Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/806 E. 2015/151 K. 12.05.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/806
KARAR NO : 2015/151
KARAR TARİHİ : 12.05.2015

Tebliğname : 2013/302725
Mahkemesi : Bakırköy 28. Asliye Ceza
Günü : 07.05.2013
Sayısı : 63-600

Taksirle ölüme neden olma suçundan sanığın, TCK’nun 85/1, 62/1, 50/1, 52/4 ve 63. maddeleri uyarınca 18.200 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına ilişkin, Bakırköy 28. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 30.12.2008 gün ve 961-1069 sayılı hükmün, Cumhuriyet savcısı, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay 12. Ceza Dairesince 20.12.2012 gün ve 6135-27936 sayı ile;
“Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
… Sanığın sevk ve idaresindeki özel halk otobüsü ile seyir halindeyken olay mahalli ışıklı kavşağa geldiğinde kırmızı ışıkta geçerek karşıdan karşıya geçmeye çalışan yayaya çarparak ölümüne sebebiyet verdiği olayda, gerçekleşen netice öngörülebilir ve failin şansına veya başka etkenlere güvenerek hareketini sürdürdüğü anlaşılmakla, olayda bilinçli taksirin koşulları oluştuğunun gözetilmemesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Bakırköy 28. Asliye Ceza Mahkemesi ise 07.05.2013 gün ve 63-600 sayı ile;
“Sanığın kavşağa altmışbeş-seksen kilometre hızla yaklaştığı, şehir içi için süratinin yüksek olduğu, kavşağa yaklaşırken ışığın sarıya döndüğü, ancak geçerim düşüncesiyle hızını azaltmadığı, kavşağa girdiği anda ışığın kırmızıya dönüştüğü, böylece kırmızı ışıkta ve şehir içi için normalin üzerinde bir hızla geçmekte olduğu, kavşak bitiminde kaplamadan yola inen müteveffaya çarparak ölümüne sebebiyet verdiği tereddütsüz ise de, sanığın bilinçli taksirle hareket ettiği kabul olunmamış, daire kararında isabetle vurguladığı üzere, bilinçli taksirde gerçekleşen sonucun tıpkı basit taksirde olduğu gibi fail tarafından istenmediği, basit taksirde istenmeyen sonucun bilinçli taksirden ayrı olarak öngörülmediği, bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç istenmediği halde öngörülebilmekte olduğu, dolayısıyla basit taksir ile bilinçli taksir arasında neticeyi istememek noktasında bir fark olmamasına karşın, neticenin öngörülmesi açısından fark olduğu, sanığın hukuki durumunun netleşmesi için olası kasttan bahsetmek ve bilinçli taksirden farkını ortaya koymak gerektiği, olası kastta, adi ve bilinçli taksirden ayrı olarak netice öngörülebildiği gibi, neticenin de istendiği, ancak bu istemenin doğrudan kastta bulunan istemeden daha düşük yoğunlukta ‘kabullenme’ olarak gerçekleştiği, tespit edilmesi gereken hususun, ölüm neticesinin meydana gelmesini öngörüp öngöremediği olduğu, hukuk literatüründe genel olarak, kırmızı ışıkta geçenin, alkollü araç kullananın, hız sınırının çok üzerinde seyredenin bilinçli taksir sahibi olduğunu peşinen kabulün doğru olmadığı, her olay için sanık açısından meydana gelen neticeyi öngörüp öngöremediğinin özenle araştırılması gerektiği, olayda son anda kırmızı ışıkta geçmiş olmasının ve hız sınırını aşmış bulunmasının sanığı peşinen bilinçli taksir sahibi yapmayacağı, kazanın olduğu kavşağı gördüğünde ışığın kendisine yeşil yanmakta olduğu, geçerim düşüncesiyle hızını azaltmadan kavşağa yaklaştığı, kısa bir süre kala sarının ve geçiş anında da kırmızı ışığın yandığı, sanığın bidayetten beri savunmalarında müteveffayı hiç görmediğini savunduğu, bu savunmanın vakıa ile örtüştüğü, tanığın aracının da kavşağa girip müteveffanın bulunduğu taraftan gelen araçlar için yolu görünmez kıldığı, sanığın kullandığı araçtaki tanıklardan hiçbirinin öleni gördükleri yönünde beyanda bulunmadığı, bu hususun sanığın savunmalarını teyit eder mahiyette olduğu, sanığın kavşağa yaklaşırken öleni bölünmüş yer üzerinde görmediği yönündeki savunmasının aksinin sabit olmadığı, bu nedenlerle savunmasına itibar olunmak gerekeceği, olayı bu şekil kabul ettikten sonra sanığın hiç görmediği müteveffaya kavşak çıkışında yola aniden indiği esnada çarpmış olmasının sanık tarafından öngörüldüğünü söylemenin imkansız olacağı, görmediği müteveffanın yola inebileceğini öngörmesinin beklenemeyeceği, somut olayda müteveffanın konumunu göremediğinden eylemin sonucunu öngöremediği, neticenin meydana gelmesinde asli kusur sanıkta ise de, müteveffanın tali kusurunun neticenin meydana gelmesine müessir olduğunun gözden ırak tutulmaması gerektiği, sanığın neticeyi öngörebildiğini kabule yetecek bir delil elde edilemediği, bu nedenle hakkında bilinçli taksir hükümlerinin uygulamayacağı” gerekçesiyle önceki hükmünde direnmiştir.
Hükmün Cumhuriyet savcısı ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 30.11.2013 tarih, 302725 sayı ve “bozma” istekli tebliğnamesiyle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eylemini bilinçli taksirle işleyip işlemediğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay günü sevk ve idaresindeki özel halk otobüsüyle gündüz vakti, meskûn mahalde, tek yönlü, orta refüjle bölünmüş, yedi metre genişliğinde, görüşe açık, düz, eğimsiz, zemini kuru ve asfalt kaplama yolda seyir halinde bulunan ve adli rapora göre alkolsüz olduğu tespit edilen sanığın, kendi istikametine yanan sarı ışıkta kavşağa yaklaştığı ve kırmızı ışığa rağmen kavşağa girip, yeşil ışıkta ancak yaya geçidinin yirmi metre kadar ilerisinden karşıdan karşıya geçmeye başlayan yayaya çarparak ölümüne neden olduğu,
Trafik kazası tespit tutanağında; sanığın sevk ve idaresindeki otobüsüyle sahil yolu istikametine doğru seyir halinde iken, kırmızı ışıkta duramayarak karşıdan karşıya geçmekte olan yayaya çarpması, akabinde direksiyon hâkimiyetini kaybederek aracın sağ yan tampon kısımlarıyla aynı istikamette bulunan bir başka aracın arka sol tamponuna çapmasıyla ölümlü ve maddi hasarlı trafik kazası meydana geldiği, kazanın oluşumunda sanığın asli, ölenin ise tali kusurlu olduğunun belirtildiği,
Kaza mahallinde yapılan keşifte hazır bulunan trafik polisi bilirkişinin; sanığın sevk ve idaresindeki otobüsle kavşağa yaklaştığı, kendisine sarı yanmasına rağmen geçişine devam ettiği, aracının teknik özellikleri ile hava ve yol şartlarını göz önünde bulundurması ve otobüs duraklarına yaklaştığını görüp zamanında süratini azaltması gerekirken, kendi beyanından da anlaşılacağı üzere kavşağa yetmiş seksen kilometre hızla yaklaşarak, “aracının hızını yük ve teknik özellikleri, hava yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurma” kuralını ihlal ettiğinden birinci derecede, ölenin ise; trafik ışıklarındaki yaya yolundan değil, yaklaşık onbeş metre ileride bulunan araçlara yanan trafik ışıklarından karşıdan karşıya geçtiği, bölünmüş yol orta refüjünden diğer şeride geçmek istediği esnada karayolunda ilerleyen araçların uzaklık ve hızlarını göz önüne alması gerekirken dikkatsiz ve tedbirsiz davrandığı, “yola aniden çıkma ve araçlara ilk geçiş hakkını verme” kurallarını ihlâl ettiğinden ikinci derecede tali kusurlu olduğunu dile getirdiği,
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesince düzenlenen raporda ise; sanığın sevk ve idaresindeki otobüs ile bölünmüş yolda seyir halinde bulunduğu, olay mahallindeki ışıklardan geçişi esnasında orta refüj aralığından sağa geçmek isteyen yayaya ve akabinde sola dönüşe geçmiş bulunan kamyonetin sol arka kısmına çaptığı, zeminde fren izinin bulunmadığı, yaya geçidinin yayaların geçiş yaptığı noktanın karşı tarafında bulunduğu, sanığın seyir istikameti için olay yeri yaklaşımında kırmızı ışığın yanmış olduğu, dolayısıyla ışık ihlalinde bulunan ve kaza mahalline hız azaltarak kontrollü yaklaşmayan sürücünün asli kusurlu, karşıdan karşıya geçişini yakın mesafedeki yaya geçidi üzerinden yapmayan yayanın tali kusurlu sayılması gerekeceği, bilinçli taksir konusundaki takdirin mahkemeye ait olduğunun mütalaa edildiği, bu duruma göre; sanığın idaresindeki halk otobüsü ile meskûn mahalde ışık kontrollü kavşak ve yaya geçidinin olduğu kesime yaklaştığı, seyri sırasında yola gereken dikkati vermesi, ışık kontrollü kavşak ve yaya geçidi olan mahalle süratini azaltarak kontrollü biçimde yaklaşması gerekirken bahsedilen hususlara riayet etmediği, yetmiş seksen kilometre hızla kaza mahalline yaklaştığı, kendi seyir istikametine kırmızı ışık yanmasına rağmen hızından mütevellit olarak zamanında ve yeterli mesafede aracını durduramayarak yaya geçidinin yirmi metre ilerisinde karşı tarafa geçmek isteyen yayaya ve akabinde ışık dönüşümü nedeniyle harekete geçip seyir şeridi içerisine girmiş olan vasıtaya çarpması neticesi oluşturduğu olayda asli, ölenin ise; karşıdan karşıya geçişini yirmi metre mesafede bulunan yaya geçidinden yapması gerekirken bahsedilen bu hususa riayet etmemiş olmakla tali kusurlu olduğunun tespit edildiği,
Anlaşılmaktadır.
Tanık M.. B..; sanığın sevk ve idaresindeki otobüste ikinci şoför olarak görev yaptığını, olay günü aracı sanığın kullandığını, kendisinin bilet kesmekle uğraştığını, yaklaşık otuz kırk kilometre süratle seyir halinde olduklarını, ışıklara yaklaştıkları sırada bir aracın sol yoldan ışık ihlali yaparak önlerine geçtiğini, sanığın frene bastığını, otobüsün sağ tarafıyla söz konusu aracın arkasına çarpmak zorunda kaldığını, o sırada ışıkların biraz ilerisinde bulunan yayanın birden yola çıktığını ve sanığın da yayaya çarpmak zorunda kaldığını beyan etmiş,
Tanık B.. Y..; olay tarihinde sevk ve idaresindeki aracıyla bölünmüş yola geldiğinde kendisine yeşil, karşı yöne ise kırmızı ışık yandığını, dönüş yapıp birinci bölünmüş yolu geçtiğini, sol tarafta bölünmüş yolun ortasında tretuvarın üzerinde insanlar bulunduğunu, ikinci şeridi biraz geniş döndüğünü, yaklaşık onbeş metre sonra arkadan gelen otobüsün kendi aracına çarptığını, araçtan indiğinde yolcuların şoföre “katil” diye bağırdıklarını duyduğunu, bir şahsın yerde yattığını gördüğünü, otobüsün bayanı nasıl ve nerede ezdiğini göremediğini, yaya geçidinin ışıklarda durduğu noktaya göre sağda kaldığını, ölenin yaya geçidinden değil, biraz ilerisinden karşıya geçmekte olduğunu, yayalara yanan ışığının ne olduğunu görebilecek açıda bulunmadığını, ancak kendisine yeşil ışık yandığından trafik sistemine göre yayalara da yeşil yanması gerektiğini, kendisinden önce bir çarpma sesi duymadığını, yayanın daha geride bulunduğunu, bu nedenle sanığın önce yayaya çarpmış olacağını belirtmiş,
Tanık A.. Y..; eşinin sevk ve idaresindeki araçla caddeye dönüş yaptıktan yaklaşık elli metre sonra bir halk otobüsünün, içerisinde bulunduğu araca sol arka tarafından çarptığını, araçtan indiğinde yerde bir bayanın yatmakta olduğunu ve yolcuların şoföre “katil” diye bağırdıklarını gördüğünü ifade etmiş,
Tanık F.. Ç..; olay tarihinde durakta aracının içerisinde beklemekte olduğunu, bir ses duyup arkasına baktığında halk otobüsünün bir bayana çarptığını, çarpmanın etkisiyle bayanın yola savrulduğunu ve aracın altında kaldığını, otobüs şoförünün çarpmadan önce fren yapmadığını, bayanın yolun ortasında değil ışıkların bulunduğu yerde olduğunu, kaldırımdan yola adım attığı anda otobüsün gelerek kendisine çarptığını, otobüsün bayandan önce başka bir araca çarmış olabileceğini, otobüs şoförünün çok hızlı ve hatalı olduğunu anlatmış,
Tanık C.. G..; olay tarihinde arkadaşı ile birlikte otobüs durağında aracın içerisinde beklemekte olduklarını, bir ses duyup arkasına baktığında halk otobüsünün bayana çarptığını ve bayanın çarpmanın etkisiyle yola savrulduğunu gördüğünü, otobüsün çarpmadan önce fren yapmadığını, ölenin yolun ortasında değil ışıkların bulunduğu yerde olduğunu, yola adım attığı anda otobüsün çarptığını, ardından da bir araca vurduğunu, şoförün çok süratli ve hatalı olduğunu söylemiş,
Tanık H.. A..; olay günü arkadaşı olan ölen ile otobüs durağının bulunduğu yerin ilerisinde bölünmüş yoldan karşıdan karşıya geçmek istediklerini, birinci yolu geçip orta refüjde beklediklerini, ölenin araçlara kırmızı ışık yandığı düşüncesiyle yola bir adım attığını, aynı anda otobüsün kendisine çarptığını ve sürükleyip üzerinden geçtiğini, otobüsün çok hızlı olduğunu ve frene basmadığını, fren ya da korna sesi duymadığını, geçiş hakkı kendilerinde iken yola çıkmak istediklerini, kaza mahallinin bir metre gerisinde bulunduğunu, olay yerinde bulunanların otobüs şoförüne katil şeklinde bağırdıklarını dile getirmiş,
Sanık kollukta; belediyede otobüs şoförü olarak görev yaptığını, beş yıl evvel emekli olup özel halk otobüsünde çalışmaya başladığını, olay tarihinde yetmiş seksen kilometre hızla seyir halinde bulunduğunu, trafik ışıklarının yeşil yandığını, ışıkların bulunduğu yere geldiği sırada sarıya döndüğünü, geçişine devam ettiğini, bu esnada sol yoldan bir aracın hızla dönüş yaptığını, frene basmasına rağmen önündeki araca çarptığını, çarpmanın etkisiyle söz konusu aracın sağa doğru savrulduğunu, o sırada önüne bir bayanın çıktığını ve aracın ön sol kısmına çarpıp altında kaldığını, frene bastığını, fakat çarpmaktan kurtulamadığını, kazanın nedeninin ölenin gelişigüzel yola çıkması olduğunu, trafik ışıklarından geçmediğini, ölenin yoldan geçiş yaparken önündeki aracın geçmesi nedeniyle geçiş hakkının kendisinde olduğunu zannederek yola çıkmış olabileceğini, geçiş olmadığını anlayınca durup geri dönmek istediğini ve yolun ortasında kaldığını, öndeki araç yüzünden bayanı göremediğini ve çarpmak zorunda kaldığını, otobüste elli yolcu bulunduğunu ve yükü nedeniyle bir anda durmasının mümkün olmadığını,
Cumhuriyet savcılığında; özel halk otobüsünde şoför olarak görev yaptığını, kavşağa üç dört metre kala trafik ışığının yeşilden sarıya döndüğünü, hızının yaklaşık yetmiş kilometre olduğunu, önünde bulunan aracın aniden geçiş yaptığını, durumu fark edince frene bastığını, ancak gerekli mesafede duramadığını, önce araca, ardından yolun ortasındaki ölene çarptığını,
Sorguda; içerisinde ellinin üzerinde yolcu bulunan otobüsle seyir halinde olduğunu, trafik ışıklarına üç dört metre kala ışığının yeşilden sarıya döndüğünü, hızının yaklaşık yetmiş kilometre olması nedeniyle durmasının mümkün olmadığını, yayayı görmediğini, önünde bir araç bulunduğunu, aracın çapraz bir biçimde ışıklardan kendi gidiş istikametine geçtiğini, yan tarafından yayanın bu aracı siper almış vaziyette karşıdan karşıya geçmekte olduğunu, yolun yarısına kadar geldiğini, önce araca vurduğunu, aracın sağa kayması neticesi yayanın önüne çıktığını, çarpmaya engel olamadığını, ölenin yaya geçidine uzak bir yerden geçtiğini, kusuru bulunmadığını,
Duruşmada; olay tarihinde sabah saat sekiz sıralarında sevk ve idaresindeki otobüsle sahil yolu istikametine doğru seyir halinde bulunduğunu, kavşağa geldiğinde kendisine yeşil yanan ışığın sarıya döndüğünü, hızının yirmibeş kilometre civarında olduğunu, sur tarafından gelen aracın bir anda önünden karşıya geçmek istediğini, ölenin aracı siper alarak arkasından sur tarafından mezarlığa doğru geçip sahile döneceğini, öleni hiç görmediğini, fren yapmasına rağmen önüne çıkan aracın sağ arka tarafına çarptığını, aracın savrulmasıyla ölenin otobüsün önüne düştüğünü, kazanın frenlerinin tutmaması nedeniyle meydana geldiğini, olayda kusuru bulunmadığını savunmuştur.
Uyuşmazlık konusunda isabetli bir hukuki çözüme ulaşılması bakımından, öncelikle taksir ve unsurları üzerinde durulması gerekmektedir.
Kural olarak suç yalnızca kastla işlenebilir. Ancak kanunda açıkça gösterilen hallerde taksirle de işlenebileceği kabul edilmiştir. Failin cezalandırılabilmesi için, kanunda açık bir düzenleme bulunmasının zorunlu olduğu istisnai bir kusurluluk şekli olan taksir, 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 22/2. maddesinde; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesi” şeklinde açıklanmıştır.
Arapça “kusur” kökünden türetilmiş bulunan taksir; kısaltma, bir işi eksik yapma, bir şeyi yapabilirken çekinip yapmama, kusur etme, kabahat ve günah anlamlarına gelmektedir. (Kayıhan İçel, Ceza Hukukunda Taksirden Doğan Sübjektif Sorumluluk, Cezaevi Matbaası, İstanbul 1967, s. 22) Hukuki anlamda ise; neticenin fail tarafından öngörülebilir olduğu halde öngörülmemesi şeklinde ortaya çıkabileceği gibi, öngörüldüğü halde istenmemesi biçiminde de gerçekleşebileceği ifade edilmektedir. (Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 2. Baskı, c. 1, s. 590)
Öğreti ve yargısal kararlarda da; “failin suç tipindeki neticeye yönelik kast içerisinde olmadan, fakat zorunlu olduğu özeni gösterdiği takdirde neticenin meydana gelmesi mümkün bulunmayan hallerde, tespit edilmiş suç tipini hukuka aykırı olarak ihlal etmesi; bir kimsenin dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranmak suretiyle, istemediği ve fakat öngörülebilir bir neticeyi gerçekleştirmesi” biçiminde tanımlanmıştır. (Ayhan Önder, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 1992, c. 2, s. 336; Turan Tufan Yüce, Türk Ceza Hukuku Temel Kavramları, Turhan Kitapevi, Ankara 1984, s. 59; Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Şerhi, Seçkin Yayınevi, Ankara 1993, c. 1, s. 508; Mahmut Koca-İlhan Üzülmez, Türk Ceza Hukuku Genel Hükümler, Seçkin Yayınevi, Ankara 2014, 7. Baskı, s. 172; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-Ahmet Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 8. Baskı, s. 318; Hamide Zafer, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Beta Yayınevi, İstanbul 2015, 4. Baskı, s. 254; Hakan Hakeri, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, Ankara 2014, 17. Baskı, s. 232)
Suçun manevi unsurlarından olan kast gibi taksirde de birlikte yaşamanın getirdiği kurallara uyulmaması söz konusudur. Toplumsal hayatta belli faaliyetlerde bulunan kişilerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alma ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar birlikte yaşama mecburiyetinden doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç, bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirir. Taksirli suçta fail; dikkatli, tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için ceza yaptırımı ile karşılaşır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen, sonuca iradi bir hareketle sebep olmaktan kaynaklanmaktadır.
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 18.11.2014 gün ve 179-499; 18.02.2014 gün ve 10- 80; 25.03.2008 gün ve 43-62; 01.02.2005 gün ve 213-3; 23.03.2004 gün ve 12-68; 09.10.2001 gün ve 181-204 ile 21.10.1997 gün ve 99-202 sayılı kararlarında açıkça vurgulandığı ve öğreti ile uygulamada da kabul edildiği üzere taksirin unsurları;
1- Taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradiliği,
3- Neticenin iradi olmaması,
4- Hareketle netice arasında nedensellik bağının bulunması,
5- Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da gerek icrai, gerekse ihmali hareketlerin iradi ve meydana gelen sonucun öngörülebilir olması, bunun yanında hareketle netice arasında illiyet bağı bulunması gerekmektedir. Olayda iradi bir davranışın bulunmaması halinde taksirden sözedilemeyecek, öngörülemeyen neticenin gerçekleşmesi durumunda da failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Taksirli hareket ile meydana gelen netice arasında illiyet bağı bulunmaması halinde fail bu sonuçtan sorumlu tutulamayacaktır Neticenin gerçekleşmesinde, mağdur veya başka bir kişinin taksirli davranışının da etkili olması durumunda, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin vasfını da değiştirmeyecektir. 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda taksirle işlenebilen suçlarda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Türk Ceza Kanununda taksir; basit ve bilinçli taksir şeklinde ayrıma tâbi tutulmuş, 22. maddesinin üçüncü fıkrasında bilinçli taksir; “kişinin öngördüğü neticeyi istememesine karşın, neticenin meydana gelmesi” şeklinde tanımlanarak, bu durumda taksirli suça ilişkin cezanın üçte birden yarıya kadar arttırılacağı öngörülmüştür.
Basit taksirle bilinçli taksir arasındaki ayırıcı ölçüt; basit taksirde failin öngörülebilir bir neticeyi öngörememesi, bilinçli taksirde ise gerçekleşmesini istemediği neticeyi öngörmüş olmasıdır.
Bilinçli taksirde gerçekleşen sonuç, fail tarafından öngörüldüğü halde istenmemiştir. Gerçekten neticeyi öngördüğü halde, sırf şansına veya başka etkenlere, hatta kendi beceri ya da bilgisine güvenerek hareket eden kişinin hali, bunu öngörmemiş olan kimsenin durumu ile bir tutulamayacağından ve neticeyi öngören kimse, ne olursa olsun sonucu meydana getirecek harekette bulunmamakla yükümlü olduğundan, “neticenin fail tarafından öngörülmesi” ölçü alınarak basit ve bilinçli taksir ayrımına gidilmiştir.
Bu açıklamalardan sonra, taksirle ölüme neden olma suçuyla ilgili hükümlerin de gözden geçirilmesi gerekmektedir.
Türk Ceza Kanununun hayata karşı suçlar bölümündeki “taksirle öldürme” başlıklı 85. maddesi;
“Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
Fiil, birden fazla insanın ölümüne ya da bir veya birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir veya birden fazla kişinin yaralanmasına neden olmuş ise, kişi iki yıldan onbeş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, maddenin birinci fıkrasında taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu yaptırıma bağlanmıştır. Taksirli hareket sonucu birden fazla insanın ölümüne veya bir ya da birden fazla kişinin ölümü ile birlikte bir ya da birden fazla kişinin yaralanmasına neden olunmuş ise fail maddenin ikinci fıkrası gereğince cezalandırılacaktır.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Sevk ve idaresindeki içerisinde yaklaşık elli yolcu olan özel halk otobüsüyle, gündüz vakti, meskûn mahalde, tek yönlü, orta refüjle bölünmüş, yedi metre genişliğinde, düz, görüşe açık, eğimsiz, zemini kuru ve asfalt kaplama, gidiş istikametine göre kavşak öncesinde solda ve sonrasında sağda otobüs durakları olan yolda seyir halinde bulunan ve adli raporlara göre alkolsüz olduğu tespit edilen sanığın, kendi yönüne yanmakta olan yeşil ışıkta, yetmiş seksen kilometre hızla ışıklı işaret cihazı ve yaya geçidi bulunan kavşağa yaklaştığı, kavşağa üç dört metre kala ışığın sarıya, akabinde de kırmızıya dönmesine rağmen hızını azaltmadan kavşağa girip, yeşil ışıkta ancak yaya geçidinin yirmi metre kadar ilerisinden karşıdan karşıya geçmek amacıyla yola henüz adımını atmış olan yayaya çarparak ölümüne neden olduğu, akabinde de direksiyon hâkimiyetini kaybedip, solda bulunan tali yoldan yeşil ışıkla birlikte ana yola çıkan araca vurduğu olayda, sanığın meskûn mahalde, ışıklı işaret cihazı, yaya kaldırımı ve otobüs durağı bulunan kavşağa yaklaşırken, trafik ışıklarının yeşilden sarıya döndüğünü görmesine rağmen hızını azaltmadığı, aksine yayalara veya yeşil ışığın yanmasıyla birlikte diğer yönden kavşağa giren araçlara çarparak yaralamaya ya da ölüme neden olabileceğini öngördüğü halde şansına, tecrübesine ve şoförlük yeteneklerine güvenip, mahal şartlarına göre oldukça yüksek kabul edilen yetmiş seksen kilometre süratle kırmızı ışıkta geçtiği, objektif dikkat ve özen yükümlülüklerine aykırı hareket edip, öngördüğü fakat istemediği zararlı neticenin meydana gelmesine sebep olduğu anlaşılmakla, gerçekleşmesini istemediği, ancak öngördüğü sonucun meydana gelmesini engelleyebilecek objektif özen yükümlülüğüne uygun davranmadığından, eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiğinin kabulü gerekmektedir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün, sanığın eylemini bilinçli taksirle gerçekleştirdiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1-Bakırköy 28. Asliye Ceza Mahkemesinin 07.05.2013 gün ve 63-600 sayılı direnme kararının, sanığın fiilini bilinçli taksirle gerçekleştirdiğinin gözetilmemesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.05.2015 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.