Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/676 E. 2014/252 K. 13.05.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/676
KARAR NO : 2014/252
KARAR TARİHİ : 13.05.2014

Taksirle öldürme suçundan sanık M.. G..’ın 5237 sayılı TCK’nun 85/1, 62, 50/1-a ve 52/2. maddeleri uyarınca 15.200 Lira adli para cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, Seydişehir Asliye Ceza Mahkemesince verilen 03.03.2009 gün ve 121-70 sayılı hükmün, sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 05.12.2012 gün ve 3952-26313 sayı ile;
“… Olay günü saat 13.15 sıralarında sanığın yönetimindeki otomobiliyle yerleşim yeri sınırları dışında, çift yönlü yolda seyri sırasında, kaza mahalline geldiğinde, aynı istikamette önünde seyreden kamyoneti solladığı esnada kamyonun sol ön kısmına otomobilinin sağ arka tarafı ile çarpmasıyla her iki araç sürücüsünün direksiyon hakimiyetlerini kaybederek gidişe göre yolun sağ tarafındaki şarampole devrilmeleri şeklinde gelişen olayda, sanığın tamamen kusurlu olduğunun teknik verilere dayalı olarak mahkemece de kabul edildiği, meydana gelen kaza sonucunda bir kişinin öldüğü olayda dosya kapsamına göre sanığın yargılama sürecinde herhangi bir pişmanlık göstermemesi ve suçun işlenme özelliklerinin de aleyhe olduğu hususları dikkate alındığında, sanığa hak ve nasafete uygun bir ceza verilip, tayin edilen cezanın paraya çevrilmemesi gerekirken, yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 07.03.2013 gün ve 24-97 sayı ile;
“Yargıtay 12. Ceza Dairesinin bozma ilamının gerekçesinde sanığın yargılama sürecinde herhangi bir pişmanlık göstermediği ve suçun işlenme özelliklerinin de aleyhe olduğu dikkate alınarak sanığa daha uygun bir ceza verilmesi ve bu cezanın paraya çevrilmemesinin dile getirildiği, ancak Yargıtay bozma ilamına konu mahkememiz kararına esas duruşma tutanakları incelendiğinde sanığın pişman olmadığına dair herhangi bir davranışının dosyaya yansımadığı, olayda kendisinin de yaralanmış olduğu, Yargıtay bozma ilamı sonrası yapılan duruşmada sanığın pişmanlığının açıkça yansıdığı ve mahkememizce de bu durumun zapta geçirildiği, bu belirlemeler ışığında sanığın pişmanlığı gözetilerek mahkememizce sanık hakkında takdiri indirim hükümlerinin uygulandığı ve sanığa verilen hapis cezasının sanığın kişiliği, sanığın duymuş olduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikler itibarı ile adli para cezasına çevrilmesinin gerektiği, sanığa atılı suça karşılık gelen TCK’nun 85. maddesinde öngörülen cezanın alt sınırından suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri ve asli kusurlu olması itibarı ile alt sınırdan makul ve dosya kapsamına göre hak ve nesafete uygun düşecek şekilde bir miktar aşılarak ceza tayin edildiği anlaşıldığı” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de sanık müdafii ve katılanlar vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 25.09.2013 gün ve 139659 sayılı “bozma” istemli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlıklar; TCK’nun 85/1 maddesinde 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası öngörülen taksirle ölüme sebep olma suçundan temel cezanın 2 yıl 6 ay olarak belirlenmesinin ve hükmolunan hapis cezasının TCK’nun 50/1-a maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmesinin isabetli olup olmadığı noktalarında toplanmaktadır.
İncelenen dosya kapsamından;
16.10.2007 günü saat 13.15 sıralarında, sanığın sevk ve idaresinde bulunan … plaka sayılı otomobili ile, Konya yönünden Seydişehir istikametine doğru, açık havada, gündüz vakti, iki yönlü, düz, eğimsiz, zeminin asfalt ve kuru olduğu yedi metre genişliğindeki yolda seyrederken önünde aynı istikamette giden ölen A.. T..’nin yönetimindeki ………….. plaka sayılı kamyonu solladığı sırada otomobilin sağ arka tarafı ile kamyonun sol ön kısmına çarpması sonucunda kazanın meydana geldiği, kamyondan alınan takograf çıktısına göre hız ihlalinin olmadığı, kaza sonucunda kamyon sürücüsünün olay yerinde öldüğü, sanık ile birlikte kullandığı araç içerisinde bulunan eşi ve bir çocuğunun da yaralandıkları,
16.10.2007 tarihli trafik kazası tespit tutanağına göre; kazanın meydana gelmesinde otomobil sürücüsü sanığın 2918 sayılı KTK’nun 56/a maddesinde belirtilen “şerit izleme değiştirme kurallarını” ihlal etmesi nedeniyle kusurlu olduğu, kamyon sürücüsü A.. T..’nin herhangi bir kusurunun olmadığı,
17.10.2007 tarihinde fren ustası tarafından yapılan incelemede, kazaya karışan araçların fren tertibatında herhangi bir sorunun olmadığının belirlendiği,
Olay yeri inceleme ve otopsi tutanağının hazırlanması sırasında görevlendirilen trafik polisi bilirkişi tarafından düzenlenen 16.10.2007 tarihli raporda; sanığın sevk ve idaresindeki otomobil ile ölenin sevk ve idaresindeki kamyoneti solladığı sırada sollamayı tamamlamadan kamyonun bulunduğu şeride geçmek istemesi üzerine, kendi aracının arka sağ kapı tanpon ve lastik kısmıyla kamyonun ön sol kapı lastik ve tanpon kısmına çarpması neticesinde kazanın meydana geldiği, otomobil sürücüsü sanığın 2918 sayılı KTK’nun 56/1-a maddesinde belirtilen “şerit izleme ve değiştirme kuralını” ihlal ettiğinden dolayı asli kusurlu olduğu, kamyonet sürücüsünün ölenin kusursuz olduğunun belirtildiği,
Adli Tıp Kurumu Trafik İhtisas Dairesi Başkanlığının 06.11.2008 tarihli raporuna göre de; sanığın otomobili ile seyri sırasında yola gereken dikkati vermediği, hızını, aracının yük ve teknik özellikleri ile, görüş, yol, zemin ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara uydurmadan geldiği olay mahallinde geçme eylemine başladığı aracı tamamen geçip, geçme için kullandığı şeritte güvenli bir mesafe gittikten sonra sinyal vererek kendi şeridine dönmesi gerekirken, aksine davranışla geçişini tamamlamadan tekrar şeridine dönmek istediğinde geçmek istediği kamyonun sol ön kısmına otomobilinin sağ arka tarafı ile çarpmasıyla direksiyon hakimiyetini kaybederek gidişe göre yolun sağ tarafındaki şarampole devrildiği, olayda dikkatsizliği, tedbirsizliği ve kurallara aykırı davranışlarıyla tamamen kusurlu olduğu, ölenin kamyoneti ile geldiği olay mahallinde kendisini geçmek isteyen otomobilin, geçişini tamamlamadan ani kontrolsüz ve son derece tehlikeli biçimde tekrar kendi şeridine dönmek istemesine karşı fren tatbikine ve direksiyon manevrasına rağmen çarpışmayı önleyemediği, olayda alabileceği başkaca önlem bulunmadığı ve hatalı tutum ve davranışı da bulunmadığından kusurunun olmadığı,
Sigorta şirketinden gelen cevabi yazıda; kaza sonrasında zorunlu mali sorumluluk poliçeleri nedeniyle iki ayrı hasar dosyaları açıldığı ve ölenin yakınlarına toplam 8.000 lira ödeme yapıldığının belirtildiği,
Yerel mahkeme 2-6 yıl arasında hapis cezası öngörülen TCK’nun 85/1. maddesi gereğince temel cezayı belirlerken “suçun işleniş biçimi, suç konusunun önem ve değeri, sanığın kusur durumu, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı” gerekçesiyle alt hadden ayrılarak temel cezayı 2 yıl 6 ay olarak belirledikten sonra, sonuç cezayı “sanığa verilen hapis cezasının süresi, sanığın suçunun taksirli suç olması, sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu yargılama süresince suçtan duymuş olduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikler” şeklindeki gerekçeyle TCK’nun 50/1-a maddesi uyarınca adli para cezasına çevirdiği, Anlaşılmaktadır.
Tanık L. K….aşamalarda; aracı ile Konya Seydişehir karayoluna çıktığını, Seydişehir İlçesi Karacaören Köyü yakınlarında normal hızda seyir halinde iken, önünde Isuzu marka kamyonet, arkasında da Megan marka otomobil olduğunu, Çavuş Kasabasındaki köprüyü geçtikten sonra otomobilin sollayarak önüne geçtiğini, sollarken sinyalini yaktığını, önündeki kamyonet ile arasında iki araç girecek boşluk olduğunu, otomobilin sağ şeride geçmeden kamyoneti de solladığını, kamyonetin önüne geçer geçmez süratini ani bir şekilde yavaşlattığını, niçin yavaşlattığını bilmediğini, zira önünde yavaşlamasını gerektirecek her hangi bir mani durumun olmadığını, otomobilin aniden yavaşlaması nedeni ile kamyonetin aniden fren yaptığını ancak duramayıp önündeki otomobile çarptığını beyan etmiş,
Sanık mahkemede; olay tarihinde gündüz saat 13.00 sularında kendisine ait otomobil ile araçta kızı ve eşi olduğu halde Konya istikametinden Seydişehir istikametine doğru 70 km hızla seyir halinde olduğu sırada, önündeki kamyoneti sollamak için sinyal verdiğini, boş olan sol şeride geçerek kamyonu sollamaya başladığını, kamyonu solladığı sırada sol şeritte seyir halinde iken eşinin araba seni parçalayacak dediğini, bu sırada arkadan gelen kamyonun otomobilinin sağ arka kapısından vurduğunu söylemiş,
Bozmadan sonra da; kaza nedeniyle kendisinin ve eşinin yaralandığını, eşinin iki kez ameliyat olduğunu, çok üzgün ve pişman olduğunu, dört çocuğundan ikisinin % 70 oranında engelli olduğunu beyan ederek ve eşine ait sağlık raporları ile çocuklarına ait özürlü olduklarına dair raporları mahkemeye ibraz etmiş,
Sanık müdafii mahkemede; sigorta şirketinden gelen cevabın eksik olduğunu, ilgili sigorta şirketinden müşteki tarafa ödeme yapıldığına dair 4074441 numaralı bir hasar dosyasınında bulunduğunu, bu dosyadan da 2.850,00 Lira müşteki tarafa ödeme yapıldığını ifade etmiştir.
Uyuşmazlık konularının sırasıyla ele alınmasında yarar bulunmaktadır.
1-) TCK’nun 85/1 maddesinde 2 yıldan 6 yıla kadar hapis cezası öngörülen taksirle ölüme sebep olma suçundan temel cezanın 2 yıl 6 ay olarak belirlenmesinin isabetli olup olmadığı;
Taksirle ölüme neden olma suçu 5237 sayılı TCK’nun 85. maddesinin 1. fıkrasında; “Taksirle bir insanın ölümüne neden olan kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır” şeklinde düzenlemiş, aynı kanunun “taksiri” düzenleyen 22. maddesinin 4. fıkrasında; “Taksirle işlenen suçtan dolayı verilecek olan ceza failin kusuruna göre belirlenir” hükmüne yer verilmiştir.
Temel cezanın belirlenmesine ilişkin ilkeler ise 5237 sayılı TCK’nun 61/1. maddesinde, 765 sayılı TCK’nun 29. maddesine benzer olarak;
“(1) Hakim, somut olayda;
a) Suçun işleniş biçimini,
b) Suçun işlenmesinde kullanılan araçları,
c) Suçun işlendiği zaman ve yeri,
d) Suçun konusunun önem ve değerini,
e) Meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını,
f) Failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığını,
g) Failin güttüğü amaç ve saiki,
Göz önünde bulundurarak, işlenen suçun kanuni tanımında öngörülen cezanın alt ve üst sınırı arasında temel cezayı belirler” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre; 01.06.2005 tarihinden sonra işlenmiş olan herhangi bir suç nedeniyle alt ve üst sınırlar arasında bir ceza belirlenmesi gerektiğinde, kural olarak göz önünde bulundurulması gereken ölçüt, 5237 sayılı TCK’nun 61. maddenin 1. fıkrasındaki düzenlemedir. Ancak taksirle işlenen suçlar açısından kanun koyucu, aynı kanunun 22. maddenin 4. fıkrası ile bir ölçüt daha eklemiştir. Bu durumda, taksirle işlenen suçlarda alt ve üst sınır arasında ceza belirlenirken, TCK’nun 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütlerin birlikte göz önüne alınması gerekmektedir.
Öte yandan, TCK’nun 61/1. maddesindeki ölçütler genel nitelikli olup, bunların her biri, her suça uymayabileceğinden, her suç için tüm ölçütlerin değil, sadece ilgili suça uyan kısımların nazara alınması gerekir. Sözgelimi, taksirli suçlar açısından 61/1. maddenin (g) bendinde yer alan “failin güttüğü amaç ve saik” ölçütü uygulanamayacaktır.
Tüm bu kanuni düzenlemelere göre, taksirle bir kişinin ölümüne neden olma suçu açısından temel cezanın belirlenmesinde; failin kusurunun değerlendirilmesinin zorunlu olduğu sonucuna varılmaktadır. Bununla birlikte, suçun işleniş biçimi ile suçun işlendiği zaman ve yerin, kusurun belirlenmesi sırasında suç konusunun önem ve değeri ile meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığının da dikkate alınacağında şüphe bulunmamaktadır.
Her ne kadar kanun koyucu, taksirli suçlar açısından 765 sayılı TCK’nda yer alan ve matematiksel kusur hesabına dayalı cezalandırma sisteminden vazgeçmiş ise de, 5237 sayılı TCK uygulamasında da alt ve üst sınır arasındaki cezanın meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığı ile suç konusunun değeri de gözetilerek, fakat ağırlıklı olarak kusura göre belirlenmesi hakkaniyete ve kanuna uygun olacaktır. Bunun dışında, cezanın kanunda yer alan objektif ölçütler terk edilerek, tamamen sübjektif olan hak ve nesafet gereğince tayin edilebileceğinin kabul edilmesi halinde ise, kişilere göre değişkenlik gösterecek olan adaletsiz uygulamalar ortaya çıkabilecektir.
Diğer taraftan, yargılamayı gerçekleştiren hâkimin, bilirkişilerin belirledikleri kusur oranları ile bağlı olmadığı, aksine bilirkişilerin yapacakları teknik belirlemeler çerçevesinde failin kusurunun ne olduğunun ve bu kusurun cezanın belirlenmesinde ne derece etkin olacağının, her olayın özelliklerine göre ve kanuni gerekçelerle belirlemesi gerektiği, ayrıca vurgulanması gereken önemli bir husustur. Yine bir diğer önemli husus da, olayın kabul şeklini belirleme görevinin hâkime ait olduğudur. Bilirkişi bu hususta ortaya koyacağı teknik veriler ile hâkime yardımcı olacak ve tarafların taksirli davranışlarının ve kusur durumlarının nelerden ibaret olduğunu gösterecektir.
Bu açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde,
Sanığın sevk ve idaresindeki otomobil ile Konya yönünden Seydişehir istikametine doğru giderken aracın hızını, teknik özelliğini yol ve trafik durumunun gerektirdiği şartlara göre ayarlayarak sollamaya başladığı aracı tamamen geçip, geçme için kullandığı şeritte güvenli bir mesafe gittikten sonra sinyal vererek kendi şeridine dönmesi gerekirken, gerekli dikkat ve özeni göstermeyip, geçişini tamamlamadan şeridine geçmeye çalışması nedeniyle, kazanın meydana gelmesinde kusuru olmayan ve kendi yolunda hız ihlali yapmadan seyir eden ölenin kullandığı kamyonetin sol ön kısmına otomobilin sağ arka tarafı ile çarpması sonucunda kusurlu olarak maktulün ölümüne sebep olduğu olayda, yerel mahkemece TCK’nun 85/1 maddesinde 2 ila 6 yıl arası hapis cezasının öngörüldüğü taksirle öldürme suçunda temel cezanın aynı kanunun 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütler göz önüne alınarak alt hadden daha fazla uzaklaşılarak belirlenmesi gerekirken, 2 yıl 6 ay olarak belirlenmesi suretiyle eksik ceza tayini yerinde değildir.
Bu nedenle, yerel mahkeme direnme kararında bu açıdan isabet bulunmamaktadır.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Ceza Genel Kurul Başkanı ve dokuz Genel Kurul üyesi; “Alt sınırı 2 yıl üst sınırı ise 6 yıl olan taksirle öldürme suçunda, yerel mahkemece temel cezanın alt sınırdan uzaklaşılarak 2 yıl 6 ay olarak tayin ve takdir edilmesinde isabetsizlik bulunmadığı” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlardır.
2- Sanığa verilen hapis cezasının TCK’nun 50/1-a maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine gelince;
5237 sayılı TCK’nun “Kısa süreli hapis cezasına seçenek yaptırımlar” başlıklı 50. maddesinin 1. fıkrasına göre; “Kısa süreli hapis cezası, suçlunun kişiliğine, sosyal ve ekonomik durumuna, yargılama sürecinde duyduğu pişmanlığa ve suçun işlenmesindeki özelliklere göre;
a) Adlî para cezasına,
b) Mağdurun veya kamunun uğradığı zararın aynen iade, suçtan önceki hale getirme veya tazmin suretiyle, tamamen giderilmesine,
c) En az iki yıl süreyle, bir meslek veya sanat edinmeyi sağlamak amacıyla, gerektiğinde barınma imkanı da bulunan bir eğitim kurumuna devam etmeye,
d) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, belirli yerlere gitmekten veya belirli etkinlikleri yapmaktan yasaklanmaya,
e) Sağladığı hak ve yetkiler kötüye kullanılmak suretiyle veya gerektirdiği dikkat ve özen yükümlülüğüne aykırı davranılarak suç işlenmiş olması durumunda; mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle, ilgili ehliyet ve ruhsat belgelerinin geri alınmasına, belli bir meslek ve sanatı yapmaktan yasaklanmaya,
f) Mahkûm olunan cezanın yarısından bir katına kadar süreyle ve gönüllü olmak koşuluyla kamuya yararlı bir işte çalıştırılmaya,
Çevrilebilir”.
Aynı maddenin 4. fıkrasındaki; “Taksirli suçlardan dolayı hükmolunan hapis cezası uzun süreli de olsa; bu ceza, diğer koşulların varlığı halinde, birinci fıkranın (a) bendine göre adlî para cezasına çevrilebilir. Ancak, bu hüküm, bilinçli taksir halinde uygulanmaz” şeklindeki düzenleme uyarınca taksirli suçlarda diğer şartların da varlığı halinde hapis cezasının uzun süreli de olsa adli para cezasına çevrilmesi mümkündür.
5237 sayılı TCK’nun 50. maddesinin gerekçesinde; “…Kişi gördüğü eğitim, yaşadığı sosyal çevre, psişik ve ahlaki eğilimleri itibarıyla tesadüfi suçlu özelliği taşıyabilir. Bu kişilerin mahkûm oldukları cezanın infaz kurumunda çektirilmesi toplum barışı açısından bir zorunluluk göstermeyebilir…” denilmek suretiyle şartların oluşması halinde hapis cezasına mahkûm olan kişinin infaz kurumuna girmesini önleyecek seçenek yaptırımlara hükmedilebileceği açıklanmıştır. Kanun koyucu taksirli suçlarda hürriyeti bağlayıcı cezanın para cezasına çevrilmesi hususunda bir sınırlama da getirmemiş, sanık lehine hareketle şartların oluşması halinde ceza uzun süreli de olsa paraya çevrilebileceğini kabul etmiştir.
Kanun koyucu cezaların kişiselleştirilmesi kapsamında hakime TCK’nun 50. maddesinde yer alan şartlar çerçevesinde hükmolunan hapis cezasının seçenek yaptırımlara çevrilip çevrilmeyeceğini belirleme yetki ve görevini yüklemiştir. Hakimin, hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK’nun 50. maddesi uyarınca seçenek yaptırımlara çevrilmesi ya da çevrilmemesi konusundaki dayandığı gerekçenin dosya kapsamına uygun, kanuni ve yeterli olması gerekir.
Bu bilgiler ışığında somut olay değerlendirildiğinde;
Yargılama sürecinde pişmanlık göstermediğine ilişkin bir beyanı ya da başka bir olumsuz tavrı yargılama dosyasına yansımayan, bozmadan sonra pişman olduğunu açıkça beyan eden sanık hakkında, kendisini bu süreçte bizzat gözlemleyen ve olumlu kanaate varan yerel mahkemece, “sanığa verilen hapis cezasının süresi, sanığın suçunun taksirli suç olması, sanığın kişiliği, sosyal ve ekonomik durumu yargılama süresince suçtan duymuş olduğu pişmanlık ve suçun işlenmesindeki özellikler” şeklindeki gerekçeyle hükmolunan sonuç hapis cezasının TCK’nun 50/1-a maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmesinde bir isabetsizlik yoktur.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmü, sanığa hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın adli para cezasına çevrilmesi yönünden yerindedir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan altı Genel Kurul üyesi; “Sanığa hükmedilen sonuç hapis cezasının adli para cezasına çevrilmemesi gerektiği” düşüncesiyle karşı oy kullanmışlarıdır.
Sonuç olarak, sanık hakkında hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK’nun 50/1-a maddesi uyarınca adli para cezasına çevrilmesi yönünden isabetli olan yerel mahkeme direnme hükmünün, 2-6 yıl hapis cezasını gerektiren taksirle öldürme suçundan sanık hakkında temel hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK’nun 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütler uyarınca alt hadden daha fazla uzaklaşılmak suretiyle belirlenmesi gerekirken, eksik ceza tayin edilmesi isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ: Açıklanan nedenlerle,
1- Sanık hakkında hükmolunan hürriyeti bağlayıcı cezanın adli para cezasına çevrilmesi yönünden isabetli bulunan Seydişehir Asliye Ceza Mahkemesinin 07.03.2013 gün ve 24-97 sayılı direnme hükmünün, TCK’nun 85/1 maddesi uyarınca 2 ila 6 yıl arası hapis cezasını gerektiren taksirle öldürme suçundan sanık hakkında temel hürriyeti bağlayıcı cezanın TCK’nun 61/1 ile 22/4. madde ve fıkralarında yer alan ölçütler uyarınca alt hadden daha fazla uzaklaşılmak suretiyle belirlenmesi gerekirken, eksik ceza tayin edilmesi isabetsizliğinden BOZULMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 13.05.2014 günü yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.