Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/718 E. 2014/534 K. 02.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/718
KARAR NO : 2014/534
KARAR TARİHİ : 02.12.2014

Kararı Veren
Yargıtay Dairesi : 12. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Ağır Ceza
Günü : 21.03.2013
Sayısı : 25-77

Taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçundan sanık …’in 5237 sayılı TCK’nun 85/2, 62, 50/4, 50/1-a, 52/4 ve 53/6. maddeleri uyarınca 24.300 Lira adli para cezasıyla cezalandırılmasına, taksitlendirmeye ve sürücü belgesinin sekiz ay süre ile geri alınmasına ilişkin, Ağrı Ağır Ceza Mahkemesince verilen 09.07.2009 gün ve 72-145 sayılı hükmün, sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 17.01.2013 gün ve 9352-1406 sayı ile;
“Sanığın idaresindeki otobüsle, gündüz, meskun mahal dışı, virajlı, hafif eğimli, karlı ve buzlu yolda seyrederken karşı yönden gelen ölen Çoşkun Divarcı idaresindeki otomobilin kayarak sanığın kullandığı şeritte otobüsün sağ ön kısmı ile otomobilin sağ yan kısmının çarpışması şeklinde gerçekleşen olayda sanığın hız limitlerine uymamasının kazaya etken olmadığı gibi Cumhuriyet savcısı tarafından yapılan 03.01.2009 tarihli olay yeri inceleme tutanağına göre hız limitinin 50 km olduğunun ve takografa göre de sanığın hızının 60 km olarak belirlendiği de dikkate alındığında sanığın hızının da çok fazla olmadığı anlaşılmakla, 09.01.2009 tarihli soruşturma sırasında alınan raporun oluşa uygun olduğu gözetilmeyerek, sanığın beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 21.03.2013 gün ve 25-77 sayı ile;
“…Sanığın hızı yasal sınırın altında olduğu kabul edilirse kendi şeridine doğru karşıdan gelen maktulün kullandığı araca çarpmamak için manevra yapma kabiliyetinin daha fazla olacağı muhakkaktır. Hızının yasal sınırın altında olduğu varsayıldığında manevra serbestisi daha fazla olacak, böylece üzerine doğru gelen araca çarpmayı engellemek için ya frene basıp duracak ya da farklı yönlere aracının sevk etme olanağına sahip olabileceği ortada olup bu kanaatle Yargıtay bozma ilamında dile getirilen sanığın hız limitlerine uymamasının kazaya etken olmadığı görüşüne ve yargılama kapsamında tespit edilen saatte 60 km hızın çok fazla olmadığı, dolayısıyla bu hızın da kazaya etken olmadığını yönündeki görüşler benimsenmemiştir.
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığının 18.02.2009 tarihli raporunda kaza noktasından 150 metre geride 30 km/saat azami hız sınırlaması levhasının bulunduğu, sanığın sevk ve idaresindeki otobüs ile tedbirsiz davranarak karlı buzlu zeminde 30 km/saat hız sınırlamasının olduğu viraja 50-60 km hızla girerek aracının hızını yol, zemin, görüş ve mahal durumunun gerektirdiği şartlara göre ayarlayamadığı, bu haliyle meydana gelen kazada tedbirsiz davranışı nedeniyle tali kusurlu olduğunun belirtildiği, bu anlamda 5237 sayılı TCK’nun 22. maddesi uyarınca neticenin öngörüldüğü, ancak istenmeyerek dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket edilerek eylemin gerçekleştirilmesi durumunda taksirin söz konusu olacağı, sanığın dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı hareket ederek kazanın oluşumuna sebebiyet verdiği” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının ‘bozma’ istekli 22.10.2013 gün ve 147028 sayılı tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; üç kişinin ölümüyle sonuçlanan olayda sanığın kusurunun bulunup bulunmadığı, dolayısıyla taksirle birden fazla kişinin ölümüne neden olma suçunun sabit olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Özel bir firmada otobüs şoförü olarak çalışan sanığın, olay tarihinde saat 14.50 sıralarında sevk ve idaresinde bulunan otobüsle Van istikametinden Ağrı istikametine gittiği sırada karşı yönden gelen ölen …’nin sevk ve idaresinde bulunan aracın direksiyon hakimiyetini kaybederek diğer şeride geçmesi nedeniyle davaya konu kazanın meydana geldiği, kaza sonucunda … ve aynı araçta bulunan … ve …’nin öldüğü,
Kazanın meydana geldiği yolun yerleşim yeri dışında, iki yönlü, asfalt zeminli, hafif eğimli ve virajlı olduğu, yol zemini tamamen kar ve buzla kaplı olup kullanılabilir genişliğinin 10,9 metre olduğu, yol kenarında Ağrı istikametine göre sağ tarafta kar birikintisinin, ölen … Divarcı’nın seyir halinde olduğu sol tarafta ise dik uçurumun bulunduğu,
03.01.2009 tarihli trafik kazası tespit tutanağında; ölenin şerit tecavüzü yapması ve zincir takmaması nedeniyle kural ihlali yaptığı, sanığın ise geliş istikametine göre 150 metre geride bulunan 30 km hız sınırına uymayarak kural ihlali yaptığı bilgilerine yer verildiği, ancak tutanakta belirtilen ve hız sınırının 30 km olduğunu gösteren levhaya ilişkin dosya içerisinde herhangi bir resmin veya görüntünün bulunmadığı,
Kaza sonrasında olay yerine giden Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen 03.01.2008 tarihli olay yeri inceleme tutanağında; kaza mahalline doğru her iki istikamette sollama yasağı, tehlikeli viraj uyarısı ve 50 km hız tahdit levhalarının bulunduğu ve tagokraf çıktısından sanığın 60 km/saat hızla gittiği açıklamalarının bulunduğu,
Cumhuriyet savcısı tarafından mahallinde yapılan olay yeri incelemesinde görevlendirilen bilirkişinin 09.01.2009 tarihli raporunda; ölenin “araçlarda bulundurulması mecburi gereçleri bulundurmamak, zincir takmamak”, “şeride tecavüz etme” ve “araçların hızını arıcın yük ve teknik özellikleri ile yol hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmamak ” kurallarını ihlal ettiği gerekçesiyle asli kusurlu olduğu, sanığın ise kazaya etken kusurunun bulunmadığı görüşüne yer verdiği,
Adli Tıp Kurumu Ankara Adli Tıp Grup Başkanlığı tarafından düzenlenen 18.02.2009 tarihli raporda ise; ölenin 09.01.2009 tarihli bilirkişi raporunda belirtilen hususlar nedeniyle asli kusurlu olduğu, sanığın da karlı ve buzlu yolda 30 km hız sınırına uymayarak mahal şartlarının üzerindeki seyir hızıyla gitmesi nedeniyle tali kusurlu olduğunun belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Kaza anında otobüste bulunan yardımcı şoför, muavin ve yolcular tanık olarak verdikleri ifadelerinde benzer olacak şekilde, otobüs şoförü olan sanığın aracı çok hızlı kullanmadığını, 50-60 km hızla seyir halinde olduğunu, karşı yönden gelen otomobilin hızlı olduğunu, 20 metre kala kendi etrafında dönmeye ve kaymaya başladığını, sanığın otobüsü yavaşlatarak sağ tarafa doğru gittiğini, otobüs durmak üzereyken otomobilin gelerek otobüse çarptığını beyan etmişler,
Sanık aşamalarda; 55-60 km hızla seyir halinde bulunduğu sırada karşı yönden gelen otomobilin kaymaya başladığını, daha sonra hızla etrafında dönerek şeridinden çıktığını ve kullanmakta olduğu otobüsün sağ tarafına çarptığını, sonrasında sağ taraftaki karlara saplanarak durduğunu, otomobili gördüğünde hemen fren yaparak durmaya çalıştığını, ancak otomobilin sürati fazla olduğu için otobüsü durduramadan otomobilin gelerek otobüse çarptığını savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı ve öğretide benimsendiği üzere taksirin unsurları;
1- Suçun taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın belirlenmesinde dikkate alınabilecektir.
Diğer taraftan, yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin tespit ettikleri kusurun varlığı ya da yokluğu ve kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun bulunup bulunmadığının, varsa kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre ve yasal gerekçelerle belirlemesi gerekmektedir. Olayın gerçekleşme şeklini belirleme görevi de hâkime ait olup bilirkişi bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olacak ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığın olay tarihinde saat 14.50 sıralarında sevk ve idaresindeki otobüsle, iki yönlü, hafif eğimli ve virajlı, zemini kar ve buzla kaplı yolda kendi beyanına göre 55-60 km/saat hızla ilerlediği sırada karşı yönden gelen …’nin, sevk ve idaresinde bulunan otomobilin direksiyon hakimiyetini kaybederek kendi etrafında döndükten sonra sanığın kullandığı otobüsün bulunduğu şeride girerek otobüse çarpması nedeniyle meydana gelen kaza sonucunda otomobil sürücüsü … ile aynı araçta bulunan … ve …’nin öldüğü somut olayda, ölen …’un zemini tamamen kar ve buzla kaplı olan yolda aracının hızını yol, hava ve trafik şartlarına uydurması gerekirken gerekli özen ve dikkati göstermeyerek aracını hızlı kullanması sonucu direksiyon hakimiyetini kaybederek karşı şeride geçip otobüse çarpması ve aracına zincir takmaması nedeniyle kusurlu olduğu anlaşılmaktadır.
Kazanın meydana gelmesinde sanığın kusurunun olup olmadığının belirlenmesine gelince; Cumhuriyet savcısı tarafından düzenlenen olay yeri inceleme tutanağında olay yerinde hız sınırının 50 km/saat olduğunun belirtilmiş bulunması karşısında olay anında 55-60 km/saat hızla araç kullanan sanığın hızının fazla olmaması ve ölen …’un kullandığı aracın direksiyon hakimiyetini kaybederek, şerit ihlali yapıp kendi şeridinde seyreden sanığın kullandığı otobüse çarpması dikkate alındığında, kazanın meydana gelmesinde sanığın bir etkisinin ve kusurunun bulunmadığının kabulü gerekmektedir.
Kaldı ki herhangi bir kural ihlali yapmaksızın araç kullanan sanığın, karşı şeritteki bir aracın şerit ihlali yaparak kullandığı araca çarparak ölümlü kazanın meydana gelebileceğini öngörmesi hayatın olağan akışına uygun değildir.
Bu itibarla, oluşa uygun 09.01.2009 tarihli bilirkişi raporu da dikkate alınarak kazanın meydana gelmesinde kusuru bulunmayan sanığın, yüklenen suçtan beraati yerine mahkumiyetine ilişkin yerel mahkeme kararı isabetsiz olup bozulmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyesi …; “Sayın çoğunluk ile aramızdaki ihtilaf; üç kişinin ölümü ile sonuçlanan kazada otobüs sürücüsü olan sanığın birden fazla kişinin ölümünden sorumlu tutulup tutulamayacağına; yani suçun sübutuna ilişkindir.
Kaza mahallinin 150 metre gerisinde 30 km hız sınırı levhası bulunmaktadır.
Cumhuriyet savcısı keşif sırasında hız sınırının 50 km olduğunu belirlemiş ise de; bu belirlemeyi neye göre yaptığı gündeme yansıtılmamıştır. Ancak olay mahallinin 30 km hız sınırından biraz ileride ve bölünmemiş şehirlerarası yol olduğu varsayımından hareketle bu sonuca varıldığı anlaşılmaktadır. Yalnız burada dikkate alınması gereken husus, hız sınırı belirlemesinin normal yollara ve uygun mevsim koşullarına göre yapılmış olduğu, olay anında ise yolların karla kaplanmış ve daralmış, aynı zamanda buzlu olduğudur. Olay yeri fotoğraflarından bu durum açıkça görülmektedir. O halde normal koşullardaki 50 km.lik hız sınırı bu durumda geçerli olmadığından otobüsün çok hızlı olduğu kabul edilmelidir.
Karşı yönden gelen otomobil ile kafa kafaya çarpışmada sanığın eylemi kazanın oluşmasında belirleyici unsur olmasa bile kazanın sonuçlarına doğrudan etki etmektedir. Çünkü karşılıklı çarpışmada çarpışma noktalarına uygulanan basınç; yani çarpma kuvveti, iki aracın hızlarının toplamı ile doğru orantılıdır. Bu açıdan otobüsün hızı da yaralanmaya veya ölüm meydana gelmesine doğrudan etki etmiştir. Kaldı ki, ‘sanık sabit halde dursa bile sanığa ait şeritten kayarak gelen araç gene sanığın kullandığı araca çarpardı’ şeklindeki görüşe itibar etmek de mümkün değildir. Düşük hızda seyreden bir araç kendi şeridindeki kayan aracı görünce şerit değiştirebilir ve kazayı önleyebilirdi.
Sanığın hız sınırına uymayarak ikinci derece kusurlu olduğu bilirkişi raporu ile sabittir. O zaman çözümlenmesi gereken sorun; sanığın kazanın oluşumuna doğrudan etkisi olmasa bile kurallara aykırı hızının suçun sübutuna etkisidir. Ceza Genel Kurulu bu konudaki kabulünü 30.10.2014 tarihli oturumunda 2013/775 esas sayılı dosyasında ortaya koymuştur. Anılan dosyada, yerleşim alanı dışındaki yolda seyir halinde olan sanığın tali yola yaklaşırken hızını düşürmediği için suçun sübut bulduğu kabul edilmişti. Oysa orada da sanık kendi şeridinden gitmekteydi. Tali yoldan gelen motosiklet sürücüsü sanığı görmesine karşın önünden geçmek için gaza basmış ve sanığın aracına yandan çarpmıştı. Üstelik sanığın hızının çapmanın şiddetine doğrudan etkisi de yoktu. Sanığa yüklenen tek kusur Karayolları Trafik Kanununa göre hızını azaltmamış olmasıydı.
Uygulamaya yön veren Genel Kurul kararları istikrarlı olmak zorundadır. Sözü edilen dosyadaki kabul doğrultusunda, benzer durumdaki bu dosyada da sanığın suçunun sabit olduğu kanaatiyle çoğunluk kararına katılmıyorum” düşüncesiyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan üç Genel Kurul Üyesi de; “benzer düşüncelerle yerel mahkeme direnme hükmünün onanması gerektiği” yönünde karşı oy kullanmışlardır.

SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Ağrı Ağır Ceza Mahkemesinin 21.03.2013 gün ve 25-77 sayılı direnme hükmünün, sanığın üç kişinin ölümüyle sonuçlanan kazanın meydana gelmesinde kusurunun bulunmadığı gözetilmeden beraati yerine mahkumiyetine karar verilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.12.2014 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.