Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/731 E. 2014/114 K. 04.03.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/731
KARAR NO : 2014/114
KARAR TARİHİ : 04.03.2014

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 14. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 21.12.2010
Sayısı : 11-323

Çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan sanıklar … ve …’ın Haziran 2005 tarihinde birlikte gerçekleştirdikleri eylemleri nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 103/2, 103/3, 103/6, 31/2 ve 62. maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, sanık …’ün ayrıca Ağustos 2006 tarihinde gerçekleştirdiği ikinci eylemi nedeniyle aynı kanunun 103/2, 103/6, 31/3 ve 62. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Çorum Ağır Ceza Mahkemesince verilen 30.10.2008 gün ve 46-439 sayılı hükmün, sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 5. Ceza Dairesince 16.11.2009 gün ve 5702 – 12649 sayı ile;
“Sanıkların aynı zaman ve mekanda birbirlerini takiben nitelikli cinsel saldırı eylemlerini gerçekleştirdiklerinin kabulü karşısında, bizzat gerçekleştirdikleri eylemlerle birlikte her bir sanığın diğerinin eylemine TCK’nun 37. maddesi kapsamında fail olarak katılmış olmalarından dolayı haklarında aynı Kanunun 43/1. maddesinin de uygulanması gerektiğinin gözetilmemesi karşı temyiz olmadığından, 18 yaşını bitirmeyen sanıklar hakkındaki hükümlerin CMK’nun 185. maddesi uyarınca kapalı duruşmada açıklanmaması ise telafisi olanaklı bulunmadığından bozma nedeni yapılmamıştır. …
Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu’nun raporunda mağdur …’ın 22.10.2006 tarihinde mağduru bulunduğu olay nedeniyle ruh sağlığının bozulduğu belirtilmiş ise de, farklı tarihlerde sanıklara isnat edilen hangi eylemlerden dolayı mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulduğu hususunda Adli Tıp Kurumu Kanununun 7 ve 23. maddeleri gereği usulüne uygun teşekkül edecek Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu’ndan ek mütalaa istenerek sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerekirken eksik araştırmayla yazılı şekilde hüküm tesisi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkemece bozmaya uyularak yapılan yargılama sonucunda 21.12.2010 gün ve 11-323 sayı ile; sanıklar … ve …’ın Haziran 2005 tarihinde birlikte gerçekleştirdikleri eylemleri nedeniyle 5237 sayılı TCK’nun 103/2, 103/3, 43/1, 103/6, 31/2, 62 ve 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddeleri uyarınca 4 yıl 2 ay hapis cezası ile cezalandırılmalarına, sanık …’ün ayrıca Ağustos 2006 tarihinde gerçekleştirdiği ikinci eylemi nedeniyle aynı kanunun 103/2, 103/6, 31/3 ve 62. maddeleri uyarınca 8 yıl 4 ay hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiştir.
Bu hükmün de sanıklar müdafileri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 14. Ceza Dairesince 26.02.2013 gün ve 14710-1861 sayı ile;
“2005 yılı Haziran ayı ile 2006 yılı Ağustos ayı olan suç tarihleri arasında fiilen kesintiyi ve kastın yenilenmesini sağlayacak kadar uzunca bir sürenin geçmesi karşısında suça sürüklenen çocuk …’ün eylemlerinin zincirleme şekilde nitelikli cinsel istismar suçunu oluşturmadığı anlaşıldığından, her bir eyleminin bağımsız suç olarak kabul edilmesinde ve Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulunun 22.01.2010 tarihli raporunda, mağdur …’ın mağduru bulunduğu her bir olayın tek başına travma sonrası stres bozukluğu oluşturduğu ve her bir olayın tek başına ruh sağlığını bozduğunun belirtilmesi karşısında, her iki olayda da mağdurun ruh sağlığının bozulduğu kabul edilerek uygulama yapılmasında bir isabetsizlik bulunmadığından tebliğnamedeki bu hususlardan bozma isteyen düşünceye iştirak edilmemiştir.
Suça sürüklenen çocuk … hakkında 2006 yılı Ağustos ayında işlediği beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hükme yönelik temyiz isteminin incelenmesinde;
Delillerle iddia ve savunma, duruşma göz önünde tutularak tahlil ve takdir edilmiş sübutu kabul olunan fiilin unsurlarına uygun şekilde tavsif ve tatbikatı yapılmış bulunduğundan, suça sürüklenen çocuk … müdafiin yerinde görülmeyen temyiz itirazlarının reddiyle hükmün onanmasına,
Suça sürüklenen çocuklar haklarında 2005 yılı Haziran ayında işledikleri beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçundan kurulan hükümlere yönelik temyizlere gelince: …
Yerinde görülmeyen sair temyiz itirazlarının reddine, ancak;
Suçun birden fazla kişi ile birlikte işlenmesini ağırlaştırıcı neden olarak kabul eden 5237 sayılı TCK’nun 103/3. maddesindeki değişiklik 08.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5377 sayılı Kanun ile maddeye suç tarihi olan 2005 yılı haziran ayından sonra eklendiğinden suça sürüklenen çocuklar haklarında bu madde ile de artırım yapılamayacağının gözetilmemesi,
Yargıtay Ceza Genel Kurulunun Dairemizce de benimsenen 20.11.2007 gün ve 2007/5-142 Esas, 2007/240 sayılı Kararında belirtildiği üzere, beden veya ruh sağlığını bozacak şekilde çocuğun nitelikli cinsel istismarı suçunu zincirleme şekilde işleyen suça sürüklenen çocuklar haklarında ceza tayin edilirken TCK’nun 61/4-5. madde ve fıkra hükümleri de dikkate alınarak 103/6 madde ve fıkrasının uygulanmasından önce verilecek cezalar üzerinden 43. maddenin uygulanması sonucu bulunacak miktarın, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç nedeniyle 103/6. maddenin tatbikiyle bulunacak ceza üzerine eklenerek cezalarının belirlenmesi gerekirken bu sıralamaya aykırı olarak 43. maddenin 103/6. maddeden önce uygulanması suretiyle yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliklerinden bozulmasına karaar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 11.06.2013 gün ve 2011/365148 sayı ile;
“Başsavcılığımız tarafından düzenlenen 05.11.2012 tarihli tebliğnamede iki olayın teselsül ettiği ileri sürülmüş ise de; mahkemenin uygulamasını yerinde gören Özel Dairece bu görüşümüze katılınmamıştır. Bu şekilde tecelli eden kanaate bir itirazımız yoktur. Ancak tebliğnamenin 2 numaralı bendinde dile getirdiğimiz ‘Neticesi sebebiyle ağırlaşan suçtan dolayı, sanığın iki olayda da mağdurun ruh sağlığını bozduğu kabul edilerek uygulama yapılmış ise de; bu uygulamanın neticesi sebebiyle ağırlaşan suç teorisine uymaması, (yani eylem sonucunda ruh sağlığı bozulan mağdurun yeniden ruh sağlığının bozulduğundan söz edilemez. İkinci eylem, artık ruh sağlığı bozulmuş kişinin cinsel istismarı suçunu oluşturur)’ görüşümüzde ısrarlıyız.
Şöyle ki; mağdurun ruh sağlığının bir kere bozulacağı için teselsül uygulamasının temel ceza üzerinden yapılması gerektiğine ilişkin görüş, itiraza konu ilamda da dile getirildiği gibi Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 20.11.2007 gün ve 240 sayılı kararında da ayrıntılı olarak irdelenmiştir.
Tebliğnamenin 2 numaralı bendinde dile getirilen konu da aynı görüşten ilham almaktadır. Mağdurun 2005 yılı Haziran ayında maruz kaldığı eylem sonucunda ruh sağlığı bozulmuştur. 14 ay sonra vuku bulan ikinci eylem sonucunda ise önceden bozulmuş olan ruh sağlığı yeniden bozulmuş olamaz. Neticesi sebebiyle ağırlaşan suç teorisi uyarınca artık, ruh sağlığı bozulmuş olan çocuğun cinsel istismarı söz konusu olacaktır. Nitekim Dairece de benimsendiği söylenen ilgili CGK kararında aynen şu açıklamalar yer almaktadır;
‘Zincirleme suç halinin varlığı halinde, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç bakımından uygulamanın ne şekilde yapılacağı sorununa gelince;
Mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulmasının artırım nedeni olabilmesi için, kalıcı bir hasarın varlığı gerekmektedir. Kalıcı hasarın varlığı ise, doktor raporu ile belirlenecektir. Mağdurda oluşan bu kalıcı hasar ise, ancak bir kez oluşacaktır. Örneğin mağdurun ruh sağlığının kalıcı şekilde bozulması bir kez meydana gelir, gerçekleşen her eylemde ruh sağlığının yeniden bozulması söz konusu değildir. Bu nedenle suçun temel şeklinin zincirleme şekilde gerçekleştirildiği hallerde, mağdurun ruh sağlığının bozulması halinde, bu bozulmanın bir kez gerçekleştiği nazara alınarak, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç haline zincirleme suç hükümlerinin uygulanmasına olanak bulunmamaktadır. Aksi halde sanık hakkında fazla ceza tayin edilmesi söz konusu olur.’
Yüksek 14. Ceza Dairesince Ceza Genel Kurulunun anılan kararını benimseyerek buna uygun bozma kararı aldığı halde, aynı ilkeyi dile getiren tebliğnamemizin 2 numaralı bendindeki görüşümüze katılmayarak, bariz bir çelişkiye düşmüştür” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 14. Dairesince 10.09.2013 gün ve 6791 – 8864 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
İtirazın kapsamına göre inceleme, sanık … hakkında 2006 yılı Ağustos ayında işlediği cinsel istismar suçundan kurulan hükümle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Haziran 2005 ve Ağustos 2006 olmak üzere iki farklı tarihte aynı mağdura karşı vücuda organ sokulması suretiyle işlenen ve Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporuna göre her bir olayın tek başına travma sonrası stres bozukluğu oluşturduğu ve her bir olayın tek başına mağdurun ruh sağlığını bozduğu belirlenen somut olayda; mağdurun Haziran 2005’te gerçekleşeen olay nedeniyle ruh sağlığının bozulmuş olmasının, 2006 yılı Ağustos ayında gerçekleşen ikinci olay nedeniyle sanık hakkında TCK 103/6. maddesinin uygulanmasına engel teşkil edip etmeyeceğinin belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Kayden 07.03.1997 doğumlu olan mağdurun, 8 yaş 3 ay içerisinde bulunduğu Haziran 2005 ile 9 yaş 6 ay içerisinde bulunduğu Ağustos 2006 olmak üzere iki farklı tarihte fiili livata suretiyle nitelikli cinsel istismara maruz kaldığı, ilk eylemin sanıklar tarafından birlikte ve zincirleme biçimde gerçekleştirildiği, ikinci eylemin ise sanık … tarafından tek başına işlendiği, ikinci eylemden bir süre sonra 22.10.2006 günü mağdurun annesinin durumu aynı mahallede oturan başka çocuklardan duyması üzerine soruşturmaya başlanıldığı, soruşturma aşamasında alınan Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesinin 17.11.2006 tarihli raporunda mağdurun maruz kaldığı cinsel istismar sonucunda psikososyal işlevselliğinin ve ruhsal gelişiminin ağır bir şekilde etkilendiğinin ve ilaç tedavisine başlandığının belirtildiği, kovuşturma aşamasında alınan Adli Tıp Kurumu 6. İhtisas Kurulu’nun 21.07.2008 tarihli raporunda, adli soruşturma dosyasının, fiili livata bulgularına ilişkin doktor raporlarının, Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi raporunun, 04.07.2008 tarihli “agresivite, irritabilite, bir dönem kaka kaçırdığını halen ölmek istediğini söylediği, vakanın (travma sonrası stres bozukluğu) tespit edildiğine dair” muayene kaydının, olayın nevi ve oluş tarzı, mağdurun olay öncesi, esnası ve sonrası tutum ve davranışlarının, sanık, tanık ve mağdur ifadeleri gibi adli tıbbı ilgilendiren hususların birlikte değerlendirilmesi sonucunda; mağdurda beden ve ruh sağlığını bozacak mahiyet ve derecede “travma sonrası stres bozukluğu” tespit edildiği ve bu duruma göre 22.10.2006 tarihinde mağduru olduğu olay nedeniyle beden ve ruh sağlığının bozulduğunun tespit edildiği, aynı ihtisas kurulunun 22.01.2010 tarihli ek raporunda, 23.10.2006 tarihinden 1 yıl kadar önce ve 23.10.2006 tarihinden 1 ay kadar önce mağduru bulunduğu nitelikli cinsel istismar olayı sonucunda mağdurun daha önce düzenlenen adli raporları, 04.07.2008 ve 29.01.2010 tarihlerinde kurulca yapılan muayeneleri dikkate alındığında, mağduru olduğu her bir olayın tek başına travma sonrası stres bozukluğu oluşturduğu, her bir olayın tek başına ruh sağlığını bozduğunun mütalaa olunduğu,
Anlaşılmaktadır.
5237 sayılı TCK’nun “Çocukların cinsel istismarı” başlığını taşıyan 103. maddesi;
“ (1) Çocuğu cinsel yönden istismar eden kişi, üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Cinsel istismar deyiminden;
a) Onbeş yaşını tamamlamamış veya tamamlamış olmakla birlikte fiilin hukukî anlam ve sonuçlarını algılama yeteneği gelişmemiş olan çocuklara karşı gerçekleştirilen her türlü cinsel davranış,
b) Diğer çocuklara karşı sadece cebir, tehdit, hile veya iradeyi etkileyen başka bir nedene dayalı olarak gerçekleştirilen cinsel davranışlar,
Anlaşılır.
(2) Cinsel istismarın vücuda organ veya sair bir cisim sokulması suretiyle gerçekleştirilmesi durumunda, sekiz yıldan onbeş yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.
(3) (Değişik: 29.6.2005-5377/12 md.) Cinsel istismarın üstsoy, ikinci veya üçüncü derecede kan hısmı, üvey baba, evlat edinen, vasi, eğitici, öğretici, bakıcı, sağlık hizmeti veren veya koruma ve gözetim yükümlülüğü bulunan diğer kişiler tarafından ya da hizmet ilişkisinin sağladığı nüfuz kötüye kullanılmak suretiyle veya birden fazla kişi tarafından birlikte gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(4) Cinsel istismarın, birinci fıkranın (a) bendindeki çocuklara karşı cebir veya tehdit kullanmak suretiyle gerçekleştirilmesi hâlinde, yukarıdaki fıkralara göre verilecek ceza yarı oranında artırılır.
(5) Cinsel istismar için başvurulan cebir ve şiddetin kasten yaralama suçunun ağır neticelerine neden olması hâlinde, ayrıca kasten yaralama suçuna ilişkin hükümler uygulanır.
(6) Suçun sonucunda mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması hâlinde, onbeş yıldan az olmamak üzere hapis cezasına hükmolunur.
(7) Suçun mağdurun bitkisel hayata girmesine veya ölümüne neden olması durumunda, ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hükmolunur.” hükmünü taşımaktadır.
Görüldüğü gibi maddenin ilk fıkrasında suçun temel şekli, iki, üç, dört ve beşinci fıkralarında suçun nitelikli halleri ve altıncı ve yedinci fıkralarında ise netice sebebiyle ağırlaşmış halleri düzenlenmiştir.
Somut olayda, eylemin vücuda organ sokulmak suretiyle işlenmiş ve eylem neticesinde mağdurun ruh sağlığının bozulmuş olması nedeniyle, cinsel istismar suçunun hem nitelikli halinin, hem de neticesi sebebiyle ağırlaşmış halinin bir arada gerçekleştiği görülmektedir.
Neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç kavramı incelendiğinde; bu kavram, 765 sayılı TCK’dan farklı olarak, 5237 sayılı TCK sisteminde objektif sorumluluk esasının terk edilmesi sonucunda ceza hukukumuza girmiştir. Failin gerçekleştirdiği eylemde, kastettiği neticeden daha ağır veya başka bir neticenin meydana gelmesi halinde, 5237 sayılı TCK’nun 23. maddesi uyarınca, meydana gelen bu neticeden sorumlu tutulabilmesi için, netice bakımından en azından taksirle hareket etmiş olması gerekmektedir.
Öğretide, neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçun, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç ve görünüşte ya da gerçek olmayan neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç olarak iki farklı şeklinin bulunduğu kabul edilmektedir. Gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda, failin hareketi sonucunda kastettiğinden daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla bağımsız bir suç tipi ortaya çıkmaktadır. Örneğin, yaralama suçunda mağdurun ölmesi, gerçek neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. Görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suçlarda ise, failin hareketi sonucunda suçun oluşması için aranan neticeden başka, niteliği de farklı olan daha ağır bir netice ortaya çıkmakta olup, gerçekleşen aşırı netice dolayısıyla temel suç niteliği aynı kalmakla beraber yalnızca ceza ağırlaştırılmaktadır. Örneğin, cinsel istismar suçunda mağdurun ruh veya beden sağlığının bozulması, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halidir. (Nur Centel, Hamide Zafer, Özlem Çakmut, Türk Ceza Hukukuna Giriş, Beta Yayınları, İstanbul 2011, 7. Bası, s. 407 vd.; Mehmet Emin Artuk-Ahmet Gökcen-A.Caner Yenidünya, Ceza Hukuku Genel Hükümler, Adalet Yayınevi, 8. Bası, Ankara 2014, s.361 vd;)
Cinsel istismar suçlarında, görünüşte neticesi sebebiyle ağırlaşmış suç halinin söz konusu olduğu ve gerek uygulamada gerekse öğretide kabul edildiği üzere ortada bağımsız bir suç bulunmayıp, meydana gelen ağır neticeden dolayı cezanın ağırlaştırıldığı kabul edilmektedir. Mağdurun ruh sağlığının bozulması halinde, bağımsız ve müstakil ceza belirlenmesini gerektiren bir suç hali bulunmayıp, suçun temel şekline nazaran cezanın daha ağır belirlenmesini gerektiren bir artırım nedeni söz konusudur. Cezanın hesaplanmasında bu hal diğer artırım nedeniyle birlikte gözetilecektir.
Kanunda beden veya ruh sağlığının bozulması kavramlarının tanımına yer verilmemiş olup, Anayasa Mahkemesinin 26.02.2009 gün ve 96-34 sayılı kararında da belirtildiği üzere; kanunkoyucu burada, mağdurun beden veya ruh sağlığının bozulması halini cinsel istismar suçunun neticesi sebebiyle ağırlaşmış hali olarak öngörmüş ve bu kavramın her somut olayda gerçekleşip gerçekleşmediğinin belirlenmesini ise uygulamaya bırakmıştır. Beden veya ruh sağlığının bozulup bozulmadığı konusu, mağdurların yaşı, bedensel gelişim derecesi, ruhsal, sosyal ve kültürel yapılarına göre göreceli bir nitelik taşıdığından, söz konusu durumun her somut olayda ilgili uzmanların raporlarıyla ortaya konulması gerekmektedir.
Her cinsel saldırı veya cinsel istismar eyleminin az ya da çok mağdurda doğal olarak psikolojik bir sarsıntıya yol açacağı muhakkaktır. Ancak ruh sağlığının bozulmuş olduğunun kabulü için, mağdurda normal ve sık görülen ruhsal tepkilerin ötesinde ağır ve işlevselliği bozan bir hasarın varlığı aranmalıdır. Diğer taraftan, mağdurun ruh sağlığının bozulması halinin, bu bozulmanın hayatı boyunca iyileşmeden devam etmesi gerektiği anlamına gelmeyeceği gibi, ruh sağlığının bozulmasına neden olan olaydan sonra aynı veya farklı failler tarafından gerçekleştirilen başka eylemlerin, mevcut bozulmayı derinleştirmek, daha da ağırlaştırmak veya yeni farklı arızalara yol açmak suretiyle mağdurun ruh sağlığını yeniden ve ayrı bir biçimde bozmayacağı da söylenemeyecektir. Bu itibarla, mağdurun bir kez ruh sağlığının bozulmuş olması, bundan sonra yeniden ruh sağlığının bozulmayacağı sonucunu doğurmayacaktır. Zira kanunda ruh sağlığı bozulan bir kişinin tekrar ruh sağlığının bozulduğunun kabul edilemeyeceğine ilişkin bir sınırlama da bulunmamaktadır. Aksi kabul kanuna aykırı olacağı gibi, ruh sağlığı bozulan mağdurların farklı eylemler karşısında faillerin fiilleriyle orantılı ağırlıkta cezalandırılmaması suretiyle hukuken korumasız kalması sonucunu doğurur ki bu durum kanun koyucunun amacı ile de bağdaşmayacaktır.
Yargıtay C. Başsavcılığı itirazında sözü edilen Ceza Genel Kurulunun 20.01.2007 gün ve 142-240 sayılı kararı, zincirleme biçimde gerçekleşen eylemler sonucunda mağdurun ruh sağlığının bozulması halinde zincirleme suç hükümlerinin hangi sıra dahilinde uygulanacağına ilişkin olup uyuşmazlık konumuzda doğrudan ilgili olmadığı da gözönüne alınmalıdır.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Haziran 2005 ve Ağustos 2006 olmak üzere iki farklı tarihte vücuda organ sokulması suretiyle gerçekleştirilen ve Adli Tıp Kurumu İhtisas Kurulu raporuna göre her bir olayın tek başına travma sonrası stres bozukluğu oluşturduğu ve mağdurun ruh sağlığını bozduğu belirlenen somut olayda; aralarında bir yıldan fazla süre olmak üzere mağdura karşı gerçekleştirilmiş olan iki ayrı eylemden, her birinin tek başına travma sonrası stres bozukluğu oluşturduğu ve mağdurun ruh sağlığının bozulmasına neden olduğunun Adli Tıp 6. İhtisas Kurulunca belirtilmesi karşısında, sanık hakkında 2006 yılı Ağustos ayında gerçekleşen ikinci olay nedeniyle de TCK’nun 103/6. maddesini uygulayan yerel mahkemenin kararında ve bu kararı onayan Özel Daire ilamında bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, haklı nedene dayanmayan Yargıtay C. Başsavcılığı itirazının reddine karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının REDDİNE,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 04.03.2014 günü yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.