bulunmaktadır. Öte yandan tanık …’ın soruşturma aşamasında sanığın eşkâlini ayrıntılı bir biçimde vermiş olması sanığı yeterince gördüğünü göstermektedir. Nitekim kendisine gösterildiğinde sanığı tanımıştır. Gösterdiği mekân tanıkları sanığı doğrulamamıştır. Esas mahkemesi kanıtlarla doğrudan yüz yüze gelmiş, onları değerlendirmiş ve suçun sanık tarafından işlendiğine vicdani kanaat getirmiştir. Suçun işlenmediğini söyleyen sayın çoğunluk doğrudan takdir yetkisi kullanarak esas mahkemesinin takdir hakkını yok saymıştır.
Öte yandan sanığın babasının yaralanmasına ilişkin … Asliye Ceza Mahkemesinin 2006/766 sayılı dava dosyası incelendikten sonra sanık hakkında tahrik hükümlerinin uygulanıp uygulanmayacağının tartışılmaması yönünden karar bozulmalıdır.
Yukarıda açıklanan nedenlerle sadece suçun sanık tarafından işlenmediği yönünden kararın bozulmasına ilişkin sayın çoğunluğun görüşüne karşıyım”,
Daire Üyesi … ise;
“Olayın tek görgü tanığı ve anlatımı somut dosyada elverişli kanıt olarak değerlendirilmesi gereken tanık … …, yargılama aşamasında ifadesinden dönmüş ise de 10.12.2006 tarihinde kollukta ve Cumhuriyet savcısı huzurundaki anlatımında, kimlik bilgilerinin ve ifadesinin gizli kalması kaydıyla ‘silah sesi duyması üzerine sesin geldiği yöne baktığında elindeki silahla olay yerinden kaçan kişinin … olduğunu’ bildirmesi karşısında ayrıca, tanık ile sanık arasında suç isnadını gerektirecek bir husumet ve anlaşmazlığın, bulunmaması hususu da gözetilip birlikte değerlendirildiğinde sanığın atılı adam öldürmeye teşebbüs ve 6136 sayılı yasaya muhalefet suçlarından cezalandırılmasına karar verilmesi gerektiği kanaatinde olduğumdan sanığın beraatine dair çoğunluk görüşüne katılmamaktayım” şeklinde karşı oy kullanmışlardır.
…. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesi ise … gün ve … sayı ile ;
“…Sanığın aşama savunmaları kendi içerisinde tutarsız olup, savunma tanığı … …’ın beyanlarına da uymamakta, yine savunma tanığı … …’in faili sırtından gördüğüne dair beyanları da yeterli açıklık ve inandırıcılıktan uzak bulunmaktadır.
Herhangi bir tartışma ortamının ve başkaca nedenin bulunmadığı aşamada, sübuta eren şekilde katılan mağdura karşı böyle bir eylemin gerçekleştirilmesinin nedeni olabilecek başkaca bir husumet kaynağı olabilecek olay bulunmamaktadır.
Sanık olaydan bir buçuk iki yıl kadar önce hafriyat firması sahibi olan katılan mağdurun çalışanları ile babası ve diğer yakınları arasında meydana gelen kavgada babasının kötü bir şekilde yaralandığını bilmekte, uzun zaman zihnini meşgul eden bu olayın kendince müsebbibi olarak gördüğü mağdur …’u tanıma fırsatı elde ettiği ve ona karşı husumet beslediği anlaşılmaktadır.
Tanık … …, mağdurun kardeşi … …’un şüphelendiği şahıslar olarak gösterdiği, kardeşi ve babasıyla bir arada duran sanığı olay yerinden elinde silahla uzaklaşan şahsa benzettiği bilgisini vermiş, Cumhuriyet savcılığı ifadesinde de, sanığı elinde silahla uzaklaşırken gördüğü şahıs olarak teşhis ettiğini bildirmiştir” gerekçesiyle oy çokluğu ile direnerek, sanığın önceki hükümdeki gibi mahkûmiyetine karar vermiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay C.Başsavcılığının 03.03.2014 gün ve 36199 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığa yüklenen kasten yaralama ve 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçlarının sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkin ise de, 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçu yönünden dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği hususunun öncelikle ele alınıp değerlendirilmesi gerekmektedir.
Uyuşmazlık konularının ayrı ayrı ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
1-Sanığa yüklenen kasten yaralama suçunun sabit olup olmadığı:
İncelenen dosya kapsamından;
Katılan …’un 21.11.2006 günü saat 12.00 sıralarında Eyüp İlçesi, … Mahallesi, Girne Caddesi Numara 57’de bulunan … Mahallesi Muhtarlığı yakınında aracı içerisinde silahlı saldırıya uğrayıp yaralandığı,
Katılanın olay anında içinde bulunduğu 2006 model … marka jeep tarzı araçta yapılan incelemede sol ön kapı camında birbirine yakın mesafede 4 adet mermi giriş deliği bulunduğunun, camın tamamen çatladığının, ön koltukların oturma bölümünde, aracın sağında yerde ve arka kısmında tampon üzerinde kan izleri olduğunun, direksiyon simidi üzerinde saplanmış şekilde 1 adet deforme olmuş mermi gömleğinin, sağ ön kapı iç döşemesinde 1 adet mermi giriş deliğinin ve parçalanmış şekilde mermi çekirdeği olduğunun, aracın sol arka tekeri önünde ve yol üzerinde birer adet olmak üzere toplam 2 adet MKE yapımı 9 mm çapında boş kovan bulunduğunun tespit edildiği,
Katılanın sağ kalçasından ateşli silah ile yaralandığı, yapılan muayenesinde sağ gluteal bölgede orta kısımda 1,5 cm çapında kurşun deliği, dış yanında ise 3×3 cm yüzeysel sıyrık olduğu, çekilen grafide sağ asetabulum arka bölümde kırık ve kemik içerisinde deforme olmuş mermi çekirdeğinin bulunduğunun görüldüğü, mermi çekirdeğinin ameliyatla bulunduğu yerden çıkartıldığı, düzenlenen kati rapora göre; sağ kalçadan giren, asetabulumda kalan ve asetabulum arka kısmında açık kırığa neden olan ateşli silah yaralanmasının basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olmadığı, yaşamı tehlikeye sokan bir duruma neden olmadığı, oluşan kırığın hayat fonksiyonları üzerinde etkisinin orta (3). derecede olduğu, sağ kalçada cilt sıyrığına neden olan yaralanmanın ise basit tıbbi müdahale ile giderilebilecek ölçüde hafif nitelikte olduğu bilgilerine yer verildiği,
Faili meçhul bir şekilde soruşturulmaktayken olaydan 19 gün sonra 10.12.2006 tarihinde katılanın kardeşi … …’un karakola gelerek ağabeyi …’u silahla vurarak yaralayan şahsın önceden tanıdıkları ve aralarında husumet bulunan … olduğunu, olay esnasında olay yerinde bulunan … … isimli şahsın kendisini gördüğünü beyan etmesi üzerine sanığın aynı gün saat 18.30 sıralarında … Mahallesi sağlık ocağı merkezi önünde görülüp yakalandığı,
Sanık yakalandıktan sonra üstünde ve evinde arama yapıldığı ancak herhangi bir suç unsuruna rastlanmadığı,
Mahkemece kolluğa müzekkere yazılarak tanıkların dükkânlarının ve … Mahallesi Muhtarlığının olay yerine olan konum ve mesafelerinin belirlenmesi için ek kroki düzenlenmesinin istenildiğini, ilçe emniyet müdürlüğü görevlilerince istenilen şekilde ek kroki düzenlenip ayrıca fotoğraf çekimi de yapıldığı, çekilen fotoğrafa sağlık ocağı ile muhtarlıktan olay yerinin gözükmediği şeklinde not düşüldüğü,
Anlaşılmaktadır.
Katılan … olay günü saat 14:00’de hastanede alınan ilk ifadesinde; olay yerinde bulunan boş bir arsada hafriyat işi yaptıklarını, işi bittikten sonra aracına bindiği esnada sol tarafından aniden silah sesleri gelmeye başladığını, sağ koltuk üzerine eğildiğini, sağ kalçasında bir sızı hissettiğini, ateş kesilince doğrulup kendini ve etrafını kontrol ettiğinde kalçasından kan geldiğini, sol ön kapı camının kırık olduğunu, camda mermi çekirdeklerinin açtığı delikler olduğunu gördüğünü, kendisine ateş eden kimseyi görmediğini, şüphelendiği bir kimsenin olmadığını ancak hafriyatçılar derneğinin soruşturulmasını istediğini söylemiş,
Cumhuriyet savcılığında; …’i tanımadığını, 1 yıl kadar önce …’in babası ve amcalarıyla kendi çalışanları arasında bir kavga çıktığını, kavgada sanığın babasının yaralandığını, bu sebeple aralarında bir husumet bulunduğunu, 5-6 ay kadar önce sanığın amcası ile amcasının çocuklarının … Mahallesi civarında kendisini takip ettiklerini ancak bunu ciddiye almadığını, olay günü yaptıkları bir hafriyat işinin kontrolü için olay yerine gittiğini, işi bitip aracına bindikten sonra uzaklaşacağı sırada silah sesi ile birlikte camın patladığını, kurşunun sol çaprazından gelip direksiyona saplandığını, kendisini sağ koltuk üzerine attığını, ikinci kurşun üstünden geçip sağ kapıya saplandığını, üçüncü kurşunun kalçasına isabet ettiğini ancak cüzdanına saplandığını, dördüncü kurşunun da sağ kalçasına isabet edip kendisini yaraladığını, sağ kapıdan kendini dışarı attığını, etraftaki vatandaşlardan birinin kendisini hastaneye götürdüğünü, kendisini hastaneye götüren kişiyi tanımadığını ancak daha sonra bu şahsın sağlık ocağında çalışan biri olduğunu öğrendiğini, kardeşi …’in olaydan sonra yaptığı araştırmada … isimli tanığın kendisini vuran şahsı gördüğünü öğrendiğini, sanığın kastının kendisini öldürmek olduğunu belirtmiş,
Duruşmada; hafriyat işleri yaptığını, olay günü saat 12.25 sıralarında yaptıkları bir kazı işini kontrol etmek için olay yerine gittiğini, aracını park edip kazı yapılan alanı kontrol ettiğini, 3-5 dk süren bu işlemden sonra tekrar aracına binip çalıştıracağı esnada hafifçe öne doğru eğilmiş vaziyetteyken geriye yaslandığı anda ilk kurşunun yüzünün sol yanından geçtiğini, muhtemelen geriye çekilmiş olmasa merminin kafasına isabet edeceğini, olay anında aracın camlarının kapalı olduğunu, camlarda film kaplı olduğu için dışarıdan içerisinin görülemediğini, silah atışları sonucunda sol ön yan camın parçaları etrafa dağılacak biçimde kırılmadığını ancak kum gibi olup çatladığını, ilk atıştan sonra hemen sağ ön koltuğa doğru hamle yapıp koltuğun üzerine uzandığını, amacının hedef küçültmek olduğunu, bu şekilde davranması sonucunda ikinci kurşunun üstünden geçip sağ ön kapı içine saplandığını, üçüncü kurşunun sağ arka cebinde bulunan cüzdanına denk geldiğini ve orada saplanıp kaldığını, dördüncü kurşun ise sağ kalçasında cüzdanın kapladığı yerin dışındaki bir yere isabet edip kendisini yaraladığı, atışlar kesilince sağ kapıyı açarak kendini dışarı attığını, çevredeki insanlar tarafından sağlık ocağına götürüldüğünü, orada ilk müdahalenin yapıldığını daha sonra ambulansla hastaneye sevk edildiğini, bu olaydan bir sene kadar önce sanığın babası ve amcası ile kendi çalışanları arasında firmasına ait bir iş makinasının sokaktan geçmesiyle ilgili bir meseleden dolayı kavga çıktığını, o sırada kendisinin de kavga mahallinde olduğunu, sanığın babasının kavga sırasında kafasına aldığı darbeler sonucu beyin kanaması geçirdiğini, sanığın firmanın sahibi olması nedeniyle babasının yaralanmasından kendisini sorumlu tutmuş olabileceğini ancak sanığı suçlayamayacağını, kendisini yaralayan kişinin sanık olup olmadığını bilmediğini ifade etmiş,
Tanık … … kollukta; 21.11.2006 günü sabah saatlerinde ikametgâh belgesi almak için … Mahallesine gittiğini, muhtarlığın kapısı önünde beklerken 3-4 el silah sesi duyduğunu, döndüğünde elinde silah olan bir şahsın koşarak kaçtığını gördüğünü, kaçarken bir iki kez arkasına bakıp koşmaya devam ettiğini, ardından önceden tanıdığı …’un arabası içerisinde vurulduğunu anladığını, bu olaydan bir müddet sonra … …’un yanına gelerek kendisine şüphelendiği bir şahsı göstereceğini söylediğini, … ile beraber …’a gittiğini, …’in gösterdiği şahsın olay günü elinde silah ile olay yerinden kaçan şahsın bizzat kendisi olduğunu, bu şahsı o gün açık açık gördüğünü, ancak kim olduğunu bilmediğini, bir defa olay günü, bir de … kendisine gösterdiğinde gördüğünü beyan etmiş,
Cumhuriyet savcılığında; katılan …’u aynı semtte oturmaları ve zaman zaman abisinin işlettiği kahvehaneye gelmesi nedeniyle tanıdığını, sanığı ise önceden tanımadığını, olay günü saat 11.30 sıralarında ağabeyi Hacı ile birlikte ikametgâh belgesi almak için … Mahallesi Muhtarlığına gittiğini, kendisinin muhtarlığı önünde durduğunu, abisinin ise muhtarlığın içerisinde bulunduğunu, 3-4 el silah sesi duyduğunu, sesin geldiği yöne doğru baktığında bir şahsın elinde silahla koşarak kaçtığını gördüğünü, bu şahsın 20 yaşlarında, saçları uzun, yüzüne dökülen, seyrek saçlı, çakır gözlü bir erkek olduğunu, biraz ileride katılanın aracı içerisinde “vuruldum” diye bağırdığını, ağabeyi ve muhtar ile birlikte hemen katılanın yanına gidip kendisini sağlık ocağına götürdüklerini, olay yerinden kaçan şahsın şuan adliye koridorunda bulunan … olduğunu, …’in şikâyetçiyi vurduğunu görmediğini, sadece olay yerinden elinde silahla kaçarken gördüğünü dile getirmiş,
Duruşmada ise; olay günü gördüğü şahsın huzurdaki sanık olmadığını, gördüğü şahsın 20-25 yaşlarında daha büyük birisi olduğunu, ağabeyi ve muhtar ile birlikte katılanın yanına vardıklarında başkalarının katılanı araçtan indirip sağlık ocağına götürdüklerini gördüğünü, kendilerinin sadece onlara yardımcı olduğunu anlatmış,
Tanık … … kollukta; tanık …’a aralarında husumet bulunması nedeniyle abisini yaralayan kişi olduğundan şüphelendiği sanığı gösterdiğinde, abisi vurdurulduğu zaman elinde silahla kaçan şahsın bu kişi olduğunu söylemesi üzerine birlikte karakola geldiklerini ifade etmiş,
Duruşmada ise; tanık …’a sanığı, babasını ve kardeşini gösterdiğini, tanığın kendisine …’in olay gönü gördüğü şahsa benzediğini söylediğini belirtmiş,
Tanık … …; olay yerinin kendi iş yerinin hemen karşısı olduğunu, olayın gündüz saat 11.00 sıralarında gerçekleştiğini, 3-4 el silah sesi duyduğunu, ikinci el silah sesinden sonra dışarıya çıkıp baktığını, tabanca ile arabaya ateş eden şahsı sırtından gördüğünü, daha sonra bu şahsın olay yerinden hemen kaçtığını, bu şahsın 28-30 yaşlarında kendisinden uzun boylu birisi olduğunu, o kaçtıktan sonra hemen arabadaki yaralanan kişinin yanına gittiğini, vurulan şahsın katılan … olduğunu anladığını, …’un aracın sağ kapısından aşağı inip geriye dönüp bagajdan bir şeyler almaya çalıştığını, baktığında para aldığını gördüğünü, sağlık ocağında çalışan bir şahıs ile beraber koluna girip onu sağlık ocağına götürdüğünü, sonra da polise telefon açıp olayı haber verdiğini söylemiş,
Tanık … …; gömlek yakası imalathanesi olduğunu, olayın dükkânın 200-300 metre yakınında gerçekleştiğini, olay günü sanığın dükkânında çalıştığını, sürekli sanığın başında durmadığını ancak olay günü yanında çalışan bir elemanı olduğunu, saat 19.30 sıralarında işlerinin bittiğini, ancak bazen bu saatten sonra da mesaiye kalıp çalıştıklarını beyan etmiş,
Sanık Cumhuriyet savcılığında ve sulh ceza mahkemesinde; katılanı tanımadığını, yaklaşık iki yıl önce inşaat işi yapan babası ile … Hafriyat çalışanları arasında kavga çıktığını, bu kavgada babasının feci şekilde dövüldüğünü, bir hafta kadar hastanede yattığını, …’un … Hafriyatın sahibi olduğunu hakkındaki şikâyetten sonra öğrendiğini, olay ile ilgisi bulunmadığını, olay günü Alibeyköy’de … Mobilya isimli iş yerinde çalıştığını, kendisini teşhis eden tanığın yalancı tanık olduğunu, tabancasının bulunmadığını, duruşmada ise farklı olarak … Mobilyada değil … … isimli tanığın dükkânında çalıştığını savunmuştur.
Amacı, somut olayda maddi gerçeğe ulaşarak adaleti sağlamak, suçu işlediği sabit olan faili cezalandırmak, kamu düzeninin bozulmasını önlemek ve bozulan kamu düzenini yeniden tesis etmek olan ceza muhakemesinin en önemli ve evrensel nitelikteki ilkelerinden biri de, öğreti ve uygulamada; “suçsuzluk” ya da “masumiyet karinesi” olarak adlandırılan kuralın bir uzantısı olan ve Latincede; “in dubio pro reo” olarak ifade edilen “şüpheden sanık yararlanır” ilkesidir. Bu ilkenin özü, ceza davasında sanığın mahkûmiyetine karar verilebilmesi bakımından göz önünde bulundurulması gereken herhangi bir soruna ilişkin şüphenin, mutlaka sanık yararına değerlendirilmesidir. Oldukça geniş bir uygulama alanı bulunan bu kural, dava konusu suçun işlenip işlenmediği, işlenmişse sanık tarafından işlenip işlenmediği veya gerçekleştirilme biçimi konusunda bir şüphe belirmesi halinde de geçerlidir. Sanığın bir suçtan cezalandırılmasına karar verilebilmesinin temel şartı, suçun hiçbir şüpheye mahal bırakmayacak kesinlikte hukuka uygun olarak elde edilmiş delillerle ispat edilebilmesidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Katılanın olay günü aracı içerisinde silahlı saldırıya uğrayıp yaralandığı olayda; katılanın kendisini yaralayan kişiyi görmemesi, olaydan on dokuz gün sonra ortaya çıkarak sanığı olay yerinden silahla kaçan şahıs olarak teşhis eden tanık … …’nun duruşmada bu ifadesinden dönüp olay günü gördüğü kişinin sanık olmadığını, 20-25 yaşlarında daha büyük birisi olduğunu söylemesi, aşamalardaki beyanlarında katılanın hastaneye götürülmesi ve olay yerinde bulunan kişilerle ilgili çelişkiler bulunması, soruşturma aşamasında kendisine usulünce bir teşhis yaptırılmaması, yargılama aşamasında emniyet görevlilerince çekilen fotoğrafta olay anında bulunduğu muhtarlığın önünden olay yerinin görülmediğinin belirtilmesi, tanık … …’ın sanığın olay günü yanında çalıştığını beyan etmesi, tanık … …’in ateş eden şahsın 17 yaşında olan sanığa göre daha yaşlı 28-30 yaşlarında biri olduğunu söylemesi, tanık … …’un tanık … …’nun kendisine sanığı kesin biçimde teşhis edemediğini ancak olay günü gördüğü şahsa benzediğini söylediğini ifade etmesi, sanığın evinde ve üzerinde yapılan aramada herhangi bir suç unsuruna rastlanılmaması hususları birlikte gözönüne alındığında, tüm aşamalarda istikrarlı biçimde yüklenen suçu işlemediğini, olay anında çalıştığı işyerinde bulunduğunu savunan sanığın savunmasının aksini gösteren, cezalandırılmasına yeterli, kesin nitelikte delil bulunmadığından atılı kasten yaralama suçunu işlediği şüphe boyutunda kalmakta ve sübuta ermemektedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün sanığın eyleminin sabit olmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
2- 6136 sayılı Kanununa muhalefet suçunun dava zamanaşımının gerçekleşip gerçekleşmediği:
İncelenen dosya kapsamından; suç tarihinin 21.11.2006 olduğu somut olayda, sanığın suç tarihi itibarıyla onbeş yaşını bitirmiş, ancak onsekiz yaşını tamamlamamış olduğu göz önünde bulundurulduğunda, 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve adli para cezası öngörülen 6136 sayılı Kanunun 13/1. maddesine muhalefet suçunun TCK’nun 66/1-e, 66/2 ve 67/4. maddeleri uyarınca tabi bulunduğu 8 yıllık kesintili dava zamanaşımının, inceleme tarihinden önce 21.11.2014 günü dolmuş olduğu anlaşılmaktadır.
5271 sayılı CMK’nun 223/9. maddesinde, 1412 sayılı CMUK’nun 253/6. maddesine paralel bir şekilde; “derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemeyeceği” hüküm altına alınmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde de, “fiilin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen hallerde derhal beraat kararı verilebileceği” belirtilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun 23.11.2010 gün ve 136–229 sayılı kararı başta olmak üzere pek çok kararında; “zamanaşımının gerçekleşmesi durumunda derhal beraat kararı verilmesini gerektiren haller hariç öncelikle beraat değil, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi, aksi halde, yani derhal beraat kararı verilmesini gerektiren hallerde ise zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmemesi gerektiği” kabul edilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun 18.12.2012 gün ve 864-1861, 26.06.2012 gün ve 978-250 ile 23.01.2007 gün ve 254-5 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, re’sen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın üzerine atılı 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçunun müeyyidesi aynı Kanunun 13/1. maddesi uyarınca 1 yıldan 3 yıla kadar hapis ve adli para cezası olup, aynı kanunun 66/1. maddesi gereğince bu suçun asli dava zamanaşımı sekiz yıl, 67/4. maddesi göz önüne alındığında kesintili dava zamanaşımı da oniki yıldır.
Sanığın suç tarihi itibarıyla onbeş yaşını bitirmiş, ancak onsekiz yaşını tamamlamamış olduğu göz önünde bulundurulduğunda, daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma ihtimali bulunmayan ve 21.11.2006 tarihinde işlendiği iddia olunan eylemlerle ilgili olarak, TCK’nun 66/1-e, 66/2 ve 67/4. maddelerinde öngörülen 8 yıllık kesintili dava zamanaşımı, 21.11.2014 günü dolmuş bulunmaktadır.
Diğer taraftan, eylemin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen bir halin, başka bir deyişle derhal beraat kararı verilmesini gerektiren bir durumun bulunmadığı ve eylemin daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu oluşturma ihtimalinin olmadığı da sabittir.
Bu itibarla, 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçu yönünden yerel mahkeme direnme hükmünün, dava zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle bozulmasına, ancak yeniden yargılama yapılmasını gerektirmeyen bu konuda 1412 sayılı CMUK’nun, 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca yürürlükte olan 322. maddesine göre karar verilmesi mümkün bulunduğundan, sanık hakkındaki kamu davasının 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e, 66/2, 67/4 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddesi uyarınca düşmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …;
“5271 sayılı CMK m. 223(9) hükmünün uygulanması ve özellikle ‘derhâl’ kavramının nasıl yorumlanması gerektiği hususunda doktrin ve uygulamada iki ayrı görüşün ortaya çıktığı söylenebilir.
Birinci görüşe göre; 5271 sayılı CMK m. 223(9)’da yer alan ‘derhâl’ kavramını, delil takdirine girmeden beraat kararı verilebilecek, işin esasına girmeden fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması ya da kanun değişikliği ile fiilin sonradan suç olmaktan çıkartılması hâlleriyle sınırlı kabul etmek ve maddeyi de bu kabul ışığında uygulamak gerektiğinden; dava zaman aşımı süresi dolduğu için dosyanın esasına girmeden, davayı düşürmek gerekir.
İkinci görüşe göre ise; yargılamanın geldiği aşama itibariyle ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan, verilmiş olan beraat kararı usul ve yasaya uygun bir karar olarak değerlendiriliyorsa, işbu karar dairesince onanmalıdır. Eğer dairece yapılan değerlendirmeye göre; beraat kararı hukuka ve yasaya uygun olarak kabul edilemiyorsa, diğer bir anlatımla örneğin, sanığın mahkûmiyetine karar vermek gerekiyorsa ya da eksik soruşturma söz konusuysa, o takdirde davanın zaman aşımından düşürülmesi gerekir.
İkinci görüş doktrin tarafından ağırlıklı olarak benimsenmiştir. Örneğin; Prof. Dr. C. Şahin de bu konuda, Adalet Dergisi (Yıl:2013, Sayı:45, Shf:224/239)nde yayımlanan ‘Dava Zamanaşımı Sanığın Aklanmasına Engel Olabilir mi?’ başlıklı makalesinde; ‘…Fıkrada geçen derhal sözcüğü ile, henüz yargılamanın başında olma değil, dosyanın mevcut durumu ifade edilmektedir. Yani, yargılamanın geldiği aşama itibariyle dosyadaki mevcut delillere göre, herhangi, başka, yeni bir araştırmaya gerek olmaksızın beraat kararı verilebilecek bir noktada, sanığın daha lehine olan beraat kararı yerine, örneğin zaman aşımı nedeniyle daha aleyhine olan düşme kararı verilmesi yasaklanmaktadır. İlgili hükmün (5271 sayılı CMK m. 223/9) burada yapılmamasını istediği şey delil takdiri değil, yeni delil araştırmasıdır. İlave bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebilecekse, dava zamanaşımı dolmuş olsa bile, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı değil, dosyanın mevcut durumu itibariyle beraat kararı vermek gerekmektedir’ diyerek ikinci görüşü benimsediğini açıkça ortaya koymuştur.
Biz de bu ve aşağıda açıklayacağımız diğer gerekçeler ışığında birinci görüşün kanunun lafzına da, ruhuna da uygun olmadığını düşünmekteyiz.
Bilindiği üzere, 5271 sayılı CMK’nın yazılı bir gerekçesi yoktur. ‘Derhâl’ kelimesi ‘çabucak’ (bkz. tdk.gov.tr internet sayfası) anlamına gelmekte olup, madde metninde; ‘davanın esasına girmeden’, ‘delil takdiri gerektirmeyen durumlar’ ya da ‘fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediğinin anlaşılması’ ve benzeri sınırlayıcı kavramlar mevcut değildir. Bu nedenle, belirtilen hususları 5271 sayılı CMK’nın 223/9 uncu maddesinin uygulama koşulları olarak kabul etmek mümkün değildir.
Değil mahkeme ve hâkim, gerektiğinde Cumhuriyet savcısı, kolluk amiri (Örneğin; 5271 sayılı CMK’nın 119. maddesi hükmü uyarınca yapılan aramada …), kolluk ve hatta üçüncü kişiler (5271 sayılı CMK’nın 90. maddesi hükmü uyarınca, suçüstü halinde ‘herkes’ tarafından geçici olarak yakalama yapılabilir.) bile, delil takdiri yapabilirken, işi bu olan hâkimin, delil takdirine giremeyeceği görüşü kabul edilemez. Mahkeme ve hâkimin, 5271 sayılı CMK’nın 223(9). madde ve fıkrası bağlamında da delilleri serbestçe takdir edip, değerlendirmesi son derece doğaldır.
Esasen fiilin ilk bakışta suç teşkil etmediği durumlarda iddianame düzenlenemez. Düzenlenirse; bu iddianame, iadeye mahkûmdur. Her nasılsa böyle bir iddianame kabul edilmiş ise, o taktirde öncelikle beraat kararı verilmesini gerektiren bir durum söz konusudur.
Kanun değişikliği ile fiilin suç olmaktan çıkartılması durumunda da, hiç kuşkusuz derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.
Kanaatimizce, ‘derhâl’ kavramı dar (yukarıda belirtilen durumlarla sınırlı) yorumlanmak yerine; İ.H.A.S. 6, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının 36 ve 38. maddelerinde vurgulanan ‘Masumiyet Karinesi’ ve ‘Adil Yargılanma Hakkı’ ile ceza muhakemesine egemen ilkelerden olan ‘Lekelenmeme Hakkı’ dikkate alınmak suretiyle, ‘yargılamanın geldiği aşama itibariyle’ diğer bir ifadeyle ‘ilâve bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan …’ olarak anlaşılmalı ve yorumlanmalıdır.
5271 sayılı CMK’nın 223(9)’ncu madde ve fıkrası hükmünün uygulanabilmesi için, beraat kararının hangi nedenden dolayı verileceği önemli değildir. Yâni, beraat hükmü, söz konusu maddenin ikinci fıkrasında yer alan beş nedenden (1- Yüklenen fiilin kanunda suç olarak tanımlanmamış olması, 2- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmediğinin sabit olması, 3- Yüklenen suç açısından failin kast veya taksirinin bulunmaması, 4- Yüklenen suçun sanık tarafından işlenmesine rağmen olayda bir hukuka uygunluk nedeninin bulunması ve 5- Yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması) herhangi birisine dayanılarak verilebilir. Önemli olan beraat kararının derhâl verilebilecek olmasıdır.
Derhâl yâni yargılamanın geldiği aşama itibariyle, başka bir ifadeyle de, ilâve bir araştırma yapılmasına ya da delil toplanmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebiliyorsa; artık koşulları olsa bile, durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemez.
5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin âmir hükmü uyarınca; dava zaman aşımı süresi dolmasaydı, davanın esasına girip, işbu kararı bozmamız gerekirdi diyorsak artık; sırf yargılama dava zaman aşımı süresi içinde sonuçlandırılamadı, diye davayı düşüremeyiz, yâni suça sürüklenen çocuğu lekelenmiş durumda bırakamayız.
Somut olayda Yüksek Ceza Genel Kurulu suça sürüklenen çocuğun öldürmeye teşebbüs suçundan beraat etmesi gerektiğine oy birliğiyle karar vermiş olup, ilk derece mahkemesi bu karara uymak zorunda olduğundan suça sürüklenen çocuk hakkında beraat kararı verecektir. Ancak aynı olayda kullanıldığı iddia edilen ve fakat elde edilemeyen silahtan dolayı açılan 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçuna ilişkin olarak açılan davada, dava zaman aşımı süresinin dolması nedeniyle düşme kararı verilmesi, açık bir çelişki oluşturduğu gibi, 5271 sayılı CMK’nın 223. maddesinin âmir hükmüne de aykırıdır.
Açıklanan nedenlerle direnme hükmü, 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçu yönünden de bozulmalıdır, düşüncesiyle çoğunluk görüşüne karşıyım” şeklinde karşı oy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- …. Çocuk Ağır Ceza Mahkemesinin … gün ve … sayılı direnme hükmünün;
a) Kasten yaralama suçu yönünden, sanığın eyleminin sabit olmadığının gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
b) 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçu yönünden, gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle BOZULMASINA,
Ancak, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, sanık hakkındaki kamu davasının, 5237 sayılı TCK’nun 66/1-e, 66/2, 67/4 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
2- Dosyanın, mahalline iadesi için Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.04.2016 tarihinde yapılan müzakerede birinci uyuşmazlık yönünden oybirliğiyle, ikinci uyuşmazlık yönünden ise oyçokluğuyla karar verildi.