Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/813 E. 2015/161 K. 26.05.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/813
KARAR NO : 2015/161
KARAR TARİHİ : 26.05.2015

Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçundan sanığın beraatına ilişkin, İncesu Sulh Ceza Mahkemesince verilen 26.12.2008 gün ve 20-82 sayılı hükmün Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, dosyayı inceleyen Yargıtay 11. Ceza Dairesince 25.03.2013 gün ve 4128-4808 sayı ile;
“12.06.2007 tarihinde vefat eden babasının gerçek ölüm tarihini gizleyerek, resmi belge düzenleme yetkisine sahip bulunan kamu görevlisi sağlık ocağı doktoruna, babasının 15.06.2007 günü öldüğü yönünde yalan beyanda bulunup, aynı tarihli ölüm tespit tutanağının düzenletilmesi şeklindeki eyleminde, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunun oluştuğu gözetilmeden sanığın beraatine hükmolunması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 16.05.2013 gün ve 84668 sayı ile;
“Sanığın diğer mirasçılardan mal kaçırabilmek amacıyla babasının ölümünden önce 08.06.2007 tarihinde vekâlet aldığı, murisin vekâletnameden dört gün sonra öldüğü, sanığın 14.06.2007 tarihinde babasından kalan bir takım malları bu vekâletnameye istinaden kardeşi F.. A..’a sattığı, vekâletnamenin geçersizliğini gizlemek için sağlık ocağına başvurup 15.06.2007 tarihinde babası ölmüş gibi bildirimde bulunarak resmi belge olan ölüm mernis tutanağının ve daha sonra düzeltilen nüfus kaydının sahte olarak oluşturulmasına sebebiyet verdiği cihetle, eylemlerinin zincirleme biçimde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturacağı, bu suça ilişkin delilleri takdir ve değerlendirme görevinin asliye ceza mahkemesine ait olduğu gözetilerek, görevsizlik kararı verilmesi gerektiğinden bahisle bozulması gerektiği” görüşüyle itiraz kanun yoluna müracaat etmiştir.
CMK’nun 308/1. maddesi uyarınca inceleme yapan Özel Dairece, 19.11.2013 gün ve 12278-17146 sayıyla, itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçe ile karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daireyle Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu mu, zincirleme şekilde resmi belgede sahtecilik suçunu mu oluşturacağı ve bu konuya ilişkin delilleri takdir görevinin sulh ceza mahkemesine mi, yoksa asliye ceza mahkemesine mi ait olduğu noktasında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
Muris F.. sanığın babası olduğu, sanık dışında beş çocuğunun bulunduğu, 08.06.2007 tarihinde psikiyatri polikliniğinden akli melekelerinin yerinde olup, hukuki işlem yapmaya haiz olduğuna ilişkin rapor aldığı, aynı gün notere müracaat ederek sanığa taşınmaz satış yetkisini içerir düzenleme şeklinde vekâletname verdiği, anılan tarihten dört gün sonra 12.06.2007 günü vefat ettiği,
14.06.2007 tarihinde sanığın bu vekâletnameye istinaden altı adet taşınmazı kardeşi F.. A..’a satış yoluyla devrettiği, ertesi gün sağlık ocağına müracaat ederek babasının 15.06.2007 günü vefat ettiğini beyan edip, aldığı bir belgeyle nüfus müdürlüğüne başvurarak babasının ölümünü bildirdiği,
22.06.2007 günü ismini vermeyen bir kişinin telefonla sağlık ocağını arayıp murisin gerçek ölüm tarihini bildirdiği, sağlık ocağı tabipliği tarafından yapılan araştırma neticesinde gerçek ölüm tarihinin tespit edildiği ve nüfus müdürlüğüne yazı yazılarak ölüm kaydındaki hatanın düzeltilmesinin istendiği,
Anlaşılmaktadır.
Şikâyetçi R.. E..; F.. kardeşi olduğunu, sanığın; şuurunun yerinde olmadığı bir tarihte babasından vekâletname alıp kardeşlerinden mal kaçırmak amacıyla ölüm tarihini yanlış göstererek iki gün içinde bütün mallarını devrettiğini belirtmiş,
Tanık F.. A..; sanıkla birlikte üçü kız, üçü de erkek olmak üzere altı kardeş olduklarını, babasının ölmeden önce tarlalarını ve evlerini kardeşleri arasında paylaştırdığını, evlerini kızlara, tarlaları ise erkek kardeşlerine verdiğini, son zamanlarında rahatsızlandığını, taşınmazların devri için sanığı vekil tayin ettiğini, sanığın söz konusu geçersiz olduğunu bildiği vekâletnameye dayalı olarak tarlaları yurt dışındaki erkek kardeşine satıp, tapu kayıtlarını da devrettiğini, 12.06.2007 tarihinde babasının vefat ettiğini, ölüm tarihini sanığın bildirdiğini beyan etmiş,
Tanık M.. K..; S….. hekim olarak çalıştığını, 12.06.2007 tarihinde sanığın babasının vefat ettiğini tespit ederek defin ruhsatı düzenlediğini, 15.06.2007 günü sanığın babasının ölüm tutanağını almak istediğini ve sağlık ocağı memuru ile birlikte tutanağı hazırlanmış olarak getirdiklerini, kayıtları gözden geçirmeden söz konusu evrakı imzalayıp nüfus müdürlüğüne gönderdiğini, yedi gün sonra kendilerini telefonla arayan bir şahsın murisin gerçek ölüm tarihini söylediğini, bunun üzerine kayıtları kontrol edip hatalı durumu düzelttiğini, sanığın babasının ölüm tarihi konusunda kendisine herhangi bir beyanda bulunmadığını, sağlık memuruna belirtip belirtmediğini bilmediğini, evrakın tanzimi sırasında kayıtların kontrol edilmesi halinde bu durumun meydana gelmeyeceğini ifade etmiş,
Tanık C.. A..; sanığın eniştesi olduğunu, kayınpederinin ölümünden önce sanığa üzerine kayıtlı taşınmazları devretmesi için vekâletname verdiğini duyduğunu, ölüm tarihinin yanlış yazılıp yazılmadığını ise bilmediğini söylemiş,
Sanık; Antalya Side’de ikâmet ettiğini, nisan ayında babasının hastalandığını öğrenip Kayseri’ye ziyaretine gittiğini, babasının ölümünden sonra mal varlığını ve bankada bulunan parasını ne yapacağı hususunda kendisine talimat verdiğini, parasını vekâlet almak suretiyle çekip babasına teslim ettiğini, bu konuları kardeşlerinin de bildiklerini, ölmeden önce köydeki evleri ve arazilerini kardeşleri arasında pay etmesini istediğini, bu amaçla noterden kendisine vekâletname verdiğini, babasının sağlığında bu vekâletnameye dayalı olarak ev ve tarlalarını kardeşlerine pay ederek tapuda devirlerini gerçekleştirdiğini, bu aşamada ağabeyleri arasında sorun yaşandığını, kardeşlerinden birisinin kendisine düşen payı almak istemediğini ve yurt dışına gittiğini, diğer ağabeyinin ise kendine düşenin haricinde fazladan ev ve tarla istediğini, 12.06.2007 günü babasının öldüğünü, bu tarihten sonra arazilerinin babasının üzerinde kayıtlı kalması halinde kardeşlerini bir araya getirip, tapuda devir yapmanın zor olacağını düşünerek bazı arazileri ablasına sattığını, vekâletnamenin ölümle geçersiz hale geleceğini bilmediğini, babasının ölümünü geç bildirme sebebinin, cenaze ve mevlit gibi işlerle uğraşması olduğunu, kendisi ya da başkasına yarar sağlama amacı taşımadığını, kasıtlı olarak hareket etmediğini, içerisinde bulunduğu ruh hali nedeniyle aldığı evraktaki tarihe dikkat etmediğini, sağlık ocağı memuruna tarih söylediğini hatırlamadığını savunmuştur.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, öncelikle resmi belgede sahtecilik ve resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarının unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.
Türk Ceza Kanununun “resmi belgede sahtecilik” başlıklı 204. maddesi;
“1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır” şeklindedir.
Resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olup, resmi belgenin sahte olarak düzenlenmesi veya gerçek resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi ya da sahte resmi belgenin kullanılması durumunda oluşacaktır.
Anılan maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi ayrı bir suç olarak tanımlanıp daha ağır müeyyideye bağlanmış, üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmi belgenin kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli bulunan bir belge niteliğinde olması durumunda cezanın yarı oranında artırılacağı hüküm altına alınmıştır.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamunun güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak tanzim edilmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması ya da tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek yaptırıma bağlanmıştır.
Öte yandan, resmi belgenin sahte olarak düzenlenmesi ya da gerçek bir resmi belgenin değiştirilmesi eyleminin sahtecilik suçunu oluşturabilmesi için, düzenlenen ya da değiştirilen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği, başka bir ifadeyle iğfal kabiliyeti suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan bir belge sahte kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte bulunup bulunmadığı ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığı şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmelidir.
Ceza Genel Kurulunun 09.10.2012 gün ve 335-1804 ile 14.10.2003 gün ve 232-250 sayılı kararlarında da; muhatabın hatasından, dikkatsizlik veya özensizliğinden kaynaklanan fiili iğfalin, aldatma yeteneğinin varlığını göstermeyeceği ve bu nedenle aldatma keyfiyetinin belgeden objektif olarak anlaşılması gerektiği belirtilmiştir. Sahteciliğe konu olan belgenin aldatma yeteneği olup olmadığının tartışılması ve belirlenmesi öncelikle yargılamayı yürüten mahkemeye ait olup, hâkim somut olayın oluşunu ve düzenlenen belgelerle yapılan işlemleri göz önüne alarak sahteciliğin kolaylıkla anlaşılıp anlaşılamayacağını belirlemeli ve sonucuna göre belgelerde aldatma yeteneği bulunup bulunmadığını takdir ve tespit etmelidir.
Türk Ceza Kanununun “resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan” başlıklı 206. maddesi; “bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiştir. Sahteciliğin özel bir türü olup kamu güvenine karşı işlenen bu suçun mağduru belirli bir kişi değil, toplumu oluşturan herkestir.
Maddenin açık hükmüne göre, bir kimsenin resmi belge düzenlenmesi sırasında resmi belgeyi düzenleme görev ve yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunması suç sayılmıştır. Suçun oluşabilmesi için, resmi bir belge düzenlenmesi sırasında, kendisi ya da başkasının kimlik veya sıfatı yahut mezkûr varaka ile sıhhati ispat olunacak diğer durumlar hakkında kamu görevlisine yalan beyanda bulunulması gerekir.
Öğretideki görüşlere ve konuya ilişkin yargısal kararlara göre, bu suçta temel alınan husus; kamu görevlisi tarafından delil aranmaksızın, başkaca herhangi bir araştırma, inceleme ve işlem yapılmaksızın, doğrudan doğruya hukuki sonuç doğuracak ve ispat aracı oluşturacak nitelikte resmi belgenin düzenlenmesine dayanak alınan beyanlardır. Yalan beyanın doğrudan hukuki sonuç doğurmadığı, delil aracı oluşturmadığı hallerde ya da kamu görevlisinin görevi gereği bu beyanın gerçeğe uygunluğunu araştırıp, doğruluğuna kanaat getirdiği takdirde resmi belgeyi düzenlemesi, aksi durumda beyanı reddetmesi gerekiyorsa anılan suç oluşmayacaktır.
Maddenin gerekçesinde de; “Madde, doktrinde ‘fikrî sahtecilik’ olarak adlandırılan bir suç tipini düzenlemektedir. Kişi, kendi beyanıyla, sahte bir resmî belgenin düzenlenmesine neden olmak hakkına sahip değildir. Kişinin açıklamaları üzerine düzenlenen resmî belgenin bu beyanın doğruluğunu ispat edici bir güce sahip olması suçun oluşması için gereklidir. Aksi takdirde düzenlenen belge, yapılan beyanın doğruluğunu ispat edemeyeceğinden, kişi kendi beyanı ile böyle bir belgenin düzenlenmesine etmen olmuş sayılamaz ve kendisinin bu madde uyarınca cezalandırılmasının neden ve hikmeti kalmaz. O hâlde bakılacak husus şudur: Beyanın doğruluğu düzenlenen resmî belgeyle ispat edilecek ise, madde uygulanacaktır; buna karşılık beyanı alan memur, beyanın doğruluğunu tahkik edip, buna kanaat getirdikten sonra resmî belgeyi düzenlemek durumunda ise yani resmî belge sadece kişinin beyanı üzerine değil de, memurca yapılacak inceleme sonucuna göre meydana getirilmekte ise, bu maddedeki suç oluşmaz. Nitekim kişiyi çok geniş bir surette ‘doğruyu söylemek’ ile yükümleyen İtalyan Ceza Kanununun 483’üncü maddesi de aynı esası kabul etmiş ve İtalyan Yargıtayı’nın yerleşmiş içtihadı da bu yönde olmuştur. Bu nedenle, gümrük muayene memuruna, belirli bir malı ithal veya ihraç edeceği yolunda yalan beyanda bulunan kişi, bu maddedeki suçu işlemiş olmaz; zira beyanı alan gümrük muayene memuru sırf bu beyanla yetinmeyip, beyanın doğruluğunu incelemekle yükümlüdür. Resmî belge ile doğruluğu ispat edilecek olayların ne olduğu, belgenin niteliğine göre belirir. Hâkime, değişik olaylar karşısında, yalan beyanın niteliğine göre temel cezayı belirlemek bakımından takdir yetkisi sağlamak maksadıyla maddedeki ceza üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası olarak saptanmıştır” açıklamalarına yer verilmiştir.
Diğer taraftan, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının “Mahkemelerin kuruluşu” başlıklı 142. maddesinde; “mahkemelerin kuruluşu, görev ve yetkileri, işleyişi ve yargılama usulleri kanunla düzenlenir;” 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun üçüncü maddesinde de; “mahkemelerin görevleri kanunla belirlenir” denilmek suretiyle mahkemelerin görevlerinin kanunla belirleneceği hüküm altına alınmıştır.
Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle Bölge Adliye Mahkemelerinin Kuruluş, Görev Ve Yetkileri Hakkında Kanunun 18.06.2014 gün ve 6545 sayılı Kanunun 48. maddesiyle değişik 10. maddesinde sulh ceza hâkimliklerinin, 12. maddesinde ağır ceza mahkemelerinin görevleri sayılmış, aynı kanunun 11. maddesinde ise, kanunların ayrıca görevli kıldığı hâller saklı kalmak üzere, sulh ceza hâkimlikleri ve ağır ceza mahkemelerinin görev dışında kalan dava ve işlere asliye ceza mahkemesinde bakılacağı düzenlenmiştir.
Aynı kanunun 14. maddesi uyarınca da; “mahkemelerin görevlerinin belirlenmesinde ağırlaştırıcı veya hafifletici nedenler gözetilmeksizin, kanunda yer alan suçun cezasının üst sınırı göz önünde bulundurulur.”
Buna göre, mahkemelerin görevlerinin belirlenmesinde cezanın ağırlığı ya da sanığın sıfatı nazara alınır. Bu bağlamda, kanunlarda açık bir düzenleme bulunmayan hâllerde hangi mahkemenin görevli olduğunun tespit edilmesi için, öncelikle suçun niteliğinin belirlenmesi gerekir.
Ceza Muhakemesi Kanununun 4. maddesinde; “davaya bakan mahkeme, görevli olup olmadığına kovuşturma evresinin her aşamasında resen karar verebilir” hükmü getirilmiş; 225. maddesinde ise; “hüküm, ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir; mahkeme, fiilin nitelendirilmesinde iddia ve savunmalarla bağlı değildir” düzenlemesine yer verilmiştir.
Bu kanuni düzenlemeler karşısında, davaya bakan mahkeme görevli olup olmadığını her aşamada resen gözetebileceği gibi taraflar da bu hususu yargılamanın her aşamasında ileri sürebileceklerdir.
Ceza Genel Kurulunun 05.04.1993 gün ve 350–71 sayılı kararında da; “ceza davasının konusu iddianamede gösterilen fiilden ibaret olup, mahkemeler sevk maddeleri ile bağlı değildir; ancak görev hususunun tayininde iddianamedeki nitelendirme nazara alınmalıdır” sonucuna ulaşılmıştır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Ölen F….. sanığın babası olup, sanık dışında beş çocuğunun daha bulunduğu, 08.06.2007 tarihinde psikiyatri polikliniğinden akli melekelerinin yerinde ve hukuki işlemleri yapmaya haiz olduğuna ilişkin rapor aldığı, aynı gün notere müracaat ederek sanığa taşınmaz satış yetkisini içerir düzenleme şeklinde vekâletname verdiği, anılan tarihten dört gün sonra 12.06.2007 günü öldüğü, iki gün sonra sanığın söz konusu vekâletnameye dayanarak babasına ait bazı taşınmazları kardeşine satış yoluyla devrettiği, ertesi gün sağlık ocağından ölümünün 15.06.2007 tarihinde gerçekleştiğini gösteren bir belge alıp, nüfus müdürlüğüne başvurarak babasının ölümünü bildirdiği sabit bulunan olayda, ölümle geçersiz hale gelen resmi belge niteliğindeki vekâletnamenin kullanılması nedeniyle, resmi belgede sahtecilik suçunun oluşup oluşmadığının tartışılması gerektiği, bu konuya ilişkin delilleri değerlendirme görevinin de üst dereceli asliye ceza mahkemesine ait bulunduğu, bu durum karşısında, davaya bakmakta olan sulh ceza mahkemesince görevsizlik kararı verilip, dosyanın yetkili asliye ceza mahkemesine gönderilmesi yerine yargılamaya devamla hüküm kurulması kanuna aykırı bulunduğundan, Özel Dairece görev hususunun, suçun sübutuna ve fiilin nitelendirilmesine girilmeden önce bozma nedeni yapılması gerekmektedir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, sanığın fiilinin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delilleri takdir görevinin üst dereceli asliye ceza mahkemesine ait olduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri M. K. ve H. G.; “Sanık B.. E.. hakkında, ‘F…12.06.2007 günü ölmesine rağmen vekâletnamenin geçersizliğini gizlemek amacıyla, resmi belge olan mernis ölüm tutanağının düzenlenmesi esnasında ölüm tarihini kasten yanlış bildirdiği, şüphelinin üzerine atılı suçu bu şekilde işlediği’ şeklindeki anlatım ile yalnızca beyan eylemi esas alınarak memura yalan beyanda bulunmak suçundan kamu davası açılmıştır.
Bu eylem dışında diğer eylemler iddianame ile dava konusu yapılmamıştır. CMK’nun ‘hükmün konusu ve suçu değerlendirmede mahkemenin yetkisi’ başlıklı 225. maddesinin 1. fıkrası; ‘hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen suça ilişkin fiil ve faili hakkında verilir’ hükmünü amirdir. Davasız yargılama olmaz kuralı gereğince iddianamede yer almayan eylemler dolayısıyla görevsizlik kararı da verilemeyecektir. Aksi halde iddianame ile bağlılık kuralı olay ile bağlılık şeklinde anlaşılabilecektir.
Cumhuriyet savcısı, üst dereceli mahkemece kendisine suç duyurusunda bulunulması halinde kamu davası açmak zorunda değildir. Cumhuriyet savcısını buna zorlayacak bir usul kuralı yoktur.
Somut olayımızda suç tarihi 15.06.2007’dir. TCK’nun 204/1. maddesinde yazılı suça ilişkin zamanaşımı 15.06.2015 dolacaktır. Bu tarihten sonra zaten kamu davası açma imkanı bulunmamaktadır.
İddianameye konu memura yalan beyan suçu açısından bir eksik soruşturma veya kovuşturma bulunmamaktadır. Alınması istenilen tanık beyanının ne memura yalan beyan suçu açısından ne de suç duyurusuna konu yapılması istenilen resmi belgede sahtecilik suçu açısından sonuca etkisi olmayacaktır.
Yapılması gereken, mahkemenin beraate ilişkin kararının bozulması, resmi belgede sahtecilik suçundan Cumhuriyet savcılığına suç duyurusunda bulunulması ve kamu davası açılması halinde ki zamanaşımı 15.06.2015 tarihinde dolmaktadır üst dereceli mahkemede birleştirilmesi, açılmaması halinde mevcut iddianame doğrultusunda, bozma kararında yazılı olduğu üzere, memura yalan beyan suçundan mahkumiyet hükmü kurulmasıdır.
Açıklanılan nedenlerle, itirazın reddedilmesi gerektiği, …”
Genel Kurul Üyesi O. E.; “Murisin 12.06.2007 günü ölmesine rağmen, resmi belge olan mernis ölüm tutanağının düzenlenmesi esnasında ölüm tarihini kasten yanlış bildirdiğinden bahisle resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak suçundan cezalandırılması için sulh ceza mahkemesine kamu davası açıldığı, iddianamede, gerek nüfus müdürlüğü, gerekse tapu sicil müdürlüğünde düzenlenen belgeler anlatılmadığından, resmi belgede sahtecilik suçundan yöntemince açılmış kamu davası bulunmadığı, görevli mahkeme, iddianamede sınırları çizilen olayla bağlı olup, açılmayan dava nedeniyle görevsizlik kararı verilmesinin mümkün olmadığı nitekim, itirazın yerinde olmadığına dair daire kararında ‘resmi belgede sahtecilik suçundan açılmış herhangi bir dava bulunmadığının’ belirtildiği, bu durumda karar tarihi itibarıyla açılan davanın delillerinin değerlendirme yeri sulh ceza mahkemesi olduğundan itirazın reddi gerektiği” düşüncesiyle,
Oniki Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle karşıoy kullanmıştır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 11. Ceza Dairesinin 25.03.2013 gün ve 4128-4804 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- İncesu Sulh Ceza Mahkemesinin 26.12.2008 tarih ve 20-82 sayılı hükmünün, sanığın fiilinin resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturup oluşturmayacağına ilişkin delilleri takdir görevinin asliye ceza mahkemesine ait bulunduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 26.05.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.