Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/706 E. 2014/406 K. 30.09.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/706
KARAR NO : 2014/406
KARAR TARİHİ : 30.09.2014

Taksirle ölüme neden olma suçundan sanık M.. Ö..’in beraatine ilişkin, Balıkesir 2. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 22.05.2008 gün ve 915-591 sayılı hükmün, katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 05.07.2012 gün ve 22653-17060 sayı ile;
“Sanığın sevk ve idaresindeki araçla meskun mahal, gündüz, trafik ışıklı kavşakta, 7 metre genişliğindeki yolda seyrine göre sağdan sola geçmeye çalışan ve yolu bitirmek üzere olan yayaya çarptığı ve kendi beyanına göre meskun mahal şartlarına göre süratli seyrettiği, dosya içindeki raporların oluşa uygun olduğu gözetilmeden dosya kapsamına uygun olmayan gerekçelerle beraatine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 27.09.2012 gün ve 807-755 sayı ile;
“Yargıtay bozma ilamında sanığın beyanından yola çıkılarak sanığın olay sırasında normal hız kurallarına uymadığı, süratli seyrettiği ve bu yönüyle keşif sonrası teknik bilirkişinin sanığa kusur yükleyen 10.09.2007 tarihli raporuna itibar edilmesi gerektiği belirtilmektedir. Mahallinde bizzat keşif yapılmıştır. Kazanın meydana geldiği yere çok yakın mesafede yaya geçidi olmasına rağmen maktul ve yanındakiler yaya geçidi olmayan bölümden karşıdan karşıya geçmeye çalışmışlardır. Keşifte dinlenen müdahiller, sanığın maktule çarptığı anda durduğunu beyan etmekte ve olay yerinde de 3 metrelik bir fren izi olduğu bilirkişi raporundan anlaşılmaktadır. Tüm dosya kapsamından özellikle müştekilerin beyanlarından anlaşıldığı üzere, sanığın tam çarpma anında durmuş olması, sanığın aksi sabit olmayan maktulün başka bir aracın önünden yola fırlamış olduğuna yönelik savunmaları, bu yönüyle sanığın yapabilmesi gereken tüm hareketleri gerçekleştirmesine rağmen çarpışmayı engelleyemediği, bu sonucun maktulün aniden yola fırlaması, kararsız davranışlar göstermesinden kaynaklandığı, sanığın salt kendi beyanına göre 50 km yerine 60 km hızla gittiğini beyan etmiş olmasının diğer deliller göz önüne alındığında sanığın tek başına kusurlu olduğunu göstermeyeceği, bu nedenlerle olayın oluşumunda sanığın kusursuz olduğu göz önüne alınarak Yargıtay bozma ilamındaki gerekçelere uyulmamış ve yeniden sanığın beraatine karar vermek gerekmiştir” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de katılanlar vekili ve Cumhuriyet savcısı tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 24.10.2013 gün ve 303512 sayılı “onama” istemli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

Katılanlar vekilinin 27.09.2012 günü yüzüne karşı açıklanan hükme yönelik 05.10.2012 tarihli temyiz isteminin bir haftalık kanuni süreden sonra yapıldığı anlaşıldığından, 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 317. maddesi gereğince reddine karar verilerek, inceleme Cumhuriyet savcısının temyiz istemiyle sınırlı olarak yapılmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; bir kişinin ölümüyle sonuçlanan olayda, araç sürücüsü olan sanığın kusurunun bulunup bulunmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Olay günü katılanlar Emine ve Sultan’ın, anneleri olan ölen Dinyayar’ı köye yolcu etmek için evden çıktıkları, saat 15.30 sıralarında olay mahallindeki yoldan karşıya geçmek istedikleri sırada katılanların orta refüje çıktıkları ancak anneleri olan Dinyayar’ın birkaç adım geride olması nedeniyle orta refüje varmadan sanığın kullandığı aracın çarpması sonucu yaralanarak hastaneye kaldırıldığı, yaklaşık bir ay sonra tedavi gördüğü hastanede öldüğü, yapılan muayenede sanığın alkollü olmadığının tespit edildiği,
20.10.2006 tarihli trafik kazası tespit tutanağında; sürücü M.. Ö..’in Bandırma Caddesinde seyir halinde iken yolun karşısına geçmeye çalışan yayaya çarptığı, çarptığı yerin 12 metre gerisinde trafik ışıkları ve yaya geçidi olduğu, yayanın “ilk geçiş hakkını araçlara vermemek” kuralını ihlal ettiği, sürücünün ise “kavşaklara yaklaşırken hızını azaltmama” kuralını ihlal ettiği, 3 metre fren izi olduğu, aracın çarpma noktasından 5 metre ileride durduğu bilgilerine yer verildiği,
Soruşturma aşamasında düzenlenen bilirkişi raporunda; kazanın meydana geldiği yere yakın yerde yayalar için ışıklı işaret cihazı ve yaya geçidi mevcut olduğu halde ölen Dinyayar’ın buradan geçmeyerek 2918 sayılı Kanununun 68. maddesini, ayrıca karşıya geçişi sırasında sağını ve solunu kontrol etmediğinden dolayı da Karayolları Trafik Yönetmeliğinin 138/ b maddesini, sürücünün ise kavşaklara yaklaşırken hızını azaltmaması nedeniyle aynı kanunun 52. maddesini ihlal ettiği kanaatinin bildirildiği,
Kovuşturma aşamasında yapılan keşfe katılan trafik polisi bilirkişi tarafından düzenlenen raporda ise; yerleşim yeri içerisinde bölünmüş yolda sürücünün dört yönlü sinyalize edilmiş kontrollü kavşağa geldiğinde sinyalize edilmiş yaya geçidinin 11 metre ilerisinde yolun karşısına geçmeye çalışan yayaya çarptığı, yayanın; geçtiği yerin 11 metre gerisinde sinyalize edilmiş yaya geçidi olmasına rağmen burayı kullanmadığından 2918 sayılı Kanunun 68/b ve yolu kontrol etmeden karşıya geçmesi nedeniyle aynı kanunun 138/b maddelerini ihlal ederek 1. derecede asli kusurlu olduğu, araç sürücüsünün ise; yerleşim yeri içerisinde hız sınırlarına uymaması ve kavşaklara yaklaşırken hızını azaltmaması nedeniyle aynı kanunun 51 ve 52/a maddelerini ihlal ettiğinin belirtildiği,
Anlaşılmaktadır.
Katılanlar Sultan ve Emine aşamalarda; olay günü annelerini köye yolcu etmek için evden çıktıklarını, olay yerine gelince yolun karşısına geçtiklerini ancak arkadan gelen annelerine bir aracın çarptığını, karşıya geçerken baktıklarında çarpan aracın uzakta olduğunu, şahsın hızlı geldiğini, çarpan aracın sağında başka bir araç hatırlamadıklarını, aracın çarptığı yerde durduğunu, daha fazla gitmediğini söylemiş,
Sanık aşamalarda; olay tarihinde aracıyla seyir halinde iken sağında başka araç olduğunu, …kavşağına geldiğinde karşıdan karşıya geçmeye çalışan üç kadının aniden önüne çıktığını, frene bastığını ancak mesafe yakın olduğundan yaşlı olan bayana çarptığını, kavşağa girerken araçlara yeşil yandığını, istemeden kazanın meydana geldiğini, kusurunun olmadığını, olay esnasında 60 km hızla gittiğini savunmuştur.
5237 sayılı TCK’nun hazırlanmasında esas alınan suç teorisinde “kanunda tanımlanmış haksızlık” olarak ifade edilen suç; kural olarak ancak kastla, kanunda açıkça gösterilen hallerde ise taksirle de işlenebilir. İstisnai bir kusurluluk şekli olan taksirde, failin cezalandırılabilmesi için mutlaka kanunda açık bir düzenleme bulunması gerekmektedir.
5237 sayılı TCK’nun 22/2. maddesinde taksir; “dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırılık dolayısıyla bir davranışın, suçun yasal tanımında belirtilen neticesi öngörülmeyerek gerçekleştirilmesidir” şeklinde tanımlanmıştır. Toplumsal yaşamda belli faaliyetlerde bulunan kimselerin başkalarına zarar vermemek için bir takım önlemler alması ve bazı davranış kurallarına uyma zorunlulukları bulunmaktadır. Bu kurallar toplum olarak yaşama zorunluluğundan doğabileceği gibi, Devletin müdahalesiyle de ortaya çıkabilmektedir. Taksirli suç bu kuralların ihlal edilmesi sonucu belirmekte, fail tedbirli ve öngörülü davranmamış olduğu için cezalandırılmaktadır. Bu bakımdan sorumluluğun nedeni, öngörebilme imkân ve ödevinin varlığına rağmen sonuca iradi bir hareketle neden olmaktan kaynaklanmaktadır.
Öğretide de benimsendiği ve Ceza Genel Kurulunun birçok kararında vurgulandığı üzere taksirin unsurları;
1- Fiilin taksirle işlenebilen bir suç olması,
2- Hareketin iradi olması,
3- Sonucun istenmemesi,
4- Hareket ile sonuç arasında nedensellik bağının bulunması,
5-Sonucun öngörülebilir olmasına rağmen öngörülmemiş olması,
Şeklinde kabul edilmektedir.
Taksirli suçlarda da, gerek icrai hareketin gerekse ihmali hareketin iradi olması ve meydana gelen neticenin öngörülebilir olması gerekmektedir. İradi bir davranış bulunmadığı takdirde taksirden bahsedilemeyeceği gibi, öngörülemeyecek bir sonucun gerçekleşmesi halinde de failin taksirli suçtan sorumluluğuna gidilemeyecektir.
Sonucun gerçekleşmesinde, mağdurun taksirli davranışının da etkisinin bulunması halinde, diğer taksirli davranış nedensellik bağını kesmediği sürece bu durum failin taksirli sorumluluğunu ortadan kaldırmayacağı gibi, taksirin niteliğini de değiştirmeyecektir. 5237 sayılı TCK’nda kusurun derecelendirilmesi suretiyle herhangi bir ceza indirimi söz konusu olmadığından, bu hal ancak temel cezanın tayininde dikkate alınabilecektir.
2918 sayılı Karayolları Trafik Kanununun “Hız sınırlarına uyma” başlıklı 51. maddesinde;
“Sürücüler, aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorundadırlar” hükmü ile aynı kanunun “Hızın gerekli şartlara uygunluğunu sağlamak” başlıklı 52. maddesinde;
“Sürücüler:… a) Kavşaklara yaklaşırken, dönemeçlere girerken, tepe üstlerine yaklaşırken, dönemeçli yollarda ilerlerken, yaya geçitlerine, hemzemin geçitlere, tünellere, dar köprü ve menfezlere yaklaşırken, yapım ve onarım alanlarına girerken, hızlarını azaltmak,
b) Hızlarını, kullandıkları aracın yük ve teknik özelliğine, görüş, yol, hava ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmak,
…Zorundadırlar” hükmü yer almaktadır.
Diğer taraftan, yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin belirledikleri kusurun varlığı ya da yokluğu ve kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun bulunup bulunmadığının, varsa kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre ve yasal gerekçelerle belirlemesi gerekmektedir. Olayın gerçekleşme şeklini belirleme görevi de hâkime ait olup bilirkişi bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olacak ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Kendi beyanına göre 60 km/saat hızla kullandığı araçla Bandırma Caddesi üzerinde bulunan ışıklı kavşaktan kendisine yeşil ışıl yanarken geçen sanığın, karşıdan karşıya geçmek için yola çıkan ölene çarparak ölümüne sebep olduğu olayda, yakında bulunan yaya geçidini kullanmayarak yola giren katılanın kusurluğu olduğu konusunda bir uyuşmazlık bulunmamaktadır. Uyuşmazlık kazanın meydana gelmesinde sanığında kusurunun olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.
Kusurun belirlenmesine yönelik olarak düzenlenen raporlar incelendiğinde;
Soruşturma aşamasında bilirkişi tarafından düzenlenen raporda ve bu raporla aynı doğrultudaki trafik kazası tespit tutanağında; sanığın 2918 sayılı Kanunun 52/1-a maddesinde belirtilen “araç sürücüleri hızlarını kavşaklara yaya ve okul geçitlerine yaklaşırken azaltmak zorundadır” kuralını ihlal ettiği belirtilmiş, mahkemece gerçekleştirilen keşfe katılan trafik polisi olarak görev yapan bilirkişi tarafından düzenlenen raporda da; soruşturma aşamasında alınan raporda belirtilen görüşe ilave olarak sanığın aynı kanunun 51. maddesinde düzenlenen “sürücüler aksine bir karar alınıp işaretlenmemişse yönetmelikte belirtilen hız sınırlarını aşmamak zorundadırlar” kuralını da ihlal ettiği kanaatine varıldığı görüşüne yer verilmiştir.
Dosya kapsamı ile uyumlu olduğu görülen soruşturma aşamasında düzenlenen bilirkişi raporu ile kovuşturma aşamasında yapılan keşif sonrasında düzenlenen bilirkişi raporunda belirtildiği üzere, ölenin de kusurlu olduğu olayda; Balıkesir ilinin Bandırma Caddesi üzerinde aracıyla kanuni hız sınırının üzerinde seyir ederken ışıklı yaya geçidine geldiğinde hızını azaltması, yoğun olan yola yayaların aniden çıkabileceğini düşünerek daha dikkatli ve özenli davranması, ışıkları ve kavşağı etkin bir şekilde kontrol etmesi gerekirken, üzerine düşen özen ve dikkati göstermeyerek, yola çıkan ve yolu bitirmek üzere olan yayaya çarparak ölümüne neden olması nedeniyle sanığın da tali derecede kusurlu olduğu ve bu kusurundan dolayı cezalandırılması gerektiği kabul edilmelidir.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle,
1- Katılanlar vekilinin kanuni süresinden sonra yapılmış olan temyiz isteminin 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 317. maddesi gereğince REDDİNE,
2- Balıkesir 2. Asliye Ceza Mahkemesinin 27.09.2012 gün ve 807-755 sayılı direnme hükmünün somut olayda kusuru bulunan sanığın cezalandırılması yerine beraatına karar verilmesi isabetsizliğinden
BOZULMASINA,
3- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 30.09.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.