Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/651 E. 2015/94 K. 07.04.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/651
KARAR NO : 2015/94
KARAR TARİHİ : 07.04.2015

Hırsızlık suçundan sanık O.. A..’nın 765 sayılı TCK’nun 493/1-son, 522, 55/3 ve 59. maddeleri uyarınca 1 yıl 6 ay 23 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına ilişkin, İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 04.11.2002 gün ve 600-611 sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 6. Ceza Dairesince 23.05.2005 gün ve 14096-5044 sayı ile 1yıl 5 ay 23 gün olarak düzeltilmek suretiyle onanmasına karar verilmiştir.
5237 sayılı TCK’nun yürürlüğe girmesinden sonra dosyayı yeniden ele alan İzmir 12. Asliye Ceza Mahkemesince 17.10.2006 gün ve 555-642 sayı ile; kesinleşen hüküm lehe kabul edilerek hükümlünün 765 sayılı TCK’nun 493/1-son, 522, 55/3 ve 59. maddeleri uyarınca 1 yıl 5 ay 23 gün hapis cezası ile cezalandırılmasına karar verilmiş,
Hükümlü müdafiinin temyizi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 13. Ceza Dairesince 18.01.2012 gün ve 12008-903 sayı ile;
“Hükümlünün eylemlerine uyan 765 sayılı TCK’nun 493/1-son, 522, 55/3 ve 59. maddelerine göre hükümden sonra 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun aynı eyleme uyan hırsızlık suçundan 142/1-b, 31/3, 62; konut dokunulmazlığını bozma suçundan 116/l, 119/l-c, 31/3, 62; mala zarar verme suçundan 151/1, 31/3, 62. maddelerinde öngörülen hürriyeti bağlayıcı cezaların alt ve üst sınırları bakımından, anılan Yasanın 7/2 ve 5252 sayılı Yasanın 9/3. maddeleri ışığında, bahsi geçen suçların 5395 sayılı ÇKK’nun değişiklik öncesi 24. maddesinde belirtilen uzlaşma hükümleri kapsamında olması karşısında; uzlaşma hükümleri uygulandığında 5237 sayılı TCK, uygulanmadığı takdirde ise 765 sayılı TCK hükümlerinin hükümlü yararına olduğu gözetilerek, 5395 sayılı ÇKK’nun 24. maddesi ile 5271 sayılı Yasanın 253 ve 254. maddelerindeki usule uygun şekilde müşteki ve sanığa uzlaşma teklif edilerek sonucuna göre, sanığın hukuki durumunun tayini gerektiğinin düşünülmemesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiş,
Yerel mahkeme ise 23.05.2012 gün ve 222-731 sayı ile;
“Önceki kararda yer alan ve yukarıda özetlenen kanıtlar, sanık savunması, ve dosya kapsamı birlikte değerlendirildiğinde, sanığın eylemini dört kişi ile birlikte gerçekleştirilmiş olması suçun işleniş şekli, kesinleşen karar ile verilmiş cezanın üst sınırdan belirlenmesine göre sanık hakkında hırsızlık suçundan sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 142/1-b maddesi uyarınca temel ceza olarak beş yıl hapis cezası vermek gerektiği, sanık hakkında yaş küçüklüğü nedeniyle TCK’nun 31/3 ve TCK’nun 62/1. maddeleri uyarınca indirim yapıldığında sonuç cezanın 2 yıl 1 ay hapis cezası olduğu bu cezanın 765 sayılı TCK’na göre verilmiş sonuç ceza olan 1 yıl 5 ay 23 gün hapis cezasından daha fazla olduğu, bu durum karşısında hırsızlık suçunu tek başına sanık aleyhinde sonuç doğurması nedeniyle hırsızlık eylemi dışında kalan diğer suçlar yönünden uzlaşma hükümlerinin uygulama koşullarının araştırılması ve uzlaşma yapılmasına gerek olmadığı” gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de hükümlü müdafii tarafından temyiz edilmesi üzerine Yargıtay C. Başsavcılığının 03.09.2013 gün ve 165883 sayılı “bozma” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.

CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; suç tarihi itibariyle 18 yaşından küçük olan sanığın 765 sayılı TCK’nun 493/1. maddesi uyarınca cezalandırılmasına ilişkin kesin hükmün uyarlanması sırasında lehe olan kanunun sanık ve müştekiye uzlaşma teklifi yapılarak sonucuna göre belirlenmesi gerekip gerekmediğinin tespitine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
28.03.2001 tarihinde 15-18 yaş grubu içerisinde bulunan sanığın inceleme dışı sanıklarla birlikte müştekinin, giriş kapı kilidini kırmak suretiyle evine girdikleri, içeriden toplam değeri 200 milyon olan bozuk para kumbarası ve kasetçaları aldıkları anlaşılmaktadır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 73. maddesinin 8. fıkrasında, “Suçtan zarar göreni gerçek kişi veya özel hukuk tüzel kişisi olup, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bulunan suçlarda, failin suçu kabullenmesi ve doğmuş olan zararın tümünü veya büyük bir kısmını ödemesi veya gidermesi koşuluyla mağdur ile fail özgür iradeleri ile uzlaştıklarında ve bu husus Cumhuriyet savcısı veya hâkim tarafından saptandığında kamu davası açılmaz veya davanın düşürülmesine karar verilir” hükmü ile uzlaşma kurumuna, aynı tarihte yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’nun 253, 254 ve 255. maddelerinde ise, uzlaşmanın şartları, yöntemi, sonuçları, kovuşturma aşamasında uzlaşma ile birden fazla failin bulunması halinde uzlaşmanın nasıl gerçekleşeceğine ilişkin hükümlere yer verilmiş, suça sürüklenen çocuklarla ilgili uzlaşma şartları ise 15.07.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5395 sayılı Çocuk Koruma Kanununun 24. maddesinde;
“(1) Suça sürüklenen çocuklarla ilgili olarak uzlaşma, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan veya kasten işlenen ve alt sınırı iki yılı aşmayan hapis veya adli para cezasını gerektiren ya da taksirle işlenen suçlarda uygulanır.
(2) Suç tarihinde onbeş yaşını doldurmayan çocuklar bakımından, birinci fıkrada öngörülen hapis cezasının alt sınırı üç yıl olarak uygulanır” şeklinde düzenlenmiştir.
06.12.2006 tarihli 5560 sayılı Kanunun 45. maddesi ile 5237 sayılı TCK’nun 73. maddesinin 8. fıkrasıyla madde başlığında yer alan “uzlaşma” ibaresi metinden çıkarılmış, aynı kanunun 24 ve 25. maddeleri ile CMK’nun 253 ve 254. maddeleri değiştirilmiş, 5395 sayılı Kanunun 24. maddesi de, yine aynı kanunun 40. maddesi ile değiştirilmek suretiyle, çocuklar ile büyüklerin durumları arasında paralellik sağlanmıştır. Daha sonra 26.06.2009 gün ve 5918 sayılı Kanunun 8. maddesi ile 5271 sayılı CMK’nun 253. maddesinin 3. fıkrasına eklenen cümle ile uzlaştırma kapsamına giren bir suçun, bu kapsama girmeyen bir başka suçla birlikte işlenmiş olması halinde uzlaşma hükümlerinin uygulanmayacağı hüküm altına alınmıştır. Ancak suç tarihinden sonra 5918 sayılı Kanunla yapılan bu değişiklik, açıkça sanık aleyhine olduğundan somut olayda uygulanma ihtimali bulunmamaktadır.
Bu hükümler uyarınca, 19.12.2006 tarihine kadar 15-18 yaş grubunda bulunan çocuklar tarafından kasten işlenen ve alt sınırı iki yılı aşmayan hapis veya adli para cezasını gerektiren suçlarda 5395 sayılı Kanunun 24. maddesi uyarınca uzlaşma mümkün bulunduğundan, 5271 sayılı CMK’nun 253 ve 254. maddeleri uyarınca uzlaştırma işlemleri yapılmalıdır.
1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren CMK’nun “Mahkeme tarafından uzlaştırma” başlıklı 254. maddesi;
“(1) Kamu davasının açılması halinde, uzlaşmaya tâbi bir suç söz konusu ise, uzlaştırma işlemleri 253 üncü maddede belirtilen usule göre, mahkeme tarafından da yapılır.
(2) Uzlaşmanın gerçekleşmesi halinde davanın düşmesine karar verilir” şeklinde düzenlenmiştir.
19.12.2006 tarihli Resmi Gazetede yayımlanarak yürürlüğe giren 5560 sayılı Kanunun 25. maddesi ile CMK’nun 254. maddesi;
“(1) Kamu davası açıldıktan sonra kovuşturma konusu suçun uzlaşma kapsamında olduğunun anlaşılması halinde, uzlaştırma işlemleri 253 üncü maddede belirtilen esas ve usûle göre, mahkeme tarafından yapılır.
(2) Uzlaşma gerçekleştiği takdirde, mahkeme, uzlaşma sonucunda sanığın edimini def’aten yerine getirmesi halinde, davanın düşmesine karar verir. Edimin yerine getirilmesinin ileri tarihe bırakılması, takside bağlanması veya süreklilik arzetmesi halinde; sanık hakkında, 231 inci maddedeki şartlar aranmaksızın, hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verilir. Geri bırakma süresince zamanaşımı işlemez. Hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına karar verildikten sonra, uzlaşmanın gereklerinin yerine getirilmemesi halinde, mahkeme tarafından, 231 inci maddenin onbirinci fıkrasındaki şartlar aranmaksızın, hüküm açıklanır” şeklinde değiştirilmiştir.
Bu düzenlemeler ve gerekçeleri göz önüne alındığında, gerek 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklikten önce, gerekse 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklik sonrası uzlaştırmanın asıl olarak soruşturma safhasında yapılması gereken bir işlem olduğu, kovuşturma aşamasında uzlaşma hükümlerinin uygulanmasının ise istisnai olarak Cumhuriyet savcısı tarafından uzlaşma usulü uygulanmaksızın dava açılması veya suçun uzlaşma kapsamında olduğunun ilk defa duruşmada anlaşılması halinde mümkün olduğu kabul edilmelidir. Kanun koyucu 5560 sayılı Kanunla yapılan değişiklikle bu hususu tüm tereddütleri giderecek şekilde yeniden ve farklı bir biçimde vurgulamıştır. Bu itibarla hem suç tarihindeki ve hem de uzlaşmanın teklif edildiği tarihteki mevzuat hükümlerine göre soruşturma aşamasında usulüne uygun olarak uzlaştırma teklif edilmesine rağmen taraflarca kabul edilmemiş olması nedeniyle uzlaşma gerçekleşmemiş ise artık kovuşturma aşamasında taraflarca uygulanması talep edilse bile artık uzlaştırma işlemi yapılamayacaktır.
Bununla birlikte uzlaşma usulü uygulanmaksızın dava açılması veya suçun uzlaşma kapsamında olduğunun ilk defa duruşmada anlaşılması halinde uzlaşmanın uygulanması gerekmekte olup uzlaşma başarıyla gerçekleşir ve edim bir defada yerine getirilirse kamu davasının düşmesine karar verilecektir
Öte yandan ceza hukukunda genel kural, suçun işlendiği tarihte yürürlükte bulunan kanunun uygulanmasıdır. Sonradan yürürlüğe giren bir kanunun, yürürlük tarihinden önce işlenen suçlara tatbik edilebilmesi, ancak lehe sonuçlar doğurması durumunda mümkündür. Önceki ve sonraki kanunlara göre hükmedilecek cezalar ve güvenlik tedbirleri aynı ise, suç tarihinden sonra yürürlüğe giren kanunun uygulanmasına imkân bulunmamaktadır.
Ceza kanunlarının zaman bakımından uygulanmasına ilişkin kurallar, suç tarihinde yürürlükte bulunan 765 sayılı TCK’nun 2. maddesinde hüküm altına alınmış olup, 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nun 7. maddesinde de benzer düzenlemelere yer verilmiştir.
Lehe olan kanunun belirlenmesine ilişkin 5252 sayılı Türk Ceza Kanununun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkında Kanunun 9/3. maddesinin; “Lehe olan hüküm, önceki ve sonraki kanunların ilgili bütün hükümleri olaya uygulanarak, ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması suretiyle belirlenir” şeklindeki hükmü, 23.02.1938 gün ve 23-9 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı ve öğretide bu konuya ilişkin ileri sürülen görüşler birlikte değerlendirildiğinde; lehe kanunun belirlenmesi amacıyla, sabit kabul edilen maddi olaya suç tarihinde yürürlükte olan kanunlar ile sonradan yürürlüğe giren kanunların hiçbir hükmü karıştırılmadan bir bütün halinde uygulanması ve uygulama neticesinde ortaya çıkan sonuçların birbirleriyle karşılaştırılması gerekir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Sanığa atılı eylem 765 sayılı TCK’nun 493/1-son maddesinde düzenlenen hırsızlık suçunu, sonradan yürürlüğe giren 5237 sayılı TCK’nda ise, 142/1-b maddesinde düzenlenen hırsızlık, 116/1. maddesinde düzenlenen konut dokunulmazlığını ihlal ve 151/1. maddesinde düzenlenen mala zarar verme suçlarını oluşturmakta olup her üç suç için de öngörülen cezaların alt sınırları ve suç tarihi itibariyle uzlaşma kapsamında oldukları anlaşılmaktadır.
Lehe kanun belirlenirken suç tarihinde yürürlükte olan kanunlar ile sonradan yürürlüğe giren kanun hükümleri karıştırılmadan uygulanması gerektiğinden sanık ve müştekiye uzlaşmak isteyip istemedikleri sorularak uzlaşmayı kabul etmeleri halinde 5237 sayılı Kanunun, kabul etmemeleri halinde ise 765 sayılı Kanunun lehe olduğu anlaşılmakta olup sanık ve müştekiye uzlaşmak isteyip istemedikleri sorulmadan lehe kanunun belirlenmesi hukuka aykırıdır.
Bu itibarla sanık ve müştekiye uzlaşmak isteyip istemedikleri sorulmadan lehe kanun belirlenerek hüküm kurulması isabetsiz olup, direnme hükmünün bu nedenle bozulmasına karar verilmelidir.