Yargıtay Kararı Ceza Genel Kurulu 2013/531 E. 2015/157 K. 12.05.2015 T.

YARGITAY KARARI
DAİRE : Ceza Genel Kurulu
ESAS NO : 2013/531
KARAR NO : 2015/157
KARAR TARİHİ : 12.05.2015

Davacının haksız tutuklanma sonucu uğramış olduğu zarar nedeniyle kanuni faizi ile birlikte 400 Lira maddi ve 1.000 Lira manevi tazminatın davalı hazineden tahsiline yönelik talebinin, davacının tutuklanmaya kendi beyanları ile sebebiyet verdiği gerekçesi ile CMK’nun 144/1-e maddesi uyarınca reddine ilişkin, Kayseri Ağır Ceza Mahkemesince verilen 22.01.2008 gün ve 265-19 sayılı hükmün davacı vekilleri tarafından temyiz edilmesi üzerine dosyayı inceleyen Yargıtay 12. Ceza Dairesince 01.02.2012 gün ve 13776 – 1745 sayı ile;
“CMK’nun 144/1-e bendindeki düzenlemenin TCK’nun 270. maddesindeki anlamda bir başkasının suçunu üstlenme fiilleri bakımından geçerli olup soruşturma aşamasında sanığın suçunu ikrarını kapsamadığı ve tutuklama ile ilgili koşulların oluşup oluşmadığının ikrara bağlı olmadığı gözetilmeksizin yargılamaya devamla talep hakkında karar verilmesi yerine yazılı gerekçelerle davanın reddine karar verilmesi” isabetsizliğinden bozulmasına karar verilmiştir.
Yerel mahkeme ise 28.05.2012 gün ve 183 – 290 sayı ile;
“Dosyanın ve ekli evrakların incelenmesinde davacı M.. S..’ın 08.09.2005 tarihinde müdafi huzurunda vermiş olduğu ifadede diğer sanıklar Kerem Demir ve Zülküf Samukla birlikte ve kiraladıkları oto ile Mustafa Kemal Paşa bulvarındaki bir binanın önünde durduklarını kendisinin otoda beklediğini ve diğer sanıkların yanından uzaklaştıkları ve önce bir işyeri alarmı sesi duyduğunu ve daha sonra sanıkların bir laptop ile geldiklerini ve otoyu çalıştırarak olay yerinden ayrıldıklarını beyan ederek hırsızlık suçunu itiraf etmiş ve olayı detaylandırarak anlatmıştır.
Ayrıca sorgudaki savunmasında söz konusu hırsızlık suçunda gözcülük yaptığını itiraf etmiştir.
Sanığın söz konusu savunmaları nedeniyle hakkında mahkemece tutuklama kararı verilmiş ve tutuklanmıştır. Üstelik savunması müdafi huzurunda alınmış olduğundan bu durum sanığın serbest ve hür iradesiyle ifade vermiş olduğuna bir karine teşkil etmiştir. Daha sonra mahkemede suçu inkar etmiş ve mahkemece gerekçesiz bir kararla beraat ettirilmiştir.
Haksız tazminatın konusu; tutuklu veya gözaltında kaldığı halde daha sonra beraat eden veya hakkında koğuşturma yapılmayan kişilerin hürriyetlerinin kısıtlandığı dönemlerin maddi ve manevi olarak tazmin edilmesini devletten isteme haklarıdır.
Bu en tabi demokratik ve hukuki bir haktır. Bu durumu, bir nevi hata sonucu bireyin hürriyetine engel olması nedeniyle devletin adeta özür dilemesi olarak algılamak gerekir. Devlet ve adli birimler tutuklamada takdir hakkını kullanırken yerinde kullanmadıkları ve bir hata sonucu bireyin özgürlüğüne müdahale edildiği durumlarda bireye zararı telafi maksatlı tanınmış bir tazminat hakkıdır.
Ancak olayımızda sanık üzerinde herhangi bir zorlama yokken yapılmış ayrıntılı ve olaysal bir itiraf mevcuttur. Şayet sanık bu itirafta bulunmamış olsa idi belki gerçek faillere ait delillerin elde edilmesi daha mümkün hale gelebilecekti. Sanık bu itirafı ile adli birimlerin gerçek delillere ulaşmasına da engel olmuştur. Böyle durumlarda sanık için tazminata karar vermenin yolunun açılması halinde hukuk devletinde istenmeyen hadiselerin yaşanması mümkün hale gelebilecektir.
Yargıtay her ne kadar bozma kararında CMK’nun 144 /1-e bendindeki düzenlemenin TCK’nun 270. maddesindeki anlamda başkasının suçu üstlenmesi eylemlerine münhasır olduğunu iddia etmiş ise de bu karara katılmak mümkün değildir.
İlgili kanun maddesi açıktır ve hiçbir yoruma ihtiyaç duyulmayacak tarzda düzenlenmiştir. Kanun maddesinde ‘Adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına ve tutuklanmasını neden olanlar’ın tazminat talep edemeyeceklerini düzenlemiştir.
Bu maddenin yorum yolu ile TCK’nun 270. maddesi ile ilişkilendirilmesi her şeyden önce hukuk tekniği açısından mümkün olmadığı gibi zorlama bir yorum görünümündedir.
Kanunda olmayan ve kanunu genişletici şekilde yorum yapılamaz. Bu ilke mahkemeler için geçerli olduğu kadar Yargıtay için de geçerlidir.
Bu itibarla kendi ikrarı nedeniyle tutuklanan sanık hakkında kanunun amir ve açık hükmü karşısında tazminat talebinin yersiz olduğu anlaşılmakla davanın reddine karar verilmiştir.”gerekçesiyle önceki hükümde direnmiştir.
Bu hükmün de davacı vekili tarafından temyiz edilmesi üzerine, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının 10.02.2012 gün ve 181497 sayılı “onama” istekli tebliğnamesi ile Yargıtay Birinci Başkanlığına gönderilen dosya, Ceza Genel Kurulunca değerlendirilmiş ve açıklanan gerekçelerle karara bağlanmıştır..
CEZA GENEL KURULU KARARI
Özel Daire ile yerel mahkeme arasında oluşan ve Ceza Genel Kurulunca çözümlenmesi gereken uyuşmazlık; Davacının koruma tedbiri nedeniyle tazminat talebinin CMK’nun 144/1-e maddesi uyarınca reddine karar verilmesinin isabetli olup olmadığının belirlenmesine ilişkindir.
İncelenen dosya kapsamından;
Hırsızlık suçundan 09.09.2005 tarihinde tutuklanan ve hakkında TCK’nun 37/1 ve 142/1-b maddeleri uyarınca kamu davası açılan davacı M.. S..’ın, 41 gün tutuklu kaldıktan sonra tahliye edildiği, yargılama sonucunda da delil yetersizliğinden beraatine karar verildiği,
Tazminata konu olayda, 08.09.2005 günü saat 05.45 sıralarında bir işyerinden dizüstü bilgisayar çalınması nedeniyle yapılan araştırmalar sırasında, olaydan yaklaşık 8 saat önce 07.09.2005 günü saat 21.00 sıralarında davacı tarafından kiralanan 38 AR 983 plakalı aracın olay yeri civarında görülmesi üzerine davacıya ulaşıldığı,
Davacının 08.09.2005 tarihinde kollukta müdafii huzurunda; 25 gün önce Z… isimli arkadaşının da aralarında bulunduğu birkaç kişi ile birlikte araç kiraladıklarını, aracın arıza yapması nedeniyle senet imzalamak zorunda kaldığını, Zülküf’ün paranın bir kısmını ödemek için söz verdiğini fakat vermediğini, 07.09.2005 günü saat 14.00 sıralarında Zülküf’ün yanında dayısı K… birlikte gelerek senedi ödemek için araç kiralayıp hırsızlık yapmayı teklif ettiklerini, önce kabul etmediğini, ısrar etmeleri üzerine kabul ettiğini, birlikte Arya isimli araç kiralama şirketine gittiklerini, diğerlerinin ehliyeti olmadığı için aracı kendisinin kiraladığını, 08.09.2005 günü saat 02.00 sıralarında önce Yenimahalle Meydanına yakın bir yerde aracı durdurduğunu, Zülküf ve Kerem’in araçtan indiğini birkaç dakika sonra cam kırılma sesi duyduğunu, Kerem ve Zülküf’ün yaya olarak kaçtıklarını görünce kendisinin de arabayı çalıştırarak kaçtığını, Kerem’in araması üzerine tekrar buluştuklarını, Mustafa Kemal Paşa Bulvarı üzerinde durduğunu, Kerem ve Zülküf’ün araçtan indiklerini, bir işyeri alarmı duyduğunu, yaklaşık 20 dakika sonra koşarak dizüstü bilgisayarla geldiklerini ve birlikte kendisine ait eve gittiklerini beyan ettiği, Cumhuriyet savcılığında ve tutuklanması amacıyla sevk edildiği sulh ceza mahkemesinde de benzer şekilde beyanlarda bulunduğu,
09.09.2005 günü “şüphelinin üzerine atılı suçun vasıf ve mahiyeti, mevcut delil durumu ve suçun kapsadığı ceza miktarı dikkate alınarak” gerekçesiyle tutuklanmasına karar verildiği,
TCK’nun 37/1. maddesi delaletiyle aynı kanunun 142/1-b maddesi uyarınca hırsızlık suçundan hakkında iddianame düzenlenen davacının kovuşturma aşamasında, üzerine atılı suçu kabul etmediği, yargılama sonucunda da delil yetersizliğinden beraatine karar verildiği,
Anlaşılmaktadır.
01 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5320 sayılı CMK’nun Yürürlük ve Uygulama Şekli Hakkındaki Kanunun 18. maddesi ile 07.05.1964 gün ve 466 sayılı Yasa Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki Kanun yürürlükten kaldırılmış ve 5271 sayılı Kanunun yedinci bölümünde “Koruma Tedbirleri Nedeniyle Tazminat” ana başlığı altında 141 ilâ 144. maddelerinde, tazminat isteme koşulları ve sonuçları yeniden kapsamlı bir şekilde ele alınmış, tazminat istemi başlıklı 141. maddesinde hangi hallerde tazminat istenebileceği, 142. maddesinde tazminat isteminin koşulları, 143. maddesinde tazminatın geri alınması ve 144. maddesinde ise hangi hallerde tazminat istenemeyeceği düzenlenmiştir.
“Kanun Dışı Yakalanan veya Tutuklanan Kimselere Tazminat Verilmesi Hakkındaki” 466 sayılı Yasa ile yalnızca kanun dışı yakalanan ve tutuklanan kişiler için tazminat hakkı öngörülmüşken, 5271 sayılı CMK’da yapılan düzenleme ile ayrıca arama ve elkoyma koruma tedbirlerinin mağdurları için de tazminat isteme hakkı öngörülmüştür.
5271 sayılı CMK’nun “Tazminat isteyemeyecek kişiler” başlıklı 144.maddesinin uyuşmazlık konusu ile ilgili (e) bendinde;
“ (1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:

e) Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar” hükmüne yer verilmiş, madde gerekçesinde “Adli makamla huzurunda gerçek dışı beyanla suçu işledikğni veya suça katıldığını ifade ederek gözaltı veya tutukamaya neden olmuş ise tazminat istemeye hak kazanmayacaktır.” açıklamasında bulunulmuştur.
Görüldüğü üzere 5271 sayılı CMK’nun 142/1-e maddesinde açıkça adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanda bulunarak suçu işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlara tazminat verilmeyeceği belirtilmiştir. Buna göre, bir suç isnadıyla hakkında soruşturma yapılan kişi adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını beyan ederek şahsi kusuru ile gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olmuşsa artık bu kişinin tazminat talebinde bulunamayacağı kabul edilmelidir.
Bu açıklamalar ışığında uyuşmazlık konusu değerlendirildiğinde;
Hırsızlık suçu şüphelisi olarak hakkında soruşturma yapılan davacının kollukta savcılıkta ve tutuklanması talebiyle sevk edildiği mahkemede açıkça soruşturmaya konu hırsızlığı arkadaşlarıyla birlikte gerçekleştirdiğini beyan ettikten sonra kovuşturma aşamasında bu beyanlarından dönüp suçlamayı kabul etmediği, yapılan yargılama sonucunda da yüklenen suçun sanık tarafından işlendiğinin sabit olmaması nedeniyle beraatine karar verildiği somut olayda, davacının soruşturma aşamasındaki beyanlarında açıkça suça katıldığını kabul ederek kolluk görevlilerini, Cumhuriyet savcısını ve sulh ceza hakimini yanıltıp tutuklanmasına neden olduğu anlaşıldığından davacının tazminat talebinin CMK’nun 144/1-e maddesi uyarınca reddine karar verilmesinde bir isabetsizlik bulunmamaktadır.
Bu itibarla, yerel mahkeme direnme hükmünün onanmasına karar verilmelidir.
Çoğunluk görüşüne katılmayan Genel Kurul Üyeleri M. Albayrak, M. Murat Yönder, H. Sarıömeroğlu; “Ceza Muhakemesi Kanununun 144. maddesinin birinci fıkra (e) bendindeki ‘Adli makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar tazminat isteyemez’ hükmünün TCK’nın 270. maddesinde düzenlenen suç üstlenme suçundan mahkûm olanların, daha önce gerçek dışı beyanla üstlendikleri ve katıldıklarını söyledikleri suçlardan beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına dair suçları kapsadığını düşündüğümüzden sayın çoğunluğun onama yönündeki görüşlerine katılmıyoruz.
Şöyle ki:
1- 5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanunu’nun hükümlerinin yorumlanmasında aynı tarihte yürürlüğe giren 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun hükümlerinden yararlanılması gerekmektedir.
CMK, 144. madde, gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını söyleyerek gözaltına alınan veya tutuklanana kişi bu suçtan beraat edip hakkında TCK’nın 270. maddesi gereğince mahkûmiyet kararı verilirse gerçek dışı beyanı tespit edilecek ve tutuklandığı ve gözaltına alındığı önceki suçundan tazminat isteyemeyecektir.
Davacının gerçek dışı beyanla değil, gerçeği söylediği halde yargılama sonunda beraat etmesi halinde ise tazminat alabilecektir. Nitekim dava konusu olayda böyle bir durum vardır. Davacı hırsızlık suçuna katıldığını söylediği halde, mahkeme ‘sen gerçek dışı beyanla suç üstlendin demedi’ sanığın samimi beyanını suçun oluşması için yeterli görmedi ve beraat kararı verdi. Eğer üzerine atılı suçu ikrar edenlerin tazminat isteyemeyecekleri kabul edilseydi CMK 144/1-(e) bendi şöyle olmalıydı ‘Adli makamlar huzurunda üzerine atılı suçu işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar’ şeklinde olması gerekirdi. Hâlbuki Kanun koyucu 141. madde de beraat edenler için koşulsuz ve şartsız olarak tazminat verilmesini öngörmüştür.
2- Sanığın üzerine atılı suçu ikrar etmesi tutuklanmasını gerektirmez. Tutuklama bir tedbirdir. Bu tedbire başvurmadan da dava açılabilirdi. Davacıya hakkında dava açıldığı beraat ettiği için değil, tutuklandığı veya gözaltına alındığı halde yargılama sonunda beraat kararı verildiği için tazminat ödenmesi kabul edilmiştir.
3-Davacının, suçunu ikrar ettiğinden tutuklanmasına sebep olduğu ve ikrarı olduğundan mahkûm olması gerektiği düşüncesi de ileri sürülemez. Delil varken beraat gibi haller sanığın değil, mahkemenin kusuru sayılabilir, ancak kesinleşmiş bir karar yasal yollardan ortadan kaldırılmadıkça onu kusurlu saymaya olanak yoktur. Kesinleşmiş beraat kararının dayandığı delillerin tazminat davasında bir başka mahkeme (Ağır Ceza Mahkemesi) tarafından yeniden ele alınıp takdire tabi tutulması ‘Muhkem kaziye’ halini almış olan hükme taarruz teşkil edeceğinden olanaksızdır. Yasa, ağır ceza mahkemesine, tazminat isteğini incelerken davacı hakkında beraat ettiği suçtan dolayı yeniden delil toplamak yetkisi tanımamış, tazminat için kesinleşmiş beraat kararını ‘kesin delil’ saymıştır. (İçtihadı Birleştirme Kararı, 02.05.1977/1-1)
4-Tazminat davasına bakan ağır ceza mahkemesi, tazminat talep edilen dosyalardaki beraatlerin temyiz inceleme mercii olmadığından beraatın gerekçesine bakamaz. Nitekim halen yürürlükte olan yukarıda zikrettiğimiz ve alıntı yaptığımız 1977 tarihli Yargıtay İçtihadı Birleştirme kararı (1977/1-1) ile bu konu nihai çözüme kavuşturulmuştur. Adı geçen kararda ‘Yasa dairesinde tutuklandığı suçtan beraat eden sanığın yasa dışı yakalanan veya tutuklanan kimselerin açtığı tazminat davasına bakan mahkemenin (Ağır ceza mahkemesinin) Yargıtay’dan geçmeden kesinleşen beraat kararını sübut yönünden incelemeye yetkili bulunmadığının birinci toplantıda üçte ikiyi aşan çoğunlukla 02.05.1977 günü karar verildi.’ Görüldüğü gibi 37 yıl önce Yargıtay üyelerinin neredeyse tamamının oyu ile konu çözülmüş olup, 40 yıl önceki tartışmalara tekrar girilmemesi gerekir. 2797 sayılı Yargıtay Kanunun 45/5. maddesindeki ‘İçtihadı birleştirme kararları benzer hukuki konularda Yargıtay Genel Kurullarını, dairelerini ve adliye mahkemelerini bağlar.’ hükmü emredici bir hükümdür.
Böylece İçtihadı Birleştirme Kararı; ağır ceza mahkemelerinin tazminat talep edilen dosyaları incelerken, tazminata dayanak olan aynı derecedeki ağır ceza, asliye ve sulh ceza mahkemelerinin beraat kararlarının gerekçelerinin incelenmesinin yolunu kapatmıştır. Doğru olanda budur. Nitekim Yüksek Ceza Genel Kurulundaki 47 kişi bile birçok sübut dosyasında ittifak edememektedir.
Dosyaya konu olayda tazminata bakan mahalli mahkeme, beraatle sonuçlanan ceza davasını ‘gerekçesiz kararla beraat ettirilmiştir’ tespitiyle davacının tazminat talebini reddetmiştir. Ağır ceza mahkemesinin beraatın gerekçesini tartışma hak ve yetkisi yoktur.
5-CMK’nın 144/1-(e) deki düzenleme TCK’nin 270. maddesi ile birlikte değerlendirdiğimizde kanun koyucunun amacının gerçeğe aykırı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek yargı organlarını yanıltan, gereksiz yere uğraştıran ve hakkında tutuklama veya gözaltı kararı uygulanmasına sebep olan kişilerin beraat veya kovuşturmaya yer olmadığına karar verilmesi halinde tazminat alamayacaklardır. Tutuklu kalınan veya gözaltına alınan suçta ‘gerçek dışı beyan’ olup olmadığını da, TCK’nın 270. maddesiyle açılan davanın sonuçlanmasından sonra sübuta erecektir.
6-CMK’nın 144/1-(e) ve TCK’nın 270. maddelerindeki hükümlerin karşılaştırmasını yaptığımızda:
‘Tazminat isteyemeyecek kişiler
Madde 144- (1) Kanuna uygun olarak yakalanan veya tutuklanan kişilerden aşağıda belirtilenler tazminat isteyemezler:
e) Adlî makamlar huzurunda gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirerek gözaltına alınmasına veya tutuklanmasına neden olanlar’,
‘ Suç üstlenme
Madde 270 – (1) Yetkili makamlara, gerçeğe aykırı olarak, suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren kimseye iki yıla kadar hapis cezası verilir. Bu suçun üstsoy, altsoy, eş veya kardeşi cezadan kurtarmak amacıyla işlenmesi hâlinde; verilecek cezanın dörtte üçü indirilebileceği gibi tamamen de kaldırılabilir’ şeklinde düzenlendiği,
Görüldüğü gibi, CMK’nın 144/1-(e) deki ‘Adli makamlar huzurunda’ cümlesi, TCK’nın 270’de ‘Yetkili makamlara’ CMK’daki ‘gerçek dışı beyanla’ TCK’daki ‘gerçeğe aykırı olarak’ CMK’daki ‘suç işlediğini veya suça katıldığını’ TCK’da ‘suçu işlediğini veya suça katıldığını bildiren’ şeklinde düzenlenmiştir. Bu iki düzenleme neredeyse aynı cümlelerle birbirlerini tamamlamaktadırlar.
7-Yıllarca, Yüksek Mahkeme ‘suçunu inkâr eden, suçlamayı kabul etmeyen sanığa’ lehe hükümlerin uygulanmamasının isabetli olduğuna karar vermiştir. Bugün bu düşüncenin ne kadar yanlış olduğu tartışmasız kabul edilmektedir. Suçu kabullenen kimsenin tazminat alamayacağını ileri sürmek tazminat verilmesini öngören CMK’nun 141. maddesindeki hükümlerin uygulanmaması sonucunu doğurur. Bilindiği gibi CMK’nun 141. maddesinin (1) fıkrasının (e) bendi ‘Kanuna uygun olarak yakalandıktan veya tutuklandıktan sonra haklarında kovuşturmaya yer olmadığına veya beraatlerine karar verilen kişiler, maddi ve manevi her türlü zararlarını, Devletten isteyebilirler’ hükmünü içermektedir. Görüldüğü gibi kanuna uygun olarak uygulanan tedbirin dışında hiçbir koşul öngörülmeden tazminat verilmesi kabul edilmiştir.
8-Kanun sadece bir tek halde beraatın gerekçesine bakmamızı arıyor. O da yine CMK’nun 144. maddenin (b) bendindeki ‘Tazminata hak kazanmadığı halde sonradan yürürlüğe giren ve lehte düzenlemeler getiren kanun gereği durumları tazminat istemeye uygun hale dönüşenler’, yani lehe kanun ile beraat edenlerin beraat gerekçeleridir.
9-15.05.1964 Tarihinde yayınlanarak yürürlüğe giren 466 sayılı Kanununun 4. maddesinde benzer bir düzenleme vardı. Buna göre ‘Tazminatın miktarının tâyinde zarar talebinde bulunanların birinci maddede yazılı işlemlerin yapılmasına sebeb olan ihmali veya kusurlu hareketleri de nazara alınır. Tazminat talebine esas olan işlemlere tamamıyla kendi ihmali veya kusurlu hareketleri ile sebeb olanlara tazminat verilmez.’ hükmü mevcuttu.
Bu hükmün uygulamada suçunu ikrar edenlerin tazminat alamayacakları görüşlerinin ortaya atılması üzerine yukarıda sözünü ettiğimiz 02.05.1977 tarihli İçtihadı Birleştirme Kararı ile tazminata bakacak mahkemelerin beraatın gerekçesine bakamayacakları kabul edilmişti.
İçtihadı Birleştirme Kararına rağmen büyük bir ihtimalle uygulamada tereddütler yaşanması üzerine 18.01.1991 tarihli Resmi Gazete de yayınlanarak yürürlüğe giren 3696 sayılı Kanunun 3. maddesi ile zikrettiğimiz 466 sayılı Kanunun 4. maddesi yürürlükten kaldırılmıştır. Bu maddenin kaldırılma gerekçesi komisyon raporunda şu şekilde gösterilmiştir.
‘466 sayılı Yasanın 4. maddesi haksızlığa uğrayanlara, kanun dışı yakalananlara verilen tazminat hakkını tamamen ortadan kaldıran bir maddedir.
İhmal ve kusurlu hareketlerde bulunan bir kimsenin beraat etmesi veya haksız olarak tutuklanması veya gözetim altına alındıktan sonra serbest bırakılmasını kabul etmek hukuk devleti ile bağdaşmaz, hukukla bağdaşmaz, devletin varlığıyla bağdaşmaz. Kabul etmek keyfiliktir. Keyfiliği davet eder, hukuk dışı, kanun dışı davranışları davet eder, görevlilere sınırsız yetkiler vermek olur. Bu tür yetkilerde insan onuruyla, insan hak ve özgürlükleriyle bağdaşmaz. Onlara darbe vurmaktır.
Tazminat talebine esas olan işlemleri tamamıyla kendisi sebebiyet vermişse kanun dışı yakalama söz konusu olmaz. Kanun dışı yakalama söz konusu ise tazminat talebinde bulunanın ihmali ve kusurlu hareketlerinin olması söz konusu olmaz.
4. maddenin kaldırılması açıkladığımız gerçeklerle mümkündür. Kaldırılması gerekmektedir.’
Görüldüğü gibi haksız uygulamaya sebebiyet verecek yasal düzenlemeler kaldırılmış, 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK’da daha önce yaşanan olumsuzlukların tekrar yaşanmaması içinde madde 144/1-(e)’ye ‘gerçek dışı beyanla suç işlediğini veya suça katıldığını bildirenlerle’ sınırlandırmış ve bunun tespitinin de ancak TCK 270. maddesi gereğince mahkûmiyetle sonuçlanması halinde mümkün olabileceğini kabul etmiştir.
Davacının 6216 sayılı Kanunun 45-50. maddeleri gereğince hak arama yolu açık olmakla birlikte, koruma tedbirleri nedeniyle tazminat davalarında görevli olan ağır ceza mahkemesi uğranılan zararın karşılanmasına karar vermiş olması gerekirdi. Çünkü koruma tedbirleri nedeniyle oluşan zararların giderilmesi görevi adli yargıya verilmiştir.
Kanunlar sorunları çözmez. Sorunların çözümü için uygun kurallar manzumesini ortaya koyarlar. Sorunları çözecek olanlar, bu kuralların uygulayıcıları, yani karar vericilerdir.
Sonuç olarak;
Davacının tazminat alamayacağını kabul eden mahalli mahkeme hükmünü onayan sayın çoğunluğun bu kararına, CMK’nın 141. maddesinin 1. fıkra (e) bendine ve 02.05.1977/-1-1 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı nazara alınmayarak 2797 sayılı Yargıtay Kanunu’nun 45/5. maddesine muhalefet edilmesi nedeniyle katılmıyoruz” görüşüyle,
Çoğunluk görüşüne katılmayan beş Genel Kurul Üyesi de; benzer düşüncelerle yerel mahkeme hükmünün bozulması gerektiği yönünde karşı oy kullanmışlardır.
SONUÇ:
Açıklanan nedenlerle;
Usul ve Kanuna uygun bulunan
1- Kayseri 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 28.05.2012 gün ve 183-290 sayılı direnme kararının ONANMASINA,
2- Dosyanın, mahalline gönderilmek üzere Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına TEVDİİNE, 12.05.2015 tarihinde yapılan müzakerede oyçokluğuyla karar verildi.