Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/74 E. 2014/140 K. 25.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/74
KARAR NO : 2014/140
KARAR TARİHİ : 25.03.2014

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Sulh Ceza
Günü : 03.03.2011
Sayısı : 501-172

Taksirle yaralama suçundan sanık …’in 5271 sayılı CMK’nun 223/2-a maddesi gereğince beraatine ilişkin, Balıkesir 2. Sulh Ceza Mahkemesince verilen 27.11.2006 gün ve 441-582 sayılı hükmün katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 26.03.2009 gün ve 14234-3566 sayı ile;
“1219 sayılı Kanunun 75. maddesi hükmü karşısında mahkemenin uygun göreceği bilirkişilerin görüşlerine başvurma imkânı saklı kalmak üzere, doktor olan sanığın mesleğinin icrasından doğan fiilinden dolayı Yüksek Sağlık Şurasından düşünce sorulmasını zorunlu kıldığı dikkate alınmadan Adli Tıp Kurumundan verilen rapora itibar edilerek eksik soruşturma ile yazılı şekilde hüküm tesisi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 03.03.2011 gün ve 501-172 sayı ile; sanığın 5271 sayılı CMK’nun 223/2-a maddesi gereğince tekrar beraatine hükmolunmuştur.
Bu hükmün de katılan vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 24.05.2012 gün ve 16817-13074 sayı ile; onanmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 13.07.2012 gün ve 226092 sayı ile;
“Sanık suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 459/2, karar tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 89/1, 89/2-a maddelerinde düzenlenen taksirle yaralama suçundan yargılanmakta olup bu suçtan açılan kamu davasının gerektirdiği cezanın üst sınırı nazara alındığında 7 yıl 6 aylık olağanüstü zamanaşımına tabidir.
09.03.2004 tarihinde taksirle yaralama suçunu işlediği iddiasıyla yargılanan sanık hakkındaki zamanaşımını kesen hukuki işlemler, 27.06.2006 tarihinde iddianamenin düzenlenmesi, 27.11.2006 tarihli sanığın sorgusunun yapılması olup, soruşturma izni alınması aşaması hariç, bunun dışında suç tarihi ile Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 24.05.2012 tarihli incelemesi arasında zamanaşımını kesen veya durduran hiçbir sebebin gerçekleşmediği anlaşıldığından; sanığa atılı olan ve başka bir suçu oluşturma olasılığı da bulunmayan eylemde, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 459/2. maddesinde öngörülen cezanın süresi itibariyle, suç tarihlerinde yürürlükte olan ve dava zamanaşımı yönünden 5237 sayılı TCK’ya göre sanık lehine hükümler içeren 765 sayılı TCK’nın 102/4 ve 104/2. maddelerinde öngörülen 7 yıl 6 aylık zamanaşımı süresinin suç ve inceleme tarihleri arasında dolduğu anlaşılmaktadır.
Sanığın eyleminin suç oluşturmaması veya yeni bir kanuni düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen bir halin, başka bir deyişle derhal beraat kararı verilmesini gerektiren bir durumun bulunmadığı ve dosya içeriği sanığın derhal beraatine karar verilmesini açıklığa kavuşturur nitelik arz etmediğinden, olağanüstü dava zamanaşımı süresinin dolmuş olması nedeniyle yerel mahkeme hükmünün bozulmasına, ancak 1412 sayılı CMUK’nun 322. maddesiyle tanınan yetki kullanılarak ve 5271 sayılı CMK’nun 223/1. maddesindeki tanımlamaya uyularak kamu davasının düşürülmesine karar verilmesinde zorunluluk bulunmaktadır” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 12. Dairesince 19.11.2012 gün ve 27125-24457 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; dava zamanaşımının gerçekleştiği ahvalde Yargıtay Ceza Dairesince hükmün esastan incelenerek beraat kararının onanmasının mümkün olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Suç tarihinin 30.03.2004 olduğu somut olayda, sanık hakkında 765 sayılı TCK’nun üç aydan yirmi aya kadar hapis ve para cezası öngören 459/2. maddesi uyarınca kamu davası açıldığı, yerel mahkemece 27.11.2006 ve 30.03.2011 tarihli kararlar ile sanığın beraatına hükmolunduğu, Özel Daire tarafından 24.05.2012 tarihinde yapılan incelemede yerel mahkeme hükmünün onanmasına karar verildiği, dava zamanaşımını kesen son işlemin 27.11.2006 tarihinde yapılan sanığın sorgusu olduğu, 4483 sayılı Kanun uyarınca soruşturma izni işlemlerinde geçen ve zamanaşımını durduran süreler de gözetildiğinde 765 sayılı TCK’nun 102/4. maddesi uyarınca asli dava zamanaşımının Özel Daire inceleme tarihinden önce 27.11.2011 günü gerçekleştiği anlaşılmaktadır.
765 sayılı TCK’nun 102. maddesinde, kanunlarda aksine bir hüküm bulunmadıkça kamu davasının maddede yazılı sürelerin geçmesiyle ortadan kalkacağı düzenlenmiş, maddenin dördüncü fıkrasında da beş seneden fazla olmamak üzere hapis ya da para cezalarını gerektiren suçlarda bu sürenin beş sene olacağı hüküm altına alınmıştır. Aynı kanunun 104/2. maddesi uyarınca kesen bir nedenin bulunması halinde zamanaşımı, kesilme gününden itibaren yeniden işlemeye başlayacak ve ilgili suça ilişkin olarak kanunda belirlenen sürenin en fazla yarısına kadar uzayacaktır.
Ceza Genel Kurulunun 18.12.2012 gün ve 864-1861, 26.06.2012 gün ve 978-250 ile 23.01.2007 gün ve 254-5 sayılı kararları başta olmak üzere birçok kararında da açıkça vurgulandığı üzere, yargılama yapılmasına engel olup, davayı düşüren hallerden biri olan dava zamanaşımının yargılama sırasında gerçekleşmesi durumunda, yerel mahkeme ya da Yargıtay, re’sen zamanaşımı kuralını uygulayarak kamu davasının düşmesine karar verecektir.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun 223/9. maddesinde, 1412 sayılı CMUK’nun 253/6. maddesine benzer bir şekilde; “derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemeyeceği” hüküm altına alınmıştır. Anılan maddenin gerekçesinde de, “fiilin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen hallerde derhal beraat kararı verilebileceği” belirtilmiştir.
Ceza Genel Kurulunun 23.11.2010 gün ve 136–229 sayılı kararı başta olmak üzere pek çok kararında; “zamanaşımının gerçekleşmesi durumunda derhal beraat kararı verilmesini gerektiren haller hariç öncelikle beraat değil, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmesi, aksi halde, yani derhal beraat kararı verilmesini gerektiren hallerde ise zamanaşımı nedeniyle düşme kararı verilmemesi gerektiği” kabul edilmiştir.
Somut olay bu açıklamalar ışığında değerlendirildiğinde;
Sanığa yüklenen taksirle yaralama suçunun yaptırımı, 765 sayılı TCK’nun 459/2. maddesinde üç aydan yirmi aya kadar kadar hapis ve para cezası olarak belirlenmiştir. Suç tarihinde yürürlükte olan ve zamanaşımı yönünden lehe olan 765 sayılı TCK’nun 102/4. maddesi uyarınca bu suçun asli dava zamanaşımı 5 yıl, aynı kanunun 104/2. maddesi de göz önünde bulundurulduğunda kesintili dava zamanaşımı 7 yıl 6 ay olup, zamanaşımını kesen son işlem olan sanığın sorgusunun yapıldığı 27.11.2006 tarihi ile Özel Dairece incelemenin yapıldığı 24.05.2012 tarihi arasında 27.11.2011 günü 5 yıllık asli dava zamanaşımının dolduğu anlaşılmaktadır. Eylemin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen bir halin, başka bir deyişle derhal beraat kararı verilmesini gerektiren bir durumun bulunmadığı ve eylemin daha ağır cezayı gerektiren başka bir suçu da oluşturma ihtimalinin olmadığı sabittir.
Bu itibarla; itirazın kabulüne, Özel Daire onama kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün gerçekleşen dava zamanaşımı nedeniyle bozulmasına, ancak bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak sanık hakkındaki kamu davasının gerçekleşen zamanaşımı nedeniyle düşmesine karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …;”Sanık hakkında taksirle yaralama suçundan açılan kamu davasında, verilen beraat kararı ilk kez Yargıtay 9. Ceza Dairesince, 1219 sayılı Kanun’un 75. maddesi hükmü uyarınca Yüksek Sağlık Şurasından görüş alınmasının zorunlu olması nedeniyle, hükmün esası ile ilgili bir değerlendirme yapılmaksızın bozulmuş, yerel mahkemece Yüksek Sağlık Şurasından alınan görüşte de, sanık doktorun teşhis ve tedavide tıbbi kurallara aykırı bir eyleminin bulunmadığı dolayısıyla kusur yüklenemeyeceğinin belirtilmesi üzerine, Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas Kurulunun benzer görüşü de dikkate alınmak suretiyle Yerel Mahkemece ikinci kez henüz zamanaşımı süresi dolmadan yargılama sonlandırılmak suretiyle 03.03.2011 tarihinde beraat kararı verilmiş, dosyayı inceleyen 12. Ceza Dairesince de, CMK’nın 223/9. Fıkrası da gözetilmek suretiyle verilen beraat hükmü usul ve yasaya uygun bulunduğundan onanmış, Yargıtay C. Başsavcılığınca onama kararına itiraz edilmesi üzerine Yargıtay Ceza Genel Kurulunca, 1412 sayılı Kanun döneminde verilip sürdürülen kararlarındaki ilkeler doğrultusunda itirazın kabulüne karar verilerek, onama kararının kaldırılması suretiyle, sanık hakkındaki kamu davasının zamanaşımının gerçekleşmesi nedeniyle düşmesine karar verilmiştir.
Aşağıda belirttiğim nedenlerle çoğunluk görüşüne katılmamaktayım;
Esasen somut olayda 5271 sayılı CMK’nın 223/9. maddesinin uygulanma şartları bulunmamaktadır, çünkü, yerel mahkemece henüz zamanaşımı gerçekleşmeden yargılamayı sonlandırarak sanık hakkında beraat hükmü tesis edilmiştir, dolayısıyla yargılama yerel mahkemece sonlandırılmış, Yargıtayca da yapılacak inceleme öncelikle verilen hükümde bir yasaya aykırılık, bulunup bulunmadığından ibarettir. Henüz hüküm incelenmeden, durma veya düşme nedenlerinin olup olmadığı yönünde değerlendirme yapılamaz, zira durma ve düşme nedenleri beraati değil mahkûmiyeti engellemek için ihdas edilmiştir. Hal böyle iken, masumiyet hakkı, makul sürede yargılanma hakkı gibi bir çok hak ihlal edilerek, alışılmış uygulamanın devamı benimsenmiş, yasal bir dayanağı bulunmayan bu uygulamanın benimsenmesiyle de, ileride hak ihlalleri nedeniyle, gerek İnsan Hakları Mahkemesine gerekse Anayasa Mahkemesine yapılacak bireysel başvurularda, ihlal kararları verilmesinin yolu açılmıştır.
Konunun Yargıtay açısından CMK’nın 223/9. maddesi kapsamında da bulunmadığını ifade etmekle beraber, dayanılan hükmün esasen yüksek çoğunluğun yorumladığı gibi olmadığı da öğretide de, büyük çoğunluk tarafından kabul edilmiştir. Bu kapsamda anılan fıkranın uygulanma şartlarına gelince;
Düşme ve red sebeplerinin gerçekleşmesi halinde, kural olarak uyuşmazlığın esasının değerlendirilmesi gerekmeksizin, yargılamanın sonlandırılması gerekmektedir. Ancak 5271 sayılı CMK’nın 223/9. fıkrasında, durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararları yönünden buna bir istisna getirilmiş, bunun ön şartı ise derhal beraat kararı verilmesi gereken hal olarak belirtilmiştir.
O halde derhal beraat kararı verilebilecek halden ne anlaşılması gerekmektedir. Anılan hükmün konuluş amacı ve uygulama koşullarının belirlenmesi için, hükmün tarihsel sürecinin değerlendirilmesinde yarar bulunmaktadır.
Derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma veya düşme kararı verilemeyeceği yönündeki hükme ilk olarak 1412 sayılı CMUK’un 253. maddesine 05.03.1973 tarihli ve 1696 sayılı Kanunun 37. maddesi ile eklenen son fıkrada yer verilmiş, düzenlemenin gerekçesinde ise hükmün konuluş amacı; ‘.. tatbikatta derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma veya düşme kararı verildiğine çok rastlanmaktadır. Durma ve düşme sebepleri netice itibariyle mahkûmiyet kararı verilmesini önlemek üzere kabul edildiklerinden, ayrıca mahkeme faaliyeti yapmadan beraat kararı verilebilecek hallerde, bu kararın verilmesine engel olamayacaklarının belirtilmesi fertler bakımından bir teminat teşkil edecektir’ şeklinde açıklanmıştır.
5271 sayılı CMK’nın 223/9. fıkrasının ihdas gerekçesi ise, 223. madde olarak yasalaşan, tasarının 232. maddesinin gerekçesinde, ‘Fiilin suç oluşturmaması veya yeni bir yasal düzenleme ile suç olmaktan çıkarılması gibi herhangi bir araştırmayı gerektirmeyen hâllerde derhâl beraat kararı verilmesi gerekir.’ şeklinde belirtilmiş iken, Adalet Komisyonu raporunda, fıkranın uygulanma koşulları ile ilgili herhangi bir daraltıcı ifadeye yer verilmeksizin, ‘…derhal beraat kararının verilebileceği hallerde davanın durması, davanın düşmesi veya ceza verilmesine yer olmadığı kararının verilemeyeceği, hüküm altına alınmıştır.’ şeklinde açıklanmıştır.
Prof. Dr. C. Şahin fıkradan anlaşılması gereken hususun ve uygulanma koşullarını şu şekilde açıklamaktadır; ‘Derhal beraat kararı verilebilecek hallerde durma, düşme veya ceza verilmesine yer olmadığı kararı verilemeyeceğine dair hükmü ile Kanun, o anki dosya durumu itibariyle birden fazla kararın verilebilme imkânının olduğu hallerde, sanığın daha lehine olanın tercih edilmesini istemektedir. Örneğin zamanaşımı nedeniyle, işin esasını çözmeyen düşme kararı yerine, sanığın aklanmasını ifade eden beraat kararı verilebilecekse ve bunun için ayrıca delil araştırmasına gerek duyulmamakta ise, beraat kararı verilmelidir. Çünkü beraat kararı daha lehedir…
Düşme nedenlerinin kabul edilmesi demek, muhakemenin yapılmamasının, neticede sanığın mahkum olmamasının istenmesi demektir. Bu sebeplerin kabulü, sanığın beraat kararı ile temize çıkmasının istenmemesi demek değildir. Bunun içindir ki kovuşturmada tam beraat kararı verileceği sırada bu sebeplerin bulunduğunun anlaşılması beraat kararı verilmesine mani olmaz.
223. maddesinin dokuzuncu fıkrasında geçen ‘derhal’ ibaresi, ile kastedilen, yargılamanın hemen başlangıcında, henüz yargılamaya başlamadan bir beraat kararı verilebilecek hallerden ibaret olmayıp, böyle bir yaklaşım, ilgili hükmün uygulama alanını son derece sınırlandırma sonucunu doğuracaktır.
Zira böyle bir anlaşılış, öncelikle 5271 sayılı Kanunun sistemiyle bağdaşmamaktadır. 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu, 1412 sayılı Kanunun aksine, iddianamenin iadesi kurumu ile, mahkemeye iddianameyi inceleme görevi vermekte ve yeterli delil bulunmadığında iade etme yetkisi tanımaktadır. Bu durumda, yeterli delil olduğu için iddianameyi kabul eden mahkeme, hemen akabinde delil yetersizliğinden beraat kararı veremez. Dolayısıyla, fıkrada geçen “derhal” ibaresini CMK döneminde de ‘yargılamanın hemen başlangıcı, henüz yargılamaya başlamadan öncesi’ şeklinde anlamak, 223. maddenin dokuzuncu fıkrasının artık hiçbir şekilde uygulanmayacağını kabul etmektir. Böyle bir anlayış ve uygulama ise bizi, bu hüküm bakımından kanun koyucunun abesle iştigal ettiği sonucuna götürür…
‘Derhal’ ile kastedilen, ‘yargılamanın geldiği aşama itibariyle’ , iki farklı karar verilebilmesinin mümkün olduğu hallerde, sanığın daha lehine olan beraat kararının tercih edilmesidir.
Yani, yargılamanın geldiği aşama itibariyle dosyadaki mevcut delillere göre, ‘herhangi, başka, yeni bir araştırmaya gerek olmaksızın’ beraat kararı verilebilecek bir noktada, sanığın daha lehine olan beraat kararı yerine, sanığın daha aleyhine olan düşme kararı verilmesi yasaklanmaktadır. İlgili hükmün burada yapılmamasını istediği şey delil takdiri değil, yeni delil araştırmasıdır. İlave bir delil toplanmasına ya da araştırma yapılmasına gerek kalmadan beraat kararı verilebilecekse, dava zamanaşımı dolmuş olsa bile, zamanaşımı nedeniyle düşme kararı değil, dosyanın mevcut durumu itibariyle beraat kararı vermek gerekmektedir.
Fıkrada yargılama veya denetim makamına getirilen yükümlülük, düşme vb. kararı vereceği aşamada, o an itibariyle dosya içeriğine göre beraat kararı verilebilmesi de mümkünse, sanığın lehine ve güvenceli olanı tercih etme yükümlülüğünden ibarettir.
Özellikle dava zamanaşımının, önemli ölçüde, çeşitli sebeplerle muhakemenin yavaş işlemesi ve yargılamaların makul sürede sonuçlandırılamaması sonucunda gündeme geldiği düşünülecek olursa, bu durumda beraat yerine düşme kararı verilmesi, devletin üzerinde düşeni yapmamasının faturasının sanığa kesilmesi anlamına gelmektedir. Zira muhakeme dava zamanaşımı süresi içerisinde sonuçlandırılabilseydi beraat edecek olan sanık, kendi dışında sebeplerle muhakeme uzadığı için beraat imkânından yoksun bırakılmaktadır. Böyle bir durumda beraat yerine düşme kararı verilmesi hem CMK madde 223/9 hükmünün hem de sanık haklarından birçoğunun ihlali anlamına gelmektedir.
Ceza muhakemesinin herhangi bir aşamasında, dava zamanaşımı dolayısıyla düşme kararı verileceği sırada yapılan hukuki değerlendirmeye göre, aynı zamanda beraat kararı verilebilmesi de mümkün durumda ise, beraat kararının tercih edilmesi, ilgili yargılama makamı açısından bir yükümlülüktür. Bu suretle, başta lekelenmeme hakkı olmak üzere, sanığın çeşitli hakları uygulama alanı bulmuş olacaktır.’ (Dava Zamanaşımı Sanığın Aklanmasına Engel Olabilir mi?, Adalet Dergisi, Yıl 2013, sayı 45, sh 224 -239)
Bu açıklamalar ığışığında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının itirazının reddine karar verilmesi gerektiği görüşüyle katılmamaktayım” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan iki Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle itirazın reddi gerektiği görüşüyle karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının KABULÜNE,
2- Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 24.05.2012 gün ve 16817-13074 sayılı onama kararının KALDIRILMASINA,
3- Balıkesir 2. Sulh Ceza Mahkemesinin 03.03.2011 gün ve 501-172 sayılı hükmünün gerçekleşen asli dava zamanaşımı nedeniyle BOZULMASINA,
Ancak, bu husus yeniden yargılama yapılmasını gerektirmediğinden 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 322. maddesinin verdiği yetkiye dayanılarak, sanık hakkındaki kamu davasının, 765 sayılı TCK’nun 102/4 ve 5271 sayılı CMK’nun 223/8. maddeleri uyarınca DÜŞMESİNE,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİNE, 25.03.2014 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.