Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/618 E. 2014/532 K. 02.12.2014 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/618
KARAR NO : 2014/532
KARAR TARİHİ : 02.12.2014

Kararı veren
Yargıtay Dairesi : 9. Ceza Dairesi
Mahkemesi :Asliye Ceza
Günü : 14.10.2009
Sayısı : 449-1182

Sanık … hakkında resmi belgede sahtecilik ve başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçlarından açılan kamu davasının yapılan yargılaması sonucunda eylemin tek suç oluşturduğu kabul edilerek sanığın başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan 5237 sayılı TCK’nun 268/1. maddesi delaletiyle 267/1 ve 53. maddeleri uyarınca 1 yıl hapis cezası ile cezalandırılmasına ve hak yoksunluğuna, TCK’nun 204/1. maddesi uyarınca ayrıca ceza tayinine yer olmadığına ilişkin, Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesince verilen 14.10.2009 gün ve 449-1182 sayılı hükmün sanık tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 9. Ceza Dairesince 19.02.2013 gün ve 6077-2702 sayı ile;
“TCK’nun 268/1. maddesinde tanımlanan suçun, işlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanması halinde oluşacağı; somut olayda, Çiçekdağı Sulh Ceza Mahkemesi’nin 2009/1 sayılı yakalama kararı ile bakaya suçundan aranan sanığın, yakalandığında sahte nüfus cüzdanı ibraz ederek, kendisini kardeşi olan ‘Erdoğan Eroğlu’ olarak tanıttığı ancak sanığın adı geçene ait sahte kimlik kullandığını bilen görevli polis memurlarının sanık hakkında yakalama işlemlerini gerçekleştirmeleri ve bakaya suçunun mağdur hakkında soruşturma ve kovuşturma başlatılmasını ya da idari bir yaptırım uygulanmasını sağlayacak niteliğinin olmaması karşısında; sanığın eyleminin TCK’nun 206/1. maddesi kapsamında bulunduğu, hukuki durumunun buna göre takdir ve tayini gerektiği gözetilmeden, suç vasfında yanılgıya düşülerek yazılı şekilde hüküm kurulması” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ise 28.04.2013 gün ve 10587 sayı ile;
“…Sanık hakkında yakalama kararı çıkartılan bakaya suçunun idari para cezasına dönüşmesi nedeniyle artık TCK’nun 268. maddesinde hükme bağlanan başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin düzenlenmesi suçundan söz edilemeyeceği aşikârdır. Sanığın eyleminin Kabahatler Kanununun 40. maddesine uygun olacağı düşünülmektedir. Zira olay günü görevli polisler tarafından evine gidilerek kimlik bilgileri sorulan sanığın kendisini görevlilere sahte sürücü belgesi vererek…..olarak tanıttığı, güvenlik görevlilerinin sanığın … olduğunu bildikleri için gerçeğe aykırı bir tutanağın düzenlenmediği, bu nedenle ‘resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyanda bulunmak’ suçunun unsurlarının oluşmadığı, eylemin 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40/1. madde ve fıkrasında düzenlenen ‘kimliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunmak’ kabahatini oluşturduğu kabul edilmeli ancak Kabahatler Kanunun 20/2-c maddesinde yazılı soruşturma zamanaşımının dolmuş olması karşısında idari para cezası verilmesine yer olmadığına karar verilmelidir” görüşüyle itiraz kanun yoluna başvurmuştur.
CMK’nun 308. maddesi uyarınca inceleme yapan Yargıtay 9. Dairesince 04.06.2013 gün ve 4545-8396 sayı ile; itiraz nedenlerinin yerinde görülmediğinden bahisle Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır.
TÜRK MİLLETİ ADINA
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; sanığın eyleminin nitelendirilmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Askerlik yükümlüsü olan sanığın Çiçekdağı Sulh Ceza Mahkemesi tarafından düzenlenen 01.01.2009 gün ve 2009/1 D. İş sayılı yakalama emri ile bakaya kalmak suçundan ifadesi alınmak üzere arandığı, ismini belirtmeyen bir kişinin Çiçekdağı Askerlik Şubesini arayarak sanığın bulunduğu adresi ihbar ettiği, Askerlik Şubesince Emniyet Müdürlüğüne müzekkere yazılarak sanığın belirtilen adresten yakalanarak askerlik şubesine teslim edilmesinin istenildiği, müzekkerede ayrıca sanığın…..veya ….. adına sahte nüfus cüzdanı sahibi olabileceğinin belirtildiği, bunun üzerine polis memurlarınca sanığın yakalanması amacıyla belirtilen adrese gidildiği, 01.01.2009 tarihli tutanağa göre daire kapısını Alime Baş isimli bir bayanın açtığı, kendisine …’nun sorulduğu, yatak odasında uyuduğunu beyan etmesi üzerine uyandırılmasının istenildiği, bu şekilde uyandırılıp kapıya gelen sanığın polislere … olmadığını,…..olduğunu söyleyerek…..adına düzenlenmiş üzerinde kendi fotoğrafı olan sahte sürücü belgesini ibraz ettiği, görevlilerce sanığın beyanına itibar edilmeyerek ibraz ettiği sahte sürücü belgesine el konulup yakalanarak karakola götürüldüğü, tutanağın … adına düzenlendiği, dosya içerisinde sanığın gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği isimle düzenlenmiş herhangi bir belge olmayıp tüm belgelerin sanığın gerçek adıyla düzenlendiği, sahte sürücü belgesi üzerinde yapılan bilirkişi incelemesinde; üzerindeki fotoğrafın plastik tabakasıyla birlikte kesilerek sanığa ait fotoğrafın yerleştirilip üzerinde soğuk mühür izi bulunan ikinci bir plastifiye ile kaplandığı ve sahteciliğin ilk bakışta dikkati çekmeyip kolaylıkla anlaşılabilir nitelikte olmadığından iğfal kabiliyetine haiz olduğunun tespit edildiği,
Sanığın aşamalarda özetle; polis memurlarına telaştan yanlışlıkla kardeşinin ehliyetini ibraz ettiğini, kesinlikle kimliği hakkında yalan beyanda bulunmadığını savunduğu,
Yerel mahkemece sanığın eyleminin tek suçu oluşturduğu kabul edilerek başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan cezalandırılmasına, sahtecilik suçundan ise ceza tayinine yer olmadığına karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
Uyuşmazlığın isabetli bir biçimde çözümlenebilmesi için 5237 sayılı TCK’nun 204. maddesinde düzenlenen resmi belgede sahtecilik, 268. maddesinde düzenlenen başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması ve 206. maddesinde düzenlenen resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçları ile 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40. maddesinde düzenlenen kimliği bildirmeme kabahati üzerinde durulması gerekmektedir.
I- Resmi Belgede Sahtecilik Suçu:
Resmi belgede sahtecilik suçu 5237 sayılı TCK’nun 204. maddesinde;
“(1) Bir resmî belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir resmî belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren veya sahte resmî belgeyi kullanan kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(2) Görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu resmi bir belgeyi sahte olarak düzenleyen, gerçek bir belgeyi başkalarını aldatacak şekilde değiştiren, gerçeğe aykırı olarak belge düzenleyen veya sahte resmi belgeyi kullanan kamu görevlisi üç yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.
(3) Resmi belgenin, kanun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan belge niteliğinde olması halinde, verilecek ceza yarısı oranında artırılır” şeklinde düzenlenmiştir.
Buna göre, resmi belgede sahtecilik suçu seçimlik hareketli bir suç olup, resmi belgenin sahte olarak düzenlenmesi, gerçek bir resmi belgenin başkalarını aldatacak şekilde değiştirilmesi, resmi belgenin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi veya sahte resmi belgenin kullanılması durumunda suç oluşacaktır.
Maddenin ikinci fıkrasında, resmi belgede sahtecilik suçunun kamu görevlisi tarafından işlenmesi hali tanımlanmış ve daha ağır bir yaptırıma bağlanmıştır. Bu suçun oluşabilmesi için suçun kamu görevlisi tarafından işlenmesinin yanı sıra, suçun konusunu oluşturan belgenin kamu görevlisinin görevi gereği düzenlemeye yetkili olduğu bir belge olması gerekir. Kamu görevlisinin gerçeğe aykırı olarak bir olayı kendi huzurunda gerçekleşmiş gibi veya bir beyanı kendi huzurunda yapılmış gibi göstererek belge düzenlemesi halinde, bu fıkra hükmünde tanımlanan suç oluşmaktadır.
Maddenin üçüncü fıkrasında ise, suçun konusunu oluşturan resmi belgenin, kanunun hükmü gereği sahteliği sabit oluncaya kadar geçerli olan bir belge niteliğinde olması halinde cezanın yarı oranında artırılması hükme bağlanmıştır.
Sahtecilik suçlarının hukuki konusu kamu güveni olup, belgelerin gerçeğe aykırı olarak düzenlenmesi, gerçek bir belgeye eklemeler yapılması, tamamen veya kısmen değiştirilmesi eylemlerinin kamu güvenini sarstığı kabul edilerek suç olarak düzenlenmiş ve yaptırıma bağlanmıştır.
Resmî belgenin gerçeği taklit edilerek (sahte olarak düzenlenerek) işlenen suçun sahtecilik olarak nitelendirilebilmesi için, düzenlenen belgenin gerçek bir belge olduğu konusunda kişiyi aldatıcı nitelikte olması gerekir. Aldatıcılık özelliği suçun temel unsuru olup, özel bir incelemeye tâbi tutulmadıkça gerçek olmadığı anlaşılamayan belge, sahte belge olarak kabul edilmelidir. Sahteciliğin kişileri aldatacak nitelikte (nesnel) bulunup bulunmadığının ve beş duyuyla ilk bakışta anlaşılabilir olup olmadığının şüpheye yer vermeyecek şekilde belirlenmesi gerekir.
II- Başkasına Ait Kimlik veya Kimlik Bilgilerinin Kullanılması Suçu:
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçu ise 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Adliyeye karşı suçlar” bölümündeki 268. maddede; “İşlediği suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla, başkasına ait kimliği veya kimlik bilgilerini kullanan kimse, iftira suçuna ilişkin hükümlere göre cezalandırılır” şeklinde düzenlenmiş olup, madde gerekçesinde bu suçun iftira suçunun özel bir işleniş biçimini oluşturduğu belirtilmiştir.
Başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun iftira suçunun özel bir şekli olduğu madde sıralamasından da anlaşılmaktadır. TCK’nun 267. maddesinde iftira suçu düzenlendikten sonra 268. madde kaleme alınmış, daha sonra iftira suçundaki etkin pişmanlık hükmünü içeren 269. madde düzenlenmiştir.
Ayrıca TCK’nun 268. maddesinin iptali istemiyle yapılan itirazın Anayasa Mahkemesince 22.05.2012 gün ve 3-95 sayı ile reddine karar verilmesinin yanında, 268. maddede iftira suçuna yapılan atfın sadece cezayla sınırlı olmadığı, 267. maddedeki iftira suçunun nitelikli hallerini düzenleyen fıkralar ile 269. maddedeki etkin pişmanlık hükümlerinin de 268. madde için geçerli olacağı belirtilmiştir.
Bu bağlamda failin işlediği bir suç nedeniyle hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla kendi kimliğini saklayarak, başkasına ait kimlik bilgilerini kullanması ve o kişi hakkında iftira atmışcasına soruşturma ve kovuşturma yapılmasına neden olması durumunda, bu madde hükmü uygulanacaktır. Suçun oluşması için, failin daha önce bir suç işlemiş olması veya bir suçtan aranması, kendi kimliğini vermesi halinde hakkında bu suçtan işlem yapılacak olması gerekmektedir.
Başka bir anlatımla bu suçun oluşması için, sanığın resmi belge düzenlemede yetkili memura başkasının kimliğini veya kimlik bilgilerini vermesi yeterli olmayıp, işlediği bir suç nedeniyle kendisi hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini kullanması gerekmektedir.
Örneğin; bir işyerinden hırsızlık yaparken yakalanan sanığın kolluk kuvvetlerine kendi kimliği yerine gerçek bir kişi olan kardeşinin kimlik bilgilerini vermesi durumunda kardeşi hakkında soruşturma yapılacak ve sanık da kendisi hakkında yapılacak olan soruşturmadan kurtulacaktır. Örnekten de açıkça anlaşılacağı üzere fail işlediği bir suçtan kurtulmak için kardeşinin adını vererek kardeşine iftira atmışcasına hakkında soruşturma yapılmasına neden olmaktadır.
III- Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçu:
Uyuşmazlık konusu ile ilgili bir diğer suç olan resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu da 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun “Kamu güvenine karşı suçlar” bölümündeki 206. maddede; “Bir resmî belgeyi düzenlemek yetkisine sahip olan kamu görevlisine yalan beyanda bulunan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis veya adlî para cezası ile cezalandırılır” biçiminde düzenlenmiştir.
Bu suçun oluşabilmesi için, yalan beyanın resmi belge düzenleme yetkisine sahip kamu görevlisine yapılmış olması gerekmektedir. Resmi bir belgenin düzenlenmesi sırasında beyanda bulunacak kişinin gerçeği söyleme zorunluluğu vardır. Kişinin beyanı üzerine düzenlenen resmî belgenin, bu beyanın doğruluğunu ispatlayıcı nitelikte olması, bir başka ifadeyle beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılmasının zorunlu olmaması şarttır. Kişinin beyanı yeterli olmayıp, bu beyanın doğruluğunun kamu görevlisi tarafından araştırılması zorunluysa ve bu araştırma sonunda bildirimin gerçeğe uygun olmadığı belirlenirse, kişinin beyanına itibar edilemeyeceğinden ve kişinin beyanını içeren belge, ispat aracı olarak kullanılamayacağından, anılan maddedeki suç oluşmayacaktır.
Bununla birlikte suçun oluşması için sanığın beyanda bulunması yeterli olmayıp bu beyan üzerine kamu görevlisi tarafından bir belgenin de düzenlenmesi gerekmektedir.
TCK’nun 206. maddesi aynı kanunun 268. maddesine göre daha genel bir düzenlemedir. TCK’nun 268. maddesinde sanığın kimliği hakkında yalan beyanda bulunması hüküm altına alınmışken, 206. madde ise kimlik bilgileri dışında başka hususlarda yalan beyanda bulunmayı da kapsamaktadır. 268. maddede sanık, hakkında yapılan soruşturma ve kovuşturmadan kurtulmak için yalan beyanda bulunurken, 206. maddede her türlü amaç için yalan beyanda bulunabilmektedir.
TCK’nun 206. maddesinde düzenlenen yalan beyanda bulunma suçunu aynı kanunun 268. maddesinde hüküm altına alınan başkalarına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçundan ayıran en önemli özellik, 268. maddede sanık işlediği bir suçtan kurtulmak amacıyla gerçek bir kişinin kimlik bilgilerini vererek gerçek kişi hakkında iftira sonucunu doğuran eylemiyle soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmaktayken, 206. maddede ise sanık kamu görevlisine kimliği hakkında yalan beyanda bulunmasıyla bir başkası hakkında soruşturma ya da kovuşturma yapılmasına neden olmamaktadır. Örneğin; hakkında hırsızlık suçundan kamu davası devam eden ve yakalama kararı çıkarılan sanık A’nın rutin bir kontrolde gerçek kişi B’nin kimlik bilgilerini kullanması durumunda, kendisi hakkında yapılan kovuşturmayı engellemediğinden ve A’nın eylemi nedeniyle de B hakkında bir soruşturma ya da kovuşturma yapılmadığından A’nın eyleminin TCK’nun 206. maddesi kapsamında kaldığı kabul edilmelidir.
IV- Kimliği Bildirmeme Kabahati:
Kimliği bildirmeme kabahati ise 5326 sayılı Kabahatler Kanununun 40/1. maddesinde; “Görevle bağlantılı olarak sorulması halinde kamu görevlisine kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınan veya gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişiye, bu görevli tarafından elli Türk Lirası idarî para cezası verilir” şeklinde düzenlenmiş,
Maddenin gerekçesinde; “Kamu görevinin gereği gibi ifa edilebilmesi için, herhangi bir kamu göreviyle ilişkili olarak, kişiler gerektiğinde kimlik ve adresleriyle ilgili bilgileri kamu görevlilerine vermekle yükümlüdür. Bu bilgileri vermekten kaçınan ya da bu konularda gerçeğe aykırı bilgi verenler hakkında, bilgiyi soran kamu görevlisi tarafından idari para cezasına karar verilecektir” biçiminde açıklamalara yer verilmiştir.
Kimliği bildirmeme kabahati seçimlik hareketli bir kabahat olup kabahati oluşturan seçimlik hareketler; kimliğiyle ve/veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınma, kimliği ve/veya adresiyle ilgili gerçeğe aykırı beyanda bulunmaktır. Bilgi vermekten kaçınma veya gerçeğe aykırı beyanın kamu göreviyle bağlantılı olarak sorulması sırasında olması yeterli olup “resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan” suçundan farklı olarak resmi bir belgenin düzenlenmesi esnasında olması şart değildir.
Kişinin kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten kaçınması veya gerçeğe aykırı bilgi vermesininin kabahat oluşturabilmesi için bilgiyi soranın kamu görevlisi olması ve onun da kanunen bunu sormaya yetkili olup göreviyle bağlantılı olarak bu bilgiyi sormuş olması gerekir. Bu nedenle kamu görevlisi olmayan kişilerin kanunen kimlik sorma yetkileri olsa bile bu kişilere bilgi verilmemesi veya gerçeğe aykırı bilgi verilmesi kabahat oluşturmayacaktır. Aynı şekilde kamu görevlisi olsa bile kanunen kimlik sorma yetkisi yoksa veya böyle bir yetkisi olsa dahi bilgiyi göreviyle bağlantılı olarak sormamışsa bilgi verilmemesi veya gerçeğe aykırı bilgi verilmesi kabahat oluşturmaz.
Mevzuatımızda kamu görevlilerin kimlik sorma yetkisine ilişkin hükümler bulunmaktadır. Örneğin; 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyetleri Kanunun 4, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat, Görev ve Yetkileri Kanunun 25, Jandarma Teşkilatı Görev ve Yetkileri Yönetmeliğinin 28. maddeleri uyarınca polis ve jandarmanın suç işlenmesini önlemek ve işlenmiş suçların faillerini ele geçirmek için veya diğer kanuni yetkilerini kullanırken kendisinin polis veya jandarma olduğunu belirleyen belgeyi gösterdikten sonra, kişilere kimliğini sorabileceği belirtilmiştir.
Kimliği bildirmeme kabahati bilgi vermekten kaçınma veya gerçeğe aykırı beyanda bulunma ile işlenmiş sayılır. Diğer bir anlatımla kimliği bildirmeme kabahatinin oluşabilmesi için fiilin yapılması yeterli olup kişinin kimliğinin belirlenememesi, kamu görevinin aksaması gibi bir neticenin gerçekleşmesi gerekli veya zorunlu değildir.
Kişinin kimliği veya adresiyle ilgili bilgi vermekten çekinmesi ve özellikle de gerçeğe aykırı beyanda bulunmasının hem kabahat, hem de resmi belgede sahtecilik, resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan, başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması, gerçek kimliğini saklamak suretiyle bir başkasıyla evlenme işlemi yaptırma, 5490 sayılı Nüfus Hizmetleri Kanununa (m.67/1) muhalefet, 2935 sayılı Olağanüstü Hal Kanununa (m.25) muhalefet ve 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanununa (m.16) muhalefet gibi suçları oluşturması da mümkündür. Bu halde Kabahatler Kanununun 15/3. maddesi uyarınca sadece suçtan dolayı yaptırım tatbik edilecek, ancak suçtan dolayı yaptırım uygulanamayan hallerde kabahat dolayısıyla müeyyide uygulanabilecektir.
Bu bilgiler ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Hakkında yakalama kararı bulunan sanığın, adresini tespit eden ve sahte kimlik kullanabileceği hususunda uyarılan kolluk görevlilerine, aranan kişi olmadığını söyleyerek kardeşi adına düzenlenmiş üzerinde kendi fotoğrafı olan sahte sürücü belgesini ibraz ettiği, kolluk görevlilerince sanığın bu beyanına itibar edilmeyerek ibraz ettiği sahte sürücü belgesine el konulup yakalanarak karakola götürüldüğü, yakalama tutanağının gerçek isme göre düzenlendiği, dosya içerisinde sanığın gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği isim esas alınarak düzenlenmiş herhangi bir belge bulunmadığı anlaşılan olayda; sanığın, başkasına ait kimliği, hakkında soruşturma ve kovuşturma yapılmasını engellemek amacıyla değil, adına çıkarılan yakalama kararının infazını engellemek amacıyla kullanması, kimliği kullanılan kişi hakkında bir soruşturma ve kovuşturma yapılmamış olması hususları gözönüne alındığında, iftiranın özel bir şekli olan başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunun, kamu görevlisi tarafından sanığın gerçeğe aykırı olarak beyan ettiği isme göre düzenlenmiş herhangi bir belgenin bulunmadığı gözetildiğinde ise resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçlarının oluşmayacağı, bir bütün teşkil eden eylemin sahte resmi belgeyi kullanmaktan ibaret olup resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğu, Kabahatler Kanununun 15/3. maddesi uyarınca sanık hakkında ayrıca kimiliği hakkında gerçeğe aykırı beyanda bulunmak kabahatinden dolayı yaptırım uygulanamayacağı kabul edilmelidir.
Bu nedenle, sanığın eyleminin başkasına ait kimlik veya kimlik bilgilerinin kullanılması suçunu oluşturduğunu kabul eden yerel mahkeme hükmü ile resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçunu oluşturduğunu kabul eden Özel Daire kararında isabet bulunmamaktadır.
Öte yandan, Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 03.12.2002 gün ve 293-417 sayılı kararında açıklandığı üzere sanığın eyleminin tek bir suçu oluşturması karşısında, bu eyleme ilişkin birden fazla vasıflandırmayı içeren hükmün de bir bütün halinde temyize konu olduğu kabul edilmelidir.
Bu itibarla, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle kabulüne, Özel Daire bozma kararının kaldırılmasına, yerel mahkeme hükmünün, sanığın eyleminin kül halinde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden, hükmün yalnız sanık tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle 1412 sayılı CMUK’nun 326/son maddesi uyarınca cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hakkın korunması kaydıyla bozulmasına karar verilmelidir.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
1- Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı itirazının değişik gerekçeyle KABULÜNE,
2- Yargıtay 9. Ceza Dairesinin 19.02.2013 gün ve 6077-2702 sayılı bozma kararının KALDIRILMASINA,
3- Ankara 10. Asliye Ceza Mahkemesinin 14.10.2009 gün ve 449-1182 sayılı kararının, sanığın eyleminin bir bütün halinde resmi belgede sahtecilik suçunu oluşturduğunun gözetilmemesi isabetsizliğinden, hükmün yalnız sanık tarafından temyiz edilmiş olması nedeniyle 1412 sayılı CMUK’nun 5320 sayılı Kanunun 8. maddesi uyarınca halen yürürlükte bulunan 326/son maddesi uyarınca cezanın tür ve miktarı yönünden kazanılmış hakkın korunması kaydıyla BOZULMASINA,
4- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 02.12.2014 tarihinde yapılan müzakerede oybirliğiyle karar verildi.